29 Mayıs 2019 Çarşamba

28 ŞUBAT TAN BUGÜNE BAKMAK BÖLÜM 3

28 ŞUBAT TAN BUGÜNE BAKMAK BÖLÜM 3



Dolayısıyla, bunun farklı bir darbe olduğu konusunu tekrar ifade ettikten sonra bir başka konuya da gireyim. Bunun hemen ardından, ikinci bu söylediğim farklı hazırlığı içerisinde bir şey daha görüyoruz: Hemen 97 başında bir parti kuruldu. Bu partinin adı DTP’ydi -arkadaşlar yer yer “derleme toplama partisi” vesaire de 
demişlerdir buna- ama bu, Doğru Yol Partisinden koparacak milletvekillerinin oraya transferi için âdeta görüntü buydu kurulmuş bir parti hâline geldi. Yani ocak başında artık olaylar yavaş yavaş somut adımlara dönüşüyor ve Şubat ayından önce yine ben Albright’la bir görüşmem oldu, Brüksel’deki bir görüşmeydi, bir NATO toplantısıydı, zirvesiydi. Burada tekrar kendisine bunu müzakere ettim ve hiç kuşkum yoktu ki en azından Amerika’nın tutumu eğer algılandığı gibi önemli idiyse böyle bir durum da söz konusu değildi. Bütün bunların ışığında 28 Şubata girdik. 28 Şubat bir Millî Güvenlik Kurulunun olduğu gündür ama darbe ne o gün başlamıştır ne o gün bitmiştir. 

Demokrasilerde Millî Güvenlik Kurulları elbette önemli olmasına rağmen sadece tavsiye kararları verirler. Hiçbir şey, hele hele Meclis iradesi, Bakanlar Kurulunun süzgecinden gelerek geçecek olan bir Meclis iradesi Millî Güvenlik Kurulunun kararlarının altında değildir; tam tersine, üstündedir. O Meclis Millî Güvenlik Kurulunda alınmayan kararları icra edebilir, o Meclis Millî Güvenlik Kurulunda alınan kararları icra etmeyebilir. Dolayısıyla, bunların imzalanmış olması veya imzalanmamış olması demokrasi tanımlaması ve demokrasi standartları 
açısından bir başka şey kadar hiçbir biçimde önemli değildir. Nedir o bir başka şey? O bir başka şey, millî iradenin Meclise hangi aritmetikle yansıtıldığı meselesidir. Demokrasi nasıl işliyor? Çoğunluk iktidar oluyor. O çoğunluk nasıl oluşuyor? Seçmen geliyor, oy veriyor, belirli partilere ayrılıyor, çoğunluk belirleniyor bağımsızlarla beraber ve bundan bir iktidar çıkıyor. 

Şimdi, eğer siz Meclis çoğunluğunu 278 imzayla getirdiyseniz, eğer siz 278 imzayla birlikte Hükûmet kurma görevine talip oluyorsanız… Sayın Erbakan Millî Güvenlik Kurulundan… Bir sonraki aşamayı söylüyorum, muletanın nasıl atıldığını söylüyorum ama 28 Şubata dönecek olursak, 28 Şubat bir tavsiye kararıdır ve bu tavsiye kararlarını iki türlü biz ele alabilirdik imzaladıktan sonra. Bunu Sayın Erbakan’la bizzat konuştum. Ya bunu bir tavsiye kararı olarak nitelendirir Meclise götürürüz veyahut da çok daha radikal bir konumda, bunun içinde olduğunu düşündüğümüz paşaları emekli ederiz. Sayın Erbakan, merhum aslında bir gerginlik istemiyordu. Bu gerginliğin kamuoyuna yansıması ve onun tabiriyle, umutların kırılmasını da istemiyordu. Her defasında Refah Partisi gelmiş, seçimleri kazansa dahi iktidar yapılmamış, uzaklaştırılmış bir görüntünün milletin umuduna da hayırlı bir hizmet vereceğini düşünmüyordu ve kendisinin düşüncesi: “Zaten bunu Demirel de imzalamaz, dolayısıyla bu konuyu kamuoyuna götürmeyelim, bu konuyu sessiz bırakalım, bu konunun üzerinde 
durmayalım.” Nitekim, daha sonra yine gazetelere de yansıdığı biçimiyle anlaşılıyor ki Münif İslamoğlu, bir biçimde, bizim bu hazırlığımızın duyumlarını Güven Erkaya’ya götürmüş ve Güven Erkaya’nın da merhum Erbakan’a “Sizin ortağınız bu tarz şeyler içerisinde. Bu nasıl sonuca varır?” şeklinde bir suali de olmuş. 

Şimdi, netice itibarıyla 28 Şubatta olan Millî Güvenlik Kurulu, bütün Hükûmetin de imzaladığı ve sonra Bakanlar Kuruluna danıştığı ve ondan sonra Meclise götüreceği bir konumda icra etmemiştir. Ancak, hemen arkasından yine bu süreçte bir ikinci önemli mesele geliyor, Batı Çalışma Grubunun ortaya çıkarılması. Batı Çalışma Grubu, Şubat ayındaki 28 Şubat Millî Güvenlik Kurulundan sonra Nisan ayı içerisinde bizim yeni İçişleri Bakanı yaptığımız Meral Akşener tarafından bir gün bana doğrudan getirildi ve belgelerin içeriğinde Batı 
Çalışma Grubunun doğrudan istihbarat yapmak için, hatta camilere kadar yaygın biçimde ve örgütlü biçimde bilgi alıp bunu merkeze bildirmelerini isteyen bir belge. Sarmusak tarafından ortaya çıkarılmış, Bülent Orakoğlu o dönemde bunun yine getirilmesinde rol oynamış ve Meral Akşener bize sordu, bana sordu doğrusu; dedi ki: 

“Ne yapalım bunu? Bunu kamuoyuyla paylaşalım mı?” 

Zannediyorum, hikâyemizin Batı Çalışma Grubunda ve onun ortaya çıkarılışında kaldık. Batı Çalışma Grubunu bana getiren Sayın Akşener oldu, Meral Akşener oldu. Meral Akşener benim yeni Bakan yaptığım bir arkadaşımızdı ve doğrusu biraz da şaşkın ve biraz da dehşet içinde getirdi bana bunları, “Ne yapalım bunu? 
Bunu kamuoyuyla paylaşalım mı, paylaşmayalım mı?” Ben dedim ki: “Bunu paylaşmamak mümkün değil yani bunu saklamak mümkün değil. Ancak bunu doğrudan -merhum- Erbakan’a götürmek, Başbakana götürmek doğrusudur.” ve bu süreçte, anlaşılıyor ki Sarmusak, Bülent Orakoğlu, bu işin içerisinde bu istihbaratı sağlayan noktalarda olmuşlar ve Meral Akşener de doğrudan merhum Erbakan’a götürüyor, merhum Erbakan da bunu Sayın Cumhurbaşkanına iletiyor, Sayın Cumhurbaşkanı da bunu Türk Silahlı Kuvvetlerinin askerî kanadına yönlendiriyor. Güven Erkaya özellikle Deniz Kuvvetlerinin başında. Dolayısıyla bu, bu konudaki infialini çok net biçimde ortaya koymaya başladı, kamuoyuyla paylaşıldı tabii bu ama biz parti olarak, Doğru Yol Partisi olarak 
bunun kamuoyuyla paylaşılmasının zaruri olduğunun altını çizerek, çizdiğimiz yolu bu şekilde çizdik ama bir biçimde Cumhurbaşkanlığı ve Türk Silahlı Kuvvetleri kanalından geçti ve ondan sonra kamuoyuna yansıdı. Oysa 
bizim isteğimiz doğrudan doğruya bunu kamuoyuna yansıtmaktı. Meral Akşener’e ben “Sayın Başbakana götür.” dedim ama Sayın Başbakanın hemen bunu Cumhurbaşkanına götüreceği, doğrusu, benim hesaplarım içinde 
değildi ve bir biçimde Millî Güvenlik Kurulu, pardon Türk Silahlı Kuvvetleri kanadı kanalıyla… Doğru Yol Partisi yine hedef alındı, başta Sayın Akşener olmak üzere ama asıl hedef yine Genel Başkandı yani Doğru Yol Partisinin Genel Başkanı Çiller’di çünkü onu oraya getiren, netice itibarıyla o talimatı veren, bütün bunların hepsinin bu şekilde olduğu da belliydi. 

Gene o sırada bizim bir kez daha merhum Erbakan’la, Sayın Başbakanla, dönemin Başbakanıyla yani “Bu durumda biz ne yapabiliriz?” Burada yine bir emeklilik meselesini gündeme getirdik bir kez daha. Yine baş başa bir konuşmaydı. Merhum Erbakan, tekrar ediyorum, gerginlik istemiyordu ülkede. Askerle bir barışma, bir bütünleşme, devletle millet arasındaki bu kopukluğun aşılmasını istiyordu ve izlediğimiz yol da o doğrultuda oldu. 

Hemen ardından ben 10 Mayısta Sultanahmet mitingi yaptım. Bu 10 Mayısta, Sultanahmet mitinginde… Çünkü bütün gazeteler yine olmadık şekillerde bize saldırı hâlindeydiler. Toplumun her kesiminden de destek vardı; sadece Meclisin içinden değil, toplumun birçok kesiminden, geleneksel sivil toplum 
örgütlerinden destek vardı ve bu çerçevede ben 10 Mayıs Sultanahmet mitinginde kartel medyayı, teşvikleri, fonları ve neden aynı zamanda sadece bir korku refleksi değil… Sadece “Refah Partisi geldi, acaba laiklik elden 
gidiyor mu?” yoksa hançer gibi saplanmış bir resmin, Başbakanın ipe yürüyüşünün resminin etkisi mi sadece? 

Hayır değil. “Bunun içinde ekonomik veriler var, bunun içinde kesilmiş fonlar var, teşvikler var; medyanın bu duruşu budur.” diye, sırf bu temayla millete bunu anlatmak için bir miting yaptık, 10 Mayıs Sultanahmet mitingi. 
Birçok gazeteci bunun benim siyaseten kendi kendimi bitirmem anlamına geldiğini yazdı ama ben bunun yapılması gereğini düşündüm. Yani yapılması gerekli olan bir şey vardı, o da milleti bilgilendirmek. Millet devamlı 
yanlış bilgi alıyordu ve bu bilgiler çerçevesinde de karar oluşturuyordu. Ama istediğimiz sonuç alınmadı. D-8’lerin toplantısından hemen sonra da merhum Sayın Erbakan yaptığımız protokol çerçevesinde görevi bana bıraktı, 
yani Başbakan ben olacaktım, Refah Partisi bizi destekleyecekti ve netice itibarıyla da ikinci dönemini, bu koalisyon protokolünde Refahyol’un ikinci faslını, ikinci dönemini açmış olacaktık. Bu, gerginliği aşağı çekecekti çünkü eğer düşünülüyorsa, merhum Erbakan zamanında olmamış bir darbe niye Çiller zamanında olsun eğer mesele laiklikse, mesele birtakım korku refleksleriyse? Bizim önceki Başbakanımızda bu korkular olmamış, dolayısıyla bu korkunun üstesinden gelmek, bu gerginliğin üstesinden gelmek üzere… 

4. CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder