29 Mayıs 2019 Çarşamba

28 ŞUBAT TAN BUGÜNE BAKMAK BÖLÜM 2

28 ŞUBAT TAN BUGÜNE BAKMAK BÖLÜM 2



Şimdi, 28 Şubat bir süreç ve bu süreçte Doğru Yol Partisinin parçalanması üzerinden Hükûmetin düşürülmesi meselesi amaç edilmiş. Biz bunu yaşadık, yaşarken de gördük ve bu, partimizin birtakım milletvekillerinin ikna 
odalarında, arka sokaklardaki otellerin küçük odalarında kurulan birtakım “ikna odaları” diyelim… Bunun içinde şantaj, bunun içinde menfaat, ikbal vaadi; bunun içinde korku… Unutmayın, tarihimizde, yakın tarihimizde şuurlara ve vicdanlara saplanmış bir eski fotoğraf hançer gibi durur; eski Başbakanın ipe yürürken o son hazin bakışı. Bunun altında o korkuyu yaratmak çok daha kolay oluyor. O korku refleksi içerisinde darbe üstüne darbe yiyen ve Genel Başkanı bir anda bütün bunlarla karşı karşıya iken arkadan da milletvekillerinin kopuşuyla bir 
yerde hançerlenen bir ortamda bu süreç devam etmiştir. 

Şimdi, niye muleta Doğru Yol Partisinin üzerine atıldı. Niye Doğru Yol Partisi hedef seçildi? Niye Refah Partisi değil de Doğru Yol Partisi hedef seçildi? Bu, aslında 28 Şubattan da önce başlayan bir olay. Bence bunun için 95 seçimlerine gitmek lazım. Başta, elbette şu açık: Doğru Yol Partisi hedef seçildi çünkü o günün egemen güçleri, medyası, sivil toplum örgütleri Doğru Yol Partisi tabanında çok daha etkin. Söylediği söz, doğrudan doğruya Doğru Yol Partisini, tabanını daha çabuk etkiliyor geleneksel medyanın, o günkü sivil toplum 
örgütlerinin. Refah Partisi ise daha o zamanlar cılız, biraz daha kendi medyasına yönelik, kendi sivil toplum örgütlerinin oluşma sürecini yaşarken onların verdiği mesajlara daha yüzünü çevirmiş. Bu mesajlara, tam tersi, tam tersine iten ve onu güçlendiren bir altyapı var. Bu açık, neden böyle olduğu. 

Ama bir başka neden daha var. Ben Doğru Yol Partisinin milletvekili olarak Başbakan seçilirken o günün kamuoyu araştırmaları yüzde 70’in üzerinde bir destekle seçildiğimi söylediler. Bunun içerisinde medyanın desteği vardı, bunun içinde o günkü sivil toplum örgütlerinin desteği vardı. Ben onların birçoğunun; 
sanayi odaları, odalar birliği, ticaret odaları, TÜSİAD, bunların hep baş danışmanlarıydım, iktisadi danışmanlarıydım. Ve bunları ben aslında çok yakından tanıyan, dostane ilişkilerinin sürdüğü, ailevi dostlarımın da içinde olduğu bir altyapıdır bu. Ama bu Başbakanlık sürecinde elimizde bir ekonomik kriz bulduk ve bu kriz çerçevesinde bazı tercihleri bir iktisat profesörünün gözü daha farklı görüyor. Bir kaynağı nereden alıp nereye aktardığınız her kararınızda… Bir kaynak bir yerden aktarılıp öbür tarafa geçiriliyor. Gümrük Birliği beni koparan, bu gruplardan koparan önemli bir neden olmuştur çünkü birdenbire gümrüklerin aşağı indirilmesi, çok büyük bir rekabet oranının ortaya çıkması ve bu oranda, bu ortamda ekonomik kriz nedeniyle istenen desteklerin 
verilememesi… Tam tersi, ben o güne kadar tarihî olarak gelmiş olan bütün nakit teşvikleri kestim. Bu kendi kendine bir devrimdir çünkü o güne kadar birçok teşvikler nakit olarak iktidarların gösterdiği sektörlere ve hatta firmalara aktarılabilen bir ortamdan, bu nakit teşviklerin nakit olmaktan çıkarıldığı bir dönemde ikinci bir yük binmiştir yine bu gruplara. 

Üçüncüsü, yine bu çok önemlidir: Rahmetli Özal fonlar yaratmış. O fonları yaratmasının nedeni, katı maliye kurallarıyla birtakım reformları yapamayacağı görmesidir. Ancak bu fonlar -ki bütçenin yüzde 15’iyle 20’si kadar büyüklükte bir kaynak- bu tümüyle bütçe denetiminin dışındadır, dışında idi. Ben bunların hepsini bütçe denetiminin içine aldım. Bu, tabii, bir üçüncü darbe oldu. Benim bütün bu kesimlerle olan ilişkimde ve Doğru Yol Partisinin ilişkisinde önemli bir merhale daha, önemli bir engel daha oluşturdu. 

Ama en önemlisi, zannediyorum ki, benim tabirimle ortaya çıkmış olan “kartel medya” tabiridir. Kartel medya, özellikle özelleştirme sürecinde, özelleştirme sürecinin öne çıktığı dönemlerde işaret edilmesi gereken bir sakıncayı da beraberinde getirdi çünkü o zamana kadar iş adamı olmayan medya sahipleri yavaş yavaş iş dünyasının önderleri hâlinde ortaya çıktılar ve bu yapılırken de Özal’ın açtığı çığırda Doğru Yol Partisinin bütün programlarında özelleştirme öne çıkıyordu. Hatta o kadar ki PTT’nin “T”sini, belki hatırlayacaksınız, özelleştirerek Türkiye’deki bütün borcu silmek mümkündü o dönem. 

Dolayısıyla bu özelleştirmeyle birlikte iştahlar açıldı. Medya patronları gelip bu özelleştirmeden pay almak istediler. Mesela çimento sanayi… Bir tane çimento sanayisini alıyor; giriyor, özelleştirmede kazanıyor bir medya patronu. Bir daha istiyor, ikincisini de kazanıyor ama tümünü istiyor. Tekel olur, tekel olur. Mümkün mü bir iktisat profesörünün bunu görmemesi? 

Durduruyorsunuz. Durduğunuz an ne oluyor? Bir büyük kavga, bir büyük; varan 1, varan 2, varan 3 falan böyle bir sürü şeyler ve bunun yansıması. 

Dolayısıyla “Niye Doğru Yol Partisi?” dediğimiz zaman… Niye Meclis içinde Doğru Yol Partisi parçalanmak üzere seçildi, niye o koalisyonu düşürmek için Refah Partisi değil de Doğru Yol Partisi seçildi? Çünkü bunun bir altyapısı vardı. Bu altyapı 95 seçimlerinde ortaya çıkmıştı ve iki parti yarışırken, merkez sağ ve 
bir de Refah Partisi geliyordu, onun öne çıkması gündemdeydi. Bu iki partinin, merkez sağ… İki partiden istemeyen Doğru Yol Partisi olmuştu açık bir biçimde. Hatta o kadar ki “Hangisi kazanırsa ona yüklenelim, aksi takdirde Refah Partisi geliyor.” meselesinde Doğru Yol Partisi daha fazla milletvekilini tek başına çıkarmış olmasına rağmen, Anavatan Partisi Büyük Birlik Partisiyle birlikte daha az milletvekili çıkarmış olmasına rağmen kamuoyuna lanse ediliş biçiminde “ANAP öndedir, Başbakanlık ona verilmeli.” gibi bir baskıyla da karşı karşıya 
kaldık. Bütün bunları tarihe not düşmek için yazıyorum. 
Niye, neyin olduğunu daha fazla, belki biraz daha zamanınızı alacağım ama bu milletin aydınlanmasında ve arşivlere geçmesinde önemli gördüğüm hususlar. 

Şimdi, bütün bunlar devam ederken Anayol kuruldu, baskı altında kuruldu ve azınlık hükûmeti olarak kuruldu. Doğrusu, benim de tercihim Refah Partisiyle bir koalisyon kurmak değil. dolayısıyla bunun için Başbakanlığı, Meclis Başkanlığını da vererek Anayol kuruldu, bir azınlık hükûmetiydi ve Anayasa Mahkemesinin 
bir kararıyla güven oylaması konusunda geçersiz kılan kararıyla göçtü çöktü. Refah Partisi ile Doğru Yol Partisi ondan sonra bir iş birliği içerisinde Refahyol’u kurdular. 
Refahyol kurulduğu zaman bunun en önemli işlevlerinden birisi bana göre, bölünmüşlüğü, toplumumuzdaki bölünmüşlüğü ve millet-devlet kavgasında ki artık yadsınamaz hâle gelmişti, çok üst bir düzeye çıkmıştı, onu bir barış projesi olarak ele alabilecek bir altyapı sağlayacaktı ve bu koalisyona mutlaka Avrupa 
Birliği projesini ve Gümrük Birliğini ki bunu reddediyordu o zaman Refah Partisi- bir medeniyet projesi, bir demokrasi projesi olarak anlatabilmek. Herkes Gümrük Birliğini ve Avrupa Birliği ilişkilerini bir iktisadi proje olarak görür. Hayır, bizim aklımızda bir medeniyet projesi, bir demokrasi projesi, demokrasinin standartlarını yükseltme projesiydi. Ve zaman içinde nitekim bu etkileşim, Refah Partisiyle, Doğru Yol Partisinin arasındaki bu etkileşim bir barışma sürecinin de toplumdaki barışma, bu bölünmüşlük sürecinin de bir miktar kapanmasında 
etkili de bir rol olmuştur. Nitekim, daha sonra AK PARTİ “Biz Avrupa Birliği projesini destekliyoruz.” şekliyle onun devamı gibi görünmesine rağmen “Biz Avrupa Birliği projesini destekliyoruz.” diye devam etmişlerdi. 

Şimdi, bütün bunlar olurken ben bu süreç içerisinde bir-iki şeyi gözden geçirmek istiyorum. Birincisi bunlardan: Bu koalisyonun acaba hemen bir silah ve tankla, tüfekle düşürülmesi ihtimali baştan beri var mıydı? 
Bu suali sormak istiyorum. Bana göre, hayır. Bana göre birtakım belki düşünceler oluşmuştur, belki böyle planlar da oluşmuştur ama planın özü hiçbir zaman, bu defa, tankla, tüfekle bunu yapmak değildi. Bu defa bunu sivil 
güçler yapsın, bu defa bunu zinde güçler değil, işte, sizler yapın. Zihniyet buydu. Zaman zaman şunlar söyleniyordu: “Efendim, işte, şu şu kişiler Amerika’ya gittiler, Amerika’dan icazet almak için bir darbe hazırlığı içerisindeler.” Bana bunu soran arkadaşlarım oluyordu. Benim aldığım izlenim, gerek Clinton’la yaptığım görüşmelerde gerek Albright’la yaptığım görüşmelerde ki burada da etkin biçimde demokrasinin devamının neden gerekli olduğunu anlattığımızı, iyi anlattığımızı düşünüyorum- hiçbir zaman bu tehlikeyi gündemde görmedim ama bu farklı yine zihinlerde bir reform yapılması gereken, bir tabu yıkan tarzdaki tanımlamanın, ezber bozan bu “28 Şubat bir darbedir.” tanımlamasının tersine işlediği veya olmadığını göstermiyor. Amerika’da özellikle Clinton’ın çok net biçimde demokrasiden yana tavır koyduğunu, Warren Christopher’ın zaman zaman gelip gittiğini ama Albright’ın ocak ayında başa gelmesiyle birlikte çok daha net biçimde bu konunun bir yerde, benim gözümde en azından netlik kazandığını biliyorum. Bunu arkadaşlarıma da söyledim, birçoklarına söyledim. Bunlardan bir tanesi Yalım Erez’di. Çok endişeliydi, defalarca bu konudaki endişesini ifade ediyordu. 
Ben de… “Hayır, ne oluyorsa bu olacak şimdi. Ne görüyorsan bu olacak. Dik durun ama bunun dışında bir şey beklemeyin.” bunu hep ifade ederek geldik. 

3. CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder