SÖYLEM etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
SÖYLEM etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

22 Kasım 2014 Cumartesi

ÜMMETÇİ-KÜRTÇÜ SÖYLEM BİRLİĞİ !


ÜMMETÇİ-KÜRTÇÜ SÖYLEM BİRLİĞİ !

cazim_gurbuz_slayt
Mehmet Ali Aynî,1908’de yeniden açılan Osmanlı Meclis-i Mebusanı’nın halini anlatırken, şunları yazıyor:
“Bu meclis sanki Babil kulesiydi. Çünkü oraya toplanan milletvekillerinin çoğu birbirini anlamıyordu. Vakıa bu mebuslar Osmanlı Meclis-i Mebusanı’na gelmişlerdi; ama hakikatte bir Osmanlı Milleti yoktu.
Bu meclise Manastır’dan Pançedoref’i, Saroz’dan Hristo Dalçef’i mebus seçerek göndermişlerdi. Fakat bu adamların Hakkâri’den gelen mebus Taha, Medine’den gelen Esseyid Abdülkadir Haşim, Lazkiye’den mebus çıkarılan Dürzî beylerinden Mir Mehmet Arslan ile hiçbir münasebeti olmayacaktı. Çünkü bunların dilleri başka, dinleri başka, emelleri başkaydı. İşte hakikat böyle olduğu halde İttihat ve Terakki Cemiyeti’ndeki idealistler, bütün unsurları –eski Tanzimatçılar gibi- yine Osmanlılık bağı ile bağlamak hülyasında idiler.
Fakat çok geçmeden bu bağın pek çürük olduğunu onlar da anlamışlardı. Serfice mebusu Boşo bir gün müzakere sırasında kendisinin Osmanlılığının Osmanlı Bankası’nın Osmanlılığı kadar olduğunu onların yüzüne bağırmıştı. İttihatçılardan bazıları da bu mecliste bulunan Müslümanları olsun İslamiyet bağı ile toplu bulundurabileceklerini düşünüyorlardı. Fakat bu bağ ile de ne Arapları ne Arnavutları bir noktada birleştirmenin mümkün olamayacağı anlaşılıyordu.
Esasen İstanbul’da daha Meclis-i Mebusan tesis edilmeden evvel Arnavut, Kürt, Arap cemiyetlerinin gösterdikleri faaliyetin şekli ve manası ileriyi görenleri pek ziyade düşündürmüştü. Bunun için çok geçmeden bu mecliste, Rumlar, Ermeniler, Bulgarlar, Sırplar, Ulahlar, Araplar, Arnavutlar ve Kürtler; Yunanilikten, Ermenilikten, Bulgarlıktan, Araplıktan, Arnavutluktan, Kürtlükten bahsetmeye başlamışlardı.
(…) Meclis-i Mebusan’da yalnız bir milletin sesi yükselmiyordu. Orada bulunan Türk mebusları ‘Biz Türk’üz’ demeye cesaret edemiyorlardı. Bundan başka, bu Türk mebuslarının birçoğu medreseden yetişmiş hoca idiler. Onlar aldıkları dini terbiye iktizasından olarak kavmiyetten bahsetmeyi günah sayıyorlardı. Onlar Arap olsun, Arnavut olsun, Kürt olsun; hepsinin Muhammed’in ümmeti olduğuna inanmışlardı. Onların bu itikadı o kadar samimi idi ki, günün birinde kürsüye çıkan Evkaf Nazırı Şemseddin Bey nutkunu Arapça söylemeye başlamıştı.”
Bugünkü halimiz, bugünün meclisi de böyle değil mi? İzmir Milletvekili Birgül Ayman Güler Hanımefendi’nin “Türk Ulusu” ve “Kürt Milliyeti”ne dair dediklerine gösterilen tepki bunun en açık kanıtı değil mi?
Gerici-Bölücü İttifakı”nın “dinci-ümmetçi-gerici” kanadı, artık kendini gizleme ve takiye yapma gereğini duymadan; Türklüğe, Atatürk’e ve Laik Cumhuriyete cepheden saldırmakta, PKK ağzıyla konuşabilmektedir.
İhsan Eliaçık diye bir adam türedi son birkaç yıldır, kitaplar yazdı pek çok, çok sattı bu kitapları, “Bana Dinden Bahset” adıyla TV programları yaptı, birçok televizyon programının da konuğu oldu.
Başını MÜSİAD’ın, Türkiye ve Zaman gazetelerinin çektiği “Liberal İslam”ın ipliği pazara çıktı ya, şimdi birileri “Sosyalist İslam” verelim derdindeler. Eren Erdem ve İhsan Elaçık gibiler işte bu amaçla sahnedeler.
Daha önce birkaç kez çeşitli yayın organlarında yazdım, “Her şeyi İslam’a uydurmaya kalkışırsanız, İslam’ı her şeye uydurmuş olursunuz ve ortada İslam diye bir şey kalmaz” Bunların yaptığı tam da bu…
Karadeniz TV’yi izliyordum geçenlerde. Gençlerin yaptığı bir program… Konuk, Sosyalist İslamcı İhsan Eliaçık… O genç soruyor: “Sayın Eliaçık, ‘Türkiye bölünsün, bölünmeli’ demek neden suç sayılıyor, kınanıyor, dense ne olur ki?” Gülümsüyor Eliaçık, “Çok cesursunuz” diyor önce ve kendisi de cesaretle devam ediyor (mealen aktarıyorum): “Milliyetçiler, ülke sınırlarını kutsarlar, toprağını kutsarlar, bayrağını kutsarlar, bunların bırakın tartışma konusu yapılmasını, bunlar hakkında olumsuz tek bir söze bile tahammül edemezler. Oysa bunların hiçbiri kutsal değildir. Müslümanların yaşadığı yerler İslam mülküdür, buralarda sınır olmaz, bütün sınırları kaldırmak gerek, her halk bu mülkte özgür ve özerk olmalıdır.
Yani ülkemiz sınırlarının cömertçe açılmasını talep eden (o sınırların kanla çizildiğini bilmiyor belli ki) bu çok “Eliaçık” efendi demek istiyor ki: “Sınırlarımızı öteki İslam ülkelerine açarsak, Kürtçülük ve ayrı bir Kürt devleti kurma sevdaları da o saat biter.
İhsan Efendi’yi bırakalım şimdi, İslamcıların ünlü şair ve fikir adamı Sezai Karakoç’un yazdıklarına bakalım. “Bünyan-ı Mersus” (Sağlam Kapı) başlıklı yazısında bu Karakoç, milletin yerine ümmeti ikame ediyor, fakat “ümmet” sözcüğünü hiç kullanmadan yapıyor bunu.
Yazıda “Türk” ve “milliyetçilik” kavramları da hiç kullanılmıyor, “İslam Milleti” diye, Karakoç patentli, bilimsel dayanaktan yoksun, akla ve tarihsel gerçeklere aykırı bir kavram icat ediliyor: İslamcıların bu ağır topu, milletin ve milliyetin sosyolojik, etnolojik, antropolojik, tarihsel hatta dinsel bir olgu ve gerçeklik olduğuna bakmaksızın, “Çok ırklı, çok dilli, çok renkli bir İslam milleti” yaratmak istemektedir.
Bu millet, Hazreti Muhammed’le başlıyor, ondan önce bir Türk milleti yok. Ondan sonrası ise hep var ve tozpembe. Atalarımız, dört halifedir, Emeviler ve Abbasilerdir. Türkiye Cumhuriyeti ise bir hatadan ibarettir, hatadan döndük müydü, o iş tamamdır.
Yazısında “Türk” sözcüğünü kullanmayan, bütün ırkları İslam milletinin içine sokan Karakoç, sıra Türk dışındaki unsurlara geldi mi, işi federasyona kadar götürüyor:
Kürt meselesini kendi başına halledemeyiz, mesele ortadan kalkmaz, haklar versek yine olmaz, meselenin başında parçalanmışlık var. Nedir o, bir federasyon kurulmalı, nasıl bir federasyon? Kürtle, Arapla ve İranlılarla… Osmanlı’dan sonra bu sağlam yapıya kavuşmalı. Bir federasyon kurulmalı, Osmanlı’dan sonra, Araplar, Kürtler, İranlılar, bu federasyonda yer almalı, İran da olmalı bunun içinde. Abbasiler zamanında bir arada idiler, Abbasiler zayıf kaldı, Selçuklular aynı metodu uyguladı.
Şimdi bazıları soruyor “Başbakan milliyetçilikle ve milliyetçilerle neden bu kadar uğraşıyor. APO ile nasıl kolayca masaya oturdu, BDP ile bunlar nasıl anayasa yapacaklar?” diye. Neden olduğu, akıl hocalarından belli değil mi? Alın işte size milliyetsiz İslamcı allamelerden örnekler.
İşte bunlar torba, Başbakan ağız…
Başka ağızlar da var, bunlar da Kürtçü bölücülüğü din ambalajı ile sunmakta pek mahirler. Erbakan’ın dizinin dibinde yetişme iki kişiden söz edeceğim şimdi de. Bunların her ikisi de parti lideriydiler bir zamanlar. Şimdilerde birisi Tayyip’e biat etti, ötekisi de seçime bile giremeyen partisini kapatıp AKP muhalifliğine oynamaya başladı. buyurunuz, işte bunların dedikleri: Abdullatif Şener’e kulak verelim önce: “Bakan olduğum dönemde Diyarbakır’a yaptığım ziyarette, programımda olmamasına rağmen Büyükşehir Belediye Başkanını ziyaret ettim. Kürtçe sizi seviyorum dedim. Kürtçe konuşan ilk bakan ben olmuşumdur. Bu, toplum tarafından olumlu karşılandı.”
Ya öteki? Halkımızın deyimiyle, “Has Başkan”lıktan “Has-tir” Başkanlığa dönen Numan Kurtulmuş’un dedikleri de üç aşağı beş yukarı aynı: “PKK’nın silah bırakması koşuluyla bölgedeki operasyonlar da durmalı. Başta Diyarbakır olmak üzere bölgede görev yapan polis ve asker dışında kalan korucular ile diğer devlete bağlı çalışan unsurlar tasfiye edilmeli. ’Bağışlama süreci’adı altında PKK’nın lider kadro dışındaki maşa olarak kullanılan silahlı üyelerinin topluma kazandırılması sağlanmalı. Bölgede etnik milliyetçilik yapan Kürt grupların yanı sıra İslamcı, muhafazakâr Kürtler de muhatap alınmalı.
Vah ülkem vah!
BDP’yi aratmayan bir yaklaşım ve söylemdeki bu ümmetçi taifeye göre, Türkiye Cumhuriyeti ırk (yani Türklük) ve de dinsizlik esaslarına göre (laikliği kastediyorlar) yapılandırılmıştır. Devlete başkaldırıların da sebebi işte budur. Türklük ve laiklik yerine ümmetçi bir esasa göre devlet yeniden yapılandırılırsa, sorun kalmaz.
Ne ki, bunca mesafe almalarına karşın, hâlâ ham hayaldir bu kafalarının içindekiler. Çünkü milyonlarca Türk’ün rehberi hâlâ Atatürk’tür. O da vermiştir gerekli güvenceyi: “Bu memleket tarihte Türk’tü, halde Türk’tür ve ebediyen Türk kalacaktır”.
Yeter ki biz onun yolundan ayrılmayalım, örgütlü, bilinçli, yöntemli, sabırlı ve özverili bir mücadeleye adayalım kendimizi.
Cazim Gürbüz

http://hepar.org.tr/ummetci-kurtcu-soylem-birligi.aspx