NECATİ DOĞRU etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
NECATİ DOĞRU etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

20 Ekim 2020 Salı

Bugün 19 Mayıs! Umuttan esiyor yine aynı rüzgar!

Bugün 19 Mayıs! Umuttan esiyor yine aynı rüzgar!

NECATİ DOĞRU
necatidogru@sozcum.com
19 Mayıs 2019 


Bugün, 19 Mayıs; “Emperyalist saldırganlığın vatan toprağından atılıp temizlenmesi ve egemenliğin bir kişiden, bir aileden, halifeden alınıp kayıtsız 
şartsız millete verilmesi” için atılan adımın ilk günüdür. Mustafa Kemal, 1919 senesi Mayıs'ın 19'uncu günü Samsun'a ayak bastığında cumhuriyet devriminin 
başlayacağı umudunu taşıyordu.
Halkın önünde durdu.
Bir adım değil.
İki adım değil.
Üç adım değil.
1000 adım önünde.
Devrimin bu huyu var: Önderini, 1000 adım önünde gidenden seçer. Seçti.
Ve devrim gerçekleşti.
100 yıl önceydi.

★★★

Uluç Gürkan, çok seçkin bir dikkatle ve emekle binlerce kaynağı yeniden gözden 
geçirerek, “Atatürk'ün izinde Türkiye Dünyayı Değiştirecektir” adlı bir kitap yazdı.
Yeni yayınlandı.
Uluç Gürkan'ın kitabı, “Bir liderin öncülüğünde bir yıkık ülkenin, bir gecede 
1000 yıllık adımı” hangi çetin süreçlerden geçerek attığını anlatmanın ötesinde 
Türkiye'nin “yeni bir çağdaş uygarlık yürüyüşünü başlatma gücünü yine 1000 
adımlı atabileceğini” belgelerle yazıyor.
Okumanızı öneririm.

★★★

“Bir gecede 1000 adımlı devrimin” üzerinden 100 yıl geçti. Böyle bir eşi 
bulunmaz devrimi yapmış Türkiye'de bugün şu yapı var:
Güçler tek kişide toplandı.
Kuvvetler ayrımı kalktı.
Hukuk iktidarın emrine girdi.
Egemenlik tek kişiye verildi.
Bu yapıyı değiştirecek, yani “karşı devrimin karşı devrimini” yine kendi halkına 
dayanarak gerçekleştirecek 19 Mayıs 1919 rüzgarı, 100 yıl sonra bugün yeniden 
esiyor. Bu rüzgar etkisini, güçlü bir şekilde 31 Mart seçimlerinde büyük 
kentlerde gösterdi. Ve hızla Orta Anadolu ve Kuzey Anadolu dahil bütün ülkeyi 
etkisi altına aldı.
Bugün 19 Mayıs.
Yeniden esiyor.
100 yıl önceki rüzgar.

“Hukukun, talimat hukuku olmaktan çıkıp yeniden hukukun üstünlüğüne geçildiği, 
kuvvetler ayrılığı ilkesini yeniden güçlendiren, dini siyasete alet etmeyi 
tamamen silip bitiren, gerçekten tam bağımsızlığa sarılan, dış borç bulup 
yemeyen, dış borçla kalkınma olmayacağı gerçeğini anlamış, çok çalışan, çok 
üretip çok biriktiren, tarımını ileri teknoloji ile birleştirmiş, eşit gelir 
dağılımını gerçekleştirmiş, seçimle gelenin seçimle gönderildiği, yeniden yurtta 
sulh cihanda sulh diyen” yurttaşlar ülkesi Türkiye!

Bugün 19 Mayıs!
Umuttan esiyor.
Yine aynı rüzgar!

KALEMİN GÖR DEDİĞİ

Bu kez de “Venezuela Sarraf'ımız” doğabilir!

CHP Milletvekili Utku Çakırözer, “Venezuela ile Türkiye arasında imzalanan 1282 
sayfalık anlaşmadan” söz etti. Venezuela Cumhurbaşkanı Türkiye'ye geldi, Türk 
Cumhurbaşkanı oraya gitti, fakat 1282 sayfalık (ortalama 5 kitap hacminde) 
anlaşma “video-konferans” yoluyla imzalandı. Evet, evet yanlış okumadınız “video 
konferans” yoluyla imzalanan bu kadar yüksek sayfalı anlaşma dünyada ilk oluyor. 
Meclis Dışişleri Komisyonu'nda yapılan görüşme oturumunda Utku Çakırözer, “İran ile yaptığımız anlaşmayla doğan karışlıklı ticaretten bir Sarraf çıktı ve Devlet 
Bankası Genel Müdür Yardımcımızı ABD'de hapse götüren olaylar yaşadık. 
Şimdi Venezuela ile yapılan bu “video-konferans anlaşmadan” yeni Sarrafların çıkmaması için dikkatli olunması gerektiğini” hatırlattı. Venezuela-Türkiye ticaretinde büyük bir sıçrama yaşanıyor. 2017 yılında sadece 154 milyon dolar olan toplam ticaret 2018 yılında 1 milyar 120 milyon dolara çıktı. Venezuela'dan 1 milyar dolar ithalat yapıyoruz. Altın ve değerli madenler alıyoruz. 
Sadece 120 milyon dolarlık ihracatımız var. 
Son bir yıl içinde özel Türk şirketleri ile özel Türk holdinglerinin özel uçakları, Venezuela'ya gidiş gelişlerini çok artırdılar. 

Rıza Sarraf döneminde de özel uçaklar “altın getirip götürmekte” kullanılmıştı.


31 Ekim 2017 Salı

Gizli mandacılık!

Gizli mandacılık!


NECATİ DOĞRU


​Sadece İstanbul'a ihanet edilmedi,  gizli mandacılığa da hizmet edildi.  Milyonlarca örnek var. Örneklerden biri; İstanbul Şehir Hatları vapurlarının acı durumudur.
Vapurlar yerli yapımdı.
Şehre yakışıyordu.
Eksiksiz çalışıyordu.
Fatih Sultan Mehmet döneminde kurulmuş Haliç Tersanesi ile 1938 yılında Fransız şirketten alınarak kamulaştırılan İstinye Tersanesi, Şehir Hatları vapurlarının üretim, bakım, onarımlarını yapıyordu.  Yeni değil 40 yıl önce; köprü yanına köprü yaparak İstanbul'u ranta kurban etmek yerine insanları deniz üzerinden daha çok taşıyarak trafiği rahatlamak böylece İstanbul şehrini, park, bahçe, yeşil alan düşmanı beton yığınına çevirmeden onun tarihine saygılı olmak fikri de benimsenmişti.

2004'e gelindi.

Vapurlar Belediye'ye devredildi.

Üç yıl geçmeden  Belediye vapurları satmaya ve dağıtmaya başladı. Çoğu “C Tipi”denilen 750 yolcu taşıyan gemilerdi. 1850 yılından beri yerli tersanelerde üretilip, onarımı, tamiri yapılıp Marmara'da, Boğaz'da, iki yaka arasında çalışıyorlardı. Vapurlar satılınca filoda açık doğdu.
2007 yılına gelinmişti.
Yeni vapurlar yapılmalıydı.

* * *
Propaganda, tantana!

Sözüm ona İstanbul halkına soruldu. Yeni vapuru nasıl istersin? Rengi, biçimi, çizgisi ne olsun? Yarışma düzenlendi. Tarihi çizgisi olan modeller kazandı.  Fakat İstinye Tersanesi, çevreyi kirletiyor diye yıllar önceden kapatılmış, Haliç Tersanesi de üzerinde yat limanı, 5 yıldızlı otel, 1000 kişilik cami, lüks lokantalar, alışveriş çarşıları, sinemalar yapsın diye özel sektöre satılığa çıkarılmıştı. Yapmayın, etmeyin, İstanbul'a kıymayın, “şehir rantı için Fatih Sultan Mehmet'ten kalma Haliç Tersanesi'ne hançer vurmayın” diyen sivil inisiyatifler doğdu. Gemi mühendisleri, üniversite hocaları, şehir plancıları, tarihçiler toplantılar yaptı. Onları dinlemediler.

Haliç Tersanesi, ranta gitti.

Vapurlar dışarıya sipariş edildi.

2007 yılının gazetelerinde tek bir vapur 7-8 milyon dolara mal edildiği, çok pahalı oldukları, kulaklara zarar muazzam gürültülü çalıştıkları, eski şehir hatları vapurlarının kalitesine yaklaşamadıkları, İstanbul'un geleneksel vapur karakterine uymadıkları için de halk tarafından sevilmediği yazıldı.
Sonunda!
İstanbul, denizinde ucube teknelerin yüzdüğü şehir oldu! Kıyılarına, Boğaz'ın iki yakasına deniz manzarası hırsızı camdan ve çok çirkin gökdelenler dikilen, pahalı köprüler yapılan, işe gitmek ve dönmek için günde 3 saat yitirilen ucube şehir haline geldi. Temiz havasını, suyunu, doğasını, dokusunu, çiçeğini, börtü böceğini yitirdi.
* * *
100 yıl önce; biz yapamayız, başaramayız, bizi İngilizler yönetsin, Amerikalılar idare etsin demek açık mandacılıktı. Mandacılığa karşı Kurtuluş Savaşı verildikten 94 yıl sonra İstanbul'u ucube şehir haline getirmek ise gizli mandacılık.

GÜNÜN SORUSU

İYİ OLAN KAZANIR!

Demokrasilerde muhalefet sağlıktır. Muhalefet partileri çoğalırsa vatandaş “iyiyi seçmekte” zorlanmaz. İyi Parti, kuruldu. Adı iyi fakat eylemi de iyi olacak mı? Zamanla göreceğiz.  İktidar sözcüleri aylarca otel sahiplerini korkutup, İyi Parti'nin kurucularına toplantı yapmayı bile zorlaştırdılar. Şimdi de daha ilk günden; “dışarıdan kurmalıdır, milli değildir, Amerikan projesidir” diye küçümseyip, çamur sıvıyorlar. Günün sorusu şu oluyor:  Yeni kurulan bir partinin “İyi olup olmayacağına” iktidar mı yoksa halkın iradesi mi karar verir?

***