KADI ABDISETDAR CENKNÂMESİ ÜZERİNE BİR İNCELEME BÖLÜM 1
Halil İbrahim ŞAHİN
Özet:
Bu makale, 19. yüzyılda Türkmenistan bölgesinde yaşayan Teke, Yomut,
Göklen gibi Türkmen boylarıyla Horasan bölgesindeki Kızılbaş Kaçar Türkleri
arasındaki savaşları anlatan Kadı Abdısettar Cenknâmesi’nin içerik, şekil, üslup
ve yapı açısından incelenmesinden oluşmaktadır. Türklerdeki cenknâme türünün
sınırlarını genişleten bu anlatı, tarihteki olayların destani eserlere yansıma
şekillerini göstermesi açısından oldukça önemlidir. Kadı Abdısetdar, Tekeler
başta olmak üzere Sünni Türkmenlerin Kızılbaş Kaçar Türklerine karşı verdikleri
“gaza”yı destani bir üslupla anlatmıştır. Türkmen boylarının “Kızılbaş” olarak
nitelendirilen düşmana karşı birlik ve beraberliğini anlatan bu eserdeki teke tek
mücadeleler, bahadırların kahramanlıkları ve savaş sahneleri, bu Cenknâme’nin
destan geleneğiyle yakın ilişki içinde olduğunu göstermektedir.
Giriş
Tarihteki olayların edebî eserlere yansıdığı veya edebiyat ürünlerini yaratanların
tarihten aldıkları bilgileri ve malzemeleri edebiyat mantığı çerçevesinde
yorumladıkları bilinen bir husustur. Türk edebiyatında da durum çok farklı
değildir. Hem yazılı hem de sözlü edebiyatta tarihte olmuş olayları ve bu
olayların toplum üzerindeki akislerini anlatan veya işleyen edebî eserler vücuda
gelmiştir. Tarihle güçlü bağları olan destanlar, büyük ölçüde tarihî olayların
yaşatılmasına, topluma tarih ve köken bilinci kazandırmaya, bu sayede kültürel
kimliği canlı tutmaya hizmet etmiştir. Özellikle tarihte yaşanmış savaşlar ve
büyük felaketler, edebî eserlerde daha fazla yer almış, zamanla bu olaylarla
ilgili eser düzenlemek, anlatmak veya yazmak gelenek hâline gelmiştir. Orta
Asya Türklerinin Kalmuklarla, Çinlilerle, Arap ve Fars ordularıyla yaptıkları
savaşlar çok sayıda destana veya daha başka edebî türlere konu olmuştur.
Oğuz namecilik geleneğinde olduğu üzere devlete hükümdarlık yapan hanın ve
ailesinin savaşlarını, maceralarını anlatma veya yazıya geçirme geleneği de
tarihî olayların Türk destan geleneğine güçlü bir şekilde yansımasına zemin
hazırlamıştır. Dede Korkut Kitabı ve Battalnâme gibi “nâme” ifadesini taşıyan
manzum, mensur veya manzum-mensur karışık eserler de bu anlayışın sonucu
ortaya çıkmış edebî ürünler arasındadır.
Türk kültüründe bir devlet başkanının veya bir kahramanın düşmanlarıyla
mücadeleleri çoğunlukla sözlü kültürde anlatılırken bir kısım anlatı da yazılı
olarak aktarılmıştır. Hatta bazı şairler, Türkmenistan’daki ifadesiyle “destancı
şairler”, daha önceki destan veya kahramanlık konulu eser yazma geleneği
çerçevesinde 18 ve 19. yüzyıllarda destani eserler kaleme almışlardır. Destancı
şairlerden birisi olarak bilinen Andalıp, “Oğuznama” adıyla Oğuz’un
maceralarını yeniden yazmıştır. Oğuznamecilik geleneğinin son örneklerinden
birisi olan eser, bu geleneğin Orta Asya Türkleri arasında yakın dönemlere
kadar yaşadığını göstermesi açısından oldukça kıymetlidir. Bu çalışmaya konu
ettiğimiz “Cenknâme” adlı eser de Oğuznamecilik geleneği çerçevesinde
olmasa da Teke Türkmenlerinin İran bölgesindeki Şii Türkmen boylarıyla
yaptıkları savaşları, bu savaşlarda Türkmen beylerinin ve alplarının
kahramanlıklarını anlatması açısından destan geleneği bağlamında
değerlendirilebilir. Andalıp’la aynı bölgede yaşamış ve çeşitli türlerde eser
vermiş Magrupı ve Şabende gibi şairler de, Orta Asya Türklerinin İran
bölgesinden gelen saldırılara karşı koyuşlarını anlatan eserler kaleme almışlar
veya gelenekten aldıkları malzemeyi yeniden düzenlemişlerdir.
Bu çalışmanın konusunu, 19. yüzyılda Türkmenistan ve İran bölgelerinde
yaşayan Sünni ve Şii Türkmen boylarının yaptıkları savaşları anlatan “Kadı
Abdısetdar Cenknâmesi” oluşturmaktadır. Türk destan geleneği çerçevesinde
değerlendirdiğimiz bu eserin yazarı, yazıldığı tarih ve kültürel çevre, yazılma
amacı, içeriği, şekil ve üslup özellikleri, yapısı, içerisinde geçen olayların ve
tiplerin tarihle ve destan geleneğiyle ilişkisi üzerinde tespit ve değerlendirmeler
yapılarak genelde Türk anlatı, özelde ise Türk destan geleneği içindeki yerini
tayin eden sonuçlara ulaşılmıştır. Elde edilen sonuçlar, bu Cenknâme’nin
Türkiye sahasındaki cenknâme anlayışından farklı olarak destan geleneğine
daha yakın olduğunu göstermektedir. Bu bakımdan incelemeye Türklerdeki
destan ve cenknâme yazma veya yazıya geçirme geleneği üzerine yapılacak
küçük bir değerlendirmeyle başlamak faydalı olacaktır.
1. Türklerde Destan Yazma / Nâmecilik Geleneği ve “Abdısetdar Cenknâmesi”
Oğuz Kağan Destanı’nın ve Dede Korkut Kitabı’nın nüshaları, Türklerde destan
yazma veya destanları yazılı hâle getirme geleneğinin olduğunu göstermektedir.
Bu örneklerin dışında İslami dönemdeki Battalnâme, Danişmendnâme ve
Saltuknâme gibi destani eserlerin yanı sıra Orta Asya’daki Türk topluluklarının
“avtorlu”, yani “yazarlı” olarak nitelendirdikleri çeşitli destan metinleri
bulunmaktadır. Ayrıca Cengiznâmeler, Timurnâmeler ve Hz. Ali’nin İslamiyet
için verdiği mücadeleleri anlatan cenknâmeler de yazılı destani edebiyat
dairesine girmektedir (Çetin, 1997). Bu geleneğin oluşumunda, Farslarda ortaya
çıkmış Şehnâme’nin önemli bir rol üstlendiği söylenebilir. Fuad Köprülü’nün,
“Hakikatte Şehnâme, uzun yüzyıllardan beri, yalnız Acem edebiyatı üzerinde
değil, hatta Türk edebiyatında da pek büyük ve pek derin bir tesir vücuda
getirmiştir.” diyerek dile getirdiği gibi, Türklerdeki “nâmecilik” geleneği ile
Şehnâme arasında yakın bir ilişki vardır (Köprülü, 1981, s. 115). Şehnâme’nin
mesnevi nazım şeklini ve destani üslubu kullanması, sonrasında yazılan pek çok
eser için çıkış noktası olmuştur. Ancak hemen ifade etmeliyiz ki Türklerdeki
nâmecilik geleneği zamanla Fars edebiyatını geride bırakmış, destani karakterli
çok sayıda eser, Şehnâme’deki şekil ve yapıyı da aşarak kendine has bir gelenek yaratmayı başarmıştır.
A. Bekmıradov, doğu edebiyatlarında “name” sözünün “kitap, eser, şiir, mektup
ve yazı” anlamlarına geldiğini söyleyerek kelimenin geniş bir kullanım alanının
olduğunu belirtir. Ayrıca Bekmıradov’un dikkat çektiği bir diğer husus daha
vardır ve oldukça önemlidir: Türkmenistanlı araştırmacıya göre “Şahnâme”,
“Cenknâme” ve “Sefernâme” gibi eserlerin tarihle güçlü bağları vardır. Bunlar
her ne kadar edebiyat eserleri olsalar da tarihî yönleri de oldukça güçlüdür
(Bekmıradov, 1987, ss. 5-6). A. N. Samoyloviç, cenknâme yazarı Kadı
Abdısetdar hakkında değerlendirmeler yaparken Kadı’nın olağanüstülüklerden
ve olayları saptırma anlayışından uzak durduğunu söyleyerek bu metni “yarı
tarihî şiir” olarak nitelendirir (Annamuhammedov, 1994, s. 13). Eserin
muhtevasından anlaşılacağı üzere Samoyloviç’in bu tespiti oldukça yerinde bir
tespittir. Cenknâme’deki olaylar başta olmak üzere tiplerin de tarihle güçlü
bağları vardır.
Orta Asya bölgesinde “nâme” adını taşımayan, ancak yazılı kültürde oluştuğu
veya yazılı ortama aktarıldığı söylenen destanlar da vardır. Türk destanları
arasında gösterilen “Yusup-Ahmet”, “Alı Beg-Balı Beg”, “Dövletyar”,
“Hocamberdi Han” gibi anlatıların Andalıp, Şabende, Şeydayı, Magrupı,
Mollanepes gibi şair kimliği olan kişilerce yazıldığı veya yazılı hâle getirildiği
düşünülmektedir. Özellikle 18. yüzyıldan itibaren bu bölgede destan yazma
geleneğinin geliştiğini söylemek mümkündür. Bu yüzyılda Andalıp gibi şairler
yazdıkları destanları ile dikkat çekerler. Ayrıca bu yüzyıl, yazılı edebiyat ile
sözlü geleneğin iç içe olduğu bir dönem olarak da bilinir. Magrupı, Şabende,
Şeydayı gibi şairler, tarihî kaynaklardan, rivayet ve efsanelerden, masallardan
aldıkları konuları destan formunda yeniden işlemişlerdir. 19. yüzyılda
Mollanepes’in, Seydi’nin, Talibî’nin ve Mollamurt’un da bu dönemde
düzenledikleri destanlar vardır. Andalıp’ın “Leyli-Mecnun”u, Magrupı’nın
“Seypelmelek-Medhalcemal”i, Şabende’nin “Gül-Bilbil” ve “Şabehram”ı,
Şeydayı’nın “Gül-Senuber”i destan tasniflerinde “avtorlu dessan” terimi altında
değerlendirilir (Garrıyev, 1982, ss. 120-121).
İnceleme konumuz olan bu Cenknâme’yi, Türklerin özellikle de Oğuzların
destan yazma geleneği çerçevesinde de değerlendirmek mümkündür. Bilindiği
gibi Kıpçak Türklerindeki destan geleneği çoğunlukla sözlü geleneğe dayalıdır,
ancak Oğuz Türklerinde ise bazı destanlar yazılı hâlde günümüze ulaşmıştır. Bu
yönüyle Oğuzlar, geçmişten günümüze tarihî olayları yazılı hâle getirilmeyi
başarmış bir Türk boyudur (Bekmıradov, 1987, s. 14). Andalıp Oğuznamesi
başta olmak üzere Abdısetdar Cenknâmesi gibi eserler Harezm merkezli olarak
ortaya çıkmıştır. Andalıp ve Abdısetdar’ın dışında Magrupi, Şeydayi, Molla
Nepes, Şabende gibi şairler, Türkmen, Özbek ve Karakalpak destan
gelenekleriyle ilişkileri olan destani tarzda eserler kaleme almışlardır (Garrıyev, 1947, s. 8).
2. Cenknâme Terimi ve Kadı Abdısetdar Cenknâmesi
Türkiye’de cenknâme terimi, daha çok Hz. Ali etrafında teşekkül etmiş dinî-
kahramanlık hikâyeleri olarak kullanılmaktadır. Cenknâmeler üzerine yapılan
çalışmalara bakıldığında bu metinlerin merkezinde Hz. Ali’nin ve İslam uğruna
verdiği mücadelelerin yer aldığı görülür (Çetin, 1997). İnceleme konumuz olan
cenknâme ise Türkiye’deki cenknâme anlayışından oldukça farklıdır.
Abdısetdar’ın kaleme aldığı veya yazıya geçirdiği bu eser, tam anlamıyla
“cenk” anlatmaktadır. Anadolu sahasındaki cenknâmelere içeriğindeki “gaza”
anlayışıyla yaklaşmaktadır, ancak anlatının merkezinde Hz. Ali yoktur. 19.
yüzyılda yaşamış olan Teke Türkmenleri ve Kaçar Türkleri vardır. Halk bilimi
araştırmalarındaki bazı terimlerde olduğu gibi, cenknâme terimi de Orta Asya
Türk topluluklarında Türkiye’deki anlamından daha farklı kullanılabilmektedir.
Bu bakımdan “cenknâme”nin Türkiye dışındaki Türk topluluklarındaki
kullanım şekillerine bakmak faydalı olacaktır.
Özbek Türkleri arasında yaygın olan cenknâmlerde orduların veya bazı kişilerin
din uğruna yaptıkları savaşlar anlatılır. Kahramanlık destanlarında olduğu üzere
bu eserlerde başkahramanların savaşlarda verdikleri olağan ve olağanüstü
mücadeleler anlatılır. Özbek Türklerinin cenknâme olarak nitelendirdikleri
eserlere bakıldığında, bunların bir kısmının Türkiye Türklerinde de bulunduğu
görülür. “Cenknâme-i Ebu Müslim”, “Cenknâme-i Seyyid Battal Gazi”,
“Cenknâme-i Emir Hamza” gibi anlatılar, Türkiye sahasında İslamiyet’in
etkisiyle oluşmuş destanlar olarak bilinmektedir. Özbek Türkleri, “Yusuf bilen
Ahmed” ve “Alibek bilen Balibek” adlı destanları da cenknâme terimi altında
değerlendirmişlerdir. Bu destanlarda kahramanların dinî kaygılarla kahramanlık
göstermeleri, araştırmacıları bu anlatıları cenknâme kapsamında
değerlendirmeye zorlamıştır (Fedakar, 2003, ss. 5-6).
İncelediğimiz bu Cenknâme, Türkmenistan’da “tarihî destanlar ve kahramanlık
destanları” başlığı altında değerlendirilmiştir. Türkmen destan araştırmacılarına
göre bu destanlar, memleketin ve halkın bağımsızlığını anlattıkları gibi,
kahramanlık eposlarına göre daha kısa anlatılardır. Dövletyâr Destanı,
Hocamberdi Han Destanı ve Cenknâme, bu grupta değerlendirilen destanlardan
bazılardır (Şahin, 2010, s. 72). Görüldüğü gibi Türkmenistan’da da cenknâme,
tarihî ve kahramanlık yönü ağır basan destanlar grubunda ele alınmıştır. Kazak
Türklerinde de yakın dönemdeki tarihî olayları veya savaşları anlatan destanlar
da konumuzla yakından ilgilidir. “Tarihî cır” olarak bilinen “Karatavdıñ
Başınan Köşk Keledi”, “Akmeşitti Alğanda Aytılğan Öleñ”, “1916 cıl”,
“Amankeldiniñ Torğaydı Alğanı” adlı destanlardaki olaylar ve şahıslar, gerçek
hayatla sıkı bağlara sahiptirler (Aça, 2002, s. 62; Çobanoğlu, 2003, ss. 54-55).
Bu yönüyle bu destanlar, Türkiye sahası âşıklık tarzı şiir geleneğindeki askerî
hayatla ilgili destanlarla da benzerlikler göstermektedirler (Çobanoğlu, 2000, ss. 71-75).
Görüldüğü gibi cenknâme terimi, Türkiye dışındaki, özellikle de Orta Asya
bölgesindeki Türk toplulukları arasında farklı anlamlarda kullanılmaktadır.
Ancak, bu terimle karşılanan anlatılarda tarihî olayların ve şahısların yoğun bir
şekilde yer alması ve anlatının merkezinde din uğruna yapılan savaşlar olması
Türkiye’deki cenknâme teriminin dışında kullanımlar değildir. Bu bakımdan
inceleme konumuz olan Abdısetdar Cenknâmesi’ni de cenknâme türü içinde
değerlendirmek mümkündür, ancak bu eserin cenknâme türünün sınırlarını
genişlettiğini de belirtmek gerekir.
3. “ Cenknâme”nin Yazarı, Yazmanın Bulunuşu ve Yayım Süreci
3.1. Yazarı
Metnin yazarı olan Kadı Abdısetdar hakkındaki bilgiler oldukça sınırlıdır.
Konuyla ilgili çalışmaları olan A. N. Samoyloviç’in Hocalı Molla
Mıratberdioğlu’ndan aldığı bilgilerden başka yazar hakkında kayıt yoktur.
Hocalı Molla, 1903 yılında Samoyloviç’e yazdığı mektubunda: “Tekelerin
savaş-kıssa kitabını yazan Abdısetdar Kazı’dır. Kendisi Magtım tayfasındandır.
Yedi yıl Hive’de kadılık yapmıştır. Âlim bir kişidir. Onun dört oğlu vardır.
Onlar da Hive’de yaşamaktadır” şeklinde Cenknâme’nin yazarıyla ilgili bilgiler
vermiştir (Annamuhammedov, 1994, s. 11; Nuraliyev, 1971, s. 69).
Samoyloviç, Rusya’da yaptığı ve yayımladığı çalışmalarında bu bilgiyi
kullanmıştır. 1977 tarihli Türkmen Edebiyatı Tarihi adlı kitapta ise A.
Çarıgulıyeva, Kadı’nın Ahal bölgesindeki Göktepe’nin Kelete adlı yerleşim
biriminde doğduğunu söylemiştir (Garrıyev, 1977, s. 310). Sınırlı hayat
hikâyesine rağmen, kaleme aldığı cenknâme, metninden hareketle hem
Samoyloviç hem de Türkmen araştırmacılar, onun eğitimli biri olduğu
noktasında hemfikirdirler. Özellikle Hive’de kadılık yapması ve ismine “kadı”
ifadesinin de eklenmiş olması, onun medrese eğitimi almış olabileceğini de
düşündürmektedir. Şairin doğum ve ölüm tarihleri de belli değildir, ancak
Cenknâme’de anlatılan olayların geçtiği dönem ve Cenknâme’nin yazılış tarihi
de dikkate alındığında onun 19. yüzyılın ortalarında yaşamış olduğunu
söylemek mümkündür.
Kadı Abdısetdar’ın hangi Türkmen boyuna mensup olduğunu, eserinden veya
başka bir kaynaktan öğrenemiyoruz. Ancak Cenknâme’deki bakış açısından
hareketle yazarın Teke Türkmenlerine mensup olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü
Cenknâme’deki savaşların veya olayların merkezinde Teke Türkmenleri vardır.
Savaşlar, Teke Türkmenlerinin yardımıyla kazanılır, uyuşmazlıkları Teke hanı
çözer, Kaçarlar bile karşılarındaki düşmanı Teke olarak bilir. Kısacası yazar,
Tekeleri, özellikle de Nurberdi Han’ı övmek, Kaçarlar karşısında alınan parlak
Teke zaferlerini anlatmak için kaleme aldığı Cenknâme’de Teke Türkmenlerini
öne çıkarmıştır.
Hive’de kadılık yapabilecek bir eğitim düzeyine sahip Abdısetdar, eserinden
anlaşıldığı kadarıyla Türkmen boylarını, yerleşim yerlerini, tarihi, hatta İran
sahasındaki boyları da yakından tanıyan birisidir. Cenknâme’de temas ettiği
tarihî şahıslarla ilgili bilgileri oldukça fazla, bu savaşlarda öne çıkan bazı alpları
ve bahadırları da tanıyan veya bu konudaki rivayetleri takip eden birisidir
(Garrıyev, 1977, s. 311). Kısacası içinde yaşadığı toplumu her yönüyle bilen,
tarihî olaylara ve halkın bu olaylara bakışına duyarlı bir şair olan Abdısetdar,
esrinde Teke-Kaçar savaşlarını destani tarzda, hatta bazı bölümlerde destanlarda bile rastlanmayan ayrıntılara da yer vererek anlatmıştır. Bu yönüyle Abdısetdar, Orta Asya Türkleri arasında yaygın olan “nâmecilik” geleneği kapsamında destani tarzda bir eser ortaya koymuştur.
3.2. “Cenknâme” Yazmasının Bulunuşu ve Yayım Süreci
Cenknâme’nin mevcut tek nüshası, 1903 yılında N. N. Yomudsky tarafından A.
N. Samoyloviç’e verilmiştir. Yomudsky, yazmayı Abdısetdar’ın torunundan
aldığını belirtir. Eserin başka bir nüshası veya halk arasından tespit edilmiş bir
şekli yoktur (Garrıyev, 1977, s. 311). Cenknâme’nin tek nüshası Rusya Bilimler
Akademisi’nin Doğu Araştırmaları Enstitüsü’nün Leningrad bölümünde yer
almaktadır. Samoyloviç, yazmadaki önemli hatalar nedeniyle bu nüshanın, ilk
nüsha olamayacağı kanaatindedir (Annamuhammedov, 1994, s. 28).
Cenknâme’yi bilim âlemine tanıtan ve üzerinde ilk bilimsel çalışmayı yapan A.
N. Samoyloviç’tir. Samoyloviç, 1912 yılında bu metin üzerine bir doktora tezi
hazırlamış ve 1914 yılında Petersburg’da yayımlamıştır. Ünlü Rus âliminin
yaptığı bu çalışma, bugün de Cenknâme üzerine yapılmış en geniş ve yetkin
çalışma olma özelliğini korumaktadır. Samoyloviç’in doktora tezine yakından
bakıldığında, tezin girişin haricinde dört bölüm, sonuç ve metin kısımlarından
oluştuğu görülür. “O Rukopisyax Poemı i ob Avtore” adını taşıyan birinci
bölümde Samoyloviç, Cenknâme’nin nüsha özelliklerini ve yazarını tanıtmıştır.
“Pravopisaniye i Yazık Poemı” adlı ikinci bölümde ise fonetik, morfolojik ve
sentaktik açılardan eserin dili incelenmiştir. “Poema v İstoriko-Literaturnom
Otnoşenii” şeklinde adlandırılan üçüncü bölümde Cenknâme’de kullanılan ölçü,
kafiye, ahenk unsurları incelenmiş, eserin muhtevası üzerinde durulmuştur.
Samoyloviç, “Soderjaniye Knigi Rasskazov o Bitvah Tekintsev” olarak
adlandırdığı son bölümde ise Cenknâme’de geçen olayları ve şahısları
değerlendirmeye almıştır. Rus âlim, çalışmasına eserin matbu harflere
aktarılmış şeklini ve Rusça çevirisini de eklemiştir (Samoyloviç, 2005, ss. 353-578).
A. N. Samoyloviç’in bu çalışmasından sonra B. A. Garrıyev, 1943 yılında
Aşgabat’ta Cenknâme’den bazı parçaları yayımlar, ancak M. Anna muhammedov’ un verdiği bilgilere göre bu neşirde metin üzerinde bazı ayıklamalar yapılmıştır. Çalışmanın yayımlandığı yıllarda Türkmenler, Sovyet hâkimiyetinde olduklarından metinde geçen dinî unsurlar büyük oranda çıkarılmıştır (Annamuhammedov, 1994, s. 3).
Türkmenistan’da Cenknâme’nin tam metni 1994 yılında M. Annamuhammedov
ve A. Nuryagdıyev tarafından yayımlanır (Annamuhammedov, 1994). Ancak bu
yayımda da bazı problemler vardır. Abdısetdar’ın eseri Çağatay Türkçesiyle
kaleme alınmıştır veya yazıya geçirilmiştir. Adı geçen Türkmen araştırmacılar,
eserde Türkmen boylarının yer alması nedeniyle eseri Türkmenistan
Türkmenlerine ait olarak kabul etmişler ve Çağatay Türkçesiyle yazılmış
Cenknâme’yi Türkmen Türkçesine uydurmaya çalışmışlardır. A. N.
Samoyloviç’in yayıma hazırladığı ve bu çalışmada kullandığımız nüshadaki
imla ile Türkmen Türkçesine aktarılmış metindeki imla arasında önemli
farklılıklar vardır. Bu bakımdan 1994 yılında yayımlanan Cenknâme metni,
bilimsel çalışmalarda kullanılabilecek bir metin neşri değildir.
4. “Cenknâme”nin İçerik, Şekil, Üslup ve Yapı Özellikleri
4.1. İçerik
Cenknâme, 1958-1961 yıllarında bugünkü güney Türkmenistan bölgesinde
yaşayan Türkmen boylarının (Teke, Yomut, Göklen vb.) kuzey ve kuzey doğu
bölgesinde bir birlik kurmuş olan Kaçar Türkmenleriyle yaptıkları savaşları
anlatmaktadır. Bölgedeki Türkmenlerin İran sahasından gelen tehlikelere karşı
koymaları bu kadarla sınırlı değildir. Tarih boyunca bu bölgede İran ve Turan
karşılaşmaları olmuştur. Bu karşılaşmalar, tarih kaynaklarına girdiği gibi, sözlü
ve yazılı ortamlarda oluşmuş edebî eserlere de yansımıştır. Misinkılıç’ın Batır
Nepes ve Düye Gurban, şair Dovan’ın Teke-Gacar, Muhammetrahim’in Uruş
adlı destani eserleri, Türklerin İran bölgesiyle yaptıkları savaşları anlatırlar
(Annamuhammedov, 1994, s. 8).
Kadı Abdısetdar’ın kaleme aldığı Cenknâme’deki olaylar iki kısımda
değerlendirilebilir. Cenknâme’nin birinci bölümünde Nasreddin Şah, Teke
Türkmenlerini hâkimiyeti altına alabilmek için Cafer Kulu’yu Ahal bölgesine
gönderir. Hâlbuki Kaçar şahının Teke Türkmenleriyle husumeti çok daha
öncelere dayanmaktadır. Cenknâme’de anlatıldığına göre Merv bölgesindeki
Sarık Türkmenleri, Kaçar Türkmenlerinden de destek alarak Teke Türkmenleri ne saldırmıştır. Sarık ve Kaçar ittifakına rağmen, Teke Türkmenleri
savaşta başarılı olmuş, Kaçar Türkmenleri Merv’den eli boş dönerken Sarık
Türkmenleri ise istediklerini elde edememişlerdir. Bu yüzden Nasreddin Şah,
Kaçarların planlarını bozan Tekelerin, mutlaka mağlup edilmelerini
istemektedir. Hatta bunu yapabilen kişiyi Horasan’a vali yapacağını da vaat
eder. Cafer Kulu komutasındaki Kaçar ordusu Ahal üzerine hareket ettiğinde
öncelikle Garrıgala mevkiinde Göklen Türkmenleriyle karşılaşır. Göklenler, bir
yandan düşmanı oyalarken bir yandan da “boy ve din kardeşliği”ni öne
çıkararak Teke ve Yomut Türkmenlerinden yardım isterler. Tekelerden
Nurberdi Han’ın yardımıyla Kaçar ordusu mağlup edilir. Garrıgala’da Kaçar
ordusunu geri püskürten Nurberdi Han, Teke ve Sarık Türkmenlerinin kavgaya
tutuştuğu Merv bölgesine hareket eder. Burada anlaşmazlıkları, bölgedeki
Türkmen boylarıyla konuşarak halleder.
Cenknâme’nin ikinci bölümündeki olaylar, birinci bölümdeki olaylarla
bağlantılıdır. Cafer Kulu’nun Garrıgala’da öldürülmesi ve Kaçar ordusunun
dağılarak İran içlerine kaçması, Nasreddin Şah’ı daha fazla hırslandırmıştır.
Bu kez şah, Mirza Hamza’yı Merv üzerine gönderir. Sonuç, Ahal bölgesindeki
savaştan farklı olmaz. Türkmen boyları yine bir araya gelerek Kızılbaş
Kaçarları mağlup ederler. Kaçarlardan geriye kalan onlarca ganimet Türkmen
boylarına kalır.
Olay örgüsü açısından iki, hatta üç olayı bir arada anlatmakta olan
Cenknâme’de Sünni-Kızılbaş çatışması dikkat çekmektedir. Cenknâme’nin
daha giriş kısımlarından itibaren Kızılbaşların “kâfir”, “bozguncu”, “düşman”
ve “şeytan” olarak tarif edildikleri görülür. Kaçarlarla veya Kızılbaşlarla
savaşanların gaza yaptığı, ölenlerin şehit oldukları da yine Cenknâme’de öne
çıkarılan önemli hususlardandır. Cenknâme’de “Kabûl eyleng yene dînimizni / Tutung ihlâs ile âyinimizni” şeklindeki beyitten de anlaşılacağı üzere, bu savaşlar, boy savaşından daha ziyade din savaşı şeklinde cereyan etmekte dir (Samoyloviç, 2005, s. 491). Bu durum, sadece Kadı Abdısetdar
Cenknâmesi’nde değil, başka eserlerde de vardır. Türkmen, Özbek ve
Karakalpak vb. Türk boylarının destanlarında Kızılbaşlar tipler yer alır ve Sünni
karakterli kahramanlar, düşman olarak gördükleri Kızılbaş tiplerle mücadele
ederler.
Orta Asya Türk destanlarındaki Kızılbaş ve Arap tipler, Türkmenistan bölgesi
başta olmak üzere Orta Asya Türkleriyle İran ve Arap toplumları arasında
yapılan savaşların birer yansımalarıdır. Özellikle Köroğlu’nun savaştığı pek çok
düşman, İran veya Arap menşelidir. On altıncı yüzyıldan itibaren şiddetlenen
İran-Orta Asya savaşları, Şii-Sünni mücadelesi hâlini alır. B. A. Garrıyev,
İsmail ve sonraki Safeviler İslamiyetteki Şiiliği, Orta Asya halkları ise
Sünniliği desteklediler, bu yüzden de XVI. yüzyıldan başlayarak İran
şahlarıyla bu halkların çatışması din savaşı formunu almıştır. Türkmen,
Özbek ve Kazakların bir dizi folklor ve edebî eserinde ve sonuç olarak
Köroğlu destanında bu form kendi yansımasını bulmuştur.
Son yüzyıllarda “Kızılbaş” adı İran’ın bütün halkı için kullanılmış, geçmiş
yüzyılların diğer sanat eserlerinde bu ad Müslüman olmayan, dinsiz ve
putperest olarak tasvir edilmiştir. > Şeklindeki tespitiyle İran’la Orta Asya Türklerinin savaşlarının dinî içeriğine dikkat çeker (Garriyev, 2007, s. 96).
2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,
***