29 Mayıs 2019 Çarşamba

28 ŞUBAT TAN BUGÜNE BAKMAK BÖLÜM 17

28 ŞUBAT TAN BUGÜNE BAKMAK BÖLÜM 17


ENVER YILMAZ (İstanbul) – Evet, Sayın Başbakan, son çizdiğiniz çerçeveye ilişkin çok kısa bir değerlendirme, ben onu algıladım, size de sormak istiyorum. “Yani o dönemde Doğru Yol Partisinin genel başkanı siz olmasaydınız Sayın Demirel’in tavrı, 28 Şubat sürecine yönelik, böyle olmayacaktı.” diyebilir miyiz? 

TANSU ÇİLLER – Hayır, yani diyemeyiz. Niye diyemeyiz? Hayır hayır, diyemeyiz çünkü mesele, bizimle olduğu için çok daha kolay oldu. Çünkü kamuoyunda “ANAP mı, Doğru Yol Partisi mi?” dendiği zaman milletin bağrında, esnafın gözünde vesaire Doğru Yol Partisi çok daha öndeydi ama etkin gruplar diyelim, 
egemen gruplar diyelim, Doğru Yol Partisini istemez hâle gelmişlerdi. Niye? Gümrük birliği, fonlar, teşvikler, bütün bunlar uygulanmış. “Anadolu sermayesi”, “Kartel medya” demişim. “Kartel medya” kavramını ilk ben kullandım. Yani dolayısıyla, bir çok şey olmuş. Neden ben bunu yapmışım? Durup dururken dostlarıma… Onlar benim dostlarım çoğu. Diyorum ben, Sanayi odalarının baş danışmanıyım, TÜSİAD’ın baş danışmanıyım, Ticaret odalarının baş danışmanıyım, ben bunların hepsini tanıyorum, seviyorum. Yani bir derdim yok, kişisel bir derdim yok. Ama bir tercih bu. Bir krizden çıkaracaksınız, çok kıt kanaat birtakım kaynaklarınız var; bunu çok iyi kullanmak mecburiyetindesiniz. İşsizlik adına çok iyi kullanmak mecburiyetindesiniz. Dolayısıyla, bunları 
KOBİ’lere, bunları esnafa, bunları şuraya yapıyorsunuz. Bir anlamda, bir miktar rekabeti getiriyorsunuz. Bakın, bu rekabet gelmeseydi o dönemde, Türkiye’de bu ihracat patlaması olmazdı. Cari açığın yüzde 300 küsur olan, yüzde 370’leri bulan, millî gelire oranının yüzde 125’idir sadece Avrupa Birliğine olana yüzdesi. Geri, yüzde 1.400, 1.500’e yakın kısmı yani cari açığın Avrupa Birliğinden kaynaklanan bölümünün bütün Asya ülkelerinden olan cari açığa oranı on ikide 1, on üçte 1’dir ve onların da ihracatına, oraya yaptığımız ihracatta da yükselme, o rekabetin Türkiye’de tesis edilmiş olmasındandır, çok dinamiktir bu iş. Ben bunun özel dersini yıllarca vermiş bir kişi olarak bunun ne kadar gerekli olduğunu gördüm Türkiye için. Dolayısıyla, yani bilmiyorum… 

ENVER YILMAZ (İstanbul) – Evet, 1960 yılından itibaren, darbeleri araştıran bir Komisyonuz; 60 darbesi, 71 muhtırası, 12 Eylül, 28 Şubat. Siz de 90-98 yılları arasında Başbakanlıkta en üst yöneticilik yapmış, devlet yönetiminde bulunmuş bir devlet büyüğüsünüz. Kısaca, o, yönetici olduğunuz döneme ilişkin öz eleştirili bir soru sorulduğunda “keşke” diyebileceğiniz cevaplarınız var mıdır? 
TANSU ÇİLLER – Var, birçok var. 
ENVER YILMAZ (İstanbul) – Yani ana başlıklarıyla alabilirsek… 
TANSU ÇİLLER – Yani bir kere şunu söyleyeyim: Çok idealistim. Yani bir siyasetçinin biraz daha pragmatist olması lazım. Yani o Thatcher’ın bana söylediği laflar boşuna değil. Hem Gümrük Birliğine gireceksin, bu kadar sanayiciyi karşına alacaksın hem tutacaksın tüm özel televizyonları canlandıracak sın, özel televizyonların kanunlarını çıkaracaksın, bütün o baskıları üstüne çekeceksin. Çünkü bu böyledir. “Pendulum” derler ya buna; bir buraya gider, bir buraya gider. Katı bir iletişim sisteminden, ülkenin haber alma sistemini sadece TRT’yle yaparken, bir de STAR televizyonu var, onu da, kanunu yok, iyici kıstırıyorsunuz “Bak, sen kanunsuz iş yapıyorsun.” diye. Birdenbire onların kanunlarını çıkarıyorsunuz “Ben radyomu istiyorum.” diyerek. 

Benim çocuklarım da o sırada; ilkokula bile gitmiyor küçük oğlum. Yani o da istiyor radyosunu. Benim yani isteğim, ülkede liberal olsun, her şey duyulsun, her şey konuşulsun. Onu yapıyorsunuz, sonra karşılıklı terör mücadelesini buluyorsunuz bütün bunları yaparken. Ondan sonra, çıkıyorsunuz… Ben çok iyi bir başbakanlık yaptım. Yani bütün şeye rağmen çok rezistans gösterdim. Ülke için, millet için doğru olanı yaptım; bundan hiçbir şüphem yok. Ama gerçekçi miydi bu kadar şeyi bir arada yapmak, bu kadar karşıya almak? Ondan sonra, 
tutuyorsunuz… Göremedim orada yani “Refah Partisiyle koalisyon yapmam” derken gerçekten samimiydim. 
Yani o, kanlı, bilmem neyli ihtilaller, canım böyle şey mi olur? Yani DNA’larım reddetti, böyle şey mi olur? Kanlı gelecek, bütün laik cumhuriyet gidecek. Nedir bu? Sonra, bunun aslında devletle milletin bütünleşmesi gereğinin bir şartı olduğunu, o koalisyonun, idrak ettim, başta edemedim bunu. Bunun gibi… Yani aslında, başbakanlık uygulamalarında bence sıkıntım olmadı ama bir siyasetçi olarak, bugün çok daha farklı görüyorum bütün olayları. 
BAŞKAN – Çok teşekkür ediyoruz. 
Son soruyu ve son sözümüzü Alt Komisyon Başkanımız Yaşar Karayel Bey’e bırakıyorum. 
YAŞAR KARAYEL (Kayseri) – Sayın Başbakan ev sahipliğinize teşekkür ediyoruz, sunumlarınız için de teşekkür ediyoruz. 
Biz özellikle 28 Şubat ve 27 Nisanı değerlendiren Alt Komisyon olarak biz, bu çalışmalarımızı daha çok 1991 yılından itibaren alarak, darbelerin başlangıcı nerelere dayanıyor; buradan başlayarak son güne kadar gelme durumundaydık. Bu noktalarda da, şu ana kadarki konuklarımızdan bu konuların hepsini dinleyerek geldik. Burada, şöyle bir tespit söz konusu oldu: 1991 yılından itibaren ilk genel seçimlere gelinirken Refah Partisi, Milliyetçi Çalışma Partisi, Islahatçı Demokrasi Partisi bir birlik oluşturuyorlar, bu birliğin oluşmasıyla 
Meclise milletvekili sokuyorlar ilk defa ve bu sokulmayla birlikte de devletin belli kurumlarının bir karşı duruşu ve ideolojik tavırlara karşı kendilerini korumaya almak gibi bir refleksi gelişiyor. Bu tarihten itibaren başladığımızda hem PKK belası hem de bu tip radikal, devletin belli kurumlarına göre radikal olan bu tip söylemlerle Meclise girenlerin önünün kesilmesiyle ilgili bir sürü iş ve işgaller oluşuyor. Bunlara baktığımız zaman, biraz önce size de sorulan, bu Kürt aydınlarının öldürülmesi, iş adamlarının öldürülmesi, üniversite hocalarının öldürülmesi, bununla ilgili gazetecilerin öldürülmeleri, sağdan soldan kimi seçmişlerse onunla ilgili Türkiye’de, tabiri caizse, belli kurumlar, ister bunun adına JİTEM deyin ister kontrgerilla deyin, ne ise, nasıl isimlendiriliyorsa böyle bir temizlik harekâtının olduğu maalesef bu ülkede yaşanarak hep birlikte geldik. Bunun hem devlet olarak bedelini ödedik hem de millet olarak bizler ödedik. Biz 80’de öğrenciydik, 71’de öğrenciydik ama bu, bir neslin de, tabiri caizse, telef olmasına, bir neslin yok olmasına çok büyük ızdıraplar; aile, iş ve insanların zulüm görmesine, evlerinin ve yuvalarının dağılmasına sebep oldu. Bu yüzden, böyle bir sıkıntısı hem iktidarların hem de milletin başının belası oldu. 

Siz de söylerken Sayın Başbakanım, dediniz ki: “251 milyar TL’lik bir kayıp oldu bu dönemde.” O, iki yıllık bir kayıpsa eğer Türkiye zaten ondan sonraki dönemde çok büyük bir batağa saplandı ve tek bir sente muhtaç bir ülke hâline dönüştü ve bunların hepsinin sebebine de karşılıklı baktığımızda; aslında bir görünen 
yüzü var darbelerin, bir de görünemeyen tarafı var. Görünen yüzünde, işte, Doğru Yol Partisinin parçalanması, Refah Partisinin irticai faaliyetleri, devletin kendisine göre tedbirler almasından; görünmeyen yüzüne de baktığınız zaman, bu ekonomik kayıpları Türkiye’nin çok daha başının belası hâline gelmiş. Yani tabiri caizse, bağımsız bir ülke iken bağımlı bir ülke hâline gelerek, ekonomik olarak hem dışarıdaki güçlü ülkelerden borç almak gibi bir sıkıntıya da düşmüş, alamamak gibi bir sıkıntıya da düşmüş. Bunların hepsine baktığımız zaman, 
bu yaşadığımız şeylerden bir de ders çıkartmamız ve Türkiye’nin geleceğiyle ilgili bir perspektif geliştirmemiz gerekir. Bu Komisyonumuzun da hem 60’tan başlayarak, 28 Şubat ve 27 Nisan dâhil olmak üzere, bir daha bunların olmaması için gayretlerimiz var. Bu gayretler içerisinde de sizin gibi, devlete hizmet etmiş büyükleri de dinleyerek, tabiri caizse, gelecek nesillere bir doküman hazırlamak ve bu gelecek nesillere de bir ışık tutmak istiyoruz. 

Bu noktalarına baktığımız zaman da son 28 Şubat dönemiyle ilgili bize Sayın Başbakan, özellikle sizinle ilgili, bunun adına ne derseniz deyin, “Refah Partisiyle olan koalisyonunuzu bozmak”, “Doğru Yol Partisinin içini boşaltmak” yani ama bununla ilgili en yakın çalışma arkadaşlarınıza baktığımız zaman Refahyol 
Hükûmetinin kurulmasına, sizinle birlikte büyük önem veren bunun olmasına gayret gösteren Yalım Erez, yıkılmasında da kurulması kadar bir gayret göstermiş. Burada diyor ki Sayın Yalım Erez: “Ben, Sayın Çiller’le görüştüm, örtülü ödenek işlerini konuştum kendisiyle.” Doğru Yol Partisinin milletvekilleri nin üzerinde de etkili olmuş bu görüşme. Örtülü ödeneklerin, yurt içinde ve yurt dışında gayrimeşru olarak girişimlerde kullanıldığı şeklinde sizinle görüşmüş. Bununla ilgili, sizin, örtülü ödeneklerini mal edinmek diyerek gayrimenkul, içeride ve dışarıda edinmekle ilgili sizinle görüştüğünü; bunları da, sizden ayrılmasında bir gerekçe olarak gösteriyor. Bu, gerçekten bu gayrimenkul edinmişleri, siz belki cevaplandırdınız ama bir kısmını, bunu tekrar cevaplandırırsanız memnun olurum. 

Bir de efendim, hükûmetin istifaya zorlanmasında, özellikle bu, “Bir Asker, Bir Diplomat” kitabında Güven Erkaya değişik şeylerden bahsediyor. Burada, özellikle diyor ki: “Doğru Yol Partisi, bizim bu yapmış olduğumuz sıkıştırmalardan ve korkutmalardan etkilendi, bizim de zaten hedeflediğimiz buydu. Bir ihtilal yapmak, bir darbe yapmak düşüncesinde değildik. Çörekçi Paşa’yla birlikte, Çevik Bir’le biz bir araya geldik Genelkurmay Başkanlığında. Bundan Genelkurmay Başkanı Karadayı’nın da bilgisi vardı. Bunlarla ilgili 
görüşmelerimiz oldu. Karadayı’ya da söyledim, o da bu görüşlerimizi bizimle paylaştı.” şeklinde söylüyor. Buradan baktığımız zaman, hükûmeti istifaya zorlayan oluşumlar arasında, asker, sermaye, basın , STK’lar, bu “beşli çete” diye o zamanlar basında yer alan mafya bağlantısı hakkında sizde nasıl bir düşünce oluştu? Medya patronları, hangi özelleştirmelerden, sizden pay talep ettiler, bunun rant olarak karşılığı neydi? Bunların, doğrusu, sizin partinizin ve iktidarınızın yıkılmasında da belki kamuoyu açısından çok büyük tesirleri oldu. 

Bir de efendim, “Demokrasi uğruna, bu ülke irticaya teslim edilemez.” diyordu asker, bunları yazdırıyorlardı, basında manşet yaptılar. Siz de buna karşılık “Laikliğin teminatı benim.” dediniz. Ama Güven Erkaya diyor ki : “Özde değil sözde, siz, savunuyorsunuz. Onun için de gereğini yapmıyorsunuz.” gibi size bir 
suçlama söylüyor. Hâlbuki terör, sizin zamanınızda en az seviyeye indirilmiş ve başarılı da bir, o zaman hükûmet etme anlayışınız oluşmuştu. O zaman askerlerle aranız iyiyken, nasıl oldu da askerler size karşı böyle bir tavır 
sergileme durumuna geldiler? 

Bir de, bu Cengiz Bey sordu, bu irtica tehdidi nasıl oldu da… Yani irtica neticede içeride olan bir faaliyettir varsa ki bununla ilgili devletin birimleri var, adli kuvvetleri var, idari kuvvetleri var bununla ilgili, suç işleyen karşılığını, cezasını çeker. Nasıl oldu da irtica Türkiye’nin dış tehdidine karşı öne geçti, PKK’nın önüne geçti? Bunun öne geçmesinde size iletilen bilgiler var mıydı? Bu, yoksa askerlerin bir kurgusundan ibaret miydi? 

Doğru Yol ve Refah Partisinden oluşan bu Hükûmetin yıkılmasının bir enstrümanımı mı oldu? Bunlarla ilgili de görüşlerinizi bizimle paylaşırsanız… 
Ben tekrar teşekkür ediyorum. 
TANSU ÇİLLER – Teşekkür ederim Sayın Karayel. 
Evet, ilk önce bu 251 milyar TL… Yani bu gösteriyor ki her darbenin aslında asıl bedeli… Evet, işte, yok, şu hedef oldu, bu hedef oldu, Çiller’e gitti, Doğru Yol Partisi parçalandı, Refahyol çökertildi, hükûmet gitti; sonuçta Refah Partisi kapatıldı, sonuçta belediye başkanları görevden alınıldı, hapse gönderildi vesaire. Bütün bunlar, bu sonuçlar, bunlar kişisel sonuçlar bir yerde, siyasi de sonuçta. Ama asıl bedeli millet ödüyor. Yani burada gördüğümüz şey, bunun asıl bedelinin milletçe ödendiği. Biz bunu başta çok daha az hesap etmiştik, 65 
civarı hesap etmiştik ama 251 milyar TL olarak ortaya konuyor, 2 milyon da kişi işsiz kalıyor. 
YAŞAR KARAYEL (Kayseri) - Bu iki yılda olan bir zarar mı Sayın Başbakan? 
TANSU ÇİLLER – Bu, 2001 krizinin Türkiye’ye zararı yani topyekûn, topyekûn krizin değerlendirilmesi. O, 2001 krizine giden sürecin aslında tohumları 28 Şubatta ekiliyor ve netice itibarıyla Sayın Ecevit gerçekten hiç kimseye hiçbir şey vermiyor. Yani Sayın Ecevit’in kendisi fiilî olarak bu işin içinde değil ama Ecevit döneminde de bu rant meselesi çok büyük ölçüde devam ediyor ve bana göre, işte, 29 Şubatın süreç olması da buradan kaynaklanıyor. Ve sonuçta, bunun bütün bir mali portresi çıkıyor ve millet bu bedeli ödüyor, millet ödüyor yani 
bunun için. Burada, bakılacak olursa eğer çok ciddi sonuçları var bunun yani 1997 yılında bıraktığınız Türkiye’ye bakıyorsunuz… Mesela, bir şey söyleyeyim size, millî gelirin oranı olarak söyleyeyim, iç borçlar, dış borçlar, millî gelir oranı olarak: Siz bırakıyorsunuz iç borçları yüzde 28’de, gayrisafiye oran olarak yüzde 14’te bırakıyorsunuz, yüzde 68’e çıkıyor, yüzde 14’ten yüzde 68’e; oran olarak söylüyorum. Yani her ülke, büyüdükçe nominal olarak borç seviyeleri büyür ama millî gelire olan oranı olarak baktığınız zaman, bu ciddi bir kötüleşmeyi gündeme getiriyor. 

Bütün bunu, bütçe açıklarında da görmek mümkün, her şeyde görmek mümkün. Borç faizlerinde de çok görmek mümkün. Tekrar faizler çok yükseliyor yani Refahyol’un bıraktığı dönemin çok üstüne çıkıyor tekrar. 

Ve Netice itibarıyla, çok büyük bir maliyet milletçe ödeniyor. Bence, her darbenin en çok öne çıkarılması gerekli olan noktası da bu. Darbenin maliyetleri gerçekten millete çıkıyor. Bunu görmek lazım. 

Bunun gelecek nesillere doküman olması da bu açıdan da çok önemli. Yani gelecek nesiller hem bu nüans farklarını hem bu ezber bozan noktaları görebilmeli hem nasıl işlediğini görebilmeli hem de, aynı zamanda, maliyetin gerçekte millete çıktığını görebilmeli. 

Şimdi, Sayın Yalım Erez… 

YAŞAR KARAYEL (Kayseri) - Efendim, oraya geçmeden bir şey arz edebilir miyim? Oraya baktığınız zaman, bu 251 milyar TL’nin kaybının karşılığında bir kazananın olması gerekiyor. Vatandaş fakirleşti, cebine giren bir şey yok, o para da kayboldu. Kime gitti, bu paraya ne oldu? 
TANSU ÇİLLER – İşte, kaybolan, buharlaşan, bankalardaki “Bunlar, bunlar.” diye ifade edildi bunların hepsi. Her bir bankanın ne kadar maliyet geçirdiğini yani buharlaşan, yok olan ve belli kesimlere aktarılan rantlar olarak çıktı ortaya. Zaten ekonomide aldığınız her kararda, işte, bunu görmek çok önemli yani birinden bir yere kaynak aktarımı oluyor. Bütün bunların araştırmaları epeyce yapıldı, hatta banka bazında yapıldı; bunlara bakmak mümkün. 

Şimdi, İkincisi… 

YAŞAR KARAYEL (Kayseri) - Örtülü ödeneklerin kullanılması… 
TANSU ÇİLLER – Evet, evet. 
Şimdi, bu arada bir de Kürt aydınları, kontrgerilla vesaire var. 
Kürt aydınları meselesi var, kontrgerilla meselesi var. Ben de Başbakan olduğum zaman bunu sordum, JİTEM’i sordum. “Nedir bu? Yani birtakım şeyler söyleniyor. Nedir bu, neyin nesidir bu?” Genelkurmaya sordum, Teoman Koman’a sordum doğrudan doğruya 3. Jandarmanın başında olduğu için ona sordum, Sayın Cumhurbaşkanına sordum, “Yok böyle bir şeyler.” dedi. Yani ben, netice itibarıyla bir ekonomi profesörüydüm ve çok idealist giriyorum olayın içine. Birtakım şeyleri öğreneceksiniz yani. Nereden öğreneceksiniz? Buradan 
öğreneceksiniz, başka nereden öğreneceksiniz. Dolayısıyla, ne var ne yok… Ne vardı? Bugün hâlen davalarda bence yani bizim tek başına bunu çözememiş olmamızın bir büyük eksiklik olarak görülmesi de doğru değil. 

Çünkü hâlâ, bakın, onca davada hâlâ çözemedik neyin tam olarak ne olduğunu. 


18. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder