29 Mayıs 2019 Çarşamba

28 ŞUBAT TAN BUGÜNE BAKMAK BÖLÜM 6

28 ŞUBAT TAN BUGÜNE BAKMAK BÖLÜM 6



İDRİS ŞAHİN (Çankırı) – Sırrı Bey, burada insicamınızı bozmayayım. Bu bölüm tutanaklar kapalıyken yapılan bir konuşma esnasındaydı. Tutanaklara atıf yaparak konuşuyorsunuz ya o yüzden… 

SIRRI SÜREYYA ÖNDER (Devamla) – Ha, olabilir ama bunları… 

BAŞKAN – Vaka doğru da sadece doğru geçmesi açısından… Tutanaklara atıf yaptı ya, tutanakları kapattırdıktan sonra yaptığı bir açıklamaya dayanarak… Ama sonuçta Komisyona yapılmış bir açıklama, evet. 
SIRRI SÜREYYA ÖNDER (Devamla) – Buradaki arkadaşlarımızın hepsi orada da vardı. 
Mustafa Bayram öldürülmedi ama diğerleri keklik gibi her köşe başında infaz edildiler ve “Sizin bu iktidar üzerinde böyle bir nüfuzunuz mu vardı?” dedim. “Ortada milyon dolarlar ve marklar çarpışıyordu o zaman, ayyuka çıkmıştı isminin listeden çıkarılması karşılığında. Böyle bir pazarlığa aracı oldunuz mu? Bu miktarlardan haberiniz var mı? Kimler bundan nemalandılar?” Bunu bir gün benimle özel konuşmak istediğini söyledi. Ben de böyle bir şeye gerek olmadığını söyledim ama bu aracılığı, bu, listeden insan çıkartma operasyonunu bize 
doğruladı. 

Şimdi, Pervin Buldan, kocası öldürüldüğü gün kızı Zelal’i doğurdu. Bugün on sekiz-on dokuz yaşında kızı. 
Pervin Buldan size şunu sormamı istiyor: “Madem elinizde böyle bir liste vardı, bununla ilgili hiçbir hukuki işlem yaptırdınız mı, bunları mahkemeye verdiniz mi, bunlar hakkında suç duyurusunda bulundunuz mu?” Bu şekil yürütülen bir tek soruşturma olmadığına göre bu, bunların ipinin çekilmesi, öldürülmesi anlamına geliyor. Bolu’da atış poligonunun yanında Yığılca köyünde cesetleri bulundu. İki tane kafasına, bir tane karnına ateş edilmişti. 

TANSU ÇİLLER – Hangi yıl oluyor bu? 
SIRRI SÜREYYA ÖNDER (Devamla) – 94’te. 

Atış poligonuna girerken bunları aracın içinde gören insanlar var ve tanıklıkları var. İçeri götüren insanların çizilmiş robot resimleri var. Bunları da sizinle arzu ederseniz paylaşacağım. Bunlara dönük hiçbir suç duyurusunda bulunmadığınızı biliyoruz. Bari, bu katledilişlere dönük herhangi bir işlem yaptınız mı, yapma 
ihtiyacı hissettiniz mi? Nelerle karşılaştınız, bunu sormak istiyorum. 

Öcalan’a suikast planı var, bir suikast teşebbüsü oluyor. 1 ton kadar C4 patlayıcısı bir başka ülkeye, o zaman Suriye’ye sokuluyor ve buna 500 milyar TL harcandığı söyleniyor. Sizin de “Örtülü ödeneği açıklarsam savaş çıkar.” şeklinde bir beyanatınız var. Bu sözle neyi kastettiniz? Niye savaş çıksın? Bir başka ülkenin hukukunu bu kadar bariz mi ihlal ettik, bu kadar vahim mi ihlal ettik? Bu konudaki düşüncenizi sormak istiyorum. 

Sayın Çiller, 28 Şubat salt inanan insanların üzerinde oluşturulan bir baskı dönemi değildi. Bu yönü vardı fakat bunun altında ülkemizde siz de biliyorsunuz, İktisat Profesörüsünüz- sıkıntıların ihraç edileceği yegâne alan Kürt alanı olagelmiş. Sizin Başbakan olduğunuz dönemde İnsan Hakları Derneğinin verilerine göre 1994 yılında 292 kişi faili meçhul saldırılar sonucu, 298 kişi yargısız infaz ve işkence sonucu gözaltında, 328 kişi de kaybedilerek hayatlarına kastedildi. Sizin Başbakan ve Başbakan Yardımcılığı yaptığınız dönemlerde bin beş yüz Kürt köyü, mezrası ve ormanı yakıldı. Dönemin Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş sizle olan ilişkisini sizin tak diye söylediğinizi, şak diye yapmak şeklinde tarif etmişti. Böyle tak şaklı bir ilişkide çok da Erbakan Hoca’dan 
dolayı yaşadığınız sıkıntılar, askerden dolayı yaşadığınız sıkıntılar fazlaca gerçekçi gelmiyor çünkü bu arbede ya da bu protokol sürerken hiç inkıtaya uğramayan tek şey Kürt halkına yapılan zulüm. Yine, “gizli” ibareli, “Terörle 
Mücadelede Sorunlar ve Çözüm Önerileri” başlıklı bir raporunuz var. 11’inci sayfasında “Siyasi Alanda” başlıklı bölümde HADEP faaliyetlerinin pasifize edilmesi maksadıyla devlet tarafından takip ve kontrol altında tutulmasını istemişsiniz. 12’nci sayfasında “Devlet, sivil toplum örgütleri ve üniversiteler vasıtasıyla HADEP üzerinde açık/örtülü ve devamlı bir baskının tesis edilmesi ve gündemden düşürülmesi” ifadelerine yer verilmiş. 

Bu rapor hakkında bilginiz var mı? Bu söylediğim raporda imzanız yok, Özgür Ülke’yle ilgili raporda imzanız var. MGK toplantılarında gündeme geldi mi? HADEP yönetici ve üyelerine yönelik saldırılar ve partinin kapatılması raporda belirtilen hedefler kapsamında mı yapıldı? Kürt nüfusunun planlanması yine bu “Terörle Mücadelede Sorunlar ve Çözüm Önerileri” başlıklı raporun 14’üncü sayfasında, daha sonra bunu Salim Ensarioğlu açıkladı malumunuz: Sağlık Bakanlığı koordinatörünce nüfus planlaması seferberliği başlatılması ve az çocuğa prim, çok çocuğa vergi gibi radikal önlemlerin alınması sağlanmalıdır bölgede. Bu yine aynı şekilde MGK’da sizin döneminizde ele alındı mı? 

Bu rapordan ne kadar haberdarsınız? 

Sizin zamanınızda İçişleri Bakanlığı olağanüstü koordinasyon kurulu başkanlığınca hazırlanan, 1300, genel sekterlik 5.A-112 sayılı, nevruz kutlamaları konulu, “acele günlüdür” yazılı, “gizli” ibareli OHAL bölge ve il 
valilikleriyle, diğer il valiliklerine gönderilen belgede; başta Kürt halkı olmak üzere Orta Doğu halklarının binlerce yıldır kutladığı “nevroz”un Türkleştirilmesi için -tırnak içinde- hazırlanan taslak faaliyet raporlarına yer verilmiş. 
Raporda “Yurt genelinde Türk kültüründe nevruz konulu -“nevroz” değil- makale yarışmaları düzenlenmesi, Türklerin geleneksel, sarı, kırmızı ve yeşilin Türklerin geleneksel renkleri olduğu konusunun nevruz dolayısıyla yapılacak bilimsel toplantılarda ele alınması, haber olarak verilmesi.” diyor. Bunun gibi bu ve benzeri birçok sıkıntı yaşandı ve Kürtler… Çok ilginçtir Sayın Çiller, o dönem bunun daha kimse adını koymamışken bunun bir postallı darbe olduğunu savcılık size gösterince ikna olmuşsunuz. Ben bir gazete kupürü yanımda getirdim. Bu 
bombalanan gazetelerin tam da bunların yaşandığı gün Demokrasi gazetesi -ki Özgür Ülke’nin yerine şey oldu 28 Şubat 1997’de “Postallı Demokrasi” diye yaşanan sürecin adını koymuş. Bunlara dönük cevaplarınızı duyarsam… Belgelerini de istemeniz durumunda paylaşacağım sizinle. 

BAŞKAN – Buyurun lütfen. 

TANSU ÇİLLER – Sayın Önder, ilk önce seçim kampanyasıyla ilgili bir sualle başladınız, ona cevap vereyim. Ben gerçekten seçim kampanyasında Refah Partisiyle bir koalisyon yapmayı öngörmedim. Bu bir gerçek. Bunun nedeni, aslında o gün yine yansıyan şekliyle ve bizim de algıladığımız şekliyle, bir devrim olur ama kanlı mı olur, kansız mı olur şeklindeki bir yaklaşım ve bunun bütün tabanımız dâhil olmak üzere bize yansımış olması bizde çok ciddi, ülke adına kuşkuları ortaya koymuştur. Ancak genel başkanlar belirli şeyleri söylerler alanlarda ve bu onların iradesidir. Gereği neyse onun yapılması gereği vardı. Ancak netice itibarıyla milletin dediği herkesin dediğinin üstündedir ve ben bu söylediğimin arkasında olabilmek için, daha fazla milletvekili çıkarmış olmama rağmen Refah Partisiyle koalisyonu kurmadım ve Anavatan’la koalisyonu kurdum. 
Daha fazla milletvekilini, 135 milletvekili, ANAP Büyük Birlik Partisiyle beraber 132 milletvekili vardı Büyük Birlik Partisiyle beraber yapmış olduğu seçim dayanışmasında, ona rağmen hem Başbakanlığını hem de Meclis 
Başkanlığını götürüp ANAP’ın Genel Başkanına teslim ettim. Bu bir bedel ödemeydi. Ancak görüldü ki bu azınlık hükûmetidir, millî irade bundan bir çoğunluk çıkarmamıştır ve gelinen noktada Anavatan Partisiyle bu koalisyon 
göçmesinden sonra… Bunun iki nedeni vardı. Bir tanesi: Yine ondan önceki 12 Eylül darbesinde merkez sağ, Adalet Partisi ikiye bölünmüştü. Adalet Partisinin ikiye bölünmesinden bir Anavatan Partisi çıkmış, bir de Doğru Yol Partisi çıkmış. Anavatan Partisinin başına Turgut Özal geçmiş, daha sonra Doğru Yol Partisinin başına da yasakları kaldırılan Demirel geçmiş. 
Benim Doğru Yol Partisini seçmemin ana nedeni onu bir demokrasi mücahidi olarak görmemdir. Yoksa Sayın Özal ve Adnan Kahveci -bu odaya, özellikle, defalarca gelindi beni Anavatan Partisi için ikna etmeye defalarca çalışmıştır ama ben Doğru Yol Partisinin yasaklı döneminde girdim siyasete. Çünkü bu bir demokrasi mücadelesiydi. Ama eğer bir sokakta, bir bakkal varken bunu iki bakkala çevirirseniz müthiş bir mücadele başlıyor ve Demirel Özal mücadelesi daha sonra Tansu Çiller, Mesut Yılmaz mücadelesi bu temel darbenin ayrıştırmasından ve bir davanın iki partiye bölünmesinden ortaya çıkmış bir meseledir. Bütün bunların içerisinde bu koalisyon kuruldu, yeniden birleşebilir miyiz diye kuruldu ama Anavatan’la Doğru Yol Partisinin yaptığı koalisyon devam edemedi çünkü ciddi bir mücadele devam ediyordu 

“Birinden birinin gitmesi lazım.” şeklinde ve daha da önemlisi Anayasa Mahkemesi güven oylamasını iptal etti bu koalisyonunun. Bu azıklı hükûmeti düştü. 

Şimdi, bu durumda milletin söylediği tek bir irade var. O da çoğunluğu tespit etmiş. Siz çoğunluğa rağmen azınlık kuruyorsunuz, elinizdeki olması gereken Başbakanlığı veriyorsunuz sözünüzün arkasında durmak için, Meclis Başkanlığını veriyorsunuz bir lider olarak sözünüzün arkasında durmak için ve sonuçta göçüyor. 
SIRRI SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) – Sayın Çiller, bunu anlattınız. Ben şeyi soruyorum… 
TANSU ÇİLLER – Hemen geliyorum. “Niçin bundan vazgeçtiniz?” 
SIRRI SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) – Hayır. Bunu anlattığınızı söyledim. Niye Refah’la koalisyon yapmayacağınızı deklare ettirtmek zorunda hissettiniz? 
TANSU ÇİLLER – Şimdi ona geliyorum. 
SIRRI SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) – Sorunlu olan orası, sizin koalisyon olmanız değil. 
BAŞKAN – Sayın Önder… 
TANSU ÇİLLER – Ona geliyorum zaten. 
SIRRI SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) – Bununla bağlantılı bir şey söyleyin. 
TANSU ÇİLLER – Ona bağlantılı şekilde oraya geçiyorum. 
SIRRI SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) – Bu mal varlığı araştırma komisyonu, Refah’ın sonra bunu geri çekmesi bunlarla bağlantılı mı yoksa gerçekten bir demokrasi aşkı mı bunu anlamaya çalışıyorum açıkçası. 
TANSU ÇİLLER – Evet. Peki, ben de size çok somut bir biçimde… 
BAŞKAN – Sayın Önder, değerli milletvekillerimiz; şimdi soru sorarken… 
TANSU ÇİLLER – …cevap vereyim. 
BAŞKAN – Ben bir yöntem olarak sadece usul hakkında arkadaşlarımızı uyarmam gereken husus var. 

Siz soruları tamamladıktan sonra eksik kalan husus olursa hatırlatmak bağlamında yeniden söz vereyim. Konuşma esnasında araya girmeniz durumunda hem konuşmanın bütünlüğü bozulacak hem de eğer 
cevap alamadığımız bir husus olursa şey yapalım. 

Siz, lütfen tamamlayın. 

TANSU ÇİLLER – Peki, teşekkür ediyorum Sayın Başkan. 

Gelinen noktada Doğru Yol Partisiyle Refah Partisinin bir koalisyon yapması bir millî iradenin tezahürü hâlin geldi çünkü Meclis çoğunluğu çıkmıyor. Ya Anavatan’la yapacak Refah Partisi ya Doğru Yol Partisiyle yapacak; yoksa çoğunluk yok. Doğru Yol Partisiyle yapılmasını daha doğru buldum. Çünkü birkaç neden var. 
Bunlardan bir tanesi mesela, ben Avrupa Birliği meselesini bir demokrasi ve bir medeniyet projesi olarak görüyordum, Anavatan Partisi ise “Avrupa Birliği meselesini raftan çıkaralım.” diyordu, “Gümrük Birliğinden vazgeçelim.” diyordu ve bunu Refah Partisiyle şart olarak koydu. Dolayısıyla benim çok önemli bir vizyon olarak gördüğüm Avrupa Birliği projesini götürecek başka bir koalisyon yoktu. İkincisi: Millî irade bunu dikte ediyordu. Çoğunluk çıkacaksa eğer buradan çıkacak. Üçüncüsü ve çok daha önemli olan bir şey, gördüğüm şey artık şu 
idi: Toplum parçalanmıştı. Laikler, işte, bilmem Atatürkçüler, öbür tarafta çok korkulan, bir refleksle bütün özgürlüklerin ellerinden alınacak gibi bir irade ortaya koyacak olan Refah Partisi. Bu koalisyonun bir barış koalisyonu olacağını, bir barış projesi olacağını düşündüm ve nitekim de, gerçekten merhum Erbakan’la çok şey anladığımı gördüm, kanlı mı olacak, kansız mı olacak meselesinin o arka hikâyesini birçok kişiden dinledim Sayın Kazan dâhil olmak üzere ve aslında bütün bunları aşabilecek bir platformu gördüm. 

Fakat şimdi sizin sualinize somut olarak geliyorum Sayın Önder. Acaba, ben bunu birtakım verilecek gensorularla, Yüce Divan tehditleriyle, belli korkularla mı bu koalisyonu sürdürdüm. Eğer bu böyle olsa idi 24 Haziranda Refah Partisiyle yaptığımız koalisyon göçerken, çökerken, Sayın Mesut Yılmaz gelmişken ve Sayın Mesut Yılmaz gelip “Bizim burada beraber koalisyon yapmamız öneriliyor, isteniyor.” demişken ve bana ucu açık bırakmışken, “Anayol sizinle beraber kurulurken Başbakanlık bizdeydi, tekliflerinize açığız bu defa.” demişken 
yani bir koalisyon, göçüyor Refahyol, göçerken beni kurtarmak için bir projeyle geliyorlar. “Gel, seninle kuralım.” diyorlar bana. “Kim istiyor bizi?” diyorum, şu işaret yapılıyor ve buna benim verdiğim cevap… Eğer ben bunu gensoru veya mal varlığı veya Yüce Divan korkusuyla o koalisyonu yapmış olsaydım verilecek cevap orada “Hayhay.” demek olurdu. Hele hele partisinin parçalanacağını gören bir Genel Başkan için ve azınlığa düşeceğini, azınlık içerisinde o gensorularla her şeyi kendisine yapılabileceğini ihsas ettirilen bir Genel Başkan orada şunu söylüyorsa eğer, “Bu milletin iradesi değil, bu bir başka iradeyle kurulan hükûmet olur ve biz burada yer almayız.” diyorsam eğer o sizin söylediğinizin geçerliliği hiç kalmamış olur Sayın Önder. 

Şimdi, gelelim, asıl sizin ihsas etmek istediğiniz konuya. Buna genel şartlarıyla, genel çerçeve içerisinde söylemek istiyorum. Sayın Önder, ben bu evden siyasete girdim. Bu evden çıktım, dokuz yıl yurt dışında, Amerika’da doktora, doktora üstü, her şeyi yaparak geldim buraya. Boğaziçi Üniversitesinin de çok kısa zamanda Ekonomi Bölümü Başkanı, Dekanı oldum. Şuradan on dakika içinde Boğaziçi Üniversitesine gidiyordum. Bütün birçok ekonomi bölümünü Anadolu’da ben kurdum, biz kurduk benim başkanlığımda. Son derece de iyi bir, beni mutlu eden yaşamım vardı. Ben buradan bir mahzene gittim. Anavatan Partisinin, Sayın Özal’ın bana verdiği tekliflere, Kahveci kanalıyla da “Evet.” demedim. Bir mahzene gittim ve oradan başladık biz Doğru Yol Partisi olarak; arkadaşlarım bilirler. Ve oradan yola çıkarak bir Başbakanlığa doğru gittik. Benim tek amacım vardı, bütün dünyada gördüğüm her ne varsa ülkemin bütün insanlarına getirebilmek. O gün bu gördüğünüz o koca koca gökdelenler yoktu, finansta yaptığımız atılımlar… Avrupa Birliği, Gümrük Birliğinin çok büyük yararı olmuştur Türkiye’ye. Daha fazla görülecek, şimdi daha görülmeye başladı ama daha fazla görülecek. Çok uzun bir zaman görülmedi. Bütün arzum bu idi. Sizin söylediğiniz gibi eğer benim meselem birtakım çeteler, birtakım örgütler… Ben bunların adlarını bile bilmiyordum, kimler olduğunu bile bilmiyordum. 

Bakın, hepimiz oturmuşuz, size bir ufak fıkra anlatayım, bu benim için değil, hepimiz için, Türkiye için. Adamın biri bir binadan içeri giriyor, diyor ki masada oturana “Gözlerim bozuldu galiba görmüyorum.” diyor. Masadaki cevap veriyor: “Haklısınız çünkü burası banka.” diyor. Biz Türkiye’de hâlen araştırıyoruz, kim ne yaptı, darbe miydi, darbelerde ne oldu, faili meçhuller ne oldu. Hâlen de yapıyoruz, kim yaptı? Bu bunca yıl hâlen çözülemedi. 

iki aylık Başbakanken, sizin söylediğiniz tarihlerde, niye ben kimler olduğunu bilmediğim insanlarla iş birliği içerisinde çeteler kuracağım, bunlara faili meçhullerle işaret edeceğim, bütün bunları yaptıracağım? 

7. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder