28 ŞUBAT TAN BUGÜNE BAKMAK BÖLÜM 9
O dönemde mesele şuydu: “Güvenlik güçlerinin özellikle askerî cenahında acaba bir zafiyet söz konusu olur mu Refahyol’la birlikte?” diye bir sual, sorgu vardı. Öyle bir düşünce çerçevesinde değil ama İçişleri Bakanlığında özel harekâtın yeniden güçlendirilmesi ve polisin de çok etkin olabilmesi doğrultusunda İçişleri
Bakanlığının yaptığı birtakım çalışmalar vardı. Bu çalışmalar çerçevesinde sanki bu, “Çiller çetesi” gibi lanse edildi -hâlen de- toplumun hafızasının morfik alanında bu yankılar uyandırıldı ve bu çerçevede sanki benim verdiğim bu mesaj “Devlet hukuk devleti değil de, hukuk dışı her şeyi yapın.” demişim gibi bir kalıba sokuldu. O yapılan zirvede, Cumhurbaşkanlığı zirvesinde yine hatırladığım kadarıyla ben bu konunun üzerine sonuna kadar gidilmesi gerektiğini, “Sonuna kadar gidelim, gidilecek her yere kadar araştırılsın.” ama ülkenin güvenlik güçlerinin orada polise de işaret ediyordum- zaaf içinde ve topyekûn bir töhmet altında bırakılmamasını, önemli olanın bu olduğunu çünkü terör mücadelesinin devam ettiği bir süreçte bunun güvenlik güçlerinin bütün motivasyonunu yok edecek bir noktaya taşınmasının millete bir miktar getireceği yükü büyük yükü hatta- işaret ederek konuştum. Dolayısıyla buradaki bütün çerçeve, çizilen çerçeve bundan ibaretti.
Doğrusu, onun ötesinde, bu, siyasi çerçevede ortaya konulmuş olan ve bir darbe şeklinde onun bir enstrümanı hâline getirilmiş olan, Sayın Baş’ın ifade ettiği, “siyasi suikastlar” diyelim, “siyasi yok etmeler” diyelim, “siyasi cinayetler” diyelim bir yerde yani faili meçhuller aranıyorsa eğer, bu çerçevede meselenin ele alındığı zaman, görülen bütün bu bilgilerin topluma, toplumun hafızasının morfik alanına yerleştirilmiş bir bilgi kirliliğinin yayıldığını görüyorsunuz ve zaten “siyasi suikast” dediğimiz şey de böyle oluyor. Toplum nezdinde bir siyasetçiyi
bitirmenin yolu, aslında onunla ilgili birçok yanlış bilgiyi aksini yayamayacak bir konumda olan bir kişi için yüklerseniz, bu, netice itibarıyla siyasi bir suikasta götürüyor çünkü yok ediyor onu, yok ediyor. Bu, tabii, bizim alışık olmadığımız bir kavram, ezber bozan bir kavram, tıpkı darbenin illa tankla yapılması gibi, tankla, tüfekle yapılması gibi; tıpkı işte darbeler bir tarihte yapılır, bir kesittir, 27 Mayıs gibi. Bu bir süreç olduğu gibi burada da siyasi suikastların sadece silahla yapılamayacağı, toplumun hafızasının morfik alanına bir bilgi kirliliği enjekte
ederek bunun yaygınlaşması ve onun, o siyasetçinin doğru bilgi alamayan halkın verdiği kararlara -doğru bilgi alamayan doğru karar veremiyor- muhatap olması ve dolayısıyla yok edilmesi meselesi. Bu, tabii, yeni bir kavram olarak Türk siyasetine girmiştir ve incelenmelidir. Sayın Başkanın da söylediği şey zannediyorum bu idi ve buna işaret etmiş oldum. Dolayısıyla, doğrusu o rapordan da haberim olmadığı için onun ayrıntılarına giremiyorum.
BAŞKAN – Eğer eksik kalan bir husus olursa, o raporu eğer Değerli Milletvekilimiz bize de sunarsa… Benim hatırladığım kadarıyla Susurluk Komisyonunda böyle bir rapor yok…
MEHMET ŞEKER (Gaziantep) – Ben size veririm.
BAŞKAN - …dolayısıyla hani kaynağı Susurluk Komisyonu olarak gösterdiğinizde... Kaynağı da önemlidir çünkü MİT’in Başbakanlığa yazdığı bir evrakın… Sayın Başbakanın Başbakanlık yaptığı döneme ilişkin bir rapordan söz ediyorsanız bunun teyidini sağlayabileceğimiz resmî yerler var elbette. Ondan sonra soruyu daha net olarak sorar, belki yazılı olarak da cevaplandırmasını isteyebiliriz.
TANSU ÇİLLER – Şunu da ifade etmek isterim…
BAŞKAN – Başbakanım, çok özür dilerim, buyurun, devam edin. Daha sonra da sözü Atila Kaya’ya vereceğim. Sizin ilave etmek istediğiniz bir konu varsa…
TANSU ÇİLLER – Ufak bir şey daha var.
Sayın Erbakan’a ben -belki bu, Sayın Şeker’in de duymak istediği şeylerden biridir- o dönemde yapılan Meclis araştırmasında “Sonuna kadar gidelim.” tavsiyesinde bulunan birisiyim ancak Sayın Erbakan bunun bir dönem sonra devamını istemedi. İşin tuhaf tarafı bizden sonra, bunun üzerinde çok konuşanlar yani işte “Bu mutlaka incelenmelidir, ortaya çıkacaktır, çıkarılmalıdır; şunlar şunlar oldu, Çiller de bunun içindeydi; şöyleydi, böyleydi…” vesaire diyenler ondan sonraki dönemlerin hiçbirinde de bununla ilgili daha onun ötesine giden bir şey yapmadılar. O sırada dikkat çekecek…
BAŞKAN – Sayın Başbakanım, kastınız, sizden sonraki kurulan Hükûmet mademki bunun… Dolayısıyla siz “Daha iyi bir soruşturmayı yapabilirlerdi.” diyorsunuz değil mi?
TANSU ÇİLLER – Evet, aynen onu diyorum, hiçbir şey yapılmadı.
O dönemde benim ilgimi çeken… Bunu kimseyi töhmet altında bırakmak için söylemiyorum, sadece meselenin yanlış bilgilendirme veya eksik bilgilendirmeyle nasıl bir yanlışa götürüleceğine işaret etmek için söylüyorum. Benim orada dikkatimi çeken bir başka olguya da işaret etmek isterim: O zaman o Komisyona çağrılan birtakım insanlar -bunların bir bölümü komutanlardı, vesaire- gelmediler Komisyona. Ondan sonra da bunlar çağrılmadı. Anlatabiliyor muyum? Yani tekrar bir şeye işaret etmiyorum, sadece o zamanın bazı
yaşanmışlıklarına işaret ediyorum. Dolayısıyla bazı şeyler duyduğum için bunu söylüyorum, “Çiller istemedi de araştırılmadı.”
MEHMET ŞEKER (Gaziantep) – Hayır, Sayın Başbakanım. Ben o olayla ilgili, yani sizin 22/12/96 tarihinde Cumhurbaşkanının Başkanlığında toplandığınızda Sayın Mesut Yılmaz sizi itham eden bazı konuşmalar yapıyor, diyor ki: “Ömer Lütfi Topal’ın öldürülmesinde İstanbul Emniyeti failleri yakaladı, adamlar da zaten ‘Biz yaptık.’ diyorlar. Hiçbir gizli saklıları yok. Ama bunun üstüne gidilmedi, Emniyet Müdürünün üstüne gidildi.” Bunun üzerine Sayın Cumhurbaşkanı diyor ki: “Evet, bana da geldi Emniyet Müdürü, görüştüm, Emniyet Müdürü bana bunları söyledi: ‘Biz adamları yakaladık ama Ankara bunları elimizden aldı.’ diye Mehmet Ağar’ı
şikâyet ediyor.” O konuşmanın içeriği bu, sizi suçladıkları yer burası, yani “Niçin müdahale edilmedi?” anlamında söylüyor. Yakalanan silahların Hospro şirketinden alındığı, o şirketin bu silahları MOSSAD’dan aldığı, bu silahların bir kısmının Susurluk’taki aracın arkasından çıktığı…
BAŞKAN – İnanın çok fazla milletvekilimiz soru sormak istiyor, bekliyor. Saat 13.30, rica ederim.
MEHMET ŞEKER (Gaziantep) – Peki, o zaman şu son şeyi sormuştum, cevap vermemişti Sayın Başbakan.
BAŞKAN – Eksik kalan hususlar olursa yazılı olarak versin dedik.
MEHMET ŞEKER (Gaziantep) – Yok ama bu önemli, bunu mutlaka duymak istiyorum.
BAŞKAN – Buyurun.
MEHMET ŞEKER (Gaziantep) – Özellikle, İsrail’e gittiğiniz -Eymür’ün ifadesi bu- müsteşarla birlikte onların dışarı çıkartıldığı, Ağar’la sizin MOSSAD’la görüştüğünüzü iddia ediyor.
TANSU ÇİLLER – Ben bir görüşmeyi yaptım İsrail’de. Yaptığım görüşme özellikle PKK konusunda istihbarat alışverişine ilişkindi ve bu istihbaratın çok gizli kalması gereği vardı, talep onlardan gelmiş bir talepti. Dolayısıyla, o gün PKK’nın çok ciddi istihbaratının İsrail’in elinde bulunduğu, nokta istihbaratının olduğu…
MEHMET ŞEKER (Gaziantep) – Pardon... Efendim, görüştüğünüz kimdi? Kayıtlara geçsin diye söylüyorum.
TANSU ÇİLLER – Vallaha, Rabin de vardı orada -Rabin de vardı yanlış hatırlamıyorsam- başkaları da vardı belki, bilemiyorum, yani şu anda tam olarak zaten bizim taleplerimiz ve onların gerisini ben dinlemedim yani benim meselem de değildi. Bir Başbakan olarak benim sadece söylediğim şey, bunun bizim için bu ilişkilerde önemli bir merhale olacağı ve bu istihbaratın iki istihbarat arasında ve yayılmadan… Onlar bunun tamamen gizli kalması üzerine çok ısrarcıydılar ama o gün yaptığım konuşmaların içeriğinde bütün benim söylediğim ve benim onunla kısıtlı kaldığım olay PKK’ya ilişkin nokta istihbarattı.
BAŞKAN – Atila Kaya Bey, buyurun lütfen.
ATİLA KAYA (İstanbul) – Teşekkür ediyorum.
Sayın Başbakan, ben de teşekkür ediyorum zatıalinize bizleri evinizde misafir ettiğiniz için.
Sayın Başkanım, müsaadenizle, ben öncelikle soru soran arkadaşlarımızın sorularında dile getirdikleri ve hem partimizi ve daha doğrusu bizim hareketimizi de ilzam eden -kayıtlara geçmesi bakımından- bir iki hususa dikkat çekmek istiyorum.
Birincisi: Biraz önce Sayın Şeker MİT raporunu okurken bir “ülkücü mafya” tabiri geçti, bir de Azerbaycan’daki bir darbe girişiminde 22-23 civarında ülkücünün ve nizamı alem ocaklarından insanların öldüğü yolunda…
MEHMET ŞEKER (Gaziantep) – Buradan okudum.
ATİLA KAYA (İstanbul) – Evet, rapordan okundu. Ben de kayıtlara geçmesi anlamında söylüyorum.
BAŞKAN – O raporu çok merak ettik şimdi.
ATİLA KAYA (İstanbul) – Aslında burada Sayın Başbakan da ifade etti, 28 Şubat dönemi, yani o süreç daha doğrusu, bir yönüyle önemli ölçüde özelleştirmeler yoluyla, banka kurmalar yoluyla belli ülke kaynaklarının belli insanlara ya da gruplara aktarıldığı bir dönem. İşte bu dönemde âdeta bütün bu kirli ve karmaşık ilişkilerin üzerine bir şal örtülmüş ve o şalın üzerine de “ülkücü mafya” ibaresi yazılmak suretiyle, yani toplumun dikkati başka yöne çekilmek suretiyle bütün o olup bitenlerin toplumun gözünden kaçırılma sürecidir. Dolayısıyla yani bu “Ülkücü Mafya” diye nitelendirilen insanların ülkücü hareketle -ki ben o tarihlerde Ülkü Ocakları Genel Başkanlığı yapıyordum hiyerarşik ve organik anlamda hiçbir zaman bir ilişkileri ve bağları olmamıştır.
O darbe meselesinde de, Azerbaycan’daki bu Dağlık Karabağ işgal edildiği zaman Türkiye’den gönüllü bir şekilde Azerbaycan’a gidip oradaki kardeşlerimize yardım eden, hatta savaşan insanlar olmuştur, yaralanan insanlar olmuştur, esir düşen arkadaşlarımız olmuştur ama hiçbir ülkücü Azerbaycan’daki bir darbe girişiminin içinde olmamıştır ve o 23 isim de hayalî bir şeydir, 23 ülkücünün öldürülmesi durumu da hayalî bir durumdur.
Bunu özellikle belirtmek istedim.
Bir de Sayın Önder burada yok ama ben bir şeyi söylemek istiyorum. Aslında, sizin Başbakanlığınız dönemi, gerçekten de terörle mücadele anlamında çok önemli adımların atıldığı -bana göre- ve çok önemli de sonuçlara ulaşıldığı bir dönem olmuştur Türkiye’de. O sorunun içerisinde geçen, işte, “Kürtlere zulüm”, “Kürt halkına zulüm” vesaire gibi şeyleri kabul etmemiz mümkün değildir bizim. Bir de yine bir tabir geçti “Nevruz’un Türkleştirilmesi” diye. Doğu Türkistan’dan Balkanlara kadar hatta Müslüman olmayan bütün bazı Türk toplulukları; gibi Çuvaşlar gibi, Gagavuzlar gibi, bunların hepsinde ortak bir bayramdır Nevruz Bayramı. Dolayısıyla, böyle bir şey yani Türk olan bir şeyi nasıl Türkleştireceksiniz?
Bir şeyde bir temennimi dile getirip bir soru yönelteceğim son olarak. Bir kitap yayınlandı, zannediyorum sizin basın danışmanlığınızı yapmış Mehmet Bican, “28 Şubatta Devrilmek” diye. Orada da sizin bu 28 Şubatla ilgili o kararların alındığı tarihten sonra “yani tankın önüne çıkmak, tankın işte eğer böyle bir şey
olursa, bir niyetinizi” ifade ettiğinizi yazıyor orada. Aynı şekilde siz de burada dile getirdiniz, bu hareketlerin içinde bulunan askerlerin emekliye sevk edilmesi yönünde bir girişiminiz olmuş ama merhum Erbakan Hoca’yı, o konuda anlaşılan ikna edememişsiniz, keşke bu hadise gerçekleşmiş, bunları yapabilmiş olsaydınız belki tarihin akış seyri de başka türlü olurdu, diyorum. Soru olarak da: Şimdi, şöyle bir şey var 28 Şubatla ilgili, dönemin Sayın Cumhurbaşkanına atfedilen şöyle bir şeyi var, deniliyor ki; “Sayın Demirel, 28 Şubat darbesini önleyen
isim olmuştur.” Siz, hem o kitapta hem de biraz önce ifade ettiniz, o kararlardan sonra daha doğrusu size yetkinin verilmemesinden sonra yaptığınız bir açıklama var, diyorsunuz ki: “Bu bir Çankaya darbesidir.” yani benim sorum şu: Sizce, Sayın Demirel, gerçekten de o dönemde bir askerî darbe olacaktı da bunu birtakım girişimlerle önleyen bir kişi mi olmuştur, yoksa darbecilerin gerçekleştirmek istedikleri ya da ulaşmak istedikleri hedefe aracılık eden bir pozisyonu mu olmuştur? Bu konudaki görüşünüzü öğrenmek istiyorum, teşekkür ediyorum.
10. CU BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder