MİLLİ GÖRÜŞ FELSEFESİ Erbakan’dan Sonrası, NELER Oldu.! BÖLÜM 1
Şanlı Bir Mücadelenin Tarihçesi.,
Erbakan Hoca’nın 200e yakın ortağı organize ederek 1 Temmuz 1956’da Gümüş Motor Fabrikası’nı kurduğunu, daha önce belirtmiştik. Bu girişimle tarımsal sulamada iş görmek ve özellikle şekerpancarı ziraatını destelemek üzere 15 beygir gücünde, çift silindirli dizel motorların ve pompaların üretimi amaçlanmıştı. Ortaklardan hiç kimsenin hissesi 5i geçmiyordu. O günkü fiyatlarla 6 milyon sermayeli Gümüş Motor Fabrikası’na, Menderes Hükümeti de 1 milyon 300 bin dolarlık yardımda bulunmuştu.
Erbakanın Genel Müdürlüğünü yaptığı fabrikada, 500 personel çalışıyordu. 1958 yılına kadar Gümüş Motor’da işler iyi gidiyordu. Ancak Türkiyenin kalkınmasını istemeyen ve 100 yerli motor üretimini hazmedemeyen masonik çevreler, Hükümeti ve Odalar Birliği’ni de etkileyerek çeşitli zorluklar çıkarmaya başladılar. Erbakan Hoca’nın girişimiyle, şeker şirketinin Gümüş Motor’a ortaklığı da pek işe yaramadı.
Erbakan, 1963 yılında Gümüş Motor’dan ayrılıp tekrar üniversiteye döndü.
1960 yılında Ankara’da yapılan Sanayi Kongresi’nde Erbakan, ‘Türkiye’nin kendi otomobilini yapabileceği’ fikrini ortaya attı. Asker yöneticileri, Eskişehir Demiryolları CER Fabrikası’nı Hoca’nın emrine verdiler.
Erbakan burada ‘Devrim’ adı verilen ilk yerli otomobili yaptı.
1969 Genel Seçimleri yaklaşırken bütün gazeteler, Türkiye Odalar Birliği Başkanlığına seçilen Erbakan’la ilgili haber ve yorumlarla doluydu.
Odalar Birliği’nin sanayileşme hamlesindeki rolünü çok iyi bilen ve Gümüş Motor tecrübesiyle buranın mutlaka ele geçirilmesi gerektiğini düşünen Erbakan, önce Sanayi Başkanlığı, sonra Genel Sekreterlik gibi çeşitli kademelerinde görev yaptığı bu kurumun, nihayet idare kurulu üyelerinin seçimiyle, Genel Başkanlığına geliyordu.
Erbakan’ın, meşhur mason Sırrı Enver Batur’u devirip TOBB’un Genel Başkanlığına oturması, masonik çevrelerde panik başlatıyordu.
Çünkü Erbakan, “döviz dağıtımına puantaj sistemi getireceğini, kredi paylaşımında İstanbul sanayicisiyle Anadolu sermayesini dengeleyeceğini, yatırımları verimli üretimlere yönelteceğini” söylüyor, böylece vurguna ve soyguna son veriyordu.
Çünkü o dönem, Odalar Birliği’ne verilen 20 milyon dolar yatırım kotasının, 19 milyon doları İstanbul ve İzmir tüccarına veriliyor, sadece 1 milyon doları Anadolu’ya gidiyordu.
İşte bütün bu haksızlıklara son vermek ve milli sanayimizi kurmak ve geliştirmek amacıyla, önce dürüst ve değerli işadamlarının ve Anadolu zihniyeti taşıyanların, Genel İdare Kurulu Üyeliğine seçilmelerini sağladı. Ve yine kanunların öngördüğü şekilde, bu idare heyetinin seçimiyle Odalar Birliği Başkanlığı’na atandı.
Masonların baskısı ve büyük locaların talimatıyla, önce; “Sizi iflas ettiririz, Erbakan’a uymayın” diye Anadolu tüccarına gözdağı veren Başbakan Demirel, bunda başarılı olamayınca, ardından bu seçimlerin iptali için Danıştaya dava açtı ve haksız bulundu. Bu sefer kaba kuvvetle ve polis marifetiyle, seçimle o makama gelmiş olan Hoca’yı görevinden uzaklaştırmak yoluna başvurdu. Kendi işlerine gelince ‘Demokrasi aşığı’ geçinen ve hürriyet havarisi kesilen Demirel, o günlerde planladığı Trabzon gezisine çıkmadan önce, Ankara Valisi Ömer Naci Bozkurt ile Emniyet Müdürü İbrahim Urala telefonda, “Ne pahasına olursa olsun, bu adamı mutlaka oradan çıkarın” diye bağırıyordu.
Ertesi sabah, Emniyet Şube Müdürlerinden Kamil Özdilek ve Ahmet Özal, Odalar Birliği’ne giderek, Erbakan’ın makamını terk etmesini istiyorlar. Hoca haklı olarak direniyor ve saat 23.00e kadar onları oyalayıp bir ara fırsat bularak kapıyı kilitleyip çıkıyor.
Ertesi gün, iki şube müdürü daha görevlendiriliyor ve kapının önüne polisler yığılıyor. Amaçları Hoca’yı binaya sokmamaktır. Ama o, arka kapıdan içeri girip çoktan makamına oturmuş ve görevine başlamıştır.
Bunu öğrenen Demirel delirmiş gibidir. Yetkililere kesin talimatlar veriyor ve tehditler yağdırıyor. Bu sefer Hoca’yı makam odasından çıkarmaya bizzat Emniyet Müdürü, yanında bir manga polisle gidiyor ve Erbakan’dan derhal odayı boşaltmasını istiyor. Hoca sekreterini çağırıyor ve belki de ileride hesap sormak ve bu zorbalığı ispatlamak üzere zabıt yazdırmaya başlıyor. Aradan saatler geçtiği halde zabıt yazımı devam ediyor ve sabrı tükenen Emniyet Müdürü tutulan zaptın 54’ncü sahifesinde, “artık yeter” diye kükrüyor ve sonunda zabıt bitiyor ve Hoca çantasını alıp makamını terk ediyor.
Bu olayın arkasından, birkaç yakın arkadaşıyla Adalet Partisi (AP) Genel Merkezi’ne gidip Başkan Vekili Nuri Bayar’la görüşen Erbakan, partiye üye olmak istediklerini bildiriyor. Gerekli evraklar doldurulup teslim ediliyor. Kendisine bu durumun Genel İdare Kurulu’nda görüşüleceği söyleniyor. Hâlbuki daha önce böyle bir uygulama yoktu, ama bu sefer durum tehli görülüyor Demirel’in özel tahrik ve talimatıyla ayaklanan A.P. kurmaylarının birçoğunun “bu adam partimizi karıştırır” gerekçesiyle, üyelik istemi reddediliyor. Böylece Erbakan’ın üyeliği veto ediliyor. Hoca’nın üniversiteden arkadaşları olan ve Anadolu sermayesine yakınlığı ile tanınan Mehmet Turgut ve Saadettin Bilgiç ekibinin, bu vetoya karşı çıkmaları AP’de bir iç karışıklığa neden oluyor.
Hoca’nın AP’ye müracaattaki asıl maksadının ise, bu partiyi masonların güdümünden kurtarıp, milli menfaatlere hizmet ettirmek olduğu anlaşılıyor. En azından ileride “Madem siyasete soyunacaktın, ne diye dindar ve muhafazakâr tabanlı bir parti varken ona girmedin?” şeklindeki itirazları peşinen önlemeyi amaçlıyor.
Erbakanın kaybedecek vakti yoktu. 69 seçimleri yaklaşıyordu. Ve derken Konya’dan bağımsız aday olarak seçimlere katılıyor ve 3 milletvekili oyu alarak Meclis’e giriyordu. Böylece Demirele ve arkasındaki güçlere karşı şanlı ve anlamlı bir zafer daha kazanıyordu.
Demirel, Bölükbaşı’nın deyimiyle 60 ihtilalinden sonra, yol üstünde bulunmuş bir şapka gibi, Demokrat Parti (DP)’nin yerine kurulan AP’nin başına geçirilmiş bulunuyordu.
Demokrat Parti ve Menderes Hükümetleri, İnönü’nün başlattığı Amerikan mandacılığını, hem de dindarlık ve demokratlık kılıfıyla daha da pekiştiriyordu. Ama buna rağmen Müslümanlara müsamahakâr davrandıkları ve kısmen de olsa milli bir çizgiye kayma eğilimine sebep oldukları bahanesiyle başta ABD olmak üzere, siyonist ve masonik çevrelerce yalnızlığa itiliyordu. Bu nedenle 1959’da tüm dış krediler kesiliyordu. Hükümet çaresizlik içerisinde kıvranıyor, enflasyon üç haneli rakamlarla ifade ediliyor, zamlar ve yokluklar peş peşe geliyordu.
Bu durumu fırsat bilen muhalefetteki CHP, derin güçlerin de tahrik ve teşvikiyle, halkı ve gençliği kışkırtıyor, iktidar ise sert tedbirlerle olayları önlemeye çalışıyordu. Ve nihayet Ordu, bazı solcu gurupları ve aydınları da arkasına alarak 27 Mart 1960’ta yönetime el koymak zorunda kalıyordu. Yüzlerce Amerikancı general emekliye sevk ediliyor, uşak kafalı bürokratlar değiştiriliyor, milli ve devrimci bir hedef güdülüyordu. Ama sonradan maalesef bu hareket de rayından saptırılıyordu.
Yassı Ada Mahkemeleri sonucu Adnan Menderes, Hasan Polatkan ve Fatin Rüştü Zorlu idam ediliyordu. Kim bilir belki de kader, Amerikan emperyalizmi doğrultusunda Türkiye’de ılımlı İslamı yerleştirip toplumun dini gayret ve asalet ruhunu çürüten ve İsrail’in çıkarlarını ülkesinden fazla düşünen bu kişilerden intikam alıyordu.
Alparslan Türkeş gibi, özellikle Amerika’da eğitilmiş olan ve çoğu yine Amerikan güdümündeki NATO’da görevli bulunan ve genellikle Albay ve daha küçük rütbeli komitacı kurmayların yaptığı ihtilalin arkasından, 61 Anayasası hazırlandı ve 25 Ekim 1961’de yapılan genel seçimlerde DPnin varisi olarak katılan AP önemli bir başarı sağladı. Askerlerin de dayatmasıyla, 10 Kasım 1962de AP+CHP koalisyonu kuruldu. 1963’teki ara seçimler de AP’nin zaferiyle sonuçlandı. Askerlere hoş görünmek için AP’nin başına getirilen Emekli Paşa Ragıp Gümüşpala, 1964’te ölünce yerine partinin asıl kurucusu Sadettin Bilgiç’in seçilmesi beklenirken, onun gerici ve tutucularla ilişkisi olduğu gerekçesiyle, yerine hiç kimsenin tanımadığı ve partiye hizmetine şahit olmadığı Süleyman Demirel getiriliyordu.
Demirelin ‘mason’ olduğu belgelerle açıklanınca da, muhafazakâr tabanını ürkütmemek için ‘mason olmadığını gösteren bir belge’ yine mason locaları tarafından derhal basına ulaştırılıyordu. Mason kurallarına ters olan bu davranış, bu sefer Locaları karıştırıyordu.
Demirel mevcut koalisyonu bozmak için, CKMP ve YTP ile anlaştı. 1965 bütçesine ret oyu kullanarak hükümeti düşürdüler. AP senatörü Suat Hayri Ürgüplü başkanlığında 20 Şubat 1965’te AP-CKMP-YTP koalisyonu kuruldu. 10 Ekim 1965’te yapılan genel seçimlerde ise, AP 240 milletvekili alarak tek başına hükümet oldu.
Erbakan Hoca, 1969 seçimlerinden önce bir parti kurmaya fırsat bulamamıştı. Ancak pek çok arkadaşı, değişik illerden bağımsız olarak seçime katılmış, fakat sadece kendileri Konya’dan kazanmıştı.
Hemen arkasından 26 Ocak 1970 tarihinde, Milli Nizam Partisi kuruldu. Artık kendi değerlerimizi savunan ve bütünüyle inançlı kadroların güdümünde olan bir partinin varlığı kaçınılmaz bir zorunluluktu...
MNP Kurucuları şu şahsiyetlerden oluşuyordu:
1- Prof. Dr. Necmettin Erbakan : Konya Milletvekili
2- A. Tevfik Paksu : Eski Maraş Senatörü
3- Ali Haydar Aksay : Avukat-Adana
4- Süleyman Arif Emre : Avukat-Eski Adıyaman Milletvekili
5- H. Tahsin Armutcuoğlu : Avukat-Ankara
6- Ömer Çoktosun : Tüccar- Konya
7- Ekrem Ocaklı : Eski Gümüşhane Milletvekili
8- Ömer Faruk Ergin : Emekli-Memur
9- Saffet Solak : Prof- Ege Üniversitesi-İzmir
10- Hasan Aksay : Eski Adana Milletvekili
11- Ali Oğuz : Avukat-Kayseri
12- İsmail Müftüoğlu : Avukat- Trabzon
13- Nail Sürel : Tüccar-Tekirdağ
14- Dr. Fehmi Cumalioğlu : Eski Kayseri Milletvekili
15- Hüsamettin Fadıloğlu : Müteahhit-Gaziantep
16- Bahattin Çarhoğlu : Tüccar - Urfa
17- Mehmet Satoğlu : Harita Mühendisi-Kayseri
18- Rıfat Boynukalın : Mühendis-Karaman
MNP’nin kuruluşunun hemen ardından, Isparta Milletvekili Hüsamettin Akmumcu ile Tokat Milletvekili Hüseyin Abbas, APden ayrılıp MNP’ye katıldılar. Böylece MNP’nin Meclis’teki sayısı, Erbakan Hoca’yla birlikte 3e yükselmişti.
Milli Nizam Partisi hızla teşkilatlanmaya başladı. Halkımız, yıllardır hasretini çektiği bu siyasi harekete, umulandan daha büyük bir ilgiyle sahip çıktı. Gönül erleri ev ev, köy köy dolaşıyor. Hak ile batıl tanıtılıyor, ülke gerçekleri dile getiriliyordu. Birkaç sefer ziyaret edilen köy ve mahallelere, sohbet sonunda bir teyp ve Hoca’nın bantları hediye ediliyor, halkımız hararet ve heyecanla bunları dinliyordu.
24 Ocak 1971’de MNP’nin 1’inci Olağan Kongresi büyük bir coşkuyla yapılıyor ve hemen arkasından bir iki ay sonra gerçekleştirilen 12 Mart Askeri Muhtırasıyla MNP kapatılıyordu.
Her ne hikmetse, 12 Eylül 1980 hareketi de meşhur Konya Mitingi’nin arkasından yapılmış ve diğerleriyle birlikte ve özellikle MSP kapatılmıştı. Her iki askeri darbenin de, MNP ve MSPnin böylesine görkemli ve ürkütücü gövde gösterileri yapmasının hemen arkasından gelmesi çok ilginç ve anlamlıydı..
MNP’nin kapatılması gerekçeleri ise şunlardı:
a- Partilerin Genel Kongrede içtikleri Milli Nizam andı.
b- Ve aynı kongrede söylenen Milli Nizam Marşı,
c- Milli Nizamcıların okullarda din derslerinin zorunlu okutulmasını savunmaları,
d- İzmir Gençlik Kolları’nın yayınladığı bir broşürde “Hak yol İslam yazacağız” şiirinin şeriat propagandası sayılması.
Milli Nizam yemini ise şöyleydi: “ Ya Rabbi Kongremizi, Milli Nizam idaresinin bu memlekete gelmesine vesile kıl... Ya Rabbi sen, Milli Nizam’ı milletimizin dünya ve ahiret saadetine vesile kıl...”
12 Mart Muhtırası dönemi Anayasa Mahkemesi’nce Milli Nizam kapatılınca, sahabelerin Mekke müşriklerinin zulmünden, Hıristiyan Habeşistana hicret ettiği gibi, Erbakan Hoca da İsviçreye gitti. Bu hicret hem çok yoğun çalışmalar yüzünden, yıllardır ihmal ettiği bazı rahatsızlıklarını tedavi imkânı bulmak, hem daha güvenli bir ortamda, gelecekle ilgili plan ve projeleri hazırlamak, hem de millet ve memlekete hizmet yolunda hayatını adadığı, ama bir türlü anlaşılamadığı ve gerekli desteği bulamadığı için, etkili ve yetkili bazı makamlara, bir nevi sitemde bulunmak, gibi hikmetlere dayanıyordu...
Erbakanın İsviçreye gidişinden bir müddet sonra, 12 Mart Muhtırası’nın Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Muhsin Batur ile Orgeneral Turgut Sunalp’ın İsviçre’ye giderek ‘Hoca’nın yurda dönmesi ve yeniden siyasi ve fiili hizmetinin başına geçmesi’ yolunda temenni ve teminatta bulundukları söylenir. Şimdilik sadece bir iddia olmaktan öteye gitmeyen bu durum doğru olsa bile Türkiye’nin kötü gidişatını, iç ve dış sorunlarını çok iyi bilen, Hoca’nın da karakter ve kabiliyetini takdir eden vatanperver bazı generallerin, sırf ülkeye hizmet gayesiyle giriştikleri bir teşebbüs sayılabilir.
Ve zaten ülkemizde ve yeryüzünde, Adil Bir Düzen kurmak gayesiyle yola çıkan Erbakan Hoca gibi liderlerin, Ordu gibi çok önemli bir kesimi ihmal etmesi de, elbette mümkün değildir.
Ve derken MNP’nin kapatılmasından bir buçuk sene sonra, 11 Ekim 1972’de MSP kuruldu ve çok kısa bir dönemde 42 il ve 250 ilçede teşkilatlandı.
MSP’nin ‘Milli Devlet’ hedefinin temel ilkeleri ise şöyle sıralanıyordu:
1- Milli Görüş’ün egemen olduğu dönemde, Türkiye’nin şartlarına, ihtiyaçlarına ve demokrasi standartlarına uygun bir ‘Yarı Başkanlık Sistemi’ öngörülmektedir. Cumhurbaşkanı’nı ise tek dereceli seçimle halkın kendisi belirlemelidir.
2- Senato kaldırılacak, Tek Meclis Sistemine geçilecektir.
3- Milli iradenin Meclis’e yansımasını engelleyen ve parlamentonun temsil gücünü gölgeleyen olumsuzluklar giderilecektir.
4- Önemli konularda milletin arzu ve iradesini ortaya çıkarmak ve halkın yönetim üzerindeki denetim ve kontrolünü sağlamak amacıyla ‘Referandum-Halk oylaması’ düzenlemesi getirilecektir. Böylece meclislerden geçse bile, milletin istemediği kanun ve kararlara karşı “Halk vetosu” hayata geçirilecektir.
5- Amerika ve Avrupa’da uygulanmakta olan “Jüri usulü” olgunlaştırılacak, bağımsız mahkemelerimizin “Milli irade ve genel vicdani muhasebe” doğrultusunda ve evrensel hukuk kuralları bağlamında adalet işlerini yürütmesine fırsat verilecektir.
6- Her seviyedeki hakimlerin ve farklı statüdeki mahkemelerin, kanunların boşluğunu doldurmak üzere verdikleri ‘İçtihadi kararların’, yine ehil ve yetkili hukuk adamlarınca, Anayasa’ya uygunluğunu denetleyecek bir mekanizma geliştirilecektir.
7- İç barışın sağlanması ve çok yönlü kalkınmanın başarılması için, bütün hak ve özgürlüklerin en geniş anlamda tanınması ve korunması gerekir. Demokrasi bütün kurum ve kurallarıyla uygulanmalı ve Milli İradeye mutlaka saygı gösterilmelidir.
8- Anadolu kalkınması, ne devletçilikle ne de mutlu azınlığın güdümünde değil, özel teşebbüs eliyle ve bölgesel kalkınma şirketleriyle gerçekleştirilmelidir. Devlet, sadece araştırma, proje ve alt yapı hizmetleri vermeli ve rehberlik etmelidir.
Bütün bunlar 22 Ocak 1973’teki MSP Kongresi’nde de dile getirilmiştir. Evet işte 1970’lerde Milli Görüş’ün genel hedefleri bunlardır. ‘Demokrasi, insan hakları ve özel teşebbüs’ gibi konulara sonradan ve göstermelik olarak sahip çıkıldığını ileri sürenler, otuz yıl önce dile getirilen bu prensipleri okuyup gerçeği görmelidir.[1]
Evet, Milli Görüş öyle göstermelik eylemlerin ve günü birlik söylemlerin değil, milli hedeflerin, ilmi projelerin ve uzun vadeli bir sürecin sahibidir.
2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder