AMERİKAN İSTİHBARAT BELGELERİNE GÖRE KURTULUŞ SAVAŞI’ NIN BUNALIM DÖNEMİNDEKİ TÜRK DIŞ
POLİTİKASI BÖLÜM 2
...... VE “DIŞİŞLERİ BAKANI YUSUF KEMAL BEYLE YAPILAN GÖRÜŞMELER”
BUNALIMLI GÜNLER VE KARARLILIK
Bekir Sami Bey’in istifası ile boşalan Dışişleri Bakanlığı görevine, kurucu meclis niteliğindeki ilk meclisin 5 Mayıs 1920’de göreve başlayan ilk hükümetinde İktisat Vekilliği (Ekonomi Bakanı) yapan Kastamonu Milletvekili Yusuf Kemal Bey getirildi.
Yeni Türk Devleti, 1920 yılını, yeniden yapılanma ve iç hat manevrasının gereği doğu sınırının güvence altına alınması çalışmalarıyla geçirmiş, gerçekten de doğuda durum üstünlüğünü sağlamıştı. 1921 yılına girilirken, Ankara Hükümeti, doğu cephesinde oluşan olumlu durumu antlaşma zeminine oturtmak ve politik alanda durum üstünlüğü sağlamak amacıyla, 14 Aralık 1920 tarihinde Yusuf Kemal Bey başkanlığında bir kurulu, Bakû yoluyla Moskova’ya gitmek üzere Ankara’dan yola çıkarmıştı 8...
Yusuf Kemal Bey Kurulu Moskova’ya gönderilirken, İtalyanların aracılığıyla Bekir Sami Bey başkanlığındaki bir kurul da Bağlaşık Devletlerle görüşmeler yapmak üzere, İtalya yoluyla Londra’ya gönderilmişti. Askerî alanda elde edilen başarıların kazancı politik alandaki başarılarla perçinlenmek istemişti. Doğu’da durum üstünlüğü sağlanmıştı. Adeta Ankara Hükümeti iki Dışişleri Bakanı ile çalışıyordu. Yusuf Kemal Bey Kurulu Kafkaslarda yeni kurulan cumhuriyetlerle iki ayı aşkın bir zaman, bire bir görüşmeler yapmışlar, antlaşma zeminini alt yapısını oluşturmuşlardı. 18 Şubat 1921’de Moskova’ya ulaşan 9 Yusuf Kemal Bey Kurulu’nun bir ay süreli Moskova’daki temasları meyvesini vermiş, iki ülke arasındaki ilişkiler, 16 Mart 1921 tarihinde Moskova’da imzalanan Türkiye-Rusya Dostluk ve Kardeşlik Antlaşması ile doruk
noktasına ulaşmıştı...
Ankara Hükümeti, Bekir Sami Bey’in istifası üzerine, Dışişleri Bakanlığı görevine, hiç tereddüt etmeden dış ilişkilerde büyük bir bilgi birikimine sahip ve Moskova’dan yeni dönen, Yusuf Kemal Bey’i getirmişti. Doğuda sağlanan durum üstünlüğü doğal olarak antlaşma zeminini de beraberinde getirmişti. Şimdi, Doğu’da yapıldığı gibi, Batı Anadolu’da da kararlılıkla “Güçlü Pozisyondu Müzakerelere Girilmesi” evresi gündeme gelmişti. Ancak, İngiliz desteğinde bir Yunan Genel Taarruzu’nun yapılması da gündemdeydi.
Çok geçmeden beklenen olmuş, Yunan Kralı Konstantin ve Lider Kadro Batı Anadolu’ya çıkarma yapmışlardı. Ankara, şimdi bir beklenti içerisine girmişti. Yunan Genel Taarruzu ne zaman başlayacak ve bu taarruzlar nerede durdurulacaktı? Bu taarruzlar sonucu askerliğin gerekleri yerine getirilerek düzenli bir biçimde Sakarya’nın doğusuna çekinileceği muhakkaktı. Doğal olarak da bu geri çekilme sonucu Kütahya ve Eskişehir gibi iki önemli merkez yitirilecek, belki de başkent Ankara’nın Kayseri’ye taşınması bile gündeme gelecekti. Öylesine bunalımlı bir döneme girilmişti ki, doğu bölgesini bir antlaşma ile güney bölgesini De Facto ile güvence altına alan bu bölgesel çekim merkezi On Asya’dan silinip gidecek miydi? Bunalımlı dönemden çıkabilmenin tek bir yolu vardı o da ödün verilmeksizin kararlılıkla hareket etmek... Yeni Türk Devleti’nin sınavı işte şimdi başlıyordu.
AMERİKALI İSTİHBARATÇILARIN MUSTAFA KEMAL PAŞA İLE YAPTIKLARI GÖRÜŞMENİN ANA HATLARI
Anadolu İhtilâl Liderinin mimarlığında betimlenen Türk Dış Politikası ödün verilmez bir biçimde “genel ilkeleri” ortaya konulmuştu. Amerikalıların en çok merak ettikleri konuların başında, bu genel ilkeler ışığında, uygulama alanında kat edilen mesafelerdi. Mustafa Kemal Paşa ile bire bir yaptıkları görüşmelerin başlığı da “Anadolu’daki Koşullar” adını taşıyordu” 10. Washington’ un Lider Kadrosunun Ön Asya’daki dış politik yaptırımlarının belirlenmesi için gerekli esas bilgi unsuruna koşut, anket tekniğine göre hazırlanan sorular üç ana bölümde odaklaşmıştı:
— TBMM’nin Yapısı ve Örgütlenme Sistematiği
— Amerikan Örgütlerine Yönelik Ankara Hükümeti’nin Tutumu
— Ankara Hükümeti’nin Dış Dünya ile İlişkileri
Birbirine geçişli açık uçlu anket tekniğine göre, oldukça bilimsel düzeyde hazırlanan sorularla yetinilmemiş, liderin bu sorulara verdikleri yanıtlar yanında, yanıt sırasında, liderin mimik ve jestleri de yakın plandan izlenerek, bunlardan biyografik istihbarat çıkarımlarında bulunulmuştu. Mümkün olduğu kadar ayrıntıların kaçınılmamasına dikkat edilmişti. Kendisinden öylesine etkilenmişlerdi ki, rapor içerisine yazılması zor da olsa “Anadolu İhtilâlinin Lideri”ni aşağıdaki biçimde tanımlamaktan kendilerini alamamışlardı:
“Onunla görüşürken beyninizde bir yoğunlaşma duygusuna kapılırsanız, arkasından sorun ne kadar karmaşık ve çetin olursa olsun, geniş çözümlü
seçeneklerle, konunun tam olarak bütün noktalarının anlaşılmasının sağlar ve geniş bir bakış açısına sahip olursunuz” 11.
Lider, sadece ilkeleri önceden saptanmış ve ulusa mâl edilmiş kararları açıklamakla kalmıyor, sorunlara başka bir açıdan bakılmasını sağlayarak gerçeklerin ortaya çıkmasına önemli katkılar sağlıyordu.
YUSUF KEMAL BEY'LE YAPILAN GÖRÜŞMELER
GENEL.
Yusuf Kemal Bey (TENGİRŞENK)’in Özgeçmişi
1878 Boyabat’ta doğmuştur. Kadı (Naip)Hasan Raci efendinin oğludur. Önce Kuleli İdadisine girmiş, sağlık nedenleri ile Askeri Tıbbiye nakledilmiş burada
öğrenimine devam ederken hürriyet için çalışan arkadaşlarını ele vermediğinden hapsedilmiş, Fizan’a sürülmek üzere iken sakatlığı ve bazı girişimler üzerine
çürüğe ayrılmıştır. Bir süre memleketinde kaldıktan sonra İstanbul’a gelerek Mektebi Hukuka girmiştir. 1904 de mezun olmuş daha sonra Paris Hukuk Fakültesi Ulumu Siyasiye ve İktisadiye şubesinde Doktorasını vermiştir. Fransızca ve İngilizce bilmektedir.
1898 de Boyabat Mal Müdürü Refikliğine tayin edilmiş, 1899 da istifa etmiştir. Mektebi Hukuktan mezun olduktan sonra 1904 de avukatlığa başlamış aynı
zamanda Hukuk Fakültesinde Ceza Hukuku Muallim Muavinliğine, daha sonra Muallimliğe tayin edilmiştir. 1908 de Meşrutiyetin ilanı ile Kastamonu
mebusluğuna seçilmiş, 7 Kasım 1908 de istifa ederek 30 Eylül 1909 tarihinden 31 Ağustos 1914 tarihine kadar Avrupa’da Talebe Müfettişliğinde bulunmuştur.
1 Haziran 1915 de Müfettiş Umumiliğine, 23 Kasım 1915 de Adliye Nezareti Müsteşarlığına tayin edilmiş, I. Dünya Savaşının bitmesiyle tekrar Kastamonu
Mebusu olmuş, İstanbul’un işgal edilmesi üzerine Ankara’ya gelerek Büyük Millet Meclisine katılmıştır. Hariciye Vekili Bekir Sami Beyle birlikte Murahhas
olarak Moskova’ya gitmiş ve daha sonra ikinci defa Heyeti Murahhas Reisi olarak 16 Mart 1921 de Moskova’ya giderek Dostluk Muahedesini akdetmiştir.
30 Mart 1920 de Adliye Vekili, 15 Mayıs 1921 de Hariciye Vekili seçilmiştir. 02.10.1922 de istifa etmiş, 1923 de Londra Mümessilliğine tayin olmuş, bilahare Sefirlik ile Milletvekilliğinin bir arada yapılamayacağına dair alınan karar üzerine Milletvekilliğini tercih etmiştir. 1930 senesinde 2. defa Adliye Vekilliğine
tayin olunmuş, 1933 de istifa etmiştir. 1961 de Temsilciler Meclisinde Milletvekili olmuştur.
Yusuf Kemal Bey, Yeni Türk Devleti’nin Gerçekçilik, Ulusal güce dayanma ve barışçılık olarak belirlenen Ulusal Dış Politikanın kilometre taşlarının oluşmasında başlangıçtan itibaren aktif roller üstlenmişti.
Görüşme başlanılmadan önce Amerikalılar doğal olarak Yusuf Kemal Bey’in biyografik istihbaratını da yapmışlardı. Yusuf Kemal Bey, ılımlı bir İttihat ve
Terâkki’liydi. Büyük Savaş sırasında Adalet Bakanlığı Müsteşarlığı yapmıştı. Devlet deneyimi vardı ve bürokrasiyi iyi biliyordu. Yeni Türk Devleti’nin ilk hükümetinde iktisat Vekili olarak görev almıştı. Dış politik bağlamda, Bekir Sami Bey, Batıyla ilişkileri düzenleme çalışmalarını sürdürürken, kendisi de iktisat Vekilliği’nin yanı sıra Kafkaslar başta olmak üzere, Rusya ile bire bir dış ilişkilerde bulunmuş, Moskova Antlaşması ile ünlenmişti.
Mustafa Kemal Paşa ile yapılan görüşmenin tarihi 1 Temmuz 1921’di. Yapılan bu görüşmeden sonra, Teğmen Robert S. Dunu, heyetten ayrılarak, rapor içeriğinde nedeni açıkça belirtilmemekle beraber Ankara’da kalmıştı. Heyet, bu görüşmeden sonra doğruca İstanbul’a giderek, Amiral Bristol’e bilgi vermişti. Raporda Yusuf Kemal Bey’le yapılan görüşmenin tarihi tam olarak ifade edilmemektedir. Ancak, bu görüşme konularının Mustafa Kemal Paşa’yla yapılan görüşme içeriği ile benzer noktalarının bulunması nedeniyle Teğmen Robert S. Dunn tarafından gerçekleştirilen bu görüşmenin, Temmuz ayının ilk haftası içerisinde yapılmış olabileceği kuvvetli bir olasılık olarak ilk bakışta göze çarpmaktadır. Yukarıda da ifade edildiği gibi yapılan bu iki görüşme arasındaki en büyük fark, birinin kurul halinde yapılması, diğerinin ise, bir kişi tarafından yapılmasıdır. Washington’a “Milliyetçi Dışişleri Bakanının Görüşleri” başlığı altında monografik rapor olarak sunulan İstihbarat Raporunun Mustafa Kemal Paşa raporu ile aynı tarihte 19 Ağustos 1921 tarihinde gönderilmesi bir başka ilginç durumu da ortaya çıkarmaktadır.
Diğer bir ilginç taraf da, görüşmeleri gerçekleştiren Teğmen Robert S. Dunn’ın kişiliğinden kaynaklanmaktadır. İstihbarat raporlarında olmaması gereken bir
biçimde, rapora geçerlilik kazandırılması ve doğrulanması bakımından Teğmen Robert S. Dunn’ın adının rapor içeriğine alınmasıdır.
Teğmenin kimliğinin belirtilmesi söz konusu raporlara Washington’da ayrı bir veçhe kazandırmaktadır. Mustafa Kemal Paşa ile yapılan görüşmede, heyet tarafından hazırlanan sorulara verilen yanıtlar, Liderin ifade ettiği biçimde, hiç değiştirilmeksizin raporun içeriğine dâhil edilmiştir. Yusuf Kemal Bey’le yapılan
görüşmenin rapora dökülmesinde ise, oldukça uzun cümlelerden meydana gelen dolaylı anlatım biçimi esas alınmıştır.
Raporun İçeriği
Rapor incelendiğinde açıkça görüleceği üzere, Teğmen Dunu tarafından Yusuf Kemal Bey’le iki görüşme gerçekleştirilmiştir. Raporun içeriğinde açıkça belirtilmemekle beraber, çalışmanın tekniği açısından, birinci görüşme sırasında, elde edilen bilgilerin doğrudan İstanbul’a bildirilmiş olabileceği ve İstanbul’dan alman talimat çerçevesinde ikinci görüşmenin gerçekleştirilmiş ve yönlendirilmiş olabileceği değerlendirilmektedir... General Harbord ile yapılan görüşmelerden sonra, Yeni Türk Devleti’nin devletleşme sistematiğindeki ivmeye koşut olarak, uluslararası hemen her gelişmede, Amerikalıların ne düşündüğü üzerinde önemle durulmuş ve üst düzeydeki ikili görüşmelere devam edilmişti. Bu görüşmeler sırasında da, dış politik ilişkilerin temel taşı niteliğindeki düzeylerin korunması hususuna özel önem verilmişti.
1. Birinci Görüşme
Birinci görüşme sırasında Amerikalı Teğmen’in ilk tespiti şu olmuştu. Yusuf Kemal Bey’in Amerika’yla diplomatik ilişkilerin başlanılmasında inisiyatifin Türklerde olduğunu gösterir biçiminde bir görüntü çiziyor olmasıydı. Birinci görüşme sırasında irdelenen konular şöylece özetlenebilir:
— Yeni Türk Devleti’nin Amerikalılar Tamundan Tanınma Süreci
— Anadolu’daki Amerikan Örgütlerine Yönelik Ankara Hükümeti’nin Tutumu
— Ankara Hükümeti’nin Dış Dünya ile İlişkileri
Şimdi bu görüşme içerisinde genel hatları yukarıda belirtildiği biçimde ele alınan konuları teker teker irdeleyelim.
A) Yeni Türk Devleti’nin Amerikalılar Tarafından Tanınma Süreci
Büyük Savaş’tan sonra Amerika Birleşik Devletleri’nin yeni dünya düzeninin oluşturulmasındaki etkinliği Anadolu bozkırının ortasından adım adım izleniyordu.
Türk dış politikasının dışa açılım stratejisinde seçeneklerin çeşitliliğine gereksinim duyuluyordu. Makro seviyede bir üçüncü boyutun getirisi ile dışa açılmada bir esnekliğin kazanılacağı hesaplanıyordu. Bir denge ve hesap adamı olan Mustafa Kemal Paşa tarafından, biçimlenen Türk dış politikasının Batı ve Doğu ilişkilerinin bir alternatif seçeneğe gereksinimi, yadsınamayacak kadar gün yüzüne çıkmıştı.
Ancak, bu durum Sivas Kongresi’nde ortaya atılan Amerikan güdümü sorunundan çok farklı bir durumu da sergiliyordu. Ödün verilmeyecekti, ancak Amerika Birleşik Devletleri tarafından Yeni Türk Devleti’nin tanınması dış dünyada bir hareket serbestîsini de beraberinde getirecekti.
Türkiye’nin tanınma seçeneği On Asya’daki görevli Amerikalı askerler tarafından kabul görüyordu. Askerler oldukça büyük mesafeler almışlardı, ancak
Washington’daki merkezî yönetim olaylara geleneksel ihtiyatlı yaklaşımları çerçevesinde Yeni Türk Devleti’ne yakınlaşmada gecikiyorlardı. Atlantik’in ötesinde Süper Güç olma yolunda büyük mesafeler almış olan Washington’a bu yaklaşımın anlatılması gerekiyordu. Türkiye bu bağlamda da büyük mesafeler almıştı. Dr. Emin Bey Amiral Bristol’a gönderilmiş, Teğmen Dunn, konuşmada ön alıp, getireceği açılımları hesaba katarak, Amiral Bristol’ün Türkiye ile ilgili umutlarını şöyle dile getirmişti:
“(...) Gelecekteki resmî ilişkilerin onaylanmayabileceğim ve resmî bir Birleşik Devletler Temsilcisinin Ankara’ya gönderilmesi gerektiği yolunda Amiral
Bristol’ün Washington’a tavsiye niteliğinde öneriler yapacağını belirtti” 12.
Bunun üzerine Yusuf Kemal Bey, inisiyatifi bırakmaksızın dış ilişkilerde mütekabiliyetin esas olduğunu üstü kapalı bir biçimde ima ederek konuşmasını
şöyle sürdürdü:
“(...) Bu tür ilişkilerin karşılıklı olması gerektiğini, bu cümleden olarak Ankara’da bir Amerikan Temsilcisi olursa, bir Türk Temsilcisinin de Washington’a gerekli olacağı yolunda ısrar etti. Yusuf Kemal Bey, Bay Mac Dowel” in raporunda belirttiği gibi, Amerika Birleşik Devletleri tarafından Ankara Hükümeti’nin tanınma isteğini anımsattı”13.
Dış politik ilişkilerde süreklilik ve ilişkilerin kalman yerden ileriye götürülmesi kabul gören bir hareket tarzıdır. Ankara Hükümeti her açılımı adım adım izliyordu. Yusuf Kemal Bey görüşülecek konuların Mac Dowel raporundan daha ileri bir aşamada olması gerektiğini bir dışişleri nezaket kuralları içerisinde Teğmen’e anımsatıyordu. Sadece bununla kalmıyor, tanınma süreci içerisinde, Dr. Emin Bey’in Amiral Bristol’e sunduğu anlaşmadan söz ediyor ve görüşmenin bağlayıcı olması açısından bir memorandum’un yapılıp yapılmayacağını görüşmenin başlangıcında kendisine hatırlatıyordu.
Yusuf Kemal Bey, kartları eşit bir biçimde açmaya devam ediyordu. Ankara Hükümeti’ne karşı baskı oluşturmak amacıyla genelde İngiliz desteğindeki
Yunanlıların yaptıkları bir biçimde, Karadeniz kıyılarının abluka altına alınması ya da savaş gemileri ile topa tutulmasının geçerli olmayacağını üstü kapalı bir biçimde ima ederken, eğer Ankara’da bir Amerikan Temsilcisi bulunursa, Samsun’a destroyer gönderilmekten kaçınılacağını teknik bir dille açıklıyordu.
Son zamanlarda, Yunanlıların Karadeniz’deki faaliyetleri öylesine yoğunlaşmıştı ki, 2 Haziran 1921’de Karadeniz Ereğlisi’nde bir Yunan muhribi ile Kıyı Bataryası arasında topçu atışı olmuş14,
9 Haziran 1921’de de Yunanlıların ünlü “Kılkış” adlı savaş gemisi 3 Haziran 1921’de Franklin Bouillon başkanlığındaki Fransız heyetinin Ankara’ya gitmek üzere çıktığı ve Dışişleri Bakanı Yusuf Kemal Bey tarafından karşılandığı İnebolu’yu topa tutmuştu 15.
Yunanlılar görüşmenin yapıldığı sıralarda Temmuz başında Karadeniz kıyılarını bombalama faaliyetlerine gittikçe artan bir yoğunlukta devam ediyorlardı.
4 Temmuz’da Amasra’yı, 5 Temmuz’da Samsun’u denizden topa tutmuşlardı 16.
***
Amerikalılar da gerçekten, Amerikan Merzifon Okulu’ndaki Pontusçu faaliyetlerle ilgili olarak, Ankara Hükümeti’ne karşı baskı oluşturmak amacıyla, Samsun’a bir savaş gemisi göndermişlerdi.
Türk Hükümeti, uzun zamandan beri izlediği bu yasadışı Pontus’çu faaliyetlere, söz konusu bu okulda bir Türk öğretmeninin öldürülmesinden sonra,
derhal müdahale etmiş, olaylarda suçları görülen kendi yurttaşlarını mahkemeye sevk etmişti. Olayda suçlu görülen Amerikalılar da Samsun’a gelen bu
Amerikan savaş gemisine bindirilerek yurt dışı edilmeleri sağlanmıştır 17.
B) Anadolu’daki Amerikan Örgütlerine Yönelik Ankara Hükümeti’nin Tutumu
Yusuf Kemal Bey, Amerikan - Türk ilişkilerinin iyileştirilmesi yolunda Amiral Bristol’e sunulan anlaşma da dâhil olmak üzere Ankara Hükümeti’nin somut şeyler ortaya koyduğunu, ayrıca ticaretin geliştirilmesi ve devam ettirilmesi yolunda da aynı paralelde çalışmalara devam edildiğini söylüyordu.
Yusuf Kemal Bey, ayrıca yapılan bu görüşme sırasında aynı zamanda İstanbul’da da Amerikan iş adamları ile bir toplantının yapıldığını söylüyordu. Bu bir anlamda, siyasî ilişkilerin ticarî ilişkilerin önünde ya da en azından birlikte gitmesi gerekirken, ticarî ilişkilerin politik ilişkilerin önüne geçtiğinin ifadesiydi. Bunun üzerine Teğmen Dunn’da ticaretin parasal boyutu somut bir biçimde ortaya atmaktan kendini alamıyor ve:
“(...) Tütün Paralarının ödenmesinde her yıl ülkeye (Türkiye’ye) 14 Milyon Dolar girdiğini, halkının bunu değerlendirip değerlendirmediğini” 18 soruyordu.
Kartlar karşılıklı açılıyordu. Sadece tütün parası bağlamında Amerikalıların Türkiye’ye ödedikleri paranın 14 Milyon Dolar olduğunu ortaya koyan Amerikalı üstü kapalı da olsa bu paranın bir baskı aracı olarak kullanılabileceğini ima ediyordu. Parasal boyutun ortaya konulmasından sonra, Anadolu’daki Amerikan Örgütlerine yönelik Ankara Hükümeti’nin tutumuna geçilebilirdi. Bu konu Amerika’daki Rum ve Ermeni Lobilerini can evinden vurmuştu.
Amerikan Yakın Doğu’ya Yardım ve Tütün Şirketlerinde çalışan Rum ve Ermeni görevliler sınır dışı edilmişlerdi. Bu sınır dışı edilme olaylarında Ankara
Hükümeti’nin etkinliği hangi düzeydeydi? Mustafa Kemal Paşa ile yapılan görüşmelerde açık ve net yanıtlar almışlardı, ama lidere ifade edilmeyen başka bir boyut var mıydı?
Açıkça ifade edilmekle beraber bu olaylarda İttihat ve Terakki’nin bir etkinliği var mıydı? İşte araştırılacak konu bu idi. Amerikalılar kendi mantaliteleri çerçevesinde Ankara Hükümeti’nin Türkiye’ye girdi sağlayan bu parasal kaynağı değerlendirmemiş olduklarını bir türlü akılları almıyordu. Kendi mantıkları doğrultusunda bu işte mutlaka bir bit yeniği olduğunun endişesi içerisindeydiler. Parayı veriyorlardı, yasa dışı bir olay da olsa haklı kefesinde tartılmalıydılar. Kendi ticari ayrıcalıklarının bir adımı olarak kurdukları eğitim kurumlarındaki Rumların Atina ile işbirliği yaparak “Pontus Devleti” kurma çabalarını ve Ermenilerin “Bağımsız Ermenistan” çalışmalarını nedense göz ardı etme eğilimindeydiler.
Türk Yurttaşı olan bu Ermeni ve Rumlar bir çığ gibi savunmasız Türk Köylerine saldırıyorlar, örgütlü kıyım ve soykırım hareketlerine girişiyorlar, Türk Hükümeti, dünya üzerindeki her demokratik hükümet gibi yasaları eşit bir biçimde uyguladığında, Türk Hükümeti’nin karşısına Amerikan çıkarlarını ileri sürüyorlardı.
Amerikalılar, Türk Yurdunda Amerikan şirketlerinde çalışan Ermeni ve Rum kökenli Türk yurttaşlarını Amerikan yurttaşı gibi algılama eğilimindeydiler. Teğmen, Kurtuluş Savaşı içerisinde kendilerinin ifade ettikleri gibi “Milliyetçi Türkiye”nin en çok gereksinim duydukları şeyin para olduğunu değerlendirmişlerdi. Evet, doğru idi, ancak Yeni Türk Devleti bu coğrafya üzerinde “Ulusal Devlet” kimliğinden her ne biçimde olursa olsun ödün vermeye niyetli değildi. Çünkü bu konu “Erzurum Kongresi” ile “ihtilâl bildirgesi”nin içeriğine alınmıştı.
Hiç kimseden lütuf ve merhamet istenilmiyordu. Hele “Tam Bağımsızlık” ilkesinden ödün verilmesi hiçbir zaman düşünülmemişti. Amerikalı Teğmenin aradığı bir başka konu da, sınır dışı edilme erkini Ankara Hükümeti kendi yönetim erki içerisinde mi yapmıştı? Raporun içeriğine bakıldığında bu soruya Yusuf Kemal Bey’in çelişkili sayılabilecek yanıtlar verdiği ya da büyük bir olasılıkla kendisine atfedildiği görülmektedir.
Çelişkili ve Merkezî Hükümetin Taşra ile olan eşgüdümün olmadığı, kendi güvenlik kuvvetlerinin suçlandığı ve daha çok Amerikalı Teğmenin yorumları olarak değerlendirilen hususlar rapor içeriğinde şu şekilde toplanıyordu:
— “Bu işçilerin artık sınır dışı edilmemeleri gerektiği ve gönderilmiş olanların geri dönebileceği yolunda emirler verildiği,
— Samsun yetkililerinin oldukça sorumsuz davrandıklarını, Ankara ile eşgüdümün olmadığı,
— Polisin casus ve çılgın olduğunu kendi kişisel menfaatleri için şahıslara karşı kanıtlar uydurabileceği,
— Mahallî yetkililer tarafından sınır dışı edilmelerle ilgili olarak, bu tür mahallî görevlilerinin ihmâlinin genel ve müessif olduğu” 19.
Amerikalı heyetin Önder ile yaptığı görüşmede bu konuyla ilgili çerçeve soruya meydan vermeyecek bir biçimde açıkça ortaya konulmuştu.
Teğmenin bu tür eşgüdüm noksanlığı ve Dışişleri Bakanının kendi güvenlik güçlerinin suçlar gibi görüntü verdirmek eğiliminde olduğu ve Ankara Hükümeti’nin zaafları olarak ortaya koyma çabaları içerisine girdiği değerlendirilmektedir.
Gerçek ise, bunun tam tersiydi. Olaylara derhal müdahale eden Ankara Hükümeti bu yöndeki çabalarını birleştirmek suretiyle daha 9 Haziran 1920’de bölgede Nurettin Paşa’nın komutasında Merkez Ordu Komutanlığı kurarak 20, Ankara Hükümeti’nin genel perspektifini ülkenin bu yöresine kaydırmıştı. Bu yörede oldukça etkin görevlerde bulunan Merkez Ordu Komutanlığı 15 Şubat 1922 tarihinde lağvedilmişti 21.
Ulusal Ant’la bütünleşmiş ve uzun bürokrasi deneyimiyle devlet adamlığı olarak kendisini kanıtlamış olan Yusuf Kemal Bey’in bu biçimde yanıtlar vereceği uzak bir olasılık olarak değerlendirilmektedir. Yusuf Kemal Bey’e özgü olan ve doğru olma olasılığı yüksek olanlar konuşmanın bu bölümünde yer almış, raporun içeriğine dâhil edilmişti. Bunlar şöylece özetlenebilir:
— “Polisin kanıtlarını ortaya koyduğu kişileri sınır dışı edebileceği,
— Son zamanlarda Yunanlıların Samsun ve Amasya arasında üç dört köyü tahrip ettiği,
— Kenti tahliye etmeden önce İzmit’te Yunanlılar tarafından 300 Türk’ün öldürülmüş olmasıyla suçlandığının kanıtlarla belirtilmesi” 22
Daha görüşmenin başında, Yusuf Kemal Bey’in memorandum (görüşmenin karşılıklı olarak tutanakla tespiti) isteği yanıtsız bırakılmıştı.
Oysa Mustafa Kemal Paşa ile yapılan görüşmede ise soru yanıt biçiminde doğrudan yazım yöntemi kullanılmıştı.
Raporda olumsuz yazıların, Amerikalı Teğmen’in kendi yorumları olarak raporun içeriğine kasıtlı olarak dâhil edilmiş olabileceği ve bu tür yaklaşımın Amerika Birleşik Devletleri tarafından tanınma sürecini geriye bıraktırma gibi bir amaca hizmet etmiş olabileceği değerlendirilmektedir.
3 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder