Selcan Taşçı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Selcan Taşçı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

4 Nisan 2020 Cumartesi

Cezaevinden Çıkan bir “Paşa” ilk nereye gider

Cezaevinden Çıkan bir “Paşa” ilk nereye gider


Selcan Taşçı



 Hiç uzun uzun yazmaya, çizmeye, dil dökmeye lüzum yok. Bazen bir tek fotoğraf karesi özetlemeye yeter anlatmak istediğiniz her bir şeyi.
Çoğunuzun “Yörük Ali Paşa” namıyla tanıdığı Balyoz Davası sanığı emekli Tuğgeneral Ali Aydın, Yargıtay’ın hakkındaki beraat kararıyla tahliye olduktan, 32 ay tutuklu kaldığı Silivri Cezaevi’nden çıktıktan sonra nereye gitmiş olabilir sizce?

a-Elbette evine.
b-Adanalı bir Yörük çocuğu olarak ete zaafı malum; kesin kebap yemeye.
c-Türkiye’nin dört bir yanından kendisini karşılamaya gelen eşi dostuyla sohbete.
d-Hiçbiri.

Cevap veriyorum:

Hiçbiri!

Yörük Ali Paşa, Silivri’den çıktı ailesiyle birlikte dosdoğru Eyüp’e gitti.

Peki, “trafik saati, geç oldu, dinlen yarın gidersin” lere kulak asmadan koştur koştur yapılan bu ziyaretin sebebi neydi?

a-Piyer Loti’de çay içmeyi özlemişti.
b-Canı Haliç’e karşı balık-ekmek çekti.
c-Kestane kebap, horoz şekeri, macun tezgahlarıyla bezeli dar sokaklarda dolaşıp nostalji turu yapmak istedi.
d-Hiçbiri.

Cevap veriyorum:

Hiçbiri!

Yörük Ali Paşa Eyüp’e, Eyüp Sultan’da namaz kılmak için gitti!

İşte size  “ Cuma Namazında Cami bombalayacak olan ‘ Dinsiz’, ‘ Kitapsız’, ‘ İmansız’, ‘ Allahsız ’”  askerlerden sadece biri!

İçiniz “cız” etti mi şimdi?

Bu da son sorum:

Atı alan “Peygamber Ocağı”nı talan ettikten sonra neye yarar peki?


***

2 Ağustos 2018 Perşembe

Z.A.(!)’lardan Arınmanın tek yolu “ Zihniyet Nakli ”



Z.A.(!)’lardan Arınmanın tek yolu 
“ Zihniyet Nakli ” 

Selcan Taşçı

TBMM’de uyurken fotoğraflanmasına kızıp Meclis bahçesinde karşılaştığı kadın gazetecilere  “Ben de sizin bacak aranızı çekip gazeteye bastırsam ’Bunların doğal hali bu’diye...”  vecizesinin sahibi AKP Tokat Milletvekili Z.A.(!)’nın savunması trajikomik.
Z.A.(!) diyor ki;
“Bugün kadın gazeteci için açıklama yapan arkadaşlar polislerin anasına küfreden arkadaşları için bir cümle etmediler!..” 
Pardon?!

Bunu sen mi söylüyorsun?

CHP Tunceli Milletvekili Kamer Genç’e  avaz avaz “O.....  ç....! P.. k...! Satılık köpek! Şerefsiz! Senin a...  s....” diye küfreden sen!
Üslup, terbiye, ar sorunu bir yana Kamer Genç’inki  “ana” değil miydi acaba?
Başınıza Genç gibi bir “bela(!)”yı musallat ettiği için o  “ana” ya müstehak diye mi düşünüyorsunuz yoksa; böyle mi işliyor o arızalı mantığınız? 

***
Söz Kamer Genç’ten açılmışken; Genç, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın Çanakkale Zaferi ile ilgili çalışmasında Atatürk’e yer vermemesi üzerine, TBMM kürsüsünden  bir zihniyet ifşaası olarak  “Atatürk olmasa, bilmem hangi tarikat mensubunun kaçıncı hanımı durumuna düşerdiniz...” dediğinde  “Sizinle bu çatı altında bulunmaktan büyük utanç duyuyorum” diye esip gürleyen Fatma Şahin nerede?
Z.A.(!) ile aynı çatı altında bulunmaktan utanç duymuyor mu; hatta aynı partide olmaktan?
Hangi partiye mensup olduğunun hiç önemi yok her şeyden önce bir kadın olarak, sonra da  “Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı” olmanın yüklediği sorumlulukla Şahin’e düşen, CHP Ankara Milletvekili Aylin Nazlıaka’nın Z.A.(!)’yı kınadığı sırada Genel Kurul salonunu terk etmek midir?
Güya tepki gösterdi sonradan.

Nasıl?

Üç Satırlık yazılı açıklamayla. 

Ve fakat Genç için kullandığı  “hadsiz”, “terbiyesiz”, “ağzından çıkanı kulağın duysun” ifadelerinin hiçbiri yer almadı Z.A.(!)’yı sözüm ona kınayan açıklamada!
Yine Kamer Genç olayında  “Milletvekiliniz kadın bakana hakaret ediyor, susuyorsunuz, yazıklar olsun”  diye yeri göğü inleten Ayşenur Bahçekapılı nerede;

Kime  “yazıklar olsun”  şimdi? 

***
TBMM’deki kadınlarda; bakanıyla, milletvekiliyle, personeliyle, gazetecisiyle az biraz kadınlık onuru, gururu diye bir şey varsa, Z.A.(!)’nın, değil milletvekillerine yumruk sallamak, değil akılalmaz biçimde üste çıkmaya çalışmak, bir daha o çatının altına girememesi gerekmez mi?
Aralarından PKK’lılara canlı kalkan olan çıktı, Gezi Parkı’nda, Kuğulu’da  “direnen” çıktı, TOMA’nın önüne siper olan çıktı; Rabbimin  “aktivist” olsunlar diye yarattığı kadın milletvekilleri Z.A.(!) girmesin diye TBMM kapısına canlı bariyer olmayı da düşünmez mi mesela!
Ya da kadın gazeteciler bir daha adını anmasa, haberini yapmasa,  “yok hükmünde” saysa...

***

Niye Z.A.(!)’ya değil de bu rezaletin mağdurlarına yükleniyorum değil mi!
Çünkü Z.A.(!) ve onu siyasette o noktaya getiren “kafa” bu; tıp dünyası çaresiz  “zihniyet nakli”ni yapamıyorlar henüz.
“Bunlar”  -silahların eşitliği diye bir ilke var madem; bizim silahımız söz olduğuna göre aynıyla mücadele gerekir diye böyle diyorum- için kadın tam da Z.A.(!)’nın işaret ettiği yerden ibaret...
Beş yaşındaki çocuğun kolundan tahrik olur “bunlar” ; nereleriyle düşünüyorlarsa beş yaşındaki çocuğu dahi  “cinsiyetiyle” algılayabilirler.
“Bunlar”  için “tesettürsüz kadın, anonim kullanılan kadın”dır,  “örtüsüz kadın, perdesiz ev” ... Kadın ve erkeğin misyonunu hangi sembollerde izah ettiklerini hatırlayın: Tavuk ve horoz! Her türlü  “tepenize çıkma”  hakları bakidir yani! 
Ülkeyi darül harp görmeleri gibi sanki kadına bakışları da... Hangi hakarette bulunurlarsa bulunsunlar kendilerine “hak” sayıyorlar...

TGC’den 

Türkiye Gazeteciler Cemiyeti, geleneksel 24 Temmuz kutlamaları(!) programını açıkladı. Buna göre 24 Temmuz Çarşamba günü The Marmara’da yapılacak “kutlamalar”  kapsamında saat 19.00’da Basın Özgürlüğü Ödülleri’nin verileceği tören, saat 20.30’da da  “kokteyl”  var.
“Sansürden inim inim inlerken sansürün kaldırılış yıldömünü kutlayabilmek”  kafasına erişebilmek için “ihtiyaç”  zahir; gazeteci arkadaşlar yine  “sınırsız”  içecek  “kokteyl” de. Buna bir itirazım yok; isteyen istediği içsin, içebilsin tabii. İtirazım TGC’nin -geçen yıl da yaptılar aynısını- bu kokteyli ısrarla  “iftar saati”nde vermesine!
TGC Başkanı Turgay Olcayto farkında olmayabilir ama aylardan Ramazan! 24 Temmuz 2013 günü İstanbul için iftar vakti 20:38; pişti!
Yine Turgay Olcayto farkında olmayabilir ama ateist, gayrımüslim yahut oruç tutmayan/tutamayan gazetecilerden ibaret değil TGC; oruç tutmayan kadar tutan üyesi de var. Ne yapacak bu insanlar? Tamam gelsinler, kokteylinize katılsınlar da nasıl? 17 saat aç durduktan sonra kokteyl havuçlarıyla mı açacaklar oruçlarını? 
- Neredeydin akşam?
- İftar kokteylinde!

Tamam sen oruç tutmayabilirsin, inanmayabilirsin, Ramazan’da içebilirsin de kimsenin bir şey dediği yok ama oruç tutan üyelerini yok sayma hakkına sahip değilsin!
Ramazan ayında 5 yıldızlı otelde iftar saatinde kokteyl vermek yerine daha mütevazi bir yerde  “iftar yemeği” nde buluştur gazetecileri kıyamet mi kopar? Ne olur yani “laikliği” ne halel mi gelir?  “Yobaz”,  “irticacı”  diye mi etiketlenirsin? 
Bu nasıl bir kompleks; değilse toplumun değerlerinden nasıl bihaberliktir? 
Ayıp. Valla ayıp.


***

26 Kasım 2017 Pazar

‘Muktedir’in ‘İktidar’ı


‘Muktedir’in ‘İktidar’ı

Selcan Taşçı

Geçtiğimiz hafta söz verdiğim gibi haftanın bir gününü “sizden  gelenler”e ayırma geleneğimizi yeniden yaşatmaya başlıyoruz.

İlk yazı Gizem Topuz’dan:

“... Canım “Türkiye’m”de iktidar, şu meşhur “evde zor tutulan %50”  tarafından, namuktedirlere verildi. Hem de üç vakittir. Peki  “çıraklık, kalfalık, ustalık” döneminde muktedirlerden(!) neler gördük?
Allah ile aldatmayı, bir paket makarnaya satılan reyi, kılavuzu BOP olup burnu Arap Baharı’ndan sonra sözde demokrasi özde fitne çamurundan çıkmayanları, Habur’dan güle oynaya  “Türkiye’m”e girmeye cesaret eden eli kanlı alnı AKları ve onları alkışlarla-güllerle karşılayanları, parsel parsel satılan, peşkeş çekilen vatan topraklarını, sıfır sorun sıfır komşu politikasını, vatanın nimetlerini sefa içinde tüketip semiren terörist İmralı canisini, “terörist” yaftasıyla tutsak edilen onurlu komutanları, göbek atılarak kaldırılan ve yağmurda çamurda okumaktan hiç gocunmadığım Andımız’ı, tomaları, biber gazlarını, “iki ayyaşı’’, hukuksuzluğu, aralarına kemik atılana kadar süren “dostlukları’’, lanetleşmeleri, “yolluları”, “yolsuzları’’, ayakkabı kutularını...
Hasılı her iktidar olanın muktedir olamayacağını..
(...)
Bu noktada şu sıralar çokça okuyup dinlediğim Pir Sultan Abdal’dan bir dörtlük yazmadan edemezdim:
Sen söylersin söz içinde sözün var,
Çalarsın, çırparsın... Oğlun kızın var.
Şu dünyada üç beş arşın bezin var,
Tüm bedesten senin olsa ne fayda...”
Şirkin dik âlâsı 

Eğitimci-yazar Sakin Öner, İşi Erdoğan’a tapınmaya vardıran AKP’lilerin Allah’a şirk koşan tavrına tepkili:

” Adalet Bakanı Bekir Bozdağ: ALLAH ŞİRK, DEVLET ŞERİK KABUL ETMEZ.
Bilgeler: Allah şirk(ortak) kabul etmez ama, devletin toplumsal etki grupları kadar şeriki(ortağı) vardır. Yani devlet “şirket” gibi bir ortaklıktır.
Atatürk: Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır. Fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır.
Bazı kişilerce tanrılaştırıldığını söyleyen art niyetlilere cevabı bizzat Atatürk veriyor: Ben bir faniyim, nefsim bir gün mutlaka ölümü tadacak ve vücudum toprak olacaktır.

AKP Düzce Milletvekili Fevai Arslan (Başbakan için): Allahın bütün sıfatlarını üzerinde toplayan bir lider...

Şimdi soruyorum, bu sayın milletvekilinin döktürdüğü incilerin içeriği Allah’a şirkin dik âlası değil mi? "

BOP Ötesi...

Bir mektup da 23. dönem MHP Mersin Milletvekili Behiç Çelik’ten...
Fas’tan Pakistan’a uzanan coğrafyada İslam ülkelerinin sınırlarının değiştirilmesi, batıya bağımlılığının arttırılması ve İsrail’in güvenliğinin sağlanması prensiplerine dayanan BOP’un ömrüne paralel, Müslüman ülkelerdeki ”işbirlikçi liderler“in de ömrünün tükendiğine dikkat çeken Çelik ”BOP ötesi senaryolar“a işaret ediyor:
”BOP ötesi yeni senaryolar“ başlıca ilgi alanımızı oluşturmalıdır. Türkiye’de şiddetlenen iktidar ve güç kavgasının en belirgin amillerinden biri budur.
Medeniyetler arası ittifak safsatası, İspanya eski Başbakanı ile Türkiye Başbakanı Tayyip Erdoğan arasında sürdürülmesi istenen bir etkinlik ve politika idi; sekteye uğradı. Ancak yeni yapı ve yeni aktör arayışları sürüyor. Nitekim Türkiye’de Hıristiyan kadim vakıflarla, eski kiliselerin diriltilmesi, ayinlerin Anadolu’ya yayılması, onbinlerce ev kilisesinin teşkiline imkân ve fırsat verilmesi hep bu ittifak modelinin gayretlerinin eseridir. (...) Burada diyalogdan amaç olsa olsa Hıristiyanlığın kültür öğelerinin İslam toplumlarına yedirilmesinin önünü açmak olarak düşünülebilir. Diyalog düşüncesi, İslam toplumlarında yozlaşmaya, iman ve itikat erimesine ve dolayısıyla teslim olmaya hazır mankurtlar haline dönüşmeye sebebiyet verecektir. Türkiye’de son bir ay içinde meydana gelen olaylara bakınca başkalarına hizmet etmenin dayanılmaz hafifliği içinde çırpınan çevrelerin, yeni siyasal format aşamasında kendilerine yer kapma mücadelesi içinde, karşılıklı yok oluşa doğru yaklaştıkları görülmektedir. Dileğimiz ülkemizin bu badireden en az zararla çıkmasıdır. 

İşime gelince referandum, gelmeyince tekme-tokat rejimi
“Haberiniz” adlı internet sitesinde de yazan Alperen Budak, Erdoğan’ın 12 Eylül referandumu öncesi ve sonrasında söyledikleriyle şimdiki tavrını kıyasladıktan sonra bakın neyi soruyor:

“3 yıl önce halka sorarak değiştirdiğiniz kanunu, bugün neden halka sorma gereği duymadan alelacele değiştiriyorsunuz?
Ve 3 yıldır her tartışmalı karardan sonra “yargının verdiği karar hakkında konuşmak doğru olmaz” derken,  bakanların suçlandığı, bakan çocuklarının tutuklandığı süreçte yargıya demediğini bırakmayan sizlerin adalete dair sözlerine nasıl güvenebiliriz?
(...)
İşinize gelince “referandum”, gelmeyince “tekme/tokat” diyorsanız, milletin vuracağı tekmenin acısını ömür boyu  hissedersiniz.”

Açılış

Sabah işe giderken, Başbakan’ın 14 Ocak’ta açılışını yaptığı “Tesis”lerden Kızılay’daki “ Dış Cephe” ye yeniden iskele kurulmaya başlandığını gördüm.  
30 Mart’a kadar o binayı bir daha açar mı? Ne dersiniz?

İbrahim Dumanay / Ankara 

PKK’lıları yeniden yargıla-ma!

Hukuk fakültesi öğrencisi Abdullah Alboğa’dan, Türkiye Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu’nun  “formülü”ne itiraz var:
“Birileri bir plân semineri yazıyor...  Mucit mi dersiniz, evliya mı; Microsoft’un 2007’de piyasaya sürdüğü yazı fontunu 2003’te kullanmaya başlıyorlar... Bu gün bile hali hazırda bulunmayan sokak adlarını zikrediyorlar... Paralel hakimlerce, meşruiyeti olmayan özel yetkili mahkemelerde, gerek usul, gerekse de esas bakımından hukuk dışı yargılamaya tabi tutuluyorlar... Aralarında 2 kez ağırlaştırılmış müebbet cezaya çarptırılanlar var. 
Sonra, “baş danışman” çıkıyor, bunların tamamının komplo olduğunu söylüyor. Dün onların suçsuzluğunu haykıran, Türkiye Barolar Birliği Başkanı da  “Gelin yeniden yargılayalım”  diyor. 
Bunu ben söylesem, bir yer de makul karşılanabilir. Netice de ben görme engelliyim. Ama yargının kurucu unsuru olma önemine haiz olan kişi, bu formülden PKK’lıların da yararlanacağını görmüyor mu!”

***

12 Kasım 2017 Pazar

Şarkıya Fazla kaptırmış kendisini


Şarkıya Fazla kaptırmış kendisini


Selcan Taşçı


“Kapatma Davası”ndan başlayıp  “AKP’yi hedef alan tehditler” diye nitelendirdiği bir dizi olayı sıraladıktan sonra “ama” diyor;
“Eski Türkiye ile mücadele etmek suretiyle, Yeni Türkiye’yi inşa etTİK...  O gün nasıl ki askeri vesayete karşı mücadele ettiySEK bugün de cemaat vesayetine karşı mücadele ediyoRUZ...  BİZİM karşı olduğuMUZ Ahmet’in ya da Mehmet’in vesayeti değil, doğrudan vesayetçi yapıya karşıYIZ... Gülen hareketi kendi hesaplaşmasını yapıp (...) hukuksuz uygulamalara imza atmış olabilirler. Bu (...) BİZİM askeri vesayet ve Ergenekon’la mücadeleMİZİN yanlış olduğu anlamına gelmez. Peki bu BİZE bir mükellefiyet yükler mi? Yükler. (...) cemaat ele geçirmek istediği yerlere, Ergenekon bayrağını sallamak suretiyle sızdıysa bunu tasfiye etmek göreviMİZ olmalı. O nedenle diyorum ki, geçmişte askeri vesayete karşı mücadele verDİK şimdi de cemaat vesayetine karşı mücadele edeceĞİZ.” 
Bu satırları yazan kişi Yalçın Akdoğan olsa anlarım; nihayetinde AKP milletvekili, Başbakan’ın Başdanışmanı.
Yiğit Bulut olsa -eski yazılarını hatırlayıp çok gülerim ama- anlarım; nihayetinde Başbakan’ın danışmanı.
Ne bileyim Yıldıray Oğur olsa, Hilal Kaplan olsa, Ahmet Taşgetiren olsa -kendilerine “ödenek” tahsis edilmişti- “akil”lik  kontenjanından “kadrolu” sayılabilirler; anlarım.
Ve fakat  “birinci çoğul şahıs”  ekiyle AKP’nin bütün eylemlerini sahiplenen, kendisini de bu siyasal yapıya dahil eden kişi iktidara yakın da olsa halihazırda bir gazetenin Ankara temsilcisi. Bir gazetecinin bir siyasi yapıdan taraf olmasını dahi aylarca-yıllarca tartışmış medyamızın, meslek örgütlerinin, şimdilerde gazetecilerin “parti sözcüsü” gibi, “biz” diye manifestolar döşenmesini garipsememesi de epey garip değil mi! Ya televizyon kanallarının “Biz” diyerek AKP’ye yakın değil; resmen dahil olduğunu beyan etmiş birine hâlâ “gazeteci” sıfatıyla “propaganda” yaptırmaya devam etmesi?!
Muhalefetteki siyasi partilerden herhangi biri, gazeteciliğini AKP’nin siyasi mücadelesine adadığını ilan eden bu zatı herhangi bir etkinliğine davet edebilir mi bundan böyle? Gazetecilik yapmaya mı geliyor, ajanlık için mi; emin olabilir mi?

***

Yazıyı yazarken fonda  “Beraber yürüdük biz bu yollarda...”  çalıyordu belli ki; şarkıya fazla kaptırmış kendini!
Abdülkadir Selvi’ye AKP yöneticisi, sözcüsü, milletvekili, danışmanı, personeli vs. olmadığını sadece  “gazeteci”  olduğunu hatırlatmalı bence biri. Hayır, her şey bir yana bu “yanılsama” sağlığı için de tehlikeli...
Aydını böyleyken, kızılır mı cahile
Medyanın halleriyle başladık  madem, devamını da öyle getirelim bugün.
Akif Beki ile Aslı Aydıntaşbaş’ın kısır/sonuçlanmamaya mahkum tartışmalarından birine denk geldim dün sabah. 
Hafta içi hemen her sabah göründükleri ekran, Türkiye’nin sayılı haber kanallarından biri; CNNTürk. İkisi de gazeteci, yani “haberdar etmek”  öncelikli vazifeleri.
Aydıntaşbaş, güya Başbakan’ın yılbaşı gecesi yayınlanan “Millete Hizmet Yolunda” konuşmasını yorumlayacak.
Birinin, hele ki gazeteciyse, hele ki milyonların karşısına çıkıp da fikir beyan edecekse, konuştuğu konuda asgari ölçüde -ki asgari bilgi de yetmez yoruma, derinlemesine incelemeli ki çözebilmiş olsun aslında ne anlama geldiği-nasıl anlaşılması gerektiğini- bilgi sahibi olması beklenir değil mi?
Bu hanımefendide o yok işte!
Millete Hizmet Yolunda konuşması üzerine bayağı iddialı bir tonda ahkâm kesiyor ama ilk cümle şöyle
“Galiba daha önce başka bir adı vardı... Şimdi adı başka...” 
Haydaaaa; biliyorum bu esprinin de suyu çıktı ama bahçıvansın  biberin yok, gazetecisin haberin yok demekten başka ne söylenir şimdi buna!
“Ulusa Sesleniş”ten “Millete Hizmet Yolunda”ya geçiş sırasında onca tartışıldı, sayısız köşe yazarı yazdı, bir dolu gürültü patırtı çıktı, ülkenin en köklü gazetelerinden birinin de yazarı olan Aslı Hanım’ın konuya alakası  “galiba adı başkaydı” derecesinde! Neyse yayın sırasında biri mesajla bildiriyor da öğreniyor “ne hakkında konuştuğu”nu!
Yorumun devamı şöyle:
“Anladığım kadarıyla duaları referans gösteriyor...” 
Üzerine yorum yaptığı konuşmayı izlememiş bile yani; başka gazetecilerin yorumlarından anladığı kadarıyla yorumluyor!
Dünkü çocuk değil; Cumhuriyet, Yeni Yüzyıl, NTV, Sabah, Habertürk, Akşam, Milliyet, SkyTürk’te çalışmış, Ankara ve Washington temsilcilikleri yapmış “tecrübeli” varsaydığımız gazetecinin, ülkemizde gazeteciliğin hali bu işte!
Aydını bu seviyede olan memlekette nasıl kızalım cahile, cahilin tercihlerine!


***