Türkiye Basınında Başkanlık Sistemi Tartışmaları: BÖLÜM 3
Hasan Tahsin Fendoğlu da sistem değişikliğinden yana tavır alan bilim adamaları arasında yer almaktadır. Fendoğlu, mevcut durumu yarı
başkanlık sistemine yakın bir nokta olarak gördüğünü beyanla “…Ülkeye adaptasyonu sağlanabilmiş, belirtilen aksak yanları giderilmiş, Türkiye’ye uygun bir yarı---başkanlık veya başkanlık sistemi Türkiye’nin yararına olacaktır” (2013) şeklindeki düşüncesiyle sistem değişikliğinden yana olduğunu ifade etmektedir.
Başkanlık sistemine siyasilerin bakış açıları da bilim adamları arasındaki ideolojik
bölünmeyle paralellik taşıdığını rahatlıkla ifade edebiliriz. Siyasiler arasında sistem dolayımında yaşanan tartışmalar daha çok konjonktüreltir ve “kişilikler” üzerinden şekillenmektedir. Diğer yandan son yılların en hararetli gündem maddesi olan Başkanlık sistemi tartışmalarının mimarı Cumhurbaşkanı Erdoğan olarak görülse de aslında tartışma çok daha eskilere dayanmaktadır. Türkiye’de sistem değişikliğini ilk telaffuz eden kişi 8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal’dır. Burhan Kuzu, Özal’ın 1983’te Türkiye’ye Başkanlık sistemi getirmek istediğini fakat gerekli hazırlıkların olmamasından dolayı başaramadığını ve Özal’ın buna çok üzüldüğü ifade etmiştir.(zaman.com.tr) Özal, özellikle istikrar olgusuna
vurgu yaparak tek parti yönetimlerinin Atatürk’ten itibaren önemli icraatları hayata geçirdikleri ve bu dönemlerde adı konulmamış bir nevi Başkanlık sisteminin uygulandığını savunmuştur.(Duman, 2013). Özal’ın Başkanlık sistemi tezine en çok karşı çıkan fakat sonra şartların değişmesi ile kendisinin de bu görüşleri savunduğu bilinen siyasetçi, 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’dir. Özsoy bu paradoksu “ Turgut Özal’la birlikte Türkiye’ye giren Başkanlık sistemi tartışmalarının ilk zamanlar en kuvvetli muhalifi Süleyman
Demirel olmuştur. Fakat aradan geçen zaman içinde Türkiye’nin şartları mı değişti, yoksa Demirel mi değişti kesin olarak bilinmemekle birlikte, günümüzde bu konuyu en sık gündeme getiren isimlerin başında 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel gelmektedir” (2000: 137---138). Sözleriyle ironik bir
tarzda açıklamaktadır. Dönemin Milliyetçi Hareket Partisi ( MHP)’nin lideri Alparslan Türkeş de Başkanlık sistemini isteyen siyasiler arasındaki yerini almıştır. Türkeş’in “9 Işık” isimli kitabındaki “…Tarih ve töremize uygun olarak Başkanlık sistemini savunuyoruz. İcrayı Cumhurbaşkanlığı ve Başbakanlık olarak ikiye bölemeyiz. Her konuda bütünleşmeci olduğumuza göre icranın başında da bütünleşmeci olmalıyız…” ( 1997: 276) sözleri açık şekilde bir Başkanlık
sistemi savunusudur. Yine MHP’den ayrılarak yeni bir parti kuran Muhsin Yazıcıoğlu da “Artık Türk Milleti kendi kültür ve manevi değerlerine uzanmalı, tarihin zengin tecrübelerinden faydalanarak güçlü iktidar kurmalıdır. Bunun için tek Başkanlık sistemi kabul edilmelidir. Böylece halk tarafından doğrudan doğruya seçilecek bir lider çoğunluk partisine değil doğrudan millete karşı
sorumlu olacaktır…”(bbp.org.tr)şeklindeki açıklamasıyla tavrını belli etmiştir. Dönemin bir başka siyaset adamı olan Liberal Demokrat Parti (LDP) Genel Başkanı Besim Tibuk’un “ Geride bıraktığımız tüm seçimler, seçim sisteminin çöktüğünü tescil etmiştir. Siyasi istikrar bu seçim sistemiyle giderek daha da bozulacaktır. Türkiye’de siyasi istikrarın sağlanması iki turlu başkanlık ve
iki turlu dar bölge seçim sistemi ile mümkündür” ( 1997: 234) sözleri Başkanlık sistemi istediğinin çok net bir kanıtıdır. Kendisi siyasetçi olmasa da yaptığı icraatlarla döneme damgasını vuran ve sisteme getirdiği en sert eleştiriyle bilinen vali Recep Yazıcıoğlu’nun Başkanlık sistemi ile ilgili görüşleri de kayda değerdir. Parlamenter sistemin Türkiye’nin bünyesine geçen zaman içinde hiç uymadığını belirten Yazıcıoğlu, tarihten gelen sisteme uygun olarak Başkanlık
sistemine geçmenin belki daha uygun olacağını ifade etmiştir ( 1998: 16).
Başkanlık sistemi ile ilgili geriye dönük tartışmaları özetledikten sonra konunun aktüel boyutundaki asıl figürün Cumhurbaşkanı Erdoğan olduğunu görmekteyiz. Zira Erdoğan’ın sistem değişikliğine dair yaklaşımları yeni olmayıp Belediye başkanı olduğu döneme ve Ak Parti’nin ilk kurulduğu yıllara kadar dayanmaktadır. Erdoğan’ın konuya dair ilk açıklamaları 2003’teki bir televizyon konuşmasında olmuştur. Erdoğan bu ilk değerlendirmelerinde siyasetteki arzusunun Amerika’daki uygulama olan Başkanlık sistemi olduğunu ifade etmiştir (Duman, 2013). Erdoğan’ın Başkanlık sistemi ilgili görüşleri 2003’ten
2006’a kadar düşük yoğunluklu bir tartışma olarak devam etmiş fakat 2007 yılındaki cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ise tekrar alevlenerek kamuoyu gündemine oturmuştur.
Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanlığının engellenmesi neticesinde 2007’de yapılan Anayasa değişikliği ile cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi referandumla kabul edilmiş olmasına rağmen ilk uygulama 2014 yılı ağustos ayında gerçekleşmiştir. Türkiye tarihinde ilk kez halk tarafından belirlenen ve Recep Tayyip Erdoğan’ın 12. Cumhurbaşkanı olarak seçilmesiyle birlikte sistem tartışmaları düşük yoğunluktan sıyrılarak ülkenin ana gündem maddesine dönüşmüştür. 10 Ağustos 2014’de yapılan cumhurbaşkanlığı seçimi bir yönüyle
Başkanlık sisteminin küçük bir provası niteliğini taşımaktadır. Zira Türkiye’de herkesin malumu üzere Erdoğan’ın kazanacağı bir cumhurbaşkanlığı seçiminden sonra sıranın ikinci aşama olan Başkanlık sistemine geleceği aşikâr bir durumdur. Netice itibari ile Erdoğan Başkanlık sisteminde de seçilecek yeterlilik olan %51’üzerinde bir oy alarak hem cumhurbaşkanı seçilmiş hem de ileride gerçekleşmesi muhal olmayan Başkanlık sistemi için de kendisini test etme imkânı bulmuştur. Diğer yandan Erdoğan cumhurbaşkanlığı seçimi öncesinde yaptığı açıklamalarla kamuoyuna seçilmesi halinde adeta bir ‘başkan’ gibi
davranacağını deklare etmiş ve Erdoğan’ın bu beyanları seçim sonuçları baz alındığında kamuoyu tarafından satın alındığını göstermiştir. Erdoğan’ın “...Eğer seçilirsek inşallah farklı bir cumhurbaşkanlığını ortaya koyacağız…” (hurriyet.com.tr) şeklindeki sözleri şimdiye kadarki sembolik anlamdaki cumhurbaşkanlarından farklı davranacağını ifade ederek başkanlık uygulamaları adına seçmene sinyal göndermiştir. Yine aynı şekilde, “…
Cumhurbaşkanlığının milleti temsil eden bir makam haline dönüşmesiyle Türkiye vesayet zincirinin en büyük halkasından kurtuluyor” (hurriyet.com.tr) sözleriyle Erdoğan satır aralarında, 12 Eylül Anayasa’sının yürütmede çift başlılığı kuvvetlendiren ve cumhurbaşkanına sorumsuz olmasına rağmen aşırı yetkiler verilerek sistemin koruyuculuğuna adeta bir vasi tayin edilmesini eleştirerek
ileride gerçekleşme olasılığı olan Başkanlık sistemi için ipuçları vermiştir. Bununla birlikte Erdoğan’ın sistem değişikliği ile ilgili olarak ‘parlamenter sistemin Türkiye’ye yetmediğini ve bu gömleğin bu cüsseye dar geldiğini’ ifade ederek yeni anayasa ve Başkanlık sistemine olan ihtiyacı ifade etmesi bu yöndeki en net ifadeleri arasında yer almaktadır (hürriyet.com.tr).
18 Nisan 2015 tarihinde Kocaeli’nde yaptığı konuşmada ise daha hızlı daha seri kararlar alınabilmesi için sistemde bir değişime gidilmesini vurgulayan
Erdoğan, “Başkanlık sistemiyle Türkiye hiçbir zaman denetimden uzak olmayacaktır.
Parlamento yine olacaktır. Verdiği yetkinin dışında adım atarsa hesaba çekecektir” (ensonhaber.com) diyerek bir yandan Başkanlık sistemi için ne kadar kararlı olduğunu vurgulamış diğer yanda ise sistem değişikliğine mesafeli duranlara veya şüpheyle yaklaşanlara bir bakıma teminat vermiştir. Diğer yandan muhalefet cephesinin yaklaşımı ise daha çok Erdoğan’ın şahsında
bir reddiyeye büründüğünü bunun yanı sıra üniter yapının zaafa uğrayacağı ve diktatörlük gibi çekinceler üzerinden şekillendiğini söyleyebiliriz. MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, 8 Şubat 2015’te Kırşehir’de yaptığı konuşmada Erdoğan üzerinden Başkanlık sistemini eleştirmiştir. Bahçeli, “…Kral, emir, şah, tiran, diktatör olacağım hevesinde ise buna Türk milleti müsaade etmeyecek, onay vermeyecektir. Yeni Türkiye parolası ile milli bekayı, milli varlığı, milli
kimliği parçalamak isteyenler hayallerinde boğulacak, bozgunculuğun çamurunda soluk alamayacaklardır..”(aktifhaber.com) sözleriyle MHP’nin Başkanlık sistemine yönelik görüşlerini netleştirmiştir. Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genele Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu da 29 Ocak 2015’te yapmış olduğu açıklamada Türkiye’de Başkanlık sisteminin yeterince tartışılmadığını ve parlamenter sistemin korunması gerektiğini söyleyerek kişiye göre bir rejimin olamayacağının altını çizmiştir. Kılıçdaroğlu eleştirilerini “…Başkanlık sistemi
Türkiye''de yeterince tartışıldı mı? Hayır. Kişiye göre rejim olmaz, kişiye göre siyaset olmaz, politika üretilmez. Politika halk için, toplum için üretilebilir. 150 yıllık parlamenter deneyimimiz var.
Aksaklıklar var ama giderilebilir. Peki, 150 yıllık geleneği neden birdenbire değiştiriyoruz? Birisi başkan olsun diye. Bunlar doğru değil…” (turkiyegazetesi.com.tr) sözleriyle sürdürmüştür.
Halkların Demokratik Partisi (HDP) Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş ise 18 Mart 2015’te tarihinin en kısa grup toplantısında yaptığı konuşmada Erdoğan’ın şahsı üzerinden kurguladığı Başkanlık sistemi eleştirisinde üç kez tekrar ederek “Recep Tayyip Erdoğan, HDP var oldukça, HDP’liler bu topraklarda nefes aldıkça sen başkan olamayacaksın. Seni başkan yaptırmayacağız.” (yenicaggazetesi.com.tr) sözleriyle HDP’nin olası bir Başkanlık sistemine dair olumsuz görüşlerini ifade etmiştir. Tüm bunların yanında Başbakan Ahmet
Davutoğlu’nun uzunca bir süre Başkanlık sistemi ile ilgili açıklama yapmaması kamuoyunda ve muhalefet nezdinde Davutoğlu ile Erdoğan arasında bir fikir ayrılığı yaşandığı yorumlarına yol açmıştır. Davutoğlu, suskunluğunu 4 Şubat 2015 tarihinde bozarak konu ile ilgili olarak yaptığı açıklamada sistem tartışmalarının kişisel konumlandırmalardan bağımsız olarak yapılması gerektiğini vurgulayarak muhalefetin Erdoğan üzerinden sürdürmüş olduğu yaklaşımları eleştirmiştir.
Davutoğlu, muhalefetin sürekli dillendirdiği otoriterlik ve diktatörlük suçlamalarına da yanıt vererek “Başkanlık sistemiyle otoriter bir sisteme geçilecek diyorlar peki delilin ne? Önemli olan olaya nasıl baktığınız” (haber7.com) diyerek hem uzun süren suskunluğunu bozmuş hem de muhalefetin yaklaşımını eleştirmiştir. Bununla birlikte parti bağlamında Başkanlık sistemini destekleyen ve bunu yeni anayasa ile birlikte 7 Haziran 2015 seçim beyannamesine koyan tek parti Adalet ve kalkınma Partisi (Ak Parti) olmuştur. 15 Nisan 2015’te Başbakan Davutoğlu tarafından açıklanan 100 maddelik Ak Parti seçim beyannamesinde Başkanlık sistemi şu şekilde yer almıştır “İdari yapının başkanlık sistemi çerçevesinde yeniden düzenlenmesini gerekli görüyoruz.
Başkanlık sistemi yetki karmaşasını giderecektir. Millet yöneticilerini kendisi seçecek…Yetki kargaşasıyla malul hale gelmiş¸ olan idari yapının ve yürütme erkinin yeniden düzenlenmesine ihtiyaç¸ bulunmaktadır. Cumhurbaşkanı’nın doğrudan halk tarafından seçilmesi ile birlikte, idari yapının Başkanlık sistemi yönünde yeniden yapılandırılmasını, yetki kargaşasının giderilmesi ve hesap
verilebilirliğin gerçek anlamda tesisi için gerekli görmekteyiz…Başkanlık sistemini, Özgürlükçü anayasal çerçevede, yasama ve yürütmenin müstakil olarak etkin olduğu, demokratik denge ve kontrol mekanizmalarının Öngörüldüğü toplumsal farklılıkların siyasal temsilinin sağlandığı bir yönetim
modeli olarak tasavvur ediyoruz…”. (internethaber.com).Bütün bu tartışmaların nasıl sonuçlanacağı sorusu herkes tarafından merak edilmektedir. Türkiye halkının uzun yıllardır uygulanan ve muhalefetin desteklediği parlamenter sistemden yana mı tavır alacağı yoksa Ak Parti’nin ve Erdoğan’ın olmasını istediği Başkanlık sisteminden yana mı tercih kullanacağı 7 Haziran 2015’te yapılacak seçimle aydınlanacaktır. Bu yönüyle yapılacak bu seçim belki de Türkiye tarihinin en önemli seçimi olma özelliğini taşımaktadır. Araştırmanın
kavramsal çerçevesi yukarıdaki bölümlerde alındığı şekliyledir.
Aşağıdaki kısımda ise araştırmanın ampirik kısmı yer almaktadır.
Gazetelerin Dijital Versiyonu Üzerinden YapılanAraştırma Kısmı Araştırmanın Amacı
< Araştırmanın temel amacı, kamuoyunu veya okuyucu kitleyi bilgilendirmede,
yönlendirmede ve tutum değiştirmede önemli etkileri bulunan köşe yazarlarının Türkiye’nin en önemli meselelerinin başında yer alan Başkanlık sistemi tartışmalarındaki yazılarının analizidir. Çalışmada araştırmaya dâhil edilen köşe yazarlarının ‘Başkanlık sistemi’ ne dair görüşlerinin ne olduğu, eş deyişle Başkanlık sistemini destekleyip desteklemedikleri sorusuna cevap aranacaktır. Bu yönüyle çalışmada aşağıda yer alan soruların cevapları
aranacaktır. >
• Gazetelerde yer alan köşe yazarlarının kaçı Başkanlık sistemini desteklemekte dir, kaçı karşı çıkmaktadır?
• Söz konusu köşe yazarlarından Başkanlık sistemini savunanların temel dayanakları nelerdir?
• Aynı şekilde olası bir sistem değişikliğine karşı çıkanların argümanları nelerdir?
• Belli bir yayın politikası ve ideolojik duruşu olan gazetelerde çoğulcu görüş adına acaba gazetenin yayın çizisine aykırı görüş belirten köşe yazarı var mıdır?
• Özellikle karşı çıkanlar sistem değişikliğine tamamen mi karşı çıkıyorlar yoksa alternatif herhangi bir yönetim biçimine sıcak bakıyorlar mı?
Araştırmanın Önemi
Çalışmanın önemi, Türkiye’nin yönetim anlamında bir sistem değişikliğini tartışıyor olmasından ileri gelmektedir. Zira Türkiye Osmanlı dönemi uygulamaları da hesaba katıldığında iki yüzyılı aşan ve uzunca sayılabilecek bir parlamento geleneğine sahip bir ülkedir. Bundan dolayı olası bir sistem değişikliği ve Başkanlık sistemine geçişle birlikte parlamenter sistemden vazgeçilecek ve Türkiye yeni bir kamu yönetimi modeline geçecektir.
Dolayısı ile demokrasilerde dördüncü güç olarak görev ifa eden medyanın kamuoyunu ilgilendiren konularda nasıl bir tavır aldığı önemlidir. Bu çalışmada da köşe yazarlarının görüşleri konunun geniş dairede anlaşılabilmesi adına önem arz etmektedir.
Araştırmanın Yöntemi
Sosyal bilimlerde ve buna bağlı olarak medya çalışmalarında en çok kullanılan ve kabul gören araştırma yöntemi ‘İçerik analizi’ yöntemidir. Bundan dolayı bu çalışmada da köşe yazarlarının tartışılan konuya dair görüşlerinin anlaşılabilmesi adına ‘içerik analizi’ yöntemi uygulanmıştır.
İçerik Analizi
İçerik çözümlemesi veya içerik analizi yöntemi, kontrollü bir yorum eşliğinde iletişimin yazılı, açık içeriğinin nesnel sistematik ve nicel tanımlarını yapan bir araştırma tekniğidir (Berelson, 1971: 18). Crano ve Brewer’e göre içerik analizi, bir gözlemden daha ziyade bir çözümleme tekniğidir. İçerik analizinde araştırmacı, şahısların davranışlarını gözlemek veya onlara yapılanmış sorular sormak yerine onların ortaya koydukları materyalleri alır ve inceler ( 1973). Tavşancıl ve Aslan da içerik analizini yazılı, sözel ve diğer araştırma materyalleri nin nesnel ve sistematik bağlamda incelenmesine olanak sağlayan bir yöntem
olarak ele almaktadırlar ( 2001). Sosyal Bilimlerde araştırma yöntemlerinden biri olan ‘içerik analizi’ tekniğini iletişim çalışmaları alanında sistemleştiren ilk kişi Bernard Berelson’dur. 1952’de yayımladığı “İletişim Araştırmalarında İçerik Analizi” adlı çalışmada belli bir sistematik dâhilinde kurallar inşa eden Berelson ( Gökçe, 2006) alandaki öncü isim olarak kabul edilmektedir.
4 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..
***