Türkmen etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Türkmen etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

27 Nisan 2020 Pazartesi

KADI ABDISETDAR CENKNÂMESİ ÜZERİNE BİR İNCELEME BÖLÜM 2

KADI ABDISETDAR CENKNÂMESİ ÜZERİNE BİR İNCELEME  BÖLÜM 2



    Şah İsmail’in, Türkmen ve Özbekler üzerine düzenlediği saldırılar, daha sonra 
iktidara gelen diğer şahlar tarafından da devam ettirilmiştir. Özelikle I. 
Tahmasb, Türkmenlerin ürettiği ürünün üçte birine el koymuş, bunu kabul 
etmeyen halka baskı ve şiddet uygulamıştır. Ona karşı Türkmenler, çok sayıda 
isyan düzenlemiş, İran üzerinden isyanları bastırmak için defalarca bu bölgeye 
saldırılmıştır. Mücadele bunlarla da sınırlı kalmamış, on yedinci ve on sekizinci 
yüzyıllarda da Türkmenlerle İran bölgesi arasında çok sayıda savaş yaşanmıştır 
(Garriyev, 2007, s. 96). Orta Asya Türk destanlarında Kızılbaş tiplerin yer 
almasında ve Köroğlu’nun asi, yağmacı tip olmasında bu tarihî zeminin etkisi 
büyüktür. 

Orta Asya Türkleriyle Araplar asındaki savaşlar da bölgenin diğer önemli tarihî 
olayları arasında yer alır. İslâmiyet’i yaymak için Arap Yarımadası’nın dışında 
da savaşlara girişen Araplar, günümüzde İran ve Türkmenistan’ın yer aldığı 
bölgelere akınlar düzenlemişlerdir. (Köprülü, 2003, ss. 44-46; Necef, 2003, ss. 
102-108). Tarihin belli bir döneminde bölge halkının yaşamını etkileyen bu 
savaşlar da hafızalarda kaldığı şekliyle edebî eserlere yansımıştır. Köroğlu’nun 
Orta Asya varyantlarındaki “Arap” adını taşıyan tipler, tarihte yaşanan 
savaşların ve Orta Asya Türkleriyle Araplar arasındaki temasların bakiyeleridir. 

İnceleme konumuz olan Cenknâme’de İran bölgesinden Türkmen boylarına 
saldıranların kimlikleri hakkında ayrıntılı bilgiler yer almaktadır. Öncelikle 
Cenknâme’de “Kızılbaş” olarak nitelendirilen düşmanın Kaçar adını taşıdığını 
görüyoruz. Tarihî kaynaklarda “Kacar” veya “Kaçar” olarak geçen bu zümre, 
İran bölgesinde siyasi birlik kurabilmiş Türk boylarından birisidir. Büyük 
Selçukluların, Harezmşahların ve Safevilerin, İran bölgesinde siyasal birlik 
kurmuş Türklerden oldukları bilinen bir husustur. Kaçarlar da (1795-1925) bu 
bölgede hâkimiyet tesis etmeyi başarmış Türk boylarındandır (Karatay, 2003, 
ss. 20-22). 

Faruk Sümer, İran’da yaşayan Türkmen oymaklarının 15-20. yüzyıllarda 
kurulan devletlerin askerî gücünü oluşturduğunu söyler. Ayrıca çalışmasında A. 
Dupré’nin İran’daki Türkmen oymaklarıyla ilgili listesine de yer verir. Kaçar 
Türkmenlerinin de yer aldığı listede Kaçarların Tahran, Horasan ve Merv 
civarında yaşadıkları ve diğer Türkmen oymaklarınca sevilmedikleri 
söylenmektedir (Sümer, 1992, ss. 353-355). Sümer’in verdiği bilgilere göre 
Kaçar (Kacar) Türkmenleri Safevî Devleti’nin kuruluşunda rol oynamış bir 
boydur. Kaçar Türkmenlerinden bazıları bu yapı içinde çeşitli mevkilerde 
kullanılmışlardır. Sümer’e göre Kaçar Türkmenleri, Anadolu’da, Azerbaycan ve 
İran bölgelerinde yaşamış bir Türk boyudur (Sümer, 1976, ss. 96-98). İran’da 
Türkler; Gazneliler, Selçuklular, Kaçarlar ve Afşarlar çeşitli hanedanlıklar 
kurmuşlardır. Günümüz İranında ise Kaçarlar, Kaşgaylar, Afşarlar, Azeriler, 
Şahsevenler, Karadağlılar gibi çok çeşitli Türk boyları yaşamaktadır. 
Cenknâme’ye konu olan Kaçarlar, uzun yıllar İran’da hâkimiyet sürmüş ve 
günümüzde de varlığını devam ettiren bir Türk boyudur. Kaçarlar, İran’dan 
önce Azerbaycan ve Anadolu’nun doğu kısmında görülmüşler, daha sonra ise 
İran bölgesine ilerleyerek buraya yerleşmişlerdir. Türkmen boyları üzerine 
önemli çalışmalarıyla tanınan Faruk Sümer, Kaçarların 15. yüzyıldan itibaren 
Anadolu’dan kuzey Azerbaycan’a göç eden Koyunlu ve Ağçalu Türkmenlerinden oluşmuş bir boy olduğunu ileri sürmüştür (İpek, 2010, ss. 3, 7). 

Tarihî kaynaklardan hareketle Kaçarların Türkmen boylarıyla Batı’ya 
geldikleri ve Anadolu, Azerbaycan ve İran sahalarına yayıldıkları söylenebilir. 

Tarihteki seyirlerinden daha ziyade, Kaçarların hangi siyasi birlikler içinde yer 
aldığı meselesi daha önemlidir. Öncelikle Kaçarların Safevî Devleti’nde yer 
aldıklarını belirtmek gerekir. Böyle bir bilgi Cenknâme’de Kaçarların neden 
“kâfir” olarak nitelendirildiklerini de açıklar nitelediktedir. Türkmen, Özbek ve 
hatta Kazak Türklerinin edebiyatlarında İran bölgesinden gelen saldırılar, 
“Kızılbaş”ların, başka bir ifade ile “kâfir” grupların yaptığı saldırılar olarak 
geçer. İnceleme konumuz olan Cenknâme’de de Kaçarların “Kızılbaş” veya 
“kâfir” olarak nitelenmesi, bu Türk boyunun Şii inancına sahip olduğunu 
gösterir niteliktedir. Kaçarların tarihte Safevilerin muhafızlığını yapması da bu 
durumu doğrulamaktadır. Tarih araştırmalarında konuyla ilgili bazı 
değerlendirmeler bulabiliyoruz: 

<  Safevi hükümdarı Şah Abbas, 1586-1597 tarihleri arasında Kaçar 
boylarını üç gruba ayırarak hem dış tehlikelere karşı sınırların güvenliğini sağlamak hem de Kaçar boylarının güçlerini kırmak amacıyla bir bölümünü Özbeklere karşı Merv’e, bir bölümünü Lezgilere karşı Gence, Erivan ve Karadağ’a, bir bölümünü de Türkmen akınlarına karşı Gürgan ve Esterabad’a yerleştirmiştir (İpek, 2010, s. 7). >

Görüldüğü gibi Kaçarlar, Safevi Devleti’nde sınırları koruyan bir Türk boyudur. 
Yerleştikleri yerler ve üstlendikleri görevler neticesinde etraflarındaki diğer 
Türk boylarıyla karşı karşıya gelmek durumunda kalmışlardır. Özellikle Merv 
ve Astrabat’a yerleştirilen Kaçarlar, buradaki Teke, Yomut ve Göklen gibi 
Türkmen boylarıyla karşılaşmışlar ve bu boylar arasında şiddetli çarpışmalar 
yaşanmıştır. Adı geçen Türkmen boyları da aslında Kaçar Türkleri gibi Hive 
Hanlığı’nın sınır muhafızlığını yapan boylardır. Onlar da Hive hanlığını 
güneyden gelecek olan saldırılara karşı korumakla görevlendirilmişler ve bunu 
başarıyla uzun yıllar yerine getirmişlerdir (Necef, 2003, ss. 237-244). 
Elimizdeki Cenknâme’de olduğu üzere, bu mücadeleler, sözlü ve yazılı edebiyat 
ürünlerine yansımıştır. Türk destan geleneğinden beslenen bu eserler, dönemin 
tarihî ve sosyal olaylarını günümüze taşıması, kültürler arası veya boylar arası 
ilişkilerin boyutunu yansıtması, destani geleneğin aldığı şekilleri göstermesi 
açısından oldukça önemlidirler. 

Cenknâme’de anlatılan savaşlar, Kaçar Türkmenlerinden Nasreddin Şah’ın 
hanlık yaptığı (1848-1896) yıllara denk gelir (Garrıyev, 1977, s. 320). Bu 
metnin ortaya çıkmasında etkili olan ilk Kaçar saldırısı, 1958 yılında 
Garrıgala’ya yapılmıştır. Bu saldırıyı Horasan’ın Astrabat hâkimi Cafer Kulu 
komuta etmiştir. Bu saldırıya bölgenin hanı Nurberdi Han karşı koymuş ve İran 
ordusunu geri püskürtmüştür (Garrıyev, 1977, s. 312). Bu savaşla ilgili bazı 
bilgileri Rus tarihçiler de kaydetmiştir. N. İ. Grrodekov’un Voyna v Turkmenii 
(Petersburg 1883) adlı eserinde İran ordusunun Garrıgala’ya saldırdığı, burada 
Göklen Türkmenlerine dört bin kişilik bir orduyla Nurberdi Han’ın destek 
verdiği ve İran ordusunun mağlup edildiği yazılıdır (Garrıyev, 1977, s. 315). 
Cenknâme’de olayların Hicri 1275, Miladi 1858-1859 yıllarında geçtiği 
bildirilmektedir (Samoyloviç, 2005, s. 466). Böyle bir bilgi, tarihî kaynakların 
verdiği bilgilerle de örtüşmektedir. 

Cenknâme’de adı geçen Teke, Yomut, Göklen, Sarık gibi Türkmen boylarının 
kimliğinden çok fazla bahsedilmemiştir. Ancak Cenknâme’de Teke 
Türkmenlerinin diğer Türkmen boylarına göre daha baskın ve güçlü olduğunu 
söylemek gerekir. Anlatının merkezinde yer alan Nurberdi Han’ın Teke 
Türkmenlerine mensup olması, Merv bölgesindeki Türkmen boyları arasındaki 
uyuşmazlıkları yine bir Teke hanının çözmesi, Göklen ve Sarık gibi Türkmen 
boyları zora düştüğünde öncelikle Teke Türkmenlerinden yardım istemeleri, 
bölgedeki Teke hâkimiyetini gösterir niteliktedir. Bölgenin 19. yüzyıldaki 
durumunu anlatan tarihî kaynaklar da Tekelerin en kalabalık Türkmen boyu ve 
bölgede önemli bir güç olduklarını vurgulamaktadırlar (Necef, 2003, s. 237). 

Cenknâme’deki tiplere bakıldığında ikili bir yapıyla karşılaşılır. Sünni veya 
Müslüman olarak nitelendirilen Nurberdi Han ve Govşut Han’ın karşısında 
Nasreddin Şah, Cafer Kulu ve Mirza Hamza gibi Kızılbaş tipler vardır. Düşman 
tipler olarak da niteleyebileceğimiz Kızılbaş tipler, anlatıda zengin, meclislerde 
sık sık şarap içen, Müslümanların inandığı dini benimsemeyen, hatta bu dini 
ortadan kaldırmaya çalışan bozguncu tiplerdir. Cenknâme’de adı geçen 

   Nasreddin Şah, tarih kaynaklarında 1848-1896 yılları arasında İran’daki Kaçar 
hanedanlığının başında hüküm sürmüştür. Özellikle Horasan ve Merv 
bölgelerinde Türkmen ve Özbek Türkleriyle çeşitli kereler karşılaşmış, bu 
gruplar arasında şiddetli savaşlar olmuştur (İpek, 2010, ss. 85-87). Kadı 
Abdısetdar, bu savaşların hatıralarını kayda geçirmiştir. 

Cenknâme’nin diğer Kızılbaş tipi Cafer Kulu, tarih kaynaklarında yer alan bir 
tiptir. Ancak Cafer Kulu’nun Kaçar tarihinde ortaya çıkışı 1700’lü yılların 
sonlarıdır. Nasreddin Şah’tan daha önceleri, devletin yönetiminde bazı görevler 
almıştır. Ancak Cenknâme’de Nasreddin Şah’la Cafer Kulu çağdaş 
gösterilmektedir. Tarih açısından bu mümkün değildir, ancak Cenknâme yazarı, 
Kaçarlar için önemli işler yapmış bu iki tipi bir araya getirmiştir (İpek, 2010, ss. 
15-17). Cenknâme’de Kızılbaş tiplerin herhangi bir kahramanlığından veya 
olağanüstü gücünden bahis yoktur. Bu tipler, sadece ordu komutanı olarak 
anlatıda yer alırlar. 

Cenknâme yazarının taraf olduğu tipler arasında yer alan Nurberdi Han da tarihî 
bir tiptir. Başka bir ifadeyle tarihî kaynaklarda adı geçen bölgede yaşamış, Teke 
Türkmenlerine hanlık yapmış, İran bölgesinden gelen saldırıların yanı sıra Rus 
ordularına karşı da savaşmış bir Türkmen hanıdır (Necef, 2003, ss. 263-265). 
Cenknâme’de ise Nurberdi Han, Ahal bölgesinde yaşayan ve dara düşen Göklen 
Türkmenlerine yardım ederek Kaçarları mağlup eden ve Merv bölgesindeki 
Türkmenlerin anlaşmazlıklarını çözen bir Teke hanıdır. Cenknâme’deki 
olayların büyük bir kısmı Nurberdi Han etrafında gelişmektedir. Govşut Han 
hakkında çok fazla bilgi yoktur. Cenknâme’de Kaçarlara Merv bölgesinde karşı 
koyan bir Türkmen hanı olarak yer alır. 

Tipler bahsinde Cenknâme’de “bahadır” veya “deli” sıfatlarıyla adı geçen 
alplara temas etmek gerekmektedir. Övezli, Durdı Han, Çarı Bahadır, Hallı 
Bahadır, Gılıç Gapan, Peyrev Bahadır, Agalı, Berdi Bahadır gibi çok sayıda 
savaşçı tip, Cenknâme’de yer almaktadır. Kahramanlık destanlarının asli tipleri 
olan alpların benzerlerini bu Cenknâme’de de bulmak mümkündür. Bu 
bahadırlar, Kızılbaş ordularıyla yapılan savaşlarda ön saflarda yer alıp Kızılbaş 
askerini darmadağın ederler. Özellikle teke teke mücadelelerde Teke, Yomut ve 
Göklen bahadırlarından övgüyle bahsedilir. Olağanüstü güçleri, savaş 
tecrübeleri, silah kullanmada ve ata binmedeki ustalıkları öne çıkarılan bazı 
özellikleridir. Yüzlerce alpın veya Cenknâme’deki ifadesiyle “deli bahadır”ın 
yer aldığı Türkmen ordusu, zorlanmadan düşmanını mağlup eder. Burada 
birkaçına yer verdiğimiz Türkmen bahadırlarının tasvir edilişleri, Cenknâme 
yazarının destan üslubunu bildiğini göstermektedir. Destanlardaki 
kahramanların tasvir tarzlarına benzer kullanımların, bu Cenknâme’de de yer 
alıyor olması, bu düşüncemizi doğrulamaktadır. 

Cenknâme’deki olaylar; Tahran, Horasan, Ahal, Merv, Buhara ve Hive gibi 
merkezlerde ortaya çıkmaktadır. Anlatıda Kaçarların şahı Nasreddin Şah, 
Tahran’daki tahtından Türkmenleri yönetmeye çalışmaktadır. Cenknâme’den 
Kaçarların Horasan bölgesine de hâkim olduğunu anlıyoruz. Çünkü Teke 
Türkmenlerine karşı başarı kazanan kumandanı şah, Horasan’a vali yapacağını 
söylemiştir. Cenknâme’de geçen Garrıgala, Ahal ve Merv bölgelerinde 
Türkmen boyları yaşamaktadır. Günümüzde de bu yerler vardır ve 
Türkmenistan sınırları içinde kalmaktadırlar. Cenknâme’de adları geçen Hive ve 
Buhara, savaşlarda Türkmenlerin eline geçen esirlerin gönderildiği yerlerdir. 
Türkmenler, ganimet olarak kabul ettikleri savaş esirlerini adı geçen 
bölgelerdeki köle pazarlarına göndermişlerdir. 

Cenknâme’deki “keneş” olgusuna da dikkat çekmek gerekir. Keneşler, 
Türkmenlerin problem çözme yöntemlerini ve boy birliğine verdikleri önemi 
göstermesi açısından önemli toplantılardır. Bu toplantıların benzerlerine Türk 
tarihinin ve edebiyatının geçmiş dönemlerinde de rastlandığını söylemek 
gerekir. Oğuz Kağan Destanı ve Dede Korkut Kitabı başta olmak üzere pek çok 
tarihî ve edebî kaynakta Türklerin görüş alışverişi yapmak için bir araya 
geldikleri, hatta bunun içim büyük toyları tercih ettikleri görülür. Türk 
kültüründe “kengeş” olarak da bilinen toylar veya toplantılarda boylar 
arasındaki uyuşmazlıklar giderilir, akın, av veya savaş kararları alınır (Duymaz, 
2005, ss. 43-45). Kısacası, devlet için önemli bir durum veya olay karşısında 
farklı düşünceler ve tecrübeler dikkate alınarak doğru olan yapılmaya çalışılır. 
Elimizdeki Cenknâme’de benzer durumlar vardır. Kaçar saldırıları karşısında 
Türkmen boyları bir araya gelip konuşurlar, yani kengeş yaparlar. 

   Bu toplantılarda akıl sahibi kişilerin ve özellikle yaşlıların düşüncelerine önem 
verilir. Bu yönüyle Cenknâme, Türklerin savaş durumlarında konuşma ve 
tartışma kültürlerini destanlardaki şekliyle aktarmaktadır. 

4.2. Şekil ve Üslup Özellikleri. 

Cenknâme, mesnevi nazım şekli ve aruz ölçüsüyle kaleme alınmıştır. Ancak 
Samoyloviç’in tespitlerine göre şair, klasik edebiyatı tam olarak bilen birisi 
değildir. Çünkü eserinde hata olarak kabul edilebilecek çok sayıda aruz kusuru 
vardır. Bu yönüyle Cenknâme yazarının, klasik edebiyat dairesinden daha çok 
halk edebiyatı sahasına, halk kültürüne daha yakın olduğu söylenebilir 
(Annamuhammedov, 1994, s. 12). Bu durum, Andalıp ve Magrupı gibi destan 
kaleme almış şairler için de geçerlidir. Klasik edebiyatı tanıyan, ancak halk 
kültüründen de kopuk olmayan bu şairler, sözlü gelenekte destan anlatan 
destancılar gibi epik karakterli eserler vücuda getirmişlerdir. Cenknâme’nin 
yazarı Abdısetdar da halkın Karçarlara bakışını ve Kızılbaş gruplara karşı 
verilen savaşları yorumlama tarzını bildiği için, onların diline ve yaşam tarzına 
yabancı olmayan bir eser vücuda getirmiştir. 

Cenknâme, “Bismillâhirrâhmânirrâhîm senâ / Ki kıldım ibtidâ be-ism-i Hudâ” 
(Samoyloviç, 2005, s. 457) mısralarıyla başlar. İslami dönemde yazılan veya 
yazıya geçirilen eserlerin pek çoğunda besmeleyle söze başlamak gelenek hâlini 
almıştır. Yazar, Cenknâme’de sözü kısa kesmek veya sözün uzayıp gideceğini 
anlatabilmek için “Bularnıng medhin itsem ta kıyâmet / Edâ bolmas bil ey 
sâhib-i besâret” (Samoyloviç, 2005, s. 460) veya “Gel imdi nâzımâ söz 
muhtasar kıl / Garaz nidür bu nazmıñdın haber kıl” (Samoyloviç, 2005, s. 461) 
gibi ifadeler kullanır. Sahne geçişlerinde veya olaylar arasındaki geçişler için 
ise “Ki elkıssa bularnıng kıssasıdın / Beyân eyleb bular dil gussasıdın”, “Gel 
imdi nâzımâ bul munda yatsun / Niçe günler yatıb demin tüzetsin” (Samoyloviç, 
2005, s. 466) şeklinde mısralar metinde yer almaktadır. Son kısımda ise anlatı, 
“İlâhî nâzım-ı kulnı bu hâlât / Sevâb-ı gâzîlerga kıl Şerâket” (Samoyloviç, 
2005, s. 503) mısralarıyla son bulur. 

Cenknâme’de ayrıntılı savaş sahneleri vardır. İki büyük savaşın anlatıldığı 
metinde Türkmen alplarının kahramanlıkları, düşmanlarını aciz bırakışları, 
savaş meydanındaki hünerleri ve gösterişleri geniş bölümler hâlinde 
anlatılmıştır. Aşağıda bu sahnelerden küçük parçalar yer almaktadır: 

 “ Ki andın song tamâm-ı ehl-i îmân / Piyâde süvâre birle ey cân / Bular hem at 
koyub birdin be-yekbâr / Tidiler tekbîr-i Allâhü ekber / Kıran ile tokuşdular 
zamânı / Kılıp küffâr başıga tıg-ı rânı” (Samoyloviç, 2005, s. 491). 

“Oşol hengâm ara çün iki arslan / Kıran eyleb Kızılbaşdın töküb kan / Biri 
Sultan Bahadur baş kûhî / Biri Fâzıl Big mânend-i kûhî / Uruş eyleb cenân 
hengâm birlen / Urub küffâr ilin kamkâm birlen” (Samoyloviç, 2005, s. 499). 

Bu ve Cenknâme’deki diğer savaş sahneleri Kadı Abdısetdar’ın savaş alanlarına 
ve destan üslubuna yabancı olmadığını göstermektedir. Orduların yerleşmeleri, 
savaş hazırlıkları, savaş öncesi yapılan hileler, teke tek karşılaşmalar, 
bahadırların hünerleri, kullandıkları savaş aletleri ayrıntılarıyla Cenknâme’de 
yer almaktadır. Bu yönüyle Cenknâme, kahramanlık konulu eserler arasında da 
gösterilebilir. Abdısetdar’ın, anlatının başından beri yapmak istediği; gazayı, 
Türkmen alplarının, diğer bir adlandırmayla delilerinin savaşlarda gösterdikleri 
yararlılıkları anlatmaktır. Tıpkı bir destancı gibi Cenknâme yazarı, taraf olduğu 
kahramanları övmekte ve onların kahramanlıklarıyla övünmektedir. 

Cenknâme üslubunda dikkati çeken diğer bir husus, atasözlerinin bazı 
durumlarda benzetme yapabilmek veya durumu özetleyebilmek için kullanılmış 
olmasıdır. Nurberdi Han, Merv’e Teke ve Sarık Türkmenlerinin anlaşmazlıklarını çözmek için gittiğinde çözümü Sarıkların bölgeyi terk etmesinde bulur. Sarıkların, Tekeler gibi güçlü bir boya kafa tutmasının yanlış olduğunu anlatabilmek için Abdısetdar, “Nakıldur yürik ile at çafuşgan / Hatâdur güçlig ile hem güreşgen” (Samoyloviç, 2005, s. 481) şeklinde bir atasözüne yer verir. Yine savaş meydanında Kaçar ordusu dağılıp kaçışmaya başladığında şair, “Horus kılsa mahalsiz sayhanı bes / Ururlar il anı öltürgeli bes” (Samoyloviç, 2005, s. 501) der. Türkiye’de “Vakitsiz öten horozun başını keserler”. şeklinde bilinen atasözüyle Kaçarların yanlışı, Türkmen boylarının da bu yanlışa son verişi kısa yoldan anlatılmıştır. 

Manzum karakterli Kadı Abdısetdar Cenknâmesi, klasik edebiyat dairesinde 
yazılmış izlenimi verse de şekil ve üslup özellikleri, onun halk kültürüyle yakın 
bir ilişki içinde olduğunu göstermektedir. Aruzdaki bariz kusurlar, özellikle 
geçiş ifadelerinin ve savaş sahnelerinin sözlü destanlarla benzerlik göstermesi, 
atasözlerinin sıklıkla kullanılmış olması, Cenknâme’yi halk kültüründeki destani 
tarza yakınlaştırmaktadır. 

4.3. Yapı 

4.3.1. Allah’ın Övülmesi, Hz. Muhammet’e Dua, Dört Halife’ye, Hz. Hasan ve Hüseyin’e Saygı 

Cenknâme, mesnevi tarzında yazılmış pek çok eserde olduğu üzere, Allah’ın 
birliğinden, rahman ve rahim oluşundan, insanlara Mirac’ı nasip etmesinden, 
Kur’an’ı Kerim’i insanların hidayete ulaşması için indirmesinden, Hz. 
Muhammet’i peygamber tayin etmesinden bahsederek başlamıştır. Allah’ın 
övülmesinden sonra Peygamber’in vefatıyla kavgaların arttığı, Peygamber 
damadı Hz. Ali’ye düşman olanların ortaya çıktığı, Kerbela’da masumların yok 
yere öldürüldüğü söylenir. Dört halifenin hepsi teker teker anılır ve onlara dua 
edilir. Bu bölümde Allah’ın, Peygamber’in ve halifelerin anılmasının yanında 
İslam tarihinde ortaya çıkmış ihtilaflara değinmiş olması, hatta Hz. Ali, Hüseyin 
ve Hasan’a yok yere kastedilmiş olduğunun söylenmesi, eserin içeriği 
konusunda daha giriş kısmında bazı ipuçları vermektedir. Diğer bir ifadeyle 
Cenknâme’de bu ihtilaflar sonucu oluşmuş kavramlara ve olaylara temas 
edileceğini yazar, giriş kısmında belli etmeye başlamıştır. 

4.3.2. Kızılbaşların Tanıtılması 

Cenknâme’de Kızılbaş olarak nitelendirilen zümrenin tanıtımına ayrı bir bölüm 
ayrılmıştır. Daha önce verilen bilgiler ve yapılan değerlendirmelerle 
Cenknâme’nin bu bölümündeki bakış açısı oldukça farklıdır. Cenknâme’nin 
yazarı Kızılbaşları, Hz. Ali, Hasan ve Hüseyin’den bağımsız olarak 
değerlendirmektedir. Peygamber sonrasında yaşanan karışıklıklarda Hz. Ali’nin 
yanında tavır alan yazar, “Revâfız leşgeri Şeytân-ı laîndür / Bu üç yar-i Resûlga 
la’nîndür” (Samoyloviç, 2005, s. 460) diyerek Kızılbaşları ağır bir şekilde 
eleştirmektedir. Ayrıca Cenknâme’de Revâfız olarak geçen bu grup, şeriata 
hıyanetlik yapmak ve dinsizlikle suçlanır. Bunların cehennemlik oldukları ve 
bunlara karşı savaşanların gazi olacakları söylenir. 

4.3.3. Cenknâme’nin Yazılma Sebebi 

Kadı Abdısetdar’ın Cenknâme’de belirttiği gibi, bu eserin yazılma sebebi, İran 
bölgesinden gelen ve Kızılbaş olarak nitelendirilen düşmanlara karşı 
Türkmenlerin gösterdiği karşı duruşu övmek, diğer bir ifadeyle Türkmenlerin 
kahramanlıklarıyla iftihar etmek, bu savaşlarda faydalı işler yaparak 
Türkmenlerin zaferinde önemli bir rolü olan alpların adlarını ebedîleştirmek ve 
bu olayları sonraki nesillerin de öğrenmesine imkân sağlamaktır (Garrıyev, 
1977, s. 320). Cenknâme’nin yazarı kendisi, bu eserini yazmasında içinde 
yaşadığı toplumun etkili olduğunu, Kızılbaş ordusuyla içinde yaşadığı 
insanların yaptığı savaşları ve buradaki olayları yazmasını rica ettiklerini söyler 
(Samoyloviç, 2005, s. 461). Yazar, etrafından aldığı bu teklifi düşündüğünü, 
onların beklentilerini karşılayamamaktan da korktuğunu, ancak Allah’a ve Hz. 
Muhammet’e sığınıp bu işe giriştiğini söyler. Ayrıca şair, bu savaşlara 
katılanların gaza ve cihat ettiklerini söyleyerek düşmanın kâfir olarak 
algılandığını belirtir. 

4.3.4. Cafer Kulu Han’ın Ahal’daki Garrıgala’ya Saldırması 

Cenknâme’de, Tahran’da bir şahın olduğu, rahat ve huzur içinde otururken Teke 
Türkmenlerinin kendisine verdiği eziyet nedeniyle rahatsız olup onlara 
saldırmak istediği söylenerek asıl olaylara giriş yapılır. Metinde Tahran’da 
oturan ve Tekelere saldırı planı yapan şahın Nasreddin Şah olduğu 
söylenmektedir. Şahın veziri Teke Türkmenlerini anlatmaya başladığında 
Tekelerin Kızılbaşlara rahat vermediği, Kızılbaşların saldırılarını sürekli geri 
püskürttükleri, burada iyi ata binen ve silah kullanan çok sayıda bahadırın 
olduğu anlaşılmaktadır. Buna rağmen Nasreddin Şah, Tekelerin Horasan 
bölgesindeki hâkimiyetine son vermek için Tekelere saldırmak istemektedir. 
Mecliste bulunanlara seslenen şah, Tekelerin üzerine gidebilecek bir yiğidin 
olup olmadığını sorar. Eğer birisi çıkıp Tekelere baş eğdirebilirse onu 
Horasan’a vali yapacağını söyler. Bu görevi mecliste bulunan Cafer Kulu Han 
kabul eder. Nasreddin Şah, ülkenin her yanına ferman gönderip asker ister. 
Fermanına karşılık olarak onlarca asker ve top, Tekelerle yapılacak savaş için 
hazır hâle getirilir. Cafer Kulu Han, kurulan ordunun başında Tekelere doğru 
yola çıkar. 

Cafer Kulu Han, Tekelerle savaşmaya çıkmıştır, ancak karşılarında öncelikle 
Göklen Türkmenlerini bulur. Göklenler, Garrıga mevkiinde, Kızılbaşların 
geldiğinden haberdar olup savunmaya hazırlanırlar. Bu arada kendi aralarında 
yaptıkları konuşmalarda bu savaşın “küffar”a karşı verildiğinden, geri 
kalanların gazi, ölenlerin de şehit olacağından bahsederler. Kendi başarına 
Kızılbaş askerine karşı koyamayacaklarını bilen Göklenler, hemen Teke ve 
Yomut Türkmenlerini yardıma çağırmak için haberci gönderirler. 

4.3.5. Nurberdi Han’ın Göklenlere Destek İçin Garrıgala’ya Gelmesi ve 
Cafer Kulu Han’la Karşılaşması 

Göklen Türkmenlerinin Türkmen boylarına gönderdiği haberciler çok 
geçmeden menzillerine ulaşıp durumu haber verirler. Türkmen boylarının 
hanları, Göklenleri ve Tekeleri kardeş kabul edip onlara yardım etmeye karar 
verirler. Bu yardımda yine saldırılanların Kızılbaş olmasının da etkisi vardır. 
Ahal bölgesinde bulunan Nurberdi Han, on bin kişilik bir orduyla Garrıgala’ya, 
yani Cafer Kulu Han’ın kuşattığı bölgeye doğru hareket eder. Bu arada Yomut 
Türkmenleri de aynı bölgeye kalabalık bir grup hâlinde hareket etmiştir. 

İki ordu Garrıgala mevkiinde karşı karşıya geldiğinde, Türk destanlarında da 
sıklıkla karşılaştığımız teke tek mücadeleler başlar. Nurberdi Han’ın komuta 
ettiği Sünni Türkmenlerden çıkan bahadırlar, Kızılbaş Kaçarların savaşçılarını 
birer birer mağlup ederler. Ardından Kızılbaş askeri, topları öne çıkarıp 
saldırıya hazırlanır. Teke Türkmenleri de saflarını düzeltip Kızılbaş saldırısına 
cevap verirler. Bir gün süren savaşta galip belli olmaz. Ancak Yomut 
Türkmenlerinden Mahmut İşan, sekiz bin askerle Tekelere desteğe gelir. Bu 
hamleyle savaştaki üstünlük tamamıyla Sünni Türkmen boylarına geçer. Teke, 
Yomut ve Göklen boylarından oluşan orduda çok sayıda ünlü bahadır vardır. 
Bunların gayretleriyle Cafe Kulu Han, mağlup edilir. 

Ahal civarındaki savaştan sonra Nurberdi Han, Merv’e doğru hareket eder. 
Buraya ulaştığında kalabalık Türkmen boylarınca karşılanır. Cenknâme’de 
Nurberdi Han’ın bölgeye gelişine sebep olarak buradaki boylar arasındaki 
anlaşmazlıkları veya husumetleri ortadan kaldırmak olarak gösterilir. 
Cenknâme’de geçen bu olayları doğrulayan bazı tarihî kayıtlar vardır. Voyna v 
Türkmenii adlı kitapta Garrıgala Savaşı’ndan sonra Nurberdi Han Ahal’ın hanı 
yapılmış ve bir yıl sonra Merv’e gidip buradaki anlaşmazlıklara son vermiştir 
(Garrıyev, 1977, s. 318). 

4.3.6. Cafer Kulu Han’ın Astrabat’ta Ölmesi ve Askerinin Tahran’a Kaçması 

Cafer Kulu’nun askeri, Nurberdi Han’ın karşısında tutunamayıp mağlup 
olduktan sonra Nasreddin Han’ın güvenerek askerinin başına koyduğu Cafer 
Kulu Han da canını kurtaramaz. Başıboş kalmış Kaçar askerleri, dağınık hâlde 
Tahran’a ulaşmayı başarır. Teke Türkmenlerinden alınan bu ağır yenilgiden 
haberdar olan Nasreddin Şah, kendinden geçip küplere biner. Cafer Kulu’nun 
Ahal saldırısı, Cenknâme’nin birinci bölümünü oluşturmaktadır. Bu savaşın, 
daha doğrusu Nasreddin Şah’ın aldığı bu yenilginin ardından Kaçarlar, yeniden 
kuzeydeki Türkmenlere saldırmayı düşünürler. Cenknâme yazarına göre şah, 
intikam duygusuna kapılmıştır. 

4.3.7. Kızılbaş Mirza Hamza’nın Merv’e Saldırması ve Govşut Han’ın Ona Karşı Koyması 

Garrıgala’da alınan ağır yenilginin öcünü Tekelerden almak isteyen Kaçar şahı, 
bu kez Mirza Hamza’yı görevlendirir. Yine topçuların da içinde bulunduğu 
yetmiş bin kişilik bir ordu kurulur. Mirza Hamza’nın komuta ettiği ordu, 
Merv’e yaklaştığında Türkmenler çoktan bu durumdan haberdar olmuştur. 
Merv’in hanı Govşut Han, hemen meclisi toplamış, yapılabilecekleri görüşmeye 
başlamıştır. Kaçar ordusundan bazı askerler, Tekelerin içine sızmaya çalışır, 
ancak Govşut Han’ın bahadırları karşı koyarlar. Düşman, orduyu ikiye bölüp bir 
kısmını hendeklere yerleştirir, ancak Türkmenler, buradaki Kızılbaşları 
yerlerinden çıkarmazlar. Hendek hamlesinden sonuç alamayan düşman, açık 
alanda savaşma kararı alır. Savaş meydanında ise Agalı, Teçli Mirap ve Övez 
Han gibi yiğitlerin kahramanlıkları anlatılır. Savaş meydanında olağanüstü 
güçleri ve silah kullanma beceriyle Kızılbaş askerini aciz bırakan Merv 
Türkmenleri, Kaçar ordusunu darmadağın ederler. Kızılbaşlar, kaçmak isterler, 
ancak Türkmenler buna da izin vermezler. Düşman ordusunun başındaki Mirza 
Hamza bir yolunu bulup savaş meydanından ayrılır. 

Teke Türkmenleri, esir aldıkları Kaçar askerlerini, Hive ve Buhara’ya 
gönderirler. Ganimet olarak ise yükleriyle birlikte yetmiş bin deve, yüz binden 
fazla mızrak, kılıç, tüfek, top; değerli kumaşlar, altın ve gümüş, resimli hikâye 
kitaplarının yanı sıra değerli eşyalar, Teke Türkmenlerine kalır. 

Sonuç 

1. A. N. Samoyloviç’in Türkmenistan’da tespit ettiği ve İran bölgesindeki Kaçar 
Türkleri ile Türkmenistan sahasındaki Türkmen boylarının savaşlarını anlatan 
Cenknâme, Türklerdeki destan yazma veya “nâme” kaleme alma geleneğinin 
son örneklerinden biridir. Bu yönüyle adı geçen Cenknâme’yi, destani gelenek 
çerçevesinde değerlendirmek mümkündür. 

2. Cenknâme’yi Hive’de kadılık yapmış Abdısetdar mesnevi nazım şekli, aruz 
vezni ve Çağatay Türkçesiyle kaleme almıştır. Ancak yapılan bariz aruz 
kusurları, anlatma tekniği ve üslup özellikleri, Cenknâme yazarının klasik 
edebiyattan daha çok halk edebiyatına yakın olduğunu göstermektedir. Bu 
yönüyle Cenknâme’nin, Andalıp’ın Oğuznâmesi’yle benzer bir çizgide 
olduğunu belirtmek gerekir. 

3. Cenknâme’de İran’da yaşayan Kızılbaş Kaçar Türkleriyle Merv ve Ahal 
bölgelerinde yaşam süren Teke, Göklen ve Yomut gibi Türkmen boylarının 
savaşları anlatılmaktadır. Bölgeye hâkim olma gayesi savaşların ardındaki asıl 
hedef olsa da görünürde Sünni-Kızılbaş çatışması vardır. Teke Türkmenlerine 
taraf olan yazar, Kızılbaşları çapulcu ve kâfir olarak nitelendirerek yapılan 
savaşların gaza olduğunu söylemektedir. Bu yönüyle eser Cenknâme mantığıyla 
da örtüşmektedir. 

4. Anlatıda tarihî unsurlar oldukça yoğundur. Cenknâme’de anlatılan bazı olayların tarihteki karşılıkları bulunmaktadır. Bu yönüyle Cenknâme, olay, mekân ve tipler açısından tarihçilerin de başvurabileceği bir kaynak durumundadır. Bununla birlikte edebî bir eser olan Cenknâme’de Sünni Türkmenlerin görünüşleri, savaş yöntemleri ve kahramanlıkları abartılarak anlatılmıştır. Türkmen alplarının Kızılbaş düşmanlarıyla teke teke dövüşleri, onlara ezici bir üstünlük sağlamaları, atlarının ve silahlarının özellikleri Türk destanlarında rastladığımız bir yöntemle anlatılmıştır. 

Bütün bunlar, Abdısetdar Cenknâmesi’nin, Orta Asya Türk destan geleneği 
dairesinde oluşmuş bir anlatı olduğunu göstermektedir. 

5. Cenknâme, tarihin erken dönemlerinden beri devam eden İran-Turan 
savaşlarının edebiyata yansımasına iyi bir örnektir. 
Günümüz Türkmenistanı’nın güney kısımları ve İran’ın kuzey bölgeleri, Türklerin ve Farsların sık sık karşı karşıya geldiği yerlerdir. Tarihte yaşanmış bu olayların 
hem halk anlatmalarına hem de şiirine önemli yansımaları olmuştur. Bölgede 
yaşanan tarihî olayların edebî eserlere ne ölçüde yansıdığını veya yansıyabildiği ni bu Cenknâme üzerinden takip edebilmek mümkündür. 
Üzerinde tespit ve değerlendirmeler yaptığımız bu metin, bölgedeki diğer 
anlatılarda, örneğin Köroğlu Destanı’nda, yer alan Kızılbaş tiplerin tahlil 
edilmesine de yardımcı olabilecek bir özelliğe sahiptir. 

6. Cenknâme’nin diğer bir özelliği, Teke, Yomut, Yazır ve Göklen gibi 
Türkmen boylarının düşman karşısında birleşebildiğini, Oğuz boylarının 
olağanüstü hâllerde birlik ve beraberlik hâlinde olabildiklerini anlatmasıdır. 
Türkmen boylarının haberleşme tarzlarını, bir araya gelip “kengeş” yaptıklarını, 
yani meclis kurup savaş veya zor durumdaki bir Türkmen boyuna yardım kararı 
alabildiklerini, ordularında çok sayıda bahadırın yer aldığını, İran bölgesinden 
gelen orduları Kızılbaş olarak nitelendirip onlara karşı gaza yaptıklarını bu 
Cenknâme’den öğrenebiliyoruz. Kısacası bu Cenknâme, 19. yüzyılda Kaçarlarla 
anlaşmazlıklar yaşayan Türkmen boylarının savaşlarda gösterdikleri 
kahramanlıkları, savaş tarzlarını, Kızılbaş olarak nitelendirdikleri Kaçarlara 
bakış açılarını yansıtan destani karakterli bir eserdir. 

Kaynakça 

Aça, M. (2002). Kazak Türklerinin Destanları ve Destancılık Geleneği. Konya: Kömen Yayınları. 

Annamuhammedov, M. ve Nuraliyev A. (1994). Abdısettar Kazı Ceñnama-Tekelerin 
Uruş Kıssa Kitabı. Aşgabat: Mirap Ilmı-Önümçilik Firması. 

Bekmıradov, A. (1987). Andalıp Hem Oguznamaçılık Debi. Aşgabat: Ilım. 

Çetin, İ. (1997). Türk Edebiyatında Hz. Alî Cenknâmeleri. Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları. 


Çobanoğlu, Ö. (2000). Âşık Tarzı Kültür Geleneği ve Destan Türü. Ankara: Akçağ Yayınları. 

Çobanoğlu, Ö. (2003). Türk Dünyası Epik Destan Geleneği. Ankara: Akçağ Yayınları. 

Duymaz, A. (2005). Oğuz Kağan Destanı’ndan Dede Korkut’a Toy Geleneğinin 
Simgesel Anlamı ve Türk Paylaşım Modeli. Karadeniz Araştırmaları, 5, 37-60. 

Ekici, M. (2001). Celali Revolts and the Epic Story of Köroğlu. Millî Folklor, VII (51), 15-27. 

Fedakar, S. (2003). Özbek Destan Geleneği ve Rüstem Han Destanı. Yayımlanmamış 
Doktora Tezi, Ege Üniversitesi, İzmir. 

Garrıyev, S. A. (1977). Türkmen Edebiyatınıñ Tarıhı. Aşgabat: Ilım Neşiryatı. 

Garrıyev, S. (1982). Türkmen Eposı, Dessanları ve Gündogar Halklarının Epiki 
Dörediciligi. Aşgabat: Ilım. 

Garrıyev, B. A. (1947). Türkmen Folklorından Usuli Gollanma. Aşgabat. 

Garrıyev, B. A. (2007). Türk Dünyasında Köroğlu Anlatmaları (F. Türkmen, M. 
Duranlı ve F. Rahmankul, Çev.). Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları. 

İpek, Y. (2010). İran’da Kaçar Türk Hanedanlığı Bâbîlik ve Bahâîlik. İstanbul: Ekim. 

Karatay, O. (2003). İran ile Turan Hayali Milletler Çağında Avrasya ve Ortadoğu. 
Ankara: Karam Yayınları. 

Köprülü, M. F. (1981). Türk Edebiyatı Tarihi. İstanbul: Ötüken. 

Köprülü, F. (2003). Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar. Ankara: Akçağ Yayınları. 

Nuraliyev, D. (1971). Akademik A. N. Samoyloviç Türkmen Edebiyatı Hakında. 
Aşgabat: Ilım Neşiryatı. 

Sümer, F. (1976). Safevî Devletinin Kuruluşu ve Gelişmesinde Anadolu Türklerinin 
Rolü (Şah İsmail ile Halefleri ve Anadolu Türkleri). Ankara: Selçuklu Tarih ve 
Medeniyeti Enstitüsü Yayınları. 

Sümer, F. (1992). Oğuzlar (Türkmenler) Tarihleri, Boy Teşkilatı-Destanları. İstanbul: 
TDAV Yayını. 

Şahin, H. İ. (2010). Türkmen Destanları ve Destancılık Geleneği. Konya: Kömen Yayınları. 


***

KADI ABDISETDAR CENKNÂMESİ ÜZERİNE BİR İNCELEME BÖLÜM 1

KADI ABDISETDAR CENKNÂMESİ ÜZERİNE BİR İNCELEME  BÖLÜM 1 



Halil İbrahim ŞAHİN 

Özet: 

    Bu makale, 19. yüzyılda Türkmenistan bölgesinde yaşayan Teke, Yomut, 
Göklen gibi Türkmen boylarıyla Horasan bölgesindeki Kızılbaş Kaçar Türkleri 
arasındaki savaşları anlatan Kadı Abdısettar Cenknâmesi’nin içerik, şekil, üslup 
ve yapı açısından incelenmesinden oluşmaktadır. Türklerdeki cenknâme türünün 
sınırlarını genişleten bu anlatı, tarihteki olayların destani eserlere yansıma 
şekillerini göstermesi açısından oldukça önemlidir. Kadı Abdısetdar, Tekeler 
başta olmak üzere Sünni Türkmenlerin Kızılbaş Kaçar Türklerine karşı verdikleri 
“gaza”yı destani bir üslupla anlatmıştır. Türkmen boylarının “Kızılbaş” olarak 
nitelendirilen düşmana karşı birlik ve beraberliğini anlatan bu eserdeki teke tek 
mücadeleler, bahadırların kahramanlıkları ve savaş sahneleri, bu Cenknâme’nin 
destan geleneğiyle yakın ilişki içinde olduğunu göstermektedir. 

Giriş 

Tarihteki olayların edebî eserlere yansıdığı veya edebiyat ürünlerini yaratanların 
tarihten aldıkları bilgileri ve malzemeleri edebiyat mantığı çerçevesinde 
yorumladıkları bilinen bir husustur. Türk edebiyatında da durum çok farklı 
değildir. Hem yazılı hem de sözlü edebiyatta tarihte olmuş olayları ve bu 
olayların toplum üzerindeki akislerini anlatan veya işleyen edebî eserler vücuda 
gelmiştir. Tarihle güçlü bağları olan destanlar, büyük ölçüde tarihî olayların 
yaşatılmasına, topluma tarih ve köken bilinci kazandırmaya, bu sayede kültürel 
kimliği canlı tutmaya hizmet etmiştir. Özellikle tarihte yaşanmış savaşlar ve 
büyük felaketler, edebî eserlerde daha fazla yer almış, zamanla bu olaylarla 
ilgili eser düzenlemek, anlatmak veya yazmak gelenek hâline gelmiştir. Orta 
Asya Türklerinin Kalmuklarla, Çinlilerle, Arap ve Fars ordularıyla yaptıkları 
savaşlar çok sayıda destana veya daha başka edebî türlere konu olmuştur. 

Oğuz namecilik geleneğinde olduğu üzere devlete hükümdarlık yapan hanın ve 
ailesinin savaşlarını, maceralarını anlatma veya yazıya geçirme geleneği de 
tarihî olayların Türk destan geleneğine güçlü bir şekilde yansımasına zemin 
hazırlamıştır. Dede Korkut Kitabı ve Battalnâme gibi “nâme” ifadesini taşıyan 
manzum, mensur veya manzum-mensur karışık eserler de bu anlayışın sonucu 
ortaya çıkmış edebî ürünler arasındadır. 

Türk kültüründe bir devlet başkanının veya bir kahramanın düşmanlarıyla 
mücadeleleri çoğunlukla sözlü kültürde anlatılırken bir kısım anlatı da yazılı 
olarak aktarılmıştır. Hatta bazı şairler, Türkmenistan’daki ifadesiyle “destancı 
şairler”, daha önceki destan veya kahramanlık konulu eser yazma geleneği 
çerçevesinde 18 ve 19. yüzyıllarda destani eserler kaleme almışlardır. Destancı 
şairlerden birisi olarak bilinen Andalıp, “Oğuznama” adıyla Oğuz’un 
maceralarını yeniden yazmıştır. Oğuznamecilik geleneğinin son örneklerinden 
birisi olan eser, bu geleneğin Orta Asya Türkleri arasında yakın dönemlere 
kadar yaşadığını göstermesi açısından oldukça kıymetlidir. Bu çalışmaya konu 
ettiğimiz “Cenknâme” adlı eser de Oğuznamecilik geleneği çerçevesinde 
olmasa da Teke Türkmenlerinin İran bölgesindeki Şii Türkmen boylarıyla 
yaptıkları savaşları, bu savaşlarda Türkmen beylerinin ve alplarının 
kahramanlıklarını anlatması açısından destan geleneği bağlamında 
değerlendirilebilir. Andalıp’la aynı bölgede yaşamış ve çeşitli türlerde eser 
vermiş Magrupı ve Şabende gibi şairler de, Orta Asya Türklerinin İran 
bölgesinden gelen saldırılara karşı koyuşlarını anlatan eserler kaleme almışlar 
veya gelenekten aldıkları malzemeyi yeniden düzenlemişlerdir. 

Bu çalışmanın konusunu, 19. yüzyılda Türkmenistan ve İran bölgelerinde 
yaşayan Sünni ve Şii Türkmen boylarının yaptıkları savaşları anlatan “Kadı 
Abdısetdar Cenknâmesi” oluşturmaktadır. Türk destan geleneği çerçevesinde 
değerlendirdiğimiz bu eserin yazarı, yazıldığı tarih ve kültürel çevre, yazılma 
amacı, içeriği, şekil ve üslup özellikleri, yapısı, içerisinde geçen olayların ve 
tiplerin tarihle ve destan geleneğiyle ilişkisi üzerinde tespit ve değerlendirmeler 
yapılarak genelde Türk anlatı, özelde ise Türk destan geleneği içindeki yerini 
tayin eden sonuçlara ulaşılmıştır. Elde edilen sonuçlar, bu Cenknâme’nin 
Türkiye sahasındaki cenknâme anlayışından farklı olarak destan geleneğine 
daha yakın olduğunu göstermektedir. Bu bakımdan incelemeye Türklerdeki 
destan ve cenknâme yazma veya yazıya geçirme geleneği üzerine yapılacak 
küçük bir değerlendirmeyle başlamak faydalı olacaktır. 

1. Türklerde Destan Yazma / Nâmecilik Geleneği ve “Abdısetdar Cenknâmesi” 

Oğuz Kağan Destanı’nın ve Dede Korkut Kitabı’nın nüshaları, Türklerde destan 
yazma veya destanları yazılı hâle getirme geleneğinin olduğunu göstermektedir. 
Bu örneklerin dışında İslami dönemdeki Battalnâme, Danişmendnâme ve 
Saltuknâme gibi destani eserlerin yanı sıra Orta Asya’daki Türk topluluklarının 
“avtorlu”, yani “yazarlı” olarak nitelendirdikleri çeşitli destan metinleri 
bulunmaktadır. Ayrıca Cengiznâmeler, Timurnâmeler ve Hz. Ali’nin İslamiyet 
için verdiği mücadeleleri anlatan cenknâmeler de yazılı destani edebiyat 
dairesine girmektedir (Çetin, 1997). Bu geleneğin oluşumunda, Farslarda ortaya 
çıkmış Şehnâme’nin önemli bir rol üstlendiği söylenebilir. Fuad Köprülü’nün, 
“Hakikatte Şehnâme, uzun yüzyıllardan beri, yalnız Acem edebiyatı üzerinde 
değil, hatta Türk edebiyatında da pek büyük ve pek derin bir tesir vücuda 
getirmiştir.” diyerek dile getirdiği gibi, Türklerdeki “nâmecilik” geleneği ile 
Şehnâme arasında yakın bir ilişki vardır (Köprülü, 1981, s. 115). Şehnâme’nin 
mesnevi nazım şeklini ve destani üslubu kullanması, sonrasında yazılan pek çok 
eser için çıkış noktası olmuştur. Ancak hemen ifade etmeliyiz ki Türklerdeki 
nâmecilik geleneği zamanla Fars edebiyatını geride bırakmış, destani karakterli 
çok sayıda eser, Şehnâme’deki şekil ve yapıyı da aşarak kendine has bir gelenek yaratmayı başarmıştır. 

A. Bekmıradov, doğu edebiyatlarında “name” sözünün “kitap, eser, şiir, mektup 
ve yazı” anlamlarına geldiğini söyleyerek kelimenin geniş bir kullanım alanının 
olduğunu belirtir. Ayrıca Bekmıradov’un dikkat çektiği bir diğer husus daha 
vardır ve oldukça önemlidir: Türkmenistanlı araştırmacıya göre “Şahnâme”, 
“Cenknâme” ve “Sefernâme” gibi eserlerin tarihle güçlü bağları vardır. Bunlar 
her ne kadar edebiyat eserleri olsalar da tarihî yönleri de oldukça güçlüdür 
(Bekmıradov, 1987, ss. 5-6). A. N. Samoyloviç, cenknâme yazarı Kadı 
Abdısetdar hakkında değerlendirmeler yaparken Kadı’nın olağanüstülüklerden 
ve olayları saptırma anlayışından uzak durduğunu söyleyerek bu metni “yarı 
tarihî şiir” olarak nitelendirir (Annamuhammedov, 1994, s. 13). Eserin 
muhtevasından anlaşılacağı üzere Samoyloviç’in bu tespiti oldukça yerinde bir 
tespittir. Cenknâme’deki olaylar başta olmak üzere tiplerin de tarihle güçlü 
bağları vardır. 

Orta Asya bölgesinde “nâme” adını taşımayan, ancak yazılı kültürde oluştuğu 
veya yazılı ortama aktarıldığı söylenen destanlar da vardır. Türk destanları 
arasında gösterilen “Yusup-Ahmet”, “Alı Beg-Balı Beg”, “Dövletyar”, 
“Hocamberdi Han” gibi anlatıların Andalıp, Şabende, Şeydayı, Magrupı, 
Mollanepes gibi şair kimliği olan kişilerce yazıldığı veya yazılı hâle getirildiği 
düşünülmektedir. Özellikle 18. yüzyıldan itibaren bu bölgede destan yazma 
geleneğinin geliştiğini söylemek mümkündür. Bu yüzyılda Andalıp gibi şairler 
yazdıkları destanları ile dikkat çekerler. Ayrıca bu yüzyıl, yazılı edebiyat ile 
sözlü geleneğin iç içe olduğu bir dönem olarak da bilinir. Magrupı, Şabende, 
Şeydayı gibi şairler, tarihî kaynaklardan, rivayet ve efsanelerden, masallardan 
aldıkları konuları destan formunda yeniden işlemişlerdir. 19. yüzyılda 
Mollanepes’in, Seydi’nin, Talibî’nin ve Mollamurt’un da bu dönemde 
düzenledikleri destanlar vardır. Andalıp’ın “Leyli-Mecnun”u, Magrupı’nın 
“Seypelmelek-Medhalcemal”i, Şabende’nin “Gül-Bilbil” ve “Şabehram”ı, 
Şeydayı’nın “Gül-Senuber”i destan tasniflerinde “avtorlu dessan” terimi altında 
değerlendirilir (Garrıyev, 1982, ss. 120-121). 

İnceleme konumuz olan bu Cenknâme’yi, Türklerin özellikle de Oğuzların 
destan yazma geleneği çerçevesinde de değerlendirmek mümkündür. Bilindiği 
gibi Kıpçak Türklerindeki destan geleneği çoğunlukla sözlü geleneğe dayalıdır, 
ancak Oğuz Türklerinde ise bazı destanlar yazılı hâlde günümüze ulaşmıştır. Bu 
yönüyle Oğuzlar, geçmişten günümüze tarihî olayları yazılı hâle getirilmeyi 
başarmış bir Türk boyudur (Bekmıradov, 1987, s. 14). Andalıp Oğuznamesi 
başta olmak üzere Abdısetdar Cenknâmesi gibi eserler Harezm merkezli olarak 
ortaya çıkmıştır. Andalıp ve Abdısetdar’ın dışında Magrupi, Şeydayi, Molla 
Nepes, Şabende gibi şairler, Türkmen, Özbek ve Karakalpak destan 
gelenekleriyle ilişkileri olan destani tarzda eserler kaleme almışlardır (Garrıyev, 1947, s. 8). 

2. Cenknâme Terimi ve Kadı Abdısetdar Cenknâmesi 

Türkiye’de cenknâme terimi, daha çok Hz. Ali etrafında teşekkül etmiş dinî-
kahramanlık hikâyeleri olarak kullanılmaktadır. Cenknâmeler üzerine yapılan 
çalışmalara bakıldığında bu metinlerin merkezinde Hz. Ali’nin ve İslam uğruna 
verdiği mücadelelerin yer aldığı görülür (Çetin, 1997). İnceleme konumuz olan 
cenknâme ise Türkiye’deki cenknâme anlayışından oldukça farklıdır. 
Abdısetdar’ın kaleme aldığı veya yazıya geçirdiği bu eser, tam anlamıyla 
“cenk” anlatmaktadır. Anadolu sahasındaki cenknâmelere içeriğindeki “gaza” 
anlayışıyla yaklaşmaktadır, ancak anlatının merkezinde Hz. Ali yoktur. 19. 
yüzyılda yaşamış olan Teke Türkmenleri ve Kaçar Türkleri vardır. Halk bilimi 
araştırmalarındaki bazı terimlerde olduğu gibi, cenknâme terimi de Orta Asya 
Türk topluluklarında Türkiye’deki anlamından daha farklı kullanılabilmektedir. 
Bu bakımdan “cenknâme”nin Türkiye dışındaki Türk topluluklarındaki 
kullanım şekillerine bakmak faydalı olacaktır. 

Özbek Türkleri arasında yaygın olan cenknâmlerde orduların veya bazı kişilerin 
din uğruna yaptıkları savaşlar anlatılır. Kahramanlık destanlarında olduğu üzere 
bu eserlerde başkahramanların savaşlarda verdikleri olağan ve olağanüstü 
mücadeleler anlatılır. Özbek Türklerinin cenknâme olarak nitelendirdikleri 
eserlere bakıldığında, bunların bir kısmının Türkiye Türklerinde de bulunduğu 
görülür. “Cenknâme-i Ebu Müslim”, “Cenknâme-i Seyyid Battal Gazi”, 
“Cenknâme-i Emir Hamza” gibi anlatılar, Türkiye sahasında İslamiyet’in 
etkisiyle oluşmuş destanlar olarak bilinmektedir. Özbek Türkleri, “Yusuf bilen 
Ahmed” ve “Alibek bilen Balibek” adlı destanları da cenknâme terimi altında 
değerlendirmişlerdir. Bu destanlarda kahramanların dinî kaygılarla kahramanlık 
göstermeleri, araştırmacıları bu anlatıları cenknâme kapsamında 
değerlendirmeye zorlamıştır (Fedakar, 2003, ss. 5-6). 

İncelediğimiz bu Cenknâme, Türkmenistan’da “tarihî destanlar ve kahramanlık 
destanları” başlığı altında değerlendirilmiştir. Türkmen destan araştırmacılarına 
göre bu destanlar, memleketin ve halkın bağımsızlığını anlattıkları gibi, 
kahramanlık eposlarına göre daha kısa anlatılardır. Dövletyâr Destanı, 
Hocamberdi Han Destanı ve Cenknâme, bu grupta değerlendirilen destanlardan 
bazılardır (Şahin, 2010, s. 72). Görüldüğü gibi Türkmenistan’da da cenknâme, 
tarihî ve kahramanlık yönü ağır basan destanlar grubunda ele alınmıştır. Kazak 
Türklerinde de yakın dönemdeki tarihî olayları veya savaşları anlatan destanlar 
da konumuzla yakından ilgilidir. “Tarihî cır” olarak bilinen “Karatavdıñ 
Başınan Köşk Keledi”, “Akmeşitti Alğanda Aytılğan Öleñ”, “1916 cıl”, 
“Amankeldiniñ Torğaydı Alğanı” adlı destanlardaki olaylar ve şahıslar, gerçek 
hayatla sıkı bağlara sahiptirler (Aça, 2002, s. 62; Çobanoğlu, 2003, ss. 54-55). 
Bu yönüyle bu destanlar, Türkiye sahası âşıklık tarzı şiir geleneğindeki askerî 
hayatla ilgili destanlarla da benzerlikler göstermektedirler (Çobanoğlu, 2000, ss.  71-75). 

Görüldüğü gibi cenknâme terimi, Türkiye dışındaki, özellikle de Orta Asya 
bölgesindeki Türk toplulukları arasında farklı anlamlarda kullanılmaktadır. 
Ancak, bu terimle karşılanan anlatılarda tarihî olayların ve şahısların yoğun bir 
şekilde yer alması ve anlatının merkezinde din uğruna yapılan savaşlar olması 
Türkiye’deki cenknâme teriminin dışında kullanımlar değildir. Bu bakımdan 
inceleme konumuz olan Abdısetdar Cenknâmesi’ni de cenknâme türü içinde 
değerlendirmek mümkündür, ancak bu eserin cenknâme türünün sınırlarını 
genişlettiğini de belirtmek gerekir. 

3. “ Cenknâme”nin Yazarı, Yazmanın Bulunuşu ve Yayım Süreci 

3.1. Yazarı 

Metnin yazarı olan Kadı Abdısetdar hakkındaki bilgiler oldukça sınırlıdır. 
Konuyla ilgili çalışmaları olan A. N. Samoyloviç’in Hocalı Molla 
Mıratberdioğlu’ndan aldığı bilgilerden başka yazar hakkında kayıt yoktur. 
Hocalı Molla, 1903 yılında Samoyloviç’e yazdığı mektubunda: “Tekelerin 
savaş-kıssa kitabını yazan Abdısetdar Kazı’dır. Kendisi Magtım tayfasındandır. 
Yedi yıl Hive’de kadılık yapmıştır. Âlim bir kişidir. Onun dört oğlu vardır. 
Onlar da Hive’de yaşamaktadır” şeklinde Cenknâme’nin yazarıyla ilgili bilgiler 
vermiştir (Annamuhammedov, 1994, s. 11; Nuraliyev, 1971, s. 69). 
Samoyloviç, Rusya’da yaptığı ve yayımladığı çalışmalarında bu bilgiyi 
kullanmıştır. 1977 tarihli Türkmen Edebiyatı Tarihi adlı kitapta ise A. 
Çarıgulıyeva, Kadı’nın Ahal bölgesindeki Göktepe’nin Kelete adlı yerleşim 
biriminde doğduğunu söylemiştir (Garrıyev, 1977, s. 310). Sınırlı hayat 
hikâyesine rağmen, kaleme aldığı cenknâme, metninden hareketle hem 
Samoyloviç hem de Türkmen araştırmacılar, onun eğitimli biri olduğu 
noktasında hemfikirdirler. Özellikle Hive’de kadılık yapması ve ismine “kadı” 
ifadesinin de eklenmiş olması, onun medrese eğitimi almış olabileceğini de 
düşündürmektedir. Şairin doğum ve ölüm tarihleri de belli değildir, ancak 
Cenknâme’de anlatılan olayların geçtiği dönem ve Cenknâme’nin yazılış tarihi 
de dikkate alındığında onun 19. yüzyılın ortalarında yaşamış olduğunu 
söylemek mümkündür. 

Kadı Abdısetdar’ın hangi Türkmen boyuna mensup olduğunu, eserinden veya 
başka bir kaynaktan öğrenemiyoruz. Ancak Cenknâme’deki bakış açısından 
hareketle yazarın Teke Türkmenlerine mensup olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü 
Cenknâme’deki savaşların veya olayların merkezinde Teke Türkmenleri vardır. 
Savaşlar, Teke Türkmenlerinin yardımıyla kazanılır, uyuşmazlıkları Teke hanı 
çözer, Kaçarlar bile karşılarındaki düşmanı Teke olarak bilir. Kısacası yazar, 
Tekeleri, özellikle de Nurberdi Han’ı övmek, Kaçarlar karşısında alınan parlak 
Teke zaferlerini anlatmak için kaleme aldığı Cenknâme’de Teke Türkmenlerini 
öne çıkarmıştır. 

Hive’de kadılık yapabilecek bir eğitim düzeyine sahip Abdısetdar, eserinden 
anlaşıldığı kadarıyla Türkmen boylarını, yerleşim yerlerini, tarihi, hatta İran 
sahasındaki boyları da yakından tanıyan birisidir. Cenknâme’de temas ettiği 
tarihî şahıslarla ilgili bilgileri oldukça fazla, bu savaşlarda öne çıkan bazı alpları 
ve bahadırları da tanıyan veya bu konudaki rivayetleri takip eden birisidir 
(Garrıyev, 1977, s. 311). Kısacası içinde yaşadığı toplumu her yönüyle bilen, 
tarihî olaylara ve halkın bu olaylara bakışına duyarlı bir şair olan Abdısetdar, 
esrinde Teke-Kaçar savaşlarını destani tarzda, hatta bazı bölümlerde destanlarda bile rastlanmayan ayrıntılara da yer vererek anlatmıştır. Bu yönüyle Abdısetdar, Orta Asya Türkleri arasında yaygın olan “nâmecilik” geleneği kapsamında destani tarzda bir eser ortaya koymuştur. 

3.2. “Cenknâme” Yazmasının Bulunuşu ve Yayım Süreci 

Cenknâme’nin mevcut tek nüshası, 1903 yılında N. N. Yomudsky tarafından A. 
N. Samoyloviç’e verilmiştir. Yomudsky, yazmayı Abdısetdar’ın torunundan 
aldığını belirtir. Eserin başka bir nüshası veya halk arasından tespit edilmiş bir 
şekli yoktur (Garrıyev, 1977, s. 311). Cenknâme’nin tek nüshası Rusya Bilimler 
Akademisi’nin Doğu Araştırmaları Enstitüsü’nün Leningrad bölümünde yer 
almaktadır. Samoyloviç, yazmadaki önemli hatalar nedeniyle bu nüshanın, ilk 
nüsha olamayacağı kanaatindedir (Annamuhammedov, 1994, s. 28). 

Cenknâme’yi bilim âlemine tanıtan ve üzerinde ilk bilimsel çalışmayı yapan A. 
N. Samoyloviç’tir. Samoyloviç, 1912 yılında bu metin üzerine bir doktora tezi 
hazırlamış ve 1914 yılında Petersburg’da yayımlamıştır. Ünlü Rus âliminin 
yaptığı bu çalışma, bugün de Cenknâme üzerine yapılmış en geniş ve yetkin 
çalışma olma özelliğini korumaktadır. Samoyloviç’in doktora tezine yakından 
bakıldığında, tezin girişin haricinde dört bölüm, sonuç ve metin kısımlarından 
oluştuğu görülür. “O Rukopisyax Poemı i ob Avtore” adını taşıyan birinci 
bölümde Samoyloviç, Cenknâme’nin nüsha özelliklerini ve yazarını tanıtmıştır. 
“Pravopisaniye i Yazık Poemı” adlı ikinci bölümde ise fonetik, morfolojik ve 
sentaktik açılardan eserin dili incelenmiştir. “Poema v İstoriko-Literaturnom 
Otnoşenii” şeklinde adlandırılan üçüncü bölümde Cenknâme’de kullanılan ölçü, 
kafiye, ahenk unsurları incelenmiş, eserin muhtevası üzerinde durulmuştur. 
Samoyloviç, “Soderjaniye Knigi Rasskazov o Bitvah Tekintsev” olarak 
adlandırdığı son bölümde ise Cenknâme’de geçen olayları ve şahısları 
değerlendirmeye almıştır. Rus âlim, çalışmasına eserin matbu harflere 
aktarılmış şeklini ve Rusça çevirisini de eklemiştir (Samoyloviç, 2005, ss. 353-578). 

A. N. Samoyloviç’in bu çalışmasından sonra B. A. Garrıyev, 1943 yılında 
Aşgabat’ta Cenknâme’den bazı parçaları yayımlar, ancak M. Anna muhammedov’ un verdiği bilgilere göre bu neşirde metin üzerinde bazı ayıklamalar yapılmıştır. Çalışmanın yayımlandığı yıllarda Türkmenler, Sovyet hâkimiyetinde olduklarından metinde geçen dinî unsurlar büyük oranda çıkarılmıştır (Annamuhammedov, 1994, s. 3). 

Türkmenistan’da Cenknâme’nin tam metni 1994 yılında M. Annamuhammedov 
ve A. Nuryagdıyev tarafından yayımlanır (Annamuhammedov, 1994). Ancak bu 
yayımda da bazı problemler vardır. Abdısetdar’ın eseri Çağatay Türkçesiyle 
kaleme alınmıştır veya yazıya geçirilmiştir. Adı geçen Türkmen araştırmacılar, 
eserde Türkmen boylarının yer alması nedeniyle eseri Türkmenistan 
Türkmenlerine ait olarak kabul etmişler ve Çağatay Türkçesiyle yazılmış 
Cenknâme’yi Türkmen Türkçesine uydurmaya çalışmışlardır. A. N. 
Samoyloviç’in yayıma hazırladığı ve bu çalışmada kullandığımız nüshadaki 
imla ile Türkmen Türkçesine aktarılmış metindeki imla arasında önemli 
farklılıklar vardır. Bu bakımdan 1994 yılında yayımlanan Cenknâme metni, 
bilimsel çalışmalarda kullanılabilecek bir metin neşri değildir. 

4. “Cenknâme”nin İçerik, Şekil, Üslup ve Yapı Özellikleri 

4.1. İçerik 

Cenknâme, 1958-1961 yıllarında bugünkü güney Türkmenistan bölgesinde 
yaşayan Türkmen boylarının (Teke, Yomut, Göklen vb.) kuzey ve kuzey doğu 
bölgesinde bir birlik kurmuş olan Kaçar Türkmenleriyle yaptıkları savaşları 
anlatmaktadır. Bölgedeki Türkmenlerin İran sahasından gelen tehlikelere karşı 
koymaları bu kadarla sınırlı değildir. Tarih boyunca bu bölgede İran ve Turan 
karşılaşmaları olmuştur. Bu karşılaşmalar, tarih kaynaklarına girdiği gibi, sözlü 
ve yazılı ortamlarda oluşmuş edebî eserlere de yansımıştır. Misinkılıç’ın Batır 
Nepes ve Düye Gurban, şair Dovan’ın Teke-Gacar, Muhammetrahim’in Uruş 
adlı destani eserleri, Türklerin İran bölgesiyle yaptıkları savaşları anlatırlar 
(Annamuhammedov, 1994, s. 8). 

Kadı Abdısetdar’ın kaleme aldığı Cenknâme’deki olaylar iki kısımda 
değerlendirilebilir. Cenknâme’nin birinci bölümünde Nasreddin Şah, Teke 
Türkmenlerini hâkimiyeti altına alabilmek için Cafer Kulu’yu Ahal bölgesine 
gönderir. Hâlbuki Kaçar şahının Teke Türkmenleriyle husumeti çok daha 
öncelere dayanmaktadır. Cenknâme’de anlatıldığına göre Merv bölgesindeki 
Sarık Türkmenleri, Kaçar Türkmenlerinden de destek alarak Teke Türkmenleri  ne saldırmıştır. Sarık ve Kaçar ittifakına rağmen, Teke Türkmenleri 
savaşta başarılı olmuş, Kaçar Türkmenleri Merv’den eli boş dönerken Sarık 
Türkmenleri ise istediklerini elde edememişlerdir. Bu yüzden Nasreddin Şah, 
Kaçarların planlarını bozan Tekelerin, mutlaka mağlup edilmelerini 
istemektedir. Hatta bunu yapabilen kişiyi Horasan’a vali yapacağını da vaat 
eder. Cafer Kulu komutasındaki Kaçar ordusu Ahal üzerine hareket ettiğinde 
öncelikle Garrıgala mevkiinde Göklen Türkmenleriyle karşılaşır. Göklenler, bir 
yandan düşmanı oyalarken bir yandan da “boy ve din kardeşliği”ni öne 
çıkararak Teke ve Yomut Türkmenlerinden yardım isterler. Tekelerden 
Nurberdi Han’ın yardımıyla Kaçar ordusu mağlup edilir. Garrıgala’da Kaçar 
ordusunu geri püskürten Nurberdi Han, Teke ve Sarık Türkmenlerinin kavgaya 
tutuştuğu Merv bölgesine hareket eder. Burada anlaşmazlıkları, bölgedeki 
Türkmen boylarıyla konuşarak halleder. 

Cenknâme’nin ikinci bölümündeki olaylar, birinci bölümdeki olaylarla 
bağlantılıdır. Cafer Kulu’nun Garrıgala’da öldürülmesi ve Kaçar ordusunun 
dağılarak İran içlerine kaçması, Nasreddin Şah’ı daha fazla hırslandırmıştır. 
Bu kez şah, Mirza Hamza’yı Merv üzerine gönderir. Sonuç, Ahal bölgesindeki 
savaştan farklı olmaz. Türkmen boyları yine bir araya gelerek Kızılbaş 
Kaçarları mağlup ederler. Kaçarlardan geriye kalan onlarca ganimet Türkmen 
boylarına kalır. 

Olay örgüsü açısından iki, hatta üç olayı bir arada anlatmakta olan 
Cenknâme’de Sünni-Kızılbaş çatışması dikkat çekmektedir. Cenknâme’nin 
daha giriş kısımlarından itibaren Kızılbaşların “kâfir”, “bozguncu”, “düşman” 
ve “şeytan” olarak tarif edildikleri görülür. Kaçarlarla veya Kızılbaşlarla 
savaşanların gaza yaptığı, ölenlerin şehit oldukları da yine Cenknâme’de öne 
çıkarılan önemli hususlardandır. Cenknâme’de “Kabûl eyleng yene dînimizni / Tutung ihlâs ile âyinimizni” şeklindeki beyitten de anlaşılacağı üzere, bu savaşlar, boy savaşından daha ziyade din savaşı şeklinde cereyan etmekte dir (Samoyloviç, 2005, s. 491). Bu durum, sadece Kadı Abdısetdar 
Cenknâmesi’nde değil, başka eserlerde de vardır. Türkmen, Özbek ve 
Karakalpak vb. Türk boylarının destanlarında Kızılbaşlar tipler yer alır ve Sünni 
karakterli kahramanlar, düşman olarak gördükleri Kızılbaş tiplerle mücadele 
ederler. 

Orta Asya Türk destanlarındaki Kızılbaş ve Arap tipler, Türkmenistan bölgesi 
başta olmak üzere Orta Asya Türkleriyle İran ve Arap toplumları arasında 
yapılan savaşların birer yansımalarıdır. Özellikle Köroğlu’nun savaştığı pek çok 
düşman, İran veya Arap menşelidir. On altıncı yüzyıldan itibaren şiddetlenen 
İran-Orta Asya savaşları, Şii-Sünni mücadelesi hâlini alır. B. A. Garrıyev, 
İsmail ve sonraki Safeviler İslamiyetteki Şiiliği, Orta Asya halkları ise 
Sünniliği desteklediler, bu yüzden de XVI. yüzyıldan başlayarak İran 
şahlarıyla bu halkların çatışması din savaşı formunu almıştır. Türkmen, 
Özbek ve Kazakların bir dizi folklor ve edebî eserinde ve sonuç olarak 
Köroğlu destanında bu form kendi yansımasını bulmuştur. 
Son yüzyıllarda “Kızılbaş” adı İran’ın bütün halkı için kullanılmış, geçmiş 
yüzyılların diğer sanat eserlerinde bu ad Müslüman olmayan, dinsiz ve 
putperest olarak tasvir edilmiştir. > Şeklindeki tespitiyle İran’la Orta Asya Türklerinin savaşlarının dinî içeriğine dikkat çeker (Garriyev, 2007, s. 96). 

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,

***

2 Haziran 2019 Pazar

IRAK VE PKK TERÖR ÖRGÜTÜ BAĞLAMINDA TÜRKİYE-ABD İLİŞKİLERİ BÖLÜM 2

IRAK VE PKK TERÖR ÖRGÜTÜ BAĞLAMINDA TÜRKİYE-ABD İLİŞKİLERİ  BÖLÜM 2


ABD POLİTİKALARININ TÜRKİYE’NİN GÜVENLİĞİNE ETKİLERİ 

ABD’nin Irak’ta hâkim güç olduğu ve bu bölgede yapılacak her türlü girişimin kendi inisiyatifiyle ve bilgisi dahilinde yapılmasını arzu ettiği bir gerçektir. Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) geçerliliğini muhafaza etmektedir. ABD, Türkiye’yi bu projede kullanmak istemekte ve hatta bu projenin bir parçası olarak görmektedir. ABD’nin “ılımlı İslam” anlayışını Türkiye’ye yerleştirme çabası içinde olduğu, ayrıca ABD’de barındırdığı bir cemaat lideri vasıtasıyla Türkiye’ye ve bölgeye etki etmeye çalıştığı, aslında bir aldatmaca olan “Medeniyetler İttifakı Projesi”ne Türkiye’yi de ortak ederek bu açılımı güçlendirmeyi düşündüğü değerlendirilmektedir. Türkiye’deki yönetim de buna uyum sağlamaktadır. Irak’ın ve özellikle Irak’ın kuzeyinin ABD açısından stratejik öneme sahip olduğu da bilinmektedir.
AB’nin de, Türkiye’nin AB giriş sürecindeki aşırı hevesinden istifade ile birtakım siyasi isteklerde ve yaptırımlarda bulunduğu, bunların başında da Türkiye’deki Kürt kökenli vatandaşlarımız olmak üzere başlıca etnik nüfusa kolektif haklar tanınması ve bunların azınlık olarak kabul edilmesi yönünde baskı yaptığı bilinmektedir. ABD’nin bölge kontrolünde etkili olabilmesi için bir Kürdistan projesinin bulunduğu ve bunu gerçekleştirebilmek için, Irak, Irak’ın kuzeyindeki yerel yönetim, PKK ve Türkiye’deki iç siyaset arasında bir denge kurmayı ve buna AB’nin de katkı sağlamasını planladığı değerlendirilmektedir. 
Bu plan gereği PKK’nın uzun bir süre Türkiye’yi yıpratmasına göz yumduğu, PKK’yı bölgede kullanabilmek amacıyla dolaylı olarak desteklediği, Türkiye olan ilişkiler kopma noktasına geldiğinde bir manevra ile PKK’yı müşterek düşman ilan ederek Türkiye’nin mücadelesine bir müddet için destek verdiği kıymetlendirilmektedir. Bu mücadelenin ardından Türkiye’nin PKK ile siyasi alanda bir çözüme gitmesi gerektiği konusunda yaklaşımlarda bulunduğu görülmektedir. Nitekim her ne kadar Beyaz Saray Sözcüsü tarafından düzeltme yoluna gidilmişse de, Irak’taki Çok Uluslu Kuvvetler Komutan Yardımcısı ve Merkezi Kuvvetler Komutanının, PKK ile diyalog ve uzlaşma gerektiği yönündeki açıklamaları bunun bir göstergesidir (Milliyet, 07 Mart 2008). Güvenlik başka bir ülkeye ve organizasyona devredilemeyecek kadar önemli, hatta hayati bir konudur. Bu konuda ABD dahil hiçbir ülke ve organizasyonun telkin ve isteklerine itibar edilmemeli, ilgi gösterilmemelidir.
TSK’nın Irak’ın kuzeyine PKK terör örgütüne yönelik yaptığı kara operasyonunu, ABD’nin isteğini dikkate alarak aniden sona erdirdiği şeklindeki algılamanın, ABD’nin yukarıda ifade edilen denge politikasının bir parçası dahilinde kasıtlı olarak yaptığı da düşünülmelidir. ABD politikası gereği Kürtleri müttefik olarak görmüş ve Irak’ın kuzeyindeki yapının güçlenmesini sağlamıştır. Türkiye’nin PKK ile mücadele kapsamında Irak’ın kuzeyine yaptığı harekât, yerel yönetimin politik gücünü aşağıya çektiği, sözde olan egemenliğini ihlal ettiği ve dava birlikteliğinde olduğu PKK’yı hedef aldığı için Kürtleri gücendirmiştir. 
ABD’nin, Kürtlerin gönlünü almak için Türkiye’nin ABD’nin kontrolünde harekâtı başlattığı ve sona erdirilmesinin de kendi kontrolünde olduğunu göstermek için, harekâtın sona erdirilmesine yakın bir zamanda bu yönde ifadelerde bulunduğu düşünülmektedir. TSK’nın Irak’ın kuzeyine yaptığı her operasyondan, sağlanan mutabakat gereği ABD bilgilendirilmektedir. Bu nedenle ABD’nin, sınır ötesi operasyonun TSK tarafından ne zaman sona erdirileceği konusunda bilgi sahibi olduğu, ancak PKK’ya karşı yürütülen operasyonda Türkiye’ye verdiği destek ile Bağdat ve Erbil yönetimlerinin gönlünü alma noktasında bir denge sağlamak için böyle bir intiba yaratma yoluna gittiği değerlendirilmektedir.
Irak’ın kuzeyindeki Barzani yönetiminin önce Irak’ın kuzeyinde bağımsız bir Kürt Devleti kurmayı, buna paralel olarak Türkiye’nin güneydoğusundaki ayrılıkçı hareketleri destekleyerek ideallerinde olan sözde Büyük Kürdistan’ın kuzey ayağını oluşturmayı, daha sonrada doğu ve batı ayaklarını bu yapıya monte etmeyi hedeflediği bilinmektedir. Yönetim, bunun imkânlara ve zamana bağlı olduğunu söylemekten de geri kalmamaktadır. Bu gerçekten hareketle Talabani, Barzani, ve PKK’ın bir bütünün parçaları, onları birleştiren dış gücün ise ABD ve AB olduğunu söylemek mümkündür. Bu nedenle Talabani’nin Türkiye’yi ziyareti, Bağdat, Erbil, PKK, Türkiye’deki bölücü siyaset temsilcileri ve ABD tarafından olumlu karşılanmıştır (Manisalı, 10 Mart 2008). Ayrıca ABD Başkan Yardımcısı Cheney’in, Türkiye ziyaretinden hemen önce Erbil’i ziyareti ve yönetime verdiği desteği de hesaba katmak gerekir. Erbil’de coşkulu bir şekilde karşılanan Cheney’in, “ABD ile Kürtler arasında 1991 Körfez Savaşı’yla birlikte uçuşa yasak bölgenin hayata geçirildiği dönemde özel bir dostluk başladı. Bugün de ABD ve Irak arasındaki yeni stratejik ilişkiler oluşturulmasında ve önemli federal yasaların geçirilmesi konusunda “Sayın Barzani’nin liderliğine güveniyoruz” şeklindeki beyanı dikkat çekicidir (Vatan, 19 Mart 2008).
ABD’nin, Türkiye’nin Güneydoğusu ile Irak’ın kuzeyi arasında ekonomik ilişkileri yoğunlaştırarak tek bir ekonomik bölge oluşturma arzusunda olduğu ve bu konuya çaba sarf ettiği bilinmektedir. ABD Büyükelçiliği ve özellikle Adana Konsolosu’nun güneydoğudaki çeşitli girişimlerini ve bu bölgedeki kurum, kuruluş ve faaliyetleri Barzani’ye monte etme girişimleri de dikkate alınmalıdır (Akbaş, 2007).
Diğer taraftan Türkiye’deki yönetim tarafından önce ABD Savunma Bakanı Gates’e, daha sonra da kamuoyuna “Kürt Paketi” adı altında bir takım projeler açıklanmıştır. Bunun önce Türkiye’de bilinmesi ve tartışılması gerekirken, sanki hesap veriyormuş, ABD’nin siyasi açılım isteği yerine getiriliyormuş gibi öncelikle ABD Savunma Bakanı’na açıklanmasından endişe duyulmuştur (Milliyet, 07 Mart 2008). Bu ve buna benzer diğer uygulamalar, Türkiye’deki yönetimin, ABD ve AB’ye, özellikle ABD’ye bağlı olarak hareket ettiği hissini güçlendirmektedir. 
Gelişen olaylar sonucunda Türkiye, Irak’ın kuzeyindeki yönetimle resmi sayılabilecek, en azından yarı resmi düzeyde iletişim kurmaya başlamıştır. Bu durum yerel yönetime politik güç kazandırmıştır. ABD’nin başkan seviyesinde yerel yönetim liderini Beyaz Saray’a kabul etmesi ve resmi görüşmeler yapması bu gücü daha da arttırmıştır. Obama’nın ABD Başkanı olarak seçilmesinin, bu konuda yeni bir gelişmeyi de beraberinde getirebileceği değerlendirilmektedir. 
Obama seçim vaatleri içinde en kısa zamanda Irak’tan askeri gücünü çekeceğini, Afganistan konusuna önem vereceğini, NATO’yu ön plana çıkaracağını ifade etmiştir. ABD’nin askeri gücünü Irak’tan çekeceğini belirtmesi, Irak’ın kuzeyindeki yönetimde, Türkiye tehdidinin artacağı, dolayısı ile devletleşme politikasının zayıflayabileceği telaşını yaratmıştır. Nitekim yeni onaylanarak yürürlüğe giren ABD ile Irak arasındaki güvenlik anlaşması sonucunda, ABD askerlerinin 2011 yılı sonuna kadar Irak’tan çekilmesi söz konusudur. Bu nedenle yerel yönetim, kendilerini ilgilendiren bu konuda, ABD’nin Türkiye üzerindeki baskısını arttırmasını talep edebilir.
ABD de bölgeden çekilirken, Irak ve petrolü üzerindeki menfaatlerini korumak maksadıyla, kendisine müzahir olarak gördüğü Irak’ın kuzeyindeki yapının güçlenmesi yönünde hareket edebilir. Diğer taraftan yine güvenlik anlaşması gereği Irak hava sahasının kontrolü Irak’ın denetimine geçecektir. PKK ile mücadele ekseninde ABD ile sürdürülen mutabakata göre, TSK’ya ihtiyaç duyduğunda Irak hava sahasını açması ve kara çatışma kurallarını uygulaması konusunun Irak tarafından devam ettirilmesi konusu da önem kazanmaktadır. Bu konudaki muhtemel gelişmeleri önceden değerlendirip, tedbir almakta yarar görülmektedir.

TÜRKİYE’NİN IRAK VE IRAK’IN KUZEYİ POLİTİKASI VE DEVLET KURUMLARININ BUNA BAKIŞI

Türkiye’nin resmi devlet politikası, Irak’ın siyasi bütünlük içinde toprak bütünlüğüdür. ABD’nin Irak’a müdahalesinden sonra çeşitli kesimler tarafından dile getirilen Irak’ın parçalanma düşüncelerine ve bu konuda gelişen olaylara rağmen bu politikada genel anlamda bir değişiklik olmamıştır. Ancak Irak’ın kuzeyindeki yönetimin, gittikçe devletleşme yolunda attığı adımları da görmezlikten gelmek mümkün değildir. Kuzeydeki yapının ABD tarafından himaye edilmesi sonucunda güçlenen otonom yapının, en azından bu konumunu muhafaza etmekle, devletleşme arasında gidip geldiğini söylemek mümkündür.
Kerkük merkezli Kürdistan hesapları yapan Mesud Barzani, Irak’a komşu ülkeler üzerinde operasyonlar yaparak hareket sahasını genişletmek istemektedir. Bu hesapların başında da Türkiye gelmektedir. Türkiye üzerinde geçmişte bir tabanı olan Barzani farklı alanlar üzerinden Türkiye’ye karşı operasyonlar uygulamaktadır. Bu operasyonları; siyasi, ekonomik, nüfuz ve dini faaliyet alanlarında sürdürmektedir. Barzani’nin hedefi, önce Irak’ta federal devlet çerçevesinde federe Kürdistan, sonra Irak’ın parçalanması ile Irak’ın kuzeyinde bağımsız Kürdistan ve devamında Türkiye, Suriye ve İran’ın parçalanması ile oluşacak sözde Büyük Kürdistan’dır (Akbaş, 2007). Bu nedenle kuzeydeki yapının güçlenmesi ve devamında bağımsız bir devlete dönüşmesi Türkiye açısından tehdittir. 
Sözde Büyük Kürdistan’ın güney ayağını oluşturacak bu yapının, ABD desteğini devam ettirerek Türkiye’deki ayrılıkçı Kürtçü hareketlerini siyasi, askeri ve sosyolojik olarak desteklemesi ve etkilemesi tehlikesi her zaman için mevcuttur. Hatta bu tehdidi yarı bağımsız sayılabilecek konfederasyon yapısı içinde güçlü bir yönetim olarak oluşturması da söz konusudur. Bu nedenlerle kuzeydeki yapının güçlenmesini önleyecek, ona bu imkânı vermeyecek politikalar üretilmesi ve uygulanması Türkiye açısından bir zarurettir. ABD’nin, Türkiye’nin bu yönetim ile barışık olarak yaşama niyet ve girişimlerine itibar etmemek güvenliğimiz açısından önem arz etmektedir.
Ancak son birkaç yıldır, devletin dış politikaya ilişkin açıklamalarında, Irak’ın kuzeyinde oluşacak bağımsız bir devletin veya güçlü bir otonom yönetimin, Türkiye için tehdit teşkil ettiğine ve buna engel olunması gerektiğine dair bir ifadeye rastlanmamıştır. Siyasi, askeri ve ekonomik uygulamalarda da böyle bir politikanın gerektirdiği tedbirlerin alındığı da görülmemiştir. Aksine, sanki federatif bir yapıya razı olmuşuz gibi hareket edilmekte, ticaret yapıyoruz diye bu yönetim ekonomik olarak desteklenmekte, ABD ile görüş ayrılığına düşeriz diye de siyasi ve askeri açıdan herhangi bir yaptırım düşünülmemektedir. Bu nedenle devlet kurumları arasında bazı görüş ayrılıkları oluşmakta, ancak dış politika hükümet tarafından yönetildiğinden, kurumlar arasında çatlak görülmesinin menfaatlerimize uygun olmayacağı düşüncesi ile şimdilik mutabakat varmış gibi hareket edilmektedir. 
Bu konudaki politikamız, gerçeklere ve menfaatlerimize uygun olmayıp, uygulanabilme olanağı bulunan bir görünüm de arz etmemekte, bu konuda netlik bulunmamaktadır. Duruma göre reaktif (tepkisel) ve değişken politikalar uygulanmaktadır. Politikaların sık değiştirilmesi hatadır. Hatta stratejilerde dahi uygulama esnasında değişiklik yapmak zafiyet yaratabilir. Ancak taktiklerde değişiklikler yapılabilir. Bu gerçeğin bilinmesinde ve zikzaklar çizen politikalara son verilmesinde, jeopolitik konumumuz ve gücümüzle orantılı politika tespit edilmesinde, tespit edilen politikanın da reaktif değil, kararlılıkla ve proaktif (ön alıcı) bir şekilde uygulanmasında fayda görülmektedir.
Türkiye’nin kabul ettiği durum ve politikası, hatta uluslararası ilişkilerin doğası gereği, ülkeler arasındaki münasebetler devletten devlete yapılır. Ancak gerek ABD gerek Irak’ın merkezi yönetimi ve gerekse doğal olarak Irak’ın kuzeyindeki yönetim, Türkiye’nin “Irak Kürdistan’ı” olarak nitelendirilen yönetimi muhatap almasını ve bu yönetimin bağımsız bir yapı gibi kabul edilmesini istemektedir. Türkiye ABD’nin telkinleri, PKK ile mücadelede sağlanan mutabakat ve Irak’ın kuzeyi ile kurulan ticari bağ sonucunda, Irak’ın kuzeyindeki yapıyı muhatap alarak görüşme süreci içine girmiş ve sonuçlarını göremeyecek kadar hatalı bir tutum sergilemeye başlamıştır. Son zamanlarda yetkililerce, Irak’ın kuzeyindeki yönetim ile resmi ve yarı resmi görüşmelere başlanmıştır. Bunun devam ettirileceği anlaşılmaktadır. Bu durum, devlet politikalarından sapmalar olduğunu göstermektedir. Uygulamaya geçirilen yeni politikanın Türkiye’nin menfaatlerine uygun olmadığı değerlendirilmektedir. Medyanın ve sivil toplum örgütlerinin konuyu gündeme taşıması, devletin bütün unsurlarının bu konuyu düzeltmek için harekete geçmesi ülke çıkarları açısından elzem görülmektedir.     

PKK’NIN ETKİSİZ HALE GETİRİLMESİ MÜCADELESİ İLE TÜRKİYE’NİN IRAK’IN KUZEYİ POLİTİKASI ARASINDAKİ İLİŞKİ

PKK, etnik esaslı bölücülüğü, uygulamadaki tabiri ile Kürtçülüğü esas alan, bunu terör yolu ile gündeme getiren, Türkiye’nin devleti ve ülkesi ile bölünmez bütünlüğüne kasteden bir terör örgütüdür. Ülke için tehdittir. Mutlaka bu tehdidin bertaraf edilmesi gerekir. Bu konuda gerek yurtiçinde, gerekse sınır ötesinde TSK’nın örgütle mücadelesi devam etmektedir. Ancak, sadece güvenlik güçlerinin mücadelesi, maalesef uluslararası ortamda destek gören bu örgütle mücadeleye yetmemektedir. Örgütün yurt dışından aldığı politik, sosyal, medya, finans ve lojistik desteğin kesilmesi, mücadelenin devletin bütün organları tarafından koordineli bir şekilde ve halkın desteğini almış olarak yapılması önem arz etmektedir. Örgütün yurt içinde bölücü siyaset yapanlar tarafından desteklendiği ve ülkede bir taban yaratmaya çalıştığı da bir gerçektir. 
PKK terör örgütü, Türkiye’ye yönelik terör faaliyetlerini Irak’ın kuzeyinden aldığı destekle yürütmektedir. Örgüt için bu bölge, başlangıç bölümünde de belirtildiği üzere Irak’ın ABD tarafından işgalinden sonra güvenli bir coğrafya haline gelmiştir. Kuzeydeki yönetim, kendi politik amaçlarına uygun olduğu için bu örgütü doğrudan ve dolaylı olarak desteklemekte ve himaye etmektedir. Diğer taraftan da kuzeydeki yönetim ABD tarafından desteklenmekte ve muhafaza edilmektedir. Ancak bu yönetimin güçlenmesinin Türkiye’ye tehdit oluşturduğu da bir gerçektir. Bu nedenle Irak’ın kuzeyine, PKK terör örgütünü etkisiz hale getirmek için yapılan her askeri harekât, bu yönetimde rahatsızlık yaratmaktadır. Çünkü yapılan operasyonlar kendisine karşı olmasa dahi, kendi davasını ve olmayan, fakat iddia ettiği egemenliğini zayıflatmaktadır. Bölgede ABD olduğu ve Irak’ın kuzeyindeki yönetimi desteklediği sürece Türkiye’nin kendisine tehdit olarak gördüğü bu yönetime ve bölgeye karşı doğrudan bir harekât icra etmesi imkânsız değil, ama sıkıntılı bir durum olarak görülmektedir.
Irak Cumhurbaşkanı Talabani Türkiye’ye yaptığı ziyarette gazeteciler ile de bir sohbet toplantısı yapmıştır. Bu toplantıda dikkat çeken nokta, Celal Talabani’nin sık sık Mesut Barzani’yi kollayan, onunla Türkiye arasındaki işbirliğinin güçlendirilmesini telkin eden tutum ve sözleridir (Cemal, 09 Mart 2008). Burada PKK ile mücadelede işbirliğinde adres olarak Irak’ın kuzeyindeki yönetim gösterilmektedir. Türkiye muhatap olarak Irak Devletini almakta, Irak’ın Devlet Başkanı Irak’ın kuzeyindeki yönetimin de muhatap alınmasını istemektedir. Gelinen durum, Irak Devlet Başkanı’nın dahi etnik düşüncelerle hareket ettiğini ve ayrıca ABD’nin arzusu istikametinde davrandığını göstermektedir. Bu nedenlerle PKK terör örgütünü etkisiz hale getirmek için Irak’ın kuzeyinde gerçekleştirilecek her operasyon, güçlenmesi durumunda Türkiye’ye tehdit teşkil edecek olan Irak’ın kuzeyindeki yönetimi de politik açıdan tedirgin edecek ve zayıflatacaktır. Bu gerçeğin akılda tutulmasında yarar görülmektedir.          

IRAK’IN YENİDEN YAPILANMASI KONUSUNDA BEKLENTİLER

Irak’ın yeniden yapılanmasında en etkili güç olan ABD’nin dahi, Irak’ın nasıl bir yapıda olacağı konusunda tam bir düşünce sahibi olmadığı anlaşılmaktadır. ABD, bir taraftan Irak’ın toprak bütünlüğünün korunacağına dair güçlü ifadelerde bulunurken, diğer taraftan Irak’ın bölünmesi durumunda nasıl bir yönetim olabileceğine ilişkin çalışmalar yapmaktadır. Mevcut durumu değerlendirdiğimizde, Irak’ın bölünmesi halinde 3 bölgeye ayrılacağı, bunlardan birinin Sünni, diğerinin Şii, bir diğerini de Kürt bölgeleri olacağı anlaşılmaktadır. 
Ancak Şii bölgesinin ortaya çıkması, o bölgenin İran hâkimiyetine terk edileceği anlamına geleceğinden, ABD’nin böyle bir duruma sıcak bakması hem kendi bölge politikası, hem de buna paralel olarak İsrail’in güvenliği açısından tercih edilecek bir çözüm olarak düşünülmemektedir. Bölünmenin federal bir yapı içinde kalması durumunda dahi, bu konunun merkezi hükümetin gücü ile bağlantılı olarak oluşabileceği kıymetlendirilmektedir. Irak bayrağının yeniden düzenlenmesi ve bu bayrağın kuzey dahil diğer bölgelerde de müşterek bayrak olarak kullanılması, merkezi hükümetin olabileceği bir yapının kabul gördüğüne dair işaretler olarak algılanmaktadır. 
Ancak ister bölünsün, ister federal yapıda olsun, isterse siyasi bütünlük korunsun, her halükarda kuzeydeki yönetimin Irak içinde yegâne federatif yapıya sahip şimdilik özerk bir yapıda kalması, hem ABD tarafından, hem de bunu arzu eden Kürt yönetimi tarafından benimsenmiş durumdadır. Ayrıca bu duruma etnik bir yaklaşımla Irak Cumhurbaşkanı’nın da destek verdiği bilinmektedir. Bu özerk yapının merkezi hükümetle bağlantısının zayıf tutulması da her iki tarafça da tercih edilmektedir. Bu yapının bağımsız duruma gelmesinin ise zamana ve şartlara bağlı olduğu anlaşılmaktadır. Tabii bu konuda Türkiye’nin ortaya koyacağı tavır ve kararlılık önemli rol oynayacaktır. Irak’ın kuzeyinin yeni yapılanmada alacağı durum, hem Türkiye’nin güvenliği, hem de Türkmenlerin güvenliği, yönetimdeki etkinliği, hak ve menfaatleri açısından önem arz etmektedir. Bu nedenle konunun, olayların akışına terk edilemeyeceği, mutlaka etki sağlanması, yönlendirilmesi ve yönetilmesi gerektiği değerlendirilmektedir.       
BEKLENEN YAPILAR İÇİNDE KERKÜK’ÜN OLASI STATÜSÜ 

Bilindiği üzere Irak’ın kabul edilen anayasasının 140. maddesi gereğince Kerkük’ün statüsü konusunda bir referandum yapılması öngörülmüştür. Bu referandumun 2007 sonuna kadar gerçekleştirilmesi de karara bağlanmıştır. Ancak bu referandumdan önce normalleştirme çalışmalarının tamamlanması ve nüfus sayımının yapılması gerekmekteydi. Bu çalışmalar yapılamadığı gibi, gerçekleştirilecek referandumda Kerkük’ün Kürt bölgesine dahil edilmesi yolunda karar çıkması için Kerkük’ün demografik yapısı Kürt yönetimi tarafından kasıtlı olarak değiştirilmiş, önceden planlı olarak tapu kayıtlarında tahrifat yapılmış, mezarlar dahi ortadan kaldırılmaya çalışılmıştır. Bu duruma ABD tarafından, işgalden sonra bilinçli şekilde göz yumulduğu da bir gerçektir. 
Kerkük’ün bir Türkmen şehri olduğu bilinmektedir. Ancak buna rağmen, sahip olduğu petrol kaynakları, verimli toprak yapısı, geniş arazisi ve bu coğrafyadaki stratejik önemi nedeniyle bir Kürt vilayeti olarak mütalaa edilmesi ve Kürt bölgesine dahil edilmesi çalışmaları, bölgenin sahibi Türkmenler kadar, diğer Sünni ve Şii gruplar tarafından da kabul edilecek bir husus değildir. Ayrıca Türkiye’nin de, Kerkük’ün Kürt bölgesine dahil olmasına, Kürt yönetiminin ekonomik güç kazanacağı ve bu yolla politik gücünü de arttıracağı düşüncesi ile güvenlik açısından itirazı bulunmaktadır. Diğer taraftan Kerkük’ün yapısı, bir noktada Irak’ın yapısının kopyası gibi olduğundan, burada oluşacak bir kaosun Irak’ın tümüne yayılacağı endişesi de bulunmaktadır. 
Bir taraftan yapılacak referandumun sakıncaları anlaşıldığından, diğer taraftan da Türkiye ile ABD arasında başlatılan PKK ile mücadele ve bununla bağlantılı olarak diğer konulardaki işbirliği düşünceleri, bölgedeki Kürt yönetiminin eskisi kadar etkili olamayacağını göstermekte ve konu Türkiye’nin ve Türkmenlerin de isteği dikkate alınarak şimdilik ertelenmekte ve bir çıkış yolu aranmaktadır. Doğal olarak bu durum Kürt yerel yönetiminde hoşnutsuzluk yaratmaktadır.
Kerkük konusunun bu duruma gelmesinin birçok sebebi vardır. Bunlardan en önemlisi, Türkiye’nin, cumhuriyetin kuruluş yıllarından başlamak üzere Türkmenlere gereken değeri vermemesi, ilgi göstermemesidir. Türkmenler, dil, din, ırk, tarih ve kültürleri itibariyle Türkiye’nin bir parçasıdır. Bu nedenle Türkmenlerin, Irak’ta, iyi bir Irak vatandaşı olarak Türkiye ile gönül bağı olan, can ve mal güvenlikleri sağlanmış, yönetimde hak ettikleri yeri almış olarak bulunmaları gerekmektedir. Ayrıca onların Irak’taki güçlü varlıkları, Türkiye için güvenlik konusudur. Bu nedenle geç kalınmış olsa da son 15 yıldır Türkmenlerin bu şekildeki imkânlara kavuşması için çalışma yapılmaktadır.
Türkmenler de, çalışmalarını sekteye uğratacak bazı iç hareketlere rağmen, olanakları ölçüsünde bu yönde gayret göstermektedir. Bunun önderliğini de Irak Türkmen Cephesi (ITC) yapmaktadır. Ancak son zamanlarda, ITC’nin milliyetçi tutumunun, Türkiye’nin Irak ve Irak’ın kuzeyindeki yönetim kapsamında uygulamaya başladığı yeni politikasına uyum sağlamadığı, hatta engel olduğu düşüncesi oluşmaya başlamış, bu nedenle ITC’de bir yönetim değişikliği konusu gündeme gelmiştir. Siyaset yapıcılar tarafından Türkmenlerden, problem çıkarmamalarının, uysal bir kimliğe bürünmelerinin, varlıklarını fazla hissettirmemelerinin ve Türkiye’nin yeni politikasına uyum sağlamalarının istendiği değerlendirilmektedir. İşte kaygı verici bir gelişme de bu yönde yaşanmaktadır. 
Aslında sorun sadece Türkmenlere ilgi gösterilmemesinden değil, Türkiye’nin “Dış Türkler” konusunda milli menfaatlerini gözeten politikalar üretememesinden kaynaklanmaktadır. Irak’taki Türkmenlere de, bu genel politika nedeniyle son 10-15 yıla kadar pek ilgi gösterilmemiştir. Gelişen olaylardan dolayı ilgi gösterilmesi gerektiği anlaşıldığında da, bu konuda geç kalındığından ve özellikle 1 Mart teskeresinden sonra da Türkiye’nin bölgedeki söz sahibi olma durumu zayıfladığından, etkili olunamamıştır. Türkiye bölgede ve Irak’ın yeniden yapılanmasında söz sahibi olabilseydi, öngörülen federatif yapı çerçevesinde Türkmenlerin de bir federasyona sahip olması, birçok konuya çözüm getirebilir ve yardımcı olabilirdi. Ancak şimdi o zamanki durumun iyi değerlendirilmemesinin yarattığı politik sonuçtan dolayı maalesef arzu edilen noktada değiliz.
Türkmenlerin ve Kürtlerin durumuna, Irak’ın nüfusu içindeki oranları itibari ile baktığımızda, Türkmenlerin Irak nüfusunun %10-12, Kürtlerin ise %14-15 kadarını teşkil ettiğini görüyoruz. Kürtlerin bu nüfus yüzdesi ile sahip olması gereken hak ve güçten çok daha fazlasına sahip olması ve özellikle kuzey bölgede Türkmenleri kendi içlerindeki azınlık olarak görme temayülü, ne Türkmenler tarafından, ne de Türkiye tarafından kabul edilebilecek bir durumdur. Kürtlerin bu konumu, Irak’ın tümünde de hoşnutsuzluk yaratmaktadır. Hatta ABD’nin de Kürtlerin aşırı güç kazandığına ilişkin bir düşünce içine girmekte olduğu düşünülmektedir. Ayrıca Kerkük gibi her bakımdan stratejik bir bölgenin Kürt yönetimine terk edilmesi, yalnız Türkmenler ve Türkiye açısından değil, aynı zamanda Sünni Araplar ve Şiiler tarafından da kabul görmemektedir. Bu konuda itirazlar sürmekte olup, bunun her an için eyleme dönüşme durumu da bulunmaktadır. 
Bu nedenle Kerkük vilayetinin özerk bir yapıda olması, merkezi hükümete bağlı olması, kaynaklarının tüm Irak tarafından kullanılabilecek bir statüde bulunması tercih edilecek bir çözüm olarak görülmektedir. Kerkük’te yapılması planlanan referandumun ertelenmesi memnuniyet vericidir. Ancak bu geçici bir tedbir olup, bütün tarafların kabul edebileceği bir çözüm için çalışmalar sürdürülmektedir. Sürdürülen çalışmalar içinde Kerkük’teki yönetimin eşitlik esasına göre düzenlenmesini öngören, Irak il, ilçe ve nahiyeler meclisleri seçim yasasının Kerkük ile ilgili 24. maddesi 22 Temmuz 2008 tarihinde Irak Parlamentosu’nda kabul edilmiştir. 
Yasa; Türkmen, Arap ve Kürtlere yönetimde eşit yetki vermektedir.  Bu yasa, her ne kadar şehrin bir Türkmen şehri olma konumunu ortadan kaldırsa da, gelinen durum itibariyle Türkmenler açısından olumlu karşılanabilecek bir gelişme olarak nitelendirilmiştir. Ancak yasa derhal Devlet Başkanı tarafından veto edilmiş ve yeniden görüşülmek üzere meclise iade edilmiştir. Meclis komisyonları yeniden anlaşamamış, konu komisyonlar tarafından yeniden incelenmek ve meclis tatilinden sonra görüşülmek üzere Eylül 2008 ayına ertelenmiştir. Bu konuda baskı yaratmak maksadıyla Kerkük il meclisi hemen toplanıp, Irak Anayasası’nın 140. maddesini referans aldığını iddia ederek şehrin Kürt Bölgesine katılması karını almıştır. Ancak bunun gerçekleşmesi, tek taraflı alınacak bir kararla uygulamaya geçirilecek kolaylıkta olmadığından işlemsiz kalmıştır.
Yeniden toplanan Irak Parlamentosu, Kerkük’teki seçimler konusunda 23 Eylül 2008’de yeni bir karar almış, ancak bu karar eskisinden çok farklı ve Türkmenlerin aleyhine olan bir durum yaratmıştır. Ancak çıkan karar, birçok belirsizlikleri, anlaşılmada, anlaşmada ve gerçekleştirmede zorlukları içerdiğinden, uygulanması oldukça güç bir durum ortaya çıkarmıştır. Bu nedenle konu yine zamana ve gelişmelere terkedilmiştir. Ancak bir sürprizle karşılaşmamak için sürekli takip edilmesi ve dikkatli davranılmasını gerektirmektedir.
Kerkük konusunun, Irak’ın yeni yapılanması içinde hem Türkmenlerin Irak içinde alacağı statü, hem de Kerkük’ün düşünülen özel yapısı açısından bir bütün olarak ele alınmasında yarar görülmektedir. Bu konuda ABD nezdinde yapılacak girişimlerin yanında, Irak’taki diğer tüm gruplarla yapılacak görüşmelerin, görüşmelerde gösterilecek kararlılığın ve uluslararası alanda yürütülecek diplomasinin önemi büyüktür.
Türkiye’nin hem kendinin, hem de Türkmenlerin menfaatlerini koruyabilecek, tehditleri önleyebilecek jeopolitik, siyasi ve askeri gücü vardır. Önemli olan bu gücün kontrolü, ihtiyaca ve şartlara göre sergilenmesi, kullanılması, diplomasinin de çok yönlü olarak etkili bir şekilde yürütülmesidir. Gücü kullanamamak, kolaya kaçmak, ülke menfaatlerini koruyamamak, geleceği iyi görememek ve bütün bunlara bilerek veya bilmeyerek sebep olmaktan kaçınmak için, sadece siyasi iktidarın değil, devletin ilgili bütün unsurlarının konuya gereken önemi vermesi ve hassasiyet göstermesi gerekmektedir.        

SONUÇ VE DEĞERLENDİRME

Türkiye’nin karşı karşıya olduğu etnik esaslı bölücülük/Kürtçülük hareketi, ABD, AB, Irak, Irak’ın kuzeyindeki yerel yönetim, PKK terör örgütü ve Türkiye’deki etnik esaslı bölücü siyaset yapanlar tarafından müşterek bir şekilde yürütmektedir. Milli Güvenlik Siyaset Belgesi’nde de belirtilen ve Türkiye müteveccih başlıca tehditlerden birincisi olan etnik esaslı bölücülük/Kürtçülük hareketinin silahlı propaganda aracı PKK terörünün etkisiz hale getirilmesi için, TSK tarafından icra edilen operasyonlara yurt içinde ve sınır ötesinde devam edilmektedir. PKK terör örgütünün yurt dışından aldığı desteklerin kesilmesi, mücadelenin koordineli ve halkın desteğini almış olarak yapılması önemlidir. 
Türkiye’nin PKK terör örgütü ile mücadelesinde, özellikle sınır ötesinde Irak’ın kuzeyi bölgesinde operasyon yapılmasına ilişkin ABD’nin isteksizliği, sağlanan mutabakat çerçevesinde ortadan kalkmış görünmektedir. ABD tarafından yakın bir tarihe kadar verilmeyen destek, ABD’nin tutum değişikliği neticesinde verilmeye başlanmıştır. ABD ile sağlanan mutabakatın karşılıklı menfaate dayanan al-ver kapsamında müttefiklik ilişkileri çerçevesinde cereyan ettiği değerlendirilmiştir. ABD’nin tutum değişikliğinin dayandığı esasların; Irak’ın Kuzeyindeki yönetim ile barışık yaşanması başta olmak üzere, İran gerginliğinde ABD’ye destek olunması, Afganistan’daki mevcudun arttırılması ve/veya görev tanımlamasının operasyonel olarak yeniden yapılması, ISAF’ın komutasının yeniden alınması, ABD’nin Irak’taki kuvvetlerini azalttığında oluşabilecek zafiyetin tolere edilmesi için tedbirler alınması konuları olduğu kıymetlendirilmektedir. 
ABD, AB ve Türkiye’deki ayrılıkçı siyaset yapanlar tarafından, PKK terör örgütü ile siyasi alanda görüşme yapılması da dahil olmak üzere, sözde Kürt sorunu için siyasi çözümler talep edilmektedir. PKK terör örgütü de silah bırakmayı, Türkiye Cumhuriyeti Devleti ile masaya oturmak kaydıyla kabul edeceğini defalarca tekrarlamakta ve konuyu siyasileştirmeye çalışmaktadır (Milliyet, 17 Mart 2008). 
Terör siyaseti, siyaset de terörü beslemektedir. Sonuçta konu siyaset alanına çekilmek istenmektedir. Terör örgütünün de, bölücü siyaset yapanların da, Barzani’nin de, ABD ve AB’nin de amacı budur. Türkiye’deki yönetim, Kürt Paketi veya Güneydoğu Paketi adı altında, Kürtçe yayın yapan TV ve bölgeye yönelik birtakım ekonomik ve istihdam sağlayıcı tedbirler içeren projeleri açıklamaktadır. Bu açılımların bir bütün halinde oluşturulacak planın parçası olmadan yapılması, siyasi taviz anlamına geleceğinden istenen faydadan çok zarar getirebilecek hususlardır. Üstelik bu açılımlar, ayrılıkçı siyaset yapan kesimler tarafından da çare olarak görülmemekte, sorunun temelinin dile ve etnisiteye dayalı ulus yaratmak olduğu ifade edilerek, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesi olan “ulus devlet, üniter yapı”nın sona erdirilmesi istenmektedir.
İngiltere ve İspanya’daki IRA ve ETA uygulamalarının kendine has özelliklerinin bulunduğu gerçeğinden hareketle, Türkiye’de benzer uygulamalara teşebbüs edilmesinin birçok mahsur ortaya çıkaracağı ve tehlikeli olacağı kıymetlendirilmektedir. Örgütün uzun vadede kontrol edilebilir bir boyuta çekilmesinde askeri harekât ve bundan alınacak sonuç, birinci derecede önemlidir. Diğer taraftan terörizmle mücadelede devletin diğer organları tarafından alınacak birbiri ile koordineli ve bir bütün halindeki tedbirler de, en az askeri tedbirler kadar önemlidir (Kuloğlu, 10 Ocak 2008). Ancak bu tedbirlerin, terörün siyasallaşmasına imkân tanımayacak tarzda olması, etnik esaslı bölücülük/Kürtçülük hareketine siyasi ortam sağlamaması hayati öneme haizdir. Aksi yönde hareket “Terörle bir yere varılamaz” düşüncesini ortadan kaldırır (Pulur, 15 Mart 2008).
Terörle mücadele adı altında Irak’ın kuzeyindeki yerel yönetimin muhatap alınması, Türkiye’ye olan tehdidin kendi eliyle güçlendirilmesi ve kabullenilmesi anlamına geleceğinden hatalı bir politika olarak değerlendirilmektedir. Güneydoğu’daki Barzanicilik hareketi ile kesinlikle mücadele edilmeli ve etkisiz hale getirilmelidir. Irak’ın yapılanması konusunda devlet politikasının net bir şekilde ortaya konması ve devletin bütün kurumlarının bu politikaya göre koordineli bir şekilde hareket etmesi önem arz etmektedir. Bu politika ve uygulamalarında, Irak’ın kuzeyindeki yönetimin hangi statüde olması gerektiği çok iyi hesaplanmalıdır.
ABD’nin Irak ile yaptığı güvenlik anlaşması gereği 2011 yılına kadar kuvvetlerini tamamen Irak’tan çekmesinin yaratacağı boşluk dikkate alındığında, ABD’nin Türkiye olan ihtiyacının artacağı düşünülmekte ve bundan istifade yollarının aranmasının yararlı olacağı değerlendirilmektedir. Irak’ın kuzeyine PKK ile mücadele kapsamında operasyonlara devam edilmesi, hem PKK örgütü üzerinde kurulan baskıyı devam ettirecek, hem Irak’ın kuzeyindeki yönetimin siyasi gücünü zayıflatarak, Türkiye’ye yönelik muhtemel tehdidini etkisiz hale getirecek, hem de iç siyasetteki olumsuz gelişmeleri frenleyecektir. Türkmenler ve Kerkük konusunda oldu-bittilere imkân tanımayacaktır. Ayrıca bu operasyonlar, Türkiye’nin güvenliği konusunda hiçbir baskıya boyun eğmeyeceğini, kendi inisiyatifi ile hareket etme gücüne, cesaretine ve kabiliyetine sahip olduğunu gösterecektir.
ABD’nin Irak ile yaptığı güvenlik anlaşması sonucunda Irak’tan askeri kuvvetini tamamen çekmesinin yaratabileceği yeni senaryolar ile Obama yönetiminin muhtemel uygulamaları üzerinde çalışılmalı ve gerekli önlemler şimdiden planlanmalıdır. Ortadoğu bölgesinde güç diplomasisi geçerlidir. Politik, ekonomik ve özellikle askeri güç gösterileri diplomasinin önünü açacak ve mili menfaatlerimize uygun sonuçlar alınmasına imkân yaratacaktır. 
Bu hususların başarılmasında Türkiye’nin yeterli derecede coğrafi, politik ve askeri gücü vardır. Türkiye’nin jeopolitik gücü, tarihi, kültürel yapısı bölgesel ve küresel ilişkileri bunu sağlamaya muktedirdir. Siyasi kararlılık göstermek, enerjiyi doğru yerde ve doğru zamanda kullanmak, gerektiğinde kontrollü risk üstlenmek, dış politika ve güvenlikte başarının anahtarı olacak, en azından milli menfaatlerimiz açısından olumsuz gelişmeleri önleyecektir.

KAYNAKÇA

AKBAŞ, ALİ AYDIN: “Türkiye’de Barzanici Hareket”, 21.Yüzyıl Türkiye Enstitüsü,  Stratejik Öngörü, Sayı:3, Kasım 2007.
AYDIN, MUSTAFA: “Türk-Amerikan İlişkilerini Yeniden Yapılandırmak”, ASO Büyüteç Dergisi, Ağustos/Eylül 2008.
BALBAY, MUSTAFA: “Kürtler Bölündü”, Cumhuriyet, (10 Mart 2008).
CEMAL, HASAN: “PKK’ya Yönelik Yeni Bir Çark”, Milliyet, (09 Mart 2008).
GÜRSEL, KADRİ: “Amerikan İstihbaratına Göre Laikliğin Geleceği”, KULOĞLU, ARMAĞAN: “Türkiye’ye Yönelik Bölücü Tehdit, Terör Ve Mücadele Yöntemleri” Global Strateji Enstitüsü Dergisi, Yıl:3, Sayı:12, Kış 2008.
MANİSALI, EROL: “AKP-Erbil-Bağdat Hattı”, Cumhuriyet, (10 Mart 2008).
Milliyet: Dış Haberler, (02 Şubat 2008).
Milliyet: Dış Haberler,  “PKK İle Pazarlık Beklentimiz Yok”, (07 Mart 2008).
Milliyet: “Ankara, Gates’e Kürt Paketini Sundu”, (07 Mart 2008).
Milliyet: “PKK: Silahları Bırakırız”, (17 Mart 2008).
Milliyet, (23 Kasım 2008).
PULUR, HASAN: “Hani Terörle Bir Yere Varılamazdı?”, Milliyet, (15 Mart 2008).

Web Siteleri:

KULOĞLU, ARMAĞAN: www.globalstrateji.org, analizler, “ABD-İran Çatışmasının Askeri Sonuçları Ve Türkiye’ye Etkisi”, (12 Aralık 2007).
KULOĞLU, ARMAĞAN: www.globalstrateji.org, analizler, (10 Ocak 2008).
www.milliyet.com.tr, Gates’ten “NATO Çöker”, (11 Şubat 2008).
www.ulusalkanal.com.tr, Gates “Türkiye Afganistan’da Daha Fazla Rol Oynamalı”, (08 Şubat 2008).
www.vatangazetesi.com.tr, Gündem, “Barzani’ye Gitti”, (19 Mart 2008).

***