13 Eylül 2018 Perşembe

Türkiye Basınında Başkanlık Sistemi Tartışmaları: BÖLÜM 1

Türkiye Basınında Başkanlık Sistemi Tartışmaları: BÖLÜM 1



Mehmet Gökhan GENEL, 
Yrd. Doç. Dr., Yalova Üniversitesi Sanat ve Tasarım Fakültesi 
Yalova/Türkiye, genel.mgokhan@gmail.com 


Köşe Yazarları Özelinde Bir Araştırma;


ÖZET: Türkiye’nin yaklaşık 95 yıldır uyguladığı parlamenter sistem deneyiminden vaz mı geçiliyor? Türkiye hükümet modeli bağlamında parlamenter sistemden yana devam kararı mı alacak yoksa başkanlık, yarı başkanlık veya Türk tipi bir başkanlık modeline mi geçiş yapacaktır? Bu husus Türkiye kamuoyunda 2014’ten bu yana en çok tartışılan konu olma özelliğini taşımaktadır. 

Bu çalışmada amaç Türkiye’nin olası bir sistem değişikliği durumunda özel de ise başkanlık sistemi tartışmalarında Türk medyasının konuya ilişkin bakış açısını anlamaya yöneliktir. 

Türkiye basını üzerinden ele alınan bu çalışmada tartışılan sistem değişikliğine yönelik her biri farklı dünya görüşü ve ideolojik perspektiflere sahip olan 
Hürriyet, Star, Cumhuriyet, Yeniçağ, Özgür gündem ve Agos gazetelerinin sadece dijital versiyonlarında yer alan köşe yazarları araştırma kapsamına dâhil 
edilmiştir. 

Bir Aylık Gazete Nüshalarının incelendiği bu çalışmada araştırma yöntemi olarak içerik analizi esas alınmıştır. 


  Türkiye’de siyasal sistem değişikliği son iki yıldır siyasal, medya ve kamu gündeminin en çok tartışılan konuların başında yer almaktadır. Öyle ki; 2014’te yapılan ve halk tarafından ilk kez doğrudan belirlenen Cumhurbaşkanlığı seçiminde ve 7 Haziran 2015’te yapılacak olan genel seçimlerde ana gündem maddesi siyasal sistem değişikliği eş deyişle Başkanlık sistemi olmuştur. Bu bağlamda akla gelen ilk sorular acaba Türkiye uzun yıllardır uyguladığı Parlamenter sistemden vaz mı geçiyor? Türkiye’de siyasal sistem değişikliği
gerekli midir? Türkiye yeni bir siyasal sistem değişikliğine hazır mıdır? Türkiye yönetim sistemi anlamında yeni bir tercihle mi karşı karşıya? Türkiye’de şayet bir sistem değişikliği olacaksa bu tercih “Amerikan tipi Başkanlık Sistemi” mi, “Fransa tipi yarı başkanlık sistemi” mi yoksa çokça polemik konusu olan “Türk tipi bir Başkanlık sistemi midir? Bu soruların cevabı 7 Haziran 2015’te yapılacak olan genel seçimler sonucunda büyük bir olasılıkla netlik kazanacaktır. Zira olası bir siyasal sistem değişikliği demek, halen yürürlükte olan 1982 anayasanın değişmesi demektir. Yine buna paralel olarak anayasanın değiştirilebilmesi de
her hangi bir partinin veya partiler blokunun parlamentoda anayasayı değiştirebilecek 367 parlamenter sayısına veya Başkanlık sistemi değişikliğinin referanduma sunulması için 330 parlamenterin olması gerekmektedir. 

Siyasal sistem değişikliğinin özelde ise Başkanlık sistemi tartışmalarının yakın dönemdeki mimarı 12. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan olarak görülse de aslında Erdoğan’dan yılar önce 8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal, 9.
Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel ve Milliyetçi Hareket Partisi (MHP)’nin efsanevi lideri Alparslan Türkeş’in de Başkanlık Sistemi’ni önceleyen ve arzulayan bir takım yaklaşımlar sergiledikleri bilinen bir gerçektir. Bununla birlikte diğer önemli ülke gündem maddelerinde olduğu gibi bu tartışmada da Türkiye’de mevcut bir bölünmüşlüğün olduğunu söylemek mümkündür. Yani bir tarafta Başkanlık Sistemi’nden yana olan ve bunun gerçekleşmesi adına ülke yararına olduğu tezinden hareketle argümanlar ileri süren başta Cumhurbaşkanı
Erdoğan ve Adalet ve Kalkınma Partisi ( Ak Parti) diğer tarafta ise buna şiddetli direnç gösteren ve gerçekleşmesi durumunda Türkiye’nin uçuruma sürükleneceğini dillendiren muhalefet partileri yer almaktadır.

Yukarıda özet bir şekilde çerçevesi çizilmeye çalışılan bu çalışmanın temel amacı, ülkenin siyasal düzlemdeki en önemli meselesi olarak görülen ve Türkiye’nin geleceğini etkileyeceği muhakkak olan Başkanlık Sistemi tartışmalarında medyanın yaklaşımını ve mevcut tartışmaya hangi argümanalar ekseninde katkı sağladığını araştırmaktır. Çalışma, mevcut yayın politikaları ve ideolojik eğilimleri ekseninde günlük yayınlanan gazetelerin köşe yazarları üzerinden kurgulanmıştır. Bu bağlamda dijital versiyonları esas alınan Hürriyet, Yeniçağ, Cumhuriyet, Özgür gündem, Star ve Agos gazetelerinin konu hakkında yazı
kaleme alan köşe yazarlarının Şubat 2015’teki bir aylık yazıları incelenmiştir. Agos gazetesini incelemeye dâhil etmemiz muhtemeldir ki, bir kesim tarafından soru işaretiyle karşılanabilir.

Ancak bu gazeteyi araştırmaya dâhil etmememizin yegâne sebebi ise “çoğulcu” bir bakış açısından hareketle olası bir siyasal sistem değişikliğinde Türkiye’de bulunan ve anayasal olarak Türk vatandaşı statüsünde bulunan Ermeni vatandaşlarımızın konuya dair görüşlerini öğrenmeye yöneliktir. Çalışmaya Türkiye’deki diğer etnik anlamdaki azınlıkların yayın organları da dâhil edilmek istenmiş olmasına rağmen ( Rum, Yahudi, vb.) bahsi geçen azınlıkların günlük anlamda süreli bir yayın organlarının olmaması nedeniyle sadece Agos
gazetesi çalışma kapsamına alınmıştır. Çalışmamız üç ana bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde konunun kavramsal çerçevesi, ikinci bölümde konuya dair aktüel ve siyasi tartışmalar ve son bölümde ise araştırma kısmı yer almaktadır.

Türkiye Basınında Başkanlık Sistemi Tartışmaları:Köşe Yazarları Özelinde Bir Araştırma  M.G.GENEL

http://www.ajit-­-e.org/?menu=pages&p=details_of_article&id=156

Parlamento Kavramı, 

Siyasal sistem tartışmaları Türkiye’nin son iki yıldaki en önemli gündem maddesi olmuştur.Türkiye kamu yönetimi sistemi veya siyasal sistem bağlamında bir karar aşamasına gelmiş durumdadır. Bu minvalde Türkiye’nin önünde iki seçenek bulunmaktadır: Birincisi Türkiyeya uzun yıllardan beri uyguladığı parlamenter sistemi revize ederek mevcut sistemin devamından yana karar alacak ya da bundan vazgeçerek alternatif bir siyasal sistemi deveye sokacaktır. Alternatif olarak düşünülen sistemler arasında Amerikan tarzı Başkanlık Sistemi,
Fransız tipi yarı Başkanlık Sistemi veya nevi şahsına münhasır Türk tipi Başkanlık Sistemleri yer almaktadır. Bakıldığında bahsi geçen tüm seçeneklerin ortak paydası parlamento sistemli yönetim biçimleri olduğu gerçeğidir. Peki, günümüzde insan tabiatına en uygun yönetim sistemi olarak addedilen başta Batı toplumları ve diğer ülkelerin ekseriyetle uygulamış olduğu parlamento veya meclislerin siyaseten anlamı nedir ve tarihsel olarak nereye dayanmaktadır?

Tüm demokratik sistemlerin beslendiği kavram olan parlamentonun kısaca tarifini yapmak gerekirse etimolojik olarak kelimenin asıl kökeni İtalyanca olup yasa çıkarma yetkisine sahip meclis veya meclislerdir. Bir başka yaklaşıma göre ise Fransızca ‘parler’(konuşmak) fiili ile ‘mentir’-­-- Yalan söylemek ( Wikipedia) fiilinin birleşiminden doğan ‘parla-­--mento’ şeklini almış kavramdır. Konuşmak veya konuşulan yer veya mekân anlamlarına gelen parlamento kavramı, Türkiye’de ‘meclis’ olarak da tanımlanan içerisinde belli yetkilerle donatılmış
görevlilerin kararlar aldıkları, yasalar çıkardıkları mekânlardır. TDK sözlüğüne göre kavram “Başlıca görevi yasama, devlet bütçesini çıkarma, hükümeti denetleme olan ve üyeleri halkoyuyla belirli bir süre için seçilen meclis veya meclisler” (TDK) şeklinde tarif edilmektedir. Diğer bir tarife göre ise “belli toplumsal, ekonomik ve siyasal ihtiyaçlara karşılık olarak ortaya çıkmış olup ve o
yönde işlev gören birer siyasal kurum veya ürünleridir” (Durgun, 1999: 12). 

   Günümüzdeki anlamıyla olmasa da parlamentonun tarihini eski Yunan polis devletlerine kadar götürmemiz mümkündür. Zira antik site, kendi kendini yöneten, belli bir toprak parçası üzerinde yaşayan insanların oluşturduğu en küçük, demokratik bir yönetsel birim( Keleş, 2000: 29) olarak demokratik uygulamanın ilk örneğini teşkil etmiştir. Bu doğrultuda antik Yunan’da Aristokratların oluşturduğu “Areopagus” adına bir danışma meclisi ve yönetime
katılma hakkı olanların katıldığı “Eklesia” adıyla bir başka meclis de bulunmakta dır (Yılmaz, 1996: 149). Yunan Polis Devletleri’nde ilk kez uygulanmaya başlanan ve demokrasinin ilk nüvelerini taşıyan uygulamalar günümüze gelene kadar bir dizi değişikliğe uğramıştır. Göze’nin de ifade ettiği gibi Yunan polisleri ilk aşamada krallık yönetimine, sonraki aşamada aristokratik yönetime ve son olarak da demokratik yönetime evrilerek günümüzdeki son şeklini almıştır ( 2005: 2). Parlamento ve buna bağlı olarak parlamentarizm demokrasi ile doğrudan ilişkisi olan kavramla dır. Özünü “Kuvvetler Ayrılığı” ilkesinden yani yasama, yürütme ve yargı erklerinin farklı organlarda (Özbudun,
2005: 199) bulunması ilkesinden alan demokrasi nosyonunu ilk dillendiren Aristoteles’tir.

Aristoteles “Politika” isimli eserinde ideal bir hükümet sistemi için yasama yürütme ve yargı erklerinin üç ayrı unsur olarak konumlandırılması ve aralarındaki ilişkinin iyi bir şekilde tesis edilmesi gerektiğini söylemiştir (Tuncay, 1990: 132-­--133). Aristoteles bu bağlamda üç tip  yönetim sisteminden bahsetmektedir: Monarşi, Aristokrasi ve Demokrasi. Ona göre devlet
yönetimi tek kişinin elindeyse Monarşi, küçük bir azınlığın elindeyse Aristokrasi ve geniş halk kitlelerinin elindeyse Cumhuriyet’tir. Bunları olumlu hükümet modelleri olarak ele alan Aristoteles, bunların yozlaşmış veya bozulmuş şekillerini ise Tirani, Oligarşi ve Demokrasi şeklinde tarif etmektedir (Akın, 1983: 10-­--24). Diğer yandan Aristoteles, nihai topluluk veya doğru siyasal topluluk olarak idealize ettiği antik kentler (polilsler) onun için insanın doğasına en uygun olan yönetim birimleridir. Zira ona göre kentler, bazı insani iyiliğe ilişkin
ortak kavramsallaştırmalara uygun olarak, yaşam yönündeki doğal arzuyu karşılar ( Arnhart, 2005: 52-­--53). İlk örnekleri yukarıda da belirtildiği üzere Antik Yunan’da uygulanmış olan ve güçler ayrılığı üzerinde şekillenen parlamento sistemi günümüzde çeşitlilik kazanarak mevcut sistemler arasında yenisi bulunana kadar en insani olma özelliğini sürdürmektedir. Parlamento ile ilgili bu bilgilerin yanı sıra ana başlıklar halinde Parlamentonun bir takım farklı işlev ve özelliklerinden bahsedebiliriz (Durgun, 1999: 16-­--106)

Faaliyet Bakımından Özellikleri

• Karar oluşturma faaliyeti
• Temsil faaliyeti
• Sistemin varlığını devam ettirme faaliyeti

Siyasal açıdan parlamentonun fonksiyonları bakımından özellikleri

• Bütünleştirme
• Destek sağlama
• Meşruluk

Parlamentoların gücünü etkileyen unsurlar bakımından özellikleri

• Parti disiplini
• Parlamento komisyonları

Parlamento kategorileri bakımından özellikleri


• Eşgüdümlü (aktif) parlamentolar
• Belirsiz (vulnerable) parlamentolar
• Tabi (reaktif) parlamentolar
• Rekabetçi-­--egemen (marjinal) parlamentolar
• Teslimiyetçi (minimal) parlamentolar


Parlamenter Sistem;


     Konumuz dâhilinde tartışmanın düğümlendiği ve Türkiye’nin uzun yıllardır uygulamış olduğu Parlamenter sistem nedir, olumlu ve olumsuz tarafları nelerdir, parlamenter sistem hangi özellik veya özelliklerinden dolayı eleştiriye uğramaktadır? Bu başlıkta sıraladığımız soruların cevapları aranacaktır. 

Parlamenter sistem, bugün başta İngiltere olmak üzere dünya genelinde uygulanan anayasal sistemlerin başında yer almaktadır. Parlamenter
sistem, meşruiyetinin temel dayanağı olan halkın seçtiği parlamenterler aracılığı ile endirekt olarak iradesini sergilediği bir toplumsal sözleşme mantığı ile yönetime ortak olduğu bir anayasal düzendir. Durgun’un da ifade ettiği gibi “ İdeal olarak bir parlamento, siyasi sistemin bütünlüğünü oluşturmada, rejim politikaları için halkın desteğini harekete geçirmede ve rejimi meşrulaştırmada, önemli bir rol oynamaktadır” ( 1999: 13). Parlamenter sistem, kuvvetler ayrılığı
prensibinin uygulandığı bir hükümet sistemidir. Bu sistem, yasama, yürütme ve yargı organları arasındaki kuvvetler ayrılığının yumuşak, dengeli ve işbirliğine dayanan temsili idare şekli olarak tarif edilebilir (Turgut, 1998: 32). Bir başka ifade ile “  Parlamenterizm, parlamenter rejim veya parlamenter hükümet, hukuken ve siyaseten sorumsuz devlet başkanının  başkanlığında,  yürütme organı ile yasama organı arasındaki kuvvetler ayrılığının yumuşak olduğu, organlar arasındaki hukuki ilişkinin eşitlik ve dengeye dayandığı bir temsili rejimdir ” (Fendoğlu, 2010). 

    Kuvvetler ayrılığı şeklinde formüle edilen parlamenter sistemin düşünsel arka plânı Aristoteles’e kadar uzansa da kavramı “kişisel özgürlükler” bağlamında ilk kullanan ve düşünceleriyle mutlakıyet rejimlere ciddi bir darbe indiren kişi İngiliz liberal düşünür John Locke olmuştur. Locke, siyasal iktidar içinde yer alan güçleri yasama, yürütme ve konfederatif güçler ( Göze, 2005: 159)şeklinde kategorize etmiştir. Ancak kuvvetler ayrılığı ilkesinin sistemleşmesi veya bir kuram olarak belirmesi Fransız düşünür Montesquieu sayesinde olmuştur. Siyaset biliminin kurucusu ve ilk pozitivistlerden biri olarak kabul edilen Montesquieu, “Yasaların Ruhu” adlı eserinde üç siyasal yönetim biçimi öngörür,
bunlar: Cumhuriyet (demokrasi), Monarşi ve Despotizm ya da zorba yönetimlerdir.

Özgürlükler konusunda yoğunlaşan Montesquieu doğal olarak ilgi oklarını Cumhuriyet yani demokratik yönetimlere yöneltmektedir. Siyasal erdem olarak tarif ettiği demokratik yönetimleri bir bakıma özgürlüklerin teminatı olarak görmektedir. Özgürlükleri, kişinin yasanın izin vermediği şeyleri yapmaya zorlanmaması ve izin verdiği şeyleri yapmaktan alı koymaması olarak tarif eden Montesquieu, bunların da ancak iktidarın kötüye kullanılmasını engelleyecek olan ılımlı yönetimler aracılığıyla sağlanabileceğine işaret etmektedir. Montesquieu, özgürlüklerin ihlali anlamına gelebilecek olan iktidarların kötüye kullanılması tehlikesine karşılık “iktidarın iktidarla sınırlandırılması” teorisini ortaya atarak
bir bakıma “denge-­--fren” mekanizmasını önermektedir. Bir başka ifade ile her devlette yasama, yürütme ve yargı iktidarlarının var olduğunu söyleyen düşünüre göre, yasama iktidarının asli görevi yasa yapmak, yasaları kaldırmak veya değiştirmektir. Diğer yandan yürütme iktidarının görevi ise savaşa ve barışa karar vermek, yabancı ülkelere temsilci gönderip temsilci kabul etmek, içte ve dışta güvenliği sağlamaktır. Ona göre diğer bir güç olan yargı iktidarının görevi ise suçluları cezalandırmak ve anlaşmazlıkları çözmektir. Bir siyasal organizasyonda yasama ve yürütme güçlerinin tek bir elde toplanmasında
özgürlükten bahsedilemeyeceğini belirten Montesquieu, aynı şekilde yargının da yasama ve yürütmeden ayrılmamasının özgürlükler aleyhine işleyen bir durum olacağını savunmaktadır. Montesquieu’nun kuvvetler ayrılığı ilkesini ne derece önemsediğinin kavranabilmesi için şu saptaması yeterli olacaktır: “ Üç iktidar tek elde toplanırsa, bu ister bir kişi, ister soylular, ister halk olsun her şey bitmiştir…” ( Göze, 2005: 174-­--188).

Parlamentolar veya Parlamenter sistemler tek bir tip olmayıp, toplumların yapısal özelliklerine göre değişkenlik gösteren siyasal organizasyonlardır. Bu nedenle dünyadaki mevcut parlamentolardaki bir takım benzerliklerin yanında, farklılıklar da görülebilmektedir. Bundan dolayı var olan bu farklı özellikler, içinde bulunulan siyasal çevrenin kendine has koşullarıyla da yakından ilintilidir. Diğer bir ifade ile farklı tarzda parlamentoların ortaya çıkması, ülkelerin siyasal yapılarının farklı olmasıyla açıklanabilir ( Durgun, 1999: 4-­--5). Bahsi geçen bu farklı yapıları bir örnek dâhilinde ele alacak olursak İngiltere ve Hollanda gibi parlamenter monarşilerde devleti temsil makamında veraset kuralları gereği kral veya kraliçe bulunurken; Almanya gibi parlamenter cumhuriyetlerde ise devleti temsil edecek kişi parlamento tarafından demokratik usullere göre  belirlenmektedir. (Yaşayan anayasa: 2015) 


Parlamenter rejimlerin tarihselliğine bakıldığında ise “ 1789 Amerikan ve 1791 Fransız Anayasalarından başlayarak pozitif hukuk teorilerinden ziyade siyasal nitelikler taşıyan (Duman, 2013) anayasal özellikleriyle ilk uygulandığı coğrafya olarak İngiltere karşımıza çıkmaktadır. 

İngiltere’de Magna Carta’nın 1215’te kabulüyle başlayan tarihi süreç içerisinde 1295 yılında “Model Parlamento”  adıyla oluşturulan Temsilciler Meclisi ile başlayan parlamenter sistemin ilk nüveleri oluşmaya başlamış ve 18. Yüzyılın ortalarına doğru parlamenter monarşi doğmuştur (Asilbay, 2013) İngiltere’de 
tecrübe edilen sistem daha sonra bütün Avrupa’ya yayılmıştır. Sistemin esası mutlak monarşiye ve değişmez hükümdarlara karşı çıkmak, halkı temsil etmek ve yasama gücünü kuşanarak iktidarı denetleme imkânına sahip olmak (Turgut, 1998: 33) şeklinde özetlenebilir. Diğer yandan parlamenter sistemi farklı sistemlerden ayıran belli başlı özelliklerini Fendoğlu’nun tasnifiyle şu şekilde sıralamak mümkündür (Fendoğlu, 2010):

• Yürütmenin iki başlılığı ( Bakanlar Kurulu, Başbakan-­-- Kral veya Cumhurbaşkanı)
• Devlet başkanının siyasal açıdan sorumsuzluğu ( siyaseten sorumsuz sembolik makam)
• Bakanalar kurulunun sorumluluğu ( siyaseten sorumlu makam)
• Yürütmenin yasamayı feshi (bu rejimde cumhurbaşkanı ve başbakanın gerekli durumlarda parlamentoyu fesh etme yetkisi vardır)

Yine bu bağlamda dört çeşit parlamenter rejimden bahsedilebilir (Fendoğlu, 2010):

• Tekçi (monist) parlamenter rejim ( gerçek anlamda parlamenter rejim. Cumhurbaşkanı aktif politikanın dışındadır)
• Aklileştirilmiş parlamenter rejim (siyasi yaşamın tamamının hukuk kurallarına bağlanması)
• Çağdaş parlamentarizm (yürütme organının daha aktif olduğu rejim)

Diğer yönüyle parlamenter sistemlerin bir takım olumlu ve olumsuz yanları da mevcuttur.
Olumlu yanlarına bakıldığında ilk göze çarpan özellik “kuvvetler ayrılığı” ilkesi bağlamında daha demokratik bir sistem görüntüsü vermesidir. Bir başka ifade ile anayasal düzenin erklerinden olan yasama, yürütme ve yargı organlarının farklı ellerde olması nedeniyle toplum kesimlerinin devlet yönetiminde bir şekilde temsilinin sağlanması eş deyişle toplumsal konsensüsün hayata geçirilmesi düşüncesidir. Yürütmenin çift başlı hale getirilmesi ( Eldem, 2007: 9-­--10). yani “denge-­--fren sistemi” sayesinde yöneticilerin keyfi uygulamalarının bir bakıma önüne geçilmiş olması sistemin olumlu yönlerinden birini teşkil etmektedir. Bununla birlikte icra gücü olarak görev yapan ve siyaseten sorumlu durumda
olan başbakan ve bakanlar kurulunun parlamentoya karşı sorumlu olması/ hesap
verebilirliği ve her an güven oylaması mekanizmasıyla karşı karşıya olması olumlu olarak görülen yönlerden biridir (Turgut 1998: 34-­--35). Turgut, parlamenter sistemin özünün “istikrar” ve “denge” üzerinden şekillendiğini belirterek dünya genelinde uygulanan parlamenter sistemlerin başarı oranının %67.5 olduğunu ve bu oranın Başkanlık sisteminin başarı nispetinden üç kat daha fazla olduğunu iddia etmektedir. Sitemin olumsuz veya aksayan yanlarına bakıldığında ise öncelikli olarak yönetimde istikrarsızlığa yapılan vurgudur. Turhan’ın da ifade ettiği gibi İtalya örneğindeki çok partili sistem ve buna bağlı
olarak koalisyonların ve azınlık hükümetlerinin oluşması siyasi istikrarsızlığın temel sebeplerinden birini oluşturmaktadır (1989: 65). Mevcut rejimde hükümetler parlamentoların güvenoyuna bağımlı yapısı nedeniyle her an görevinin sonlanması riskiyle karşı karşıya olması hükümet istikrarsızlığını veya siyasi krizi etkileyen dezavantajlı bir durum olarak görülmektedir (Uluşahin, 1999: 78-­--80). Parlamenter sistemin diğer olumlu yanı ise, bu rejimde hükümetin kamuoyunun desteğini kaybetmesi halinde yeni bir hükümet kurulması ya da seçimlerin yenilenmesi yollarına başvurmanın mümkün olmasına karşılık, Başkanlık sisteminde başkanın görev süresinin değişmez nitelikte olmasıdır (Atar, 1997: 83).

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.


***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder