1 Eylül 2018 Cumartesi

SURİYE KRİZİNDE YENİ SAFHA İDLİB SURİYE BATAKLIĞI, İDLİB EN RİSKLİ GİRİŞİM., BÖLÜM 1

SURİYE BATAKLIĞI, İDLİB EN RİSKLİ GİRİŞİM.,                                                  BÖLÜM 1



İDLİB EN RİSKLİ GİRİŞİM.,


SURİYE KRİZİNDE YENİ SAFHA İDLİB


CAN ACUN, 
BILAL SALAYMEH,













    Bu Analiz İdlib’in demografik, askeri ve siyasi yapısıyla birlikte Esed rejiminin şehre yönelik askeri harekat yapma arzusunu, bu bağlamda Rusya’nın 
belirleyici rolünü ve şehrin Türkiye açısından önemini ele almaktadır.

2011’den bu yana devam etmekte olan ve yakın tarihte yaşanan en kanlı çatışmalardan birisi olan Suriye krizinde Esed rejiminin askeri kazanımlarının 
ardından İdlib bölgesi muhaliflerin son kalesi konumuna gelmiş durumdadır. İdlib’i yeniden kontrol etmek istediğini açık bir şekilde ifade eden Esed rejiminin şehre saldırma kararının Rusya ve İran’ın onayı ve desteği olmadan gerçekleşmeyeceği söylenebilir. 
    Özellikle Rusya’nın artan nüfuzu İdlib gibi önemli bir meselede Esed rejiminin tek başına karar alma imkanını sınırlamaktadır. 
Diğer yandan yedi yıldır devam eden çatışma ve “yıpratma savaşı”ndan dolayı Esed rejiminin askeri gücü gittikçe aşınmış ve insan kaynakları tükenmiştir. 
Oldukça sınırlı bir mobilize güce sahip olan, hem insan kaynağı hem de askeri teçhizat açısından zayıf duruma düşen Esed rejiminin muhaliflerin son kalesi 
haline gelmiş, on binlerce savaşçının olduğu İdlib bölgesine yapacağı hamlenin kolay olmayacağı aşikardır. Bu hususlar dikkate alındığında Esed rejiminin 
İdlib’e saldırma kararının ancak Rusya’nın onayı ve kapsamlı desteği halinde gerçekleşebileceği anlaşılmaktadır. 
Ancak bu durum Esed rejiminin kendi imkanlarıyla Kuzey Hama ve Kuzeybatı Lazkiye’de sınırlı harekatlar düzenleyemeyeceği anlamına gelmeyecektir.

Türkiye, Rusya ile yürüttüğü müzakereler neticesinde Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı harekatları örneğinde olduğu gibi sahadaki varlığını ve etkinliğini artırarak Suriyeli muhaliflerin yanı sıra siviller için de bir yaşam alanı oluşturmuştur. Astana süreci ve çatışmasızlık anlaşmasının neticesinde İdlib bölgesinde on iki farklı gözlem noktası tesis eden Türkiye İdlib üzerinde Ruslarla yürüteceği müzakerelerle ve sahada muhalefeti birleştirecek ve radikal unsurları elimine edecek adımlarla yaklaşık 3 milyon Sivilin yaşadığı bölgeyi büyük bir insani krizden kurtarabilir.

GİRİŞ 

2011’den bu yana devam eden ve yakın tarihte yaşanan en kanlı çatışmalardan birisi olan Suriye krizinde –Esed rejiminin son dönemdeki askeri 
kazanımlarının ardından– İdlib bölgesi muhaliflerin son kalesi konumuna gelmiş durumdadır. İdlib eyaletinin yanı sıra mücavirindeki Batı ve 
Güney Halep ile birlikte sınırlı düzeyde Kuzey Hama ve Kuzey Lazkiye’de Türkmen ve Kürt Dağları civarını kapsayan bu alan yedi yıldır Esed 
rejimine karşı savaşan muhaliflerin elinde bulundurduğu son bölgedir.

2015’te Esed rejiminden ele geçirilen ve rejim aleyhine ciddi bir stratejik kazanıma dönüşen İdlib muhaliflerin o günden bu yana komuta-
kontrol ve askeri güç dinamikleri açısından merkezi konumunda bulunuyor. Muhaliflerin Halep, Doğu Guta ve Kuzey Humus gibi bölgeleri 
kaybetmesinin yanı sıra son dönemlerde Dera ve Kuneytra’dan da çıkmaya zorlanmaları İdlib’deki muhalif varlığını daha önemli bir hale 
getiriyor. Bu bağlamda mücavir bölgelerle birlikte 3 milyon civarında bir nüfusa erişen İdlib’in çatışmasızlık bölgesi kapsamına alınması ve Türkiye’nin 
Ekim 2017’de başlayarak Mayıs 2018’de sonuncusunu kurduğu,1

1. “Turkey Finishes Setting up Observation Posts in Idlib”, Hürriyet Daily News, 16 Mayıs 2018.
2. Kendini fesheden Nusra ve Şam’ın Fethi Cephesi’nin ana omurgasında oluşturulan çatı yapının adıdır.
3. Ahraru’ş-Şam ve Nurettin Zengi grubunun çatı yapılanmasına verilen isimdir.

   Rusya ve İran ile varılan Astana anlaşması kapsamında oluşturulan on iki gözlem noktası bölgenin kaderi açısından önem arz ediyor.
Muhaliflerin kendi içinde de oldukça parçalı bir halde bulunduğu İdlib’de yerel dengeler de bölgenin geleceği açısından son derece kritik 
bir öneme sahiptir. Zaman zaman birbirleriyle çatışan muhalif unsurlar ideolojik ayrışmanın yanı sıra güç mücadelesinin içine de sürüklenmiş 
durumdalar. Tek bir çatı altında birleşemeyen muhalifler Heyet-i Tahriru’ş-Şam (HTŞ),2

Cephetü’l-Tahrir Suriye3 gibi yapıların yanı sıra Feylaku’ş- Şam ve Özgür Suriye Ordusu’nun (ÖSO) önde gelen gruplarından oluşan yapıların bir
araya gelerek oluşturduğu Vataniye Cephesi gibi önemli gruplardan meydana geliyordu. 

   Temmuz 2018’de Cephetü’l-Tahrir Suriye (Suriye Özgürleştirme Cephesi), Vataniye Cephesi, Ceyşu’l- Ahrar, Sukuru’ş-Şam Tugayları bir araya gelerek
Cephetü’l-Vataniye lil-Tahrir (Özgürleştirme Milli Cephesi) oluşturuldu. Böylelikle İdlib’de HTŞ ve Özgürleştirme Milli Cephesi çatısı altında
iki ana kamptan bahsetmek mümkün oldu.

Türkiye ise rejim ve müttefiklerinin bölgeye müdahale etmek için araçsallaştırdıkları radikal grupların siyasi manevralarla ortadan kaldırılması
için çaba sarf ederken Fırat Kalkanı Harekatı (FKH) ve Zeytin Dalı Harekatı’nda (ZDH) öne çıkan Milli Ordu ve müttefiklerinin İdlib’de de etkinliğini artırmasına gayret ediyor. İdlib, Astana süreci kapsamında çatışmasızlık bölgesi olarak kabul edilmiş olmasına rağmen rejim ve müttefikleri, HTŞ gibi yapıları öne sürerek zaman zaman hava harekatları düzenlemeye devam ederken Dera’da elde
edilen kazanımlar sonrasında İdlib’i doğrudan kapsamlı bir şekilde hedef alacaklarına yönelik söylemlerini artırmaya başlamış durumdalar. 
Bu bağlamda olası bir askeri harekat Türkiye açısından büyük riskler barındırıyor. 

BM Suriye Özel Temsilcisi Steffan de Mistura 17 Mayıs’ta yaptığı açıklamada İdlib’de Doğu Guta senaryosu tekrar edilirse insani durumun Doğu Guta’dan 
altı kat daha kötü olacağını ortaya koyarken olası bir askeri operasyon ve yoğun bombardıman neticesinde bölgeden Türkiye sınırına büyük bir güç dalgası yaşanacağını belirtmiştir. Yine İdlib ve mücavirindeki muhalif unsurların ortadan kaldırılması Türkiye’nin nüfuz alanındaki Afrin, Azez, Bab, Cerablus gibi bölgeleri de doğrudan tehdit eder bir gerçekliğe neden olacakken Türkiye’nin PYD/YPG ile mücadelesini de olumsuz etkileyecektir. Her ne kadar Türkiye destekli ve büyük oranda Türkiye kontrolünde sayılabilecek FKH ve ZDH bölgelerinin çeşitli açılardan ayrı değerlendirilmesi gerekse de nihayetinde İdlib’in akıbeti doğrudan bu bölgelerin de geleceğini şekillendirecektir.

Esed rejiminin Humus ve Doğu Guta’ya saldırarak bölgedeki insanları muhalif savaşçılarla birlikte İdlib’e göçe zorladığı, Dera’yı ise benzer bir biçimde saldırı altına alarak buradaki muhalif unsurları ortadan kaldırdığı bir dönemeçte 
İdlib’in akıbetinin ne olacağı sorusu ön plana çıkıyor. Rejimin mevcut askeri kapasitesi ve siyasal angajmanları olası bir kapsamlı harekatın ancak 
Rusya’nın onayı ve harekata dahil olmasıyla gerçekleşebileceğini gösterirken Türkiye ve Rusya’nın Suriye sahasındaki mevcut pozisyonları Moskova’nın  Ankara’yı doğrudan tehdit edecek böyle bir adımı atma ihtimalini zayıflatmaktadır. 

Buna rağmen Türkiye mevcut tehditleri görerek İdlib etrafında konuşlandığı on iki askeri noktayı tahkim etmektedir. Türkiye ayrıca İdlib içinde varlığını devam ettiren radikal yapıların zayıflatılması için muhalifleri desteklemeye devam 
ederken Suriye krizinin siyasal bir çözüme kavuşturulabilmesi adına Astana ve Cenevre süreçleri bağlamında çaba sarf etmektedir.

Bu analiz mezkur meseleler bağlamında İdlib’in demografik, askeri ve siyasi yapısıyla birlikte rejimin şehre yönelik askeri harekat yapma arzusunu ve bu bağlamda Rusya’nın belirleyici rolünü ele almaktadır. Analiz ayrıca bölgenin Türkiye açısından önemini değerlendirmekte, muhtemel bir askeri harekatın Türkiye için oluşturabileceği tehditleri ortaya koymakta ve Ankara’ya da politika 
önerisi sunmayı amaçlamaktadır.




İDLİB’DE MUHALEFETİN VARLIĞI VE BÖLGENİN YÖNETİMİ 

     Suriye’de Mart 2011’de Esed iktidarına karşı başlayan gösteriler “Arap Baharı”nın da etkisiyle rejim tarafından sert karşılık görmüş, hükümetin 
halkın taleplerine karşılık askeri yöntemlere başvurması ise ülkeyi kısa süre içerisinde kaosa sürükleyecek bir dönemi başlatmıştır. Aylar süren 
barışçıl gösterilerle bir sonuç elde edemeyen rejim karşıtları da bir müddet sonra silahlı ayaklanma yolunu tercih etmiştir. Bu süreçte özellikle Esed 
ordusunda görev alan fakat rejimin halka yönelik tutumu karşısında orduyu terk ederek silahlarıyla birlikte muhalefete katılan ordu mensupları bir 
müddet sonra ÖSO ismiyle ülkedeki ilk muhalif grubu teşkil edecek yapılanmayı oluşturmuşlardır. 
    Ardından ülke içerisinde yaşanan çatışmalar kısa sürede bir iç savaşa dönüşmüş, ÖSO dışında muhalif saflarda pek çok örgüt ortaya çıkmıştır. 
İran ve Rusya rejim saflarında pozisyon alırken Türkiye, Körfez ülkeleri ve genel olarak Batılı ülkeler de muhalifleri desteklemeye başlamıştır. 
Muhalifler DEAŞ’ın Irak’tan Suriye’ye geçip kendisini hedef almasına kadarki dönemde ülkenin önemli bir kısmında saha kontrolünü sağlamayı 
başarırken örgütün muhalif bölgelerde etkinliğini artırmasıyla zor bir sürecin içerisine girmiştir. Ancak askeri açıdan İdlib’de elde edilen büyük 
başarı muhalifler adına umutları yeniden yeşertecek bir dönüm noktası olmuştur.


< Yakın tarihin en kanlı çatışmalarından birisi olan Suriye krizinde –Esed rejiminin son dönemdeki askeri kazanımlarının ardından – İdlib bölgesi muhaliflerin 
son kalesi konumuna gelmiş durumdadır. >

Fetih Ordusu ve İdlib’in Ele Geçirilmesi 

    Suriyeli muhaliflerin DEAŞ sorunuyla karşılaşarak ülkenin doğusundaki Deyrizor, Haseke ve Rakka’dan çıkarılmasının ardından kendini yeniden 
toparlamaya çalıştığı bir dönemde, İdlib çevresinde Ceyşu’l-Fetih (Fetih Ordusu)4 adlı ortak bir operasyon odasının kurulduğu ilan edildi.5
    Muhalifler İdlib şehrini Esed rejiminden almak için Mart 2015’te operasyon başlattı. Her ne kadar daha önce de bölgede muhalifler rejim unsurlarına
karşı saldırılar düzenlemiş olsa da şehri almaya muvaffak olamamışlardı. 
Bu operasyonda bölgede ileri gelen güçlü grupların bir araya gelerek  oluşturduğu  Fetih Ordusu koalisyonu şehre güçlü bir hücum başlattı. Yaklaşık dört gün süren çatışma ve saldırıların ardından muhalifler şehri bütünüyle ele geçirmeyi başardı.6

     Fetih Ordusu böylelikle bölgede yer alan Şii nüfusa sahip Keferya-Fua köylerini kuşatma altına alırken ilerleyiş batıda rejim kontrolündeki
bölgelere doğru genişlemeye devam etti. Muhalifler 22 Nisan’da ise yeni bir operasyon odasıyla İdlib’in Lazkiye’ye açılan batıdaki Cisre’ş-Şuğur şehrine yönelik saldırıya başladı. Yaklaşık üç gün sonra şehir büyük oranda muhaliflerin hakimiyetine geçti.7 

    28 Mayıs 2015’e gelindiğinde ise Fetih Ordusu stratejik Eriha şehrini de kontrol altına almayı başardı.8 

    Muhalifler ilerleyişini sürdürerek İdlib ile Lazkiye arasında yer alan Gab Ovası’na yöneldi ve pek çok noktayı ele geçirdi.
    Suriye’deki savaşın gidişatını dramatik bir biçimde değiştiren bu hamle muhalifleri çok güçlü bir pozisyona taşırken rejimi son derece kırılgan bir
hale getirmişti. İlerleyişin bu şekilde devam etmesi halinde Hama ve Lazkiye’de rejim varlığının tehlikeye girebileceği ve muhaliflerin ilerleyişinin rejimin çöküşüne yol açacağına yönelik güçlü emareler ortaya çıkarken özellikle Eylül 2015’te Rusya’nın doğrudan savaşa dahil olarak hedef almaya başlaması ve İran’ın da buna paralel olarak sahadaki ağırlığını artırmasıyla dengeler muhalifler aleyhine şekillenmeye başladı.

İdlib’deki Muhalifler Arası Dengeler Rus müdahalesinden sonra Suriyeli muhalifler oldukça sancılı bir süreç yaşarken rejim saldırıları karşısında pek çok yerden çekilmek zorunda kaldılar. Rusya ve İran’ın desteğiyle kuşatma altına aldığı bölgelere yoğun saldırılar düzenleyen Esed rejimi bölgedeki nüfusu muhalif gruplarla birlikte göçe zorladı. Neticede her defasında İdlib’e yönelen tehcir edilmiş kitleler dar bir alanda nüfusun 2,5-3 milyona kadar yükselmesine neden oldu. Ayrıca çok sayıda muhalif savaşçı da bu bölgelerden İdlib’e geçti.

YAZARLAR HAKKINDA,


Can Acun

SETA Dış Politika Direktörlüğü’nde araştırmacı olarak çalışmaktadır. Doğu Akdeniz Üniversitesi Uluslararası Ilişkiler Bölümü mezunudur. Yeditepe Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası Ilişkiler Bölümü’nde yüksek lisans yapmıştır. Kanada’da Kültürlerarası Diyalog Eğitimi almıştır. Mısır’da Kahire-Türkiye Araştırmaları Merkezi’nde ve SETA Kahire’de Mısır üzerine
çalışmalar yürütmüştür. Halen SETA Ankara’da Ortadoğu üzerine araştırmalar yapmaktadır. İlgi alanları içerisinde çatışma bölgeleri ve devlet dışı silahlı örgütler bulunmakta dır.

Bilal Salaymeh

Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi’nde Uluslararası İlişkiler bölümünden 2016’da birincilikle mezun olan Salaymeh, Yüksek Lisans çalışmasını Orta Doğu Teknik Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümünde ‘Neopatrimonyalizmin Suriye’deki Çatışmanın Gidişatı Üzerindeki Etkisi’ adlı tezi ile bitirdi. Doktora eğitimine ODTÜ Uluslararası İlişkiler bölümünde devam etmektedir.
Ortadoğu çalışmaları, özellikle Filistin ve Suriye meseleleri ile yakından ilgilenmektedir.
Salaymeh, aynı zamanda mülteci çalışmaları üzerine eğitim aldı. Hali hazırda SETA Dış Politika Direktörlüğünde araştırma asistanı olarak görev yapmaktadır.'

https://setav.org/assets/uploads/2018/08/Analiz_255.pdf


2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR


***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder