29 Mayıs 2019 Çarşamba

28 ŞUBAT TAN BUGÜNE BAKMAK BÖLÜM 5

28 ŞUBAT TAN BUGÜNE BAKMAK BÖLÜM 5



Tabii, bütün bunların içerisinde size bir de bu hikâyenin somut tarafını vermek istiyorum. 2 Ekim günü, bir gün önce Sayın Savcı beni aradı -Mustafa Bilgili, özel yetkili Savcı- dedi ki: “Sayın Başbakan, sizin bize bir gelip ziyaret etmenizi çok isteriz. Bu 28 Şubat darbesinin tek mağduru, baş mağduru sizsiniz.” Doğrusu, 
yaşadıklarımdan bütün bunların darbenin bir ezber bozan tarzını, bütün bunların içinde yaşadıklarımızı biliyordum ama böyle, “tek baş mağduru” vesaireyi Savcıdan duymak farklı bir olay oldu. 

BAŞKAN – Şöyle bir cümle kullandınız Sayın Başbakan… Az önce işin somut tarafına geliyorum… 
Şunu şöyle ayırabiliriz: Biraz da yargıdaki alan… Tabii siz siyasal gözlemlerinizi aktardınız. Şimdi, bunun hukuki boyutuna geliyorsunuz. 

TANSU ÇİLLER – Şimdi, bana aktarılan hukuki boyutunu ifade etmek istiyorum. Yani Sayın Savcı beni davet etti 

BAŞKAN - …siz gözlemlerinizi aktardınız… 

TANSU ÇİLLER – Benim hukuki bir yorum yapma gibi bir yetkim yok, ben sadece bana aktarılanları belirli hassasiyet çerçevesinde çünkü süregelen bir yargı gündemde- sizlerle paylaşmak istiyorum çünkü bu söylediklerimi vurgulayacak nitelikte belgeler bana bizzat sunuldu. 

Sayın Savcı aradığında dedi ki: “Sizin bir gelip bütün bu hazırlıkları görmenizi istiyoruz. Ve görülüyor ki, burada baş mağdur sizsiniz.” Ben dedim ki: “Sayın Savcı, ben mağduriyetimizi biliyorum, siz de tespit ettiyseniz eğer mesele yok, teşekkür ederim, ben oraya kadar gelmeyeyim.” “Yok, bu çok geniş kapsamlı bir araştırma, bunları bizzat görmenizi istiyorum.” dedi, çok ısrar etti. Dolayısıyla, ertesi gün kalkıp savcılığa gittim mağdur ve tanık sıfatıyla. 

Sayın Savcı gerçekten çok geniş bir araştırma içerisinde, bu kadarını söyleyeyim. Oda dolusu bir evrak toparlanmış, masaların üstü yığılmış ama çok somut bir şeyi benim önüme çıkardı koydu, birçok şey çıkardı koydu. Batı Çalışma Grubunun andıç niteliğinde, üstünde en üst rütbelilerin imzası olan ve savcılığın 
Genelkurmaya tekrar sorarak “Bu belge doğru mu?” diye sorup onaylattığı bu belge Batı Çalışma Grubunun çalışma çerçevesini, amacını çiziyor. Birinci ve tek amaç: Tansu Çiller’i siyaseten bitirmek. Ve böylece Tansu Çiller’in olmadığı bir ortamda Doğru Yol Partisi parçalanır ve böylece Hükûmet düşürülür. Tek amaç, 1’inci madde: Tansu Çiller’i siyaseten bitirmek -Sayın Savcı kendisi işaret etti- örtülü ve doğrudan yollarla. Sayın Savcı benimle ilgili çıkarılmış bütün haberleri toparlamış, ben toparlamadım. Her gün bir haberle uyanıyordum, her gün; ailemle ilgili, çeşitli tehditler, “İpim cebimde.” diye çıktığım bir sabah vardı, hiç unutmam. Ama her neyse, meselenin Doğru Yol Partisinin parçalanması üzerinden kurulmuş bir kurgu olduğu açık. Eğer siz azınlığı çoğunluk yapıyorsanız bu bir başka iradeye teslim etmektir Meclisi ve bunun bir planını yapıyorsanız, bu planda birtakım kişileri hedef gösteriyorsanız ve bunu icra ediyorsanız buna artık “demokrasi” demek kolay değildir, mümkün değildir. Tekrar ediyorum: Mesele kişisel bir mesele değildir, ben bunların hepsini aştım. Mesele bir sistem meselesidir ve bedeli de görülüyor ki hep millet ödüyor, en büyük bedeli millet ödüyor. Ve bütün bunun için de tek sorumlu olarak Türk Silahlı Kuvvetlerini görmeyi de doğru bulmuyorum. Sorumlu arayacaksak eğer 
hepimizin ilk önce kendine bakıp öz eleştiri yapması lazım, her kesimin yapması lazım, yargı, medya, üniversiteler, sivil toplum örgütleri, hepimiz. Ben, bütün bunlar olurken ve bütün bunları görürken, doğrusu, zaman zaman şaşırmama rağmen savcılıkta, hiç kimseden şikâyetçi olmadığımı söyledim. 

Neler öyle dedim? 

Çünkü ülkemizin birlik ve beraberliğe çok büyük bir ihtiyaç duyduğu bir dönem de olduğumuzu düşünüyorum, çok parçalanmış durumdayız. 
Bu parçalanmada yeni nifaklar, yeni hesaplaşmalar yerine, sanki daha hoşgörülü bir ortamda kucaklaşarak birbirimizi anlamaya çalışsak ve asgari müştereklerde buluşsak, demokrasinin evrensel değerlerinde buluşsak, herkes yaptığı yanlışı daha rahat kabullense, “Bu yanlıştır, bu bir darbedir; evet.” dese ve buradan bir yeni ruh çıkarabilsek. Bununla yeni anayasanın ruhu olabilse. Yani -bütün bunların hepsi- benim içimde olanları sizinle paylaşıyorum. Bu, ayrışma yerine asgari müştereklerde buluşma, bunu böylece özetleyebilirsiniz. Bu, bence çok 
daha, bugün Türkiye'nin ihtiyacı olan bir platformu sağlar ve bireysel birtakım hesaplaşmalar yerine ortak paydalarda buluşmalar bugünün Türkiye'sine daha fazla hizmet edecektir. 

Şunu da söyleyerek toparlıyorum: Bütün buradan hangi sonuçları çıkarabiliriz, hangi sualleri sorabiliriz? 
Bir kere, demokrasilerin tanımlarını yeniden ele almamız lazım, bu sadece topla, tüfekle, tankla olmuyor, görüyoruz. Bu, tek bir kesit günde olmuyor, bir süreç olabiliyor, bunu da görüyoruz. Her şey kanunla olmaz. 
Meclis çoğunluğu bir başka taraftaysa ve bu tescil ediliyorsa imzalarla, yetkiler nedir azınlığa vermek için, bu hukukiyse bunun demokrasi etiğiyle bağdaşır taraflarını bulup çıkarmalıyız. 

Bunun ötesinde, yeni anayasa yapılırken, bütün bu hassasiyetlere dikkatle bakarken ilave etmek istediğim bir şey daha var: Koalisyonlar. Koalisyonlar ne kadar darbelere karşı daha güçlü olabilecek bir siyasi kadro ve iktidar çıkarabiliyor? Yüzde 10 barajları bu nedenden de incelenmemeli. Yüzde 10 barajı bir istikrar unsuru oluyor; bu sadece istikrar unsuru değil, bir güç unsuru da oluyor zaman zaman. Bunu şimdi söylemiyorum ben, ben hep söyledim bunu. Bütün bunlar, bu tecrübelerin ışığı altında birçok sual sorabiliriz. Her şey de kanunlarla olmaz. Mühim olan, o ruhu, o ortak paydalarda buluşmayı sağlayabilmek. 

Sayın Başkan, kısaca söylemek gerekirse görülüyor ki, yakın tarih yanlış yazılmış. Bu yanlışı yeniden düzeltmek, doğruları bulmak, doğruların müştereklerinde buluşmak, bence bugün milletin de beklentisi, bizim de 
gelecek nesillere olan bir borcumuz. Ben şimdi arkadaşlarımın suallerine vakit bırakabilmek nedeniyle burada toparlıyorum ve diğer sorulabilecek şeyler için ortamı bırakıyorum. 

BAŞKAN – Sayın Başbakan, çok teşekkür ediyoruz. Toplantıdan erken ayrılması gereken bir durum söz konusu olduğu için ilk soruyu sorma konusunda Sırrı Süreyya Önder Bey’in ricası oldu, ona veriyoruz ilk sözü. 

Buyurun lütfen. 

SIRRI SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) – Efendim, öncelikle selamlıyorum. 
Sürmekte olan açlık grevleri nedeniyle biraz erken ayrılmam… O itibarla arkadaşlar lütfettiler. 

Birincisi: Siz seçim kampanyanızda “Refahla koalisyon kurmayacağım.” sözünü zikrettiniz, daha sonra da Refahla koalisyon kurdunuz. Ben kurulması kısmıyla ilgili değilim ve yadırgatıcı bir şey de görmüyorum. “Refahla koalisyon kurmayacağım.” sözünü niye söylemek zorunda hissettiniz, onu öğrenmek istiyorum. Sonra fikrinizi değiştiren şey de ne oldu? Bu konuya değinirseniz iyi olur dönemin şartlarını anlamak bakımından. 

Elimde birtakım belgeler var Sayın Çiller, bunları sizinle paylaşacağım, size vereceğim, bir kısmında sizin imzalarınız var. 

Özgür Ülke gazetesinin bombalanması ikinci sorum. 3/12/1994 tarihinde bombalandı. Saldırı sonucunda gazete çalışanı Ersin Yıldız hayatını yitirdi, 17 kişi de yaralandı. Bu soru Sayın Eş Genel Başkanımız Gültan Kışanak tarafından size yöneltmem istenen bir soru aynı zamanda çünkü o sırada Özgür Ülke gazetesi  nin bir çalışanıydı kendisi. “Gizli” ibareli, 02438 sayılı, 30 Kasım 1994 tarihli, “Başbakan Tansu Çiller” imzalı, Adalet Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı, Dışişleri Bakanlığı, MGK Genel Sekreterliği, Başbakan Askerî Danışmanlığı ve Başbakanlık Basın-Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğüne gönderilen belgede, başta  Özgür Ülke olmak üzere, bölücü ve yıkıcı örgütlere destek verici şekilde yayın yapan yayın organlarının faaliyetlerinin son günlerde devletin bekası ve manevi değerlerine açıkça saldırı şekline dönüştüğünü belirtiyorsunuz, devletin bekasına yönelik açıkça bölücülük yapan ve terör örgütlerine destek veren bu tür yayın 
organlarıyla etkin mücadele edecek yöntemlerin tespit edilmesi maksadıyla derhâl bir çalışma yapılarak belirlenen yöntemlerin kısa sürede yürürlüğe konulması için gereğinin yapılmasını istiyorsunuz. 
Belgesi burada. 

Sizin imzanızla, “gizli” ibaresi olduğu için çok şey edemiyorum. Daha sonra Oktay Ekşi 23 Kasım 1996 tarihinde Hürriyet gazetesindeki köşesinde bu meseleye değiniyor. Bundan sadece iki gün sonra yani 2-3 Aralık 1994 
gece yarısı İstanbul’da yayınlanan bir gazetenin bombalandığını belirtiyor, “Gazete idarehanesini bombalatan hanım mı özgürlüklerden yana olacak, güldürmeyin Allah aşkına!” diye bitiriyor. Oktay Ekşi de böyle bir değinme 
yapmış. Sizin bu etkin mücadele şeyinizin bir devamı mıdır? Bu konuda ne düşündünüz, ne yaptınız; bunu öğrenmek istiyorum, ikincisi. 

Üçüncüsü: 2 Mart 1994 tarihinde partinizin grup toplantısında “Mecliste PKK’nin barındığı bir gölge vardır. Bunu Meclisin üzerinden kaldırmakla yükümlüyüz.” diyerek DEP milletvekillerini hedef gösterdiniz. Aynı gün içerisinde Türk siyasal hayatına “2 Mart darbesi” olarak geçen operasyon sonucunda Orhan Doğan ve Leyla 

Zana Meclis kampüsünde yaka paça gözaltına alındılar, 6 milletvekilinin dokunulmazlığı kaldırıldı, DEP’li milletvekillerine yönelik başlatılan linç hareketi kapsamında bir kısmı cezaevine atıldı, bir kısmı da ülkeyi ve demokratik siyaset alanını terk etmek zorunda kaldı. Parlamentoya ve halk iradesine müdahale olarak kabul edilecek bu darbenin seyri hakkında ne düşünüyorsunuz? Bu, “Meclisin üzerinden kaldırmakla yükümlüyüz.” şeyinin bir devamı mıydı; bunu öğrenmek istiyorum. 

Yine, DEP Milletvekilimiz Mehmet Sincar 4 Eylül 93 tarihinde Batman’da katledildi. “Yeşil” kod adlı Mahmut Yıldırım’la ilişkilendirildi. O dönemde ismi çok yaygındı. Yeşil hakkında bir şey biliyor musunuz? MİT’ten herhangi bir bilgi istediniz mi? Parlamentonun katledilen bir üyesi olarak bu soruşturmada ne yaptınız, bunları öğrenmek istiyorum. Aynı tarihlerde DEP Genel Sekreteri, şu an Adana Milletvekilimiz Murat Bozlak’a bir suikast girişimi oldu; aynı sorum bu suikast için de geçerli. 

4 Kasım 1993’te İstanbul Holiday Inn otelinde bir konuşma yaptınız ve elinizde PKK’yi destekleyen iş adamlarının ve sanatçıların listesi olduğunu belirterek “Onlardan hesap soracağız.” dediniz. Bu “Onlardan hesap soracağız.” kavramı size ait. Bu da şu an Grup Başkan Vekilimiz Pervin Buldan’ın size yönetmemi istediği bir soru. Öldürülecek -ilk etapta- 67 Kürt iş adamı listesinin ilk sırasında yer aldığı belirtilen Behçet Cantürk şoförüyle birlikte, daha sonra Fevzi Aslan, Şahin Aslan 28 Mart 94’te, Savaş Buldan ve Hacı Karay 3 Haziran 94’te, Medet Serhat 12 Kasım 94’te katledildi. Şimdi, bu listenin var olduğunu bize doğrulayan 2 isim oldu; birisi Nahit Menteşe, diğeri de Yalım Erez. Ben Yalım Erez’e… Burada, Dolmabahçe’de dinledik kendisini. Sayın Tansu Çiller sizin için “Olmayan erkek kardeşimi buldum.” demiş. Yalım Erez’in de bacısı yokmuş, o da “Ben de olmayan bacımı buldum.” diye mukabele etmiş. Bacı-kardeş bir hukukunuz oluşmuş aranız bozulmadan önce. Malum, Yalım Erez çeşitli odaların başkanlığını yapmış, en son sanırım TOBB Başkanlığından siyasete geçmişti. Ben “Siz Kürt’sünüz ve Başbakanınız diyor ki: ‘Elimizde Kürt iş adamlarının böyle, böyle bir listesi var PKK’ye haraç veren ya da destek veren.’ Hayatın olağan akışında insan bunu merak eder çünkü hem Kürt’sünüz hem de iş adamı örgütlenmelerinin başındasınız; bu kadar, kimi rivayete göre 67, kimisine göre 193 kişilik bir liste olunca insan merak eder. Siz bunu Sayın Tansu Çiller’e sordunuz mu?” dedim. “Kimdir bu liste, bu listede kimler var?” “Ben ona dedim ki…” -tutanakları bizde var- “…Devlet böyle işlerle uğraşmaz, uğraşmamalı.” 
dedi. Daha sonra, elimizdeki belge ve bilgilere istinaden Sayın Yalım Erez’e dedim ki: “Ama siz bu listede ismi geçen kimi insanların listeden çıkarılması için aracı olmuşsunuz.” “Evet, oldum.” dedi Sayın Yalım Erez. “Mustafa Bayram için Mehmet Ağar’ı çağırdım.” “Nereye çağırdınız?” dedim. “Hilton oteline çağırdım.” dedi. “Hilton otelinde Mehmet’e dedim ki: ‘Bak, bu adam böyle, böyle diyor, bu işi halledin.’” 

6. CI BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder