1947’den GÜNÜMÜZE TÜRK-AMERİKAN İLİŞKİLERİNİN GENEL PORTRESİ BÖLÜM 3
1960’larda Türkiye’nin ABD’nin uydusu haline geldiği yolunda yoğun eleştiriler yapılması, iki devlet arası ilişkileri, bu konuda teoride söylenenler. 20
çerçevesinde de ele almayı gerekli kılmaktadır. ABD'nin, askerî kapasite açısından Türkiye'den çok daha ileri düzeyde olması ve Türkiye'ye askerî ve ekonomik yardım sağlayan başlıca devlet konumunda bulunması nedeniyle, Türkiye'yle olan ilişkilerinde çok daha fazla pazarlık gücüne sahip olduğu açıktı. Ancak Türkiye'nin stratejik önemi de Amerikalıları Türk yöneticilerini etkilemede (örneğin Kıbrıs sorununda) kısıtlayan önemli bir faktördü. Amerikan liderlerinin, Sovyetler Birliği'nin çıkış yollarını önemli düzeyde kontrol eden, sağladığı üslerle Amerikan çıkarlarına hizmet eden Türkiye’den vazgeçmeleri zordu. Diğer tarafta Türk liderler de ABD'nin sağladığı askerî korumayı ve maddî yardımı başka hiçbir devletten aynı düzeyde elde edemeyeceklerine inanmışlardı. 1950'lerde ve 1960'ların ilk yarısında Türkiye’nin uydu görünümü verecek şekilde uluslararası alanda ABD'nin bütün politikalarını desteklemesi, ABD’yle ittifaktan büyük
beklentiler içinde olmasının bir sonucuydu.
1964 Kıbrıs kriziyle ABD’yle ittifakın en önemli ulusal meselede bile işe yaramayacağı anlaşıldığında ise Türk yöneticilerin başvurdukları yol,
uluslararası alanda daha bağımsız hareket etmeye çalışmaktı. Amerikalıların başlarda bu tepkiyi mâkul karşılarken daha sonra haşhaş sorununda aşırı baskı yapmaları ve Türkiye’yi gözden çıkarır konuma gelmeleri, Türkiye’nin haşhaşta ABD’ye rest çekmesiyle sonuçlanacak, 1974 Kıbrıs krizi ve Amerikan silah ambargosuyla ilişkiler kopma noktasına gelecekti. Türk liderler için ABD’den aldıkları ekonomik ve askerî yardım büyük önem taşımaktaydı, ancak yardımın baskı aracı olarak kullanılması kabul edilemezdi. Yumuşama dönemlerinde Türk liderlerin ekonomik gelişmeye daha fazla değer verip Sovyetler Birliği'nden bile ekonomik yardım alma yoluna gittikleri de bir gerçekti. Amerikan Kongresi, Kıbrıs ve haşhaş konusunda yardımı baskı aracı olarak kullanmayı deneyecek, fakat Türkiye’ye istediklerini yapmakta başarılı olamayacaktı. Türk yöneticilerin Batılılaşmayı amaç olarak seçip ABD’yle ittifaka bu çerçevede bakmaları ve bunun gereği olarak uluslararası alanda ABD'yle sürekli dayanışma içinde olmaları iki devlet arası ilişkileri samimileştiren bir faktördü. Ancak Kıbrıs sorununda yalnız bırakılış bu defa Türkiye’de Batı’ya karşı bir antipati uyandıracak ve Türk yöneticileri Arap-İsrail çatışması ve sömürgecilik gibi konularda ABD’nin zıttı bir tavır takınmaya itecekti. Sonuçta özellikle 1964'ten sonra Türkiye’nin Amerikan politikalarını adım adım takip etmekten vazgeçerek bağımsız hareket edebileceğini ortaya koyduğu, fakat ABD’den tamamen kopmayı ya da ABD’ye tam olarak cephe almayı da asla düşünmediği
söylenebilir. Bu arada Türkiye’nin, 1963 yılına kadar BM. Genel Kurul oylamalarında neredeyse tamamen ABD'yle aynı doğrultuda oy kullanırken,
1964’ten sonra soğuk savaş ve silahsızlanma konularında yine ABD’nin yanında yer alması, fakat Arap-İsrail çatışması ve sömürgecilik konularında zıt yönde oy kullanması,21 Türk yöneticilerin ilişkilere vermek istedikleri yönün de ip uçlarını vermekteydi. Güvenlikte sadece ABD’ye dayanılacaktı ama başka konularda ABD dışındaki seçenekler de dikkate alınacaktı.
Uydu durumuna gelmese bile Türkiye’nin ne derece ABD’nin etkisi altında kaldığı da teoriler22 göz önünde bulundurularak incelenebilir.
İkinci Dünya Savaşı'nın ertesinde süper güç konumuna yükselen ve Batı blokunun liderliğine soyunan ABD, dünyadaki gelişmelere etkide bulunma eğilimi içine girerken, Türk yöneticilerin değişik amaçlarla ABD'yle sıkı ilişkiler kurma konusunda fazlasıyla istekli olmaları 1950'li yıllarda ABD'nin Türkiye üzerindeki etkisinin oldukça fazla olmasına neden oldu. Uyduluk iddialarına karşın Türk yöneticilerin daha dikkatli hareket etmeleri ise Amerika'nın Türkiye üzerindeki etkisini eskisine göre büyük oranda azalttı. Türk liderlerin ideolojik boyuta önem vermeleri, Sovyet tehdidini yakından hissetmeleri ve Amerika'nın yardımına ihtiyaç duymaları da ilk başlarda onları Amerikan etkisine daha açık hale getirirken, diğer tarafta Türkiye'nin Sovyet blokuyla mücadelede taşıdığı önem, Amerikalıları ilerleyen yıllardaki Türkiye'nin bağımsız hareket etme çabalarını
bir dereceye kadar hoş görmeye itti.
Amerika’da Başkan Johnson’ın müdahaleci kişiliği ABD’nin Türkiye üzerinde etki kurma politikasını belirginleştirdi, ancak bu, ilişkilerde soğumayı da beraberinde getirdi. Türkiye'de de Başbakan Bülent Ecevit’in, Amerikan etkisine karşı çok hassas olması Türkiye’nin ABD’den bağımsız hareket etmesini sağladı, ancak ilişkileri kriz noktasına ulaştırdı. Ekonomik sorunlarının fazlalaştığı dönemlerde,
ABD'nin ekonomik desteğine ihtiyaç duyan Türkiye’nin, Amerikan etkisine daha açık olması kaçınılmazdı, ancak Türk liderler bir taraftan da Amerikan etkisini kırabilmek için Doğu bloku devletleriyle bile ekonomik ilişkileri geliştirmek için çaba sarfettiler. Türkiye'nin ABD'ye en fazla bağımlı olduğu, dolayısıyla Amerikan isteklerini en çok reddedemediği alan savunmaydı. Ancak ambargo döneminde bu gerçek tüm çıplaklığıyla açığa çıktıktan sonra Türk yöneticiler Türk savunması üzerindeki Amerikan tekelini kırabilmek için reformlar gerçekleştirme yoluna gittiler, bunun kolay olmadığı da ortaya çıktı. Arap petrolüne olan bağımlılık nedeniyle Türk yöneticiler 1960’ların sonundan itibaren Arap-İsrail sorununda ABD’nin tersine Arap tarafını desteklerken Türkiye'nin önemini takdir eden Amerikalılar bu durumu kabullenmek
zorunda kaldılar. Türk diplomatların üstün yetenekleri ve tecrübeleri özellikle Kıbrıs konusunda Türkiye üzerindeki Amerikan etkisini azaltan bir faktördü. Türkiye'de askerî rejimlerin bulunması ise ikili anlaşmaların onaylanmasının kolaylaştırılması, haşhaş üretiminin yasaklanması ve Yunanistan'ın NATO'nun askeri kanadına dönüşüne vetonun kaldırılması örneklerinde görüldüğü gibi ABD’nin Türkiye üzerindeki etkisini artıran bir etkiye sahipti. Türk kamuoyunun Kıbrıs konusundaki hassasiyeti ve fikir birliği içinde olması Türk liderlerin
ABD’ye rağmen işi müdahaleye kadar vardırmasını sağlarken, Amerikalıların da hareket kabiliyetini sınırlayan bir etki doğurdu. Türk halkının Amerika'ya karşı dostça duygular taşıdığı 1950'lerde ABD, Türkiye'ye daha fazla etkide bulunabilirken, Kıbrıs konusundaki tutumuyla Türk halkının kızgınlığını çektiği 1960'larda eski etki gücünü yitirdi.
Son olarak, Soğuk Savaş gerginliğinin zirvede olduğu 1950'lerde Amerika, Türkiye üzerinde daha fazla etkiye sahipken, yeni güç odaklarının ortaya çıktığı yumuşama döneminde Türkiye’nin daha bağımsız politika takip etmesine fazla ses çıkaramadı. Genel olarak bakıldığında 1940'ların sonunda en yüksek noktasında bulunan ABD'nin Türkiye üzerindeki etkisinin 1970'lerin ortasına kadar dereceli olarak azaldığı söylenebilir.
1950-1964 Dönemi İlişkiler
Türk-Amerikan ilişkileri 1950'lerde gerçekten tam bir balayı havası ve mükemmel uyum içerisinde gerçekleşti. Her iki ülke, ittifaklarının kendilerine getirdiği kazançlardan memnundular. ABD açısından Türkiye, Batı çıkarlarını Yakın ve Orta Doğu'da istekle yerine getiren oldukça faydalı bir müttefikti. Türkiye de ABD'yi güvenlik ve gelişmesini garanti altına alan bir unsur olarak görmekteydi. Türkiye'nin NATO üyeliğinin TBMM'de 404 kabul oyuna karşı sıfır ret oyu ve sadece bir çekimser oyla kabul edilmesinden anlaşıldığı gibi Türkiye'de hem iktidar hem de muhalefet güvenliğini NATO dışında koruyamayacağına inanmıştı. 1950'lerde Türk liderler ABD'yle ittifaka o derece önem vermekteydi ki, bütün BM kararlarında Amerikalılarla birlikte oy kullandıkları gibi, 1955’teki tarafsızların Bandung Konferansı’nda Batı'nın sözcülüğünü yapmayı bir görev bildiler23 ve NATO’ya girerek ABD’yle ilişkileri ittifak temeline oturtabilmek için, mâliyet olarak Orta Doğu’da Batının planlarına öncülük etmeyi göze aldılar. Türkiye, 1956'daki Süveyş krizi sırasında Bağdat Paktı içinde müttefiki olan İngiltere'yi desteklemekten çok ABD'nin takındığı
tavra destek verdiği gibi, kriz ertesinde ABD’nin ortaya attığı Orta Doğu ülkelerinin komünist saldırganlığına ve yıkıcılığına karşı savunulmasını öngören
Eisenhower Doktrinine şartsız destek verdi.24 Aşırı blok politikası gütmenin bir sonucu olarak Suriye’yle arasında çıkan krizde ABD tarafından desteklenmek
ise Türkiye'nin elde ettiği karşılıktı. 15 Temmuz 1958'de Lübnan'a yaptıkları çıkarmada Amerikalılar İncirlik üssünü haber vermeden kullanmış olsalar bile Türk yöneticiler operasyona destek vermekten kaçınmadılar. 1958 Irak Devriminden sonra Türk liderlerin endişeye kapılarak somut garanti elde etme adına ABD ile 5 Mart 1959'da işbirliği anlaşması imzalamaları, Amerikan yanlısı politikanın Türkiye’yi nerelere getirdiğini çok iyi gösteriyordu.25 Hükümete dış politikada şartsız destek veren muhalefetteki CHP bile bölgede Amerikan planlarını desteklemenin, Orta Doğu'nun önemli devletlerinden olan Mısır ve Suriye'yi Türkiye aleyhine çevirmesinden yakınır olmuşlardı. Yine de CHP lileri en fazla ilgilendiren husus, ABD’ye bağımlılık değil fakat ABD’nin Demokrat Partiyi destekleyerek Türk iç politikasında dengesizlik yaratmasıydı. Son olarak, NATO'ya girdikten sonra Türkiye'nin savunma planlarının ve silahlı kuvvetlerinin Amerikan uzmanları tarafından Amerikan modeline göre uyumlaştırıldığını ve Türk yöneticilerinin ABD’yle ikili uygulama anlaşmalarının imzalanmasında egemenliği tehlikeye düşürecek derecede her türlü kolaylığı gösterdiğini.26 belirtmede fayda var. Sonuçta 1950'lerde Türk-Amerikan ilişkilerine gölge düşüren tek olay, Türkiye'nin ödemeler dengesinin iyileştirilmesine yönelik olarak Amerikan hükümetinin Türkiye'ye istikrar fonu sağlamada çok isteksiz davranmasıydı.
Amerikan karşıtı gibi gözüken 27 Mayıs 1960 darbesiyle Demokratların iktidardan uzaklaştırılmasının en fazla CHP’lileri sevindirdiği açıktı. Diğer taraftan Demokrat Partililer de darbeyi hükümetlerinin son zamanlarda Amerikalılar tarafından sevilmemesinin bir sonucu olarak görmekteydiler. Askerî idarenin kamu oyuna yaptığı ilk açıklamada Türkiye'nin ittifaklarına sadık kalacağını ilan etmesi, Türk-Amerikan ilişkilerinde köklü bir değişikliğin gerçekleşmeyeceğini göstermesi açısından büyük önem taşımaktaydı. ABD’nin de yeni rejimi
tanıması ve ekonomik ve askerî yardım vaadinde bulunmasıyla ilişkiler normal seyrini devam ettirecek, hatta askerî rejimin ekonomiyi geliştirme ve subayların durumunu iyileştirme planları nedeniyle Türkiye ABD'ye daha fazla bağımlı hâle gelecekti. Ayrıca askerî rejim, ABD'yle yeni ikili anlaşmalar imzalamada, anlaşmaların geçerlilik kazanmasını kolaylaştırmada ve Jüpiter füzelerinin Türk topraklarına yerleştirilmesinde oldukça istekli davranacaktı. Askerler, yalnızca Amerikan personeline uygulanan kurallarda bazı değişiklikler yapılması
talebinde bulunacaklar, Amerikalılardan olumsuz yanıt gelince de konunun üzerinde ısrarlı olmayacaklardı. Ekim 1962'de Küba krizi patlak verdiğinde Türkiye’de Amerikalılara karşı hâlâ yakın ve sıcak duygular beslenmekteydi. Türk yöneticiler nükleer bir savaşı göze alma pahasına Sovyet füzelerinin Karaipler'den atılması konusundaki kararlı Amerikan tutumunu sonuna kadar desteklediler.
Krizi aşmak için Türkiye'deki Jüpiterler ile Küba'daki Sovyet füzeleri arasında takas gerçekleştirilmesi söz konusu olduğunda da gerçeklere aykırı olarak,
ABD'nin bir NATO üyesinin çıkarlarını Sovyet blokuyla görüşmelerde pazarlık konusu yapmayacağına kesin olarak inandılar.
4. CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder