28 Şubat etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
28 Şubat etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

29 Mayıs 2019 Çarşamba

28 ŞUBAT TAN BUGÜNE BAKMAK BÖLÜM 18

28 ŞUBAT TAN BUGÜNE BAKMAK BÖLÜM 18




ATİLA KAYA (İstanbul) - Hâlen JİTEM için “Yok.” diyorlar resmî olarak. 
TANSU ÇİLLER – Yani var mı, ne derecede yok, hangi kapsamda, ne zaman kuruldu? Çok evvelden kurulduğu ifade ediliyor. Ne zaman kuruldu, kim kurdu, ne yaptı; hâlen biliyor muyuz? Bunca iktidar, bunca siyasi irade… Dolayısıyla “Çiller niye çözemedi?” “Tecrübesizdi, şuydu, buydu.” Doğru olan tarafları var. Ben bunları bilerek girmedim siyasete; doğru ama soracağım yerlere de sorduk bunları ama hâlâ da çözemedik. 

Yalım Erez, kurulmasında da rol oynadı, gitmesinde de rol oynadı. Ben, örtülü ödenek, gayrimenkul ilişkileri vesaire… Her başbakan nasıl kullandıysa örtülü ödeneği ben de öyle kullandım, milletim için kullandım, ülkem için kullandım. Ve anladığım kadarıyla en az kullananlardan biri de benim yani eğer çıkan rakamlar 
ortalarda, doğruysa. Bunun gayrimenkullerle hiçbir ilişkisinin olması mümkün değil. Ben gayrimenkuller konusunda hesabımı defalarca ama defalarca da… 
Ben buradan çıkarak siyasete girdim, başka bir yerden çıkmadım. Benim bu yalıyı dahi siyasetten sonra aldığım söylendi. Bunların aslında altını çizen iki olay vardır, bunu da ben çok açık biçimde söyleyeyim: Biri, Amerika’daki otellerin, mal varlığının olmasıdır. Ben Amerika’da 9 yıl kaldım, zaten evimiz vardı orada. Bunu biliyor, herkes bilerek girdim zaten siyasete. Mal varlığımın hesabını verdim, girerek girdim. O mal varlığının üstünde nasıl arttığının hesabını verdim, defalarca, defalarca, defalarca… Yetmedi, beni IRS’e şikayet ettiler. IRS dünyanın en katı kurumlarından biridir; en katı yani bulmaması mümkün değil. Hani kara paraydı, ak paraydı, bilmem neydi, şuydu, buydu… IRS’e gittiniz mi bitti olay. IRS’in denetiminden geçirdiler beni; sağ olsun Mesut Yılmaz. 
Ben siyasete gittiğimden, daha uzun, o döneme rağmen daha zor dönemde siyasetten çıktım. Hiç kimse benim kendi iş adamlarımı bulduğum veya 
kendi iş adamlarımı yarattığım konusunda bir şey söyleyememiştir; yapmadım çünkü. Hiç kimse, benim çocuklarımın şu işi kurduğunu, bu işi kurduğunu söyleyememiştir; yapmadım çünkü. Dolayısıyla, son derece rahatım. Ben, tabanımın başını öne eğecek hiçbir şey yapmadım Allah’a şükür. 
Şimdi, gelelim “Hangi özelleştirmeden pay istediler?” Bu “beşli çete” ile Çörekçi Paşa konuşmuş, Karadayı ile vesaire. Yalnız şunu biliyorum: Ben “beşli çete” ne yaptı, ne etti, onların arasındaki ilişkiyi bilemem. Ama şunu biliyorum: Bu 28 Şubat Kararları’ndan sonra o “beşli çete” denen, bütün hepsi çıktılar ve “Bunu 
onaylıyoruz.” dediler. Yani “Bunun karşısında demokrasi adına duruyoruz.” diyen bir refleks vardı, o çıkmadı ortaya yani o kesin. Bunun dışında bu arada… 
NİMET BAŞ (İstanbul) – Araya giriyorum, böyle bir refleks beklenebilir miydi bilmiyorum. Zaten o beşi bir araya gelip Cumhurbaşkanı Demirel’i ziyaret ettiler ve kapıda şöyle bir açıklama yaptılar: “Yani o PKK öncesi süreçte biz ekonomiyle ilgili meseleleri bir kenara bıraktık. Ülkenin geleceği tehdit altında, irtica tehdidi altında. Bizim artık öncelikli meselemiz budur.” dediler. Yani o giden süreci hazırlayan aktörlerdi aynı zamanda. İyi ki demokrasi karşısında bir tutum almadık. 

TANSU ÇİLLER – Evet, irtica konusuna her zaman biz mesafeli olduk, yani irtica bir iç tehdit midir? Doğru Yol Partisi geleneğinde… Biz muhafazakâr bir tabandan geliyoruz. Mesela ben şunu size çok açıkça söyleyeyim: Şu anda söylüyorum, siyaset öncesi olduğu için söylüyorum. Yani siyasette hani birtakım çıkarlar 
oluyor, birtakım laflar edebilir siyasetçi, bunu da zaman zaman görüyoruz: Bu işin bir mantığı da vardır ama ben Boğaziçi Üniversitesinde ekonomi bölümü başkanıyken, o sırada başörtüsü yasakları geldi. Ben başörtüsü yasaklarına çok şiddetle karşı çıktım. Dedim ki: “Benim girecek talebemin başının örtülü olması değil, başının üstünde ne olduğu değil başında içinde ne olduğu önemlidir benim için.” Dolayısıyla, bu konuda bizim bir sıkıntımız yoktu yani parti olarak da olsun, bireysel olarak da bir sıkıntımız yoktu. Ancak belli bir korku zaman zaman üste çıkıyordu. Şöyle, işte, acaba hakikaten kanlı bir şey mi olur? Yani gelirler, hepimizin bütün özlük hakları elimizden gider mi? Zaman zaman böyle bir hava yaratılıyordu, özellikle o kelimenin sihri neyse, o “Kanlı mı olacak, kansız mı olacak?” meselesi iz bırakmıştır, bu doğru. Ama ben irticayı hiçbir zaman bir iç tehdit olarak gerçek anlamda görmedim, asıl mesele dış tehdit olacak PKK’dır. Böyle tanımlamam lazım. Bizim partinin tabanının refleksleri de bu doğrultudadır zaten, yani o bir gerçek. 

Ondan sonra, “Demokrasi adına hangi özelleştirmeden pay alınmak istendi?” Vallaha ,özelleştirmeden, mesela bir şirket vardı ki bunlar… Zaten bizim özelleştirmelerimiz kısıtlı oldu. Yapılan özelleştirmeler şeydeydi… 

Diğerlerinin niye yapılmadığında, aslında birtakım baskıların olabileceğini hissetmiş olmanın etkisi vardır, onu da söyleyeyim. Koalisyon ortağımızın tavrının etkisi vardır; bu da doğru. Ama çimento sanayisine ilişkin çok ciddi 
ve somut sıkıntılarım oldu. Yani sıkıntılar şuydu: Birisine veriyorsunuz ihaleyi, kazanıyor; ikincisine veriyorsunuz, daha güçlü geliyor, onu da kazanıyor; üçüncüsünü, dördüncüsünü, beşincisini istiyor. Zaten yarısından fazlası 
birisinin elinde, topyekûn verirseniz o monopol olur. İnşaat kesimini tümüyle bloke edersiniz. Yani o kadar fiyatları istediği gibi ortaya koyar ki bunu yapmanız mümkün değil. Dolayısıyla, bunu reddediyorsunuz. “Ne hakkın var?” diyor, ondan sonra başlıyor varan bir, varan iki, varan üç… Eşinizle ilgili… Zaten ilk kadın başbakanın eşi olmak da kolay bir şey değil, onu söyleyeyim. Yani Özer Bey’i gerçekten tanımak lazım ilk önce. 
Yani yaratılan imajla kendisi arasında çok büyük fark vardır, çok büyük farklar var. Benim eşimle ilgili yaratılan şey, mafya, çete, bilmem şu ilişkiler, bu ilişkiler… Yani hayretler içinde kalıyoruz gerçekten. Mesela bir tane, Halim Paşa Yalısı. Yakmışız, işte oradaki bütün şeyleri almışız resimleri, o resimleri bilmem nerelerde saklamışız. İlk önce yakmışız orayı yani ve bunu benim eşim yapmış ve bütün bunlardan rant toplamış falan. 
Yani bunlar günlerce gidiyor. Ondan sonra, işte, bilmem, şey için petrol bilmem nesinde özel bir şey olmuş, Baybaşin’le bilmem ne yapmış. Baybaşin diye çıkarılan şey Özer Bey’in Aydın Doğan’la yaptığı şey, Adalara. 
CENGİZ YAVİLİOĞLU (Erzurum) – 4046 sayılı Özelleştirme Kanunu sizin zamanınızda mı çıktı Sayın Başbakanım? 
TANSU ÇİLLER – Sayı, adı ne? 
CENGİZ YAVİLİOĞLU (Erzurum) – 94’ün sonu, 95’in başı… 
TANSU ÇİLLER – O Özelleştirme Kanunu’nun içeriği neydi? 
CENGİZ YAVİLİOĞLU (Erzurum) – Özelleştirmeyle ilgili ilk kanun. 
FEYZULLAH KIYIKLIK (İstanbul) – 85’te, 85 o. 
CENGİZ YAVİLİOĞLU (Erzurum) – Hayır, hayır. 95’teki… 
BAŞKAN – Daha sonra özelleştirme yöntemleri hakkında yeniden değişiklikler, aynı sayılı Kanun’da değişiklikler yapılmış olabilir. 
TANSU ÇİLLER – Şimdi söyleyeceğim şey hatırlayabileceğim bir şey olmuyor yani sayıyı hatırlayamadım, şeyi hatırlayamadım ama özelleştirme konusunda ciddi bir siyasi irademiz vardı, o doğru. 
BAŞKAN – Sayın Başbakan, sorularımız tamamlandı. Arkadaşlarımın anlayışına sığınarak ve de daha doğrusu, bir anayasal hakkı kullanarak, bugüne kadar Komisyonda dinlediğimiz hiç kimse hakkında olumlu veya olumsuz bir yorum yapmamaya gayret ettim Başkan sıfatıyla. Ama bugün çok tarafsız kalarak bir değerlendirme yapmayacağım, bir kadın olarak pozitif ayrımcılık yapacağım. 

Öncelikle bizimle paylaştığınız tüm değerli bilgiler için ve samimiyetiniz için çok teşekkür ediyorum. Darbelerin gerekçeleri her dönemde değiştirilmiştir, değişmiştir ama iç tehdit algısı şeklinde oluşturulan, zaman zaman komünizm, zaman zaman iltica, zaman zaman aşırı milliyetçilik şeklinde tezahür eden olaylar… Bu Komisyon çerçevesinde dinlediğimiz, özellikle devleti temsil eden önemli kurumların başındakiler tarafından gerçekte böyle tehditler olmadığını, 80 darbesine giden süreçte ciddi bir sol yapılanma olmadığını, komünizm 
riski olmadığını, diğer dönemde milliyetçi akımların güçlenmesini bir tehdit olarak algılayıp bunların olmadığını… Yani aslında devletin hangi dönemlerde hangi algıları öne çıkardığı ve aslında bu algılar doğrultusunda kullandığı bütün aktörlerle -medya, sivil toplum dâhil olmak üzere yarattığı bu algılarla aslında birtakım ekonomik çıkarların da en ön planda olduğunu ve aslında devlete sermaye yapısı olarak eklemlenmiş bir ülkede sermaye gruplarının çıkarlarının çoğu zaman devletin çıkarlarıymış gibi sunulduğunu, dolayısıyla sizin aslında 
içinden geldiğiniz kitlenin de sizinle daha sonra, bırakın barışık olmayı, düşman olmasının nedeni sizin devletin çıkarlarını ön plana alan, sermaye gruplarının çıkarlarını geride bırakın siyasi tavrınızın da rolü olmuş olabileceğini düşünüyorum, bütün bu tehdit ve tehlike algılarında. 

“28 Şubat ezber bozan bir darbedir.” dediniz. Biz hep “atipik” diyoruz o nedenle de çok uzun süre… 
Çünkü orada artık rol silahlı kuvvetlerin işaret ettiği, başta medya olmak üzere, “Bu kez silahsız kuvvetler halletsin.” şeklinde talimatlarla… Bugün aslında çok yakın tarihimizle yüzleşiyoruz, tanıklarımız var. Türkiye bunu başarabiliyor, bu açıdan çok da şanslıyız hepimiz. Çünkü biz yakın tarihiyle değil, çok uzak tarihiyle bile hesaplaşmayı, yüzleşmeyi, bu tanıklıkları başarabilmiş bir ülke değiliz. Dolayısıyla, bugün bu Komisyondaki tanıklığınız bizim açımızdan tarihî anlamda önemlidir ve anlamlıdır. 

Değer verdiğiniz ve bunca saat gerçekten kesintisiz olarak cevaplandırdığınız tüm sorular için… Şantaj, menfaat, ikbal ve o dönemde azınlığın demokratik anlamda seçilmiş ve çoğunluğa karşı teslim edilişini çok net olarak aktardınız, anlattınız. Kurulan bu siyasi partinin, özellikle DTP’nin bütün bu planların önceden hazırlandığının en önemli delili olduğunu, önceden kurulup sonra aktarmaların yapıldığını ve sizin aslında dış dünyayla o dönemde kurmuş olduğunuz ilişkilerde, Albright’la yaptığınız görüşmelerde her ne kadar böyle bir 
tehdidin, fiilî bir darbe riskinin olmadığını görseniz de o dönemde bunların geniş manada oluşmuş, kurumlar nezdinde oluşmuş, siyasiler üzerinde oluşmuş korkuyu gidermeye de yeterli olmadığını anlatmaya çalışmanıza rağmen… Gerçekten, Batı Çalışma Grubu belgelerine ulaştıktan sonra yapılması gerekenler konusunda “Eğer rota başka türlü olsaydı, bugün başka türlü mü yazılırdı?”yı… Aslında hepimizin kafasında bir soru işareti. 
Gerçekten, hedef gösterildiniz ve çoğu vakit aşağılama düzeyine varan değerlendirmeler yapıldı. O dönemde siyaset dışında bir kadın olarak izlediğim zamanlarda beni de şahsen çok rencide etmiştir. Çünkü vurguların hemen hemen tamamı yaptığınız siyasi eleştirilerden ziyade cinsiyetinize yönelik bir ayrımcı tutumdu açıkçası, bunu çok algıladık. Türkiye'nin ilk kadın Başbakanı olmanın belki de ağır bir bedeliydi bir manada ama bu ağır bedelin karşılığında belki de bugün Türkiye’de kız çocukları “Gelecekte Başbakan olacağım.” veya “Şu görevde bulunacağım.” diyebiliyorlar. Bu anlamda zor dönemler belki ama bir hayalin kurulmasını, kız çocuklarımızın hayal kurmasını sağladınız. 

Gerçekten, daha sonraki dönemlerde de her şeye rağmen, gördük ki millet iradesini arkasına almayan, azınlık da olsa hiçbir siyasi iradenin devam edemeyeceğini. Ama söylediklerinizden en önemlisi, bence, siyasi istikrarın toplum için gelecekte ne kadar önemli olduğu vurgusuydu. Gerçekten, bu çekiştirilmeye müsait siyasi ortamların da darbelere veya o yumuşak karına vurmaya hevesli olduklarını vurguladınız. Gerçekten, belki şu anda da burada sorulan bazı sorularda benim gözlemlediğim, bütün sorulara tüm açık yürekliliğinizle ve samimiyetinizle cevap verdiğiniz kanaati var bende. Bunu bu anlamda önemsiyorum ve aslında bütün sorulara da son derece soğukkanlı bir şekilde cevap verdiniz ama burada size soru sorduktan sonra ayrılan Sırrı Süreyya Önder Bey dışarıda yaptığı açıklamada sizin ağladığınızı ifade etmiş. Dolayısıyla, ben şimdi Komisyon toplantısını sonlandırmadan önce açıkça bir tespitte bulunmak istiyorum. Serinkanlı ve sağduyulu, soğukkanlı bir şekilde verdiğiniz tüm cevaplar karşısında belki de sizi en çok etkileyen şey, duygularınızı katmadan değerlendirdiğiniz tüm olayların dışında, bilerek insanları ölüme gönderdiğiniz iddiası karşısında dayanamadınız, duygulandınız ve gerçekten, bunu çok insani buluyorum. Erkek siyasetçiler bunu nasıl buluyor, bilmiyorum ama ben bir kadın olarak bu hissiyatı… 
İDRİS ŞAHİN (Çankırı) – Ağırlık hâlen bizde Başkanım, Dikkat edin. 
BAŞKAN – Evet, sayı olarak çoksunuz biliyorum ama bu Komisyona gelen bazı erkek konuşmacılar “Erkek gibi çıktım.” filan dedikleri zaman da düzeltiyorum. Kadın gibi olmak da değil, aslında cesaretle bazı şeylerin… Cinsiyetle değil, cesaretle olmak, insan kimliğimizle olmak… Dolayısıyla, bunu belki bir zayıflık olarak gösterme girişiminde olanlar olabilir ama ben, dediğim gibi, son derece insani ve bir annenin duyguları ve hassasiyeti olarak algıladığımı ifade ederek tekrar samimiyetiniz, içtenliğiniz ve güzel ev sahipliğiniz için teşekkür 
ediyorum tüm Komisyon üyelerim adına. 
TANSU ÇİLLER – Ben de hepinize çok teşekkür ediyorum. Buraya kadar zahmet ettiniz, ayaklarınıza sağlık, gönlünüze sağlık. Bütün yapmak istediğimiz şey, gelecek nesillere doğruları aktarmada, yanlış yazılmış bir tarihin gerçeklerini bir kez daha paylaşmada size yardımcı olabilmek. 

Çalışmalarınızda başarılarınızın devamını diliyorum. Hepinize tekrar teşekkür ediyorum geldiğiniz için, sağ olunuz. 

Kapanma Saati: 16.08 

*** 

28 ŞUBAT TAN BUGÜNE BAKMAK BÖLÜM 17

28 ŞUBAT TAN BUGÜNE BAKMAK BÖLÜM 17


ENVER YILMAZ (İstanbul) – Evet, Sayın Başbakan, son çizdiğiniz çerçeveye ilişkin çok kısa bir değerlendirme, ben onu algıladım, size de sormak istiyorum. “Yani o dönemde Doğru Yol Partisinin genel başkanı siz olmasaydınız Sayın Demirel’in tavrı, 28 Şubat sürecine yönelik, böyle olmayacaktı.” diyebilir miyiz? 

TANSU ÇİLLER – Hayır, yani diyemeyiz. Niye diyemeyiz? Hayır hayır, diyemeyiz çünkü mesele, bizimle olduğu için çok daha kolay oldu. Çünkü kamuoyunda “ANAP mı, Doğru Yol Partisi mi?” dendiği zaman milletin bağrında, esnafın gözünde vesaire Doğru Yol Partisi çok daha öndeydi ama etkin gruplar diyelim, 
egemen gruplar diyelim, Doğru Yol Partisini istemez hâle gelmişlerdi. Niye? Gümrük birliği, fonlar, teşvikler, bütün bunlar uygulanmış. “Anadolu sermayesi”, “Kartel medya” demişim. “Kartel medya” kavramını ilk ben kullandım. Yani dolayısıyla, bir çok şey olmuş. Neden ben bunu yapmışım? Durup dururken dostlarıma… Onlar benim dostlarım çoğu. Diyorum ben, Sanayi odalarının baş danışmanıyım, TÜSİAD’ın baş danışmanıyım, Ticaret odalarının baş danışmanıyım, ben bunların hepsini tanıyorum, seviyorum. Yani bir derdim yok, kişisel bir derdim yok. Ama bir tercih bu. Bir krizden çıkaracaksınız, çok kıt kanaat birtakım kaynaklarınız var; bunu çok iyi kullanmak mecburiyetindesiniz. İşsizlik adına çok iyi kullanmak mecburiyetindesiniz. Dolayısıyla, bunları 
KOBİ’lere, bunları esnafa, bunları şuraya yapıyorsunuz. Bir anlamda, bir miktar rekabeti getiriyorsunuz. Bakın, bu rekabet gelmeseydi o dönemde, Türkiye’de bu ihracat patlaması olmazdı. Cari açığın yüzde 300 küsur olan, yüzde 370’leri bulan, millî gelire oranının yüzde 125’idir sadece Avrupa Birliğine olana yüzdesi. Geri, yüzde 1.400, 1.500’e yakın kısmı yani cari açığın Avrupa Birliğinden kaynaklanan bölümünün bütün Asya ülkelerinden olan cari açığa oranı on ikide 1, on üçte 1’dir ve onların da ihracatına, oraya yaptığımız ihracatta da yükselme, o rekabetin Türkiye’de tesis edilmiş olmasındandır, çok dinamiktir bu iş. Ben bunun özel dersini yıllarca vermiş bir kişi olarak bunun ne kadar gerekli olduğunu gördüm Türkiye için. Dolayısıyla, yani bilmiyorum… 

ENVER YILMAZ (İstanbul) – Evet, 1960 yılından itibaren, darbeleri araştıran bir Komisyonuz; 60 darbesi, 71 muhtırası, 12 Eylül, 28 Şubat. Siz de 90-98 yılları arasında Başbakanlıkta en üst yöneticilik yapmış, devlet yönetiminde bulunmuş bir devlet büyüğüsünüz. Kısaca, o, yönetici olduğunuz döneme ilişkin öz eleştirili bir soru sorulduğunda “keşke” diyebileceğiniz cevaplarınız var mıdır? 
TANSU ÇİLLER – Var, birçok var. 
ENVER YILMAZ (İstanbul) – Yani ana başlıklarıyla alabilirsek… 
TANSU ÇİLLER – Yani bir kere şunu söyleyeyim: Çok idealistim. Yani bir siyasetçinin biraz daha pragmatist olması lazım. Yani o Thatcher’ın bana söylediği laflar boşuna değil. Hem Gümrük Birliğine gireceksin, bu kadar sanayiciyi karşına alacaksın hem tutacaksın tüm özel televizyonları canlandıracak sın, özel televizyonların kanunlarını çıkaracaksın, bütün o baskıları üstüne çekeceksin. Çünkü bu böyledir. “Pendulum” derler ya buna; bir buraya gider, bir buraya gider. Katı bir iletişim sisteminden, ülkenin haber alma sistemini sadece TRT’yle yaparken, bir de STAR televizyonu var, onu da, kanunu yok, iyici kıstırıyorsunuz “Bak, sen kanunsuz iş yapıyorsun.” diye. Birdenbire onların kanunlarını çıkarıyorsunuz “Ben radyomu istiyorum.” diyerek. 

Benim çocuklarım da o sırada; ilkokula bile gitmiyor küçük oğlum. Yani o da istiyor radyosunu. Benim yani isteğim, ülkede liberal olsun, her şey duyulsun, her şey konuşulsun. Onu yapıyorsunuz, sonra karşılıklı terör mücadelesini buluyorsunuz bütün bunları yaparken. Ondan sonra, çıkıyorsunuz… Ben çok iyi bir başbakanlık yaptım. Yani bütün şeye rağmen çok rezistans gösterdim. Ülke için, millet için doğru olanı yaptım; bundan hiçbir şüphem yok. Ama gerçekçi miydi bu kadar şeyi bir arada yapmak, bu kadar karşıya almak? Ondan sonra, 
tutuyorsunuz… Göremedim orada yani “Refah Partisiyle koalisyon yapmam” derken gerçekten samimiydim. 
Yani o, kanlı, bilmem neyli ihtilaller, canım böyle şey mi olur? Yani DNA’larım reddetti, böyle şey mi olur? Kanlı gelecek, bütün laik cumhuriyet gidecek. Nedir bu? Sonra, bunun aslında devletle milletin bütünleşmesi gereğinin bir şartı olduğunu, o koalisyonun, idrak ettim, başta edemedim bunu. Bunun gibi… Yani aslında, başbakanlık uygulamalarında bence sıkıntım olmadı ama bir siyasetçi olarak, bugün çok daha farklı görüyorum bütün olayları. 
BAŞKAN – Çok teşekkür ediyoruz. 
Son soruyu ve son sözümüzü Alt Komisyon Başkanımız Yaşar Karayel Bey’e bırakıyorum. 
YAŞAR KARAYEL (Kayseri) – Sayın Başbakan ev sahipliğinize teşekkür ediyoruz, sunumlarınız için de teşekkür ediyoruz. 
Biz özellikle 28 Şubat ve 27 Nisanı değerlendiren Alt Komisyon olarak biz, bu çalışmalarımızı daha çok 1991 yılından itibaren alarak, darbelerin başlangıcı nerelere dayanıyor; buradan başlayarak son güne kadar gelme durumundaydık. Bu noktalarda da, şu ana kadarki konuklarımızdan bu konuların hepsini dinleyerek geldik. Burada, şöyle bir tespit söz konusu oldu: 1991 yılından itibaren ilk genel seçimlere gelinirken Refah Partisi, Milliyetçi Çalışma Partisi, Islahatçı Demokrasi Partisi bir birlik oluşturuyorlar, bu birliğin oluşmasıyla 
Meclise milletvekili sokuyorlar ilk defa ve bu sokulmayla birlikte de devletin belli kurumlarının bir karşı duruşu ve ideolojik tavırlara karşı kendilerini korumaya almak gibi bir refleksi gelişiyor. Bu tarihten itibaren başladığımızda hem PKK belası hem de bu tip radikal, devletin belli kurumlarına göre radikal olan bu tip söylemlerle Meclise girenlerin önünün kesilmesiyle ilgili bir sürü iş ve işgaller oluşuyor. Bunlara baktığımız zaman, biraz önce size de sorulan, bu Kürt aydınlarının öldürülmesi, iş adamlarının öldürülmesi, üniversite hocalarının öldürülmesi, bununla ilgili gazetecilerin öldürülmeleri, sağdan soldan kimi seçmişlerse onunla ilgili Türkiye’de, tabiri caizse, belli kurumlar, ister bunun adına JİTEM deyin ister kontrgerilla deyin, ne ise, nasıl isimlendiriliyorsa böyle bir temizlik harekâtının olduğu maalesef bu ülkede yaşanarak hep birlikte geldik. Bunun hem devlet olarak bedelini ödedik hem de millet olarak bizler ödedik. Biz 80’de öğrenciydik, 71’de öğrenciydik ama bu, bir neslin de, tabiri caizse, telef olmasına, bir neslin yok olmasına çok büyük ızdıraplar; aile, iş ve insanların zulüm görmesine, evlerinin ve yuvalarının dağılmasına sebep oldu. Bu yüzden, böyle bir sıkıntısı hem iktidarların hem de milletin başının belası oldu. 

Siz de söylerken Sayın Başbakanım, dediniz ki: “251 milyar TL’lik bir kayıp oldu bu dönemde.” O, iki yıllık bir kayıpsa eğer Türkiye zaten ondan sonraki dönemde çok büyük bir batağa saplandı ve tek bir sente muhtaç bir ülke hâline dönüştü ve bunların hepsinin sebebine de karşılıklı baktığımızda; aslında bir görünen 
yüzü var darbelerin, bir de görünemeyen tarafı var. Görünen yüzünde, işte, Doğru Yol Partisinin parçalanması, Refah Partisinin irticai faaliyetleri, devletin kendisine göre tedbirler almasından; görünmeyen yüzüne de baktığınız zaman, bu ekonomik kayıpları Türkiye’nin çok daha başının belası hâline gelmiş. Yani tabiri caizse, bağımsız bir ülke iken bağımlı bir ülke hâline gelerek, ekonomik olarak hem dışarıdaki güçlü ülkelerden borç almak gibi bir sıkıntıya da düşmüş, alamamak gibi bir sıkıntıya da düşmüş. Bunların hepsine baktığımız zaman, 
bu yaşadığımız şeylerden bir de ders çıkartmamız ve Türkiye’nin geleceğiyle ilgili bir perspektif geliştirmemiz gerekir. Bu Komisyonumuzun da hem 60’tan başlayarak, 28 Şubat ve 27 Nisan dâhil olmak üzere, bir daha bunların olmaması için gayretlerimiz var. Bu gayretler içerisinde de sizin gibi, devlete hizmet etmiş büyükleri de dinleyerek, tabiri caizse, gelecek nesillere bir doküman hazırlamak ve bu gelecek nesillere de bir ışık tutmak istiyoruz. 

Bu noktalarına baktığımız zaman da son 28 Şubat dönemiyle ilgili bize Sayın Başbakan, özellikle sizinle ilgili, bunun adına ne derseniz deyin, “Refah Partisiyle olan koalisyonunuzu bozmak”, “Doğru Yol Partisinin içini boşaltmak” yani ama bununla ilgili en yakın çalışma arkadaşlarınıza baktığımız zaman Refahyol 
Hükûmetinin kurulmasına, sizinle birlikte büyük önem veren bunun olmasına gayret gösteren Yalım Erez, yıkılmasında da kurulması kadar bir gayret göstermiş. Burada diyor ki Sayın Yalım Erez: “Ben, Sayın Çiller’le görüştüm, örtülü ödenek işlerini konuştum kendisiyle.” Doğru Yol Partisinin milletvekilleri nin üzerinde de etkili olmuş bu görüşme. Örtülü ödeneklerin, yurt içinde ve yurt dışında gayrimeşru olarak girişimlerde kullanıldığı şeklinde sizinle görüşmüş. Bununla ilgili, sizin, örtülü ödeneklerini mal edinmek diyerek gayrimenkul, içeride ve dışarıda edinmekle ilgili sizinle görüştüğünü; bunları da, sizden ayrılmasında bir gerekçe olarak gösteriyor. Bu, gerçekten bu gayrimenkul edinmişleri, siz belki cevaplandırdınız ama bir kısmını, bunu tekrar cevaplandırırsanız memnun olurum. 

Bir de efendim, hükûmetin istifaya zorlanmasında, özellikle bu, “Bir Asker, Bir Diplomat” kitabında Güven Erkaya değişik şeylerden bahsediyor. Burada, özellikle diyor ki: “Doğru Yol Partisi, bizim bu yapmış olduğumuz sıkıştırmalardan ve korkutmalardan etkilendi, bizim de zaten hedeflediğimiz buydu. Bir ihtilal yapmak, bir darbe yapmak düşüncesinde değildik. Çörekçi Paşa’yla birlikte, Çevik Bir’le biz bir araya geldik Genelkurmay Başkanlığında. Bundan Genelkurmay Başkanı Karadayı’nın da bilgisi vardı. Bunlarla ilgili 
görüşmelerimiz oldu. Karadayı’ya da söyledim, o da bu görüşlerimizi bizimle paylaştı.” şeklinde söylüyor. Buradan baktığımız zaman, hükûmeti istifaya zorlayan oluşumlar arasında, asker, sermaye, basın , STK’lar, bu “beşli çete” diye o zamanlar basında yer alan mafya bağlantısı hakkında sizde nasıl bir düşünce oluştu? Medya patronları, hangi özelleştirmelerden, sizden pay talep ettiler, bunun rant olarak karşılığı neydi? Bunların, doğrusu, sizin partinizin ve iktidarınızın yıkılmasında da belki kamuoyu açısından çok büyük tesirleri oldu. 

Bir de efendim, “Demokrasi uğruna, bu ülke irticaya teslim edilemez.” diyordu asker, bunları yazdırıyorlardı, basında manşet yaptılar. Siz de buna karşılık “Laikliğin teminatı benim.” dediniz. Ama Güven Erkaya diyor ki : “Özde değil sözde, siz, savunuyorsunuz. Onun için de gereğini yapmıyorsunuz.” gibi size bir 
suçlama söylüyor. Hâlbuki terör, sizin zamanınızda en az seviyeye indirilmiş ve başarılı da bir, o zaman hükûmet etme anlayışınız oluşmuştu. O zaman askerlerle aranız iyiyken, nasıl oldu da askerler size karşı böyle bir tavır 
sergileme durumuna geldiler? 

Bir de, bu Cengiz Bey sordu, bu irtica tehdidi nasıl oldu da… Yani irtica neticede içeride olan bir faaliyettir varsa ki bununla ilgili devletin birimleri var, adli kuvvetleri var, idari kuvvetleri var bununla ilgili, suç işleyen karşılığını, cezasını çeker. Nasıl oldu da irtica Türkiye’nin dış tehdidine karşı öne geçti, PKK’nın önüne geçti? Bunun öne geçmesinde size iletilen bilgiler var mıydı? Bu, yoksa askerlerin bir kurgusundan ibaret miydi? 

Doğru Yol ve Refah Partisinden oluşan bu Hükûmetin yıkılmasının bir enstrümanımı mı oldu? Bunlarla ilgili de görüşlerinizi bizimle paylaşırsanız… 
Ben tekrar teşekkür ediyorum. 
TANSU ÇİLLER – Teşekkür ederim Sayın Karayel. 
Evet, ilk önce bu 251 milyar TL… Yani bu gösteriyor ki her darbenin aslında asıl bedeli… Evet, işte, yok, şu hedef oldu, bu hedef oldu, Çiller’e gitti, Doğru Yol Partisi parçalandı, Refahyol çökertildi, hükûmet gitti; sonuçta Refah Partisi kapatıldı, sonuçta belediye başkanları görevden alınıldı, hapse gönderildi vesaire. Bütün bunlar, bu sonuçlar, bunlar kişisel sonuçlar bir yerde, siyasi de sonuçta. Ama asıl bedeli millet ödüyor. Yani burada gördüğümüz şey, bunun asıl bedelinin milletçe ödendiği. Biz bunu başta çok daha az hesap etmiştik, 65 
civarı hesap etmiştik ama 251 milyar TL olarak ortaya konuyor, 2 milyon da kişi işsiz kalıyor. 
YAŞAR KARAYEL (Kayseri) - Bu iki yılda olan bir zarar mı Sayın Başbakan? 
TANSU ÇİLLER – Bu, 2001 krizinin Türkiye’ye zararı yani topyekûn, topyekûn krizin değerlendirilmesi. O, 2001 krizine giden sürecin aslında tohumları 28 Şubatta ekiliyor ve netice itibarıyla Sayın Ecevit gerçekten hiç kimseye hiçbir şey vermiyor. Yani Sayın Ecevit’in kendisi fiilî olarak bu işin içinde değil ama Ecevit döneminde de bu rant meselesi çok büyük ölçüde devam ediyor ve bana göre, işte, 29 Şubatın süreç olması da buradan kaynaklanıyor. Ve sonuçta, bunun bütün bir mali portresi çıkıyor ve millet bu bedeli ödüyor, millet ödüyor yani 
bunun için. Burada, bakılacak olursa eğer çok ciddi sonuçları var bunun yani 1997 yılında bıraktığınız Türkiye’ye bakıyorsunuz… Mesela, bir şey söyleyeyim size, millî gelirin oranı olarak söyleyeyim, iç borçlar, dış borçlar, millî gelir oranı olarak: Siz bırakıyorsunuz iç borçları yüzde 28’de, gayrisafiye oran olarak yüzde 14’te bırakıyorsunuz, yüzde 68’e çıkıyor, yüzde 14’ten yüzde 68’e; oran olarak söylüyorum. Yani her ülke, büyüdükçe nominal olarak borç seviyeleri büyür ama millî gelire olan oranı olarak baktığınız zaman, bu ciddi bir kötüleşmeyi gündeme getiriyor. 

Bütün bunu, bütçe açıklarında da görmek mümkün, her şeyde görmek mümkün. Borç faizlerinde de çok görmek mümkün. Tekrar faizler çok yükseliyor yani Refahyol’un bıraktığı dönemin çok üstüne çıkıyor tekrar. 

Ve Netice itibarıyla, çok büyük bir maliyet milletçe ödeniyor. Bence, her darbenin en çok öne çıkarılması gerekli olan noktası da bu. Darbenin maliyetleri gerçekten millete çıkıyor. Bunu görmek lazım. 

Bunun gelecek nesillere doküman olması da bu açıdan da çok önemli. Yani gelecek nesiller hem bu nüans farklarını hem bu ezber bozan noktaları görebilmeli hem nasıl işlediğini görebilmeli hem de, aynı zamanda, maliyetin gerçekte millete çıktığını görebilmeli. 

Şimdi, Sayın Yalım Erez… 

YAŞAR KARAYEL (Kayseri) - Efendim, oraya geçmeden bir şey arz edebilir miyim? Oraya baktığınız zaman, bu 251 milyar TL’nin kaybının karşılığında bir kazananın olması gerekiyor. Vatandaş fakirleşti, cebine giren bir şey yok, o para da kayboldu. Kime gitti, bu paraya ne oldu? 
TANSU ÇİLLER – İşte, kaybolan, buharlaşan, bankalardaki “Bunlar, bunlar.” diye ifade edildi bunların hepsi. Her bir bankanın ne kadar maliyet geçirdiğini yani buharlaşan, yok olan ve belli kesimlere aktarılan rantlar olarak çıktı ortaya. Zaten ekonomide aldığınız her kararda, işte, bunu görmek çok önemli yani birinden bir yere kaynak aktarımı oluyor. Bütün bunların araştırmaları epeyce yapıldı, hatta banka bazında yapıldı; bunlara bakmak mümkün. 

Şimdi, İkincisi… 

YAŞAR KARAYEL (Kayseri) - Örtülü ödeneklerin kullanılması… 
TANSU ÇİLLER – Evet, evet. 
Şimdi, bu arada bir de Kürt aydınları, kontrgerilla vesaire var. 
Kürt aydınları meselesi var, kontrgerilla meselesi var. Ben de Başbakan olduğum zaman bunu sordum, JİTEM’i sordum. “Nedir bu? Yani birtakım şeyler söyleniyor. Nedir bu, neyin nesidir bu?” Genelkurmaya sordum, Teoman Koman’a sordum doğrudan doğruya 3. Jandarmanın başında olduğu için ona sordum, Sayın Cumhurbaşkanına sordum, “Yok böyle bir şeyler.” dedi. Yani ben, netice itibarıyla bir ekonomi profesörüydüm ve çok idealist giriyorum olayın içine. Birtakım şeyleri öğreneceksiniz yani. Nereden öğreneceksiniz? Buradan 
öğreneceksiniz, başka nereden öğreneceksiniz. Dolayısıyla, ne var ne yok… Ne vardı? Bugün hâlen davalarda bence yani bizim tek başına bunu çözememiş olmamızın bir büyük eksiklik olarak görülmesi de doğru değil. 

Çünkü hâlâ, bakın, onca davada hâlâ çözemedik neyin tam olarak ne olduğunu. 


18. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,

***

28 ŞUBAT TAN BUGÜNE BAKMAK BÖLÜM 16

28 ŞUBAT TAN BUGÜNE BAKMAK BÖLÜM 16



Görev zararlarından fazlaca bahsetmedik, kamu bankalarının görev zararlarından. Kamu finanse ediyor, hazine aracılığıyla bankaları, kamu bankalarını finanse ediyor. Bununla ilgili düşünceleriniz nelerdir? 
Kamu bankalarının görev zararlarıyla ilgili düşünceleriniz nelerdir? 

 Son Sorum da: Uluslararası baskılara yönelik, Albright konuşmanız arasında geçti fakat kısa geçti. Çünkü Albright’la birlikte Türkiye’ye yönelik dış siyasetin değiştiğinden bahsettiniz. Yanlış anlamadıysam şayet… 
TANSU ÇİLLER – Düzelteyim mi onu? 
CENGİZ YAVİLİOĞLU (Erzurum) – Tabii, tabii çünkü orayı tam şey yapamadım. Yani “Asker bağlantılı bir Türkiye, Amerika’dan bakışa farklı bir değerlendirme mi getirir?” diye… 
TANSU ÇİLLER – Hayır. Warren Christopher ondan önce Dışişleri Bakanıydı, Secretary of State’di. Onun yerine Albright geldi ocak ayında. Warren Christopher biraz daha konuşmalarında -bunlar nüans, benim algılamalarımı söylüyorum- laiklik yönündeki vurgusunu çok önemsiyordu. 
Ben de önemsiyordum ama bu çok ince bir nüanstı. Demokrasiyle laiklik arasında bir balans gündeme geldiği zaman konuşmalarda, demokrasinin  üzerine vurgu yapan Albright’tı ama bunu temin eden Clinton’dı. Yani benim hep gözümün önünde olan şey, Clinton gerçekten demokrasi doğrultusunda ağırlık koyuyordu ama tekrar ediyorum, burada ihtilalin olmayışı meselesinin, geleneksel tanklı, tüfekli bir ihtilalin veya darbenin olmayacağı doğrultusunda algılayarak bu sonuca varabilirsiniz. Onun ötesinde olanlar yani bu süreçte olanlar, Amerika’nın bilgisi dâhilinde miydi, değil miydi; onlar hakkında bir şey söylemiyorum. Yani mesele bundan ibaret. 
CENGİZ YAVİLİOĞLU (Erzurum) – 28 Şubata altyapı oluşturduğu iddia edilen kriptodan bahsediliyor, Sayın Erbakan’a ait, verilmiş olan kriptodan. Bununla ilgili bir bilginiz var mı? 
Teşekkür ediyorum. 
TANSU ÇİLLER – Kriptonun içeriğinde ne vardı? Verilen birkaç kripto var da, hangisini söylüyorsunuz? 
İDRİS ŞAHİN (Çankırı) – Sayın Başbakanım, bu kripto, Dışişlerine gelen bir kripto, pardon, Dışişlerinde olduğu iddia edilen. Amerika’nın Türkiye ve çevresindeki bir kısım büyükelçiliklerine gönderdiği bir kriptodan bahsediliyor. Türkiye’deki Refahyol İktidarının behemehal uzaklaştırılması gerektiği noktasındaki bir kripto. 
TANSU ÇİLLER – Şimdi, değerli arkadaşımız şunu söyledi, Sayın Yavilioğlu, dedi ki… Yani diyorsunuz ya, “Bu özelleştirme vardı, vesaire, bundan iştahlanan birtakım kartel medyası vardı ama aslında bakıyoruz, o özelleştirmeyi de fazla yapamamıştınız Refahyol’dan önce veya Refahyol sürecinde.” 
Şimdi, şöyle söylemek lazım: Ben doğrusu rahmetli Özal’ın yaptığı tarzda bir özelleştirmeden yanayım çünkü o günkü kavramda, özellikle Reagan ve Thatcher’ın ortaya koymuş olduğu büyük çerçeve, son derece geçerli bir iktisadi modeli o gündeme getiriyordu ve çok büyük zararlar vardı kamu iktisadi teşekküllerinde, yönetim son derece kötüydü ve bizim bu doğrultuda bir kamu açığını düzeltme imkânımız gerçekten yoktu. Kamu açığı düzelmedikçe de, hepimizin bildiği gibi, çok ciddi enflasyonla karşı karşıya kalıyorduk çünkü artık 
para politikaları geçerli değildi, mali politikalar geçerliydi. Yani para her taraftan geliyor, çeşitli şekillerde geliyor, euro ortaya çıkmaya çalışmış. Para geliyor, gidiyor, sizin mali disiplininiz önemli. Para politikaları sizin paranızla öbür paralar birleştiği için etkinliğini kaybediyor, dolayısıyla maliye politikaları öne çıkıyor. 

Şimdi, maliye politikalarına bakıldığı zaman, maliye politikalarında çok ciddi sıkıntı vardı. Biz gördüğümüz zaman ilk şey, kamu açıkları, kamu kesimi borçlanma gereğini yüzde 8’lere yakın devraldık biz. Zaten Sayın Özal buna hep işaret etmiştir, merhum Özal yani son dönemimizde kriz geliyordu çünkü “Ben 
hastalandıktan sonra olaya el koyamıyorum, koyamadım.” diye bizzat söylediği laflar vardı. 

Biz krizi elimizde bulduk. Çok da geniş bir, sıkıntılı, kamu borçlanma gereğiyle karşı karşıyayız. Şimdi, bu kamu borçlanma gereğini düşürmek için özelleştirmeye çok büyük önem verdim ben. Hatta bir proje attık ortaya, İngiltere’den sonra ilk Türkiye’ydi, PTT’nin özelleştirilmesi meselesiydi. PTT’nin özelleştirilmesi eğer kabul görseydi yani o zamanki ortağımız SHP’nin içindeki birtakım milletvekilleri bunu Anavatan Partisiyle birlikte Anayasa Mahkemesine götürmeseydi yani sizin ortağınız, sizin çıkardığınız kanunu Anayasa Mahkemesine götürüyor dolayısıyla, bu durdurulmasaydı belki Türkiye bütün borçlarını silecekti, enflasyon bir anda düşecekti ve Türkiye apayrı bir döneme girecekti. Bunun arkasında çok durdum. 
Yalnız, koalisyonun iki ortağı yani Doğru Yol Partisi ve SHP, o görüşleri tamamen zıt olan iki partiydi. SHP özelleştirmeden yana değildi. Doğru Yol Partisi de son derece etkin biçimde özelleştirme istiyordu. Ama yapılabilen özelleştirme, özellikle çimento sanayisi, basına giden şeylerdi ve bütün bunlar herkesin iştahını kabartıyordu ve vermediğiniz zaman, belirli bir biçimde bunun önüne set çektiğiniz zaman, işte, “Bu monopol hâline gelir, şu olur, bu olur.” diye durdurduğunuz zaman da çok büyük kampanyalar gündeme geliyordu. 
Anlatabiliyor muyum bunu? Dolayısıyla özelleştirme gerçekten asgari düzeyde kaldı. Refahyol düzeyinde de çok büyük bir atılım yapamadık maalesef ama bu, o doğrultuda iştahların kabartılmadığı ve bunun yapılmak istendiği meselesini değiştirmiyor. Anlatabiliyor muyum? Bunu görüyorsunuz. 

Yani burada mesela bir iş adamı ve bütün basın kurumlarına sahip, çok büyük bir monopol. “Demek ki Batı dünyasında da olur.” deniyor ama orada bu doğrultuda yapılan özelleştirme yok. Eğer bunu yapmak istiyorsanız ve buradaki baskılarla muhatap olacağınızı görüyorsanız burada bir engel var. Anlatabiliyor muyum? 
Ama kısaca söylemek gerekirse, evet, özelleştirme yeterli yapılmadı. Koalisyonun bir ortağı nispeten buna karşıydı, ciddi karşıydı. O kadar ki sizin çıkardığınız kanunu Anavatan Partisiyle birlikte alıp Anayasa Mahkemesine götürüyordu ve bozduruyordu. Bu oldu, yaşandı. Bu bir. 
AHMET TOPTAŞ (Afyonkarahisar) – Anayasa Mahkemesi ne yaptı efendim? 
TANSU ÇİLLER – Anayasa Mahkemesi de bozdu bunu, yürütmeyi durdurdu ve Türkiye'nin yüzyıl içinde gelip de kaçırdığı en önemli fırsatlardan biridir değerli arkadaşlar. Çünkü bütün borçlarını, iç ve dış borçlarını sıfırlayacak bir olaydı. Sonra sattık, son derece ucuza sattık. Türkiye'nin ne iç borcunun ne dış 
borcunun hiçbirinin kovuğuna gitmedi yani kaçırılan çok önemli fırsatlardan biridir çünkü dünyada ikinci olacaktık bunu yapabilseydik. 

Evet, şimdi, dolayısıyla Sayın Yavilioğlu’nun ortaya koyduğu tespit doğru. Yeterince özelleştirme yapılmamıştır ama bu, bu tespiti yapmayı engellemiyor yani medya bu konuda iştahlı olabiliyor ve çeşitli konularda da, bu böyle olduğu için, bunun sakıncalarını ortaya koyan bir farkındalığa bir başbakan erişebiliyor. 
Anlatabiliyor muyum? 

Şimdi, Başbakanlık Takip Koordinasyon Kurulu ne yaptı? Vallahi ben doğrusu, Batı Çalışma Grubu önüme geldiğinde “Bunu kamuoyuna açıklayalım.” dedim, bunun öncülüğünü yaptım ama bunun çalışmalarını biliyorum, çok önemli olduğunu da biliyorum ama içeriği hakkında benim önüme gelmiş bir şey olmadı. 
BAŞKAN – O çalışmalar sizden sonra da devam etti. Mesut Yılmaz döneminde zaten çalışmaların icrai faaliyetleri sizin döneminizde yapılmadı. 
TANSU ÇİLLER – Belki onun için bilemiyorum. 
BAŞKAN – İcrai işlemleri çok sonra devam etti. 
CENGİZ YAVİLİOĞLU (Erzurum) – Ekonomiyle alakalı başka bir sorum daha vardı. 
TANSU ÇİLLER – Ekonomi idaresiyle ilgili miydi? Bir daha somutlaştırırsanız… Burada birkaç sual daha var benim önümde ama sizin duymak istediğiniz nedir? 
CENGİZ YAVİLİOĞLU (Erzurum) – İç borçlanmanın, reel faiz oranlarının yüksekliği… 
TANSU ÇİLLER – Tabii, tabii, o çok önemli. Bu sizin söylediğiniz şey hayati çünkü mesele de oydu zaten. Faizler son derece yüksek oluyor, böyle bir ortamda çok büyük rant aktarıyorsunuz. O rantı… 
CENGİZ YAVİLİOĞLU (Erzurum) – Bunu isteyen sermaye kesimi var mıydı sizden? Yani esas şey o muydu? 
TANSU ÇİLLER – Vardı, bunu isteyen genel bir finans kesimi vardı çünkü o yüksek faizlerle bütün paralarını bir biçimde tahvillere yatırıyorlardı, devlet tahvillerine yatırıyorlardı ve oradan çok ciddi rantlar aktarılıyordu, çok yüksek olan rantları aktarıyorlardı. “Fon aktarma maliyeti” teknik olarak kullanılır, söz budur. Fon aktarma maliyeti son derece yüksekti Türkiye’de yani mevduata yatırıyorsunuz, diyelim ki mevduat yüzde 10 alıyor ama krediye geldiği zaman yüzde 30, yüzde 40’a çıkmış fon aktarma maliyeti. Bu fon aktarma maliyeti 
tabii faizleri belirliyor. Faizler bu durumda çok yüksek oluyor. Bu yüksekliği indirebilmek için yapacağınız şeylerden bir tanesi fon aktarma maliyetini düşürmek, ikincisi de sıkılaştırma yani kamunun borçlanarak devamlı para çektiği zaman piyasadan… Niye çekiyor? İşte, açıkları var, kamu açıkları var, KİT’lerin açıkları var, çektikçe ne oluyor? Dışarıda para kalmıyor ve bu para kalmayınca da faizler yükseliyor. Dolayısıyla hem havuz sistemini 
istemezsiniz böyle bir durumda, değil mi? Çünkü topladığınız zaman o parayı, dışarıda kalan para azalıyor. 
Azalınca ne oluyor? Onun faizi yukarı çıkıyor. Dolayısıyla ne havuzu istersiniz ne fonların denetim altına alınmasını istersiniz, faizlerin yükselmesini de isteyen de her zaman bir kesim vardır. 
CENGİZ YAVİLİOĞLU (Erzurum) – Sayın Başbakan, bu muhataplık konusu… Yani siz öncelikli muhatabın kendiniz olduğunuzu söylüyorsunuz ama medya, öne çıkarılan haberler, işte brifingler, alınan karar, 28 Şubat kararı vesaire bunlarda… 
TANSU ÇİLLER – Evet, onu açmak isterim. 
CENGİZ YAVİLİOĞLU (Erzurum) – Yani sizin teziniz tamamen bunun üzerine kurulu. 
BAŞKAN – Aslında en başında da biraz sunumunda da ifade etti. “Savcının önüme koyduğu belgelerle buna biraz daha emin oldum.” şeklinde. 
TANSU ÇİLLER – Ben bütün bunların nedenlerini izah ettim ama ayrıca Sayın Yavilioğlu’nun değindiği çok önemli bir şey var. Buna Mehmet Barlas da değinmiş zamanında. Şimdi, niye Çiller hedefte? Çiller’in hedefte olmasının bir sürü nedeni var yani niye Doğru Yol Partisi seçiliyor parçalanmak için, anlattım: Gümrük Birliği, biz medyadan daha çok etkileniyoruz, vesaire, vesaire ama niye bu birdenbire Refahyol döneminde ortaya çıktı bu kadar büyük boyutta? Niye koca koca imzalarla, bununla, tutanaklarla bir hedef biçilerek andıç şeklinde, işte, “Bunu götürün.” dendi? Bu, tabii, Refah Partisini götürmek için yani dolaylı olarak da olsa hedefte olan Refah Partisi aynı zamanda, buna hiç şüphe yok. 
Hatta Mehmet Barlas bir konuşmasını gelip bana anlattı rahmetliyle ilgili. Rahmetli demiş ki aslında: “Aman, Çiller çok yükseltmesin gerginliği, yükseltiyor. Biz gerginliği aşağı düşürmek istiyoruz. Hatta bu nedenle 
bizi seviyorlar yani beni Türk Silahlı Kuvvetleri seviyor ama Çiller’i sevmiyor.” Mehmet Barlas da demiş ki: “Sayın Hocam, o sizi iktidar yaptığı için sevmiyor lar.” Yani anlatabiliyor muyum? Evet, hedefte Çiller var ama Refah Partisini iktidara taşıdığı için, o koalisyonda Refah Partisi olduğu için bunun çok büyük bir ehemmiyeti var yani dolaylı olarak birisine bir vergiyi koyarsınız, vergi ona konur ama o onu –“insidence” derler buna- pat diye zıplatır, bir başkasının üstüne getirir. Olay bu. 
İDRİS ŞAHİN (Çankırı) – Sayın Başbakan, bu konuda Cengiz Bey’i tamamlamak adına, aynı beyanları “beşli çete” olarak kendilerini tabir eden ekibin içerisinden iki üç tane de sivil toplum örgütü lideri bunu söylemişti. 
“Asıl, bizim Erbakan Hoca’yla çok fazla bir meselemiz yok ama Tansu Çiller’e karşı ciddi anlamda bir duruşumuz vardır.” diye, onu da burada ifade edelim. 
TANSU ÇİLLER – Yani bunların hepsi, aslında işin ilginç tarafıdır ki ben siyasete girdiğimde bizi çok isteyen, alkışlayan kesimler olmuştur ama dediğim gibi, bir ekonomik krizi kucağımızda bulduk. Bunu aşmak için bir tercih yapmak lazımdı. “KOBİ”ler mesela, “Anadolu sermayesi”, “Anadolu aslanları”, bunların hepsi bizim çıkardığımız kavramlardır. 
BAŞKAN – Teşekkürler. 
Enver Yılmaz Bey, buyurun. 

17. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,

***

28 ŞUBAT TAN BUGÜNE BAKMAK BÖLÜM 15

28 ŞUBAT TAN BUGÜNE BAKMAK BÖLÜM 15



İDRİS ŞAHİN (Çankırı) – Camiayı isimlendirebilir misiniz Sayın Başbakan? 
TANSU ÇİLLER – Efendim? 
İDRİS ŞAHİN (Çankırı) – “Camia” dediniz de… Çok geniş bir gruptur. 
TANSU ÇİLLER – Sanayicilerin gümrüklerin indirilmesinden… Tabii, gümrüklerin indirilmesi demek, siz rekabete açıyorsunuz, başka ucuz markalar çok daha kaliteli, giriyor; siz onlarla rekabet etmek mecburiyetinde kalıyorsunuz. Bu sektörde rekabete mecbur kalan bütün üreticiler… 
FEYZULLAH KIYIKLIK (İstanbul) – Şöyle bir şey olduğu söyleniyor… 
TANSU ÇİLLER – Dolayısıyla, aynı malı bedelsiz ithal ettirdim. 
FEYZULLAH KIYIKLIK (İstanbul) – TOFAŞ, ve Renault, Türkiye’de yerli üretim yapan ve orada askere karşı sizin tutumunuz belli olduğu için, Koç vasıtasıyla sizin uyarıldığınız… 
TANSU ÇİLLER – Hayır. Koç vasıtasıyla Türk Silahlı Kuvvetleri kanalıyla uyarılmadım ama bütün bu sektörler, hepsi birlikte benden teşvik istediler, nakit teşvikler. Ben de o sırada nakit teşvikleri kaldırıyordum. Yani bana 95 seçimlerinde konan rezistans buradan başlıyor, onu anlatmaya çalıştım yani 95 seçimlerine girerken Doğru Yol Partisi daha az istenen, daha az tercih edilen bir noktadaydı. Bunun büyük nedeni, bu Gümrük Birliğine girilmiş olması, rekabet olmuş, bütün fiyatlar düşmüş, onunla rekabet etmek durumunda, bir rant ekonomisi var, o eriyor. Onun karşılığında nakit teşvikleri istiyorlar, onu da kaldırmışım nakit teşvikleri “Olmaz.” diye. Bir de fonlar var, onları da bütçe denetimine almışım. E, bir de “kartel medya”, “özelleştirme” diyorum, o kartel medyaya da “kartel medya” lafını kullanıyorum. Dolayısıyla, o dönemde daha sonra da bedelsiz ithalat Refahyol döneminde çıktı. Bunlar bence benim tek başıma yaptıklarım ama bu, bedelsiz ithalat da Refahyol döneminde. 
Orada da bir rezistans oldu, doğrudur. 
Netice itibarıyla… 
MEHMET ŞEKER (Gaziantep) – SHP İktidarı döneminde değil mi? SHP-Doğru Yol… 
TANSU ÇİLLER – Evet, SHP-Doğru Yol… 
MEHMET ŞEKER (Gaziantep) – Evet, o dönemde, Gümrük Birliği o dönem, Refahyol’da sadece… 
FEYZULLAH KIYIKLIK (İstanbul) – Havuz ve… 
TANSU ÇİLLER – Havuz ve bedelsiz ithalat. 
Havuz konusunda yine etkin olan bakanlık -bunu da ifade etmek durumundayım- Hazineydi, Hazine de bize bağlıydı. Yalnız, şunu söyleyeyim ki çok iyi çalıştık Refah Partisiyle yani iyi bir görüş alışverişi oldu o konuda. Çok iyi bir teknik çalışma yaptık birlikte. Uygulayan Bakanlık bizim Bakanlığımızdı yani Refahyol’un Hazine Bakanıydı, biz uyguladık onu ama iyi bir çalışmaydı ve bence de sonuç alan bir çalışmaydı. 
Şimdi, her hafta toplanıp gündem oluşturuyorlardı “medya” diye bir gazete… 
FEYZULLAH KIYIKLIK (İstanbul) – Gündemi oluşturmuyorlardı, gündemi belirliyorlardı. 
TANSU ÇİLLER – Onu bilmiyorum ama bildiğim bir şey var… 
BAŞKAN – Komisyonumuzda şöyle bir şey oldu Sayın Başbakan, Komisyonumuz da Dinç Bilgin’in dinlenmesi esnasında: “Biz Gümrük Birliğine taraftardık, dolayısıyla bu çerçevede de siyaseten Doğru Yol Partisini destekliyorduk.” 
TANSU ÇİLLER – Kim diyor bunu? 
BAŞKAN – Dinç Bilgin. 
“Aydın Doğan da yani Sabah Grubu olarak -durumlarını, siyaset karşısındaki pozisyonlarını açıklarken- onlar da Gümrük Birliğine karşıydılar, dolayısıyla Tansu Çiller’e de siyaseten karşıydılar. Aradan geçen zaman içerisinde biz bu konuda hemfikir olduk ve belli yerlerde, hatta Beyti Lokantasında -bu başka tanıklar kanalıyla Komisyonumuzda ifade edildi- Beyti’de buluşuyorduk, genel yayın yönetmenleri de her hafta hangi manşetleri atacağımıza ortaklaşa karar veriyorduk.” dediler. Ama aslında aynı hedefe doğru bir tutum aldıkları, zaman 
içerisinde tüm medyanın, sizin kastettiğiniz gibi… Aydın Doğan da Komisyonda aslında Sultanahmet mitinginde onları direkt hedef gösterdiğinizi, dolayısıyla aslında “Biz birtakım yolsuzlukları ortaya çıkardığımız için de bu yönde öfke olmuştu ve siyaseten aslında biz desteklemek veya desteklememek gibi bir yerde değildik.” dedi Aydın Doğan “hiçbir gün” ifadesine karşılık olarak. “Biz sadece hedef gösterilmiştik, bütün faaliyetlerimiz. Bunlar nedendi? Kendisi hakkında yaptığımız ve doğru olduğuna inandığımız haberlerdi yani basın açısından durum buydu.” dedi. Sizin tarafınızdan cevaplandırılması açısından teyiden… 
TANSU ÇİLLER – Peki, o zaman daha net… 
BAŞKAN – Sizin bilmediğiniz ama onların Komisyonumuzda söylediği şeyleri ben hatırlattım. 
TANSU ÇİLLER – Şimdi, Dinç Bilgin’in başta, söylediği gibi, Gümrük Birliğini desteklediği doğrudur ancak Refahyol döneminde bu banka meselesi ortaya çıktı. Ondan önce de çıkmıştı. Ben hep bir dost olarak Sayın Bilgin’e dedim ki: “Bu banka işine girmeyin. Biz vermedik izni ama girmeyin.” Hatta kendisi daha sonra bana “Haklıymışsın, keşke girmeseydik.” dedi. Bu izni biz vermedik, yollarımız da ayrıldı ama Dinç Bilgin’in Gümrük Birliği faslında bu tarafta olduğu yani Gümrük Birliğinden yana olduğu bir gerçektir. Ama daha sonra bu 
şekilde ayrıldı yollarımız. Benim söylediğim, bu Gümrük Birliği olayının sanayi kesimindeki etkisi genel bir etkiydi yani bu etkiye ve bu bütünleşmeye birtakım sanayiler karşı çıkıyorlardı, hatta birtakım şayialar da vardı, işte, “Bunlar birtakım gazeteler üzerinde etkin oluyorlar.” şeklinde. Yalnız bir şeyi biz görüyorduk, ben beraber grup toplantısı yaptılar, her hafta karar aldılar, onu bilmiyorum ama bazı haberler bütün gazetelerde aynı çıkıyordu. Bu tabii çok dikkat çekici bir şeydi benim açımdan. Farkındaydım ben onun yani benim bir farkındalık düzeyim vardı ama ben bunun bir karar çerçevesinde olup olmadığını bilemem. 
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz. 
Sayın Başbakan, zaman zaman hepimiz arada bir çıkıp giriyoruz. Siz hiç kalkmadınız. Eğer kısa bir ara vermek isterseniz buna uygun davranalım. 
TANSU ÇİLLER – Yok, hayır. 
BAŞKAN – Şimdi, şu andan itibaren 3 milletvekilimizin soruları var. 
TANSU ÇİLLER – Buyursunlar. 
BAŞKAN – Zaman açısından da, sanıyorum, bizim planladığımız şey, aslında en geç dört gibi bitirmek kendi aramızda planladığımız ama şu ana kadar… 
İDRİS ŞAHİN (Çankırı) – Hedeflediğimizi gerçekleştireceğiz yani. 
BAŞKAN – İnşallah. İlk önce gerçi soru hakkını alanlar bu anlamda çok daha uzun kullanmış oluyorlar, diğerlerine biraz daha belki kısa bir zaman kalacak ama mümkün olduğu kadar tekrara girmeden sorularımız devam ederse memnun olacağım. 
Cengiz Yavilioğlu Bey, daha ziyade, sanıyorum, ekonomik bağlamda soruları olacak ama diğer değerlendirmeler için… 
Buyurun lütfen. 
CENGİZ YAVİLİOĞLU (Erzurum) – Teşekkür ederim. 
Ben de teşekkür ediyorum Sayın Başbakanım. 
Tabii, soruların önemli bir kısmı soruldu fakat ben şu şeye bir vurgu yapmak istiyorum: Şimdi, tabii, siz kendi tespitinizde işin muhatabının büyük oranda kendinizin olduğunu belirttiniz. 
TANSU ÇİLLER – Ben söylemiyorum. Savcının bana gösterdiği belgeyi söylüyorum. 
CENGİZ YAVİLİOĞLU (Erzurum) – Sizin de kanaatiniz o. Yani savcılıktan önce siz de o kanaatte olduğunu söylediniz, sonra savcılık… 
Fakat şöyle bir şey var, acaba bizim şeyimizde bir yanlışlık mı var diye düzeltmek istiyorum: Şimdi, bu 28 Şubat öncesine, kendisine ve sonrasına bakıldığında hem yazılı belgelerde hem de oluşturulan haberlerde 28 Şubatın muhatabının önemli derecede Sayın Erbakan olduğu görülüyor. Mesela Millî Güvenlik Siyaset Belgesi’nin oluşturulmasında, iç tehditlerde öncelikli tehdit niteliğine bürünen “siyasal İslam” kavramı … ve iç tehdit unsuru oluyor, bir. 

İkincisi: Başbakanlık, ondan önce 28 Şubat yani 406 sayılı Millî Güvenlik Kararları’na bakıldığında, işte, laiklik karşıtı okulların, vakıfların olması, sekiz yıllık eğitim, Kuran kursları, tarikatlar -bu başlıklar hâlinde söylüyorum- başörtüsü, hatta kurban derilerine kadar bir siyasal İslam’ın var olmasını ve olgunlaşmasının sürekliliğini sağlayacak unsurlardan bahsediliyor 406 sayılı 28 Şubat Kararları’nda. Akabinde… Bundan hiç bahsedilmedi Sayın Başbakan, Başbakanlık Uygulamayı Takip Koordinasyon Kurulundan bahsedilmedi. 

Şimdi, “Sivil Batı Çalışma Grubu” olarak da adlandırdı Başbakanlık Uygulamayı Takip Koordinasyon Kurulu. Bunun ilk şeyi 14 Mart 1997 yanlış hatırlamıyorsam. Akabinde Sayın Mesut Yılmaz’ın ve Ecevit’in de birer önergesi var. Bu kesime de yani “siyasal İslam” olarak tanımlanan kesime yönelik ağırlaşarak uygulamaların ve takiplerin olduğu bir belge, bu çok kapsamlı bir şey. Ondan kısaca bahsetmek istiyorum. Bakanlıkların, kamu kuruluşlarının, valiliklerin, kaymakamlıkların görevlendirildiği bir belge. Bu 406 sayılı Kurul Kararları’nda alınan kararların uygulanmasını koordine ve takip etmek amaçlı kuruldu ve orada ciddi fişlemeler 
var. İşte, atılanların gerekçelerini oluşturmalar var, görevden alınanlar, üniversiteler, vakıflar, dernekler, sermayedarlar vesaire bununla ilgili epeyce ilgili bir doküman var. Bununla ilgili bilginiz var mı? 

Birinci sorum şu: Bu yazılı olan kısım, medya da dâhil olmak üzere, yani Millî Güvenlik Siyaset Belgesi, Millî Güvenlik Kurulu Kararı, daha sonra 10 Haziran brifingi, o brifingdeki kararlar, içeriklerini hani tekrar söylemek istemiyorum, hepimiz vâkıfız içeriklerine. İçerikleri tamamen siyasal İslam ve belirli ritüellere sahip olan, anlayışa sahip olan kesim. Böyle bir durum var karşımızda. 

Şimdi, bununla ilgili, muhataplılığın önceliği açısından değerlendirmenizi aynen koruyor musunuz, yoksa bu gördüklerinizi farklı mı değerlendiriyorsunuz? Bu, Başbakanlık Uygulamayı Takip ve Koordinasyon Kurulu hakkında ne dersiniz? Nasıl çalıştı? Hangi bilgiler, size gelen bilgiler var mıydı? Uygulamaları nasıl oldu? Bununla ilgili bilginiz var mı paylaşmak istediğiniz? Çünkü bu, en az Batı Çalışma Grubu kadar önemli bir Kurul. Ciddi işler yaptı o dönemde. 

 Bir başka sorum, tabii, ekonomiyle alakalı. Hiç şüphesiz sizin nakit teşviklerini kısmanız, fonlar üzerinde bir kontrol, bütçe denetimine almanız kontrolü getirdi ve bir de özelleştirmeler. Fakat o dönemin özelleştirmelerine baktığımızda, Sayın Başbakan, o dönemin özelleştirmeleri çok da fazla değil yani genelde dönem özelleştirmeleri ölçek itibarıyla küçük yani ORÜS, SEK, Çimentolar daha çok bunlar yani küçük ölçekli özelleştirmeler. Tutar olarak da, o döneme bakıyorum, elimde şeyleri var, 94’te 412, 95’te 572, 96’da 292 milyon dolarlık bir özelleştirme yapılmış. Ölçeği büyük değil. Ama önemli midir, onu bilmiyorum tabii, görüşmeler nasıl oldu. Ben şunu söylemek istiyorum: Şimdi, burada bir sistem var, oluşturulan sistem. O sistemde kamu sektörü borçlanma ihtiyacı oldukça yüksek. Bu borçlanma ihtiyacı 91’de de, 93’te de yüksek, 99’da bu yüzde 15’lere kadar çıkıyor. Günümüzde yüzde 2’nin altında. Devlet iç borçları yani DİBS’lerin reel faiz oranları 94’te yüzde 20, 95’te yüzde 30, 99’da yüzde 36,8 civarında. Bu da şunun için önemli, bu vermiş olduğum oranlar: Siz hem bu reel borçlanmaların oranlarını düşürüyorsunuz hem de havuz sistemi aracılığıyla, kamuya ait olan kaynakların kullandırılması yani mevduat kredi arasındaki farkı kamuda bırakıyorsunuz bu havuz sistemi vasıtasıyla. Fakat 
diğer taraftan, şu da söz konusu: Faaliyet dışı kârlar. Yani diğer taraftan bakıyoruz, evet, bu faiz oranları var, oldukça yüksek, faiz getirileri yani rantlar oldukça yüksek. Şirketlere bakıyoruz, şirketlerin 99’daki faaliyet dışı kârları yüzde 220’lere kadar neredeyse çıkmış durumda yani öncesinde de bu var bunun. 

Şimdi, orada şu mu acaba daha çok önemli: Yani özelleştirmeler, vesaireler, bunlardan ziyade, bu, reel getirisi yüksek olan kamu kaynaklarının elde edilmesini bir şekilde sağlamak. Bu mudur acaba? Bununla ilgili size telkinler oldu mu? Veya sizden bu sistemi değiştirmeme noktasında talepler oldu mu? 

Bununla ilgili olarak da bir de, bu bankalarda asker kökenli yönetim kurulu üyeleri vardı, sizin döneminizde mi başladı bu? Sizden talepler var mıydı, bu tip talepler? Çünkü bu bankaların bir kısmı da sizden önceki dönemde kurulmuş, sizin döneminizde devam etmiş. O batan bankaların bir kısmından bahsediyorum. Böyle bir şey var mıydı? 

16. CI BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,

***