4 Eylül 2018 Salı

IRAK VE SURİYE'DEKİ GELİŞMELERİN TÜRKİYE'YE ETKİLERİ BÖLÜM 4


IRAK VE SURİYE'DEKİ GELİŞMELERİN TÜRKİYE'YE ETKİLERİ BÖLÜM 4


< ÖSO çatısı altındaki silahlı grupların çeşitlilik arz etmesi ve iç savaşın uzamasıyla bölgede yeni silahlı unsurların ortaya çıkması, muhalefetin 
sahadaki askeri etkinliğini zayıflatmıştır. >

<İç savaş uzadıkça muhalif unsurlar arasındaki bölünmüşlüğün ve güç rekabetinin derinleştiği gözlemlenmektedir.  >


ÖSO çatısı altındaki silahlı grupların çeşitlilik arz etmesi ve iç savaşın uzamasıyla bölgede yeni silahlı unsurların ortaya çıkması, muhalefetin sahadaki askeri etkinliğini zayıflatmıştır. İç savaşın başlangıcından beri Suriye’de ÖSO’nun yanı sıra başta el-Faruk Tugayı, el-Sahabe Tugayları, Ahrar elŞam, Fecrul el-İslam, el-Fetih Tugayı ve Sukur el-Kurd Tugayı olmak üzere 100’den fazla silahlı grup ortaya çıkmıştır. Bu bölünmüşlük, Esed rejimi karşısında muhalefetin elini zayıflatmış, özellikle el-Nusra Cephesi gibi el-Kaide bağlantılı bazı grupların ise rejime karşı savaşmaktan ziyade ÖSO’yu hedef alması rejime bağlı kuvvetlerin belirli bölgelerde üstünlük sağlamasına imkân tanımıştır.22 PYD’nin silahlı kanadı YPG (Halkçı Koruma Birlikleri), Esed rejiminin desteğiyle ülkenin kuzeyinde belirli bölgeleri ele geçirmiş, IŞİD ise Rakka bölgesini kontrol etmeye başlamıştır. ÖSO’nun kontrol ettiği bölgelerde YPG ve IŞİD’le çatışmak zorunda kalması, rejime bağlı güçlerin bazı bölgeleri tekrar ele geçirmesine yol açmıştır. Muhalefet hareketinin uluslararası toplum nezdindeki konumu, muhalif gruplar arasındaki radikal unsurlardan dolayı süreç içinde zayıflamıştır.23

Esed rejimi, muhalefetin sahadaki silahlı varlığına karşı Rusya, İran ve Hizbullah’ın desteğiyle üç aşamadan oluşan bir strateji takip etmiştir. Rejim
birinci aşamada radikal unsurların ÖSO içindeki silahlı gruplara dâhil edilmesini, böylece muhalefetin dünya kamuoyundaki itibarına zarar vermeyi
amaçlamıştır. Esed rejimi bu amaç doğrultusunda hapishanelerdeki el-Kaide bağlantılı aşırılık yanlısı tutukluları serbest bırakmış, Rusya ve İran ise bu 
dönemde Suriye’de çatışmalara katılan radikal unsurlarla ilgili uluslararası medyada çok sayıda yayın yapılmasını sağlamıştır. İkinci aşamada, Esed rejimi
kuzey bölgeleri PYD’ye; Rakka, Halep kırsalı ve İdlip bölgelerini de IŞİD’e bırakmak suretiyle iç savaşta ÖSO dışında silahlı grupların ortaya çıkmasını
sağlayarak kendisine karşı savaşan kuvvetleri birbiriyle mücadele eden aktörlere dönüştürmeye çalışmıştır.24

Üçüncü aşamada ise Esed rejimi, IŞİD ve el-Nusra Cephesi’nin sahada öne çıkmasını ve güçlenmesini sağlamış, başta bu iki silahlı grup olmak üzere radikal
grupların ÖSO’ya karşı savaşmasına zemin hazırlamıştır. Nitekim 2013’de IŞİD, el-Nusra Cephesi ve aynı çizgideki diğer radikal grupların Esed rejimine
bağlı kuvvetlerden ziyade ÖSO’ya karşı savaştığı görülmüş, bu grupların faaliyetlerinin rejimin konumuna dolaylı biçimde destek olduğu anlaşılmıştır.

Gelinen aşamada Esed rejiminin Suriyeli muhalif gruplara yönelik izlediği stratejide büyük ölçüde başarılı olduğu gözlemlenmiştir. Suriye’deki radikal
unsurlardan oluşan silahlı gruplar güçlendikçe ÖSO bünyesindeki kuvvetlerin etkinliği azalmış, dünya kamuoyunda rejime karşı savaşan muhalefetin büyük
ölçüde radikal gruplardan oluştuğu yönünde bir izlenim oluşmuştur. Bu izlenim Batılı ülkelerin Esed sonrası Suriye ile ilgili kaygılarının artmasına yol
açmış, muhaliflere askeri ve mali destek vermesini engellemiştir.

İç savaş uzadıkça muhalif unsurlar arasındaki bölünmüşlüğün ve güç rekabetinin derinleştiği gözlemlenmektedir. Suriye muhalefetinin zamanla toparlanması
beklenirken gerek bölünmeler gerekse muhalefeti destekleyen ülkelerin (Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar) farklı gruplara öncelik vermesi muhalif
güçlerinin zayıflamasına neden olmuştur. Bazı silahlı grupların ÖSO’dan ayrılması ve İslam Ordusu adı altında yeni bir yapılanmaya gitmesi muhalefetin
silahlı kanadını iyice zayıflatmıştır. Diğer taraftan İran, Rusya ve Çin, Esed rejimine istikrarlı bir şekilde yardım sağlarken, Suriye muhalefetinin
örgütlenmesi ve güçlenmesi için çaba harcayan ülkelerin sağladıkları destek ise muhalefetin farklı yapılara bölünmesine yol açmaktadır. Örneğin Suudi
Arabistan’ın Kasım 2013’te 7 Selefi gruptan oluşan İslami Cephe’yi kurmasının muhaliflerin bölünmesine hizmet ettiği gözlenmiştir. İslami Cephe, IŞİD
ve el-Nusra Cephesi’ne karşı ÖSO ile birlikte hareket edecek şekilde teşkil edilmişse de, cephenin tam olarak kontrol altında olduğunu ifade etmek mümkün değildir.

2.2. Doğu Guta, Cenevre Konferansları ve Rejimin Dış Desteği

Esed rejiminin 21 Ağustos 2013 tarihinde Şam’ın Doğu Guta banliyösünde kimyasal silah kullanması ve uluslararası toplumun bu girişim karşısında sessiz
kalması Suriye krizi açısından önemli bir dönüm noktasıdır. Doğu Guta’da düzenlenen kimyasal saldırıda 450’ye yakını çocuk olmak üzere 1500’den
fazla kişi hayatını kaybetmiştir. Bu saldırıyla birlikte ABD, Fransa ve İngiltere tarafından Esed rejimine yönelik sınırlı bir hava operasyonu yapılabileceği
gündeme gelmiş, BM denetleme ekibi kimyasal silahın kim tarafından kullanıldığının anlaşılabilmesi için Suriye’ye giderek incelemelerde bulunmuştur.
Bütün bu tartışmalar yaşanırken Suriye krizinde 2011 yılından beri farklı politikalar izleyen Washington ve Moskova beraber hareket etmeye başlamış,
Esed rejiminin kimyasal silah kullanmasına gösterilen tepkilerin dozu azalmış ve başta ABD olmak üzere Batılı ülkelerin Suriye iç savaşındaki tutumunun
giderek belirsizleştiği gözlemlenmiştir.

















Harita 2: IŞİD’in Suriye İç Savaşında Etkili Olduğu Bölgeler 

ABD, Suriye’ye operasyon kararında kitle imha silahlarının kullanılmasını kırmızı çizgi olarak belirlemesine rağmen, Esed rejiminin devrilmesine yönelik
herhangi bir müdahalede bulunmamış, ABD-Rusya arasında Suriye’deki kimyasal silahların imha edilmesi konusunda mutabakat sağlanmıştır. Birleşmiş
Milletler (BM) Güvenlik Konseyi 27 Eylül 2013 tarihinde Suriye’nin kimyasal silahlarının imha edilmesini öngören karar tasarısını oy birliğiyle
kabul etmiştir. 2118 sayılı bu karar kriz boyunca BM Güvenlik Konseyi’nin Suriye’ye yaptırım öngören ilk kararıdır.25 Ancak 2118 sayılı karar aynı zamanda ABD ve Batılı ülkelerin Esed rejimine yönelik askeri müdahalede bulunmayacağının bir göstergesi olarak kabul edilebilir. Bu kararla beraber Kasım 2013’te Kimyasal Silahların Yasaklanması Örgütü, Halep yakınlarındaki kimyasal silah üretme tesisinde imha işlemine başlamış, ABD ve Rusya’nın
anlaşması sonucunda Esed rejimi olası bir müdahaleden kurtulmuştur.

Haziran 2012’deki Eylem Grubu adı verilen I. Cenevre Konferansı’ndan sonra Ocak 2014’te İsviçre’nin Montrö kentinde yaklaşık 40 ülkenin dışişleri bakanı
ve temsilcisinin katılımıyla II. Cenevre Konferansı düzenlenmiştir. İkinci konferansta kimyasal silahlarının imha edilmesini kabul eden Esed rejimi ile
Suriye muhalefeti arasında görüşmelerin 24 Ocak’ta yapılması ve bu görüşmeler neticesinde bir geçiş hükümeti oluşturulması planlanmıştır. Esed rejimi
ile muhalefet arasında görüşmeler konferansın üçüncü gününde başlamış, ancak taraflar arasında -Esed’e bağlı kuvvetlerin kuşatması altındaki Humus
kentinden güvenli çıkış dışında- uzlaşma sağlanamamış ve herhangi bir sonuç elde edilememiştir. Konferans öncesinde, Suriye krizindeki mevcut dengelerden
dolayı Esed’li veya Esed’siz bir geçiş hükümetinin kurulması amacıyla gerçekleşen görüşmelerin başarılı olamayacağı öngörülmüştü. Konferanstan
sonra Humus’tan güvenli çıkış da uygulamaya dönüşmemiş, Esed rejimi kentten çıkış serbestliğini birkaç saatle sınırlı tutmuş ve Cenevre’deki anlaşmaya
riayet etmemiştir.

II. Cenevre Konferansı, Esed rejimi için üç açıdan bir dönüm noktası niteliğindedir.

Birincisi, 2011 yılından bu yana uluslararası ölçekte meşruiyetini kaybeden Esed rejimi Cenevre’de yeniden muhatap kabul edilmiş, muhalefet karşısındaki eski konumunu muhafaza etmiştir. 
Esed rejiminin Suriye iç savaşında gerçekleştirdiği katliamlara karşın II. Cenevre Konferansı’nda muhalefetle aynı ortamı/masayı paylaşması, rejimin  sahadaki askeri üstünlüğünün bir göstergesi anlamına geldiği düşünülebilir. Rejimin ayrıca konferansta ülkedeki iç savaşı terörle mücadele olarak yansıtması ve Esed’siz bir geçiş hükümetinin mümkün olmayacağını ifade etmesi, krizin sürüncemede kalmaya devam edeceğini göstermiştir. 

<  İran, Orta Doğu’daki nüfuzunun sürekliliği bakımından stratejik ve jeopolitik öneme sahip Suriye’ye her türlü askeri desteği vermektedir. >

İkincisi, konferansın amacının Esed’li veya Esed’siz bir geçiş hükümetinin tesisi olarak belirlenmesi, gerek muhalefetin gerekse uluslararası toplumun
ülkeyi yaklaşık 40 yıldır yöneten Baas rejimiyle bir probleminin olmadığı yönünde bir izlenime yol açmış, Suriye krizinin bir rejim sorunu olduğu gerçeğinden uzak bir tutum sergilenmiştir. 

Üçüncüsü, Esed rejimi II. Cenevre Konferansı’nda görüşmelerin içeriğini muhalefeti zayıflatmak için kullanmış, Suriye iç savaşını uluslararası bir 
platformda terörizmle mücadele olarak takdim etme imkânı elde etmiştir. II. Cenevre Konferansı’nda ayrıca ABD ve Rusya bir araya gelmiş, iki ülke 
arasında Suriye kriziyle ilgili bir işbirliği ortamı oluşmuş, rejim ve muhaliflerin anlaşması amaçlanmıştır. 

Ancak konferans, sonucu itibariyle Suriye krizine bir çözüm getirmekten ziyade tavsiye niteliğinde göstermelik demeçlerin verildiği bir faaliyetten ibaret kalmıştır.

II. Cenevre Konferansı’nda rejim ve muhalefet heyeti Suriye’de geçiş hükümeti gibi siyasi konuları görüşmüş olmasına rağmen 3 Haziran 2014 tarihinde
Esed rejimi kontrolündeki bölgelerde cumhurbaşkanlığı seçimi yapılmıştır.

Seçimde katılım oranı yüzde 73,4 olarak belirtilmiş, Beşşar Esed toplam oyların yüzde 88,7’sini alarak seçimi kazandığını duyurmuştur.26 Esed’in II.
Cenevre Konferansı’ndan sonra seçimle meşruiyet arayışına girdiğini ifade etmek mümkündür. Ancak Suriye’nin 23 milyonluk nüfusunun 10,5 milyonunun
yurtiçinde veya dışında mülteci olarak yaşaması, dolayısıyla seçimlerin ülke nüfusunun yaklaşık yüzde 45’inin olmadığı bir ortamda yapılmış olması
sonuçların meşruiyetine gölge düşürmüştür.27

II. Cenevre Konferansı’nın başarısızlıkla sonuçlanması ve Esed’in cumhurbaşkanlığı seçimi yapmasının ardından BM ve Arap Birliği Suriye temsilcisi Cezayir asıllı el-Ahdar el-İbrahimi 30 Mayıs 2014’te görevinden ayrılmıştır. El-İbrahimi’nin görevi bırakmasının ardından Temmuz 2014’te BM Suriye Özel Temsilciliği’ne Staffan de Mistura sadece BM temsilcisi olarak atanmıştır.

Temmuz’da göreve başlayan de Mistura 30 Ekim’de BM Güvenlik Konseyi’ne ilk sunumunu yapmış ve eylem planını açıklamıştır. De Mistura,
planında çatışmalı bölgelerdeki çatışmaların dondurulmasını önermiş ve bu planın ilk önce Halep’te uygulanmasını talep etmiştir.28 

De Mistura ayrıca söz konusu planını 9 Kasım’da Şam’ı ziyaret ederek Esed rejimine sunmuş ve Esed rejimi de çatışmalı bölgelerde çatışmaların 
dondurulması planını olumlu karşıladıklarını açıklamıştır. Fakat Suriyeli muhalefet koalisyonu de Mistura’nın sunduğu plana karşı çıkmış, çatışmaların 
sadece dondurulduğu bölgeler öngören bu planın Esed rejiminin ömrünü uzatacağını beyan etmiştir.

Neticede Esed rejimi envanterindeki kimyasal gazların imhası dışında bir yaptırıma maruz kalmamış, başta Doğu Guta saldırısı olmak üzere işlediği
ağır insan hakkı ihlallerine rağmen II. Cenevre Konferansı’yla birlikte yeniden muhatap kabul edilmiştir. Batılı ülkeler krizin ilk dönemlerinde Esed iktidarının
sona ermesi yönünde demeçlere vermişse de ÖSO’ya yeterli desteği sağlamamış, Suriye muhalefeti sahada rejime karşı sürdürülebilir bir askeri
üstünlük elde edememiştir. Batılı ülkelerin ÖSO’nun güçlendirilmesi konusundaki tereddüdü ve rejimle ilgili tutum değişikliğine rağmen, İran ve Rusya
Federasyonu Esed rejimine sağladığı desteği krizin başlangıcından itibaren istikrarlı biçimde artırarak sürdürmüştür.

İran, 2011 yılında Suriye’de başlayan ilk protesto gösterilerinden bugüne Esed rejiminin ayakta kalması için yoğun çaba harcamış, rejime siyasi, ekonomik
ve askeri açıdan güçlü bir destek sağlamıştır. İran, Rusya ve Esed rejimiyle birlikte Suriye muhalefetini terörizmle ilişkilendirmeye yönelik kapsamlı bir
propaganda yürütmüş, Batılı ülke kamuoylarında ÖSO’nun radikal unsurlarla birlikte anılmasını sağlamaya çalışmıştır. Suriye ekonomisi İran’ın sağladığı
kredilerle ve mali yardımlarla ayakta kalmış, Esed rejimi Tahran’ın fon desteğiyle Rusya’dan silah alımını sürdürebilmiştir. Nitekim Suriye’de gelinen
aşamada ekonomi büyük zarar görmüş, gayrisafi yurtiçi hâsıla yarı yarıya düşmüş, petrol üretimi neredeyse durma noktasına gelmiş ve enflasyon yüzde 50 düzeyine çıkmış durumdadır.29 İran kaynaklarının yaptığı açıklamalara göre Tahran, Esed rejimini ayakta tutmak için dört sene içinde yaklaşık 50 milyar
dolar harcamıştır.

<  Rusya, gerek BM Güvenlik Konseyi’nde Esed rejimine karşı alınabilecek yaptırım kararlarının engellenmesinde gerekse rejimin muhalefet karşısında mukavemetini sürdürebilmesi için ihtiyaç duyduğu silah ve teçhizatın tedarikinde büyük rol oynamaktadır. >

İran, Orta Doğu’daki nüfuzunun sürekliliği bakımından stratejik ve jeopolitik öneme sahip Suriye’ye her türlü askeri desteği vermektedir. Tahran yönetiminin
Suriye’ye yaptığı askeri yardımlar İran Devrim Muhafızları’nın dış operasyonlar dan sorumlu birimi Kudüs Gücü tarafından organize edilmektedir.
General Kasım Süleymani’nin komuta ettiği Kudüs Gücü’ne bağlı 2 bin civarında İranlı asker Suriye’de rejime bağlı ordunun yanında muhaliflere karşı
savaşmaktadır. İran, Lübnan’daki Hizbullah’ı ve Irak’ta desteklediği Şii milis güçlerini (Ebu’l Fazıl Abbas Tugayı) Suriye’ye sevk etmiş, özellikle milislerin harekete geçirilmesinde Suriye’deki Şii kutsal mekânların korunması argümanını kullanmıştır. Tahran yönetimi ayrıca Afganistan’daki Şii unsurlardan Esed rejimi saflarında savaşmak üzere Fatimiyyun Tugayları ve Afgan Hizbullahı adı altında silahlı gruplar teşkil etmiş, bu grupları Kudüs Gücü komutasında İç savaşa dâhil etmiştir.30

Küresel ölçekte ise Rusya Federasyonu, Suriye krizi sürecinde Esed rejimini destekleyen en önemli aktör olmuştur. Rusya, gerek BM Güvenlik
Konseyi’nde Esed rejimine karşı alınabilecek yaptırım kararlarının engellenmesinde gerekse rejimin muhalefet karşısında mukavemetini sürdürebilmesi için ihtiyaç duyduğu silah ve teçhizatın tedarikinde büyük rol oynamaktadır.

Ancak Rusya, İran’dan farklı olarak Esed rejiminin bekasından ziyade ABD veya Batı ile Orta Doğu’daki güç mücadelesini göz önünde bulundurarak hareket
etmekte, Suriye’deki Tartus deniz üssünü muhafaza etmeye çalışmaktadır.
Dolayısıyla Moskova, mutlak surette Esed ailesinin iktidarda kalmasını değil Suriye’de Rusya’nın çıkarlarını koruyan bir siyasi iradenin sürekliliğini
hedeflemektedir. Nitekim Moskova’nın 2014 yılından itibaren Suriye dışındaki muhalefet güçleri içinden Rusya çizgisinde bir muhalefet oluşturma girişimleri
bu yaklaşıma işaret etmektedir.

Rusya’nın Suriye krizini çözmek için hazırladığı plan doğrultusunda Esed’li veya Esed’siz bir geçiş hükümetinin tartışılması öngörülmemektedir.
Rusya’nın tasarladığı yol haritasında, Esed rejimi ile SMDK eski Başkanı Muaz el-Hatib’in oluşturduğu muhalefet gücünün siyasi geçiş süreciyle ilgili
bir anlaşma sağlaması amaçlanmaktadır. Moskova’nın Esed rejimiyle ve Muaz el-Hatib liderliğindeki muhalefetle iki aşamalı bir siyasi geçiş süreci üzerinde
mutabık kaldığı belirtilmektedir. Birinci aşamada Nisan 2015’te Suriye’de parlamento seçimlerinin yapılması, ikinci aşamada Suriye’de yeni hükümetin
kurulması öngörülmüştür. Kurulması kararlaştırılan yeni hükümette ise Muaz el-Hatip başbakan olacak, dışişleri bakanlığı ve savunma bakanlığı Esed rejimine
verilecek, İçişleri Bakanlığı da muhalefete geçecektir.

Rusya, Kasım 2014 içerisinde iki önemli ziyarete ev sahipliği yapmıştır. Birincisi SMDK eski Başkanı Muaz El-Hatib beraberindeki heyetle Moskova’yı
ziyaret etmiştir. Esed rejiminin temsilcilerinden oluşan bir heyet de 26 Kasım’da Soçi’de Devlet Başkanı Putin ile görüşmüştür. Her iki tarafın Rusya
ziyareti doğrultusunda Moskova’nın girişimiyle III. Cenevre Konferansı yerine I. Moskova Konferansı hazırlığı içerisine girilmiştir. 26 Ocak 2015’te
Rusya, Esed rejimi ve muhalefet temsilcilerini Moskova’da ağırlamıştır. Üç gün süren görüşmelerde belirli bir anlaşmaya varılamamış, bu nedenle ortak
bir belge veya bildiri hazırlanmamıştır.31 Moskova’daki toplantı sonrasında Suriyeli muhalifler ile rejim temsilcileri, bir ay sonra görüşmelerin tekrar başlaması konusunda anlaşmaya varmıştır.


5 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder