6 Eylül 2018 Perşembe

İsrail’in Kürt Siyaseti ve Türkiye-İsrail İlişkilerine Etkisi

İsrail’in Kürt Siyaseti ve Türkiye-İsrail İlişkilerine Etkisi




Ceyhun ÇİÇEKCİ
17 Ekim 2017
www.bilgesam.org
İsrail’in Kürt Siyaseti ve Türkiye-İsrail İlişkilerine Etkisi











   25 Eylül tarihinde Irak Kürt Bölgesel Yönetimi (bundan sonra IKBY) tarafından gerçekleştirilen bağımsızlık referandumu, hem yapıldığı tarihe kadar 
hem de sonrasındaki süreçte yoğun tartışmaların odağında kendine yer bulmuş ve bölge ülkelerini de bu gelişme karşısında ivedilikle pozisyon almaya sevk etmiştir. Özellikle de IKBY’nin komşu olduğu coğrafyalardan kaynaklanan tepkiler, kuşkusuz ki en şiddetlileriydi. Irak’ın toprak bütünlüğüne halel 
getirecek olması hasebiyle konunun direkt muhatabı Irak merkezi hükümetinin tepkilerini bir kenarda tutarsak, hem Türkiye hem de İran’ın sahip oldukları Kürt 
nüfusunun bu referandum vesilesiyle mobilize edilebilmeleri ciddi birer ihtimal olarak belirdiğinden, tepkilerin boyutu da bir o kadar büyük olmuştur. 

Sınırdaş bölge ülkelerinin ulusal güvenliklerine yönelik bir tehdit olarak algıladıkları söz konusu bağımsızlık referandumu, hem bölge ülkelerinden 
hem de küresel güçlerden herhangi bir desteğe nail olamamıştır. IKBY’nin gerçekleştirdiği referandumu destekleyen tek ülke, en azından aleni bir söylem benimseyerek, İsrail olmuştur. 

İsrail’in IKBY tarafından gerçekleştirilen referanduma self-determinasyon ilkesi üzerinden sahip çıkması ve alenen desteklemesi, bölgesel gündemden ve dengelerden bağımsız düşünülemeyeceği gibi İsrail’in tarihsel seyri açısından takip ettiği Kürt siyasetinin de nihai safhasını oluşturmaktadır. Fakat yukarıda da anıldığı gibi İsrail’in desteklediği bu referandumu ulusal güvenliklerine direkt bir tehdit olarak algılayan ülkeler ise biri İsrail’in uzun yıllardır rekabet halinde olduğu İran ve bir diğeri ise ilişkilerinin normalleştiği ‘varsayılan’ Türkiye’dir. Söz konusu referandumun İsrail tarafından desteklenmesi ve dahi İsrail’in Kürt siyasetinin uzun yıllara yayılan geçmişi nedeniyle Türkiye ile yaşayabileceği 
gerilimleri hesaplayabilmek daha da kolaylaşmaktadır. 

İsrail’in Kürt Siyaseti

İsrail’in Kürt siyaseti, daha ziyade ulusal çıkarları ve bölge odaklı dış politikasının konfigürasyonu itibariyle, daha neredeyse devlet kurulduğu yıllardan itibaren bölgedeki Arap olmayan unsurlarla yakından ilgilenmiş ve çevrelendiğini düşündüğü Arap okyanusunu bir şekilde yarmanın yollarını aramıştır. Bu yarma harekâtı Çevre / Çevresel Pakt (Periphery/Peripherial Pact) olarak adlandırılmış ve İsrail, bölgesel düzeyde yaşadığı muazzam yalnızlığı bu siyasal girişim sayesinde bir biçimde hafifletmeyi başarmıştır. Bu sayede de özellikle Irak’ın kuzeyinde yaşayan Kürtlere yönelik ekstra bir ilgi gösterebilmiştir. 

İsrail’in kurucu lideri David Ben Gurion döneminde hayata geçirilen söz konusu dış politika stratejisi, daha ziyade ulusal güvenlik odaklı olmasıyla bilinir. Bu tarihlere kadar ulusal güvenlik politikası olarak anlaşılabilecek biricik öneri, Vladimir Jabotinsky’den gelmişti. Fakat artık İsrail’in bir devlet olarak hayatta kalabilmesi (survival) için öngörülen bu reçete, İsrail devleti kurulmazdan evvel Yishuv adıyla örgütlenmiş Yahudi toplumunun uygulayageldiği, revizyonist Siyonizm’in fikir babası olarak bilinen Jabotinsky’nin Demir Duvar (Iron Wall) adıyla anılan, Araplarla çatışmanın kaçınılmazlığına istinaden caydırıcılığın süreklilik arz etmesi gerekliliğini vurgulayan politikasına paralel olarak 
kurgulanmıştır. 

Çevre/Çevresel Pakt, İsrail’in bölgesel yalnızlığını esas alarak geliştirilmiş bir stratejiydi. Yakın çevresinde kümelenen Arap devletlerini bir biçimde dengelemenin yolu ancak Arap olmayan unsurlarla geliştirilecek ilişkilerle mümkün olabilirdi. Buna istinaden devlet düzeyinde başta Türkiye, İran ve Etiyopya olmak üzere Arap olmayan unsurlara yönelik yoğun ve gizli bir diplomasi faaliyeti sürdürülmeye başlandı. İsrail’in Arap olmayan bir diğer unsur olarak Kürtlere yönelik ilgisi de benzer tarihlere rastlar. 1950’li yılların ikinci yarısında belirginleşen söz konusu politikanın Kürtlere yansıması, 1960’lı yılların ilk yarısını bulur. 

Irak Kürtlerinin İsrail açısından taşıdığı stratejik değer, tarihsel bağlamında değerlendirildiğinde daha da net anlaşılabilir. Öncelikle İsrail, oldukça 
erken tarihler olarak 1960’lı yılların ilk yarısında Molla Mustafa Barzani önderliğinde ayaklanan Kürtlere hem silah hem de danışmanlık hizmeti sunmuş ve nihai kertede Kürtlerin yönetsel olgunlaşmasına katkı sunarak, hedeflediği Irak coğrafyasının bütünlüğünü bozabilmek için bu girişimlerini yoğunlaştırmıştır. Irak coğrafyasının bütünlüğünü kaybetmesi, İsrail’i çevreleyen Arap devletlerinin belki de en güçlülerinden birinin hadım edilmesi anlamına gelecekti. 

Kuzey Irak’taki Kürt ayaklanmasının devam ettiği tarihlerde, İsrail ile ilişkiler oldukça ehemmiyet kazanmış ve bu minvalde girişimlerde bulunulmuştur. 
1964 yılında Kürt ayaklanması pek çok bağlamda problemli bir hal aldığında İsmet Şerif Vanlı, Molla Mustafa Barzani ile görüşerek Tel Aviv’in yardımını istemeyi önermiştir. Daha sonrasında Vanlı’nın İsrail’e gizlice gittiği ve burada Başbakan Levi Eşkol’le görüşmeler yaptığı bilinmektedir. Devamında İsrail, Irak’ın kuzeyindeki Kürt bölgesine ilişkilerin istikrar kazanması ve hatta kurumsallaşması olarak okunabilecek bir atılımla daimi bir temsilcisini göndermiştir. İsrailliler lobi imkânları üzerinden Kürtlerin ABD ile temasına da gayret etmiş ve fakat bu tarihlerde pek başarılı olamamışlardır. 

Kürt coğrafyasına yönelik bu ilginin jeopolitik bağlamından ziyade toplumsal ilişkiler bağlamında da oldukça mühim donelere sahibiz. Söz gelimi, Kürt Yahudilerinin özellikle 1940’ların sonları itibariyle yeni kurulan İsrail’e göç etmeleri, bu coğrafyada yaşamlarını sürdürmeye devam eden Kuzey Irak Kürtlerine yönelik İsrail’de bir lobi imkânı yaratmış ve bu dönem göç edenlerin pek çoğu ikili ilişkilerde bir nevi fahri elçilik görevi ifa etmiştir. Edebiyat dünyasına dahi yansıyan bu dostane ilişki biçimi, İsrailli yazar Sami Michael’in bir Kürt kadının Saddam rejiminin ‘gadrinden’ kurtulabilmek adına Bağdat’ta yaşamlarını sürdüren son Yahudilere sığınmasını konu edinen Aida romanında ifadesini bulmuştur. 

1975 yılına gelindiğinde Irak ile İran arasında imzalanan Cezayir Anlaşması neticesinde İsrail’in Kürtlere fiili desteği de imkânsızlaşmıştır. Özellikle 
anlaşmanın taraflarından Şah yönetimindeki İran’ın bu yöndeki talepleri, İsrail’in o günün şartlarında yakın ilişkilere sahip olduğu bir devletin talepleri doğrultusunda hareket etmesine ve Kürtlere sağladığı askeri desteği de sonlandırmasına sebep olmuştur. Anlaşmanın iki sene öncesinde, 1973 yılında gerçekleşen Yom Kippur savaşında Irak ordusuna saldırmayarak İsrail stratejisini bir ölçüde zorlaştıran Kürtler de böylece bedel ödemiş olmaktaydılar. Ayrıca hem İsrail hem de Kürtler bu tarihlerde olabildiğince gizli ilişkiler sürdürmeyi öncelemişlerdir. 

Kürtler, İsrail ile ilişkilerinin açığa çıkması durumunda bölgesel bir ihanet suçlamasına muhatap olabilirlerdi. İsrail ise bu tarihlerde yoğun 
ilişkide olduğu İran’ı karşısına almak zorunda kalabilirdi. 

1975’teki Cezayir Anlaşması’ndan sonra uzun bir süre soğuyan ilişkiler, 1991 yılında vuku bulan Körfez Savaşı ve sonrasında 2003 yılındaki Irak İşgali’yle yeniden canlandırılmıştır. Günümüze daha yakın tarihlerde ise İsrailli liderlerin pek çok sefer olası Kürt bağımsızlığının lobisini yaptığına şahit oluruz. Söz gelimi 2014 yılında ABD Başkanı Obama ile görüşen İsrail Cumhurbaşkanı Shimon Peres, Kürt bağımsızlığı hususunda başkanı cesaretlendirmeye çalışmıştır. Yine İsrail Başbakanı Netanyahu da 33 Kongre üyesine yaptığı konuşmada Kürtlerin hem Batılı değerleri öncelediklerini hem de DAEŞ üzerinden cesaretlerini kanıtladıklarını vurgulayarak, Kürtlerin bağımsızlıklarının desteklenmesi gerektiğini belirtmiştir. Kürtlerin, Batılı devletlerdeki lobi imkânları dolayısıyla da İsrail’e yakın durmak gerektiğini stratejik bir öncelik olarak 
görmelerini normalleştiren bu örnekler elbette çoğaltılabilir.

Ayrıca İsrail, Kürtlerin Kuzey Irak’taki olası bağımsızlığını önceleri Irak’ı denetim altında tutmak amaçlı desteklemiş olsa da günümüzde Irak üzerindeki hegemonik etkisi sebebiyle İran’ın kapasitesini zorlamayı hedeflemektedir. Saddam yönetimindeki Irak’ı kontrol altında tutabilmek ve rejimin faaliyetlerine dair istihbarat toplayabilmek amaçlı kilit bir konumda gördükleri Kuzey Irak Kürt bölgesi, uzunca bir süredir İran’a yönelik istihbarat toplama faaliyetlerinin merkezlerinden birini teşkil ediyor. Bu bağlamda, Türkiye’nin de parçası olduğu iddia edilen bir karşı istihbarat operasyonunda, MOSSAD’ın İran’a yönelik istihbari faaliyetler için yetiştirdiği 10 Kürt ajanın kimliklerinin deşifre edilmesi, 
oldukça mühim bir done olarak önümüzde duruyor. Hatta bu operasyonla birlikte MİT Müsteşarı Hakan Fidan da İsrailli yetkililerin sözlü 
saldırılarına maruz kalmıştı. 

Türkiye-İsrail İlişkilerine Etkisi

İsrail’in Kürt siyaseti, elbette ki Türkiye ile ilişkilerine endeksli bir planda yürümemektedir. Lakin ufak bir nüansı belirtmek gerekir. İsrail, Türkiye’yi bölgenin önemli güçlerinden biri olarak addettiğinden, bölgedeki Kürt oluşumlarına yönelik Türk hassasiyetini (Arap/Fars hassasiyeti de dâhil) her daim gözlemleyerek hareket etmiştir. Bu bağlamda, İsrail’in Kürt siyaseti genel olarak su yüzüne çıkarılmamış ve bir sır muamelesi yapılarak alenileştirilmekten kaçınılmıştır. 

Bu durumun enteresan bir istisnası olarak verilebilecek bir gelişme ise 2009 yılının başlarında Davos’ta düzenlenen bir panelde Başbakan Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı Peres’e hiddetli çıkışıyla sembolize olunan ikili ilişkilerdeki gerilemenin miladının hemen akabinde, 2009 yılının Ağustos ayında Kuzey Irak’ta İsrail-Kürt isimli bir derginin yayın hayatına başlamasıydı. Bu derginin temel amacı, İsrail ile Kürtlerin ilişkilerinin geliştirilmesine bir nebze olsun katkı sunabilmekti. Bu done de yukarıda anılan argümanı doğrular bir içerik sunuyor. Türkiye-İsrail ilişkilerinin yolunda gittiği dönemlerde İsrail’in Kürt siyaseti görünmez bir hal alıyor.

Türkiye-İsrail ilişkileri, 2016 yılının ikinci yarısında karşılıklı olarak büyükelçilerin atanmasıyla birlikte bir nebze olsun rahatladı ve popüler tabirle normalleşti. Lakin kamuoyunun normalleşme olarak adlandırılan bu süreçte referans aldığı temel olguyu, 1990’lı yılların ikinci yarısında geliştirilen Türkiye-İsrail ilişkileri oluşturuyordu. 

Bu tarihlerde özellikle de askeri alanda imzalanan anlaşmalar aracılığıyla sıkılaştırılan ikili ilişkiler, bölge ülkelerinin de dikkatlerini çekmiş ve iki ülkenin bir ittifak ilişkisine yöneldiklerine kanaat getirilmişti. Lakin yeni dönemdeki ilişkilerin ana düzlemini askeri ortaklıklar değil, İran yayılmacılığı ve Doğu Akdeniz’de keşfedilen doğalgaz yataklarına optimum güzergah arayışları oluşturuyordu. 

1990’larda geliştirilen askeri ilişkilerin mahiyeti kısa bir sürede ortaya çıktı ve ürettiği etki açısından da iki ülkeyi bölgesel sorunlarda kısmen rahatlattı. İsrail’in bu dönemde Türkiye ile istihbarat paylaşımı yapması, Türkiye’nin terörle mücadelesinde oldukça önemli katkılar olarak görüldü. Ayrıca 1996 yılı itibariyle imzalanan askeri anlaşmalar vesilesiyle iki ülke bir nevi ittifak ilişkisi geliştirmiş ve bölge ülkelerini dengeleyerek taleplerini empoze edebilme imkânına kavuşmuşlardı. Bu durumun bariz örneği olarak, 1998 yılında Türkiye’nin Suriye’ye yönelik baskıları gösterilebilir. Bu tarihte, Suriye’de ikamet eden PKK lideri Abdullah Öcalan Türkiye’nin açık tehditleri neticesinde Suriye’den çıkartıldı. 

Daha sonrasında da 1999 yılında Öcalan’ın Kenya’da İsrail istihbarat teşkilatı MOSSAD’ın yoğun katkılarıyla yakalandığına yönelik çıkan söylentiler nedeniyle İsrail’in Kürt siyaseti göreceli olarak sekteye uğramış ve IKBY’nin bugün temsil ettiği çizgiyle sınırlı kalmıştır. Ayrıca örgüt lideri Öcalan’ın kimi antisemitik açıklamaları ve İsrail karşıtı beyanları da İsrail’in PKK’ya yönelik pozisyonunu netleştirmesine genel hatlarıyla yardımcı olmuştur. 

İsrail’in ulusal güvenliğini baz alan bölge siyaseti açısından gayet ‘meşru’ bir yönelim olarak gördüğü Kürt bağımsızlığı, söz konusu Kürt coğrafyasına komşu bir ülke olan Türkiye açısından aynı minvalde değerlendirilmemektedir. 

Türkiye’nin sahip olduğu Kürt nüfusun yoğunluğu dikkate alındığında, Kuzey Irak’ta gelişebilecek olası bağımsızlık hareketlerinin dolaylı olarak kendi ulusal güvenliğini de etkileyebileceği inancıyla hareket ederek, kuzeydeki Kürt bölgesinin Irak’tan olası bağımsızlığına karşı duran Türkiye, bu politikasına uzun yıllardır devam edegelmektedir. Özellikle ülkesinin güneydoğusunda uzun yıllardır PKK terörüyle mücadele eden Türkiye, bu örgütün yaslandığı ana ideolojik eksen olarak Kürt milliyetçiliğine karşı bir set çekme ihtiyacı duymuş ve daha ziyade Kürt grupların aralarındaki çekişmelerden istifade ederek PKK’yı bir şekilde yine Kürt gruplarla dengelemiştir. Ayrıca Arap coğrafyasının da 
bölünmesi anlamına gelecek olan olası Kürt bağımsızlığının Arap yönetimleri tarafından da hoş karşılanması beklenemezdi. 

Bu sebeple, başta Saddam rejimi olmak üzere Arap yönetimlerinin Kürt bağımsızlığına bakışları, Türkiye açısından Kuzey Irak politikasının dolaylı desteklenmesi anlamına gelmiştir. 

Yukarıda da değinildiği üzere, Türkiye-İsrail ilişkilerinin yeniden canlandırılmaya çalışılmasının altında yatan temel sebeplerden biri de İran yayılmacılığının dengelenmesiydi. Bu bağlamda, olası Kürt bağımsızlığı Irak’ın toprak bütünlüğünü bozacak ve Irak siyasetinde başat aktör konumunda bulunan İran’ın etki alanını da sınırlandırmış olacaktı. Seküler bir nitelik taşıyan yapısıyla IKBY, aynı zamanda da Sünni Müslüman bir ekseriyete dayanmasıyla, İran’ın mezhepçi agresyonuna set çekmekte işlevselleştirilebilirdi. En azından İsrail’in günümüz konjonktüründeki hesabı daha ziyade buydu. Lakin Türkiye’nin sahip olduğu yoğun Kürt nüfusu, bölgede ortaya çıkacak olası bir Kürt devleti nedeniyle, Türkiye’nin istikrarsızlaştırılmasında ve bir ihtimal parçalanmasında rol oynayabilirdi. Bu sebeplerle, İran yayılmacılığının sınırlandırılması 
her iki ülkenin de önceliklerinden olmasına rağmen, Kürt bağımsızlığı söz konusu olduğunda Türkiye’nin öncelik sıralaması değişmektedir. Başta Cumhurbaşkanı Erdoğan olmak üzere Türk yetkililerin açıklamalarına bakıldığında, olası Kürt bağımsızlığından duyulan rahatsızlığın boyutları da rahatlıkla gözlemlenebilir. Hemen bütün bu açıklamalarda İsrail’in itham edildiği ve Kürt bağımsızlığının ‘ikinci bir İsrail’ olarak sonuçlanacağı sürekli dile getirilmektedir. Kaldı ki Kürt bağımsızlığının ‘ikinci bir İsrail’ olarak algılanması ve yaftalanması yeni bir olgu olmamakla birlikte, Türk yetkililerin ürettiği bir analoji de değildir. Irak Savunma Bakanı tarafından Kürt ayaklanmasına istinaden ilk defa 1966 yılında telaffuz edilmiştir. 

Sonuç olarak, Türkiye-İsrail ilişkileri hali hazırda soğuk bir barış yaşamaktadır. Kürt bağımsızlığına yönelik girişilen eylemlere verilen reaksiyonlarla birlikte iki ülke, bir kez daha ayrı noktalarda pozisyonlandılar. 15 Temmuz darbe girişiminin ve Suriye iç savaşının getirileriyle birlikte değerlendirildiğinde, Türkiye-İsrail ilişkilerinin Doğu Akdeniz’deki doğal gaz yataklarına odaklanması beklenebilir. Alçak politika 
(low politics) olarak sınıflandırılan ekonomik faaliyetler, iki ülke ilişkilerinin bir süre daha ana gündemi olmaya devam edecek gözüküyor. 

Bir üst politika (high politics) başlığı olarak İran yayılmacılığına karşı ortak hareket etme imkânları ise hem 15 Temmuz darbe girişiminin artçı etkileriyle 
hem de Suriye iç savaşındaki pozisyonlar sebebiyle geri planda kalacak gibi görünüyor. 


BİLGESAM Hakkında
BİLGESAM, Türkiye’nin önde gelen düşünce kuruluşlarından biri olarak 2008 yılında kurulmuştur. 

Kar amacı gütmeyen bağımsız bir sivil toplum kuruluşu olarak BİLGESAM; Türkiye’deki saygın akademisyenler, emekli generaller ve diplomatların 
katkıları ile çalışmalarını yürütmektedir. Ulusal ve uluslararası gündemi yakından takip eden BİLGESAM, araştırmalarını Türkiye’nin milli problemleri, dış politika ve güvenlik stratejileri, komşu ülkelerle ilişkiler ve gelişmeler üzerine yoğunlaştırmaktadır. BİLGESAM, Türkiye’de kamuoyuna ve karar alıcılara yerel, bölgesel ve küresel düzeydeki gelişmelere ilişkin siyasal seçenek ve tavsiyeler sunmaktadır.
www.bilgesam.org


Yazar Hakkında

Tel Aviv Üniversitesi’nde misafir araştırmacı ve Çanakkale Üniversitesi’nde öğretim elemanı olarak çalıştı. Uluslararası Güvenlik Çalışmaları: 
Uluslararası İlişkilerde Eleştirel Güvenlik Kuramı isimli kitabın yazarıdır. İsrail ve Ortadoğu siyaseti, Güvenlik çalışmaları ve Uluslararası 
ilişkiler kuramı temel ilgi alanlarıdır. 
Ulusal ve uluslararası platformlarda çok sayıda makalesi yayınlanmıştır.

İsrail’in Kürt Siyaseti ve Türkiye-İsrail İlişkilerine Etkisi
Bilge Adamlar Stratejik Araştırmalar Merkezi (BİLGESAM) 
Mecidiyeköy Yolu Caddesi, No:10, 34387 Şişli -İSTANBUL 
www.bilgesam.org 
bilgesam@bilgesam.org 
Tel: 0212 217 65 91 - Fax: 0 212 217 65 93
© BİLGESAM Tüm hakları saklıdır. İzinsiz yayımlanamaz. Kaynak gösterilerek alıntı yapılabilir. 




***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder