4 Eylül 2018 Salı

IRAK VE SURİYE'DEKİ GELİŞMELERİN TÜRKİYE'YE ETKİLERİ BÖLÜM 1



IRAK VE SURİYE'DEKİ GELİŞMELERİN TÜRKİYE'YE ETKİLERİ BÖLÜM 1


BİLGE ADAMLAR KURULU RAPORU 
RAPOR NO: 65 
NİSAN 2015 




















SUNUŞ 

Irak’ta işgalin ardından Şii Araplar ve Kürtler esas alınarak tasarlanan güvenlik sisteminde kurumsallaşma sağlanamamış, Maliki’nin özellikle ikinci döneminde giderek otoriterleşmesi, güvenlik güçlerini mezhepsel hedefler doğrultusunda kullanması bu ülkedeki Sünni Arap nüfusun ötekileşmesine yol açmış ve Anbar 
krizi sürecini başlatmıştır. Suriye iç savaşında 2013 yılından itibaren dengeler Esed rejimi lehine değişmiş, Rusya ve İran rejime sağladığı desteği kararlı biçimde sürdürürken Batılı ülkeler Özgür Suriye Ordusu’na gerekli askeri desteği vermemiştir. 
İç savaşın uzaması ve sahada muhalefetin yeterince desteklenmemesi 
el-Kaide bağlantılı örgütlerin faaliyet gösterebileceği şartları doğurmuş, IŞİD Irak’ta zemin kazandıktan sonra faaliyet alanını Suriye’ye doğru genişletmiş, Irak-Suriye hattında Sünni Arapların çoğunlukta olduğu belirli bölgelere fiilen hâkim olmuş ve bu bölgelerde devletleşmeye teşebbüs etmiştir. Irak’ta IŞİD tehdidi, Türkmenlerin yaşadığı bölgelerdeki nüfus yapısının değişmesine yol açarken, Kürtlerin Kerkük’teki nüfuzunu artırmış ve İran’ın bu ülkede daha rahat hareket etmesine imkân sağlamıştır. Suriye iç savaşında ise IŞİD ve el-Kaide irtibatlı diğer radikal grupların etkinliğinin artması Batılı devletlerin muhalefete bakışını değiştirmiş ve II. Cenevre Konferansı’yla birlikte rejimin yeniden muhatap alındığı bir süreç başlamıştır. 

Bilge Adamlar Stratejik Araştırmalar Merkezi (BİLGESAM), Irak ve Suriye’deki gelişmelere ve bu gelişmelerin Türkiye’ye etkilerine yönelik öngörülerde bulunarak Türk karar mercilerine milli menfaatler doğrultusunda gerçekçi çözüm önerileri ve karar seçenekleri sunmak amacıyla “Irak ve Suriye’deki Gelişmelerin Türkiye’ye Etkileri” raporunu yayımlamaktadır. BİLGESAM Orta Doğu Araştırmaları Uzmanı Ali Semin ve Araştırma Asistanı Bekir Ünal ile birlikte hazırladığımız rapor, 27 Şubat 2015 tarihinde düzenlenen 22. Bilge Adamlar Kurulu toplantısında değerlendirilmiş, Kurul üyelerinin görüş ve önerileri 
doğrultusunda gözden geçirilerek yayına hazırlanmıştır. Raporda, Irak’ta ABD’nin çekilmesini takip eden gelişmeler ve Suriye iç savaşında Esed rejimi lehine değişen dengelere ilişkin genel bir durum tespiti yapılmakta, başta IŞİD tehdidi olmak üzere bölgede ortaya çıkan dinamiklerin Türkiye’ye muhtemel etkileri 
değerlendirilmektedir. 

Raporun Türk karar mercilerine, akademisyenlere ve ilgili kurum, kuruluş ve kişilere faydalı olmasını temenni eder, raporu birlikte hazırladığımız Ali Semin’e ve Bekir Ünal’a, raporu yayına hazırlayan Araştırma Koordinatörü Erdem Kaya’ya, rapora değerli görüş ve önerileriyle katkı sağlayan, raporun geliştirilmesi için kıymetli vakitlerini sarf eden başta (E) Oramiral Salim Dervişoğlu olmak üzere Bilge Adamlar Kurulu üyelerine ve emeği geçen diğer BİLGESAM çalışanlarına teşekkür ederim. 

Doç. Dr. Atilla SANDIKLI 
BİLGESAM Başkanı 


GİRİŞ 










ABD, 2003’te Irak’ı işgalinin ardından bütün kamu kurumlarını dağıtmış, Geçici Koalisyon Yönetimi, Şii Araplar ve Kürtlere ayrıcalık tanıyan bir devlet 
inşa süreci başlatmıştır. Ülke nüfusundaki etnik ve mezhepsel dağılım esas alınarak inşa edilen kurumlar, kapsayıcı bir idari yapının tesisine hizmet et.
memiş, Sünni Araplar ve Türkmenlerin dışlandığı bir Irak devleti ortaya çık.mıştır. Sünni nüfusun devlet kademelerinde temsiline ve siyasi sürece katılı.
mına yönelik girişimler, gerek ABD’nin bu yöndeki desteğini sürdürmemesi gerekse İran’ın ülkede artan etkisi ve Başbakan Nuri el-Maliki’nin Şii eksenli 
politikalarından dolayı büyük ölçüde başarısız olmuştur. Irak’ın siyasallaşan güvenlik güçleri ülkede işgal sonrası dönemde kronik bir probleme dönüşen 
terörizmle mücadelede muvaffak olamamış, ABD sonrası güç boşluğunu dolduramamıştır. Maliki iktidarının özellikle ikinci döneminde (2010-2014) 
giderek otoriterleşmesi ve Sünni siyasi aktörleri sindirmeye yönelik attığı adımlar ise Irak’taki mezhepsel ayrışmayı derinleştirmiş, işgalin ardından bu ülkeye yerleşen el-Kaide bağlantılı radikal unsurların tekrar zemin kazanma.sına yol açmıştır. 

Suriye’de Esed rejiminin göstericilere ateş açmasıyla başlayan çatışmalar kısa süre içinde rejimle muhalefetarasında iç savaşa dönüşmüş, 2011’den bugüne 
tarafların birbirine karşı kesin bir netice alamadığı krizde çözüm sağlanamamıştır. Başta ABD olmak üzere Batılı ülkeler, krizin ilk iki yılında Beşşar Esed’in iktidardan ayrılması gerektiğini beyan etmiş, muhalefeti Suriye’nin meşru temsilcisi olarak kabul etmiş, ancak Özgür Suriye Ordusu’na gerekli desteği vermemiş ve 2013’ten itibaren tutum değiştirmeye başlamıştır. Esed iktidarına bağlı kuvvetler tarafından Ağustos 2013’te Doğu Guta’da sivillere karşı kimyasal silah kullanıldığı tespit edilmişse de, aynı yıl içinde iç savaş.taki dengeler ironik biçimde rejim lehine değişmiştir. Baas rejimi Rusya ve Çin’in diplomatik desteği ve ABD’nin tutum değişikliği sayesinde kimyasal gazların imhası dışında bir yaptırıma maruz kalmamış, aksine 2. Cenevre 
Konferansı’yla birlikte yeniden muhatap olarak kabul edilmiştir. 

Esed rejiminin dolaylı desteğiyle el-Nusra Cephesi ve IŞİD gibi krize sonradan müdahil edilmiştir. 

Türkiye, takip ettiği dış politika dolayısıyla Irak ve Suriye’deki krizlerle başlayan süreçte Orta Doğu’daki kazanımlarını yitirmeye başlamış, Ankara’nın bölgedeki manevra alanının daraldığı gözlenmiştir. Ankara’nın Irak’la etkileşimi Kürt yönetimiyle sınırlı hale gelmiş, Türkmenler büyük ölçüde ihmal edilmiş, Suriye krizinde Türkiye Esed rejiminin devrilmesi doğrultusundaki ortaya çıkan radikal unsurlarla mücadeleyi öncelik olarak belirlemiştir. Suriye krizinde Batılı müttefikleri tarafından yalnız bırakılan Türkiye sığınmacılar meselesi ve IŞİD tehdidiyle karşı karşıya kalırken, İran bölgesel güç olarak öne çıkmış, Irak-Suriye-Lübnan hattında etkili bir aktör haline gelmiştir. 

Türkiye’nin bu dönemde PKK/KCK1 terörünü sona erdirmek gayesiyle baş.lattığı çözüm süreci ise beklendiği gibi örgütün silah bırakmasını sağlayacak 
gelişmelere değil, gerek yurtiçinde gerekse Suriye’nin kuzeyinde PYD2 adı altında güçlenmesine yol açmıştır. 

Orta Doğu’daki mevcut gelişmelerde Irak ve Suriye’de çöken devlet yapıları, Arap ayaklanmalarının devam eden etkileri, başta ABD, Rusya, İngiltere 
olmak üzere büyük güçlerin menfaat çatışmaları ve el-Kaide bağlantılı terör örgütlerinin faaliyetlerinin belirleyici olduğu aşikârdır. Bu konular çerçevesinde
bölgedeki çatışma ve istikrarsızlığa müessir faktörler doğrultusunda yapılabilecek münferit analizler ayrı çalışmalar şeklinde hazırlanabilecek genişliktedir.
Bu rapor, bu konuların ayrıntılarına girmeksizin Irak ve Suriye’deki gelişmelere ilişkin genel bir durum tespiti yapmak ve bu gelişmelerin Türkiye’ye
muhtemel etkilerini değerlendirmekle sınırlı bir çerçeve sunmaktadır

1.ABD SONRASI IRAK’TAKİ GELİŞMELER 

1.1. Güvenlik Sisteminde Kurumsallaşma Problemi Irak’ta işgalin ardından Geçici Koalisyon Yönetimi orduyu, kolluk kuvvetlerini ve istihbarat teşkilatlarını 
lağvetmiş, “Baassızlaştırma” hedefi kapsamında güvenlik güçleri içindeki bütün Sünni unsurları rütbe ayrımı gözetmeksizin tasfiye etmiştir. Irak güvenlik 
güçlerinin gerekli tedbirler alınmadan ve ayırım gözetmeksizin dağıtılması ülkede telafisi zor bir güç boşluğu doğurmuş; direniş amacıyla silahlanan milisler, 
İran ve Suudi Arabistan ekseninde hareket eden unsurlar ve el-Kaide’yle irtibatlı gruplar ortaya çıkmıştır. 2003’ten itibaren Irak’ta işgale karşı Sünni ve Şii 
direniş grupları teşkilatlanmış, Sünni direnişçiler 1920 Devrimi Tugayları, Irak İslam Ordusu ve Mücahitler Ordusu Ünvanlarıyla silahlı birlikler teşkil ederken, 
Arap milliyetçisi Mukteda el-Sadr liderliğindeki Şii direnişçiler Mehdi Ordusu’nu kurmuş, işgal kuvvetlerine ve Irak güvenlik güçlerine karşı savaşmıştır. 

İşgalle birlikte İran Devrim Muhafızları’nın sınır ötesi operasyonlarından sorumlu Kudüs Gücü’nün Irak’taki faaliyetlerinde belirgin bir artış gözlenmiş, 
Tahran’ın desteğiyle 2003’te Irak Hizbullahı (Muhtar Ordusu) kurulmuştur. Bedir Tugayları mensubu Vasık el-Battat liderliğinde kurulan Irak Hizbullahı, 
İran’ın Velayet-i Fakih inancını benimsemiş ve Ali Hamaney’e bağlı olduğunu beyan etmiştir.3

İşgal aynı zamanda Saddam döneminden beri ülkenin belirli bölgelerinde bulunan çeşitli silahlı örgütlerin varlığını sürdürebileceği bir ortam sağlamıştır. 
İşgal döneminde İranlı muhalif grup Halkın Mücahitleri Örgütü Bağdat ve Diyale’de faaliyet göstermeye devam etmiştir. PKK bu dönemde Kandil 
bölgesindeki varlığını güçlendirmiş, Irak’taki uzantısı PÇDK4 ülkedeki seçimlere katılmaya başlamış, 2003’te Suriye’deki uzantısı PYD’yi, 2004’te 
İran’daki uzantısı PJAK’ı5 teşkil etmiş ve Türkiye’ye karşı terör eylemlerine tekrar başlamıştır. Türkiye’nin 2007’ye kadar Irak’taki sınır ötesi harekât 
imkânı kısıtlanırken, terör örgütü bu dönemde KCK sistemiyle devletleşmeye tevessül edebilecek kadar müsait bir ortam elde etmiştir. 
İşgal döneminde ayrıca bölgedeki el-Kaide’yle irtibatlı gruplar Irak’taki faaliyetlerini artırmış ve yeni gruplar İran üzerinden Irak’a girmiştir. 
İran-Irak sınırında 2001’den beri varlık gösteren Ensar el-İslam 2003’ten itibaren Ensar el-Sünne adı altında ABD kuvvetlerine, Şii din adamlarına ve 
Talabani liderliğindeki Kürdistan Yurtseverler Birliği’ne (KYB) bağlı Peşmerge güçlerine karşı saldırılar gerçekleştirmeye başlamıştır.6 

Ebu Musab el-Zerkavi liderliğindeki “Tevhid ve Cihad” adlı örgüt ise Irak’ta işgalin ardından faaliyet göstermeye başlamış, 2004’te el-Kaide’ye bağlılığını 
beyan etmiş ve Anbar-Ninova-Selahaddin bölgesindeki Sünni direnişçilere dâhil olmaya çalışmıştır.

< Şii ve Kürt unsurlar ağırlıklı olacak şekilde tasarlanan Irak güvenlik güçleri büyük ölçüde Bedir Tugayları ve Peşmerge kuvvetlerinden oluşturulmuştur. >

İşgalin ardından ABD liderliğindeki koalisyon güçleri ilk etapta, Irak Savunma Bakanlığı’na bağlı olacak yeni orduyu, akabinde de İçişleri Bakanlığı’na 
bağlı hareket edecek polis teşkilatını ihdas etmiş, Peşmerge kuvvetlerinin ise merkezi idareden bağımsız bir silahlı kuvvet olarak kalmaya devam etmesini 
sağlamıştır. Ancak konuşlandırılan koalisyon güçlerinin yetersizliği, 2003-2009 döneminde güvenlik güçlerinin kuruluş aşamasında oluşu ve farklı 
bölgelerde bağımsız hareket eden silahlı unsurların varlığından dolayı ülkedeki güvenlik zafiyeti giderilememiş, silahlı çatışmalar ve bombalı saldırılar 
Irak’ta gündelik hayatın parçası haline gelmiştir. Irak’ta yeni ordunun ve polis teşkilatının tesisinde Şii Araplara ve Kürtlere tanınan ayrıcalıklar, güvenlik 
güçlerinin işlevselliğinin ve kapsayıcı niteliğinin oldukça sınırlı kalmasına, Sünni Arapların ve Türkmenlerin dışarıda bırakılmasına yol açmıştır. Kuruluş 
aşamasında güvenlik güçlerine katılım daha çok istihdam kaygısıyla gerçekleşmiş, orduda subaylar siyasi partilerin desteğiyle yükselme imkânı elde etmiş, rütbeler gerekli eğitim ve tecrübe edinilmeden dağıtılmıştır. 

Şii ve Kürt unsurlar ağırlıklı olacak şekilde tasarlanan Irak güvenlik güçleri büyük ölçüde Bedir Tugayları ve Peşmerge kuvvetlerinden oluşturulmuştur. 
Saddam rejimini devirmek hedefiyle 1982’de Tahran’ın desteğiyle Irak Yüksek İslam Konseyi’nin silahlı kanadı olarak kurulan Bedir Tugayları’nın 
büyük kısmı, 2003’te Irak ordusuna ve kolluk kuvvetlerine dâhil edilmiştir. Bedir Tugayları, silahlı unsurlarının büyük çoğunluğu güvenlik güçlerine katıldıktan 
sonra Hadi el-Amiri liderliğinde Irak Yüksek İslam Konseyi’nden ayrılarak Bedir Örgütü unvanını almış ve varlığını siyasi parti olarak sürdürmeye başlamıştır. 

Peşmerge kuvvetlerinden ise yaklaşık 10.000 asker Irak ordusuna katılmış, Genelkurmay Başkanlığına da Peşmerge komutanlarından General Babekir Zebari getirilmiştir.7 Kürt yönetimi ayrıca anayasal bir dayanak olmamasına rağmen Irak ordusunun Erbil-Süleymaniye-Dohuk bölgesinde varlık göstermesini engellemiş, Peşmerge birliklerinin kuzey Irak’ta fiilen yegâne güvenlik gücü olmasını sağlamıştır.

Geçici Koalisyon Yönetimi’nin Şii Araplar ve Kürtlerin menfaatlerine öncelik tanıyan yaklaşımı Irak güvenlik sisteminin parçalı bir yapı arz etmesine yol 
açmış, birkaç istisna dışında bağımsız milislerin silah bırakması sağlanamamıştır. Sünni Arapların dışlandığı bu parçalı yapı, Irak’ın milli güvenliğini 
sağlamaya çalışan kurumlar yerine etnik ve mezhepsel kaygılar temelinde faaliyet gösteren birimler doğurmuştur. Şii unsurların ağırlıklı olduğu ordu 
Sünni Arapların çoğunluğu oluşturduğu bölgelerdeki iç çatışmalara belirli dönemlerde kayıtsız kalmış, Şii askerler bu çatışmalara müdahil olmaktan 
kaçınmıştır. Parçalı güvenlik yapısı ayrıca ordu ve polis teşkilatı içinde İran çizgisinde ve Kürt yönetiminin çıkarları istikametinde hareket eden hizipler 
ortaya çıkarmıştır. Saddam döneminde karargâhı İran’da bulunan ve bu ülkede askeri eğitimalan Bedir Tugayları mensupları Irak güvenlik güçlerine dâhil 
edilmesine rağmen Tahran’ın güdümünde faaliyet göstermeye devam etmiş, Kuzey Irak’la Bağdat arasındaki ihtilaflı bölgeler söz konusu olduğunda ise 
Irak ordusu içindeki Kürt askerlerin Peşmerge’ye olan bağlılığı öne çıkmıştır.8 

Irak’ta devam eden çatışma ortamında Şii siyasi partilerin güvenlik güçlerini mezhepsel hedefler doğrultusunda kullanması el-Kaide bağlantılı radikal 
grupların taraftar toplamasına hizmet etmiş, bu grupların Şii din adamlarına ve kutsal mekânlarına düzenlediği saldırılar da 2006-2007 döneminde 
mezhep eksenli bir iç savaşa yol açmıştır. Amerikan kuvvetleri, bu dönemde Irak el-Kaidesi ile mücadele etmek için Sünni aşiretlerin kurduğu Sahva Gücü’nü 
desteklemiş, Sahva Gücü el-Kaide’nin büyük ölçüde etkisiz hale getirilmesini sağlamıştır. Bu dönemde Amerikan kuvvetleri ayrıca ABD karşıtı Şii direnişçi Mehdi Ordusu’nu silah bırakmaya zorlamış, Mukteda el-Sadr liderliğindeki Mehdi Ordusu 2008’de silah bırakma kararı almıştır. 2006-2007 yıllarındaki iç savaşın ardından İran’ın Irak’taki hareket serbestîsi artmış, Tahran gerek güvenlik güçleri içindeki Şii unsurları gerekse bağımsız Şii milisleri daha rahat 
yönlendirme imkânı elde etmiş, Arap milliyetçiliği çizgisinde bağımsız hareket eden Mehdi Ordusu’na hâkim olmaya çalışmıştır.9 

İran, Mehdi Ordusu içinde Mukteda el-Sadr’ın rakibi niteliğindeki Kays elHazali’yi desteklemiş, 2007’de el-Hazali liderliğinde Asaib Ehl-i Hak örgütünü 
kurdurmuştur. İran Devrim Muhafızları bünyesindeki Kudüs Gücü’nün desteğiyle öne çıkarılan Kays el-Hazali, el-Sadr’a bağlı Şii milislerin bir bölümünün Asaib Ehl-i Hak’a katılmasını sağlamış10 ve Mehdi Ordusu’nu zayıflatmıştır. Aynı yıl içinde İran, daha eğitimli Şii militanların yer alacağı ve doğrudan Kudüs Gücü’nün talimatıyla hareket edecek Hizbullah Tugayları (Kataib Hizbullah) adlı örgütü kurmuştur. Kudüs Gücü komutanı Kasım Süleymani’nin danışmanlarından Ebu Mehdi el-Mühendis liderliğinde teşkil edilen Hizbullah Tugayları’nın yaklaşık 400 militandan oluştuğu bilinmektedir.11 
Böylece İran, Muhtar Ordusu adlı Şii milis gücü ve güvenlik güçlerine dâhil edilen Bedir Tugayları’nın yanı sıra 2007’de kurdurduğu Asaib Ehl-i Hak ve Hizbullah Tugayları vasıtasıyla da Irak’taki etkinliğini artırmış, bu ülkede kendi güdümünde faaliyet gösterecek silahlı gruplara sahip olmuştur.12 

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder