30 Mayıs 2019 Perşembe

1947’den GÜNÜMÜZE TÜRK-AMERİKAN İLİŞKİLERİNİN GENEL PORTRESİ BÖLÜM 5

1947’den GÜNÜMÜZE TÜRK-AMERİKAN İLİŞKİLERİNİN GENEL PORTRESİ  BÖLÜM 5



1980’lerde Türk-Amerikan ilişkilerine olumlu yönde etki eden bir gelişme Türkiye’nin İsrail’le ilişkilerini geliştirme sürecine girmesiydi. 

İki devlet ABD’nin Orta Doğu’daki çıkarları için büyük önem taşıdığı ve Yahudi lobisinin etkin olduğu Kongre’de İsrail’le ilişkilere önem verdiği için Türkiye’nin bu devletle ilişkilerini düzeltmesi ABD gözündeki değerini daha da artıracaktı. Türkiye, Avrupa’da yalnızlaştığı ve Kıbrıs sorununda destek aradığı 1980-1982 döneminde Arapları memnun etmek için İsrail’le ilişkileri düşük düzeyde tutarken, daha sonra Suriye ortak tehdidinin de etkisiyle özellikle terörizmle mücadelede İsrail’e yakınlaşmaya başladı. Kongre’de İsrail lobisinin Türk tezlerini desteklemesi beklentisi ise ilişkilerin gelişmesi sürecini hızlandırdı. Körfez Krizi başlamadan önce Türkiye ve İsrail özellikle ticaret ve istihbarat 
paylaşımı alanında oldukça yol katetmişti.38 

Özal’ın ekonomiyi serbestleştirme, yolunda Amerikan modeli çerçevesinde gerçekleştirdiği reformlar, Türk ekonomisini Amerikan şirketlerine açtığı için ABD tarafından da olumlu karşılanacak bir gelişmeydi. Bu arada ekonominin gelişmesiyle birlikte Özal’ın ABD’yle ilişkilerde daha fazla yardım yerine daha fazla ticaret ilkesini ön plana çıkartması ve bu doğrultuda Amerikan pazarlarının Türk mallarına açılmasını istemesi Amerikalıları pek hoşnut etmeyecekti. Özellikle Türk tekstil mallarına uygulanan kota bundan sonra Türk-Amerikan 
ilişkilerinin değişmez konularından biri olacaktı. Türk-Amerikan ticaret ilişkilerinde Türkiye aleyhine işleyen büyük dengesizlik de, Türk liderleri 
rahatsız etmeye hep devam etti. Amerikan Hükümetinin Türkiye’nin AB üyeliği için verdiği destek ise Türk yöneticileri teselli etmeye yönelik pek mâliyeti olmayan bir karşılıktı.39 

Türkiye’nin rejiminin niteliği, askerî darbelere açık olması, insan haklarıyla ilgili suçlamalar ve siyasal İslam’ın sahip olacağı etki de 1980’lerde Amerikan yöneticilerinin ve özellikle Kongre üyelerinin kafalarını meşgul eden konulardan dı. Askerî idareden sonraki Özal döneminde demokrasi konusunda da bir silkinme yaşanmakta ise de Amerikalılar yine de Türk demokrasisinin her an bir kriz yaşamasından, siyaset ile ordu arasında kurulan dengenin bozulmasından endişe etmekte idiler. Sistemin halkın isteklerini tatmin etmede başarısız olması durumunda İslamcı kesimin etkisini artırması da Amerikalıların dikkatle takip ettikleri bir konuydu. Türkiye’nin kendi sistemini dinin etkisinden kurtararak Müslüman ülkeler için demokratik bir sistem modeli sunması yanında İslam Konferansı’ndaki rolüyle İran’ın bölgedeki etkisini dengelemesi ABD için büyük önem taşımaktaydı.40 

Türkiye’nin güvenliğini korumak için güneydoğusundaki Kürt ayrılıkçı grupla yaptığı mücadelede Batı’dan ve Amerikan Kongresinden insan hakları suçlamalarıyla karşılaşması ise model olması açısından pürüz oluşturan bir noktaydı. Demokrasi tecrübesi farklı olan Amerikalı milletvekilleri, zaman zaman Türkiye’nin bölge ülkelerinden o kadar farklı olmadığını söyleyebilmekte, ağır suçlamalar yöneltebilmekte, bu da Türk yetkililerini fazlasıyla rahatsız etmekteydi. Türkiye’nin 1980’lerin başında olduğu gibi çıkarlarını korumak için zaman zaman Müslüman devletlere yönelmesi ya da Batı’nın tavrından hayal kırıklığına uğrama neticesinde dış politikasının genel yönünü değiştirme olasılığı da uzak görünse de Amerikalıların hesaba katmaları gereken bir faktördü.41 

Türkiye ile Yunanistan’ın aralarında yaşadıkları sorunları ABD’yle ilişkilerine taşımaları, çatışma olasılığıyla hem ABD’nin Doğu Akdeniz’deki çıkarlarını tehdit etmeleri, hem de NATO ittifakının tesanüdüne zarar vermeleri, iki devletin de müttefiki olan ABD’nin sürekli başını ağrıtan bir konuydu. Amerikan çıkarları ve güvenliği açısından stratejik bir konumda bulunan Kıbrıs adasının iki devlet 
arasında sürekli sorun olma özelliğini koruması ise Amerikalıları oldukça rahatsız etmekteydi. Amerikan Kongresi güçlü Rum lobisinin de etkisiyle konunun peşini hiç bırakmıyor, yönetim de hem sorunun Türk-Yunan savaşına yol açmasından korkuyor, hem de adanın Batı çıkarları için tam olarak kullanılamamasından hoşnut olmuyordu. 

Türkiye açısından ise en önemli dâvalarından birinde baskı altında bırakılmak pek kabullenilebilecek birşey değildi.42 Türk yöneticilerin en fazla anlayamadıkları da diplomatlarının Ermeni terör örgütleri tarafından öldürüldüğü sırada Amerikan Kongresi’nin Ermeni katliamını anma tasarıları görüşerek hem Türkiye’yi dünyanın gözünde küçük düşürme içine girmesi, hem de teröristleri Türk devletine karşı mücadelelerinde teşvik etmesiydi. Bu şekilde Türk halkının Amerikalıların kendilerine nasıl baktıkları konusunda hoş olmayan bir 
imaj edinmeleri sağlanırken, ikincil önemde bir konunun iki müttefik devletin arasını bu derece açmasının anlaşılamaz ve kabul edilemez olduğu ise iki tarafta da ilişkilerin savunucuları tarafından dile getiriliyordu.43 

Soğuk Savaş Sonrası Dönemde Türk-Amerikan İlişkilerini İlgilendiren Konular Küreselleşmenin temel akım olduğu, ABD ve AB önderliğinde Batı’nın dünya hâkimiyetinin daha belirginlik kazandığı ve dünya devletlerinin başat güçlerin müdahalesine daha açık hâle geldiği Soğuk Savaş sonrası yeni dönemde Türk liderler II. Dünya Savaşı sonrasında olduğu gibi yine yeni düzene dâhil olmayı ve düzenin yürütücüsü ABD’yle birlikte hareket etmeyi seçmişlerdir. Şimdi SSCB gibi tek ve belirgin bir tehdit kaynağı bulunmamaktadır ama Türk liderler belki 
eskisinden daha fazla tehditlerle kuşatıldıklarını söylemektedirler. Türk ekonomisi eskisine göre oldukça güçlüdür, ancak küreselleşme sürecinde rekabet edebilmek için ABD ve AB’yle dengeli ekonomik birlikteliğe gitmesi büyük önem taşımaktadır. Yüksek teknoloji ürünü askerî malzemenin sağlanabileceği en önemli kaynak yine Batı’dır, fakat onları elde etmenin koşullarının eskisi kadar uygun olmayacağı beklenmektedir. Türkiye yine Batı’dan kopmamak için iç sisteminde küresel değerler paralelinde önemli değişiklikler yapmakla karşı karşıya bulunmaktadır. Siyasal İslam’ın yeni düzende temel tehditlerden kabul edilmesi gerçeği doğrultusunda Türk yöneticilerin iç İslamî muhalefete karşı bastırma kampanyasına girişmelerinin bu bakımdan yeterli kabul edilip edilemeyeceği ise belli değildir. Kısacası Türkiye, yeni dünya düzeninin oluştuğu önemli bir dönemeçte bu düzene eskisinden daha aktif bir dünya gücü olarak intibak etme ve katılma süreci yaşamakta 
ve bu süreçte yine ABD’yle ilişkiler temel öneme sahip bulunmaktadır. 

Soğuk Savaş sonrasında Türk liderlerin en fazla üzerinde durduğu şey, Türkiye’nin dünyanın yeni kriz merkezlerinin tam ortasında bulunduğu 
savıdır. Onlara göre Soğuk Savaş döneminde Türkiye, SSCB’nin genişleme yolları üzerinde bulunması açısından stratejik öneme sahip olmasına rağmen, Batılılar tarafından NATO’nun asıl koruması gereken merkez bölgesinden uzakta, SSCB’yi durdurmak için gözden çıkarılabilecek bir kanat ülkesi olarak görülebiliyordu. Şimdi ise merkez bölge nispeten güvenliğe kavuşurken dünya sistemini etkileyebilecek olayların merkezi Balkanlar, Orta Doğu, Orta Asya ve Uzak Doğu’ya doğru kaymış, Türkiye de tam bu bölgenin merkezinde yer alarak 
NATO’nun en önemli ülkesi ve en stratejik merkez cephesi hâline gelmişti.44 Türkiye tam bir istikrarsızlık denizinin ortasında güvenli bir ada konumundaydı. Çevresindeki bölgesel savaşlar, etnik çatışmalar, terörist faaliyetler, dinî fundamentalizm başta olmak üzere radikal akımların eylemleri, komşu devletlerin kitlesel imha silahlarına ve nükleer silahlara sahip olma çabaları ve bazı devletlerin bölgede hâkimiyet kurma girişimleri hem bölge istikrarının sağlanmasında Türkiye’nin Batı için önemini ortaya koymakta, hem de kendi güvenliği için Türkiye’nin Batı’nın garantisini sağlamasının gerekliliğini vurgulamaktaydı.45 

6. CI BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder