1 Eylül 2018 Cumartesi

SURİYE KRİZİNDE YENİ SAFHA İDLİB SURİYE BATAKLIĞI, İDLİB EN RİSKLİ GİRİŞİM., BÖLÜM 3


SURİYE KRİZİNDE YENİ SAFHA İDLİB SURİYE BATAKLIĞI, İDLİB EN RİSKLİ GİRİŞİM., BÖLÜM 3



İDLİB’DE ASKERİ DENGELER

Esed rejiminin askeri anlamda oldukça zor durumda kaldığı ve İdlib’i muhalefete kaybettiği 2015’te Rusya ve İran, Moskova’da gerçekleştirilen birtakım temasların ardından duruma bizzat müdahale etme kararı aldı. Rus ordusu halihazırda kullandığı Tartus Deniz Üssü’nün yanı sıra Lazkiye’nin güneydoğusunda yer alan Hmeymim Hava Üssü’ne yığınak yapmaya koyuldu. Eylül 2015’e gelindiğinde ise Rus hava saldırıları muhalif bölgeleri vurmaya başladı. Aynı dönemde İdlib’i ele geçiren muhaliflerin Fetih Ordusu koalisyonu içerisinde de anlaşmazlıklar baş göstermiş ve ayrılıklar yaşanmıştı. Bu durum Hama’ya yönelik operasyonu akamete uğratırken bölgeye yönelik başlayan yoğun Rus hava bombardımanı eşliğinde rejimin karadan düzenlediği saldırılar şiddetlendi. Bu duruma muhalifler bir süre direnebildi ve Hama hattında rejimin ilerlemesine izin verilmedi.

Buna karşın Rusya ve rejim saldırılarını Lazkiye ve Halep’e yoğunlaştırdı. 2016 boyunca bölgede muhaliflere yönelik düzenlenen ağır bombardıman ve hava saldırılarıyla muhalifler Lazkiye’nin önemli bir kısmından çıkarıldı. Halep’e yönelen saldırılarda ise şehrin önce Kuzey Halep’le bağlantısı Nubl ve Zehra’ya ulaşan rejim güçleriyle kesildi. Devamındaki yoğun saldırıların ardından Halep şehrinde bulunan muhalif bölge kuşatma altına alındı. 2016’da Halep’in 

Muhalefetin karşı karşıya kaldığı en büyük sorunlardan biri yönetim meselesidir. Esed rejiminden ele geçirilen bölgelere sağlık, güvenlik ve eğitim hizmetleri sağlamak konusunda yeterli başarının gösterilemediği söylenebilir.bütünüyle rejime bağlı güçler tarafından geçirilmesiyle birlikte Rusya, İran ve Türkiye önderliğinde Kazakistan’ın başkenti Astana’da “Astana barış süreci” denilen yeni bir barış inisiyatifi başlatıldı.22

 Anlaşma çerçevesinde belirlenen “çatışmayı azaltma bölgeleri” ile birlikte İdlib, Kuzey Humus, Doğu Guta ve Dera bölgelerinde çatışmasızlık sürecinin ilk adımlarının atılacağı karara bağlandı. Bu kapsamda Türkiye’nin İdlib’de on iki gözlem noktası kuracağı da karara bağlanan bir diğer başlık oldu.

İdlib’de Türk Askeri Konuşlandırılması ve Dinamikleri 

Türkiye FKH ile birlikte Suriye sahasında aktif bir varlık göstermeye başladı. Ağustos 2016’da başlayan operasyonla Halep’in kuzeyinde 2 bin kilometre karelik –hem DEAŞ hem de YPG’den arındırılmış– Suriyeli sığınmacılar ve muhalif unsurlar için güvenli bir alan oluşturuldu. 

Türkiye’nin Suriye sahasında attığı bir başka önemli adım ise Ocak 2018’de oldu. Rusya ile varılan mutabakatlar neticesinde Afrin bölgesini YPG’den kurtarmak için Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) destekli ÖSO gruplarının katılımıyla bir operasyon gerçekleştirildi. Operasyon öncesinde ise TSK’ya ait güçler Afrin’in güneyinde yerleşmeye başladı. Böylelikle bölge kuşatılmış oldu.23

TSK konuşlandırması Astana süreci ve çatışmasızlık bölgesi kapsamında gerçekleştirildi.

Astana süreci çerçevesinde İdlib’de çatışmazlık (de-eskalasyon) bölgesi uygulanmasına karar verildi. İdlib çatışmasızlık bölgesi Eylül 2017’de 
düzenlenen 6. Astana toplantısında somutlaştı. 8 Ekim 2017’de Türk heyetinin İdlib’de bulunan muhalif askeri gruplarla yaptığı görüşmenin ardından 
Türk askerleri Atme beldesi yakınlarında konuşlanmaya başladı. 9 Ekim 2017’de TSK tarafından yapılan basın açıklamasında “Gerginliği Azaltma Kontrol Gücü’nde yer alan TSK unsurları İdlib bölgesinde icra edeceği harekat kapsamında gözlem noktaları tesis etmek üzere 8 Ekim 2017 tarihinden itibaren keşif faaliyetlerine başlamıştır” ifadesi kullanıldı.24

Türkiye gözlemci noktalarından ilkini Ekim 2017’de Halep sınırları içerisinde yer alan ve Afrin hududunda bulunan Bereket Dağı’na kurdu.25

 Bundan sonra sırasıyla İdlib çevresini kuşatacak şekilde toplam on iki gözlem noktasında Türk askerleri konuşlandırıldı. TSK’nın İdlib bölgesinde düzenlediği askeri intikal harekatının bölgeye yansımaları oldu. İdlib’de Türkiye’nin artan nüfuzu ve askeri varlığının HTŞ’yi dönüştürdüğü ve örgütü daha da ılımlılaştırdığı iddia edilebilir. Nitekim HTŞ siyasi büro açma gibi bazı adımlar attı. Öte yandan kimi askeri gruplar kendi çıkarını gözeterek geçici bir itirazda bulunsalar da genel olarak TSK’nın intikal operasyonuna uyumlu bir şekilde hareket edildi. Birtakım marjinal grupların operasyona karşı provokasyon girişimleri ise başarılı olmadı.

Bu konuşlanma karşısında direnen bazı radikal unsurlar söz konusu olmuştu. Nitekim sahadaki kaynaklar sınırda Türkiye’ye ait bir aracı hedef aldı. Saldırının arkasında olan HTŞ mensubu kişinin Mısırlı olduğu ve bir grup genci komuta ettiği iddia edildi. 10 Ekim 2017’de Twitter’da yayımlanan bir bildiride “Cema’at’ü Ensar el-Furkan fi Bilad eş-Şam” (Şam’da Furkan Ensarları Cemaati) adlı bu grup kuruluşunu duyurdu. 

Bildiride paylaşılan bilgilere göre yeni grubun “Sünni Cihadi” olduğu, hem Ensar hem de Muhacir’den oluştuğu (yabancı savaşçıların yanı sıra Suriyelileri de barındırdığını ima ediyor) iddia edildi. Bildiride ayrıca “Kafir olan ABD’yi ve Rusya’yı dost edinenlerin hükmü ABD’nin ve Rusya’nın hükmü gibidir, bu hükme Türk ordusu ve onunla beraber mürted olanları dahildir” beyanı yer aldı. Başka bir paragrafta “Demokrasi ve ulusal projelere sahip olan mürted kafir olanlarla mücadele etmek, Nusayri ve Ruslarla mücadele etmekten evladır” ifadesi kullanıldı. Ancak grubun iddialı açıklamalarının aksine yapay olduğu ve sahada anlamlı bir karşılığının bulunmadığı görüldü.

Zaman içerisinde yapılan intikal harekatı ve Suriye sahasında yaşanan gelişmeler HTŞ’yi siyasi arenada da varlık göstermenin gerekliliğine ikna 
etmiş görünmektedir. Bu kapsamda HTŞ bünyesinde siyasi büro kurulmuştur. < Ayrıca 12 Ekim 2017’de HTŞ’nin medya organı olan İba Haber Ajansı’nın yaptığı haberde 33 araçla Yüz Türk Askerinin Atme Sınır Kapısı’ndan girdiğini belirtmesi ve HTŞ lideri Ebu Muhammed Cevlani’nin yaptığı açıklamada kullandığı “ Türkiye ile bir formül bulma yolunu seçtik. Bu gelişme Türkiye’nin İdlib’e girmesini ve bizimle savaşmasını isteyen rejim ve müttefiklerini çileden çıkardı”26 > ifadeleri bu manada değerlendirilebilir. Bu açıklama da dahil olmak üzere HTŞ’nin yönetim kademesinden zaman zaman gelen beyanların örgütün Türkiye’nin politikası ve bölgede artan nüfuzuna karşı esneklik göstermek durumunda kaldığını işaret etmektedir. Ancak örgüt için Türkiye hala yönetilmesi gereken bir tehdit unsurudur. Zira Ankara’nın İdlib politikasının temelinde HTŞ gibi radikal yapılanmaların siyaset yoluyla kendini Lağvetmesi ya da cebren dağıtılması yer almaktadır.

HARİTA 2. İDLİB’DEKİ TÜRKİYE, RUSYA VE İRAN’A AİT ASKERİ GÖZLEM NOKTALARI



Öte yandan TSK’nın intikal operasyonunun bölgedeki halk nezdinde büyük bir umutla karşılandığı tescil edilmiştir. Esed rejimi ise harekattan ve bölgede artan TSK varlığından rahatsızlığını ifade etmiştir. Nitekim rejimin bölgeye yönelik devam eden bombardımanı ve saldırı girişimleri bunun bir göstergesidir. Saha çalışmaları Türk askeri intikalinin İdlib halkında genel olarak epey olumlu karşılandığını gösterirken zaman zaman askerlere yönelik karşılama törenleri de yapılmıştır. 

Türkiye başta Afrin’in güneyi olmak üzere Batı Halep, Kuzey Hama ve Kuzey Lazkiye’de muhalefetin kontrolünde bulunan cephelerde gözlem noktaları kurdu. Rusya ise hemen hemen Türkiye’nin muhalefetin cephelerinde kurduğu noktaların karşısında rejimin kontrol bölgesinde gözlem noktaları oluşturdu. İran’ın gözlem noktaları ise milislerinin yoğun olduğu Halep’in güneybatısı ve Hama’nın kuzeyinde kuruldu. Rusya her ne kadar Esed rejimi ve İran milislerinin İdlib bölgesine ilerlemesini engellese de bölgeye yönelik zaman zaman düzenlediği sortileri büyük katliamlarla sonuçlandı. Öte yandan Moskova’nın çatışmasızlık anlaşmasına rağmen Dera’da muhalefet elinde bulunan bölgeye saldıran Esed rejimine destek vermesi İdlib’de aynı senaryonun tekrar edilebileceği endişesi yarattı.

Esed rejimi ise Türk askerlerinin Suriye’den derhal ve şartsız çıkması için çağrıda bulundu. Rejimin Dışişleri Bakanlığınca yapılan açıklamada Türk askerlerinin Suriye’ye girmesi “agresyon” olarak nitelendi.27

 Esed rejimi zaman zaman İdlib’i bombalamaya devam ederken İran’a bağlı Şii milislerle beraber Batı Halep’ten ve Hama’nın kuzeyinden ilerlemeye çalıştı.

İDLİB’E YÖNELİK MUHTEMEL BİR SALDIRI VE ETKİLERİ

İdlib bölgesine yönelik rejim ve müttefiklerinin gerçekleştirebileceği olası bir askeri harekatın neticesinde bölgede büyük bir insani kriz yaşanacağı 
öngörülmektedir. Bölgenin nüfusu son yedi sene içerisinde dramatik bir şekilde artmıştır. 2011’de yapılan nüfus sayımına28  göre İdlib eyaleti yaklaşık 
1,5 milyon kişiyken takriben 160 bin kişi şehir merkezinde yaşamaktadır. İdlib eyaletinin nüfusunun çoğu Arap olmakla birlikte Türkmen ve çok az sayıda Kürt de bulunmaktadır. Sünni Arapların yanı sıra az sayıda Şii Araplar, Hristiyan ve Dürzü nüfus da mevcuttur.29

 Suriye’deki devrimin başlamasının ardından ilk göç veren eyaletlerden biri İdlib olmuştur. Esed rejiminin sivil protestoculara ateş açması ve kontrolünden çıkan beldelere yönelik bombardıman düzenlemesinin neticesinde Mayıs 2011’de İdlib eyaletinden Türkiye sınırına sığınanlar olmuştur. 
Özellikle rejim güçleri Cisre’ş-Şuğur bölgesine girdikten sonra yerli halkın büyük bir kısmı göç etmek zorunda kalmıştır. 

Cisre’ş-Şuğur başta olmak üzere Esed rejiminin bombardımanına maruz kalan beldelerde göç dalgası oluşmuştur. Göç dalgalarının bir kısmı Türkiye sınırına bir kısmı ise Esed rejiminin kontrolünde olduğu için nispeten güvenli sayılan İdlib şehir merkezine doğru gerçekleşmiştir. 2015 başında şehir merkezi nüfusunun 150 binden 400 bine kadar arttığı tahmin edilmektedir.

Muhalif güçlerin Mart 2015’te İdlib’i ele geçirmesiyle beraber eyaletin nüfus dağılımı yeniden değişti. İdlib savaşı olarak adlandırılan ve günlerce devam eden Esed rejimi ile muhalif güçler arasındaki çatışmanın neticesinde İdlib şehir merkezinden on binlerce kişi geçici olarak başka yerlere sığınmak zorunda kaldı. Muhalefetin şehir merkezini ele geçirmesinin ardından şehir ahalisinin çoğunluğu yeniden şehre döndü. Rejim güçlerinin çekilmesiyle birlikte İdlib şehir merkezine göç hareketi artmaya başladı. Bilhassa Esed rejiminin uygulamaya başladığı tahliye anlaşmalarının ardından şehir merkezi başta olmak üzere eyaletin nüfusundaki artış daha da hızlandı. Suriye’nin çeşitli yerlerinden tehcir edilen 
muhalif unsurlar ve aileleri İdlib’e nakledildi. Bunun yanı sıra rejim ve Rus hava güçlerinin zaman zaman düzenlediği sorti ve bombardımanın 
neticesinde iç göç hareketi de yaşandı.

Ağustos ile Aralık 2016’da Şam’ın etrafında bulunan Kudsayya, Muaddamiyye, Darayya ve Zabadani gibi ilçe ve semtlerden yaklaşık 10 bin kişi, Ocak 2017’de ise Esed rejiminin başlattığı Halep taarruzundan sonra on binlerce kişi İdlib’e tehcir edildi. Mayıs 2017’de yaklaşık 27 bin kişi Humus Vaer ilçesinden göç ettirildi. Göç ettirilenlerin bir bölümü Fırat Kalkanı alanına gitse de büyük bir kısmı İdlib’e nakledildi. Tehcir politikası 2017’de olduğu gibi 2018’de de devam etti. 2018’de on binlerce kişi Doğu Guta, Humus’un kuzeyi, Dera ve Kuneytra’dan İdlib’e tehcir edildi. 

Esed rejiminin tehcir politikası kapsamında İdlib’e göç ettirilen insanların çoğunun bölgelerine dönemeyeceğini öngörmek mümkündür. 
Uygulanan bu tehciri kalıcılaştırmak ve “yasallaştırmak” için birçok adım atılmıştır. Bu adımların en önemlisi tehcir edilen insanların mülkiyet 
haklarının lağvedilerek yerlerine iskan edilen, rejime ve İran’a müzahir milisler ve ailelerinin mülk sahibi kılınmasıdır. Bu bağlamda 2 Nisan 2018’de Esed rejiminin onayladığı 2018 yılı 10. sayılı Kanun’un bir kırılma noktası olduğu söylenebilir. Düzenlenen yeni Kanun değişiklikler getirerek tehcir edilen meskun bölgelerin asıl sakinlerinin mülkiyet haklarının lağvedilmesine ve yerlerini işgal eden rejim yanlısı insanların gasplarının meşrulaştırılmasına yol açmaktadır.30

Halihazırda İdlib’deki nüfus 2,5-3 milyon arasında seyredip bu rakamın yarısının yerinden edilmiş kişiler (internally displaced persons, IDPs) olduğu tahmin edilmektedir. İdlib şehir merkezinde ise 600 binden fazla kişinin yaşadığı değerlendiriliyor. Yaşanan dramatik nüfus artışı dolayısıyla İdlib bölgesi birçok insani ve altyapısal sıkıntıyla karşı karşıya kaldı. Nitekim yedi yıldır devam eden çatışmadan dolayı bölgenin altyapısı ve hizmet tesisleri büyük zarar gördü. Suriye’nin çeşitli yerlerinden tehcir edilen Suriyeli vatandaşların yanı sıra İdlib’e başka ülkelerinin vatandaşları da göç ettirildi. Örneğin Suriye’de yaşayan binlerce Filistinli mülteci Şam’da bulunan Han eş-Şeyh ve Yarmuk kampından İdlib’e tehcir edildi. 

Öte yandan DEAŞ’ın çökmesiyle beraber terör örgütünün daha önce kontrol ettiği bölgelerden bir göç dalgası yaşandığı görülmektedir. 

Bu göç dalgasında Suriye vatandaşlarının yanı sıra yabancı savaşçılar ve ailelerinin de bulunduğu iddia edilse de –ki bunların büyük bir kısmının 
Iraklı olduğu değerlendirebilir– somut bir bulgu ortaya konamamıştır. Yine bu bağlamda dikkat edilmesi gereken hususlardan birisi eski Cundü’l-
Aksa savaşçıları ve gelen radikal unsurların genel olarak Sermin beldesinde yerleşmiş olması ve bir yoğunluk oluşturmalarıdır. Öte yandan birkaç bin 
civarında Uygur savaşçı ve aileleri de Cisre’ş-Şuğur bölgesinde ikamet etmeye devam etmektedir. 

İdlib’e Askeri Operasyon İhtimali

Türkiye, Rusya ve İran’ın garantör olduğu Astana süreci kapsamında İdlib, gerilimi azaltma bölgesi olarak ilan edildiği ve anlaşma kapsamında Türkiye 
12, Rusya 10 ve İran 7 gözetim noktası inşa ettiği halde Esed rejimi ve zaman zaman Rusya hava güçleri bölgeye yönelik hava saldırısı düzenlemeye 
devam etmiştir. Türkiye’nin gözetim noktalarını kurmasıyla beraber rejim ve rejim yanlısı milisler İdlib bölgesine yönelik büyük bir askeri operasyon düzenlemese de Kuzey Hama ve Batı Halep cephelerine saldırılarda bulunmuştur. Dolayısıyla Türkiye, İran ve Rusya garantörlüğünde devam 
eden Astana sürecinin pürüzsüz ilerlediği ve tarafların anlaşmalara riayet ettiğini söylemek mümkün değildir. Astana süreci kapsamında İdlib gerilimi azaltma bölgesine ilaveten Humus, Guta ve Dera gerilimi azaltma bölgeleri de ilan edilmiştir. 

Fakat Guta, Humus, Dera ve Kuneytra bölgelerindeki Suriyeli muhalifler Rusya, İran ve rejimin saldırılarına maruz kalmış ve sonunda tahliye anlaşmasına razı olmuşlardır. Guta, Humus, Dera ve Kuneytra bölgelerinde abluka altında bulunan Suriyeli muhalifler ve siviller İdlib ve FKH alanına tahliye edilmiştir.

En son 9 Haziran 2018’de Rusya’nın hava güçleri desteğiyle Esed rejimi ve yanlısı milisler Dera’ya yönelik büyük bir askeri operasyon başlatmıştır. 
Rusya’nın daha önce verdiği taahhütlere rağmen saldırı devam etmiştir. Yaklaşık iki hafta devam eden çatışmalardan sonra muhalif güçleri Rusya’nın dayattığı şartları kabul etmek durumunda kalmıştır. Saldırı sonucunda yaklaşık 300 bin Suriyeli Ürdün ve işgal altındaki Golan Tepeleri hududuna iltica etmiş ancak Ürdün’ün sınır kapılarını açmaması ve muhalifler ile Rusya’nın anlaşması neticesinde sığınmacılar geri dönmek zorunda kalmıştır.

Rusya, İran ve rejim Astana süreci kapsamında ilan edilen gerilimi azaltma bölgelerine yönelik geniş kapsamlı operasyon başlatırken her zaman 
HTŞ’nin varlığını öne sürmüştür. Rusya bu iddiayı ortaya atarken BM Güvenlik Konseyi’nin Suriye ile ilgili aldığı 2254 sayılı kararına atıfta bulunmaktadır. Zira mezkur karar Nusra Cephesi ve uzantılarını terör örgütü olarak sayıp yapılan her ateşkesten örgütü müstesna kılmıştır. Guta ve Humus bölgelerinde HTŞ’nin varlığı oldukça sınırlı olmasına rağmen bölgelere yönelik saldırılar devam etmiştir. HTŞ’nin varlığının çok daha güçlü olduğu İdlib bölgesine yönelik yapılacak olası bir saldırı halinde HTŞ bahanesinin kullanılacağı öngörülüyor. Nitekim Rusya ve Esed rejimi HTŞ’nin varlığını öne sürerek İdlib bölgesindeki hava saldırılarına devam etmektedir.

Varılan anlaşmalara rağmen rejim İdlib bölgesini yeniden kontrol etmeyi ve Suriye genelinde egemenliğini yeniden tesis etmeyi hedeflediğini sürekli ifade ediyor. Esed rejimi HTŞ ile birlikte ÖSO başta olmak üzere bütün muhalif grupları terör örgütü olarak tanıyor. Dera’da muhalefetin elinde bulunan bölgeyi kontrol ettikten sonra rejimin bir sonraki adımının İdlib olacağı tahmin ediliyor. Zira İdlib’in dışında rejimi egemenliğinin haricinde kalan ve SDG (Suriye Demokratik Güçleri)-YPG kontrolünde olan bölge Esed rejimi için birincil tehdit teşkil etmiyor.

PYD/YPG ve çatı yapılanmaları olan SDG ve SDK’nin (Suriye Demokratik Konseyi) Esed rejimiyle müzakere yapmaya hazır olduğu ifadeleri basına yansırken31  son dönemlerde iki taraf arasında aylardır devam eden görüşme trafiği olduğuna yönelik güçlü emareler ortaya çıkmıştır.

ABD ise SDG/SDK’yi Esed rejimle görüşmeye teşvik etmektedir. Nitekim SDK 28 Temmuz 2018’de Tabka şehrinde Esed rejimiyle geniş ve çok yönlü bir müzakere gerçekleştiğini duyurmuştur.32

 PYD/YPG güçlerinin Esed rejimiyle masaya oturması ve muhtemelen gerçekleşen müzakerelerin neticesinde bazı tavizler vererek rejimi Doğu Fırat bölgesi üzerindeki egemenliğini kabul etmesi Esed rejiminin İdlib’e daha fazla odaklanmasını beraberinde getirecektir.

Ancak Türkiye’nin Humus, Dera ve Guta bölgelerin aksine İdlib’e doğrudan müdahale etme imkanına sahip olması ve sonrasında burada gözetim noktaları kurmasının rejim ve rejim destekçilerini genel olarak engellediği iddia edilebilir. Nitekim Türkiye, İran ve Rusya’nın İdlib gerilimi azaltma bölgesinin cephe hatlarına kurdukları gözetim noktalarının temel amacı sınır hattındaki çatışmaları durdurmak ve tarafların alan kaybedip kazanmasını engellemektir. Gözetim noktaları sınır hattında ne kadar etkili ise de cephe arkasına düzenlenen hava harekatlarına karşı işlevsizdir.

< İdlib’in kaybedilmesi Türkiye’nin hem diplomasi masasındaki gücünü zayıflatır hem de Suriye’nin geleceğinin şekillenmesindeki rolünü azaltır. >

Türk gözetim noktaları ve Türkiye’nin doğrudan müdahale imkanı olmasaydı Rusya, İran ve rejimin İdlib bölgesine yönelik kara harekatı başlatmaları öngörülebilirdi. Nitekim Rusya, İran ve rejimi İdlib’e saldırmaktan alıkoyan Türkiye’nin sahadaki etkisi ve karşı taraf aleyhine üretebileceği yüksek askeri ve siyasi maliyettir.

Nihayetinde Astana sürecinin hayata geçirilmesindeki en temel rol Türkiye’ye aittir. Türkiye’nin Suriyeli askeri ve siyasi muhalefet üzerindeki etkisi 
bu grupların Astana sürecinin bir parçası olmasını beraberinde getirmiştir. Türkiye’nin olası desteği nedeniyle İdlib’e yönelik kapsamlı bir harekatın 
maliyeti oldukça artacağından.33

Rusya, İran ve rejim Astana süreci kapsamında Türkiye ile beraber bir yol haritası belirlemeyi tercih etmiştir. Ancak bölgeye yönelik hava harekatları 
görece azalmış olsa da halen devam etmektedir. Rejim ve müttefikleri HTŞ ve diğer radikal grupları bahane ederek İdlib’de muhalifleri zaman zaman 
hedef almaktadır.

Türkiye ise İdlib’de attığı adımlar ve yürüttüğü yoğun çalışmalar neticesinde HTŞ’yi zayıflatmaya ve böylelikle bölgeye olası bir saldırıyı önlemeye çalışmaktadır. Aslında HTŞ’nin İdlib’deki varlığı sadece Rusya ve rejim için bahane değil aynı zamanda Ankara’nın Suriye politikası için ciddi bir meydan okumadır. Türkiye’nin HTŞ’nin siyasi bürosuyla dolaylı olmak kaydıyla– iletişime geçerek HTŞ’nin kendisini lağvetmesini talep ettiği birçok kaynak tarafından dillendirilmiştir.34

    Nitekim Türkiye’ye yakın olan Suriyeli muhalif gruplarca HTŞ’ye yönelik bu minvalde birçok talep olmuştur. HTŞ’nin kendisini lağvetmeyi reddediyor 
olması Türkiye’nin İdlib’deki politikasını zorlaştırmaktadır.

4 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder