23 Mayıs 2019 Perşembe

FÂTİH SULTAN MEHMED TARAFINDAN İSTANBULUN YENİDEN İNŞASI BÖLÜM 2


FÂTİH SULTAN MEHMED TARAFINDAN İSTANBULUN YENİDEN İNŞASI BÖLÜM 2



Osmanlı devletinin, kamu hizmeti düşüncesine sâhip olmadığı iddiası[27] doğru değildir. İleride, “tebe’ayı müreffeh bir hayâta ulaştırma” hizmetinin,  
Devletin başlıca vazîfelerinden biri sayıldığını göreceğiz. Günümüz­ de, devletin veyâ belediye idârelerinin yapmakla sorumlu olduğu yollar, okullar ve 
hastahâneler gibi kamu hizmetlerinin çoğu, vakıf müesseseleri aracılığıyla yapılırdı. Osmanlı devleti, Müslüman devletler arasında bu müesseseyi kamu 
hizmetleri cihetinde en geniş çapta geliştiren bir dev­lettir. Osmanlı devleti, sâdece böyle çok sayıda vakıf kurmakla kalmadı; onları sıkı bir kontrole tâbi 
tutarak, halkın ihtiyaçlarını en iyi şekilde karşı­lamalarına ve devletin gâyelerine daha iyi hizmet etmelerine de çalıştı. 1528’lerde Vakıflar,  Osmanlı İmparatorluğu’nun umûmî kamu gelirlerinin % 12’sini harcamıştı. Anadolu örnek alınacak olursa, 13,5 milyon akça gelire sâhip olan  Vakıflar 45 imâret, 342 büyük câmi, 1055 küçük câmi (mescid), 110 yatılı okul, 626 büyük ve küçük zâviye, 154 ilkokul, 75 han ve ker­vansaray,  238 umûmî hamam, vs. ye ödeme hizmeti yapmaktaydı[28].

İmparatorlukta en başta gelen vazîfelerden biri olarak İstanbul’un ye­niden inşâsını ve tezyînini göz önüne alan Fâtih, 1459’da belli başlı şahsiyetleri 
bir toplantıya çağırmış ve onlardan, şehrin muhtelif noktalarında kül­liyeler vücûda getirmelerini istemişti. Kritovoulos’a göre[29], o târihte Fâtih, 
kendisi için Yeni Saray’ın ve büyük bir câmiin yapımını emretmişti (câmiin yapımına 1463’te başlandığını biliyoruz). Şehrin bir çok bölgesinde câmiler, 
yatılı okullar, imâretler ve halk hamamları yapımında Mahmud Paşa önde gelmektedir; onu diğer vezirler ve seçkin şahıslar tâkip etmiştir; yapılan 
yapıların etrafında, bunların masraflarının vakıflar tarafından karşılanması için ticâret merkezleri kurulmuştu. Bu külliyeler, yeni İstanbul’un gittikçe gelişen nüvesi oldu. Bu nüvelerin etrafına nüfus toplanarak böylece yeniden inşâ hızla ilerledi. Modern İstanbul’un belli başlı mahalleleri, bugün hâlâ Fâtih devrinin önde gelen şahsiyetlerinin isimlerini taşı­maktadır: Mahmud Paşa, Gedik Ahmed Paşa, Murad Paşa, Davud Paşa, vs.

Bu sistem, İstanbul’da denenmeden önce, Bursa ve Edirne’nin geliş­mesi için uygulanmıştı; her iki şehir, amme hizmeti ve dînî gâyelerle hareket eden devlet adamları, nüfuzlu ve zengin şahıslar eliyle kurulan va­kıf müesseselerinin meydâna getirdiği külliyelerle büyüyüp gelişmiştir. 

İkinci Osmanlı hükümdârı Orhan Gâzî, Bursa kalesinin eteğinde bir câmi, bir imâret ve bir bedestan yaptırmıştı. Daha sonra, bu nüve etrafında yeni 
ve büyük bedestanlar vücut buldu; o kadar ki, hâlâ şehrin bu bölgesi Bursa’nın en faal ticâret merkezi olarak devam etmektedir. Aynı metod İstanbul için de zikredilebilir (bu hususta, geniş dînî komplekslerin küçük mikyaslı bir modeli sayılabilen taşradaki zâviyeler ve tekkeler tarafından köy­lerin teşekkülünde oynanan rol de belirtilmelidir).

Fâtih Câmii külliyesini örnek olarak alalım: Bu külliye, câmi çevresin­deki başlıca şu yapıları ihtivâ eder: Semâniye medreseleri, dârut talîm (ilkokul), dâru’ş-şifâ (hastahâne), imâret (han). Câmiin başlangıcı, 1463 yılı ilkbaharına kadar geri gider; ancak 1470 yılı sonunda tamamlanmıştır (Fâtih, bu câmiden önce Şeyh Vefâ-zâde ve Rumeli-hisârı câmiini yaptırmıştı).

Fâtih, İstanbul’un dokuz câmiine (bu sayıya Ayasofya da dâhildir) sü­rekli bakım ve destek sağlamak ve onlara hayır müesseseleri ilâve etmek için, şehir dışındaki 35 köyün gelirini bu gâyeye vakfetmişti. Ayrıca bu ku­ruluşlar, İstanbul’un muhtelif pazarları ile (Büyük Bedestan, Sultan Pazarı, Beylik Pazarı, Mahmud Paşa Pazarı, Saraçlar Çarşısı, Dikilitaş Pazarı ve daha bir çok büyük-küçük pazarlar) dört hana, 14 umûmî hamama, 54 değirmen 
ve şehrin her tarafına yayılmış yüzlerce dükkân ve binâya sâhipti.

Fâtih külliyesinin bir parçası olarak kurulan hastahâne (dâru’ş-şifâ) de iki bilgili ve tecrübeli doktor, bir mütehassıs göz hekimi (kehhâl), bir cerrah ve 
bir ilâç yapan eczâcı hizmet vermekteydi. İlâç deposu, bir doktor ve bir ambar memuru hazır bulunmadan açılamıyor, ilâçlar sâdece hastahânedeki 
hastalar için kullanılıyordu. İki hastahâne aşçısı, doktor nezâre­tinde ve onun tâlimâtına göre yemek hazırlamaktaydı. Hastahâne kapıcısına, hastaları 
görmeye gelecek kimseleri içeri almaması konusunda tâli­mat verilmişti. Hastaların, şefkatli bir tedâvî görmeleri vakıf berâtında kat’î bir sûrette beyan 
edilmişti. Doktorların ve bütün memurların aylıkları, ilâç ve yiyecek masrafları vakıf gelirinden ödenmekteydi.

İstanbul’da Müslüman hastalar, şâyet doktor çağıracak ve ilâç alacak kadar zengin değillerse hastahâneye girişleri uygun görülürdü.

Fâtih, fetihten sonra sekiz muhtelif câmide sekiz medrese açılmasını emretmişti. Bu medreseler içinde en mühimi Ayasofya’daki idi. Fâtih, Eyyûb Sultan Câmiini inşâ ettirdiği zaman, burada da bir medrese tesis et­tirmişti(1458). Fakat, büyük tâlim ve terbiye müesseseleri, kendi câmii etrafında yaptırdığı ve Semâniye Medreseleri olarak isimlendirilen medre­selerdi. Semâniye Medreseleri, bir ilkokulu (dâru’t-ta’lîm), bir liseyi (Tetimme medresesi) ve kelimenin tam manâsıyla dînî ilimleri öğretmek için ku­rulan sekiz medreseyi ihtivâ etmekteydi. Medrese dışında da bir kütüphâne binâsı vardı.

Medreselerde sâdece ilâhiyat ve dînî ilimler tedris edilmemekte, aynı zamanda astronomi ve matematik gibi tabiî ilimler de öğretilmekteydi. 

Kabiliyetli her hangi bir Müslüman, öğrenci statüsü ile medreseye girmek üzere seçilebilirdi. Öğrencilerin bütün masrafları vakıf gelirinden ödenmekteydi.

Müessese, vakıflardan hâsıl olan gelirin toplanmasına; bu meblağın, memurların aylıklarının ödenmesinde, yapıların onarımında ve bunların mun­tazaman 
işlemelerini temin etmek için yürütülen bütün faaliyetlerin ida­resinde usûlüne uygun kullanımına bakan müstakil husûsî bir teşkilât tarafından 
işletilmekteydi. Bu teşkilâtta çalışan kişiler de maaşlarını müessese­den almaktaydılar. Ayrıca hocalar ve diğer ileri gelen memurlar, faaliyetlerin yapılıp 
yapılmadığını veyâ vakfiyede ifâde edilen gâyelerin uygulanıp uygulanmadığını tetkik etmek, bütün faaliyetleri birlikte muâyene ve mü­zâkere etmek ve 
suçlu olduğu tesbit edilen hizmetlilere uygulanacak mü­eyyideleri görüşmek için yılda bir kere toplanmaktaydılar. Bu müeyyideler, suçun ehemmiyetine 
göre ihtar, ta’zîr veyâ işten el çektirmekten ibâretti. Böylece bu müesseseler külliyesi, idârî ve mâlî açıdan müstakil bir kuruluş şeklini almış ve her türlü 
dış müdâhalelerden kurtulmuştu. Pâdişâhın ken­disinden başka, vakfın hakîkî fonksiyonunu yerine getirmesine engel ola­cak her hangi bir kimse kalmamış 
oluyordu.

Şehrin hayâtında bu müesseseler tarafından oynanan rolle ekonominin oynadığı rol, birbiriyle aynı derecede ehemmiyetlidir. Vakfa bir gelir sağlamak gâyesiyle bu müesseseler etrâfında inşâ edilen kervansaraylar ve dükkânlar, mühim ticâret merkezlerinin kurulmasına müncer olmuştur. Bunlar, Fâtih Câmii etrâfına kurulan ve daha sonra Sultan Pazarı adını alan 286 dükkânı müştemil geniş bir pazarın ortaya çıkmasına vesîle olmuşlardır.

Çağdaş târihçiler (meselâ Clavijo), İstanbul’un Osmanlı Türkleri tara­fından fethinden Önceki Ayasofya’nın harâbe hâline işâret ederler. Fâtih’in en 
başta gelen işi, ünlü mâbedi restore ettirmek olmuştu. Fâtih, Ayasofya’nın bakımı ve burada çalışanların aylıkları için geniş vakıflar tesis et­miştir. 
Asıl İstanbul’da, Galata’da ve Üsküdar’da 2350 dükkân, 4 kervan­saray, 51 hamam, 987 ticârî müessese, 32 buzhâne ve 22 aşhâne (bir tür lokanta) nin 
718.421 akçaya varan toplam yıllık gelirinin tamâmı Ayasofya’ya tahsis edilmişti (bu bilgi, İstanbul Başbakanlık Arşivindeki 1490 târihli Ayasofya Vakıf 
Defteri’nden çıkarıldı).

Fâtih’in izinden giden diğer vezirler ve ileri gelen şahıslar, şehrin her bölgesinde vakıflar yoluyla çeşitli müesseseler meydâna getirmişlerdir; netîce olarak bu müesseseler, şehrin hızla büyümesine ve yeniden nüfuslanmasına yardımcı olan yeni mahalleleri geliştirmişlerdir. Mahmud Paşa Vakfında olduğu gibi, bu müesseseler umûmî olarak bir câmi, bir medrese ve bir imâreti ihtivâ ediyor, bunlara kervansaraylar ve dükkânlar ilâve olu­nuyordu. 

Mahmud Paşa Çarşısı, 260 dükkânı müştemil olarak bütün şehrin en canlı ticâret merkezlerinden birine dönüşmüştü. Mahmud Paşa Kül­liyesi 1462’de tamamlandı.

Böylece İstanbul, Fâtih’in hayâtında saraylar, hanlar, kervansaraylar, çarşılar, pazarlar, hamamlar ve medreselerle kaplanarak mâmur görünüşlü faal bir 
Türk şehri hâline geldi.

1478’de Kadı Muhyiddin tarafından yapılan nüfus sayımına göre (Topkapı Sarayı Arşivi, No: 9524) şehrin nüfûsu o târihte aşağıdaki unsurlardan 
oluşmaktaydı:

                                              İstanbul                   Galata

                                        (âilelerin sayısı)        (âilelerin sayısı)

Müslümanlar                                8972                      535

Hıristiyanlar (Ortodoks)                 3151                      592

Yahudiler                                     1647                        -

Kefeli                                            267                        -

Karamanlı                                     384                         -

Ermeniler                                      372                         62

Frenkler                                         —                         332

Çingeneler                                    131                          -

                                               __________          __________

                                                  14903                  1521



Aynı nüfus sayımı bize, 1478’de İstanbul’da 3667 ve Galata’da 260 dük­kân bulunduğunu gösteriyor.

Bu dokümanı kısmen kullanan A. M. Schneider, nüfûsu 60 veyâ 70.000 olarak tahmin etmektedir. Bununla berâber dikkat edilmesi gereken bir husus vardır: 
Vergiden muaf olmaktan hoşnut bulunan askerî sınıf, umûmiyetle böyle mütâlaaların dışında kalmaktaydı. Maamâfih şu da var ki, nü­fus sayımı zamânındaki şehir nüfûsu, fetihten 25 yıl sonra fetih öncesinin iki katına çıkmış olmalıdır ve bu nüfûsun büyük bir çoğunluğu Müslümandır.

Ö. L. Barkan, 1530’a doğru şehrin nüfûsunu 4 veyâ 500.000; F. Braudel. 16. asrın sonunda 700.000 civârında tahmin etmektedir.

Yarım asır içinde şehrin nüfûsunun dört veyâ beş kat artmış olacağı­na inanmak güçtür. Diğer taraftan, bilhassa l. Süleyman’ın hükümdarlığı dö­neminde 
(1520-1566) Nüfûsun hızla arttığını gösteren bir çok delil vardır. Her ne olursa olsun Osmanlılar, fetihten sonra bir asır içinde İstanbul’u, kurmuş oldukları cihan-şümûl imparatorluğa her hususta Lâyık bir başkent, yapmayı başarmışlardır.


DİPNOTLAR,

[1] Die Bevölkerung Konstantinopels, Nachrichten der Akademie der Wissenschaften in Göttingen, Phil. . Hist. Klasse, 1949.
[2] Pharantzes, s. 291.
[3] H. İnalcık. Fatih Devri, I, Ankara 1954, s. 131. N. Jorga (Geschichte des Osmanischen Reiches, II, s. 22), Türklere karşı İstanbul'un müdâfaasında 
 İtalyanların daha büyük bir rol oynadıklarım belirterek basit bir gerçeği vurgular. 
Toplara miktarı dokuz bin kadar olan müdâfaa kuvvetlerinin en iyi teçhiz 
edilmiş bölümü İtalyanlardı ve bu kuvvetlere Cenovalı bir komutan olan Giustiniani-Longo başkomutan tâyin edilmişti. İmparator, bütün nüfûsunu ve 
otoritesini kaybetmişti. Muhâsara esnâsında Rumların çoğu, “para ödenmediği sürece” surlarda çalışmayı reddetmişlerdi (Z. Doflin, Ch. XX, XXV). Şehri 
savunmada İtalyanların, niçin bu kadar şiddetli savaştıklarım tahmin etmek kolaydır: Türklerin İstanbul'u almaları durumunda İtalyanlar, 
     Ege ve Karadeniz'deki ko­lonilerini kaybetme tehlikesi ile karşı karşıya kalacaklardı. Muhârebenin son gününde Venedik'ten hareket eden donanma Eğriboz'a ulaşmıştı (“Mehmed II”, İslâm. Ans. fask. 75, s. 511).
[4] Ch. Riggs Tere. Princeton 1954, s, 83, karş. Neşrî, ed. F. Taeschner, Leipzig 1951, s. 181.
[5] Kritovoulos, s. 93-94.
[6] Kritovoulos, 83, Fâtih önce Notaras'a îtibar ve iltimas gösterdi. Fakat Notaras ve onu çepeçevre kuşatmış olan Bizanslı asilzâdelerin, hiç bir değişiklik 
olmamış gibi davranmaya başlamalarını görünce şüphelenmiş ti. Fâtih, ordusuyla Edirne'ye döndüğü zaman, onlara hiç bir şekilde İtalyanlarla işbirliğine teşebbüs etmemelerini söylemişti. (karş. Kritovoulos, s. 83; Chalcocondyles, Hist. de la décadence de l'empire grec. tere. 
the Vigénere, Rouen 1670, s. 175). Phrantzes gibi fanatik çağdaş bir târihçi, Fâtih ve Notaras arasındaki ilişkileri çirkin bir biçimde göstermeye çalışır. 
Bak.: A. E. Bakalopoulos, Die Frage der Glaubwürdigkeit der “Leichenrede aut L. Notaras”, Byzantintsche Zeitschrift, Band 52 (1959), s. 13-21.
[7] N. Iorga, Notes et Extraits pour servir a l'histoire des Croisades, vol. IV (Bucharest, 1915), s. 67: “vier Tawsent wirt nömmen sy auch dar ein und 
haben sy darein geseczt (Dört bin kişiyi getirdiler ve buraya yerleştirdiler)” (Çağdaş bir Alman kaynağı).
[8] Fâtih devrinin önde gelen ilim adamlarından biri olan Hızır Bey, Sivri­hisar'da doğdu. Molla Yegân'dan ders tahsil etti; Sivrihisar'da ve Bursa'da Sultan Medresesinde ders verdi. Fâtih devrinin en meşhur âlimlerinden çoğu, onun talebeleri idi (Kestelli. 
     Ali Arabî, Hoca-zâde ve Hayâlî'yi zikretmek gerekir). Geniş ansiklopedik bir bilgiye sâhip olan Hızır Bey, Fâtih'in dikkatini çekmiş ve İlim Dağarcığı lakabı takılmıştı (Şakayık-ı Nu’mâniyye, Mecdî terc., İstanbul 1269 H., s. 111-114). Hızır Bey, 1459'da kadı iken vefat etti.
[9] Kritovoulos, s. 85, 93.
[10] Tursun Beğ, Târîh-i Ebu'l-Feth, TOEM neşri, s. 59 (Tursun Beğ, Fâ­tih'in çağdaşıdır).
[11] Dukas, Aynı eser, s. 313.
[12] Notes et Estralts, IV, s. 69. Kars. Kritovoulos, s. 93.
[13] Neşrî. 181; Tursun Beğ, s. 60; Âşık Paşa-zâde, s. 142.
[14] Kritovoulos, s. 95.
[15] Dukas, V. Mirmiroğlu tarafından yapılan tercüme, İstanbul 1956, s. 169.
[16] Kritovoulos, s. 119.
[17] Ö. L Barkan, Kanunlar, LXII.
[18] Bakz. A.M. Schneider, Aynı eser, s. 41-43.
[19] Neşrî, s. 203.
[20] A.M. Angiolello, (Hist. Turchesca) bunların “biraz sonra göz alıcı evler ve kiliseler inşâ ettiklerini”, böylece çok güzel mahalleler meydâna getirdiklerini 
kaydeder.
[21] s. 104.
[22] Tursun Beğ, s. 62-3.
[23] s. 148.
[24] s. 149.
[25] s. 207.
[26] s. 65.
[27] Lybyer, The government of the Ottoman empire in the time of Suleiman the Magnificent, N.Y. 1913, s. 147.
[28] Ö.L. Barkan, İktisat Fakültesi Mecmuası, vol. XV, s. 268-77.
[29] s. 140.

http://yunus.hacettepe.edu.tr/~unan/translation1.html

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder