Bilal Salaymeh etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Bilal Salaymeh etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

1 Eylül 2018 Cumartesi

SURİYE KRİZİNDE YENİ SAFHA İDLİB SURİYE BATAKLIĞI, İDLİB EN RİSKLİ GİRİŞİM., BÖLÜM 4


SURİYE KRİZİNDE YENİ SAFHA İDLİB SURİYE BATAKLIĞI, İDLİB EN RİSKLİ GİRİŞİM., BÖLÜM 4


HTŞ’yi zor durumda bırakan ve böylelikle zayıflatan başka bir adım ise İdlib’de muhalifler arasındaki askeri dengenin HTŞ’nin aleyhine değişmesidir. 
Bu anlamda Ahraru’ş-Şam ve Nureddin Zengi grubunun kurduğu Cephetü’l-Tahrir Suriye ve Feylaku’ş-Şam, Ceyşu’l-Nasr, Ceyş İdlib Hür, 1. Sahil Tümeni, 2. Sahil Tümeni, Fevcu’l-Evvel, Ceyşu’l-Sani, Ceyşu’l-Nukba, Şüheda el-İslam Dareyya, Fırka el-Hurriye ve 23. Fırka’nın birleşmesi sonucu şekillenen Ulusal Özgürleştirme Cephesi’nin güçlenmesi HTŞ’yi daha da geriletecektir. Nitekim son dönemde HTŞ ile Ahraru’ş-Şam ve Nureddin Zengi Hareketi’nin kurduğu savunma paktı Cephetü’l-Tahrir Suriye ve Sukuru’ş-Şam ile önemli çatışmalar yaşanmıştır. 
Çatışmaların şiddeti hafiflemiş olsa da HTŞ İdlib’de zayıflamış ve birçok alan kaybetmiştir.

Bu bağlamında Cephetü’l-Tahrir Suriye, Vataniye Cephesi, Ceyşu’l-Ahrar, Sukuru’ş-Şam Tugayları bir araya gelerek Cephetü’l-Vataniye lil-Tahrir’i 
kurması oldukça önemli ve dikkat çekici bir hamle olmuştur. Kurulan yeni yapı HTŞ’yi dengeleyebilecek ve hatta zayıflatacak bir güce sahiptir. 
İdlib bölgesindeki güç dengelerinin değişmesi ve HTŞ’nin zayıflatılması durumunda HTŞ sorunsalının daha kolay çözülebileceği muhtemeldir.

Diğer yandan HTŞ’nin zayıflaması El-Kaide ve DEAŞ gibi örgütleri İdlib bölgesinde güçlendirme ihtimali da barındırabilir. Cephetü’l-Tahrir Suriye ile HTŞ arasındaki çatışmalar esnasında HTŞ içerisindeki El-Kaide kanadı gruptan ayrılarak Hurrase’d-Din örgütünü kurmuştur. Hurrase’d-Din örgütü İdlib gerilimi azaltma bölgesini gözetmeyerek cephe hatlarında rejim ve rejim yanlısı milislere karşı saldırılar düzenlemiştir. 
Bu örgütün Türkiye’yi düşman unsur olarak görmesi endişe verici bir diğer durumdur. Dolayısıyla HTŞ’ye yönelik adımlar atılırken eş zamanlı olarak 
Hurrase’d-Din gibi radikal yapılanmaların da baskı altına alınarak zayıflatılması gerekmektedir.

Fakat HTŞ’nin zayıflatılması ve hatta tamamen ortadan kaldırılması durumunda Esed rejiminin saldırgan tavrını durdurma ihtimalinin şüpheli olduğunu söylemek mümkündür. Zira ifade edildiği gibi Esed rejiminin daha önce saldırdığı bölgelerde HTŞ’nin varlığı oldukça sınırlıdır. 
Örneğin Ceyşü’l-İslam kontrolündeki Doğu Guta gibi bazı bölgeler HTŞ’den arındırılmış bölgelerdir. Buna karşın Türkiye’nin, Esed rejimini nüfuzu altına alan Rusya ile yürütebileceği müzakereler önemlidir. Rusya’nın temel argümanı bölgede bulunan HTŞ ve diğer küçük radikal yapılanmalar üzerinden şekillenmektedir. Bu anlamda HTŞ’nin zayıflaması Türkiye’nin diplomatik arenada hareket alanını genişleterek Rusya’ya karşı elini güçlendirecektir. Ayrıca HTŞ’nin zayıflamasıyla tüm muhalif unsurları tek bir emir komuta altında toplayacak bir çatı yapılanma için harekete geçilmesi gereklidir. Muhalefetin tek bir çatı altında toplanacak olması rejimden gelecek olası bir saldırıya karşı caydırıcı etki yapacaktır.

Esed rejiminin İdlib’e yönelik olası askeri operasyonu tamamen Rusya’nın alacağı pozisyona bağlıdır. Rusya bir yandan Suriye’ye yaptığı askeri 
müdahale neticesinde asker ve siyasi bir zafer elde etmek istemektedir. Dolayısıyla Türkiye ile yürüttüğü Astana sürecini ve Türkiye’nin İran’ı 
dengeleyebilmek için üstlenebileceği rolü önemsemektedir. Rusya nihayetinde İran’ın Suriye’de kendi nüfuz alanını paylaşmasını istememekte ve 
İsrail üzerinden ABD ile yürüttüğü müzakerelerde de bu durumdan yararlanmaya çalışmaktadır. 

Rusya ayrıca şimdiye kadar çok büyük yatırım yapmış olmasına rağmen yıllar süren yıpratıcı savaş neticesinde rejimin askeri, iktisadi ve beşeri olarak tükenmiş olduğunun da farkındalığıyla İdlib’de yeni bir uzun süreli yıpratıcı savaşa girmeyi arzu etmemektedir. Ancak Moskova, Esed rejiminin egemenliğinin Suriye genelinde yeniden tesis edilmesi konusunda oldukça net ve açık bir tavır da sergilemektedir. Bu bağlamda Türk askeri personelinin Suriye toprağında kalmaması gerektiğini sürekli dile getirmektedir. Aynı şekilde Nusra Cephesi veya HTŞ’nin yok edilmesi hususunda da ısrarcı olmaktadır. Rusya bu bağlamda Astana süreci ve yeni anayasa yazımını bir fırsat olarak görmekte, belli tavizlerle Esed rejiminin ülke sathındaki egemenliğini tesis edeceğini düşünmektedir. 

Türkiye için ise gelinen aşamada muhaliflerin son kalesi konumuna gelen İdlib’in istikrar ve güvenliğini sağlamak oldukça önemlidir. Bir yandan olası bir saldırının yol açacağı ve yüz binlerce kişiden oluşacağı aşikar mülteci akımı söz konusuyken diğer yandan muhalefetin İdlib’i kaybetmesi Afrin ve FKH alanını da savunmasız bırakacaktır. Esed rejimi ve yanlısı milislerin İdlib’i kontrol ettiği bir durumda bir sonraki hedefin Afrin ve FKH alanı olacağı tahmin edilebilir. Ayrıca İdlib’in kaybedilmesi Türkiye’nin hem diplomasi masasındaki gücünü zayıflatacak hem de Suriye’nin geleceğinin şekillenmesindeki rolünü azaltacaktır. 

Bu bağlamda atılacak askeri ve diplomatik adımlarla İdlib’i güvence altında tutmaya gayret gösterilmesi önem arz etmektedir.35

SONUÇ

Muhalif gruplar arasında yaşanan güç mücadelesiyle birlikte sıklıkla DEAŞ ve rejime bağlı yapılar tarafından suikastlara ve bomba yüklü araç saldırılarına 
maruz kalan İdlib bölgesinde istikrarlı bir yapının oluşmasının kolay olmadığı görülmektedir. Ayrıca bölgeye yönelik gerek Rusya gerekse rejim tarafından düzenlenen hava bombardımanları Astana süreciyle varılan anlaşmaya yönelik güveni zedeleyerek bölgenin istikrarsızlığına katkı yapmaktadır. Astana sürecinde çatışmayı azaltma bölgesi olarak belirlenen Doğu Guta, Kuzey Humus ve Dera bölgelerine yönelik Rus ve İran destekli rejim saldırıları İdlib’de de benzer bir senaryonun yaşanabileceği endişesini doğurmaktadır. 

Burada Türkiye’nin gözlem noktalarının caydırıcılığının önümüzdeki süreçte ciddi anlamda test edileceği öngörülebilir. Türkiye oluşturduğu on iki askeri noktayla bölgenin karadan hedef alınmasının önüne geçmiştir. Ancak rejimin Dera’nın ardından İdlib’i hedef almak için bir çaba içinde olduğu da anlaşılmaktadır.

Öte yandan Esed rejimi İdlib’i yeniden kontrol etme niyetini açık bir şekilde ortaya koysa da sahadaki gerçeklikler ve askeri kapasite açısından farklı dinamiklerin belirleyici olduğu da görülmektedir. Rejimin İdlib’e kapsamlı bir harekat düzenlemek için askeri kapasitesinin yetersiz kaldığı ve bu bağlamda özellikle Rusya ve İran’a tamamen bağımlı olduğu değerlendirilebilir.

Dolayısıyla siyasi ve askeri anlamda Rusya’nın nüfuzu altında olan Esed rejiminin İdlib’e saldırma kararının Rusya ve İran’ın onayı olmadan gerçekleşmeyeceği söylenebilir. Özellikle Rusya’nın artan nüfuzu İdlib gibi önemli bir meselede Esed rejiminin karar alma imkanını sınırlamaktadır. 
Diğer yandan yedi yıldır devam eden çatışma ve “yıpratma savaşı”ndan dolayı Esed rejiminin askeri gücü gittikçe aşınmış ve insan kaynakları tükenmiştir. Oldukça sınırlı bir mobilize güce sahip olan, hem insan kaynağı hem de askeri teçhizat açıdan zayıf duruma düşen Esed rejiminin muhaliflerin son kalesi haline gelmiş, on binlerce savaşçının olduğu İdlib bölgesine yapacağı hamlenin kolay olmayacağı aşikardır. Bu hususlar dikkate alındığında rejiminin İdlib’e saldırma kararının ancak Rusya’nın onayı ve kapsamlı desteği halinde gerçekleşebileceği anlaşılmaktadır. Ancak rejim kendi imkanlarıyla Kuzey Hama ve Lazkiye’nin kuzeybatısında sınırlı harekatlar düzenleyebilir.

Türkiye, Rusya ile yürüttüğü müzakereler neticesinde FKH ve ZDH örneklerinde olduğu gibi sahada varlığını ve etkinliğini artırmış, Suriyeli muhaliflerinin yanı sıra siviller için de bir yaşam alanı oluşturmuştur. Türkiye İdlib üzerinde Ruslarla yürüteceği müzakerelerle yaklaşık 3 milyon sivilin yaşadığı bölgeyi büyük bir insani krizden kurtarma çabasındayken bölgeye yönelik askeri tahkimatını da artırmaktadır.

Yedi yılı geçkin zamandır süren Suriye iç savaşından alınabilecek derslerden birisi masada verilen sözlerin değil sahadaki fiili durumun belirleyici olduğudur. 
Rusya, İran ve rejim güçlerinin Astana sürecinde verdikleri sözlerden ziyade sahadaki duruma göre hareket ettikleri görülmektedir. İdlib bölgesindeki 
çatışmalar büyük oranda durmuş olsa da hava saldırıları devam etmektedir. 

Türkiye’nin, Rusya ve rejim hava kuvvetlerini Suriye hava sahası içinde fiilen durdurması mümkün olmadığından diplomatik yollarla hava saldırılarını mümkün olduğunca azaltmak için çabalaması gerekmektedir. Ayrıca HTŞ ve diğer radikal örgütlerin İdlib’deki varlıkları azaltılarak Rusya ve rejimin bölgeye yönelik hava harekatları için öne sürdüğü bahaneleri ellerinden alınmalıdır. Bu bağlamda Cephetü’l-Tahrir Suriye, Vataniye Cephesi, Ceyşu’l-Ahrar, Sukuru’ş-Şam Tugayları’nın bir araya gelerek Cephetü’l-Vataniyelil-Tahrir’i kurması oldukça önemlidir. Kurulan yeni yapı HTŞ’yi dengeleyebilecek ve hatta zayıflatacak bir güce sahipken Rusya’nın İdlib’i hedef alabilmek için ileri sürdüğü HTŞ/Hurrase’d-Din ve iltisaklı yapılar kartı elinden alınabilir. Türkiye muhalif grupları bir araya getirerek bir güç temerküzü oluşturacak çatı yapılanmayı desteklemekte, HTŞ ve iltisaklı gruplarla bir çatışma olmadan bu yapıların dağılması ve içerisindeki 

Yedi yılı geçkin zamandır süren Suriye iç savaşından alınabilecek derslerden birisi masada verilen sözlerin değil sahadaki fiili durumun belirleyici olduğudur.yerli unsurların yeni çatı yapılanmaya katılmasını temin etmeye gayret göstermektedir.

Yine de İdlib’de muhalifler arası dengelerin kolay kolay istikrara kavuşamayacağı değerlendirilebilir. 

Farklı ideoloji ve vizyonların ön plana çıktığı gruplar arasında yaşanan çatışmaların yakın dönemde yeniden tekrarlanmayacağının da bir garantisi 
bulunmamaktadır. Böylesi bir gelişmenin halihazırdaki insani krizi daha da derinleştireceği öngörülebilir. Türkiye’nin mezkur senaryolara hazırlıklı olması gerekmektedir. Suriye’deki çatışmaların sonlanması ve Astana sürecinin nihayete erip siyasal bir çözüm üretilmesi açısından Türkiye’nin muhalifleri tek bir çatı altında toplaması önem arz ederken rejim ve müttefiklerinin İdlib’e yönelik saldırgan tavırlarından vazgeçmeleri ve hava saldırılarını durdurmaları da elzemdir. 

Ancak rejimin Doğu Guta, Kuzey Humus ve Dera’daki kazanımlarının ardından İdlib’deki muhalifleri de elimine ederek askeri açıdan Suriye muhalefetini 
ve devrimci güçleri tamamen etkisiz hale getirmeyi arzuladığı görülmektedir. Türkiye Rusya ile yürüteceği askeri diplomasi yoluyla rejimin böyle bir hamle 
yapmasını engellemek durumundadır.

Nihayetinde yaklaşık 3 milyon sivilin yaşadığı ve muhalifler için her anlamda son kale konumuna gelen İdlib’in muhafazası Suriye’nin geleceğinde siyasal 
bir çözümü hayata geçirecek kapsayıcı ve kuşatıcı yeni bir siyasal yapının inşası için önem arz etmektedir. 

    Astana süreci kapsamında yürütülen yeni anayasa yapımı ve atılacak diğer ilgili adımlarda da rejim üzerine bir baskı unsuru olarak varlığını sürdürmek durumundadır. İdlib’in muhafazası Türkiye açısından ise olası mülteci akınlarından korunmaktan FKH ve ZDH bölgelerindeki nüfuzuna, PKK’nın Suriye kolu PYD/YPG ile yürütülen mücadeleden Suriye’nin geleceğine ilişkin müzakerelerde söz sahibi olmaya kadar geniş bir spektrumda önem arz etmektedir.

2011’den bu yana devam etmekte olan ve yakın tarihte yaşanan en kanlı çatışmalardan birisi olan Suriye krizinde Esed rejiminin askeri kazanımlarının 
ardından İdlib bölgesi muhaliflerin son kalesi konumuna gelmiş durumdadır. İdlib’i yeniden kontrol etmek istediğini açık bir şekilde ifade eden Esed rejiminin 
şehre saldırma kararının Rusya ve İran’ın onayı ve desteği olmadan gerçekleşmeyeceği söylenebilir. Özellikle Rusya’nın artan nüfuzu İdlib gibi önemli bir meselede Esed rejiminin tek başına karar alma imkanını sınırlamaktadır. Diğer yandan yedi yıldır devam eden çatışma ve “yıpratma savaşı”ndan dolayı Esed rejiminin askeri gücü gittikçe aşınmış ve insan kaynakları tükenmiştir. Oldukça sınırlı bir mobilize güce sahip olan, hem insan kaynağı hem de askeri teçhizat açısından zayıf duruma düşen Esed rejiminin muhaliflerin son kalesi haline gelmiş, on binlerce savaşçının olduğu İdlib bölgesine yapacağı hamlenin kolay olmayacağı aşikardır. 
Bu hususlar dikkate alındığında Esed rejiminin İdlib’e saldırma kararının ancak Rusya’nın onayı ve kapsamlı desteği halinde gerçekleşebileceği anlaşılmaktadır. 
Ancak bu durum Esed rejiminin kendi imkanlarıyla Kuzey Hama ve Kuzeybatı Lazkiye’de sınırlı harekatlar düzenleyemeyeceği anlamına gelmeyecektir.

Türkiye, Rusya ile yürüttüğü müzakereler neticesinde Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı harekatları örneğinde olduğu gibi sahadaki varlığını ve etkinliğini 
artırarak Suriyeli muhaliflerin yanı sıra siviller için de bir yaşam alanı oluşturmuştur. Astana süreci ve çatışmasızlık anlaşmasının neticesinde İdlib 
bölgesinde on iki farklı gözlem noktası tesis eden Türkiye İdlib üzerinde Ruslarla yürüteceği müzakerelerle ve sahada muhalefeti birleştirecek ve radikal 
unsurları elimine edecek adımlarla yaklaşık 3 milyon sivilin yaşadığı bölgeyi büyük bir insani krizden kurtarabilir.

ANKARA • İSTANBUL • WASHINGTON D.C. • KAHİRE 

www.setav.org
Uygulama: Erkan Söğüt
Baskı: Turkuvaz Haberleşme ve Yayıncılık A.Ş., İstanbul
SETA | SİYASET, EKONOMİ VE TOPLUM ARAŞTIRMALARI VAKFI
Nenehatun Cd. No: 66 GOP Çankaya 06700 Ankara TÜRKİYE
Tel: +90 312 551 21 00 | Faks: +90 312 551 21 90
www.setav.org | info@setav.org | @setavakfi
SETA | İstanbul
Defterdar Mh. Savaklar Cd. Ayvansaray Kavşağı No: 41-43
Eyüpsultan İstanbul TÜRKİYE
Tel: +90 212 395 11 00 | Faks: +90 212 395 11 11
SETA | Washington D.C. 
1025 Connecticut Avenue, N.W., Suite 1106 
Washington D.C., 20036 USA
Tel: 202-223-9885 | Faks: 202-223-6099
www.setadc.org | info@setadc.org | @setadc
SETA | Kahire
21 Fahmi Street Bab al Luq Abdeen Flat No: 19 Cairo EGYPT
Tel: 00202 279 56866 | 00202 279 56985 | @setakahire



DİPNOTLAR;

1. “Turkey Finishes Setting up Observation Posts in Idlib”, Hürriyet Daily News, 16 Mayıs 2018.
2. Kendini fesheden Nusra ve Şam’ın Fethi Cephesi’nin ana omurgasında oluşturulan çatı yapının adıdır.
3. Ahraru’ş-Şam ve Nurettin Zengi grubunun çatı yapılanmasına verilen isimdir.
4. Fetih Koalisyonu’nun kuruluşunda parçası olan önemli gruplar; Ahraru’ş-Şam, Nusra Cephesi, Hakk Tugayı, Ceyşu’l-Sünnet, Ecnedu’ş-
    Şam, İmam Buhari Ketibesi, Feylaku’ş-Şam.
5. “Rebels Seek to Storm Idlib”, NOW News, 25 Mart 2015,
    https://now.mmedia.me/lb/en/NewsReports/565025-rebels-seek-to-storm-idlib-amid-chemical-fears, (Erişim tarihi: 12 Temmuz 2018).
6. Mariam Karouny, “Islamist Groups Seize Syrian City Idlib for First Time”, Reuters, 28 Mart 2015.
7. “Nusra, Allies Overrun Syrian Town of Jisr al-Shughur”, The Daily Star, 25 Nisan 2015.
8. Leith Aboufadel, “Syrian Army Withdraws from Ariha and Kafr Najd”, Almasdar News, 28 Mayıs 2015, 
    https://www.almasdarnews.com/article/syrian-army-withdraws-from-ariha-and-kafrnajd, (Erişim tarihi: 12 Temmuz 2018).
9. Can Acun ve Bilal Salaymeh, El-Kaide’den HTŞ’ye Nusra Cephesi, (SETA Rapor, İstanbul: 2018).
10. “ISIS Attacks Hayat Tahrir Al-Sham In Syria’s Eastern Hama”, South Front, 9 Ekim 2017, 
       https://southfront.org/isis-attacks-hayat-tahrir-al-sham-in-syrias-eastern-hama,     (Erişim tarihi: 12 Temmuz 2018).
11. “Violent Fighting and Fierce Clashes at the Hometown of the Defence Minister in Al-Assad’s Regime… More That 350
       Air Strikes… and More Than 75 Killed and Tens were Injured”, Syrian Observatory for Human Rights, 
       http://www.syriahr.com/en/?p=77295, (Erişim tarihi: 12 Temmuz 2018).
12. 27 Şubat’ta varlığını internet üzerinden duyuran Hurrase’d- Din yaptığı ilk resmi açıklamada Şam sahasında çalışmaya başlayacaklarını
      söyledi. Doğu Guta için çağrıda bulunan grup birbirleriyle savaşan muhalif gruplara da çatışmayı durdurmaları ve Şam için güçlerini birleştirmeleri 
       çağrısı yaptı. Hurrase’d-Din’i oluşturan gruplar ise şunlardır: 
       Ceyşu’l-Melahim, Ceyşu’l-Sahil, 
       Ceyşu’l-Badiye, Sahil Seriyesi, 
       Kabul Seriyesi, 
       Guraba Seriyesi, 
       Cundu’l-Şeria,
       Bettar Ketibesi, 
       Ebu Ubeyde ibn Cerrah Ketibesi, 
       Guta ve Duma Seriyesi, 
       Ebu Bekir Sıddık Ketibesi. 
       Hurrase’d-Din’in Genel Emiri eski Nusra Cephesi’nin Askeri komutanı Ebu Hammam Şami iken Şura meclisinde ise Sami Ureydi, Ebu Culeybeb, Ebu Kassam, 
       Ebu Hatice Ürdüni ve Ebu Abdurrahman Mekki gibi isimler bulunuyor.
Örgüt hakkında daha fazla bilgi için bkz. Hakan Turan, “Tanzim Hurras ed-Din ve Suriye’deki El-Kaide Varlığı”, Suriye Gündemi, 29 Mart 2018, 
      http://www.suriyegundemi.com/2018/03/29/tanzim-hurras-ed-din-dinin-muhafizlari-ve-suriyede-el-kaide-varligi, (Erişim tarihi: 12 Temmuz 2018).
13. “Da’wa Li-Vehdet Saf El-Sevra”, Mecil İslami es-Suri, 30 Ağustos 2017, 
     http://sy-sic.com/?p=5401, (Erişim tarihi: 31 Temmuz 2018).
14. Can Acun ve Necdet Özçelik, Terörle Mücadelede Yeni Safha: Zeytin Dalı Harekatı, (SETA Rapor, İstanbul: 2018).
15. “Fasa’el Fi Rif Humus Tüşekkel el-Faulak el-Rab’e”, Nedaa Suriye, 15 Mart 2018, 
      http://nedaa-sy.com/news/4870, (Erişim tarihi: 31 Temmuz 2018).
16. “Haftalık DAEŞ Raporu 20-26 Temmuz’’, Suriye Gündemi, 27 Temmuz 2018, 
      http://www.suriyegundemi.com/2018/07/27/haftalik-daes-raporu-20-26-temmuz, (Erişim tarihi: 31 Temmuz 2018).
17. Son olarak 30 Temmuz 2018’de HTŞ tarafından üç, Ahraru’şŞam tarafından iki olmak üzere Esed rejimiyle birlikte çalışan beş kişi tutuklanmıştır.
18. “Man Huwa Muhafez İdlib?”, Enab Baladi, 17 Aralık 2015,
      https://www.enabbaladi.net/archives/56595,   (Erişim tarihi: 31 Temmuz 2018).
19. “Suriye: Musadeke ‘Ela ‘Hükümet el-İnkaz’”, Al Arabi al Jadid, 3 Kasım 2017, 
      https://goo.gl/rvo9Rx, (Erişim tarihi: 5 Ağustos 2018).
20. “Hükümet el-İnkaz fi İdlib”, Noon Post, 25 Mart 2018,
      https://www.noonpost.org/content/22623, (Erişim tarihi: 31 Temmuz 2018).
21. “Modon Kübra fi İdlib Tu’len”, Nedaa Suriye, 19 Mart 2018,
      http://nedaa-sy.com/reports/89, (Erişim tarihi: 31 Temmuz 2018).
22. “Turkey and Russia ‘Broker Ceasefire for All Syria’”, The Telegraph, 28 Aralık 2016.
23. “İdlib Operasyonu Sonucunda Afrin Kuşatılacak”, TimeTurk, 11 Ekim 2017, 
      https://www.timeturk.com/bilal-salaymeh-idliboperasyonu-sonucunda-afrin-kusatilmis-olacak/haber-748300,  (Erişim tarihi: 12 Temmuz 2018).
24. “TSK Unsurları İdlib’de Keşif Faaliyetlerine Başladı”, Anadolu Ajansı, 9 Ekim 2017.
25. “Turkish Military Starts Setting up Observation Points in Idlib”, Orient Net, 13 Ekim 2017, 
       http://orient-news.net/en/news_show/141442/0/Turkish-military-starts-setting-up-observationpoints-in-Idlib, (Erişim tarihi: 12 Temmuz 2018).
26. “HTŞ Lideri Cevlani: Türkiye ile Savaşmamamız Rejimi Çileden Çıkardı”, Mepa News, 17 Ocak 2018, 
      https://www.mepanews.com/hts-lideri-cevlani-turkiye-ile-savasmamamiz-rejimi-cileden-cikardi-12427h.htm, (Erişim tarihi: 31 Temmuz 2018).
27. “Ba’d Mutalebet Suriye Bi-Huruc el-Kuvvat el-Türkiyye”, Syria News, 15 Ekim 2017, 
      http://syria-news.com/readnews.php?sy_seq=200576, (Erişim tarihi: 31 Temmuz 2018).
28. “Estimates of Population Actually Living in Syria by Governorateand Sex”, 31 Aralık 2011, 
      http://www.cbssyr.sy/yearbook/2011/Data-Chapter2/TAB-3-2-2011.htm, ( Erişim tarihi: 31 Temmuz 2018)
29. “Madinet İdlib el-Suriye/ مدينة إدلب السورية ”, Aljazeera. 2 Nisan 2011, 
      https://goo.gl/orkBQ8, (Erişim tarihi: 31 Temmuz 2018).
30. “Suriye’deki Demografik Değişimin Yasallaştırılması”, Suriye Gündemi, 13 Nisan 2018, 
      https://www.suriyegundemi.com/2018/04/13/suriyede-demografik-degisiminin-yasallastirilmasi, (Erişim tarihi: 12 Temmuz 2018).
31. “Kuvvat Suriye el-Demokratiyye Tu’len İsti’dedha Li-lhiwar”,France 24 Arabiya. 10 Haziran 2018, 
      https://goo.gl/EmYANe,   (Erişim tarihi: 25 Temmuz 2018).
32. “Meclis Suriye el-Demokratiye Yakşif Neta’c İctima’uh Ma’ Nizamel-Esad”, CNN Arabia, 28 Temmuz 2018, 
      https://arabic.cnn.com/middle-east/article/2018/07/28/syrian-democratic-councilresults-meeting-assad,     (Erişim tarihi: 12 Temmuz 2018).
33. Hem doğrudan Türkiye ile hem de Türkiye’nin nüfuzu alındaki ZDH ve FKH bölgeleriyle geniş bir sınır hattına sahip olan İdlib açısından Ankara’nın 
      sağladığı destek rejime kaybedilen diğer bölgelere nazaran stratejik bir derinlik sağlamaktadır. Türkiye –Ürdün gibi ülkelerin aksine– Suriye muhalefetine 
      verdiği desteği siyasi ve askeri açıdan devam ettirmektedir. Bu bağlamda İdlib’e yönelik mevcut mutabakatın ihlal edilerek hedef alınacağı bir senaryoda
      Türkiye’nin Astana sürecinden çekilerek muhalifleri rejime karşı desteklemesi öngörülebilir.
34. “Tehrir eş-Şam Terfud Talab Türkiye”, Arabi 21, 4 Ağustos 2018, 
      https://goo.gl/AgXD6v, (Erişim tarihi: 7 Ağustos 2018).
35. Ömer Özkızılcık, “Türk Gözetim Noktalarında Rağmen Rusya ve Rejim Neden Hala İdlib’i Bombalıyor?”, Suriye Gündemi, 21 Haziran 2018, 
      http://www.suriyegundemi.com/2018/06/21/turk-gozetim-noktalarina-ragmen-rusya-rejim-hala-idlibi-bombaliyor,  (Erişim tarihi: 31 Temmuz 2018).



***

SURİYE KRİZİNDE YENİ SAFHA İDLİB SURİYE BATAKLIĞI, İDLİB EN RİSKLİ GİRİŞİM., BÖLÜM 3


SURİYE KRİZİNDE YENİ SAFHA İDLİB SURİYE BATAKLIĞI, İDLİB EN RİSKLİ GİRİŞİM., BÖLÜM 3



İDLİB’DE ASKERİ DENGELER

Esed rejiminin askeri anlamda oldukça zor durumda kaldığı ve İdlib’i muhalefete kaybettiği 2015’te Rusya ve İran, Moskova’da gerçekleştirilen birtakım temasların ardından duruma bizzat müdahale etme kararı aldı. Rus ordusu halihazırda kullandığı Tartus Deniz Üssü’nün yanı sıra Lazkiye’nin güneydoğusunda yer alan Hmeymim Hava Üssü’ne yığınak yapmaya koyuldu. Eylül 2015’e gelindiğinde ise Rus hava saldırıları muhalif bölgeleri vurmaya başladı. Aynı dönemde İdlib’i ele geçiren muhaliflerin Fetih Ordusu koalisyonu içerisinde de anlaşmazlıklar baş göstermiş ve ayrılıklar yaşanmıştı. Bu durum Hama’ya yönelik operasyonu akamete uğratırken bölgeye yönelik başlayan yoğun Rus hava bombardımanı eşliğinde rejimin karadan düzenlediği saldırılar şiddetlendi. Bu duruma muhalifler bir süre direnebildi ve Hama hattında rejimin ilerlemesine izin verilmedi.

Buna karşın Rusya ve rejim saldırılarını Lazkiye ve Halep’e yoğunlaştırdı. 2016 boyunca bölgede muhaliflere yönelik düzenlenen ağır bombardıman ve hava saldırılarıyla muhalifler Lazkiye’nin önemli bir kısmından çıkarıldı. Halep’e yönelen saldırılarda ise şehrin önce Kuzey Halep’le bağlantısı Nubl ve Zehra’ya ulaşan rejim güçleriyle kesildi. Devamındaki yoğun saldırıların ardından Halep şehrinde bulunan muhalif bölge kuşatma altına alındı. 2016’da Halep’in 

Muhalefetin karşı karşıya kaldığı en büyük sorunlardan biri yönetim meselesidir. Esed rejiminden ele geçirilen bölgelere sağlık, güvenlik ve eğitim hizmetleri sağlamak konusunda yeterli başarının gösterilemediği söylenebilir.bütünüyle rejime bağlı güçler tarafından geçirilmesiyle birlikte Rusya, İran ve Türkiye önderliğinde Kazakistan’ın başkenti Astana’da “Astana barış süreci” denilen yeni bir barış inisiyatifi başlatıldı.22

 Anlaşma çerçevesinde belirlenen “çatışmayı azaltma bölgeleri” ile birlikte İdlib, Kuzey Humus, Doğu Guta ve Dera bölgelerinde çatışmasızlık sürecinin ilk adımlarının atılacağı karara bağlandı. Bu kapsamda Türkiye’nin İdlib’de on iki gözlem noktası kuracağı da karara bağlanan bir diğer başlık oldu.

İdlib’de Türk Askeri Konuşlandırılması ve Dinamikleri 

Türkiye FKH ile birlikte Suriye sahasında aktif bir varlık göstermeye başladı. Ağustos 2016’da başlayan operasyonla Halep’in kuzeyinde 2 bin kilometre karelik –hem DEAŞ hem de YPG’den arındırılmış– Suriyeli sığınmacılar ve muhalif unsurlar için güvenli bir alan oluşturuldu. 

Türkiye’nin Suriye sahasında attığı bir başka önemli adım ise Ocak 2018’de oldu. Rusya ile varılan mutabakatlar neticesinde Afrin bölgesini YPG’den kurtarmak için Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) destekli ÖSO gruplarının katılımıyla bir operasyon gerçekleştirildi. Operasyon öncesinde ise TSK’ya ait güçler Afrin’in güneyinde yerleşmeye başladı. Böylelikle bölge kuşatılmış oldu.23

TSK konuşlandırması Astana süreci ve çatışmasızlık bölgesi kapsamında gerçekleştirildi.

Astana süreci çerçevesinde İdlib’de çatışmazlık (de-eskalasyon) bölgesi uygulanmasına karar verildi. İdlib çatışmasızlık bölgesi Eylül 2017’de 
düzenlenen 6. Astana toplantısında somutlaştı. 8 Ekim 2017’de Türk heyetinin İdlib’de bulunan muhalif askeri gruplarla yaptığı görüşmenin ardından 
Türk askerleri Atme beldesi yakınlarında konuşlanmaya başladı. 9 Ekim 2017’de TSK tarafından yapılan basın açıklamasında “Gerginliği Azaltma Kontrol Gücü’nde yer alan TSK unsurları İdlib bölgesinde icra edeceği harekat kapsamında gözlem noktaları tesis etmek üzere 8 Ekim 2017 tarihinden itibaren keşif faaliyetlerine başlamıştır” ifadesi kullanıldı.24

Türkiye gözlemci noktalarından ilkini Ekim 2017’de Halep sınırları içerisinde yer alan ve Afrin hududunda bulunan Bereket Dağı’na kurdu.25

 Bundan sonra sırasıyla İdlib çevresini kuşatacak şekilde toplam on iki gözlem noktasında Türk askerleri konuşlandırıldı. TSK’nın İdlib bölgesinde düzenlediği askeri intikal harekatının bölgeye yansımaları oldu. İdlib’de Türkiye’nin artan nüfuzu ve askeri varlığının HTŞ’yi dönüştürdüğü ve örgütü daha da ılımlılaştırdığı iddia edilebilir. Nitekim HTŞ siyasi büro açma gibi bazı adımlar attı. Öte yandan kimi askeri gruplar kendi çıkarını gözeterek geçici bir itirazda bulunsalar da genel olarak TSK’nın intikal operasyonuna uyumlu bir şekilde hareket edildi. Birtakım marjinal grupların operasyona karşı provokasyon girişimleri ise başarılı olmadı.

Bu konuşlanma karşısında direnen bazı radikal unsurlar söz konusu olmuştu. Nitekim sahadaki kaynaklar sınırda Türkiye’ye ait bir aracı hedef aldı. Saldırının arkasında olan HTŞ mensubu kişinin Mısırlı olduğu ve bir grup genci komuta ettiği iddia edildi. 10 Ekim 2017’de Twitter’da yayımlanan bir bildiride “Cema’at’ü Ensar el-Furkan fi Bilad eş-Şam” (Şam’da Furkan Ensarları Cemaati) adlı bu grup kuruluşunu duyurdu. 

Bildiride paylaşılan bilgilere göre yeni grubun “Sünni Cihadi” olduğu, hem Ensar hem de Muhacir’den oluştuğu (yabancı savaşçıların yanı sıra Suriyelileri de barındırdığını ima ediyor) iddia edildi. Bildiride ayrıca “Kafir olan ABD’yi ve Rusya’yı dost edinenlerin hükmü ABD’nin ve Rusya’nın hükmü gibidir, bu hükme Türk ordusu ve onunla beraber mürted olanları dahildir” beyanı yer aldı. Başka bir paragrafta “Demokrasi ve ulusal projelere sahip olan mürted kafir olanlarla mücadele etmek, Nusayri ve Ruslarla mücadele etmekten evladır” ifadesi kullanıldı. Ancak grubun iddialı açıklamalarının aksine yapay olduğu ve sahada anlamlı bir karşılığının bulunmadığı görüldü.

Zaman içerisinde yapılan intikal harekatı ve Suriye sahasında yaşanan gelişmeler HTŞ’yi siyasi arenada da varlık göstermenin gerekliliğine ikna 
etmiş görünmektedir. Bu kapsamda HTŞ bünyesinde siyasi büro kurulmuştur. < Ayrıca 12 Ekim 2017’de HTŞ’nin medya organı olan İba Haber Ajansı’nın yaptığı haberde 33 araçla Yüz Türk Askerinin Atme Sınır Kapısı’ndan girdiğini belirtmesi ve HTŞ lideri Ebu Muhammed Cevlani’nin yaptığı açıklamada kullandığı “ Türkiye ile bir formül bulma yolunu seçtik. Bu gelişme Türkiye’nin İdlib’e girmesini ve bizimle savaşmasını isteyen rejim ve müttefiklerini çileden çıkardı”26 > ifadeleri bu manada değerlendirilebilir. Bu açıklama da dahil olmak üzere HTŞ’nin yönetim kademesinden zaman zaman gelen beyanların örgütün Türkiye’nin politikası ve bölgede artan nüfuzuna karşı esneklik göstermek durumunda kaldığını işaret etmektedir. Ancak örgüt için Türkiye hala yönetilmesi gereken bir tehdit unsurudur. Zira Ankara’nın İdlib politikasının temelinde HTŞ gibi radikal yapılanmaların siyaset yoluyla kendini Lağvetmesi ya da cebren dağıtılması yer almaktadır.

HARİTA 2. İDLİB’DEKİ TÜRKİYE, RUSYA VE İRAN’A AİT ASKERİ GÖZLEM NOKTALARI



Öte yandan TSK’nın intikal operasyonunun bölgedeki halk nezdinde büyük bir umutla karşılandığı tescil edilmiştir. Esed rejimi ise harekattan ve bölgede artan TSK varlığından rahatsızlığını ifade etmiştir. Nitekim rejimin bölgeye yönelik devam eden bombardımanı ve saldırı girişimleri bunun bir göstergesidir. Saha çalışmaları Türk askeri intikalinin İdlib halkında genel olarak epey olumlu karşılandığını gösterirken zaman zaman askerlere yönelik karşılama törenleri de yapılmıştır. 

Türkiye başta Afrin’in güneyi olmak üzere Batı Halep, Kuzey Hama ve Kuzey Lazkiye’de muhalefetin kontrolünde bulunan cephelerde gözlem noktaları kurdu. Rusya ise hemen hemen Türkiye’nin muhalefetin cephelerinde kurduğu noktaların karşısında rejimin kontrol bölgesinde gözlem noktaları oluşturdu. İran’ın gözlem noktaları ise milislerinin yoğun olduğu Halep’in güneybatısı ve Hama’nın kuzeyinde kuruldu. Rusya her ne kadar Esed rejimi ve İran milislerinin İdlib bölgesine ilerlemesini engellese de bölgeye yönelik zaman zaman düzenlediği sortileri büyük katliamlarla sonuçlandı. Öte yandan Moskova’nın çatışmasızlık anlaşmasına rağmen Dera’da muhalefet elinde bulunan bölgeye saldıran Esed rejimine destek vermesi İdlib’de aynı senaryonun tekrar edilebileceği endişesi yarattı.

Esed rejimi ise Türk askerlerinin Suriye’den derhal ve şartsız çıkması için çağrıda bulundu. Rejimin Dışişleri Bakanlığınca yapılan açıklamada Türk askerlerinin Suriye’ye girmesi “agresyon” olarak nitelendi.27

 Esed rejimi zaman zaman İdlib’i bombalamaya devam ederken İran’a bağlı Şii milislerle beraber Batı Halep’ten ve Hama’nın kuzeyinden ilerlemeye çalıştı.

İDLİB’E YÖNELİK MUHTEMEL BİR SALDIRI VE ETKİLERİ

İdlib bölgesine yönelik rejim ve müttefiklerinin gerçekleştirebileceği olası bir askeri harekatın neticesinde bölgede büyük bir insani kriz yaşanacağı 
öngörülmektedir. Bölgenin nüfusu son yedi sene içerisinde dramatik bir şekilde artmıştır. 2011’de yapılan nüfus sayımına28  göre İdlib eyaleti yaklaşık 
1,5 milyon kişiyken takriben 160 bin kişi şehir merkezinde yaşamaktadır. İdlib eyaletinin nüfusunun çoğu Arap olmakla birlikte Türkmen ve çok az sayıda Kürt de bulunmaktadır. Sünni Arapların yanı sıra az sayıda Şii Araplar, Hristiyan ve Dürzü nüfus da mevcuttur.29

 Suriye’deki devrimin başlamasının ardından ilk göç veren eyaletlerden biri İdlib olmuştur. Esed rejiminin sivil protestoculara ateş açması ve kontrolünden çıkan beldelere yönelik bombardıman düzenlemesinin neticesinde Mayıs 2011’de İdlib eyaletinden Türkiye sınırına sığınanlar olmuştur. 
Özellikle rejim güçleri Cisre’ş-Şuğur bölgesine girdikten sonra yerli halkın büyük bir kısmı göç etmek zorunda kalmıştır. 

Cisre’ş-Şuğur başta olmak üzere Esed rejiminin bombardımanına maruz kalan beldelerde göç dalgası oluşmuştur. Göç dalgalarının bir kısmı Türkiye sınırına bir kısmı ise Esed rejiminin kontrolünde olduğu için nispeten güvenli sayılan İdlib şehir merkezine doğru gerçekleşmiştir. 2015 başında şehir merkezi nüfusunun 150 binden 400 bine kadar arttığı tahmin edilmektedir.

Muhalif güçlerin Mart 2015’te İdlib’i ele geçirmesiyle beraber eyaletin nüfus dağılımı yeniden değişti. İdlib savaşı olarak adlandırılan ve günlerce devam eden Esed rejimi ile muhalif güçler arasındaki çatışmanın neticesinde İdlib şehir merkezinden on binlerce kişi geçici olarak başka yerlere sığınmak zorunda kaldı. Muhalefetin şehir merkezini ele geçirmesinin ardından şehir ahalisinin çoğunluğu yeniden şehre döndü. Rejim güçlerinin çekilmesiyle birlikte İdlib şehir merkezine göç hareketi artmaya başladı. Bilhassa Esed rejiminin uygulamaya başladığı tahliye anlaşmalarının ardından şehir merkezi başta olmak üzere eyaletin nüfusundaki artış daha da hızlandı. Suriye’nin çeşitli yerlerinden tehcir edilen 
muhalif unsurlar ve aileleri İdlib’e nakledildi. Bunun yanı sıra rejim ve Rus hava güçlerinin zaman zaman düzenlediği sorti ve bombardımanın 
neticesinde iç göç hareketi de yaşandı.

Ağustos ile Aralık 2016’da Şam’ın etrafında bulunan Kudsayya, Muaddamiyye, Darayya ve Zabadani gibi ilçe ve semtlerden yaklaşık 10 bin kişi, Ocak 2017’de ise Esed rejiminin başlattığı Halep taarruzundan sonra on binlerce kişi İdlib’e tehcir edildi. Mayıs 2017’de yaklaşık 27 bin kişi Humus Vaer ilçesinden göç ettirildi. Göç ettirilenlerin bir bölümü Fırat Kalkanı alanına gitse de büyük bir kısmı İdlib’e nakledildi. Tehcir politikası 2017’de olduğu gibi 2018’de de devam etti. 2018’de on binlerce kişi Doğu Guta, Humus’un kuzeyi, Dera ve Kuneytra’dan İdlib’e tehcir edildi. 

Esed rejiminin tehcir politikası kapsamında İdlib’e göç ettirilen insanların çoğunun bölgelerine dönemeyeceğini öngörmek mümkündür. 
Uygulanan bu tehciri kalıcılaştırmak ve “yasallaştırmak” için birçok adım atılmıştır. Bu adımların en önemlisi tehcir edilen insanların mülkiyet 
haklarının lağvedilerek yerlerine iskan edilen, rejime ve İran’a müzahir milisler ve ailelerinin mülk sahibi kılınmasıdır. Bu bağlamda 2 Nisan 2018’de Esed rejiminin onayladığı 2018 yılı 10. sayılı Kanun’un bir kırılma noktası olduğu söylenebilir. Düzenlenen yeni Kanun değişiklikler getirerek tehcir edilen meskun bölgelerin asıl sakinlerinin mülkiyet haklarının lağvedilmesine ve yerlerini işgal eden rejim yanlısı insanların gasplarının meşrulaştırılmasına yol açmaktadır.30

Halihazırda İdlib’deki nüfus 2,5-3 milyon arasında seyredip bu rakamın yarısının yerinden edilmiş kişiler (internally displaced persons, IDPs) olduğu tahmin edilmektedir. İdlib şehir merkezinde ise 600 binden fazla kişinin yaşadığı değerlendiriliyor. Yaşanan dramatik nüfus artışı dolayısıyla İdlib bölgesi birçok insani ve altyapısal sıkıntıyla karşı karşıya kaldı. Nitekim yedi yıldır devam eden çatışmadan dolayı bölgenin altyapısı ve hizmet tesisleri büyük zarar gördü. Suriye’nin çeşitli yerlerinden tehcir edilen Suriyeli vatandaşların yanı sıra İdlib’e başka ülkelerinin vatandaşları da göç ettirildi. Örneğin Suriye’de yaşayan binlerce Filistinli mülteci Şam’da bulunan Han eş-Şeyh ve Yarmuk kampından İdlib’e tehcir edildi. 

Öte yandan DEAŞ’ın çökmesiyle beraber terör örgütünün daha önce kontrol ettiği bölgelerden bir göç dalgası yaşandığı görülmektedir. 

Bu göç dalgasında Suriye vatandaşlarının yanı sıra yabancı savaşçılar ve ailelerinin de bulunduğu iddia edilse de –ki bunların büyük bir kısmının 
Iraklı olduğu değerlendirebilir– somut bir bulgu ortaya konamamıştır. Yine bu bağlamda dikkat edilmesi gereken hususlardan birisi eski Cundü’l-
Aksa savaşçıları ve gelen radikal unsurların genel olarak Sermin beldesinde yerleşmiş olması ve bir yoğunluk oluşturmalarıdır. Öte yandan birkaç bin 
civarında Uygur savaşçı ve aileleri de Cisre’ş-Şuğur bölgesinde ikamet etmeye devam etmektedir. 

İdlib’e Askeri Operasyon İhtimali

Türkiye, Rusya ve İran’ın garantör olduğu Astana süreci kapsamında İdlib, gerilimi azaltma bölgesi olarak ilan edildiği ve anlaşma kapsamında Türkiye 
12, Rusya 10 ve İran 7 gözetim noktası inşa ettiği halde Esed rejimi ve zaman zaman Rusya hava güçleri bölgeye yönelik hava saldırısı düzenlemeye 
devam etmiştir. Türkiye’nin gözetim noktalarını kurmasıyla beraber rejim ve rejim yanlısı milisler İdlib bölgesine yönelik büyük bir askeri operasyon düzenlemese de Kuzey Hama ve Batı Halep cephelerine saldırılarda bulunmuştur. Dolayısıyla Türkiye, İran ve Rusya garantörlüğünde devam 
eden Astana sürecinin pürüzsüz ilerlediği ve tarafların anlaşmalara riayet ettiğini söylemek mümkün değildir. Astana süreci kapsamında İdlib gerilimi azaltma bölgesine ilaveten Humus, Guta ve Dera gerilimi azaltma bölgeleri de ilan edilmiştir. 

Fakat Guta, Humus, Dera ve Kuneytra bölgelerindeki Suriyeli muhalifler Rusya, İran ve rejimin saldırılarına maruz kalmış ve sonunda tahliye anlaşmasına razı olmuşlardır. Guta, Humus, Dera ve Kuneytra bölgelerinde abluka altında bulunan Suriyeli muhalifler ve siviller İdlib ve FKH alanına tahliye edilmiştir.

En son 9 Haziran 2018’de Rusya’nın hava güçleri desteğiyle Esed rejimi ve yanlısı milisler Dera’ya yönelik büyük bir askeri operasyon başlatmıştır. 
Rusya’nın daha önce verdiği taahhütlere rağmen saldırı devam etmiştir. Yaklaşık iki hafta devam eden çatışmalardan sonra muhalif güçleri Rusya’nın dayattığı şartları kabul etmek durumunda kalmıştır. Saldırı sonucunda yaklaşık 300 bin Suriyeli Ürdün ve işgal altındaki Golan Tepeleri hududuna iltica etmiş ancak Ürdün’ün sınır kapılarını açmaması ve muhalifler ile Rusya’nın anlaşması neticesinde sığınmacılar geri dönmek zorunda kalmıştır.

Rusya, İran ve rejim Astana süreci kapsamında ilan edilen gerilimi azaltma bölgelerine yönelik geniş kapsamlı operasyon başlatırken her zaman 
HTŞ’nin varlığını öne sürmüştür. Rusya bu iddiayı ortaya atarken BM Güvenlik Konseyi’nin Suriye ile ilgili aldığı 2254 sayılı kararına atıfta bulunmaktadır. Zira mezkur karar Nusra Cephesi ve uzantılarını terör örgütü olarak sayıp yapılan her ateşkesten örgütü müstesna kılmıştır. Guta ve Humus bölgelerinde HTŞ’nin varlığı oldukça sınırlı olmasına rağmen bölgelere yönelik saldırılar devam etmiştir. HTŞ’nin varlığının çok daha güçlü olduğu İdlib bölgesine yönelik yapılacak olası bir saldırı halinde HTŞ bahanesinin kullanılacağı öngörülüyor. Nitekim Rusya ve Esed rejimi HTŞ’nin varlığını öne sürerek İdlib bölgesindeki hava saldırılarına devam etmektedir.

Varılan anlaşmalara rağmen rejim İdlib bölgesini yeniden kontrol etmeyi ve Suriye genelinde egemenliğini yeniden tesis etmeyi hedeflediğini sürekli ifade ediyor. Esed rejimi HTŞ ile birlikte ÖSO başta olmak üzere bütün muhalif grupları terör örgütü olarak tanıyor. Dera’da muhalefetin elinde bulunan bölgeyi kontrol ettikten sonra rejimin bir sonraki adımının İdlib olacağı tahmin ediliyor. Zira İdlib’in dışında rejimi egemenliğinin haricinde kalan ve SDG (Suriye Demokratik Güçleri)-YPG kontrolünde olan bölge Esed rejimi için birincil tehdit teşkil etmiyor.

PYD/YPG ve çatı yapılanmaları olan SDG ve SDK’nin (Suriye Demokratik Konseyi) Esed rejimiyle müzakere yapmaya hazır olduğu ifadeleri basına yansırken31  son dönemlerde iki taraf arasında aylardır devam eden görüşme trafiği olduğuna yönelik güçlü emareler ortaya çıkmıştır.

ABD ise SDG/SDK’yi Esed rejimle görüşmeye teşvik etmektedir. Nitekim SDK 28 Temmuz 2018’de Tabka şehrinde Esed rejimiyle geniş ve çok yönlü bir müzakere gerçekleştiğini duyurmuştur.32

 PYD/YPG güçlerinin Esed rejimiyle masaya oturması ve muhtemelen gerçekleşen müzakerelerin neticesinde bazı tavizler vererek rejimi Doğu Fırat bölgesi üzerindeki egemenliğini kabul etmesi Esed rejiminin İdlib’e daha fazla odaklanmasını beraberinde getirecektir.

Ancak Türkiye’nin Humus, Dera ve Guta bölgelerin aksine İdlib’e doğrudan müdahale etme imkanına sahip olması ve sonrasında burada gözetim noktaları kurmasının rejim ve rejim destekçilerini genel olarak engellediği iddia edilebilir. Nitekim Türkiye, İran ve Rusya’nın İdlib gerilimi azaltma bölgesinin cephe hatlarına kurdukları gözetim noktalarının temel amacı sınır hattındaki çatışmaları durdurmak ve tarafların alan kaybedip kazanmasını engellemektir. Gözetim noktaları sınır hattında ne kadar etkili ise de cephe arkasına düzenlenen hava harekatlarına karşı işlevsizdir.

< İdlib’in kaybedilmesi Türkiye’nin hem diplomasi masasındaki gücünü zayıflatır hem de Suriye’nin geleceğinin şekillenmesindeki rolünü azaltır. >

Türk gözetim noktaları ve Türkiye’nin doğrudan müdahale imkanı olmasaydı Rusya, İran ve rejimin İdlib bölgesine yönelik kara harekatı başlatmaları öngörülebilirdi. Nitekim Rusya, İran ve rejimi İdlib’e saldırmaktan alıkoyan Türkiye’nin sahadaki etkisi ve karşı taraf aleyhine üretebileceği yüksek askeri ve siyasi maliyettir.

Nihayetinde Astana sürecinin hayata geçirilmesindeki en temel rol Türkiye’ye aittir. Türkiye’nin Suriyeli askeri ve siyasi muhalefet üzerindeki etkisi 
bu grupların Astana sürecinin bir parçası olmasını beraberinde getirmiştir. Türkiye’nin olası desteği nedeniyle İdlib’e yönelik kapsamlı bir harekatın 
maliyeti oldukça artacağından.33

Rusya, İran ve rejim Astana süreci kapsamında Türkiye ile beraber bir yol haritası belirlemeyi tercih etmiştir. Ancak bölgeye yönelik hava harekatları 
görece azalmış olsa da halen devam etmektedir. Rejim ve müttefikleri HTŞ ve diğer radikal grupları bahane ederek İdlib’de muhalifleri zaman zaman 
hedef almaktadır.

Türkiye ise İdlib’de attığı adımlar ve yürüttüğü yoğun çalışmalar neticesinde HTŞ’yi zayıflatmaya ve böylelikle bölgeye olası bir saldırıyı önlemeye çalışmaktadır. Aslında HTŞ’nin İdlib’deki varlığı sadece Rusya ve rejim için bahane değil aynı zamanda Ankara’nın Suriye politikası için ciddi bir meydan okumadır. Türkiye’nin HTŞ’nin siyasi bürosuyla dolaylı olmak kaydıyla– iletişime geçerek HTŞ’nin kendisini lağvetmesini talep ettiği birçok kaynak tarafından dillendirilmiştir.34

    Nitekim Türkiye’ye yakın olan Suriyeli muhalif gruplarca HTŞ’ye yönelik bu minvalde birçok talep olmuştur. HTŞ’nin kendisini lağvetmeyi reddediyor 
olması Türkiye’nin İdlib’deki politikasını zorlaştırmaktadır.

4 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.

***

SURİYE KRİZİNDE YENİ SAFHA İDLİB SURİYE BATAKLIĞI, İDLİB EN RİSKLİ GİRİŞİM., BÖLÜM 2


SURİYE KRİZİNDE YENİ SAFHA İDLİB SURİYE BATAKLIĞI, İDLİB EN RİSKLİ GİRİŞİM., BÖLÜM 2


     İlk aşamada El-Kaide’nin Suriye kolu olan Nusra grubu örgütten biatını çekerek isim değişikliğine gitmiş, Şam’ın Fethi Cephesi’ni kurduğunu
açıklamış ve daha sonra da HTŞ’yi ilan ederek farklı gruplarla birleşmişti.9 Bu aşamalarda diğer muhaliflerle de gerginlik yaşayan grup bazı yapıları
bölgede tasfiye ederek güçlü bir pozisyona ulaştı. Son olarak Ahraru’ş-Şam ile 2017’de yaşanan gerginliklerin ardından gerçekleşen çatışmalarla İdlib ve çevresini büyük oranda kontrol altına alan HTŞ daha sonra ideolojik iç çekişmeler, yoğun rejim ve DEAŞ saldırıları sonucu ciddi oranda kan kaybetti. 

9 Ekim 2017’de DEAŞ’ın rejim bölgesini geçerek HTŞ kontrolündeki muhalif bölgeye saldırması10 ve 24 Ekim’de rejimin bölgede simultane olarak HTŞ’ye karşı başlattığı saldırı11 grubun ağır bir darbe almasına yol açtı. Şubat 2018’e kadar süren çatışmalar sonucu Halep’in güneyi ve İdlib’in bir kısmı muhaliflerin kontrolünden çıktı.

Kısa süre içerisinde muhalifler arasında çatışmalar yeniden alevlendi. Bu süreçte HTŞ içerisine daha önce eklemlenmiş birçok grup ayrılırken El-Kaide
yakınlığıyla bilinen isimler de ayrışmaya başlayarak Hurrase’d-Din adlı örgütü oluşturdular.12

Daha önce Haziran 2017’de HTŞ ve Ahraru’ş- Şam arasında yaşanan çatışmaların ardından HTŞ Bab Hava Sınır Kapısı ve İdlib şehri gibi önemli bölgeleri ele geçirmiş, Ahraru’ş-Şam, Cebele’z- Zaviye ve Gab Ovası bölgesine çekilmek zorunda kalmıştı. 2018’de iç karışıklıklar ve tartışmalar sonucu bölünmeler yaşayan HTŞ 18 Şubat 2018’de kendisine rakip iki grubun (Ahraru’ş Şam ve Nureddin Zengi Hareketi) bir araya gelerek kurdukları Cephetü’l-Tahrir Suriye grubuyla bir gün sonra çatışmaya başladı. İlk başlarda Cephetü’l- Tahrir Suriye’nin kimi bölgeleri ele geçirmesine karşın sonrasında HTŞ bazı bölgeleri gerialmayı başardı. Buna rağmen önemli birtakım pozisyonlar (Daret İzze, Sarakıb, Taftanaz Hava

Muhalifler İdlib şehrini Esed rejiminden almak için Mart 2015’te operasyon başlattı. Her ne kadar daha önce de bölgede muhalifler rejim unsurlarına 
karşı saldırılar düzenlemiş olsa da şehri almaya muvaffak olamamışlardı. Bu operasyonda bölgede ileri gelen güçlü grupların bir araya gelerek oluşturduğu 
Fetih Ordusu koalisyonu şehre güçlü bir hücum başlattı. Yaklaşık dört gün süren çatışma ve saldırıların ardından muhalifler şehri bütünüyle ele geçirmeyi 
başardı.6

Fetih Ordusu böylelikle bölgede yer alan Şii nüfusa sahip Keferya-Fua köylerini kuşatma altına alırken ilerleyiş batıda rejim kontrolündeki bölgelere doğru genişlemeye devam etti. Muhalifler 22 Nisan’da ise yeni bir operasyon odasıyla İdlib’in Lazkiye’ye açılan batıdaki Cisre’ş-Şuğur şehrine yönelik saldırıya başladı. Yaklaşık üç gün sonra şehir büyük oranda muhaliflerin hakimiyetine geçti.7

 28 Mayıs 2015’e gelindiğinde ise Fetih Ordusu stratejik Eriha şehrini de kontrol altına almayı başardı.8

 Muhalifler ilerleyişini sürdürerek İdlib ile Lazkiye arasında yer alan Gab Ovası’na yöneldi ve pek çok noktayı ele geçirdi. 

  Suriye’deki savaşın gidişatını dramatik bir biçimde değiştiren bu hamle muhalifleri çok güçlü bir pozisyona taşırken rejimi son derece kırılgan bir
hale getirmişti. İlerleyişin bu şekilde devam etmesi halinde Hama ve Lazkiye’de rejim varlığının tehlikeye girebileceği ve muhaliflerin ilerleyişinin rejimin çöküşüne yol açacağına yönelik güçlü emareler ortaya çıkarken özellikle Eylül 2015’te Rusya’nın doğrudan savaşa dahil olarak hedef almaya başlaması ve İran’ın da buna paralel olarak sahadaki ağırlığını artırmasıyla dengeler muhalifler aleyhine şekillenmeye başladı.

İdlib’deki Muhalifler Arası Dengeler Rus müdahalesinden sonra Suriyeli muhalifler oldukça sancılı bir süreç yaşarken rejim saldırıları karşısında pek çok yerden çekilmek zorunda kaldılar. Rusya ve İran’ın desteğiyle kuşatma altına aldığı bölgelere yoğun saldırılar düzenleyen Esed rejimi bölgedeki nüfusu muhalif gruplarla birlikte göçe zorladı. Neticede her defasında İdlib’e yönelen tehcir edilmiş kitleler dar bir alanda nüfusun 2,5-3 milyona kadar yükselmesine neden oldu. Ayrıca çok sayıda muhalif savaşçı da bu bölgelerden İdlib’e geçti.
İlk aşamada El-Kaide’nin Suriye kolu olan Nusra grubu örgütten biatını çekerek isim değişikliğine gitmiş, Şam’ın Fethi Cephesi’ni kurduğunu açıklamış ve daha sonra da HTŞ’yi ilan ederek farklı gruplarla birleşmişti.9 Bu aşamalarda diğer muhaliflerle de gerginlik yaşayan grup bazı yapıları bölgede tasfiye ederek güçlü bir pozisyona ulaştı. Son olarak Ahraru’ş-Şam ile 2017’de yaşanan gerginliklerin ardından gerçekleşen çatışmalarla İdlib ve çevresini büyük oranda kontrol altına alan HTŞ daha sonra ideolojik iç çekişmeler, yoğun rejim ve DEAŞ saldırıları sonucu ciddi oranda kan kaybetti. 9 Ekim 2017’de DEAŞ’ın rejim bölgesini geçerek HTŞ kontrolündeki muhalif bölgeye saldırması10 ve 24 Ekim’de rejimin bölgede simultane olarak HTŞ’ye karşı başlattığı saldırı11 grubun ağır bir darbe almasına yol açtı. Şubat 2018’e kadar süren çatışmalar sonucu Halep’in güneyi ve İdlib’in bir kısmı muhaliflerin kontrolünden çıktı.

Kısa süre içerisinde muhalifler arasında çatışmalar yeniden alevlendi. Bu süreçte HTŞ içerisine daha önce eklemlenmiş birçok grup ayrılırken El-Kaide
yakınlığıyla bilinen isimler de ayrışmaya başlayarak Hurrase’d-Din adlı örgütü oluşturdular.12

Daha önce Haziran 2017’de HTŞ ve Ahraru’ş-Şam arasında yaşanan çatışmaların ardından HTŞ Bab Hava Sınır Kapısı ve İdlib şehri gibi  önemli bölgeleri ele geçirmiş, Ahraru’ş-Şam, Cebele’z-Zaviye ve Gab Ovası bölgesine çekilmek zorunda kalmıştı. 2018’de iç karışıklıklar ve tartışmalar  sonucu bölünmeler yaşayan HTŞ 18 Şubat 2018’de kendisine rakip iki grubun (Ahraru’ş Şam ve Nureddin Zengi Hareketi) bir araya gelerek  kurdukları Cephetü’l-Tahrir Suriye grubuyla bir gün sonra çatışmaya başladı. İlk başlarda Cephetü’l-Tahrir Suriye’nin kimi bölgeleri ele geçirmesine  karşın sonrasında HTŞ bazı bölgeleri geri almayı başardı. Buna rağmen önemli birtakım pozisyonlar (Daret İzze, Sarakıb, Taftanaz Hava Üssü)  Cephetü’l-Tahrir Suriye’nin elinde kaldı. Çatışmalar 24 Nisan 2018’de taraflar arasında varılan anlaşmayla sona erdiyse de gruplar arasındaki  tansiyon varlığını sürdürmeye devam ediyor.

    Yukarıda zikredilen siyasi ve askeri gelişmeler ışığında Suriye Milli Ordusu’nun yakın zamanda İdlib’de varlık göstereceği öngörülebilir. Suriye  Milli Ordusu Aralık 2017’de Suriye geçici hükümeti tarafından ilan edilirken bu yeni oluşumun şemsiyesi altında ÖSO yapılanmalarının bir  araya getirilmesi hedeflendi. Kısa bir süre içinde yeni kurulan Suriye Milli Ordusu bünyesinde üç kolordu oluşturuldu. Türkiye’nin eğit-donat  programına alınan Suriye Milli Ordusu FKH ve ZDH’ye katıldı ve görece başarılı bir performans gösterdi. Aslında Suriye Milli Ordusu projesi bütün  askeri muhalif grupları bir araya getirmeye çalışan yeni bir proje değildi. 2014’te Suriye Muhalif ve Devrimci Güçler Ulusal Koalisyonu’nun 
(SMDK) dönem başkanı Halit Hoca Suriye Milli Ordusu’nun kurulması gerekliliğini vurgulamış olsa da proje hayatı geçirilemedi. Ağustos 2017’de  İstanbul merkezli Suriye İslam Konseyi askeri muhalif grupları birleşmeye ve tek bir devrimci ordu kurmaya davet etti.13

    Aynı çağrı geçici hükümetin başbakanı Cevat Ebu Hatab’tan da geldi. Milli Ordu’nun önceki girişimlerinin aksine Türkiye tarafından  “eğit-donat birlikte savaş”14 sürecinin içine alınması Suriyeli muhalif gruplar arasında daha cazip haline gelmesini sağlamıştır.

    Bununla birlikte Türkiye’nin hem diplomatik arenada hem de sahada varlığının ve etkinliğinin artması dikkate alındığında projeye muhalefet tarafından
verilen önem daha anlaşılır olmaktadır. Nitekim Mart 2018’de Humus’un kuzeyinde bulunan askeri muhalif gruplar Suriye Milli Ordusu’nun dördüncü kolordusunu teşkil ettiğini duyurmuştur. 15 Halihazırda Suriye Milli Ordusu’nun İdlib’deki varlığı sınırlı olsa da bunun ilerleyen süreçte daha da artacağı öngörülebilir. Türkiye’nin Rusya ile yürütmesi muhtemel müzakerelerin neticesinde, Esed rejiminin saldırısını önleyebilecek ortak formülde, Türkiye’nin garantörü olacağı Suriye Milli Ordusu önemli bir rol üstlenebilir. İdlib’deki bütün askeri muhalif gruplar Suriye Milli Ordusu komutası altında toplanabilir.



HARİTA 1. MUHALİF UNSURLARIN İDLİB’DEKİ KONTROL ALANLARI


Öte yandan DEAŞ, İdlib bölgesinde bariz bir varlık göstermese de gruba ait uyuyan hücreler olduğu ve zaman zaman harekete geçip çeşitli operasyonlar 
düzenlediği biliniyor. Zira İdlib bölgesinde kimi zaman muhalif komutanları ve genel olarak bölgenin istikrarını hedef alan eylemler gerçekleştiriliyor. 

DEAŞ son dönemlere değin bu eylemleri üstlenmekten kaçınırken son haftalarda gerçekleştirdiği saldırıları Amak Ajansı üzerinden üstlenmeye başlamıştır. 
Artan saldırılara karşı HTŞ emniyet birimleri harekete geçerek birçok DEAŞ hücresini etkisiz hale getirmiştir.16

Buna karşın Esed rejimine bağlı kişi ve hücrelerin de benzer saldırıların arkasında olduğu görülmektedir. Nitekim muhalif gruplar Esed rejimiyle iş birliği 
yapmak suçundan şimdiye kadar birçok kişiyi tutuklamıştır.17

İdlib Bölgesinin Yönetimi

<  Muhalefetin karşı karşıya kaldığı en büyük sorunlarından biri yönetim sorunudur. Esed rejiminden ele geçirilen bölgelere sağlık, güvenlik ve 
eğitim hizmetleri sağlamak konusunda yeterli başarının gösterilemediği söylenebilir.  >

Muhaliflerin askeri yapılanmasındaki dağınıklık yönetime de yansımaktadır. 
Esed rejiminden ele geçirilen bölgeler bir üst otoriteye devredilmeden, kazanımda rol oynayan askeri gruplar tarafından kontrol ediliyor. 
Askeri gruplar ise bu görevi yerine getirmek için sivil yönetim yapılanmaları kurmaya başlamıştır. Böylelikle askeri grupların yargı, idari ve güvenlikten sorumlu uzantıları belirmiştir. Bununla beraber sivil aktivistler tarafından kurulan komiteler ve idari meclisler de mevcuttur fakat güç mücadelesi neticesinde silahlı gruplar kontrolü tamamen ele geçirmiştir.

Bu dağınıklığı sona erdirmek, Esed rejiminden ele geçirilen bölgeleri yönetmek ve muhalefeti temsil etmek için SMDK bünyesinde geçici hükümet kuruldu ve muhalefetin kontrol ettiği bölgeleri yönetmekle mükellef kılındı. Başta belli bir varlık gösteren geçici hükümet zamanla güç kaybetmeye ve muhalefet bölgelerinde varlığı yara almaya başladı. Bunun iki sebebi olduğu söylenebilir: Birincisi başta nispeten büyük maddi imkanlara sahip olan geçici hükümet muhalefetin bölgelerinde hem istihdam hem de hizmet sağlıyordu. Fakat SMDK’nin güç kaybetmesiyle beraber ve Suriye mücadelesinde değişen dengelerden dolayı bu imkanlar azalırken buna paralel olarak geçici hükümetin etkinliği zayıfladı. İkinci sebep ise geçici hükümetin belli bir askeri güce dayanmaması oldu. Özellikle ÖSO’nun zayıflaması ve yerine İslami grupların güçlenmesiyle geçici hükümetin dayanabileceği bir askeri güç kalmadı. Ayrıca radikal yapılanmalar yönetimi kendi elinde tutmak ve mümkün mertebe askeri 
güç kullanarak kendi varlıklarını dayatmaya çalışıyor ve güç paylaşımına gitmek istemiyorlardı.

Mezkur zorluklar Suriye genelinde olduğu gibi İdlib’de de söz konusudur. İdlib şehir merkezi başta olmak üzere İdlib ve Batı Halep’te birçok nokta 2015’in ortasında muhalefetin eline geçti. İdlib bölgesi tek bir yönetim altında kalmak yerine askeri gruplarının nüfuz dağılımına göre dağıldı. Örneğin Nureddin Zengi grubunun etkin olduğu Batı Halep bölgesinin yönetimi gruba bağlı kaldı. HTŞ ise kontrol ettiği bölgelerde hizmetler sağlamak için kendi bünyesinde “Hizmetler için Sivil İdare” adlı bir kurum kurdu. İdlib şehir merkezinde ise şehri ele geçiren Fetih Ordusu askeri koalisyonun gruplarının ortak yönetimine bağlı kaldı. Grupların üzerinde anlaştığı Mudar Hamdun İdlib valisi olarak atandı. 
Ahraru’ş-Şam’a mensup olan Hamdun Aralık 2015’te Esed rejimi güçleriyle girdiği çatışmada ağır yaralanarak hayatını kaybetti.18

Temmuz 2017’de Ahraru’ş-Şam’a karşı başlattığı taarruzun ardından galip gelen HTŞ İdlib’in hakim gücü haline gelse de bölgenin yerel-yönetim sorunlarıyla yüzleşmek durumunda kaldı. Örgütün uluslararası hakim güçler tarafından terör örgütü olarak tanımlanmasından dolayı kendisine bağlı herhangi bir yapılanma da gayrimeşru görülmekte ve bir terör örgütünün uzantısı olmakla itham edilmekteydi. HTŞ bu sorunları dikkat alarak “sivil yönetim” projesini dillendirmeye başladı. HTŞ İdlib yönetiminin sivil bir yönetim olacağını ve kendisine tabi olmayacağını iddia etti. Bu bağlamda “Kurtuluş Hükümeti” projesi ortaya atıldı.19

HTŞ’nin aldığı inisiyatifle İdlib’de Kasım 2017’de Kurtuluş Hükümeti adlı bir hükümet kuruldu. On bir bakanlıktan oluşan hükümet İdlib ve Halep’te Esed rejiminden kurtarılmış bölgelere yönetim ve hizmet sağlamayı hedeflediğini açıkladı. Kurtuluş Hükümeti’nin kurulmasının ardından HTŞ’ye ve hükümete ait güçler SMDK’ye ait Suriye geçici hükümetinin İdlib’de bulunan ofislerini baskın düzenleyerek kapattı.

HTŞ’nin desteklediği Kurtuluş Hükümeti kurulduktan bu yana İdlib’de etkin olmaya çalışsa da daha çok yerel belediyecilik hizmetlerine odaklandı. Böylelikle güvenlik, siyasi ve askeri konular HTŞ’nin elinde kaldı. Başka bir deyişle Kurtuluş Hükümeti İdlib bölgesinin geleceğini etkileyebilecek kararlar alma konusunda oldukça sınırlı bir yetkiye sahipti. Bununla beraber birçok sivil örgüt Kurtuluş Hükümeti’ni tanımadı. Sivil örgütler ve mahalli meclisler tarafından HTŞ’nin bir uzantısı olarak görünen hükümet temsil sorunuyla da karşı karşıya kaldı.20

Kurtuluş Hükümeti her ne kadar HTŞ’nin gücüne dayanarak etkinlik kurmaya çalışsa da, HTŞ’nin nüfuzunun sınırlı olması ve temsil sorunu yaşaması nedeniyle sınırlı bir etkinlik sağlandığı söylenebilir. Ayrıca Kurtuluş Hükümeti’nin maddi gelirinin de yeterli olmadığı ve ilgili faaliyetlerini sürdürebilmekte ciddi zorluklar yaşadığı görülmektedir. Halihazırda HTŞ’ye ait hükümet İdlib bölgesinde faaliyet gösteren en büyük idari yapılanma olsa da başka oluşumlar da bulunmaktadır. Han Şeyhun ve Ariha belediye meclisleri gibi Kurtuluş Hükümeti’ni tanımayan 
yapılar söz konusudur.21

3 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

SURİYE KRİZİNDE YENİ SAFHA İDLİB SURİYE BATAKLIĞI, İDLİB EN RİSKLİ GİRİŞİM., BÖLÜM 1

SURİYE BATAKLIĞI, İDLİB EN RİSKLİ GİRİŞİM.,                                                  BÖLÜM 1



İDLİB EN RİSKLİ GİRİŞİM.,


SURİYE KRİZİNDE YENİ SAFHA İDLİB


CAN ACUN, 
BILAL SALAYMEH,













    Bu Analiz İdlib’in demografik, askeri ve siyasi yapısıyla birlikte Esed rejiminin şehre yönelik askeri harekat yapma arzusunu, bu bağlamda Rusya’nın 
belirleyici rolünü ve şehrin Türkiye açısından önemini ele almaktadır.

2011’den bu yana devam etmekte olan ve yakın tarihte yaşanan en kanlı çatışmalardan birisi olan Suriye krizinde Esed rejiminin askeri kazanımlarının 
ardından İdlib bölgesi muhaliflerin son kalesi konumuna gelmiş durumdadır. İdlib’i yeniden kontrol etmek istediğini açık bir şekilde ifade eden Esed rejiminin şehre saldırma kararının Rusya ve İran’ın onayı ve desteği olmadan gerçekleşmeyeceği söylenebilir. 
    Özellikle Rusya’nın artan nüfuzu İdlib gibi önemli bir meselede Esed rejiminin tek başına karar alma imkanını sınırlamaktadır. 
Diğer yandan yedi yıldır devam eden çatışma ve “yıpratma savaşı”ndan dolayı Esed rejiminin askeri gücü gittikçe aşınmış ve insan kaynakları tükenmiştir. 
Oldukça sınırlı bir mobilize güce sahip olan, hem insan kaynağı hem de askeri teçhizat açısından zayıf duruma düşen Esed rejiminin muhaliflerin son kalesi 
haline gelmiş, on binlerce savaşçının olduğu İdlib bölgesine yapacağı hamlenin kolay olmayacağı aşikardır. Bu hususlar dikkate alındığında Esed rejiminin 
İdlib’e saldırma kararının ancak Rusya’nın onayı ve kapsamlı desteği halinde gerçekleşebileceği anlaşılmaktadır. 
Ancak bu durum Esed rejiminin kendi imkanlarıyla Kuzey Hama ve Kuzeybatı Lazkiye’de sınırlı harekatlar düzenleyemeyeceği anlamına gelmeyecektir.

Türkiye, Rusya ile yürüttüğü müzakereler neticesinde Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı harekatları örneğinde olduğu gibi sahadaki varlığını ve etkinliğini artırarak Suriyeli muhaliflerin yanı sıra siviller için de bir yaşam alanı oluşturmuştur. Astana süreci ve çatışmasızlık anlaşmasının neticesinde İdlib bölgesinde on iki farklı gözlem noktası tesis eden Türkiye İdlib üzerinde Ruslarla yürüteceği müzakerelerle ve sahada muhalefeti birleştirecek ve radikal unsurları elimine edecek adımlarla yaklaşık 3 milyon Sivilin yaşadığı bölgeyi büyük bir insani krizden kurtarabilir.

GİRİŞ 

2011’den bu yana devam eden ve yakın tarihte yaşanan en kanlı çatışmalardan birisi olan Suriye krizinde –Esed rejiminin son dönemdeki askeri 
kazanımlarının ardından– İdlib bölgesi muhaliflerin son kalesi konumuna gelmiş durumdadır. İdlib eyaletinin yanı sıra mücavirindeki Batı ve 
Güney Halep ile birlikte sınırlı düzeyde Kuzey Hama ve Kuzey Lazkiye’de Türkmen ve Kürt Dağları civarını kapsayan bu alan yedi yıldır Esed 
rejimine karşı savaşan muhaliflerin elinde bulundurduğu son bölgedir.

2015’te Esed rejiminden ele geçirilen ve rejim aleyhine ciddi bir stratejik kazanıma dönüşen İdlib muhaliflerin o günden bu yana komuta-
kontrol ve askeri güç dinamikleri açısından merkezi konumunda bulunuyor. Muhaliflerin Halep, Doğu Guta ve Kuzey Humus gibi bölgeleri 
kaybetmesinin yanı sıra son dönemlerde Dera ve Kuneytra’dan da çıkmaya zorlanmaları İdlib’deki muhalif varlığını daha önemli bir hale 
getiriyor. Bu bağlamda mücavir bölgelerle birlikte 3 milyon civarında bir nüfusa erişen İdlib’in çatışmasızlık bölgesi kapsamına alınması ve Türkiye’nin 
Ekim 2017’de başlayarak Mayıs 2018’de sonuncusunu kurduğu,1

1. “Turkey Finishes Setting up Observation Posts in Idlib”, Hürriyet Daily News, 16 Mayıs 2018.
2. Kendini fesheden Nusra ve Şam’ın Fethi Cephesi’nin ana omurgasında oluşturulan çatı yapının adıdır.
3. Ahraru’ş-Şam ve Nurettin Zengi grubunun çatı yapılanmasına verilen isimdir.

   Rusya ve İran ile varılan Astana anlaşması kapsamında oluşturulan on iki gözlem noktası bölgenin kaderi açısından önem arz ediyor.
Muhaliflerin kendi içinde de oldukça parçalı bir halde bulunduğu İdlib’de yerel dengeler de bölgenin geleceği açısından son derece kritik 
bir öneme sahiptir. Zaman zaman birbirleriyle çatışan muhalif unsurlar ideolojik ayrışmanın yanı sıra güç mücadelesinin içine de sürüklenmiş 
durumdalar. Tek bir çatı altında birleşemeyen muhalifler Heyet-i Tahriru’ş-Şam (HTŞ),2

Cephetü’l-Tahrir Suriye3 gibi yapıların yanı sıra Feylaku’ş- Şam ve Özgür Suriye Ordusu’nun (ÖSO) önde gelen gruplarından oluşan yapıların bir
araya gelerek oluşturduğu Vataniye Cephesi gibi önemli gruplardan meydana geliyordu. 

   Temmuz 2018’de Cephetü’l-Tahrir Suriye (Suriye Özgürleştirme Cephesi), Vataniye Cephesi, Ceyşu’l- Ahrar, Sukuru’ş-Şam Tugayları bir araya gelerek
Cephetü’l-Vataniye lil-Tahrir (Özgürleştirme Milli Cephesi) oluşturuldu. Böylelikle İdlib’de HTŞ ve Özgürleştirme Milli Cephesi çatısı altında
iki ana kamptan bahsetmek mümkün oldu.

Türkiye ise rejim ve müttefiklerinin bölgeye müdahale etmek için araçsallaştırdıkları radikal grupların siyasi manevralarla ortadan kaldırılması
için çaba sarf ederken Fırat Kalkanı Harekatı (FKH) ve Zeytin Dalı Harekatı’nda (ZDH) öne çıkan Milli Ordu ve müttefiklerinin İdlib’de de etkinliğini artırmasına gayret ediyor. İdlib, Astana süreci kapsamında çatışmasızlık bölgesi olarak kabul edilmiş olmasına rağmen rejim ve müttefikleri, HTŞ gibi yapıları öne sürerek zaman zaman hava harekatları düzenlemeye devam ederken Dera’da elde
edilen kazanımlar sonrasında İdlib’i doğrudan kapsamlı bir şekilde hedef alacaklarına yönelik söylemlerini artırmaya başlamış durumdalar. 
Bu bağlamda olası bir askeri harekat Türkiye açısından büyük riskler barındırıyor. 

BM Suriye Özel Temsilcisi Steffan de Mistura 17 Mayıs’ta yaptığı açıklamada İdlib’de Doğu Guta senaryosu tekrar edilirse insani durumun Doğu Guta’dan 
altı kat daha kötü olacağını ortaya koyarken olası bir askeri operasyon ve yoğun bombardıman neticesinde bölgeden Türkiye sınırına büyük bir güç dalgası yaşanacağını belirtmiştir. Yine İdlib ve mücavirindeki muhalif unsurların ortadan kaldırılması Türkiye’nin nüfuz alanındaki Afrin, Azez, Bab, Cerablus gibi bölgeleri de doğrudan tehdit eder bir gerçekliğe neden olacakken Türkiye’nin PYD/YPG ile mücadelesini de olumsuz etkileyecektir. Her ne kadar Türkiye destekli ve büyük oranda Türkiye kontrolünde sayılabilecek FKH ve ZDH bölgelerinin çeşitli açılardan ayrı değerlendirilmesi gerekse de nihayetinde İdlib’in akıbeti doğrudan bu bölgelerin de geleceğini şekillendirecektir.

Esed rejiminin Humus ve Doğu Guta’ya saldırarak bölgedeki insanları muhalif savaşçılarla birlikte İdlib’e göçe zorladığı, Dera’yı ise benzer bir biçimde saldırı altına alarak buradaki muhalif unsurları ortadan kaldırdığı bir dönemeçte 
İdlib’in akıbetinin ne olacağı sorusu ön plana çıkıyor. Rejimin mevcut askeri kapasitesi ve siyasal angajmanları olası bir kapsamlı harekatın ancak 
Rusya’nın onayı ve harekata dahil olmasıyla gerçekleşebileceğini gösterirken Türkiye ve Rusya’nın Suriye sahasındaki mevcut pozisyonları Moskova’nın  Ankara’yı doğrudan tehdit edecek böyle bir adımı atma ihtimalini zayıflatmaktadır. 

Buna rağmen Türkiye mevcut tehditleri görerek İdlib etrafında konuşlandığı on iki askeri noktayı tahkim etmektedir. Türkiye ayrıca İdlib içinde varlığını devam ettiren radikal yapıların zayıflatılması için muhalifleri desteklemeye devam 
ederken Suriye krizinin siyasal bir çözüme kavuşturulabilmesi adına Astana ve Cenevre süreçleri bağlamında çaba sarf etmektedir.

Bu analiz mezkur meseleler bağlamında İdlib’in demografik, askeri ve siyasi yapısıyla birlikte rejimin şehre yönelik askeri harekat yapma arzusunu ve bu bağlamda Rusya’nın belirleyici rolünü ele almaktadır. Analiz ayrıca bölgenin Türkiye açısından önemini değerlendirmekte, muhtemel bir askeri harekatın Türkiye için oluşturabileceği tehditleri ortaya koymakta ve Ankara’ya da politika 
önerisi sunmayı amaçlamaktadır.




İDLİB’DE MUHALEFETİN VARLIĞI VE BÖLGENİN YÖNETİMİ 

     Suriye’de Mart 2011’de Esed iktidarına karşı başlayan gösteriler “Arap Baharı”nın da etkisiyle rejim tarafından sert karşılık görmüş, hükümetin 
halkın taleplerine karşılık askeri yöntemlere başvurması ise ülkeyi kısa süre içerisinde kaosa sürükleyecek bir dönemi başlatmıştır. Aylar süren 
barışçıl gösterilerle bir sonuç elde edemeyen rejim karşıtları da bir müddet sonra silahlı ayaklanma yolunu tercih etmiştir. Bu süreçte özellikle Esed 
ordusunda görev alan fakat rejimin halka yönelik tutumu karşısında orduyu terk ederek silahlarıyla birlikte muhalefete katılan ordu mensupları bir 
müddet sonra ÖSO ismiyle ülkedeki ilk muhalif grubu teşkil edecek yapılanmayı oluşturmuşlardır. 
    Ardından ülke içerisinde yaşanan çatışmalar kısa sürede bir iç savaşa dönüşmüş, ÖSO dışında muhalif saflarda pek çok örgüt ortaya çıkmıştır. 
İran ve Rusya rejim saflarında pozisyon alırken Türkiye, Körfez ülkeleri ve genel olarak Batılı ülkeler de muhalifleri desteklemeye başlamıştır. 
Muhalifler DEAŞ’ın Irak’tan Suriye’ye geçip kendisini hedef almasına kadarki dönemde ülkenin önemli bir kısmında saha kontrolünü sağlamayı 
başarırken örgütün muhalif bölgelerde etkinliğini artırmasıyla zor bir sürecin içerisine girmiştir. Ancak askeri açıdan İdlib’de elde edilen büyük 
başarı muhalifler adına umutları yeniden yeşertecek bir dönüm noktası olmuştur.


< Yakın tarihin en kanlı çatışmalarından birisi olan Suriye krizinde –Esed rejiminin son dönemdeki askeri kazanımlarının ardından – İdlib bölgesi muhaliflerin 
son kalesi konumuna gelmiş durumdadır. >

Fetih Ordusu ve İdlib’in Ele Geçirilmesi 

    Suriyeli muhaliflerin DEAŞ sorunuyla karşılaşarak ülkenin doğusundaki Deyrizor, Haseke ve Rakka’dan çıkarılmasının ardından kendini yeniden 
toparlamaya çalıştığı bir dönemde, İdlib çevresinde Ceyşu’l-Fetih (Fetih Ordusu)4 adlı ortak bir operasyon odasının kurulduğu ilan edildi.5
    Muhalifler İdlib şehrini Esed rejiminden almak için Mart 2015’te operasyon başlattı. Her ne kadar daha önce de bölgede muhalifler rejim unsurlarına
karşı saldırılar düzenlemiş olsa da şehri almaya muvaffak olamamışlardı. 
Bu operasyonda bölgede ileri gelen güçlü grupların bir araya gelerek  oluşturduğu  Fetih Ordusu koalisyonu şehre güçlü bir hücum başlattı. Yaklaşık dört gün süren çatışma ve saldırıların ardından muhalifler şehri bütünüyle ele geçirmeyi başardı.6

     Fetih Ordusu böylelikle bölgede yer alan Şii nüfusa sahip Keferya-Fua köylerini kuşatma altına alırken ilerleyiş batıda rejim kontrolündeki
bölgelere doğru genişlemeye devam etti. Muhalifler 22 Nisan’da ise yeni bir operasyon odasıyla İdlib’in Lazkiye’ye açılan batıdaki Cisre’ş-Şuğur şehrine yönelik saldırıya başladı. Yaklaşık üç gün sonra şehir büyük oranda muhaliflerin hakimiyetine geçti.7 

    28 Mayıs 2015’e gelindiğinde ise Fetih Ordusu stratejik Eriha şehrini de kontrol altına almayı başardı.8 

    Muhalifler ilerleyişini sürdürerek İdlib ile Lazkiye arasında yer alan Gab Ovası’na yöneldi ve pek çok noktayı ele geçirdi.
    Suriye’deki savaşın gidişatını dramatik bir biçimde değiştiren bu hamle muhalifleri çok güçlü bir pozisyona taşırken rejimi son derece kırılgan bir
hale getirmişti. İlerleyişin bu şekilde devam etmesi halinde Hama ve Lazkiye’de rejim varlığının tehlikeye girebileceği ve muhaliflerin ilerleyişinin rejimin çöküşüne yol açacağına yönelik güçlü emareler ortaya çıkarken özellikle Eylül 2015’te Rusya’nın doğrudan savaşa dahil olarak hedef almaya başlaması ve İran’ın da buna paralel olarak sahadaki ağırlığını artırmasıyla dengeler muhalifler aleyhine şekillenmeye başladı.

İdlib’deki Muhalifler Arası Dengeler Rus müdahalesinden sonra Suriyeli muhalifler oldukça sancılı bir süreç yaşarken rejim saldırıları karşısında pek çok yerden çekilmek zorunda kaldılar. Rusya ve İran’ın desteğiyle kuşatma altına aldığı bölgelere yoğun saldırılar düzenleyen Esed rejimi bölgedeki nüfusu muhalif gruplarla birlikte göçe zorladı. Neticede her defasında İdlib’e yönelen tehcir edilmiş kitleler dar bir alanda nüfusun 2,5-3 milyona kadar yükselmesine neden oldu. Ayrıca çok sayıda muhalif savaşçı da bu bölgelerden İdlib’e geçti.

YAZARLAR HAKKINDA,


Can Acun

SETA Dış Politika Direktörlüğü’nde araştırmacı olarak çalışmaktadır. Doğu Akdeniz Üniversitesi Uluslararası Ilişkiler Bölümü mezunudur. Yeditepe Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası Ilişkiler Bölümü’nde yüksek lisans yapmıştır. Kanada’da Kültürlerarası Diyalog Eğitimi almıştır. Mısır’da Kahire-Türkiye Araştırmaları Merkezi’nde ve SETA Kahire’de Mısır üzerine
çalışmalar yürütmüştür. Halen SETA Ankara’da Ortadoğu üzerine araştırmalar yapmaktadır. İlgi alanları içerisinde çatışma bölgeleri ve devlet dışı silahlı örgütler bulunmakta dır.

Bilal Salaymeh

Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi’nde Uluslararası İlişkiler bölümünden 2016’da birincilikle mezun olan Salaymeh, Yüksek Lisans çalışmasını Orta Doğu Teknik Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümünde ‘Neopatrimonyalizmin Suriye’deki Çatışmanın Gidişatı Üzerindeki Etkisi’ adlı tezi ile bitirdi. Doktora eğitimine ODTÜ Uluslararası İlişkiler bölümünde devam etmektedir.
Ortadoğu çalışmaları, özellikle Filistin ve Suriye meseleleri ile yakından ilgilenmektedir.
Salaymeh, aynı zamanda mülteci çalışmaları üzerine eğitim aldı. Hali hazırda SETA Dış Politika Direktörlüğünde araştırma asistanı olarak görev yapmaktadır.'

https://setav.org/assets/uploads/2018/08/Analiz_255.pdf


2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR


***

6 Mart 2018 Salı

28 ŞUBAT YANLIŞ HESAP İSTANBUL'DAN DÖNDÜ,

28 ŞUBAT YANLIŞ HESAP İSTANBULDAN DÖNDÜ,





Kriter Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Fahrettin Altun kaleme aldığı yazıda 28 Şubat yargılamalarını işledi. 28 Şubat darbesinde parmağı olan bütün aktörlerle 
hesaplaşılmadığı takdirde 15 Temmuz’un hesabının sorulamayacağını belirten Altun, karşı karşıya olduğumuz en büyük tehlikenin iddia edildiği gibi FETÖ’nün 
yerini yeni bir dini cemaatin alması değil, söz konusu boşluğun sol Kemalist örgütler tarafından doldurulması olduğunu vurguluyor.

Siyaset Ekonomi ve Toplum Vakfı (SETA) bünyesinde hazırlanan Kriter dergisinin 20. Sayısı Raflarda yerini aldı.

Kriter Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Fahrettin Altun kaleme aldığı yazıda 28 Şubat yargılamalarını işledi. 28 Şubat darbesinde parmağı olan bütün aktörlerle hesaplaşılmadığı takdirde 15 Temmuz’un hesabının sorulamayacağını belirten Altun, karşı karşıya olduğumuz en büyük tehlikenin iddia edildiği gibi FETÖ’nün yerini yeni bir dini cemaatin alması değil, söz konusu boşluğun sol Kemalist örgütler tarafından doldurulması olduğunu vurguluyor.

Burhanettin Duran, Fahrettin Altun ve Kemal İnat Trump’ın Kudüs kararının arkasındaki nedenleri ve Ortadoğu’ya olası yansımalarını Serdar Karagöz’ün moderatörlüğünde düzenlenen açık oturumda ele aldı.

Ali Satan, Avni Özgürel ve Nuri Salık Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Yunanistan ziyaretinde güncellenmesi gerektiğini ifade etmesinin ardından gündeme gelen Lozan anlaşmasını farklı açılardan ele aldılar.

Veysel Kurt, ORSAM Başkanı Ahmet Uysal ile bir söyleşi gerçekleştirdi. ABD Başkanı Trump’ın Kudüs kararının yanı sıra Ortadoğu’daki son gelişmeleri ve Suudi Arabistan, Mısır ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin Batı yanlısı tutumlarının gerekçelerine söyleşide mercek tutuluyor.

Kılıç Buğra Kanat Türkiye-ABD ilişkilerini ele aldığı yazısında Washington’ın Ankara ile münasebetlerinde müttefiklik konumunu göz ardı ettiğini vurgularken, Türk kamuoyunda ilişkileri bozmak için çaba sarf eden bir ABD algısının hakim olduğunu belirtti.

Tarık Dağlı Türkiye’deki CIA ajanlarını ve bunların Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ile bağlarını ele aldı. Dağlı’nın yazısında ajanların görevleri ve kişilikleri ile alakalı dikkat çeken malumatlar mevcut.
Ragıp Soylu neticelenen İran yaptırımlarını ihlal davasını değerlendiren bir yazı kaleme aldı. Soylu davadaki açmazları, üstü örtülen ya da görmezden gelinen ilişkileri ve FETÖ’nün davadaki etkinliğini ortaya koydu.

Mahmut Aydın, Cengiz Tomar, Mehmet Akif Okur, Hüseyin Alptekin, Emrah Kekilli, Bilal Salaymeh, Ufuk Ulutaş, Talha Köse ve Asım Öz Kudüs ve İsrail-Filistin sorununu tarihi ve siyasi açılardan ele aldılar.

Şerif Dilek Türkiye’nin 2017’nin üçüncü çeyreğinde gerçekleşen son altı yılın en yüksek çeyreklik büyümesini, büyümeyi besleyen faktörleri ve uluslararası kuruluşların tepkilerini değerlendirdi.
Elif Nuroğlu 2009’dan itibaren bir ödeme biçimi olarak kullanılan ve son günlerde olağanüstü bir şekilde fiyatı artan Bitcoin’in nasıl ortaya çıktığını ele alan bir yazı kaleme aldı.

Son olarak Mehmet Akif Memmi SETA’nın 2017’de yayınladığı kitaplara değindi.

https://kriterdergi.com/sayi/2018/2/20


***