3 Eylül 2018 Pazartesi

BÜTÜN BOYUTLARIYLA SURİYE KRİZİ VE TÜRKİYE BÖLÜM 6

BÜTÜN BOYUTLARIYLA SURİYE KRİZİ VE TÜRKİYE BÖLÜM 6



6. KRİZİN TÜRKİYE’YE ETKİLERİ VE MUHTEMEL SENARYOLAR 

6.1. Krizin Türkiye’ye Etkileri 

Türkiye-Suriye sınırı 910 km’dir ve Türkiye’nin en uzun sınır hattına sahip komşusu Suriye’dir. İki ülke arasındaki sınır doğuda Dicle Nehri’nden batıda Akdeniz’e kadar uzanır. 
Türkiye’nin doğuda Şırnak’tan batıda Hatay’a kadar altı ilinin Suriye’ye sınırı vardır. İki ülke arasında ekonomik ve güvenlik alanlarında coğrafi yakınlıktan ileri gelen karşılıklı bağımlılık söz konusudur. 
Suriye Türkiye’nin Lübnan, Ürdün ve diğer Arap ülkelerine açılan kapısı konumundadır. İki ülkede sınıra yakın bölgelerde yaşayan vatandaşlar arasında akrabalık bağları vardır. 

Türkiye-Suriye ilişkilerinin yakın geçmişine bakıldığında Hatay meselesi ve su sorununun öne çıktığı görülmektedir. 1990’lı yıllarda ise ikili ilişkilerdeki 
en önemli problem Hafız Esed rejiminin PKK terör örgütüne sağladığı destek olmuştur. Suriye terör örgütünün uzun süre Beka Vadisi’ndeki faaliyetlerine 
müsaade etmiş, örgüte himaye sağlamıştır. Şam yönetiminin örgüte sağladığı destek nedeniyle iki ülke savaşın eşiğine gelmiş, Ankara’nın gösterdiği tepki 
neticesinde 1998 yılında PKK terör örgütü lideri Öcalan, Suriye toprakların-dan çıkarılmıştır. Öcalan’ın sınır dışı edilmesiyle Türkiye-Suriye arasında 20 
Ekim 1998 tarihinde Adana Mutabakatı ve Güvenlik İşbirliği Antlaşması imzalanmış, ikili ilişkiler normalleşmeye başlamıştır. 

<  Suriye, Irak’ın ardından sıranın kendisine gelebileceğini değerlendirmiş, Türkiye ile ilişkilerin geliştirilmesine daha olumlu yaklaşmıştır.  >

Adana Mutabakatı’nın ardından Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in 2000 yılında Hafız Esed’in cenazesine katılması iki ülke arasındaki karşılıklı diplomatik 
ziyaretlere öncülük etmiştir. Bu dönemde cereyan eden uluslararası ve bölgesel gelişmeler Suriye’nin dış politika vizyonuna etki etmiş, ABD’nin 2003’te Irak’ı işgal etmesi Şam’ın güvenlik kaygılarını artırmıştır. Suriye, Irak’ın ardından sıranın kendisine gelebileceğini değerlendirmiş, Türkiye ile ilişkilerin geliştirilmesine daha olumlu yaklaşmıştır. ABD işgalinin ardından Irak’ın kuzeyindeki gelişmeler Türkiye ve Suriye’yi ortak tehditlerle karşı 
karşıya bırakmış, iki ülke Irak’ın toprak bütünlüğü konusunda ortak politikalar geliştirmiştir. 2004 yılında gerçekleştirilen karşılıklı üst düzey ziyaretlerin 
ardından iki ülke arasında serbest ticaret antlaşması imzalanmıştır. Hariri suikastını takip eden süreçte Suriye uluslararası tecride maruz kalmış, 
Türkiye ise Şam yönetimiyle ilişkileri geliştirmeye devam etmiştir. 2005 senesinde ABD’nin tepkisine rağmen Cumhurbaşkanı Sezer ve 2007’de Cumhurbaşkanı Abdullah Gül Şam’ı ziyaret etmiştir. Türkiye bu dönemde bölgede kalıcı barış ve istikrarın tesisi amacıyla Suriye-İsrail arasında arabuluculuk girişimine başlamış, taraflar arasında doğrudan görüşmelere zemin hazırlamıştır. Ancak İsrail’in 2006 yılında Lübnan’ı işgali ve 2009’da Gazze’ye saldırması Türkiye’nin girişimlerini sonuçsuz bırakmıştır. Ankara, 2009’da Bağdat’taki bombalı saldırılar nedeniyle Suriye-Irak arasında ortaya çıkan gerilimi yatıştırmak maksadıyla da devreye girmiştir. Bağdat-Şam arasında mekik diplomasisi yürüten Türk yetkililer iki ülke arasında uzlaşmanın teminine çalışmıştır. 

Türkiye ve Suriye kara kuvvetleri karşılıklı dostluk, işbirliği ve güveni pekiştirmek için 26 Nisan 2009 tarihinde Kilis’teki Yüksektepe Hudut Karakolu 
ile Suriye’nin Şamarin-Azez bölgesinde ortak bir tatbikat icra etmiştir.33 Şam yönetimi, Türkiye’nin 2009 yılında başlattığı Kürt açılımına destek vermiş, 
açılım kapsamında terör örgütü mensubu Suriyelilerin dağdan inmeleri halinde affedilebileceğini beyan etmiştir. İki ülke arasında yine 2009’da Yüksek 
Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi Anlaşması imzalanmış, Konsey’in ilk toplantısı aynı yıl içinde gerçekleştirilmiştir. İlk toplantıda dış politika, ekonomi, 
sulama, eğitim ve ulaşım alanlarında karşılıklı müzakereler yapılmış, bu bağlamda 50 protokol, proje ve mutabakat zaptı kararlaştırılmıştır.34İki ülke ortak kabine toplantılarının ardından karşılıklı vize uygulamasını da kaldırmıştır. 

Siyasi açıdan ilerleme kaydeden Türkiye-Suriye ilişkileri iki ülke arasındaki ticaret hacminin istikrarlı bir şekilde büyümesini sağlamıştır. Özellikle Yüksek 
Düzeyli Stratejik İşbirliği Anlaşmasının etkisiyle ticari ilişkilerde belirgin bir artışın yakalandığı gözlemlenmiştir. 2010 yılında iki ülke arasındaki ticaret 
hacmi bir önceki yıla göre %30 artarak 2,5 milyar dolar düzeyine çıkmıştır.35 Türkiye’nin Suriye sınırına yakın illerindeki ekonomi canlanmış, Türkiye’ye 
gelen Suriyeli turist sayısı ve Suriye’deki Türk yatırımcıların sayısı artmıştır. İkili ekonomik ilişkilerdeki gelişme, Orta Doğu’da istikrara katkı sağlayacak 
ekonomik bir entegrasyonun gerçekleşebileceği yönünde beklentiler ortaya çıkarmış, bölgede Türkiye, Suriye, Lübnan ve Ürdün’ü kapsayan bir serbest 
bölge oluşturulması gündeme gelmiştir. 

Dolayısıyla Türkiye-Suriye ilişkileri uluslararası ve bölgesel şartların etkisiyle ve iki ülkedeki siyasi iktidarların tercihleriyle nispeten kısa bir süre içinde 
gelişme göstermiştir. ABD’nin Irak’ı işgaliyle güvenlik kaygıları artan ve Hariri suikastı sonrası gerek Batılı ülkeler gerekse Arap dünyası tarafından 
tecride maruz kalan Suriye, Türkiye ile ilişkilerini güçlendirmeye çalışmıştır. Beşşar Esed iktidarı, Batı ile ilişkilerinde ve ekonomik kalkınma hedefi bağlamında Türkiye’nin desteğinin değerli olduğunu fark etmiştir. Türkiye, ABD işgali sonrası Irak konusunda ve Orta Doğu’da barış ve istikrarın tesisi maksa-
dıyla Suriye ile ilişkilerin geliştirilmesi yönünde irade göstermiştir. PKK terör örgütünün lider kadrosunun ve militanlarının önemli bir bölümünün Suriyelilerden oluşması, bölgede İran’la devam eden rekabet ve Arap dünyasıyla artan ticari ilişkiler Suriye’yi Türkiye için önemli kılmıştır. Suriye Türkiye’nin 
Arap dünyasıyla gerçekleştirdiği ticarette transit ülke haline gelmiş, Ankara bu dönemde Şam yönetimininde desteğini alarak bölgedeki konjonktüre PKK 
terör örgütüne aleyhinde yön vermeye başlamıştır. 

Türkiye-Suriye ilişkilerinin oldukça iyi düzeyde olduğu böyle bir dönemde, Orta Doğu’da Arap uyanışı süreci baş göstermiştir. Türkiye, Arap ülkelerinde 
demokratik hak ve hürriyet talepleri ile ortaya çıkan halk hareketlerine destek vermiştir. Türk dış politikasının halk hareketleri lehindeki duruşu Suriye 
krizinde ise problemli bir zeminle karşılaşmıştır. Suriye’deki muhalefet hareketinin Esed rejimine karşı netice alamaması, krizin iç savaş halini alarak 
bölgesel ve küresel bir anlaşmazlığa dönüşmesi Türkiye’yi güney sınırında ciddi bir sınavla karşı karşıya bırakmıştır. Kriz, Türkiye’ningüvenliğini tehdit 
etmekte, Ankara’nın bölge ülkeleriyle olan ilişkilerini, Orta Doğu’daki siyasi ve ekonomik alanlarda tesis ettiği işbirliği süreçlerini olumsuz etkilemektedir. 

Şam ile ilişkilerin gelişmeye başladığı 2000’li yıllardan itibaren Türk liderlerin Suriyeli muhataplarına demokratik hak ve özgürlüklerin genişletilmesi 
doğrultusunda reform tavsiyeettiği bilinmektedir. 2011 yılı başında Arap uyanışı süreci ortaya çıktığında ve Mart ayında Suriye’de halk kitleleri reform 
talebiyle gösteri yürüyüşleri düzenlemeye başlayınca, Türkiye reform çağrılarını kamuoyu önünde dile getirmeye başlamıştır. Ankara, Suriye’de sağlıklı 
bir reform süreci yürütülebilmesi için Esed iktidarıyla temasa geçmiş, Şam yönetimine kararlı bir şekilde reform telkininde bulunmuştur. Dışişleri Bakanı 
Ahmet Davutoğlu ve MİTMüsteşarı Hakan Fidan Şam’ı ziyaret etmiş, Beşşar Esed’i reformlara teşvik etmiştir. Suriye’de kitlesel gösterilerin yaygınlaşma 
eğilimi gösterdiği 2011 yılının bahar aylarında Türkiye diplomatik temsilciler göndermeyi sürdürerek Esed rejimini demokratikleşme doğrultusunda reform 
yapması için cesaretlendirmeye devam etmiştir. 

<  Türkiye, ABD işgali sonrası Irak konusunda ve Orta Doğu’da barış ve istikrarın tesisi maksadıyla Suriye ile ilişkilerin geliştirilmesi 
yönünde irade göstermiştir.  >

Ancak Türkiye’nin girişimleri Esed rejimi üzerinde etkili olmamış, Baas iktidarı ülkedeki halk hareketinin şiddet yoluyla bastırılması gerektiği yönündeki 
duruşunda ısrar etmiştir. Esed rejiminin ülkedeki Baas Partisinin iktidar tekeline son vermeye dönük somut bir adım atmaması, kitlesel halk gösterilerini 
silahlı kuvvet kullanarak bastırmaya yönelmesi ile Türkiye’nin tutumu değişmeye başlamıştır. Diplomatik girişimlerin ardından Esed rejiminin tutumunu ilk elden dinleyen ve rejimin ülkedeki halk hareketine bakışının değişmeyeceğini anlayan Türkiye, Şam yönetimiyle ilişkilerini askıya almıştır. 
Suriye’deki muhalefet hareketinin ülke geneline yayılması ve silahlı bir ayaklanmaya dönüşmesi neticesinde ise Türkiye açıkça Esed rejimi aleyhinde 
tavır geliştirmiştir. 

Türkiye, Suriye’deki demokratikleşme sürecine dâhil olabilecekleri kanaatiyle muhalif unsurlarla da temas kurmuş, muhalefetin toplantılarına ev sahipliği 
yapmıştır. Türkiye, Esed iktidarına yönelik tutumunu Ağustos ayı içinde değiştirdikten sonra muhalefeti Baas rejimine alternatif olarak görmeye başlamış ve bu doğrultuda hareket etmiştir. Suriye muhalefeti, 31 Mayıs’ta Antalya’da ve 23 Ağustos’ta İstanbul’da olmak üzere Türkiye’de ilk etapta düzenlediği iki toplantının ardından tek çatı altında birleşmeyi kararlaştırmıştır. Aynı dönemde (Temmuz 2011) Özgür Suriye Ordusu da kurulmuş, Suriye’deki 
kitlesel yürüyüşler silahlı ayaklanma halini almıştır. Suriyeli muhaliflerin devam eden Türkiye toplantıları neticesinde 2 Ekim 2011’de muhalefeti temsil 
edecek Suriye Ulusal Konseyi Burhan Galyon başkanlığında kurulmuştur. Türkiye böylece Suriye muhalefetinin tanınmasına ve tek çatı altında toplanmasına destek olmuş, muhalefeti Esed rejimine karşı desteklemeye başlamıştır. Ankara, Tunus’da Bin Ali iktidarının, Mısır’da Mübarek yönetiminin ve Libya’da Kaddafi rejiminin yıkıldığı bir dönemde Suriyeli muhalefetin de Esed rejimine karşı sonuç alabileceğini değerlendirmiş, Suriye krizi politikasını bu doğrultuda belirlemiştir. 

Esed iktidarınınsilahlı kuvvete başvurması sonucunda iç çatışmaların başladığı Suriye’deki kriz İran’ın ve Arap Birliği’nin müdahil olmasıyla bölgesel bir 
anlaşmazlık haline gelmiştir. Esed rejiminin Arap Birliği’nin hazırladığı çözüm planına riayet etmemesi üzerine Suriye’nin üyeliği askıya alınmıştır. Bu gelişmeyi müteakip, Türkiye de bu ülkeye karşı tek taraflı yaptırımlar uygulamaya başlamıştır. Türkiye tek taraflı yaptırımlarla Arap Birliği ile birlikte hareket ederek Esed rejimi üzerindeki uluslararası baskıyı artırmaya çalışmıştır. 

Türkiye’nin 30 Kasım 2011 tarihinde 9 madde halinde açıkladığı yaptırımlar kapsamında; 

• Suriye’de halkıyla barışık bir yönetim kurulana kadar Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi mekanizmasının askıya alındığını, 
• Baas iktidarında halka karşı şiddete başvuran kişilerin Türkiye’ye seyahatlerinin yasaklandığını ve Türkiye’deki mal varlıklarının dondurulacağını, 
Esed rejiminin kuvvetli destekçisi konumundaki bazı işadamlarına da benzer tedbirlerin getirileceğini, 
• Suriye ordusuna her türlü askeri malzemenin satış ve tedarikinin durdurulacağını, 
• Türkiye üzerinden Suriye’ye silah ve askeri malzeme transferinin önleneceğini, 
• Suriye Merkez Bankası ile ilişkilerin durdurulacağını 
• Suriye hükümetinin Türkiye’deki finansal mal varlıklarının dondurulacağını, 
• Suriye hükümeti ile kredi ilişkilerinin durdurulacağını, 
• Suriye Ticaret Bankası ile işlemlerin durdurulacağını, 
• Suriye’deki altyapı projelerinin finansmanı için imzalanan Eximbank kredi anlaşmasının askıya alındığını duyurmuştur. 

2012 yılının Ocak-Şubat döneminde Arap Birliği tarafından BM’ye taşınan Suriye krizinin küresel bir anlaşmazlığa dönüştüğü anlaşılmış, Türkiye bu 
süreçte Beşşar Esed’in iktidarı terk etmesi gerektiği yönündeki yaklaşımını sürdürmüştür. Esed iktidarı da rejime bağlı güvenlik güçlerine karşı gerçekleştirilen eylemlerde Suudi Arabistan ve Katar’ın yanında Türkiye’yi de suçlamaya başlamıştır. Türkiye’nin muhalefet hareketiyle sürdürdüğü temaslara karşılık Esed rejiminin bu dönemde PKK terör örgütü lideriyle irtibat kurduğu, Suriye’nin kuzeyinde PKK ve PYD ile birlikte hareket ettiği basına yansımıştır. 

Türk Hava Kuvvetleri’ne ait bir F-4 tipi savaş uçağı, 22 Haziran 2012 tarihinde Malatya’dan havalandıktan sonra Akdeniz üzerinde uluslararası hava 
sahasında Esed rejimine bağlı kuvvetler tarafından düşürülmüştür. Keşif amacıyla silahsız uçan uçağın uluslararası hava sahasında düşürülmesi ve iki Türk pilotun şehit olmasını müteakip Türkiye, Suriye’ye karşı “angajman” kurallarını değiştirmiş, Türk kara ve hava sahasına yaklaşan Suriyeli unsurların hedef alınacağını beyan etmiştir. 

Bu dönemde Türkiye, krizin iç savaş halini almasıyla büyüyen sığınmacılar sorununa karşı Suriye’nin kuzeyinde bir tampon bölge kurulabileceği yönündeki 
kanaatini NATO’nun ve BM’nin gündemine taşımış, batılı müttefiklerinden bu konuda destek talep etmiştir. Tampon bölge önerisi Fransa tarafından 
desteklenirken, ABD öneriye temkinli yaklaşmış, Rusya ise böyle bir uygulamaya karşı çıkmıştır. 

Suriye ordusuna ait topçu birliklerinden 3 Ekim 2012 tarihinde atılan top mermilerinin Türkiye sınırları içinde Akçakale’ye düşmesi neticesinde 5 Türk vatandaşı hayatını kaybetmiş ve 10 kişi yaralanmıştır. Uçak krizinden farklı olarak bu saldırılara misli ile mukabele edilmiş, atışın yapıldığı noktalardaki hedefler Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından etkisiz hale getirilmiştir. Şam’ın kaza olduğunu iddia ettiği ancak tekrar etmeye devam eden saldırıların ardından 
Türkiye, Suriye’ye karşı caydırıcı olmak maksadıyla Meclis’te hükümete bir yıl süre ile yurtdışına asker gönderme yetkisi veren tezkere kararını almıştır. 

Esed rejiminin, protesto yürüyüşü yapan Suriye vatandaşlarına ateş açmasıyla derinleşen ve muhalefetin silahlanmasıyla iç savaşa dönüşen kriz Türkiye’yi 
doğrudan etkilemektedir. Sığınmacılar sorunu, Esed rejiminin PKK terör örgütüne sağladığı himaye, Suriye’nin kuzeydoğusundaki ayrılıkçı eğilimler ve 
iki ülke arasındaki ekonomik ilişkilerin kesintiye uğraması Suriye’deki krizin Türkiye’yi doğrudan etkilediğini göstermektedir. Türkiye-İran-Irak hattındaki 
gelişmeler de krizin dolaylı etkileri olarak değerlendirilebilir. 

Suriye krizi Türkiye’nin güneyinde bir sığınmacı sorununu beraberinde getirmiştir. Çatışmadan kaçan Suriye vatandaşları komşu ülkeler Türkiye, Lübnan, Ürdün ve Irak’a sığınmaktadır. Hâlihazırda bu dört ülkeye giriş yapmış olan 400 binden fazla Suriyeli sığınmacı bulunmaktadır. Türkiye’ye giriş yapan sığınmacı sayısı ise Ankara’nın psikolojik sınır olarak tespit ettiği 100 bini aşmış durumdadır ve sürekli artmaktadır. Türkiye hukuki ve ahlaki açıdan doğru 
olanı yaparak güney komşusundaki iç savaştan kaçan Suriyelileri kabul etmeye devam etmektedir. Ancak sığınmacılar meselesi Türkiye’de ciddi bir mali 
külfete yol açtığı gibi özellikle Suriye sınırına yakın illerdegüvenlik sorununa dönüşebilmektedir. Suriye’deki çatışmaların uzaması halinde, sığınmacıların 
Türkiye’ye maliyeti önemli ölçüde artabilir ve sığınmacıların barındığı bölgelerin güvenliği problemli hale gelebilir. 

Türkiye’de bulunan sığınmacı sayısı Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı (AFAD) Basın ve Halkla İlişkiler Müşavirliği’nin 21 Kasım 2012 tarihli 
açıklamasına göre 123 bin 747’dir. Türkiye’deki Suriyeli sığınmacılar Hatay, Gaziantep, Kilis, Şanlıurfa, Kahramanmaraş, Osmaniye ve Adıyaman’da yer 
alan 13 çadırkent, 1 geçici kabul merkezi ve 1 adet konteynerkentte barındırılmaktadır. AFAD tarafından 2011 yılının Nisan ayından bu yana kurulan 13 çadırkentin beş tanesi Hatay’da, ikisi Şanlıurfa’da, üçü Gaziantep’tedir. Kahramanmaraş, Osmaniye ve Adıyaman’da 1’er tane çadırkent bulunmaktadır. 
Kilis’te ise 12 bin kişilik 1 adet konteynerkent vardır.36 Çadırkent ve konteynerkentler dışında Türkiye’deki çeşitli hastanelerde refakatçi, hasta ve yaralı olarak 100’lerce Suriye vatandaşı bulunmaktadır. 




<  Suriyeli sığınmacı sayısı 120 bini aşkın olarak tespit edilse de yapılan tahminlere göre Türkiye’de resmi ve gayri resmi olarak Esed rejiminden kaçan 
yaklaşık 185 bin civarında sığınmacı bulunmaktadır. Nitekim Suriyeli sığınmacıların büyük bölümü çadırkent veya konteynerkent kurulan 7 ilde barın-
dırılırken bir bölümü de Türkiye’nin çeşitli bölgelerine kendi imkânlarıyla yerleşmiştir. Bu durum muvacehesinde Türkiye, topraklarına daha fazla 
sığınmacı girişini önlemek için NATO’nun ve BM’nin gündemine taşıdığı tampon bölge talebini kararlılıkla dile getirmeye devam etmeli, Suriye
lilere üçüncü ülkelerde mülteci statüsünün verilmesi için çaba sarf etmelidir. >

<  Suriye sınırına yakın illerde güvenlik sorununa dönüşebilmektedir. Suriye’deki çatışmaların uzaması halinde, sığınmacıların Türkiye’ye maliyeti önemli ölçüde artabilir ve sığınmacıların barındığı bölgelerin güvenliği problemli hale gelebilir.  >

< Türkiye, Suriyeli sığınmacılar için kurulan kampları sıkı şekilde denetleyebilmeli, silahlı muhaliflerin kamplara giriş yapmasına izin verilmemelidir. >

Türkiye’de bulunan Suriyeli sığınmacılar ülke ekonomisine ciddi bir yük oluşturmaktadır. Türkiye AFAD koordinasyonuyla sığınmacıların insani yardım 
ihtiyaçlarını karşılamakta, sığınmacılara barınma, yiyecek, sağlık, güvenlik, eğitim, haberleşme ve bankacılık hizmetleri sunmaktadır. Maliye BakanıMehmet 
Şimşek’in 16 Ekim 2012 tarihli beyanına göre,Türkiye bütçeden Suriyeli sığınmacılar için 400 milyon lira kaynak ayırmıştır. 
Maliye Bakanı Şimşek, belediyelerin ve devletin dolaylı hizmetler kapsamındaki genel harcamalarının ise bundan fazla olduğunu ifade etmiştir.37Yaklaşan 
kış mevsiminin şartları ve sığınmacı sayısındaki artış dikkate alındığında, Suriyeli sığınmacılar meselesinin Türkiye’ye getirdiği mali yükün giderek artacağı 
değerlendirilebilir. Çadır-kentlerin bulunduğu sınır illerine Suriye’den kaçak yollarla sokulan ürünler ise yerli esnafı olumsuz etkilemektedir. 
Türkiye bu nedenle sığınmacıların barındırıldığı illerin sınırlarını daha sıkı denetlemelidir. 

Suriyeli sığınmacılar meselesi, Türkiye’de çadırkent ve konteynerkentlerin yer aldığı bölgelerde güvenlik riskleri doğurmuştur. Sığınmacıların kaldığı 
kamplardaki hadiseler bu risklere işaret etmektedir. 27 Ekim 2012 tarihinde Kahramanmaraş’ta Suriyelilerin kaldığı çadırkentte giyim yardımlarının kendilerine ulaştırılmadığını iddia eden sığınmacılar ile görevliler arasında çıkan tartışma 2’si polis 3 kişinin yaralanmasıyla sonuçlanmıştır. Kamplar içinde 
adi suçlarla mücadele ve asayişin sağlanması Türkiye için önemli bir sorundur. Türkiye, Suriyeli sığınmacılar için kurulan kampları sıkı şekilde denetleyebilmeli, 
silahlı muhaliflerin kamplara giriş yapmasına izin verilmemelidir. Kamplara yerleşen Suriye vatandaşlarının kimlikleri daha sıkı denetlenmeli, Esed rejimine bağlı istihbarat görevlilerinin kamplara sızmasının önüne geçilmelidir. 

Suriye’deki iç savaş PKK terör örgütüne ciddi bir dış destek doğurmuştur. Suriye’nin kuzeyindeki otorite boşluğu ve Esed rejiminin Türkiye’ye karşı 
örgüte destek vermeye yönelmesi PKK’ya bölgede hareket alanı sağlamıştır. Esed rejimi PKK terör örgütünü ülkenin kuzey ve kuzeydoğusundaki Kürtlerin 
muhalefete katılmasını engellemek maksadıyla kullanmakta, bu doğrultuda örgüte silah ve mühimmat tedarik etmektedir. PKK da Esed rejiminin 
sağladığı himaye ile Suriye’nin kuzey ve kuzeydoğusunda PYD ile birlikte varlık göstermekte, militan kaynağını Suriyeli Kürtlerden temin etmeye çalışmaktadır. 
Orta Doğu’da dört parçalı konfederal bağımsız bir Kürdistan hedefleyen KCK sisteminin parçaları olarak hareket eden PKK ve PYD bölgedeki ayrılıkçı eğilimi tahrik etmektedir. Suriye’nin kuzeyindeki ayrılıkçı oluşumun Türkiye’nin toprak bütünlüğüne bir tehdit oluşturduğu değerlendirilmektedir. 

Esed rejimi, PKK terör örgütünü destekleyerek ve ülkenin kuzeyindeki Kürt oluşumuna müsaade ederek Suriye muhalefetine ev sahipliği yapan 
Türkiye’ye misillemede bulunmaya teşebbüs etmiştir. Beşşar Esed yönetiminin bölgedeki Kürt meselesini Türkiye’ye zarar verecek biçimde yönlendirdiği 
yönünde yayınlar yapılmaktadır. Esed rejimi, Suriye Kürtleri üzerinden Türk-Kürt veya Kürt-Kürt (Barzani-PKK&PYD) çatışması çıkarmak suretiyle 
Kürt sorununun bölgede farklı bir krize dönüşmesi doğrultusunda hareket edebilir. Nitekim Suriye Kürtlerindeki ayrılıkçı eğilim diğer taraftan Kuzey 
Irak Bölgesel Kürt Yönetimi’ni harekete geçirmiş, Barzani Suriye Kürt Ulusal Konseyi çatısı altında Suriye Kürtlerini birleştirmeye teşebbüs etmiştir. 
Barzani’nin girişimi Ankara’yı harekete geçirmiş, 1 Ağustos 2012 tarihinde Davutoğlu beraberindeki heyetle Erbil’i ziyaret ederek Barzani ile görüşmüş, 
Suriye’nin kuzeyindeki Kürt oluşumunun olası sonuçlarını ve Türkiye’nin hassasiyetlerini bildirmiştir.38 

Suriye’deki kriz iki ülke arasındaki ekonomik ve ticari ilişkileri durma noktasına getirmiştir. 2009’da Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi’nin tesisiyle 
birçok alanda işbirliğine giden, karşılıklı vizeleri kaldıran iki ülkenin39 kriz öncesindeki ikili ticaret hacmi hızlı bir büyüme trendi yakalamıştı.40 

Suriye’deki krizle birlikte Türkiye’nin bölgede başlattığı ekonomik bütünleşme süreci akim kalmış, iki ülke arasındaki ticari bağlar ciddi ölçüde zarar görmüştür. 
Türkiye’nin Arap dünyasına açılmasına imkân tanıyan Suriye’deki kara yolları kriz nedeniyle kapanmıştır. Suriye topraklarından geçen kara yollarının 
kapanması Türkiye’nin Arap dünyasıyla yürüttüğü ticarete zarar vermiştir. 

<  Esed rejimi, Suriye Kürtleri üzerinden Türk-Kürt veya Kürt-Kürt (Barzani-PKK&PYD) çatışması çıkarmak suretiyle Kürt sorununun bölgede farklı bir krize dönüşmesi doğrultusunda hareket edebilir.  >

Sığınmacılar meselesi, PKK terör örgütü sorunu ve Suriye’nin kuzeyindeki ayrılıkçı eğilimler, ikili ekonomik ilişkilerin asgari düzeye inmesi krizin 
Türkiye’yi doğrudan etkilediğini göstermektedir. Doğrudan etkilere ilave olarak Ankara’nın Tahran ve Bağdat’la olan ilişkilerindeki gelişmeler krizin 
Türkiye’yi dolaylı olarak da etkilediğine işaret etmektedir. Türkiye’nin Esed rejimine karşı muhalefet hareketini desteklemesi, bölgesel stratejisini Esed 
iktidarının ayakta kalmasına bağlayan İran’la ilişkileri olumsuz etkilemiştir. İranlı bazı üst düzey yetkililerin bu süreçte Türkiye’ye yönelik tehdit içerikli 
açıklamaları dikkat çekmiştir. 

< Barzani’nin Suriye Kürtlerini Birleştirme Girişimi ;
     
Kuzey Irak Bölgesel Kürt Yönetimi Başkanı Mesud Barzani, 11 Temmuz 2012 tarihinde, PYD’nin de içinde yer aldığı Suriyeli Kürt muhalif grupları Suriye Kürt Ulusal Konseyi çatısı altında birleştirmeye yönelik bir girişim başlatmıştır. Mesut Barzani, bu girişimi uluslararası toplumun dikkatini, Suriye Ulusal Konseyi’nin taleplerine yeterince cevap vermediği ve ihmal edildikleri duygusuna kapılan Suriyeli Kürtler üzerine çekmek amacıyla yapmıştır. 
Barzani, bu girişimle bölgesel düzeyde bir Kürt lideri olduğunu göstermeye çalışmış, Irak Cumhurbaşkanı Celal Talabani ile arasında Suriye Kürtleri üzerinde nüfuz tesis etmeye yönelik devam eden rekabette öne çıkmaya çabalamıştır. Nitekim uzun yıllar Suriye’de bulunmasından dolayı Talabani’nin Suriye Kürtleri üzerindeki etkisi büyüktür. 
Barzani’nin Suriyeli Kürtlerle ilgili girişiminin arkasındaki diğer bir neden de Esed sonrası dönemle ilgilidir. Barzani, Esed rejiminin devrilmesi durumunda Suriye’de muhtemel bir Kürt bölgesi veya özerkliği kurulursa, bu sürecin kendi denetimi altında gerçekleşmesini hedeflemektedir. Başka bir ifadeyle Kuzey Irak Bölgesel Kürt Yönetimi’nin kendi denetimi dışında herhangi bir Kürt özerkliğine izin vermeyeceği ifade edilebilir. >

İran’ın, Suriye krizindeki tutumuna karşılık Türkiye’ye tepkisel bir duruş sergilediği ve PKK terör örgütünü tekrar desteklemeye başladığı yönünde haber 
ve yorumlar yayımlanmaktadır. İranlı istihbarat görevlilerinin Türkiye’deki askeri tesisler hakkında bilgi topladığı tespit edilmiş, bu bilgileri terör örgütüyle paylaştığına yönelik değerlendirmeler yapılmıştır. İran’ın sınır karakollarından bazılarını geçici olarak PKK’ya tahsis ettiği ve terör örgütü militanlarının İran sınırından Türkiye’ye girerek eylem yapmalarına imkân sağladığı basına yansımıştır. İran’ın etkisiyle Irak’taki Maliki iktidarının da aynı dönemde Tarık Haşimi’nin Türkiye’ye sığınmasını gerekçe göstererek Ankara karşıtı politikalar izlemeye başladığı gözlemlenmiştir. Maliki iktidarının Türkiye ile ilişkilere zarar verebilecek girişimlerde bulunduğu, Türkiye’nin PKK terör örgütüyle 
mücadelesini zorlaştırabilecek adımlar atabileceği değerlendirilmektedir. 

Bölgesel bir güç olması ve coğrafi yakınlığın-dan ötürü Türkiye’nin Suriye krizine ilgi göstermesi doğaldır. Bununla birlikte Orta Doğu sorunlarının kara delik misali çözüm sürecine müdahil olan aktörleri sorunun parçası haline getirme özelliği sürekli hatırda tutulmalıdır. 
Türkiye, Suriye’deki krizin Tunus, Mısır, Libya ve Yemen’de iktidarın değişmesi ile sonuçlanan süreçlerden farklı seyredebileceğini öngörememiş, krizde sorunun tarafı haline gelmeye başlamıştır. Ankara, iç dinamikleri bakımından iktidarı değişen Arap ülkelerinden belirgin ölçüde ayrılan Suri-ye’deki krizin bölgesel ve küresel bir anlaşmazlığa dönüşebileceğini değerlendirememiştir. 

Türkiye-Suriye ilişkilerindeki kopuş, Türk dış politikasında tatbik edilmeye çalışılan “sıfır sorun” politikasının Orta Doğu gibi bir bölgede oldukça zor 
olduğunu göstermiştir. Nitekim Ankara’nın Esed rejimine karşı tavır alması neticesinde İran ve Irak’la ilişkilerde de problemler belirmeye başlamış, 
Türkiye’nin bölge ülkeleriyle sorunsuz ilişkiler hedefi çarpıcı biçimde sekteye uğramıştır. 

Türkiye, BM kararıyla Suriye sınırları içinde kurulacak tampon bölge fikrini desteklemeye devam etmelidir. Suriye’de kuzeyden 25 km derinlikte doğubatı 
doğrultusunda kurulacak bir tampon bölge, yerlerini terk etmek zorunda kalan vatandaşların ülke dışına çıkmadan güvenli bölgeye geçmesine imkân 
tanıyacak, Türkiye’nin sığınmacılar sorununa çözüm konusunda yardımcı olabilecektir. 
Esed rejiminin elindeki füze sistemleri ve kimyasal silahlar dikkate alınarak Türkiye’nin orta ve uzun menzilli hava savunma füze sistemlerindeki 
yetersizliğinin giderilmesi için Patriot füzelerinin NATO’dan talep edilmesi ve Türkiye topraklarında konuşlandırılması gereklidir. Bu şekilde caydırıcılık 
sağlanabilir ve fiili bir saldırı durumunda vahim sonuçların ortaya çıkması engellenebilir. Patriot füzelerinin konuşlandırılmasının ardından Türkiye’nin, 
Türk hava sahasına yaklaşan Suriyeli hava unsurlarının vurulacağını beyan etmesi durumunda ülkenin kuzeyindeki 20 km’lik hat fiili bir tampon bölgeye 
dönüşebilir. Nitekim Özgür Suriye Ordusu, Suriye’nin kuzeyinde yaklaşık 20 km’lik doğu-batı doğrultusundaki kuşağa hâkim olmaya başlamıştır. Böyle 
bir durumda Esed rejiminin NATO’yu karşısına alamayacağı ve Türkiye’nin NATO’nun desteğiyle bu kuşağı fiilen uçuşa yasak bölge haline getirebileceği 
değerlendirilmektedir. 

7 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder