Türk medyası etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Türk medyası etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

13 Eylül 2018 Perşembe

Türkiye Basınında Başkanlık Sistemi Tartışmaları: BÖLÜM 3

Türkiye Basınında Başkanlık Sistemi Tartışmaları: BÖLÜM 3



   Hasan Tahsin Fendoğlu da sistem değişikliğinden yana tavır alan bilim adamaları arasında yer almaktadır. Fendoğlu, mevcut durumu yarı
başkanlık sistemine yakın bir nokta olarak gördüğünü beyanla  “…Ülkeye adaptasyonu sağlanabilmiş, belirtilen aksak yanları giderilmiş, Türkiye’ye uygun bir yarı-­--başkanlık veya başkanlık sistemi Türkiye’nin yararına olacaktır” (2013) şeklindeki düşüncesiyle sistem değişikliğinden yana olduğunu ifade etmektedir.

Başkanlık sistemine siyasilerin bakış açıları da bilim adamları arasındaki ideolojik
bölünmeyle paralellik taşıdığını rahatlıkla ifade edebiliriz. Siyasiler arasında sistem dolayımında yaşanan tartışmalar daha çok konjonktüreltir ve “kişilikler” üzerinden şekillenmektedir. Diğer yandan son yılların en hararetli gündem maddesi olan Başkanlık sistemi tartışmalarının mimarı Cumhurbaşkanı Erdoğan olarak görülse de aslında tartışma çok daha eskilere dayanmaktadır. Türkiye’de sistem değişikliğini ilk telaffuz eden kişi 8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal’dır. Burhan Kuzu, Özal’ın 1983’te Türkiye’ye Başkanlık sistemi getirmek istediğini fakat gerekli hazırlıkların olmamasından dolayı başaramadığını ve Özal’ın buna çok üzüldüğü ifade etmiştir.(zaman.com.tr) Özal, özellikle istikrar olgusuna
vurgu yaparak tek parti yönetimlerinin Atatürk’ten itibaren önemli icraatları hayata geçirdikleri ve bu dönemlerde adı konulmamış bir nevi Başkanlık sisteminin uygulandığını savunmuştur.(Duman, 2013). Özal’ın Başkanlık sistemi tezine en çok karşı çıkan fakat sonra şartların değişmesi ile kendisinin de bu görüşleri savunduğu bilinen siyasetçi, 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’dir. Özsoy bu paradoksu “ Turgut Özal’la birlikte Türkiye’ye giren Başkanlık sistemi tartışmalarının ilk zamanlar en kuvvetli muhalifi Süleyman
Demirel olmuştur. Fakat aradan geçen zaman içinde Türkiye’nin şartları mı değişti, yoksa Demirel mi değişti kesin olarak bilinmemekle birlikte, günümüzde bu konuyu en sık gündeme getiren isimlerin başında 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel gelmektedir” (2000: 137-­--138). Sözleriyle ironik bir
tarzda açıklamaktadır. Dönemin Milliyetçi Hareket Partisi ( MHP)’nin lideri Alparslan Türkeş de Başkanlık sistemini isteyen siyasiler arasındaki yerini almıştır. Türkeş’in “9 Işık” isimli kitabındaki “…Tarih ve töremize uygun olarak Başkanlık sistemini savunuyoruz. İcrayı Cumhurbaşkanlığı ve Başbakanlık olarak ikiye bölemeyiz. Her konuda bütünleşmeci olduğumuza göre icranın başında da bütünleşmeci olmalıyız…” ( 1997: 276) sözleri açık şekilde bir Başkanlık
sistemi savunusudur. Yine MHP’den ayrılarak yeni bir parti kuran Muhsin Yazıcıoğlu da “Artık Türk Milleti kendi kültür ve manevi değerlerine uzanmalı, tarihin zengin tecrübelerinden faydalanarak güçlü iktidar kurmalıdır. Bunun için tek Başkanlık sistemi kabul edilmelidir. Böylece halk tarafından doğrudan doğruya seçilecek bir lider çoğunluk partisine değil doğrudan millete karşı
sorumlu olacaktır…”(bbp.org.tr)şeklindeki açıklamasıyla tavrını belli etmiştir. Dönemin bir başka siyaset adamı olan Liberal Demokrat Parti (LDP) Genel Başkanı Besim Tibuk’un “ Geride bıraktığımız tüm seçimler, seçim sisteminin çöktüğünü tescil etmiştir. Siyasi istikrar bu seçim sistemiyle giderek daha da bozulacaktır. Türkiye’de siyasi istikrarın sağlanması iki turlu başkanlık ve
iki turlu dar bölge seçim sistemi ile mümkündür” ( 1997: 234) sözleri Başkanlık sistemi istediğinin çok net bir kanıtıdır. Kendisi siyasetçi olmasa da yaptığı icraatlarla döneme damgasını vuran ve sisteme getirdiği en sert eleştiriyle bilinen vali Recep Yazıcıoğlu’nun Başkanlık sistemi ile ilgili görüşleri de kayda değerdir. Parlamenter sistemin Türkiye’nin bünyesine geçen zaman içinde hiç uymadığını belirten Yazıcıoğlu, tarihten gelen sisteme uygun olarak Başkanlık
sistemine geçmenin belki daha uygun olacağını ifade etmiştir ( 1998: 16).
Başkanlık sistemi ile ilgili geriye dönük tartışmaları özetledikten sonra konunun aktüel boyutundaki asıl figürün Cumhurbaşkanı Erdoğan olduğunu görmekteyiz. Zira Erdoğan’ın sistem değişikliğine dair yaklaşımları yeni olmayıp Belediye başkanı olduğu döneme ve Ak Parti’nin ilk kurulduğu yıllara kadar dayanmaktadır. Erdoğan’ın konuya dair ilk açıklamaları 2003’teki bir televizyon konuşmasında olmuştur. Erdoğan bu ilk değerlendirmelerinde siyasetteki arzusunun Amerika’daki uygulama olan Başkanlık sistemi olduğunu ifade etmiştir (Duman, 2013). Erdoğan’ın Başkanlık sistemi ilgili görüşleri 2003’ten
2006’a kadar düşük yoğunluklu bir tartışma olarak devam etmiş fakat 2007 yılındaki cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ise tekrar alevlenerek kamuoyu gündemine oturmuştur.
Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanlığının engellenmesi neticesinde 2007’de yapılan Anayasa değişikliği ile cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi referandumla kabul edilmiş olmasına rağmen ilk uygulama 2014 yılı ağustos ayında gerçekleşmiştir. Türkiye tarihinde ilk kez halk tarafından belirlenen ve Recep Tayyip Erdoğan’ın 12. Cumhurbaşkanı olarak seçilmesiyle birlikte sistem tartışmaları düşük yoğunluktan sıyrılarak ülkenin ana gündem maddesine dönüşmüştür. 10 Ağustos 2014’de yapılan cumhurbaşkanlığı seçimi bir yönüyle
Başkanlık sisteminin küçük bir provası niteliğini taşımaktadır. Zira Türkiye’de herkesin malumu üzere Erdoğan’ın kazanacağı bir cumhurbaşkanlığı seçiminden sonra sıranın ikinci aşama olan Başkanlık sistemine geleceği aşikâr bir durumdur. Netice itibari ile Erdoğan Başkanlık sisteminde de seçilecek yeterlilik olan %51’üzerinde bir oy alarak hem cumhurbaşkanı seçilmiş hem de ileride gerçekleşmesi muhal olmayan Başkanlık sistemi için de kendisini test etme imkânı bulmuştur. Diğer yandan Erdoğan cumhurbaşkanlığı seçimi öncesinde yaptığı açıklamalarla kamuoyuna seçilmesi halinde adeta bir ‘başkan’ gibi
davranacağını deklare etmiş ve Erdoğan’ın bu beyanları seçim sonuçları baz alındığında kamuoyu tarafından satın alındığını göstermiştir. Erdoğan’ın “...Eğer seçilirsek inşallah farklı bir cumhurbaşkanlığını ortaya koyacağız…” (hurriyet.com.tr) şeklindeki sözleri şimdiye kadarki sembolik anlamdaki cumhurbaşkanlarından farklı davranacağını ifade ederek başkanlık uygulamaları adına seçmene sinyal göndermiştir. Yine aynı şekilde, “…

Cumhurbaşkanlığının milleti temsil eden bir makam haline dönüşmesiyle Türkiye vesayet zincirinin en büyük halkasından kurtuluyor” (hurriyet.com.tr) sözleriyle Erdoğan satır aralarında, 12 Eylül Anayasa’sının yürütmede çift başlılığı kuvvetlendiren ve cumhurbaşkanına sorumsuz olmasına rağmen aşırı yetkiler verilerek sistemin koruyuculuğuna adeta bir vasi tayin edilmesini eleştirerek
ileride gerçekleşme olasılığı olan Başkanlık sistemi için ipuçları vermiştir. Bununla birlikte Erdoğan’ın sistem değişikliği ile ilgili olarak ‘parlamenter sistemin Türkiye’ye yetmediğini ve bu gömleğin bu cüsseye dar geldiğini’ ifade ederek yeni anayasa ve Başkanlık sistemine olan ihtiyacı ifade etmesi bu yöndeki en net ifadeleri arasında yer almaktadır (hürriyet.com.tr). 

   18 Nisan 2015 tarihinde Kocaeli’nde yaptığı konuşmada ise daha hızlı daha seri kararlar alınabilmesi için sistemde bir değişime gidilmesini vurgulayan
Erdoğan, “Başkanlık sistemiyle Türkiye hiçbir zaman denetimden uzak olmayacaktır. 

Parlamento yine olacaktır. Verdiği yetkinin dışında adım atarsa hesaba çekecektir” (ensonhaber.com) diyerek bir yandan Başkanlık sistemi için ne kadar kararlı olduğunu vurgulamış diğer yanda ise sistem değişikliğine mesafeli duranlara veya şüpheyle yaklaşanlara bir bakıma teminat vermiştir. Diğer yandan muhalefet cephesinin yaklaşımı ise daha çok Erdoğan’ın şahsında
bir reddiyeye büründüğünü bunun yanı sıra üniter yapının zaafa uğrayacağı ve diktatörlük gibi çekinceler üzerinden şekillendiğini söyleyebiliriz. MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, 8 Şubat 2015’te Kırşehir’de yaptığı konuşmada Erdoğan üzerinden Başkanlık sistemini eleştirmiştir. Bahçeli, “…Kral, emir, şah, tiran, diktatör olacağım hevesinde ise buna Türk milleti müsaade etmeyecek, onay vermeyecektir. Yeni Türkiye parolası ile milli bekayı, milli varlığı, milli
kimliği parçalamak isteyenler hayallerinde boğulacak, bozgunculuğun çamurunda soluk alamayacaklardır..”(aktifhaber.com) sözleriyle MHP’nin Başkanlık sistemine yönelik görüşlerini netleştirmiştir. Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genele Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu da 29 Ocak 2015’te yapmış olduğu açıklamada Türkiye’de Başkanlık sisteminin yeterince tartışılmadığını ve parlamenter sistemin korunması gerektiğini söyleyerek kişiye göre bir rejimin olamayacağının altını çizmiştir. Kılıçdaroğlu eleştirilerini “…Başkanlık sistemi
Türkiye''de yeterince tartışıldı mı? Hayır. Kişiye göre rejim olmaz, kişiye göre siyaset olmaz, politika üretilmez. Politika halk için, toplum için üretilebilir. 150 yıllık parlamenter deneyimimiz var.

Aksaklıklar var ama giderilebilir. Peki, 150 yıllık geleneği neden birdenbire değiştiriyoruz? Birisi başkan olsun diye. Bunlar doğru değil…”  (turkiyegazetesi.com.tr) sözleriyle sürdürmüştür.
Halkların Demokratik Partisi (HDP) Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş ise 18 Mart 2015’te tarihinin en kısa grup toplantısında yaptığı konuşmada Erdoğan’ın şahsı üzerinden kurguladığı Başkanlık sistemi eleştirisinde üç kez tekrar ederek “Recep Tayyip Erdoğan, HDP var oldukça, HDP’liler bu topraklarda nefes aldıkça sen başkan olamayacaksın. Seni başkan yaptırmayacağız.” (yenicaggazetesi.com.tr) sözleriyle HDP’nin olası bir Başkanlık sistemine dair olumsuz görüşlerini ifade etmiştir. Tüm bunların yanında Başbakan Ahmet
Davutoğlu’nun uzunca bir süre Başkanlık sistemi ile ilgili açıklama yapmaması kamuoyunda ve muhalefet nezdinde Davutoğlu ile Erdoğan arasında bir fikir ayrılığı yaşandığı yorumlarına yol açmıştır. Davutoğlu, suskunluğunu 4 Şubat 2015 tarihinde bozarak konu ile ilgili olarak yaptığı açıklamada sistem tartışmalarının kişisel konumlandırmalardan bağımsız olarak yapılması gerektiğini vurgulayarak muhalefetin Erdoğan üzerinden sürdürmüş olduğu yaklaşımları eleştirmiştir. 

Davutoğlu, muhalefetin sürekli dillendirdiği otoriterlik ve diktatörlük suçlamalarına da yanıt vererek “Başkanlık sistemiyle otoriter bir sisteme geçilecek diyorlar peki delilin ne? Önemli olan olaya nasıl baktığınız” (haber7.com) diyerek hem uzun süren suskunluğunu bozmuş hem de muhalefetin yaklaşımını eleştirmiştir. Bununla birlikte parti bağlamında Başkanlık sistemini destekleyen ve bunu yeni anayasa ile birlikte 7 Haziran 2015 seçim beyannamesine koyan tek parti Adalet ve kalkınma Partisi (Ak Parti) olmuştur. 15 Nisan 2015’te Başbakan Davutoğlu tarafından açıklanan 100 maddelik Ak Parti seçim beyannamesinde Başkanlık sistemi şu şekilde yer almıştır “İdari yapının başkanlık sistemi çerçevesinde yeniden düzenlenmesini gerekli görüyoruz.

Başkanlık sistemi yetki karmaşasını giderecektir. Millet yöneticilerini kendisi seçecek…Yetki kargaşasıyla malul hale gelmiş¸ olan idari yapının ve yürütme erkinin yeniden düzenlenmesine ihtiya縠bulunmaktadır. Cumhurbaşkanı’nın doğrudan halk tarafından seçilmesi ile birlikte, idari yapının Başkanlık sistemi yönünde yeniden yapılandırılmasını, yetki kargaşasının giderilmesi ve hesap
verilebilirliğin gerçek anlamda tesisi için gerekli görmekteyiz…Başkanlık sistemini, Özgürlükçü anayasal çerçevede, yasama ve yürütmenin müstakil olarak etkin olduğu, demokratik denge ve kontrol mekanizmalarının  Öngörüldüğü  toplumsal farklılıkların siyasal temsilinin sağlandığı bir yönetim
modeli olarak tasavvur ediyoruz…”. (internethaber.com).Bütün bu tartışmaların nasıl sonuçlanacağı sorusu herkes tarafından merak edilmektedir. Türkiye halkının uzun yıllardır uygulanan ve muhalefetin desteklediği parlamenter sistemden yana mı tavır alacağı yoksa Ak Parti’nin ve Erdoğan’ın olmasını istediği Başkanlık sisteminden yana mı tercih kullanacağı 7 Haziran 2015’te yapılacak seçimle aydınlanacaktır. Bu yönüyle yapılacak bu seçim belki de Türkiye tarihinin en önemli seçimi olma özelliğini taşımaktadır. Araştırmanın
kavramsal çerçevesi yukarıdaki bölümlerde alındığı şekliyledir. 

Aşağıdaki kısımda ise araştırmanın ampirik kısmı yer almaktadır.

Gazetelerin Dijital Versiyonu Üzerinden YapılanAraştırma Kısmı Araştırmanın Amacı

< Araştırmanın temel amacı, kamuoyunu veya okuyucu kitleyi bilgilendirmede,
yönlendirmede ve tutum değiştirmede önemli etkileri bulunan köşe yazarlarının Türkiye’nin en önemli meselelerinin başında yer alan Başkanlık sistemi tartışmalarındaki yazılarının analizidir. Çalışmada araştırmaya dâhil edilen köşe yazarlarının ‘Başkanlık sistemi’ ne dair görüşlerinin ne olduğu, eş deyişle Başkanlık sistemini destekleyip desteklemedikleri sorusuna cevap aranacaktır. Bu yönüyle çalışmada aşağıda yer alan soruların cevapları
aranacaktır. >

• Gazetelerde yer alan köşe yazarlarının kaçı Başkanlık sistemini desteklemekte dir, kaçı karşı çıkmaktadır?
• Söz konusu köşe yazarlarından Başkanlık sistemini savunanların temel dayanakları nelerdir?
• Aynı şekilde olası bir sistem değişikliğine karşı çıkanların argümanları nelerdir?
• Belli bir yayın politikası ve ideolojik duruşu olan gazetelerde çoğulcu görüş adına acaba gazetenin yayın çizisine aykırı görüş belirten köşe yazarı var mıdır?
• Özellikle karşı çıkanlar sistem değişikliğine tamamen mi karşı çıkıyorlar yoksa alternatif herhangi bir yönetim biçimine sıcak bakıyorlar mı?

Araştırmanın Önemi

Çalışmanın önemi, Türkiye’nin yönetim anlamında bir sistem değişikliğini tartışıyor olmasından ileri gelmektedir. Zira Türkiye Osmanlı dönemi uygulamaları da hesaba katıldığında iki yüzyılı aşan ve uzunca sayılabilecek bir parlamento geleneğine sahip bir ülkedir. Bundan dolayı olası bir sistem değişikliği ve Başkanlık sistemine geçişle birlikte parlamenter sistemden vazgeçilecek ve Türkiye yeni bir kamu yönetimi modeline geçecektir.
Dolayısı ile demokrasilerde dördüncü güç olarak görev ifa eden medyanın kamuoyunu ilgilendiren konularda nasıl bir tavır aldığı önemlidir. Bu çalışmada da köşe yazarlarının görüşleri konunun geniş dairede anlaşılabilmesi adına önem arz etmektedir.

Araştırmanın Yöntemi

Sosyal bilimlerde ve buna bağlı olarak medya çalışmalarında en çok kullanılan ve kabul gören araştırma yöntemi ‘İçerik analizi’ yöntemidir. Bundan dolayı bu çalışmada da köşe yazarlarının tartışılan konuya dair görüşlerinin anlaşılabilmesi adına ‘içerik analizi’ yöntemi uygulanmıştır.

İçerik Analizi

İçerik çözümlemesi veya içerik analizi yöntemi, kontrollü bir yorum eşliğinde iletişimin yazılı, açık içeriğinin nesnel sistematik ve nicel tanımlarını yapan bir araştırma tekniğidir (Berelson, 1971: 18). Crano ve Brewer’e göre içerik analizi, bir gözlemden daha ziyade bir çözümleme tekniğidir. İçerik analizinde araştırmacı, şahısların davranışlarını gözlemek veya onlara yapılanmış sorular sormak yerine onların ortaya koydukları materyalleri alır ve inceler ( 1973). Tavşancıl ve Aslan da içerik analizini yazılı, sözel ve diğer araştırma materyalleri  nin nesnel ve sistematik bağlamda incelenmesine olanak sağlayan bir yöntem
olarak ele almaktadırlar ( 2001). Sosyal Bilimlerde araştırma yöntemlerinden biri olan ‘içerik analizi’ tekniğini iletişim çalışmaları alanında sistemleştiren ilk kişi Bernard Berelson’dur. 1952’de yayımladığı “İletişim Araştırmalarında İçerik Analizi” adlı çalışmada belli bir sistematik dâhilinde kurallar inşa eden Berelson ( Gökçe, 2006) alandaki öncü isim olarak kabul edilmektedir.

4 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..

***

Türkiye Basınında Başkanlık Sistemi Tartışmaları: BÖLÜM 2

Türkiye Basınında Başkanlık Sistemi Tartışmaları: BÖLÜM 2


Başkanlık ve Yarı Başkanlık Sistemleri

Başkanlık Sistemi1 Günümüzde demokrasi ile yönetilen ülkelerde parlamenter sistem ve yarı Başkanlık Sistemi’nin yanı sıra uygulanan üç önemli hükümet sisteminden biridir. Tarihsel olarak Başkanlık Sistemi, “Westminster modeli"" demokrasinin 18. Yy. sonundaki koşullarına bir tepki olarak, İngilizlere karşı verilen bağımsızlık savaşından da etkilenerek, Amerika Birleşik Devletleri''nde üretilmiştir (Kalaycıoğlu, 2005: 14). Sistem, 1787 anayasası ile şekillenmiş olup iki yıl sonra yani 1789’da başkan seçimine gidilmiş ve Washington ilk  Amerika Cumhurbaşkanı seçilmiştir ( Göze, 2005:487). Başkanlık sisteminin doğduğu yer
olan A.B. D. belki de sistemin en iyi işlediği ülkedir diyebiliriz. Zira bu sistemi uygulama şansı bulan diğer ülkelerde zaman zaman demokrasinin dışına çıkıldığına şahit olunmuştur.

Buna örnek olarak bir takım Latin Amerika ülkeleri ile Endonezya ve Filipin gibi ülkeler gösterilebilir (başkanliksistemi.com). A.B.D’de sistemin tutmasının birçok faktörünün olmasının yanında en önemli neden ülkede bulunan federatif yapı ve bunun yanı sıra sağlam bir demokrasi kültürünün varlığıdır. Atar, Başkanlık sistemi dolayımında dile getirdiğimiz A.B.D.’ye has sistem ve dolayısıyla federatif yapıya itiraz ederek, hükümet sistemi ile devlet biçimin tamamen birbirinden farklı şeyler olduğu tezinden hareketle Başkanlık sisteminin federal bir devlette olduğu kadar üniter bir devlette de uygulanabileceğini savunmaktadır
(1997: 87). Anavatanı Amerika Birleşik Devletleri (A. B. D.) olan Başkanlık sisteminin en ayırt edici hususlarının başında “sert kuvvetler ayrılığı” ilkesinin bulunmasıdır. Bir başka ifade ile A.B.D. anayasasına göre yasama ve yürütme kuvvetleri veya organları, yani kongre ile başkan birbirinden hem vazife, hem de organik bakımdan katı sınırlar ve sert hatlarla ayrılmıştır. Bu bakımdan iki organ birbirinden hemen hemen müstakil olarak ve birbirine nerede ise, arkasını dönerek çalışır ( Turgut, 1998: 20-­--21). Başkanlık sistemi, bazı yönleriyle
çoğunlukçu demokrasi, bazı yönleriyle de oydaşmacı demokrasi modeline de yakındır. Buna göre bu sistemde yürütme gücünün tek bir kişide toplanması ve kabinenin tamamen başkana yakın ya da partisine mensup kişilerden veya kimselerden oluşması bu sisteme çoğunlukçu bir nitelik kazandırır. Diğer yandan katı kuvvetler ayrılığı ilkesinden ötürü, başkanın yasama organı üzerindeki etkisini sınırlamış olmasından dolayı da sistem oydaşmacı modeli çağrıştırmakta dır ( Atar, 1997: 81). Denge ve denetim üzerinden şekillenen Başkanlık sisteminin, üç temel parametre etrafında dizayn edildiği görülmektedir.
İlki, halk tarafından seçilen başkan yürütmeyi temsil eder, ikincisi yine halk tarafından seçilen ve başkanın karşısında ayrı bir güç olarak konumlanan yasama organı ve üçüncü olarak da başkanın yasama erki karşısında siyasi sorumluluğunun olmaması fakat cezai sorumluluğunun olması ve bakanların yasama organı dışından başkan tarafından seçilmesidir (Duman, 2013). Sekreter olarak tanımlanan bakanlar, başkanlar tarafından göreve getirilir ve tamamen başkana tabidirler. Başkan istediği kişiyi sekreter olarak atayabildiği gibi istediği zaman da görevden azletme yetkisine sahiptir. (ankara.edu.tr)

Başkanlık sisteminde, parlamenter ve yarı başkanlık sisteminde olduğu gibi başkan kongreyi yani yasamayı feshedemez buna karşılık kongre de başkanın istifasını isteyemez. Başkanlık sisteminde yürütme yani başkanın egemenliği söz konusu iken mali kaynaklar üzerindeki yetki bakımından kongre daha etkilidir (Fendoğlu,2010). 
Diğer yandan Başkanlık sisteminin olumlu ve olumsuz yanlarına bakıldığında şunlar söylenebilir. Olumuz bağlamda ilk eleştirinin Başkanlık sisteminin diktatörlüğü teşvik edeceği endişesidir. Bu konuda Erdoğan, özellikle Latin Amerika ülkelerindeki uygulamalarına bakılıp da Başkanlık sisteminin
diktatörlük getireceği düşüncesine katılmadığını ifade ederek bu gibi ülkelerde sistemin bilinçli olarak diktatörlüğü besleyecek argümanlar üzerinden tasarlandığını vurgulamaktadır(1995:77-­--78). 

  Başkanlık Sisteminin siyasal mücadeleyi keskinleştirmek suretiyle toplumdaki kutuplaşmayı artırma tehlikesi ikinci eleştiri konusudur. 
Son olarak ise yürütmedeki esnekliğin olmaması sayılabilir (Atar, 1997: 85). Sistemin olumlu yanlarına bakıldığında ise Başkanlık sisteminin her şeyden önce siyasal istikrarı garantileyen bir özelliği bünyesinde barındırmasıdır. Yani bu sistemde koalisyonlar yer alamayacağı için bir partinin dolayısı ile liderinin önderliğindeki hükümet siyasal istikrarı sağlayacak yegâne unsudur. Bununla birlikte yasamanın ve yürütmenin ayır ayrı ve direkt olarak halk tarafından seçilmesi sonucu vatandaşın siyasal tercihinin demokratik olarak daha değerli
hale gelmesidir. Başkanın kongreyi feshetme yetkisinin olmaması, kongrenin de hiçbir şekilde kabineyi istifaya çağıramaması gibi nedenler yukarıdaki cümleye paralel olarak sadece halkın iradesine endekslenmiş olduğunun göstergesidir. Bir başka ifade ile her iki erk için de tek vasinin halk olması dolayısı ile suni vesayetlerden azade olunması bağlamında demokrasinin kök salması ve kuvvetlenmesi açısından önemli parametredir. Kuzu’ya göre, Başkanlık modeli ile ilgili en önemli noktanın, sorumlu ve yetkilinin kim olduğunun çok açık
şekilde belirlenmiş olmasıdır (1997: 273). Bir diğer hükümet sistemi ise Yarı Başkanlık Sistemi’dir. Siyasi literatürde Fransız hükümet modeli ve 5. Fransız cumhuriyet sistemi şeklinde bilinen bu hükümet sistemi parlamenter sistem ile Başkanlık sitemi arasında kalan yani her iki sistemden de özellikler barındıran nev-­--i şahsına münhasır bir yönetim sistemidir. Güçlü şekilde ihdas edilmiş olan yürütmenin bir kanadında cumhurbaşkanı(başbakana göre daha yetkili) diğer kanadında ise başbakan vardır.

Parlamenter sistemden farklı olarak bu sistemde cumhurbaşkanını halk seçmektedir. Yarı başkanlık sistemine ideal bir örnek olarak gösterilen Fransa’da iki meçlis bulunmaktadır; 491 üyeli millet meclisi ve 315 kişilik senato (Fendoğlu, 2010),yarı başkanlık sisteminde direkt halk tarafından seçilen cumhurbaşkanının öne çıkan en önemli yetkisi parlamentoyu feshetme iradesidir. Diğer yandan cumhurbaşkanının önemli yetkilere sahip olmasına karşın hükümet üzerinde herhangi bir etkisi bulunmamaktadır. Bununla birlikte
cumhurbaşkanının, Başkanlık sisteminde olduğu gibi herhangi bir azil yetkisine de sahip değildir (anakra.edu.tr). Çoğu siyaset bilimci tarafından kabul edilen görüşe göre 5. Fransız Anayasası ile 1982 Anayasası incelendiğinde büyük oranda benzerlikler taşıdığı görülmektedir. Bundan dolayıdır ki kimi görüşlere göre 1982 Anayasasının vazettiği sistem yarı başkanlık sistemi olarak telâkki edilmektedir. Hatta bir kısım anayasa uzmanlarına göre ise 1982 Anayasası ile cumhurbaşkanına verilen yetkiler Fransa’ya kıyasla daha fazladır (Fendoğlu, 2010). Fendoğlu şimdilerde Başkanlık sistemine itirazlarını yükselten cenahtan
olan Özbudun için şu saptamayı yapmaktadır “Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi hükmü öncesi yazdığı değerlendirmede, ‘Türk (1982) ve Fransız Anayasaları arasındaki en önemli fark, Fransa’da Cumhurbaşkanının doğrudan doğruya halk tarafından seçilmesine karşılık, bizde Cumhurbaşkanının TBMM’ce seçilmesidir (m. 102)’ demekteydi” (2010).

Özetle söylemek gerekirse Fransa ile özdeşleşen yarı başkanlık sistemi Fransa’da işlerlik kazanmış, 1958 anayasası üçüncü ve dördüncü Cumhuriyet dönemlerinin siyasal krizlerini önlemek, parlamento baskısını kaldırmak amacıyla klasik parlamenter sistemden uzaklaşmış, başkanlık sistemine kayan yeni bir rejim getirmiştir (Göze, 2005: 599).

Türkiye’de Başkanlık Sistemi Tartışmaları

     Türkiye’de Başkanlık sistemi tartışmalarına geçmeden önce bu coğrafyada yüzyılı aşan ve bir bakıma kökleşen parlamenter sistem deneyimine konunun daha iyi anlaşılabilmesi adına kısa da olsa değinmekte fayda görmekteyiz. Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerine denk gelen ve “Batılılaşma” hareketi olarak da isimlendirilen reform hareketlerinin en önemli parametrelerinden biri de anayasal düzene geçiş yani meşrutiyet hareketleridir. Bu yoldaki ilk adım Sened-­--i İttifak’tır. Osmanlı İmparatorluğu geleneğinde yadsınamayacak şekilde güç sahibi olan sultanın yetkilerini sınırlandıran ilk sözleşme olan Sened-­--i İttifak, 1808 yılında imzalanmıştır. Bir sonraki adım ise 1839’da imzalan Tanzimat Fermanı’dır.

Tanzimat Fermanı, çağdaşlaşma veya sekülerleşme adına yöneten ve yönetilen ler arasındaki ilişkileri yazılı kurallara bağlaması cihetiyle meşruti yönetime geçişte önemli bir kilometre taşı olarak değerlendirilebilir ( Kalaycıoğlu ve Sarıbay, 1986: 10-­--28). Uygar Coşkun’un da işaret ettiği gibi Osmanlı İmparatorluğu’nda Sened-­--i İttifak ve Tanzimat Fermanı gibi öncü anayasal süreçler veya belgeler yürürlüğe konmuşsa da Kanun-­--i Esasi’den farklı olarak bir anayasa sistematiğine uygun değillerdir (Coşgun: 2008). 

Diğer bir süreç ise Tanzimat Fermanı’nın devamı ve tamamlayıcısı niteliğinde olan 1856 tarihli Islahat Fermanı’dır. 

Bu cümleden hareketle Türk tarihinin ilk anayasası 1876 Anayasası, yani Kanun-­--i Esasi bir başka isimlendirme ile 1. Meşrutiyettir diyebiliriz. Türkiye’de parlamenter sistem bağlamında ilk anayasal deneyim olmasına rağmen 1. Meşrutiyet’in tam bir parlamenter sistem kurmayı amaçladığından bahsetmek zordur (Asilbay, 2013). 

Zira Kanuni-­--Esasi’de parlamenter sistemlerin özünü oluşturan yasama ve yürütme organlarının tanım ve yetkilerinin belirtilmemesi, kuvvetler ayrılığı ilkesinin uygulanmaması ve kuvvetli bir icra figürü olarak padişahın işlevselliğini sürdürmesi gibi özellikleri nedeniyle tam bir parlamenter sistem mantığı içinde değerlendirilmemektedir (Coşgun, 2008) Buna karşın 1909’da yapılan bir kısım değişikliklerle 1876 Anayasası’nın revize edilmesi suretiyle teorik anlamda bir parlamenter monarşi anayasası halini almıştır (Fendoğlu, 2010). Erdoğan da,
Türkiye’de ciddi anlamdaki ilk demokrasi tecrübesinin ikinci meşrutiyetle yaşandığını belirterek, meşrutiyet anayasasının 1908’de yeniden yürürlüğe konmasını izleyen anayasa değişikliklerini müteakip çoğulcu bir siyaset ve toplumsal-­--kültürel hayatın ortaya çıkması olarak değerlendirmektedir (1997: 49). Osmanlı deneyiminden sonra ilk tatbik edilen ve kısa bir dönem yürürlükte kalan 1921 Anayasası, Kurtuluş Savaşı döneminde ve zor şartlarda oluşturulan bir anayasadır. Meclis hükümet sistemini öngören 1921 Anayasası yasama ve
yürütme yetkilerini meclise veren ve bir bakıma kuvvetler birliğini öngören bir sistemdir.
Kısa bir süre varlığını devam ettiren 1921 Anayasası, 1923’te yapılan bir takım değişikliklerle meclis hükümeti mantığından uzaklaşarak parlamenter sisteme doğru evrilmiştir (Asilbay, 2013). 

    1924 Anayasası ise parlamenter sistem ile meclis hükümet sisteminden ögeler barındıran karma bir sistem getirmiştir. Durgun, 1924 Anayasası’nda parlamenter rejim unsurlarının oldukça ağırlıklı bir biçimde yer almış olduğundan saf bir meclis hükümet sistemi getirmediğine işaret etmektedir ( 1999: 247). Bir takım yazarlara göre ise 1924 Anayasası, ‘kuvvetler birliği-­-- görevler ayrılığı’ şeklinde nitelendirilmiştir (Asilbay, 2013). 1961 Anayasası’nın oluşturulma sürecinde bir kesim tarafından güçlü idare düşüncesi temelinde Başkanlık sistemi tartışmaları yaşanmış fakat çoğunluğu oluşturan grup tarafından bu
düşünce reddedilmiştir. Yavuz’a göre o dönemde görüşlerine önem verilmeyip dışlanan kesimlerin siyasal düşünceleri günümüze kadar süren Başkanlık sistemi tartışmalarının temelini oluşturmuştur (2000: 116). 1961 Anayasası klasik anlamda bir parlamenter sistem getirmiş olup, 1924 Anayasa’sından farklı olarak kuvvetler birliğinden ve TBMM’nin üstünlüğünden ayrılmıştır ( Durgun, 1999: 253). Son olarak da 1982’de yapılan Anayasa, 1961’deki klasik parlamenter sisteminin devamıymış gibi görünse de özellikle cumhurbaşkanına tanınan aşırı yetkiler bakımından kamuoyunda “yarı başkanlık sistemi” veya “ başkanlı parlamenter rejim” olarak yorumlanmıştır (Duman, 2013). Nitekim Özdemir
1982 Anayasası’nın, her ne kadar parlamentarizme bağlı kalsa da, bu makamın adeta yarı başkanlık sistemi yetkileriyle donatılmış olduğuna vurgu yapmaktadır ( 1989: 36). Durgun’a göre ise 1982 Anayasası’nın özeti, yürütme organının parlamentoya karşı sorumsuz ve yansız kanadını oluşturan cumhurbaşkanının güçlendirilmesidir ( 1999: 262).

Türkiye, Osmanlı’daki meşrutiyet uygulamaları da hesaba katıldığında iki yüzyılı aşan bir anayasal yönetime bir başka ifade ile halkın iradesinin temsili olarak meclise yansıyan parlamento geleneğine sahiptir. Osmanlı’daki ilk deneyimler tam olarak demokrasi ile uyumlu olmasa da bir sürecin başlangıcı adına şüphesiz ki önemli aşamalar olarak Türk tarihine geçmiştir. Genel olarak bakıldığında bahsedilen bu “demokrasiden yoksunluk” durumu sadece Osmanlı dönemine has olmayıp cumhuriyet döneminde de uzunca bir dönem “ayıplı” kayıp yıllar olarak belleklere kazınmıştır. Osmanlı’nın yıkılması ve akabinde Türkiye’nin kurulması ile birlikte başlayan yeni dönemde TBMM’nin tesis edilmesi ile parlamento geleneği Anadolu coğrafyasında artık kalıcı bir hâl almaya başlamıştır.
Yukarıdaki bölümde de anlatıldığı gibi Türkiye’nin yönetim sistemi yürürlüğe giren dört anayasada da kısmi değişikliklere uğrayarak 1982 Anayasası ile günümüzdeki son halini almıştır. 

    1982 Anayasası, sistem tartışmalarının bizatihi varlık nedenlerinin başında yer
almaktadır. Zira yönetimde “çift başlılığı” kuvvetlendiren düalist yapıyı ikame etmesi ve Cumhurbaşkanına aşırı yetkiler bahşetmesi mevcut sistem tartışmalarını  etkileyen en önemli faktörlerdir. 1982 Anayasası birçok hukukçu ve bilim adamına göre cumhurbaşkanına tanınan aşırı yetkilerden ötürü Başkanlık olmasa da yarı başkanlık sistemini çağrıştıran bir özelliğe sahiptir. Bu konuda Durgun, 1982 Anayasasında yürütmenin parlamento karşısında daha güçlü olabilmesi için Başkanlık sisteminin bazı özelliklerine yer verilmişti( 1999: 263) demektedir. Taha Parla da, “1982 Anayasasında bırakın yarı başkanlık sistemini, Başkanlık sistemi boyutlarını kat kat aşan olağanüstü yetkili bir devlet başkanlığı kurumu yaratılmıştır” ( 1995: 78-­--79) diyerek sorunun anayasanın kendisinde düğümlendiğini ima etmiştir. 
Türkiye’deki sistem tartışmaları hem akademide hem de siyasette iki keskin hat üzerinde cereyan ettiği  görülmektedir; Bir yanda Başkanlık sistemine her durumda karşı olanlar, diğer yanda ise sistem değişikliğinden yana olanlar. Güncel siyasetteki tartışmalara geçmeden önce ilmi plânda hukukçuların ve bu işe kafa yoranların görüşlerini sıralamakta fayda görmekteyiz.

Öncelikle Başkanlık sistemine karşı çıkanlar acaba hangi gerekçelerle karşı çıkmaktadırlar?

Bu sorunun cevabını Fendoğlu şu şekilde özetlemektedir (Fendoğlu, 2010):

   <  “Yasama ile  yürütme birbirine eşit olmalı, yürütme daha güçlü ve daha etkin olmamalıdır. Aslında, Türkiye’de sorun parlamentoda değil, parti ve seçim sistemindedir. Başkanlık sistemi bazı siyasal partilerin işine gelir. Başkanlık sistemi, ülkeyi totalitarizme götürebilir, başkanlık seçilmiş padişahlıktır. 
Yalnızca ABD’de başarılı olan sistemin Türkiye’de uygulanabilirliği, tarih, sosyoloji ve siyaset bilimi açısından yanlış-­--yetersiz ve sakıncalı olabilir”. >

   Karşı çıkanlardan biri olan Levent Gönenç tartışmayla ilgili olarak Başkanlık sistemine uzak davranarak mevcut sistemi radikal bir şekilde değiştirmeden “parlamentarizmin rasyonelleştirmesi” diye tanımladığı metotla sistemin
küçük ama etkili bir şekilde yeniden revize edilmesini önermektedir ( 2005: 11-­--12). 

  Ersin Kalaycıoğlu ise sorunun parlamenter sistemden kaynaklanmadığını asıl sorunun mevcut sistemin iyi işletilememesinden kaynaklandığını ifade ederek Türkiye gibi çok partili ülkelerde Başkanlık sistemimin bağdaşmadığını dolayısı ile olası bir Başkanlık sisteminin Türkiye’yi çökmenin eşiğine getirecek siyasal ve kurumsal istikrarsızlığa duçar edeceğini iddia etmektedir (2005: 26). Karşı çıkan hukukçulardan biri olan Serap Yazıcıoğlu’nun gerekçesi ise Başkanlık sisteminin Türk siyasi kültürüne uygun olmaması ve Türkiye’deki demokratikleşme sürecine engel olacağı endişesidir (ntv.com.tr). Erdal Onar da mevcut sistemin değişmemesi gerektiğini düşünenlerden biridir. Onar, Türkiye’nin yabancısı olduğu ve deneyimlemediği bir sistem yerine bazı değişikliler yapılması suretiyle parlamenter sistem içerisinde kalınmasını salık vermektedir ( 2005: 103). Yekta Güngör Özden ise Başkanlık sisteminin Türkiye’nin mevcut şartlarına uymadığını ifade ederek gidilecek bir Başkanlık sistemiyle diktatörlüğe kadar varabileceğini belirterek Başkanlık sitemine karşı olduğunu beyan etmektedir (Cumhuriyet, 25.05.1998). İlter Turan’ın da, Başkanlık sisteminin ABD’ye has bir yönetim sistemi olduğundan hareketle başka ülkelerdeki uygulamalardan sağlıklı sonuç alınamadığını iddia ederek olası bir sistem değişikliğine karşı olduğu  anlaşılmaktadır. Türkiye’de Başkanlık sistemini isteyenlerin aslında bir istikrardan çok yönetimi elinde bulunduran liderlerin iktidarlarını sürdürmek özleminden kaynaklandığını ifade eden Turan, bir sorunla karşılaşıldığı zaman kurumları tamamen kaldırma yerine bunların ıslahı yönüne gidilmesinin daha sağlıklı olacağı kanaatindedir (2005: 124).

Türkiye’de siyasetin daha çok lider odaklı bir anlayış üzerine bina edildiğini ve bunun çoğu zaman hükümetlere de yansıdığını belirten Özbudun ise, Başkanlık sisteminin bu tarz eğilimleri güçlendireceğinden hareketle liderleri güçlü kılmayan bilakis onları sınırlayan yapılanmanın tercih edilmesi gerektiğini vurgulamaktadır (2005: 111). Diğer yandan Başkanlık sistem-­--ler-­--inden yana olan daha doğrusu mevcut parlamenter sistemin bir şekilde değişmesini isteyen hukukçuların genel argümanı ise yönetimde istikrar yani güçlü yürütme
ve yasama erkinin daha bağımsız bir çerçevede hareket edeceği tezi yani güçlü
parlamentonun teşekkülüdür (Özbudun: 2005: 106). Başkanlık sisteminin Türkiye’deki en güçlü savunucularının başında gelen Burhan Kuzu, Başkanlık sistemine karşı olanların sol düşünceden beslendiğini ve bakış açılarının ciddi bir gözlemden uzak olduğunu ifade etmektedir. Kuzu, karşı çıkanların asıl korkusunun Türkiye’de sol oyların %35’i geçmeyeceği gerçeğinden hareketle girişilecek bir başkanlık yarışında totalde %65’i bulan sağ oylar karşısında kaybedecekleri endişesinden kaynaklandığını iddia etmektedir. Kuzu, son
tahlilde Başkanlık sisteminde çok geç kalındığını, buna rağmen Türk toplumunun
bünyesine, Türk toplumunun devlet düzenine, milli kültüre uygun olan ve tarihteki deneyimlerden de başarısı kanıtlanan, Türk demokrasisine daha elverişli olan ve milletin özlemi olan Başkanlık modeline geçilmesi gerektiğini savunmaktadır (1997: 280-­--286). 

Kezban Hatemi ise Yeni Türkiye Dergisi’ndeki yazısında sistemler arası kıyaslama yaptıktan sonra Türk Dünyasında Demokrasiyi Geliştirme Vakfı’nın Başkanlık sistemi için hazırladığı bir rapora yer vermiştir. İlgili rapora göre Başkanlık sisteminin kabul edilmesi halinde bunun Türkiye şartlarına çok aykırı düşmeyeceği ( 1997: 102) bilgisini aktaran Hatemi’nin Başkanlık sisteminden yana olduğu anlaşılmaktadır. Diğer bir hukuk adamı olan Mustafa Erdoğan da
El Cezire’ye verdiği bir mülakatta Başkanlık sistemi için “Gerek yarı başkanlık, gerekse de başkanlık sitemini doğru anlamıyla problemli sistemler olarak görmüyorum. Bunlar, demokratik ülkelerde uygulanan örnekleri olan sistemler…” (aljazeera.com). Diyerek sistem değişikliğinden yana olduğunu beyan etmiştir. Namık Kemal Zeybek’e göre ise, parlamenter sistemi onarmanın ve düzeltmenin mümkün olamayacağı dolayısı ile yapılması gereken şeyin yeni bir anayasa hazırlamak ve buna uygun temelde yasalar oluşturulmak suretiyle Başkanlık sistemine geçmektir ( 1997: 231-­--232). 


3 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..

***

Türkiye Basınında Başkanlık Sistemi Tartışmaları: BÖLÜM 1

Türkiye Basınında Başkanlık Sistemi Tartışmaları: BÖLÜM 1



Mehmet Gökhan GENEL, 
Yrd. Doç. Dr., Yalova Üniversitesi Sanat ve Tasarım Fakültesi 
Yalova/Türkiye, genel.mgokhan@gmail.com 


Köşe Yazarları Özelinde Bir Araştırma;


ÖZET: Türkiye’nin yaklaşık 95 yıldır uyguladığı parlamenter sistem deneyiminden vaz mı geçiliyor? Türkiye hükümet modeli bağlamında parlamenter sistemden yana devam kararı mı alacak yoksa başkanlık, yarı başkanlık veya Türk tipi bir başkanlık modeline mi geçiş yapacaktır? Bu husus Türkiye kamuoyunda 2014’ten bu yana en çok tartışılan konu olma özelliğini taşımaktadır. 

Bu çalışmada amaç Türkiye’nin olası bir sistem değişikliği durumunda özel de ise başkanlık sistemi tartışmalarında Türk medyasının konuya ilişkin bakış açısını anlamaya yöneliktir. 

Türkiye basını üzerinden ele alınan bu çalışmada tartışılan sistem değişikliğine yönelik her biri farklı dünya görüşü ve ideolojik perspektiflere sahip olan 
Hürriyet, Star, Cumhuriyet, Yeniçağ, Özgür gündem ve Agos gazetelerinin sadece dijital versiyonlarında yer alan köşe yazarları araştırma kapsamına dâhil 
edilmiştir. 

Bir Aylık Gazete Nüshalarının incelendiği bu çalışmada araştırma yöntemi olarak içerik analizi esas alınmıştır. 


  Türkiye’de siyasal sistem değişikliği son iki yıldır siyasal, medya ve kamu gündeminin en çok tartışılan konuların başında yer almaktadır. Öyle ki; 2014’te yapılan ve halk tarafından ilk kez doğrudan belirlenen Cumhurbaşkanlığı seçiminde ve 7 Haziran 2015’te yapılacak olan genel seçimlerde ana gündem maddesi siyasal sistem değişikliği eş deyişle Başkanlık sistemi olmuştur. Bu bağlamda akla gelen ilk sorular acaba Türkiye uzun yıllardır uyguladığı Parlamenter sistemden vaz mı geçiyor? Türkiye’de siyasal sistem değişikliği
gerekli midir? Türkiye yeni bir siyasal sistem değişikliğine hazır mıdır? Türkiye yönetim sistemi anlamında yeni bir tercihle mi karşı karşıya? Türkiye’de şayet bir sistem değişikliği olacaksa bu tercih “Amerikan tipi Başkanlık Sistemi” mi, “Fransa tipi yarı başkanlık sistemi” mi yoksa çokça polemik konusu olan “Türk tipi bir Başkanlık sistemi midir? Bu soruların cevabı 7 Haziran 2015’te yapılacak olan genel seçimler sonucunda büyük bir olasılıkla netlik kazanacaktır. Zira olası bir siyasal sistem değişikliği demek, halen yürürlükte olan 1982 anayasanın değişmesi demektir. Yine buna paralel olarak anayasanın değiştirilebilmesi de
her hangi bir partinin veya partiler blokunun parlamentoda anayasayı değiştirebilecek 367 parlamenter sayısına veya Başkanlık sistemi değişikliğinin referanduma sunulması için 330 parlamenterin olması gerekmektedir. 

Siyasal sistem değişikliğinin özelde ise Başkanlık sistemi tartışmalarının yakın dönemdeki mimarı 12. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan olarak görülse de aslında Erdoğan’dan yılar önce 8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal, 9.
Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel ve Milliyetçi Hareket Partisi (MHP)’nin efsanevi lideri Alparslan Türkeş’in de Başkanlık Sistemi’ni önceleyen ve arzulayan bir takım yaklaşımlar sergiledikleri bilinen bir gerçektir. Bununla birlikte diğer önemli ülke gündem maddelerinde olduğu gibi bu tartışmada da Türkiye’de mevcut bir bölünmüşlüğün olduğunu söylemek mümkündür. Yani bir tarafta Başkanlık Sistemi’nden yana olan ve bunun gerçekleşmesi adına ülke yararına olduğu tezinden hareketle argümanlar ileri süren başta Cumhurbaşkanı
Erdoğan ve Adalet ve Kalkınma Partisi ( Ak Parti) diğer tarafta ise buna şiddetli direnç gösteren ve gerçekleşmesi durumunda Türkiye’nin uçuruma sürükleneceğini dillendiren muhalefet partileri yer almaktadır.

Yukarıda özet bir şekilde çerçevesi çizilmeye çalışılan bu çalışmanın temel amacı, ülkenin siyasal düzlemdeki en önemli meselesi olarak görülen ve Türkiye’nin geleceğini etkileyeceği muhakkak olan Başkanlık Sistemi tartışmalarında medyanın yaklaşımını ve mevcut tartışmaya hangi argümanalar ekseninde katkı sağladığını araştırmaktır. Çalışma, mevcut yayın politikaları ve ideolojik eğilimleri ekseninde günlük yayınlanan gazetelerin köşe yazarları üzerinden kurgulanmıştır. Bu bağlamda dijital versiyonları esas alınan Hürriyet, Yeniçağ, Cumhuriyet, Özgür gündem, Star ve Agos gazetelerinin konu hakkında yazı
kaleme alan köşe yazarlarının Şubat 2015’teki bir aylık yazıları incelenmiştir. Agos gazetesini incelemeye dâhil etmemiz muhtemeldir ki, bir kesim tarafından soru işaretiyle karşılanabilir.

Ancak bu gazeteyi araştırmaya dâhil etmememizin yegâne sebebi ise “çoğulcu” bir bakış açısından hareketle olası bir siyasal sistem değişikliğinde Türkiye’de bulunan ve anayasal olarak Türk vatandaşı statüsünde bulunan Ermeni vatandaşlarımızın konuya dair görüşlerini öğrenmeye yöneliktir. Çalışmaya Türkiye’deki diğer etnik anlamdaki azınlıkların yayın organları da dâhil edilmek istenmiş olmasına rağmen ( Rum, Yahudi, vb.) bahsi geçen azınlıkların günlük anlamda süreli bir yayın organlarının olmaması nedeniyle sadece Agos
gazetesi çalışma kapsamına alınmıştır. Çalışmamız üç ana bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde konunun kavramsal çerçevesi, ikinci bölümde konuya dair aktüel ve siyasi tartışmalar ve son bölümde ise araştırma kısmı yer almaktadır.

Türkiye Basınında Başkanlık Sistemi Tartışmaları:Köşe Yazarları Özelinde Bir Araştırma  M.G.GENEL

http://www.ajit-­-e.org/?menu=pages&p=details_of_article&id=156

Parlamento Kavramı, 

Siyasal sistem tartışmaları Türkiye’nin son iki yıldaki en önemli gündem maddesi olmuştur.Türkiye kamu yönetimi sistemi veya siyasal sistem bağlamında bir karar aşamasına gelmiş durumdadır. Bu minvalde Türkiye’nin önünde iki seçenek bulunmaktadır: Birincisi Türkiyeya uzun yıllardan beri uyguladığı parlamenter sistemi revize ederek mevcut sistemin devamından yana karar alacak ya da bundan vazgeçerek alternatif bir siyasal sistemi deveye sokacaktır. Alternatif olarak düşünülen sistemler arasında Amerikan tarzı Başkanlık Sistemi,
Fransız tipi yarı Başkanlık Sistemi veya nevi şahsına münhasır Türk tipi Başkanlık Sistemleri yer almaktadır. Bakıldığında bahsi geçen tüm seçeneklerin ortak paydası parlamento sistemli yönetim biçimleri olduğu gerçeğidir. Peki, günümüzde insan tabiatına en uygun yönetim sistemi olarak addedilen başta Batı toplumları ve diğer ülkelerin ekseriyetle uygulamış olduğu parlamento veya meclislerin siyaseten anlamı nedir ve tarihsel olarak nereye dayanmaktadır?

Tüm demokratik sistemlerin beslendiği kavram olan parlamentonun kısaca tarifini yapmak gerekirse etimolojik olarak kelimenin asıl kökeni İtalyanca olup yasa çıkarma yetkisine sahip meclis veya meclislerdir. Bir başka yaklaşıma göre ise Fransızca ‘parler’(konuşmak) fiili ile ‘mentir’-­-- Yalan söylemek ( Wikipedia) fiilinin birleşiminden doğan ‘parla-­--mento’ şeklini almış kavramdır. Konuşmak veya konuşulan yer veya mekân anlamlarına gelen parlamento kavramı, Türkiye’de ‘meclis’ olarak da tanımlanan içerisinde belli yetkilerle donatılmış
görevlilerin kararlar aldıkları, yasalar çıkardıkları mekânlardır. TDK sözlüğüne göre kavram “Başlıca görevi yasama, devlet bütçesini çıkarma, hükümeti denetleme olan ve üyeleri halkoyuyla belirli bir süre için seçilen meclis veya meclisler” (TDK) şeklinde tarif edilmektedir. Diğer bir tarife göre ise “belli toplumsal, ekonomik ve siyasal ihtiyaçlara karşılık olarak ortaya çıkmış olup ve o
yönde işlev gören birer siyasal kurum veya ürünleridir” (Durgun, 1999: 12). 

   Günümüzdeki anlamıyla olmasa da parlamentonun tarihini eski Yunan polis devletlerine kadar götürmemiz mümkündür. Zira antik site, kendi kendini yöneten, belli bir toprak parçası üzerinde yaşayan insanların oluşturduğu en küçük, demokratik bir yönetsel birim( Keleş, 2000: 29) olarak demokratik uygulamanın ilk örneğini teşkil etmiştir. Bu doğrultuda antik Yunan’da Aristokratların oluşturduğu “Areopagus” adına bir danışma meclisi ve yönetime
katılma hakkı olanların katıldığı “Eklesia” adıyla bir başka meclis de bulunmakta dır (Yılmaz, 1996: 149). Yunan Polis Devletleri’nde ilk kez uygulanmaya başlanan ve demokrasinin ilk nüvelerini taşıyan uygulamalar günümüze gelene kadar bir dizi değişikliğe uğramıştır. Göze’nin de ifade ettiği gibi Yunan polisleri ilk aşamada krallık yönetimine, sonraki aşamada aristokratik yönetime ve son olarak da demokratik yönetime evrilerek günümüzdeki son şeklini almıştır ( 2005: 2). Parlamento ve buna bağlı olarak parlamentarizm demokrasi ile doğrudan ilişkisi olan kavramla dır. Özünü “Kuvvetler Ayrılığı” ilkesinden yani yasama, yürütme ve yargı erklerinin farklı organlarda (Özbudun,
2005: 199) bulunması ilkesinden alan demokrasi nosyonunu ilk dillendiren Aristoteles’tir.

Aristoteles “Politika” isimli eserinde ideal bir hükümet sistemi için yasama yürütme ve yargı erklerinin üç ayrı unsur olarak konumlandırılması ve aralarındaki ilişkinin iyi bir şekilde tesis edilmesi gerektiğini söylemiştir (Tuncay, 1990: 132-­--133). Aristoteles bu bağlamda üç tip  yönetim sisteminden bahsetmektedir: Monarşi, Aristokrasi ve Demokrasi. Ona göre devlet
yönetimi tek kişinin elindeyse Monarşi, küçük bir azınlığın elindeyse Aristokrasi ve geniş halk kitlelerinin elindeyse Cumhuriyet’tir. Bunları olumlu hükümet modelleri olarak ele alan Aristoteles, bunların yozlaşmış veya bozulmuş şekillerini ise Tirani, Oligarşi ve Demokrasi şeklinde tarif etmektedir (Akın, 1983: 10-­--24). Diğer yandan Aristoteles, nihai topluluk veya doğru siyasal topluluk olarak idealize ettiği antik kentler (polilsler) onun için insanın doğasına en uygun olan yönetim birimleridir. Zira ona göre kentler, bazı insani iyiliğe ilişkin
ortak kavramsallaştırmalara uygun olarak, yaşam yönündeki doğal arzuyu karşılar ( Arnhart, 2005: 52-­--53). İlk örnekleri yukarıda da belirtildiği üzere Antik Yunan’da uygulanmış olan ve güçler ayrılığı üzerinde şekillenen parlamento sistemi günümüzde çeşitlilik kazanarak mevcut sistemler arasında yenisi bulunana kadar en insani olma özelliğini sürdürmektedir. Parlamento ile ilgili bu bilgilerin yanı sıra ana başlıklar halinde Parlamentonun bir takım farklı işlev ve özelliklerinden bahsedebiliriz (Durgun, 1999: 16-­--106)

Faaliyet Bakımından Özellikleri

• Karar oluşturma faaliyeti
• Temsil faaliyeti
• Sistemin varlığını devam ettirme faaliyeti

Siyasal açıdan parlamentonun fonksiyonları bakımından özellikleri

• Bütünleştirme
• Destek sağlama
• Meşruluk

Parlamentoların gücünü etkileyen unsurlar bakımından özellikleri

• Parti disiplini
• Parlamento komisyonları

Parlamento kategorileri bakımından özellikleri


• Eşgüdümlü (aktif) parlamentolar
• Belirsiz (vulnerable) parlamentolar
• Tabi (reaktif) parlamentolar
• Rekabetçi-­--egemen (marjinal) parlamentolar
• Teslimiyetçi (minimal) parlamentolar


Parlamenter Sistem;


     Konumuz dâhilinde tartışmanın düğümlendiği ve Türkiye’nin uzun yıllardır uygulamış olduğu Parlamenter sistem nedir, olumlu ve olumsuz tarafları nelerdir, parlamenter sistem hangi özellik veya özelliklerinden dolayı eleştiriye uğramaktadır? Bu başlıkta sıraladığımız soruların cevapları aranacaktır. 

Parlamenter sistem, bugün başta İngiltere olmak üzere dünya genelinde uygulanan anayasal sistemlerin başında yer almaktadır. Parlamenter
sistem, meşruiyetinin temel dayanağı olan halkın seçtiği parlamenterler aracılığı ile endirekt olarak iradesini sergilediği bir toplumsal sözleşme mantığı ile yönetime ortak olduğu bir anayasal düzendir. Durgun’un da ifade ettiği gibi “ İdeal olarak bir parlamento, siyasi sistemin bütünlüğünü oluşturmada, rejim politikaları için halkın desteğini harekete geçirmede ve rejimi meşrulaştırmada, önemli bir rol oynamaktadır” ( 1999: 13). Parlamenter sistem, kuvvetler ayrılığı
prensibinin uygulandığı bir hükümet sistemidir. Bu sistem, yasama, yürütme ve yargı organları arasındaki kuvvetler ayrılığının yumuşak, dengeli ve işbirliğine dayanan temsili idare şekli olarak tarif edilebilir (Turgut, 1998: 32). Bir başka ifade ile “  Parlamenterizm, parlamenter rejim veya parlamenter hükümet, hukuken ve siyaseten sorumsuz devlet başkanının  başkanlığında,  yürütme organı ile yasama organı arasındaki kuvvetler ayrılığının yumuşak olduğu, organlar arasındaki hukuki ilişkinin eşitlik ve dengeye dayandığı bir temsili rejimdir ” (Fendoğlu, 2010). 

    Kuvvetler ayrılığı şeklinde formüle edilen parlamenter sistemin düşünsel arka plânı Aristoteles’e kadar uzansa da kavramı “kişisel özgürlükler” bağlamında ilk kullanan ve düşünceleriyle mutlakıyet rejimlere ciddi bir darbe indiren kişi İngiliz liberal düşünür John Locke olmuştur. Locke, siyasal iktidar içinde yer alan güçleri yasama, yürütme ve konfederatif güçler ( Göze, 2005: 159)şeklinde kategorize etmiştir. Ancak kuvvetler ayrılığı ilkesinin sistemleşmesi veya bir kuram olarak belirmesi Fransız düşünür Montesquieu sayesinde olmuştur. Siyaset biliminin kurucusu ve ilk pozitivistlerden biri olarak kabul edilen Montesquieu, “Yasaların Ruhu” adlı eserinde üç siyasal yönetim biçimi öngörür,
bunlar: Cumhuriyet (demokrasi), Monarşi ve Despotizm ya da zorba yönetimlerdir.

Özgürlükler konusunda yoğunlaşan Montesquieu doğal olarak ilgi oklarını Cumhuriyet yani demokratik yönetimlere yöneltmektedir. Siyasal erdem olarak tarif ettiği demokratik yönetimleri bir bakıma özgürlüklerin teminatı olarak görmektedir. Özgürlükleri, kişinin yasanın izin vermediği şeyleri yapmaya zorlanmaması ve izin verdiği şeyleri yapmaktan alı koymaması olarak tarif eden Montesquieu, bunların da ancak iktidarın kötüye kullanılmasını engelleyecek olan ılımlı yönetimler aracılığıyla sağlanabileceğine işaret etmektedir. Montesquieu, özgürlüklerin ihlali anlamına gelebilecek olan iktidarların kötüye kullanılması tehlikesine karşılık “iktidarın iktidarla sınırlandırılması” teorisini ortaya atarak
bir bakıma “denge-­--fren” mekanizmasını önermektedir. Bir başka ifade ile her devlette yasama, yürütme ve yargı iktidarlarının var olduğunu söyleyen düşünüre göre, yasama iktidarının asli görevi yasa yapmak, yasaları kaldırmak veya değiştirmektir. Diğer yandan yürütme iktidarının görevi ise savaşa ve barışa karar vermek, yabancı ülkelere temsilci gönderip temsilci kabul etmek, içte ve dışta güvenliği sağlamaktır. Ona göre diğer bir güç olan yargı iktidarının görevi ise suçluları cezalandırmak ve anlaşmazlıkları çözmektir. Bir siyasal organizasyonda yasama ve yürütme güçlerinin tek bir elde toplanmasında
özgürlükten bahsedilemeyeceğini belirten Montesquieu, aynı şekilde yargının da yasama ve yürütmeden ayrılmamasının özgürlükler aleyhine işleyen bir durum olacağını savunmaktadır. Montesquieu’nun kuvvetler ayrılığı ilkesini ne derece önemsediğinin kavranabilmesi için şu saptaması yeterli olacaktır: “ Üç iktidar tek elde toplanırsa, bu ister bir kişi, ister soylular, ister halk olsun her şey bitmiştir…” ( Göze, 2005: 174-­--188).

Parlamentolar veya Parlamenter sistemler tek bir tip olmayıp, toplumların yapısal özelliklerine göre değişkenlik gösteren siyasal organizasyonlardır. Bu nedenle dünyadaki mevcut parlamentolardaki bir takım benzerliklerin yanında, farklılıklar da görülebilmektedir. Bundan dolayı var olan bu farklı özellikler, içinde bulunulan siyasal çevrenin kendine has koşullarıyla da yakından ilintilidir. Diğer bir ifade ile farklı tarzda parlamentoların ortaya çıkması, ülkelerin siyasal yapılarının farklı olmasıyla açıklanabilir ( Durgun, 1999: 4-­--5). Bahsi geçen bu farklı yapıları bir örnek dâhilinde ele alacak olursak İngiltere ve Hollanda gibi parlamenter monarşilerde devleti temsil makamında veraset kuralları gereği kral veya kraliçe bulunurken; Almanya gibi parlamenter cumhuriyetlerde ise devleti temsil edecek kişi parlamento tarafından demokratik usullere göre  belirlenmektedir. (Yaşayan anayasa: 2015) 


Parlamenter rejimlerin tarihselliğine bakıldığında ise “ 1789 Amerikan ve 1791 Fransız Anayasalarından başlayarak pozitif hukuk teorilerinden ziyade siyasal nitelikler taşıyan (Duman, 2013) anayasal özellikleriyle ilk uygulandığı coğrafya olarak İngiltere karşımıza çıkmaktadır. 

İngiltere’de Magna Carta’nın 1215’te kabulüyle başlayan tarihi süreç içerisinde 1295 yılında “Model Parlamento”  adıyla oluşturulan Temsilciler Meclisi ile başlayan parlamenter sistemin ilk nüveleri oluşmaya başlamış ve 18. Yüzyılın ortalarına doğru parlamenter monarşi doğmuştur (Asilbay, 2013) İngiltere’de 
tecrübe edilen sistem daha sonra bütün Avrupa’ya yayılmıştır. Sistemin esası mutlak monarşiye ve değişmez hükümdarlara karşı çıkmak, halkı temsil etmek ve yasama gücünü kuşanarak iktidarı denetleme imkânına sahip olmak (Turgut, 1998: 33) şeklinde özetlenebilir. Diğer yandan parlamenter sistemi farklı sistemlerden ayıran belli başlı özelliklerini Fendoğlu’nun tasnifiyle şu şekilde sıralamak mümkündür (Fendoğlu, 2010):

• Yürütmenin iki başlılığı ( Bakanlar Kurulu, Başbakan-­-- Kral veya Cumhurbaşkanı)
• Devlet başkanının siyasal açıdan sorumsuzluğu ( siyaseten sorumsuz sembolik makam)
• Bakanalar kurulunun sorumluluğu ( siyaseten sorumlu makam)
• Yürütmenin yasamayı feshi (bu rejimde cumhurbaşkanı ve başbakanın gerekli durumlarda parlamentoyu fesh etme yetkisi vardır)

Yine bu bağlamda dört çeşit parlamenter rejimden bahsedilebilir (Fendoğlu, 2010):

• Tekçi (monist) parlamenter rejim ( gerçek anlamda parlamenter rejim. Cumhurbaşkanı aktif politikanın dışındadır)
• Aklileştirilmiş parlamenter rejim (siyasi yaşamın tamamının hukuk kurallarına bağlanması)
• Çağdaş parlamentarizm (yürütme organının daha aktif olduğu rejim)

Diğer yönüyle parlamenter sistemlerin bir takım olumlu ve olumsuz yanları da mevcuttur.
Olumlu yanlarına bakıldığında ilk göze çarpan özellik “kuvvetler ayrılığı” ilkesi bağlamında daha demokratik bir sistem görüntüsü vermesidir. Bir başka ifade ile anayasal düzenin erklerinden olan yasama, yürütme ve yargı organlarının farklı ellerde olması nedeniyle toplum kesimlerinin devlet yönetiminde bir şekilde temsilinin sağlanması eş deyişle toplumsal konsensüsün hayata geçirilmesi düşüncesidir. Yürütmenin çift başlı hale getirilmesi ( Eldem, 2007: 9-­--10). yani “denge-­--fren sistemi” sayesinde yöneticilerin keyfi uygulamalarının bir bakıma önüne geçilmiş olması sistemin olumlu yönlerinden birini teşkil etmektedir. Bununla birlikte icra gücü olarak görev yapan ve siyaseten sorumlu durumda
olan başbakan ve bakanlar kurulunun parlamentoya karşı sorumlu olması/ hesap
verebilirliği ve her an güven oylaması mekanizmasıyla karşı karşıya olması olumlu olarak görülen yönlerden biridir (Turgut 1998: 34-­--35). Turgut, parlamenter sistemin özünün “istikrar” ve “denge” üzerinden şekillendiğini belirterek dünya genelinde uygulanan parlamenter sistemlerin başarı oranının %67.5 olduğunu ve bu oranın Başkanlık sisteminin başarı nispetinden üç kat daha fazla olduğunu iddia etmektedir. Sitemin olumsuz veya aksayan yanlarına bakıldığında ise öncelikli olarak yönetimde istikrarsızlığa yapılan vurgudur. Turhan’ın da ifade ettiği gibi İtalya örneğindeki çok partili sistem ve buna bağlı
olarak koalisyonların ve azınlık hükümetlerinin oluşması siyasi istikrarsızlığın temel sebeplerinden birini oluşturmaktadır (1989: 65). Mevcut rejimde hükümetler parlamentoların güvenoyuna bağımlı yapısı nedeniyle her an görevinin sonlanması riskiyle karşı karşıya olması hükümet istikrarsızlığını veya siyasi krizi etkileyen dezavantajlı bir durum olarak görülmektedir (Uluşahin, 1999: 78-­--80). Parlamenter sistemin diğer olumlu yanı ise, bu rejimde hükümetin kamuoyunun desteğini kaybetmesi halinde yeni bir hükümet kurulması ya da seçimlerin yenilenmesi yollarına başvurmanın mümkün olmasına karşılık, Başkanlık sisteminde başkanın görev süresinin değişmez nitelikte olmasıdır (Atar, 1997: 83).

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.


***