Ulusal Çıkarlar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Ulusal Çıkarlar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

17 Kasım 2020 Salı

ULUSAL GÜVENLİK., BÖLÜM 5

ULUSAL GÜVENLİK.,  BÖLÜM 5


Dr. Ali Bilgin VARLIK,Ulusal güvenlik, Aile, vakıf, şirket, devlet,Sun Tzu,Eleştirel Kuram, Uluslararası Politik Ekonomi Yaklaşımı, Liberal Realizm, İngiliz Okulu, Kopenhag Okulu, Feminist Akım,Güvenlik Yönetimi , Ulusal Güç Unsurları, Ulusal Güvenlik Kapasitesi, Ulusal Güç,Ulusal Çıkarlar,Yurttaşlık,

_ Demokratik Meşruiyet 

Bireyin devletle olan mutabakatının iki cephesi vardır. Bunun devlete düşen yanı demokratik meşruiyettir. Devlet, hem kendi halkını bir arada tutan ortak değerleri destekleyeceğini ve halkın devletten beklentilerini karşılayacağını taahhüt eder, hem de halkından kendisini desteklemesini bekler.78 

_ Yurttaşlık 

Toplumsal mutabakatın bireye ait yönü yurttaşlıktır. Ulus olma ve demokratik meşruiyet kavramları o nüfusu oluşturan kişiler arasındaki özel bağda ifadesini bulur. Yurttaşlık, devlet karşısında bireylere verilen bir dizi hak ve yükümlülükler dir. Yurttaşlık, bireylerin özel siyasal kapasiteleri, çıkarları ve tercihleri olduğu ve bunları uyguladıklarında devlet faaliyetlerini küçük ya da büyük ölçüde etkileyebilecekleri anlamına gelir.79 

_ Tehditler ve Ulusal Çıkarlar 

Ulusal güvenliğe yönelik tehditler ve ulusal çıkarlar, devletin bekası ve refahıyla doğrudan ilişkili unsurlar olup bu kapsamdaki karar ve tercihler, güvenlik hedeflerini, stratejilerini ve politikasını belirler. Ulusal güvenlik bakış açısından; tehditlerin korunmaya, çıkarların elde edilmeye ve sürdürülmeye yönelik olması dışında birbirinden ayırt edilebilen yönü neredeyse yok gibidir. Her ikisinin tespit ve değerlendirmesi devlet aygıtının görevidir; bürokratik ve teknik uzmanlık işidir, her ikisi de politik karar gerektirir. Bunların gerekçeleri, devletin yüce çıkarları kapsamında değerlendirilir. Her ikisinin de gerçekliğe olduğu kadar algıya dayanan bir yönü vardır. Bu iki husus hakkındaki başlıca fark; “Neyin tehdit olduğu?” 
ve “Ulusal çıkara kimin karar verdiği?” sorularının cevaplarında yoğunlaşır. 
Tehditler Ulusal güvenliğe yönelik tehditler; vatandaşların hayat kalitesini belirgin bir şekilde etkileyen bir olay veya nispeten kısa sürede cereyan eden olaylar silsilesi ya da devletin, hükümet dışı özel unsurların (insanların, grupların, şirketlerin) politik tercihlerini belirgin bir şekilde kısıtlayan hususlardır.80 
Tehdit tanımlaması, bireyden devlete kadar uzanan kimlik kavramı üzerinden yapılır. Neyin tehdit olup olmadığı hususundaki kararın belirlenmesinde, 
devlet aygıtının, öğretisinin, değerler dizininin (paradigma), siyasi otoritenin, kamu oyunun, baskı ve çıkar gruplarının değişen ölçülerdeki etkisinde kimlik 
özellikleri temel belirleyicidir. 

Bu özellikler zamla değişim gösterirler. Örneğin, "Bizim gibi olmayan herkes bize karşıdır" yaklaşımı ile bütün dünyada tek tip bir sosyalizm öngören 
Stalin SSCB'si için Tito Modeli Yugoslavya sosyalizmi bir tehdit olarak görülürken, "Barış içinde bir arada yaşamak" yaklaşımını benimseyen Kuruşçev SSCB'si 
için bu anlamda bir değer ifade etmemiştir.
 
Geleneksel olarak bir tehditten söz edebilmek için tehdidi yöneltenin hem niyetinin hem de gücünün olması gerekmektedir. Devletler tehdit değerlendirmelerinde saldırgan niyetin her halükarda var olduğunu farz ve kabul ederler. Çünkü niyet, her an değişebilir ve değerlendirmede en kötü senaryoyu karşılamak esastır. 
Tehdit kavramı, algıya ve gerçekliğe dayanan yönleri nedeniyle, geniş bir yelpazede tanımlanır. Güvenlik algısının savunmadan güvenlik ortamının 
şekillendirilmesine doğru kaymasıyla, devletin bekasına ilave olarak refahını da ilgilendiren hususlar, tehdit kavramının kapsamına dâhil olmuştur. 
Ayrıca gücün ve uluslararası ortamın kontrolü üzerindeki devlet tekelinin belirli ölçüde zayıflaması, tehditlerin kaynağını, niteliğini ve çeşidini de artırmıştır. 
Bu ortamda tehdit kavramı önce genişlemiş daha sonra da derinleşmiştir. 
Tehdit kavramının genişlemesi kapsamında, özellikle 1973 petrol bunalımı ve 1980’lerdeki mali kriz, ekonominin ne kadar önemli bir ulusal güvenlik sorunu 
olduğunu ortaya koymuştur.81 

Bu yıllarda, Lestler Brown, “Ulusal Güvenliği Yeniden Tanımlamak” başlıklı eserinde, enflasyon, göç ve gıda güvenliği konularını içeren ekonomik sorunların ve enerji krizinin ulusal güvenliğe yönelik tehditler kapsamına alınması gerektiğini ifade etmiştir.82 General Maxwell Taylor, 1974 yılında, çevre sorunlarının 
ulusal güvenliğe yönelik tehdidinin, ABD Ulusal Güvenlik Konseyi tarafından dikkate alınmamasını eleştirmiştir.83 1986’da Başkan Ronald Reagan, 
uyuşturucu sorununu ulusal güvenliğe yönelik bir tehdit olarak tanımlamış ve Savunma Bakanlığını uyuşturucu ile mücadele için görevlendirmiştir.84 

Tehditlerin tanımlanmasına yönelik bu geniş yelpaze ne ABD ile ne de diğer büyük güçlerle sınırlıdır. Son küreselleşme evresi tehditlerin çeşitlerini artırmış, 
niteliklerini dönüştürmüş ve ulusal-uluslararası ayrımını büyük ölçüde ortadan kaldırmıştır.85 

Ulusal güvenlikte ana konu savaştan önce barışı kazanmak olunca, barış ortamının, ulusal güvenlik ihtiyaçlarına göre şekillendirilmesi önem kazanır. 
Bu ön alıcı yaklaşım, ülke sınırlarının ileriden itibaren korunmasını, muhtemel tehlikelerin güç kazanmadan bertaraf edilmesini olanaklı kılar. Bu ise zamanca, 
mesafece ve düşünsel olarak bir derinliğin (menzilin) sağlanmasını zorunlu kılar. Tehdit kavramının derinleşmesi; tehdide dönüşebilecek risklerin, 
potansiyel ve mevcut tehditlerin kademelendirilmesi, bunlar arasındaki ilişkilerin ortaya çıkarılması anlamına gelir. 

Ayrıca tehdit değerlendirmesindeki bu kademelendirme ulusal güvenliğin maliyeti ile doğrudan ilgilidir. Çünkü neyin tehdit olup olmadığını veya ne derecede tehdit oluşturduğunu belirleyen karar, tehdidi karşılamaya yönelik olarak tahsis edilecek gayretleri ve kaynakları da şekillendirir. 

Bu kapsamda,
 
NATO’nun 2030 yılına yönelik tehdit değerlendirmesini konu alan ve 45 ülkeden 500 politik, askeri, sivil ve ekonomi uzamanın, uluslararası ve hükûmet dışı kuruluşun katılımıyla yaptığı “Çoklu Gelecekler Projesi/MultipleFeatures Project-MFP”86 konulu çalışması dikkat çekicidir. 

Bu kapsamda tanımlanan toplam 40 risk koşulu, dört ayrı kapsamda87, ittifaka yönelik tehdit kaynakları ise altı ana grupta tasnif edilmiştir.88 
Neyin tehdit olduğu sorusunun en yalın cevabı, ulusal çıkarı tehlikeye düşürme derecesidir. Diğer bir değişle eğer bir husus ulusal çıkarları kısıtlamıyor veya ortadan kaldırmıyorsa tehdit değildir. Tehdit değerlendirmelerinde şu dört ölçüt esas alınır: 

1) Tehdidin ciddiyeti ve büyüklüğü 
2) Tehdidin gerçekleşme olasılığı 
3) Tehdidin gerçekleşme süresi 
4) Tehdit ile hangi vasıtalarla başa çıkılabileceği. 89 

Ulusal Çıkarlar, 

Ulusal çıkar; devletin bekası ve ulusun refahını sağlamak için elde edilmesinin veya sürdürülmesinin gerekli olduğu düşünülen koşullardır. 
Ulusal çıkarların saptanmasında, toplumun hangi kesimlerinin ne şekilde belirleyici olduğu sorunu, siyaset biliminin ve uluslararası ilişkiler disiplininin başlıca tartışma konuları arasında yer alır. Kavram kaynağını, devletin temel işlevlerinden olan halkın mutluluğu ve refahı ile ortak yarar ve güven sağlama ihtiyacından alır. 
Bu nedenle devleti yöneten siyasi iradenin halkı adına çıkarları belirlediği kabul edilir. Devlet bürokrasisine ve siyasi iktidara etki etme gücü olan unsurların ulusal çıkarların belirlenmesinde öncelik alabileceği düşünülürse de devletin çoğunlukla toplumsal katmanlardaki dengeleri dikkate alan ve toplumun genel çıkarlarını gözeten çoğulcu hareket tarzlarını benimsemek durumunda olduğu kabul edilir. 
Bu nedenle ulusal çıkar; devletin ve devlet adamlarının akılcı davranışlarının ölçütü olarak tanımlanmıştır.90 

Ulusal çıkarlar, bir yönüyle maddi unsurları ve emniyeti, diğer tarafıyla manevi ve ahlaki hususları içerir.91 

Ulusal çıkar kendiliğinden oluşmaz, inşa edilir.92 

Ulusal çıkarlar kapsamları bakımından geniş olup genel ifadelerle tanımlanırlar, sınırlı sayıdadırlar, süre bakımından devamlılık arz ederler. 
Bununla beraber duruma ve uluslararası ilişkilere bağlı olarak değiştirilebilirler. Ulusal çıkarlar, ulusal hedeflerin, stratejilerin ve politikaların ortaya konmasında bir hareket noktası ve genel bir çerçeve vazifesi görürler. 
Ulusal çıkarlar, siyasal iktidarların ulusal politikasına yön verdiğinden, gerçekçi, akılcı bir yöntemle, toplumsal mutabakatla ve ulusun yararı gözetilerek çağdaş ölçülere ve ulusal güvenlik kapasitesine uygun olarak saptanır ve bunlara ilişkin esaslar çoğunlukla ülkelerin anayasalarında yer alır. 
Örneğin Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının “Başlangıç” bölümünde yer alan: “Dünya milletleri ailesinin eşit haklara sahip şerefli bir üyesi olarak, 
Türkiye Cumhuriyetinin ebedi varlığı, refahı, maddî ve manevî mutluluğu ile çağdaş medeniyet düzeyine ulaşma azmi…. 
‘Yurtta sulh, cihanda sulh’ arzu ve inancı” ifadeleri ulusal çıkara örnektir. 
Ulusal çıkarlar, kamu yararı kişisel çıkarlar ve haklar gibi benzerleri arasında birinci önceliklidir (primus interpares). Ulusal çıkarlar hedeflerin belirlenmesi, 
tatbiki muhtemel stratejiler arasında bir sıralama yapılabilmesi ve sınırlı kaynakların maliyet-etkin olarak kullanılması maksadıyla önce sınıflandırılır, 
daha sonra da önem ve önceliklerine göre sıralanırlar. 

Terry Deibel ulusal çıkarları; fiziki güvenlik, ekonomik refah, yurt içindeki değerlerin korunması, değerlerin yurt dışına yayılması olmak üzere dört kategoride tasnif etmiştir.93 

Benzer şekilde Alexander George ve Robert Keohane ise ulusal çıkarları; fiziki, ekonomik ve özgürlükle ilgili çıkarlar olmak üzere üç kategoride sınıflandırmış tır.94 

Bir diğer tasnife göre de ulusal çıkarlar; vatan savunması, bölgesel çıkarlar, ekonomik çıkarlar ve ulusal değerler olarak düzenlenmiştir.95 

Bölgesel Menfaatler: Ülkenin ilgi sahası içerisindeki bölgelere ait menfaatlerdir. Menfaatler öncelikle yakın çevre ile belirlenir. Ülkenin gücüne göre daha uzak bölgelerde de menfaatleri olabilir. Ülke bekasını tehdit etmeyen, ancak güvenliğini tehlike düşürebilecek meseleleri, bölgesel menfaat olarak tanımlanır. 
Ekonomik Menfaatler: Milletin bir bütün olarak ve fertlerin ayrı ayrı refah ve mutluluğuna yönelik devletin ekonomik menfaatlerini ifade eden milli menfaattir. 
Milli Değerler: Genelde insani, tarihi ve kültürel değerler niteliğindeki İnsani diğer ve menfaatlerdir (Abdullah Armağan, Milli Güvenlik Kavramları Milli Güvenlik Siyaseti ve Milli Güvenlik Planlama Süreci Eğitim ve Öğretim Bilgi Notu, İstanbul, Harp Akademileri Yayınevi, 2001, s. 4. 

Ulusal çıkarların önceliklen dirilmesinde bir yöntem, çıkarın fayda-maliyet durumu ve vazgeçilmezliği, gerçekleştirilebilirliği, diğer çıkarlara göre öncelik derecesi, ivediliği, tehdit veya fırsat yaratma imkânları gibi ölçütlere göre değerlendirilmesi dir.96 Diğer bir yöntem ise çıkarları; beka, hayati, çok önemli, önemli olarak tanımlanan belirli öncelik dereceleri altında gruplandırmaktır.97 

Ulusal Güvenlik Hedefleri, Politika ve Stratejileri 

Ulusal güvenliğin sağlanmasına yönelik faaliyetler kapsamında ulusal çıkarların ve tehdit değerlendirmesinden sonraki aşama; hedeflerin tespiti, bu hedefleri gerçekleştirmek için uygulanacak güvenlik politikası ve stratejilerin belirlenmesi dir. 
Hedefler Ulusal hedefler, elde edilmeleri halinde ulusal çıkarların gerçekleştirilmesi ni sağlayan sonuçlardır. Siyasi irade tarafından tanımlanan ulusal hedefler, ulusal çıkarların somutlaştırılmış şekli olup ulusal politikaya ve uygulanacak stratejilere ışık tutar.98 

Hedefler; politik, askeri, ekonomik, sosyal vb. nitelik taşırlar, ulusal çıkarlara oranla daha çok sayıda tespit edilirler ve kısa, orta veya uzun erimli olabilirler. 
Ulusal güvenlik kapasitesi bu hedeflere ulaşmaya yönlendirilir; ulusal güç unsurları buna göre geliştirilir veya yapılandırılır. 

Örneğin, yurtta ve dünyada barışı ulusal çıkar olarak tanımlayan bir devletin, bu koşulları sağlayabilecek yeterliliğe ulaşması için; “yurt içinde güven, huzur 
ve refah ortamı sağlamak, komşu ve civar ülkelerle barış içinde yaşamak ve küresel barışa katkı sağlayabilecek askeri, ekonomik ve politik güce sahip olmak” 
ulusal hedefler olarak tanımlanabilir. 

Ulusal Güvenlik Politikası 

Ulusal güvenlik politikası, devletin, bekasını ve refahını sağlayan ulusal çıkarların öngördüğü hedefleri ele geçirmek maksadıyla, uyguladığı genel kapsamlı 
hareket tarzıdır.99 

Ulusal güvenlik politikası, devletin benimsediği ahlaki esaslar ile uluslararası hukuka uygunluk, tarihten çıkarılan dersler, uygulanabilme imkân ve kabiliyetleri, kazanç ve kayıplar, uluslararası ortama (konjonktür) uygunluk, halkın ve dünya kamuoyunun desteği gibi ölçütlere göre belirlenir. 

Ulusal güvenlik politikasının gerçekleştirilmesinde uygulanacak yöntem ve kullanılacak vasıtalar, devletin güvenlik kimliğinin sonucu olarak ortaya çıkar. 

Bu kimlik, devletin güvenliğe yönelik; algı, tercih ve karaları ile mevcut imkan ve kabiliyetlerinin bileşkesidir. Ulusal güvenlik politikasının uygulanması neticesinde ulaşılacak nihai durum (end state) ile kullanılacak vasıtalar (enstrümanlar) ve uygulanacak strateji arasında uyum olması gerekmektedir. 

Ulusal güvenlik politikaları daha küçük kapsamlı ve ihtisas alanlarına yönelik; dış politika, eğitim, iktisat, enerji, tarım, iç güvenlik, enerji, sağlık, çevre, nüfus, vb. pek çok alandaki politika ve stratejiler vasıtasıyla uygulanır. Güvenlik politikasının başarısı, askeri güce ilave olarak ekonomi, medya, uluslararası kamuoyu, ittifaklar, diplomasi vb. vasıtaları kullanabilme becerisi ile orantılıdır. Tehdidi salt askerî güç kullanarak bertaraf etmeyi esas alan devletler, yeni sorunlarla başa çıkmak zorunda kalmışlardır. Örneğin Soğuk Savaş döneminde, masum sayılabilecek demokrasi taleplerini şiddet uygulayarak çözmeye çalışan SSCB'nin, bölge ülkelerinin desteği ile "Çevreleme (containment)" politikasını uygulayan 
ABD karşısında durumsal üstünlüğü ve inisiyatifi kaybettiği görülmüştür. 
Ulusal Güvenlik Stratejisi 100 

Ulusal güvenlik stratejisi; tespit edilen çıkarları sağlamak ve öngörülen hedefleri gerçekleştirmek maksadıyla, ulusal güvenlik kapasitesinin geliştirilmesi, yapılandırılması ve kullanılmasıdır. 

Genel ilke ve hedefleri belirleyen güvenlik politikası, mevcut kapasitenin hangi unsurlarının kullanılacağını belirlerken güvenlik stratejisi bu kaynak ve vasıtaların nasıl kullanılacağını ortaya koyar. Ulusal güvenlik stratejisi bir devlet sorumluluğudur. Hükûmetler tarafından oluşturulur ve yönetilir. 

Ulusal strateji birden fazla planlı eylemden oluşan bir hareket tarzının, en uygun vasıtalar kullanılarak uygulanmasını içerir. Ulusal güvenlik stratejisinin başarısı, öncelikle ulusal politikada belirtilen hedefleri tahakkuk ettirmesine, kaynakların maliyet-etkin olarak kullanılmasına, esnekliğine, inisiyatif kazanma becerisine, unsurlar arasında koordinasyon ve işbirliğine, öngörü ve en önemlisi gerçekçiliğe bağlıdır. 
Ulusal güvenlik stratejileri; diplomasi, insani, teknik, ekonomik ve askeri yardım, ilmi, kültürel ve askeri işbirliği, ekonomik yakınlaşma, caydırma, silahlanma/ silahsızlanma, güç gösterisi, kuvvet kullanma, ambargo ve ticari kısıtlamalar, bilgi harbi (psikolojik harekât, propaganda, elektronik harekât, siber harekât vb.), istihbarat ve istihbarata karşı koyma, özel kuvvet harekâtı, sivil savunma gibi pek çok faaliyeti içerir. 

Ulusal güvenlik politikasında olduğu üzere güvenlik stratejileri de devletin güvenlik kimliğinin (karakteristiğinin) bir ürünüdür. Bu kapsamda, geleneksek güvenlik stratejilerinin tehdit merkezli ve kuvvet kullanmayı tercih eden bir yapıda olduğunu söylemek mümkündür. Buna karşın, refah ve mutluluğun artırılması amacını da güden yeni güvenlik arayışlarının daha barışçıl çözümlere yöneldiği görülmektedir. Türkçeye, "güvenlikleştirme" olarak çevirebileceğimiz bu kavram (securitization) Kopenhag Okulundan Ole Weaver tarafından kuramsallaştırılmış tır. 101 
Tehdidi değil güvenliği sağlamayı esas alan kuram, silahlı kuvvetler dışındaki vasıtaların kullanılması suretiyle tehdidin politikayla bertaraf edilmesini olanaklı  kılan bir süreci ifade eder.102 

Ulusal Güvenlik Kapasitesi 

Ulusal güvenlik kapasitesi; ulusal güvenliği sağlama ve sürdürme yeterliliğidir; devletin sahip olduğu gücün ve güvenlik yönetiminin bileşkesidir. 
Ulusal güvenlik kapasitesinden, çoğu kez güç ve hatta askeri güç anlaşılırsa da kavram, bundan daha geniş bir anlam taşır. 

Örneğin, Stalin’in; “Herkes ordusunun gücünün yettiği kadar kendi sistemini yaygınlaştırır. Bundan başkası da olmaz” 103, ifadesinde yerini bulan askeri 
güç, Sovyetlerin dünyanın yarısına hükmetmesine imkân vermiş olsa da ekonomik sorunlar, ideolojik çürüme vb. nedenlerle zayıflayan ulusal güvenlik kapasitesi bu sistemi 70 yıldan fazla sürdürmeye yetmemiştir. 
Ulusal güvenlik kapasitesi her devletin kendine özgü koşul ve özelliklerine göre değişir. Bu nedenle bazı ortak özelliklere sahip devletlerin ortak davranış 
biçimlerini sergileyecekleri yolundaki yaklaşımlar devletlerin güvenlik karar ve uygulamaları hakkında belirli bir seviyeye kadar fikir verse de bu yaklaşımların doğruluğu, kontrol edilemeyen diğer pek çok değişkenin sabit kalması varsayımına dayanır ki bu durum nadiren mümkündür. 

BU BÖLÜM DİPNOTLARI;

78 Ibid. S. 38. 
79 Ibid. S. 39. 
80 Richard H. Ullman, “Redefining Security”, International Security, Cilt 8(Yaz), 1983, s. 129-153. 
81 Jordan vd., op. cit., s. 4. 
82 Lester Brown, “Redefining National Security”, Washington D.C., World Wach Paper 14 Kasım 1977. 
83 Maxwell D. Taylor, “The Legitimate Claims of National Security”, Foreign Affairs, Cilt 52 (Nisan), 1974, s. 592-594. 
84 Reagan’ın direktifi aktaran, Waltraud Q. Morales “The War on Drugs: A new National Securitiy Doctrine?” Third World Quarterly, Cilt 11 (Haziran 1989), s. 155. 
85 Kirshner Jonathan (Ed.), Globalization and National Security, New York, Routledge. 2006, s. 3-25. 
86 MultipleFeatures Project, Navigation Towards 2030, Finding and Recommendations, Norfolk, ACT, 2009. 
     http://www.iris-france.org/docs/pdf/up_docs_bdd/20090511-112315.pdf (5 Ağustos 2012). 
87 NATO’ya yönelik risk grupları: 
    1) İttifak üyelerine 
    2) İttifakın geleneksel görev alını dışındaki bölgelere 
    3) İttifakın yapısına, çalışma yöntem ve süreçlerine 
    4) İttifakın ortaklık ilişkisi içinde bulunduğu devletler ile paylaştığı değerlere, fikirlere ve faaliyetlere yönelik riskler. 
88 NATO’ya yönelik tehdit kaynakları: 
     1) Süper-güçlü bireyler 
     2) Köktenci devlet dışı aktörler 
     3) Örgütlü suçlar 
     4) Haydut devletler 
     5) Çatışan güçler 
     6) Doğa. 
89 Terry L. Deibel, Foreign Affairs Strategy: Logic for American Statecraft, New York, Cambiridge University Press, 2007, s. 144. 
90 Fred A. Sonderman, “The Concept of the National Interest”, Orbis, Cilt 22(Bahar), 1977, s. 121-138. 
91 Huntington, op. cit., s. 35 
92 Stanley Hoffmann, “In Defence of Mother Teresa: Morality in Foreign Policy”, Foreign Affairs, Cilt 75 (Mart-Nisan), 1996, s. 172-175. 
93 Deibel’in (op. cit., s. 126) tasnifi: 
    1) Fiziki güvenlik: Ülke bütünlüğünün, halkın, varlıkların, devletin dış saldırılardan ve tehditlerden korunması 
    2) Ekonomik refah: Ticaretin yönetilmesi, uluslararası para ve maliye sisteminin yürütülmesi, ihracat ve yurt dışı yatırımların korunması ve bu faaliyetlerin koordine edilmesi 
    3) Yurt içindeki değerlerin korunması: İç güvenliğin ve hükûmet otoritesinin sağlanması, değerlerin ve sivil kültürün müdahalelere karşı korunması 
    4) Değerlerin yurt dışına yayılması: Devletin değer ve erdemlerinin yurt dışına yayılması (Bu ölçüt büyük devletler tarafından uygulanır.). 
94 Deibel, op. cit., s. 130. 
95 Vatan Savunması: Ülkenin bölünmezliği, milletin bağımsızlığı ve bütünlüğü ile ilgili menfaatlerdir. İç güvenliği tehdit eden ve dışarıdan yöneltilen tehditler de vatan savunması ile ilgili menfaat kapsamındadır. 
96 Diebel, op. cit., s. 141. 
97 Turgut Değerli, Millî Güvenlik Siyaseti ve Strateji, İstanbul, Harp Akademileri Yayınevi, 1996, s. 51. 
98  Armağan, op. cit., s. 5. 
99  2945 Sayılı MGK ve MGK Gn. Sekreterliği Kanununda (md.2, b), milli güvenlik siyaseti; milli güvenliğin sağlanması ve milli hedeflere ulaşılması amacı   ile Milli Güvenlik Kurulunun belirlediği görüşler dâhilinde, Bakanlar Kurulu tarafından tespit edilen iç, dış ve savunma hareket tarzlarına ait esasları kapsayan siyaseti, ifade eder. 
100  Strateji, Yunancada ordu anlamına gelen “stratos “ve idare (kullanma) anlamına, gelen “agos” sözcüklerinden çıkmıştır ki, anlamı orduyu idare etmek demektir. Eskiden kullanılan bir ifade şekliyle “Sevkülceyş”tir. Eski Yunancada, “Strategos”.generalin sanatı anlamına gelir. 
 Karl von Clausewitz : (1831) stratejiyi, “Harbi kazanmak için muharebeleri kullanma sanatı” olarak; Moltke (1870),"Bir çare bulmak sanatı, en zor şartlar altında icraatta bulunma sanatı” olarak; Lidell Hart (1929), "Siyasi kararlarla tespit edilen sonuçları sağlamak üzere askeri kuvvetlerin  kullanılması sanatı" olarak; Andre Beaufre (1965), “Anlaşılmazlıklarını çözmek için kuvvete başvuran iki hasım irade diyalektiği” olarak tanımlamıştır (Cenap Duru ve Mehmet Hoşder, Millî Güvenlik Siyasetinin Oluşturulması, İstanbul, Harp Akademileri Yayınevi, 1994, s. 34). 
101 Bilgin, op. cit., s. 72. 
102 Buzan vd. op. cit., s. 25. 
103 Marc Trachtenberg, A Constructed Peace: The Making of European Settlement, 1945-1963, Princeton University Press, 1999, s. 36. 

6. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,

***

8 Kasım 2015 Pazar

Ulusal Çıkarları Yok Sayan Bir Kadro Terörle Mücadele Edemez




  Ulusal Çıkarları Yok Sayan Bir Kadro Terörle Mücadele Edemez 

 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü                         



Milli Güvenlik ve Dış Politika Araştırmaları Merkezi
02 Eylül 2015 Çarşamba

Ulusal Çıkarları Yok Sayan Bir Kadro Terörle Mücadele Edemez 

Naim Babüroğlu tarafından yazıldı.


AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılında, PKK’nın gücü iyice zayıflamış ve terör olayları minimize edilmişti. 2002 yılında şehit sayısı 7 asker/polistir.(1) PKK 
lideri Öcalan’ın 1999’da yakalanmasının ardından toparlanmak için eylemsizlik kararı alan terör örgütü, 2004 yılından itibaren silahlı varlığını tekrar harekete geçirmiştir. Terör örgütünün şiddet eylemleri, 2007-2008 yıllarında zirveye ulaşmıştır. AKP iktidarı ile birlikte, 2002-2006 yılları arasındaki dönem terörle mücadelede açısından tümüyle kaybedilmiş yıllardır.(2) “Demokratik Açılım Süreci”,Temmuz 2009’da İçişleri Bakanı Beşir Atalay tarafından yapılan bir konuşma ile başlatılmıştır. Hükümete göre hedef, demokratikleşme yolu ile terör sorunun çözülmesiydi. 10 Mart 2009’da, Cumhurbaşkanı Gül İran’a giderken bu konuda soru soran bir gazeteciye, “yakında çok güzel şeyler olacak” diyordu.(3) Çünkü 29 Mart 2009’da yerel seçimler vardı ve bu seçimler AKP için çok önemliydi.

19 Ekim 2009’da, örgüt lideri Öcalan’ın çağrısı ile PKK’nın kontrolündeki Kandil ve Mahmur kamplarından 34 kişilik bir grup, terörist kıyafetleri ile Habur sınır 
kapısından Türkiye’ye giriş yaptı. Teröristler, Silopi’de HDP yöneticilerinin de bulunduğu 50 bin kişi tarafından davul, zurna ve halaylarla karşılandı. Habur’da 
çadırda kurulan mahkemede teröristlerin yargılaması yapıldı. Sorgulama sonrası serbest bırakılan teröristler, o dönemin HDP Genel Başkanı’nın da yer aldığı 15 
HDP milletvekili tarafından Diyarbakır’a gitti. Bin araçlık konvoyla Diyarbakır’a gelen grubu 50 bin kişi karşıladı. (4) Cumhurbaşkanı Gül’ün, altı ay önce “güzel şeyler olacak” dediği olay, PKK’nın bu gövde gösterisi olmalıydı. Siyasi iktidarın “Türkiye’de güzel şeyler oluyor” demesinin ardından gerçekleşen Habur olayı PKK’nın başarısı ile sonuçlanmış oldu. Oysa Habur olayına kadar geçen sürede, 7.000 asker, polis ve köy korucusu şehit olmuş, 5.500 sivil katledilmişti.(5) Habur olayı,Türk Siyasi ve Hukuk tarihine kara bir leke olarak geçti.

MİT Müsteşarı başkanlığında bir heyet tarafından PKK ile “Oslo Görüşmeleri”nin yürütüldüğü ve PKK ile bir protokolün yapıldığı haberleri basında yer aldı. 
Protokolde, Haziran 2011 seçimlerine kadar ateşkesin sağlanması, KCK tutuklularının ve bazı Kürt siyasetçilerin serbest bırakılması, bölgedeki 
operasyonlar a son verilmesi gibi maddelerin olduğu ortaya çıktı. Görüşmelere,
İngiliz ve diğer yabancı temsilcilerin katıldığı yazıldı.(6) Böylece PKK, hükümet tarafından Türkiye Cumhuriyeti Devleti karşısında, bir taraf durumuna getirilmiş ve İngiltere üçüncü göz olarak görüşmelere katılmıştır. Türkiye genel 
seçim sürecine giriyordu. Ulusal çıkarları elinin tersiyle iten siyasi iktidar için öncelikli konu, 12 Haziran 2011’de yapılacak genel seçimlerdi ve bu 
seçimler AKP için çok önemliydi. 

1 Eylül 2013’te, Dünya Barış Günü nedeniyle HDP Diyarbakır’da bir miting düzenledi. Mitingde PKK marşı okundu, bu arada PKK’nın Suriye kolu PYD’nin eş 
başkanı Asya Abdullah mitinge katıldı. 8 Haziran 2014’te Diyarbakır’da bir terörist askeri kışlaya girerek Türk Bayrağını indirdi. 15 Ağustos 2014’te 
Lice’de bir teröristin heykeli dikildi. Heykel, ancak 4 gün sonra mahkeme kararıyla kaldırıldı.(7) 

15 Kasım 2013 yılında, Nusaybin’de görev yapan askeri araçlara PKK’lı teröristler ateş açtı. Askerler karşılık verdi. Genelkurmay Başkanlığı bu 
konuda: “…Açılan bu ateşe, meşru müdafaa kapsamında Taktik Tekerlekli Zırhlı Araçlar üzerindeki makineli tüfekler ile derhal karşılık verilmiş, unsurlarımızın karşı ateşi üzerine terörist ateşi kesilmiştir…” şeklinde bir açıklama yaptı.(8) Genelkurmayın açıklaması, yardımsever derneğinin protestosuna karşı yapılmış gibiydi. Fakat PKK, bir yardımsever derneği değildi. Bu, terörle mücadeleden sorumlu Silahlı Kuvvetler Komutanı’nın terörle mücadele stratejisine katkı sağlayacak, tarihte örneği olmayan ilginç bir açıklamaydı. Çünkü 30 Mart 2014’te yapılacak yerel seçimler AKP için çok önemliydi. 

Seçimdeki başarının önemi, teröristlerin eylemine karşılık verilmesini bile “meşru müdafaa” gerekçesine dayandırmıştı. Sonuçta, terörle mücadele stratejisine yeni bir yaklaşım getirilmişti.  

16 Kasım 2013’te, Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi Başkanı Mesut Barzani’nin Başbakan Erdoğan ile Diyarbakır’da görüşmesi planlandı. Barzani, Habur sınır 
kapısından 50 araçlık bir konvoyla törenlerle karşılandı. Diyarbakır caddeleri Kuzey Irak Barzani yönetiminin bayraklarıyla donatıldı. Diyarbakır Valiliği 
önündeki “Ne Mutlu Türküm Diyene” yazısı kaldırıldı. Diyarbakır Belediye Başkanı, Barzani’yi “Kuzey Kürdistan’a hoş geldiniz” sözleriyle karşıladı. 
Barzani’nin yanında gelen Kürt Şarkıcı Şirvan Perver ile İbrahim Tatlıses beraber şarkı söylediler. Kürtçe şarkılar söylendiğinde çok duygulanan devlet protokolü hep birlikte ağladı. Erdoğan konuşmasında, “Kürdistan” kelimesini kullandı.(9) 

Erdoğan-Barzani görüşmesinin, başkent Ankara yerine Diyarbakır’da 
yapılması, önemli olduğu kadar ilginçti. Oysa üç ay önce, Temmuz 2013’te Barzani’nin çağrısı ile Kuzey Irak’ta Erbil’de Kürt Kongresi toplanmıştı. 
Türkiye, İran, Irak ve Suriye Kürt temsilcilerinin katıldığı bu kongrede dört ülkede (Türkiye, İran, Irak, Suriye) bulunan Kürtlerin bir Kürt Devleti 
oluşturma konusu görüşüldü. Barzani, konuşmasının sonunda, "… Sayın Öcalan'ın da aramızda bulunmasını isterdim… Şehitler Ölümsüzdür. Yaşasın Kürtler. Yaşasın Kürdistan" demişti.(10) Türkiye’nin ulusal çıkarlarına tümüyle aykırı olan bu tablo ortada iken,Başbakan Erdoğan’ın Barzani’yi Diyarbakır’a davet etmesi uluslararası ilişkilerde rastlanır bir durum değildi. Ancak, 30 Mart 2014’te yerel seçimler ve 10 Ağustos 2014’te Cumhurbaşkanı seçimleri vardı. Bu seçimler, Türkiye’yi yönetenler için çok önemliydi.  

Barzani ile görüşmesinin ardından, Diyarbakır programının ikinci gününde Başbakan Erdoğan, Bismil ilçesinde: “…Diyarbakır değiştikçe, Irak değişecek, 
Suriye değişecek… Biz o eski Türkiye dönemini kapattık. Yeni Türkiye, ruhuyla, özüyle kucaklaşan bir Türkiye’dir.” şeklinde konuştu.(11) Gerçekten çok değil, 
iki yıl sonra Türkiye, Irak ve Suriye değişecekti. 2015’te PKK, Güneydoğu ve Doğu Anadolu’da kontrolü ele geçirecek güce ulaşacaktı. Türkiye’yi yönetenlerin 
izlediği “Stratejik Derinlik” ve“Sıfır Sorun Politikası” sonucunda, Irak ve Suriye fiilen bölünecek, 22 milyon nüfuslu Suriye’nin 13 milyonu evlerini terk edecekti. 
Türkiye’nin Suriye sınırında bir “PKK Devleti”nin tohumları atılacak, IŞİD, PKK gibi Türkiye’yi de tehdit edecek bir konuma getirilecekti. En önemlisi, Türkiye’nin toprak bütünlüğü tehlikede olacaktı. 

30 Ağustos 2014 Resepsiyonu’nda, dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet Özel, “Çözüm Süreci” ile ilgili olarak şunları söyledi: “Çözüm sürecine ilişkin yol haritasını bilmiyoruz, o çalışmanın içinde yokuz. Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay çalışmanın kamu kuruluşlarına gönderileceğini söylemişti, henüz bir şey gönderilmedi. Görürsek biz de görüşlerimizi söyleriz. Kırmızı çizgiler aşılırsa gereğini yapacağımızı söyledik, gereğini de söyleriz…”(12) Genelkurmay 
Başkanı,“kırmızı çizgiler aşılırsa gereğini yapacağımızı söyledik” şeklindeki sözleri söylediğinde, AKP tarafından başlatılan “Demokratik Açılım” ve “Çözüm 
Süreci” ile PKK, Güneydoğu ve Doğu Anadolu’nun bazı yerlerinde kontrolü ele geçirmeyi sürdürüyordu. “Alan Hâkimiyeti” de tamamen terör örgütünün eline 
geçmişti.Oysa “Alan Hakimiyeti”nin kazanılması için 20 yıl önce binlerce şehit verilmişti.Askerler tarafından teröristlerin yerlerinin belirlenmesine ve 
istihbaratın teyit edilmesine rağmen, mülki makamlar operasyona izin vermiyordu. Terörle mücadele eden Silahlı Kuvvetler Komutanı’nın, “Siyasi iktidarın proje ile ilgili çizdiği yol haritasından haberimiz yok” itirafı, iş işten geçtikten sonra yapılmıştı. Bu itiraf, Türkiye’yi yönetenlerin, aslında terörle mücadelede ne kadar ciddi olduklarının bir göstergesiydi.

6-7 Ekim 2014’te, IŞİD’in Suriye’de Ayn el Arap’a (Kobani)  saldırısı gerekçesiyle, Türkiye’de halkın kışkırtılması sonucu 45 vatandaş hayatını 
kaybetti, 2 polis şehit oldu. 25 Ekim 2014’te, Yüksekova’da 3 asker, işlek bir caddede gündüz saatlerinde başlarından vurularak şehit edildiler. 29 Ekim 
2014’te, Diyarbakır Bağlar ilçesinde pazarda ailesiyle alışveriş yapan bir astsubay, başına ateş edilerek şehit edildi.(13) Bu eylemlere rağmen PKK’ya 
operasyon yapılmadı. Sınır ötesi hava harekâtı da düşünülmedi.Çünkü, 7 Haziran 2015’te genel seçimler yapılacaktı ve bu seçimler Türkiye’yi yönetenler için çok 
önemliydi. Bu nedenle, PKK’ya operasyon öncelikler arasında değildi. 

Türkiye-Suriye sınırının 37 kilometre güneyinde bulunan Türk toprağı Süleyman Şah Saygı Karakolu (Türbesi), 22 Şubat 2015’te bulunduğu bölgeden tahliye 
edilerek sınırın yaklaşık 200 metre yakınına, Suriye Eşmesi’ne getirildi. Suriye’deki Türk toprağının terki anlamındaki bu tahliye, Kobani’nin (Ayn el 
Arap) PYD tarafından ele geçirilmesi ve “Kürt Koridoru” taşlarının döşenmesi aşamasında gerçekleşti. Aslında, Süleyman Şah Türbesi’nin taşınmasıyla, ABD, 
İsrail ve PKK’nın Suriye kuzeyinde oluşturmaya çalıştığı Kürt Koridoru’nun önündeki engellerden biri, Türkiye’yi yönetenler sayesinde kaldırılmış oldu. 
Stratejik öngörü böyle bir şeydi ve PKK’nın kolu PYD’ye Türkiye-Suriye sınırında Kürt Devleti’nin kurmasına ön ayak olunmuştu. Çünkü, 7 Haziran 2015’te genel 
seçimler vardı ve bu seçimler iktidar için çok önemliydi. 

7 Haziran 2015 genel seçim sonrası, terör olaylarının hızla artması nedeniyle Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç,  Ağustos 2015’te NTV canlı yayınında, 
Genelkurmay Başkanı’nın belki de söyleyemediği, güvenlik kuvvetlerinin PKK’nın eylemlerine sessiz kalışını şöyle açıkladı: “Halkın şöyle söylediğini biliyorum 
‘Üzerinde silah olan bu PKK’lı teröristler karakolun önünden geçiyor. Asker de onlara hiç bir şey yapmıyor.’ Durum biraz böyleydi. Ama bunun bir tek sebebi 
vardı, terörün tekrar hortlamaması ve siyasi görüşmelerin sonuca ulaşması.”(14) AKP Genel Başkan Yardımcısı Yasin Aktay da Habertürk’te: “Devlet ‘Çözüm 
Süreci’nde operasyon yapmazken, PKK yığınak yapıyordu. PKK 2,5 yıllık çözüm süreci boyunca silahı bırakmadığı gibi aksine daha çok palazlandı. İnsan  kaçırmak, haraç kesmek, karakol kurmak, vergi daireleri oluşturmak gibi faaliyetlerde bulundu…” şeklinde itiraflarda bulundu.(15) Bu sözler, gerçekte 
Anayasa ile Türk Ceza Yasası’nın rafa kaldırıldığının itirafıydı.

Türkiye’yi yönetenler, “Türkiye’nin güvenliği, toplumun refah ve mutluluğu” demek olan ulusal çıkarları işte böyle korudular. “Çözüm Süreci”ni, ülkenin 
güvenliğinden sorumlu makamlarla bile paylaşmadılar. Ülkenin güvenliğinden sorumlu makamlar da, iş işten geçtikten sonra bir şeyler söylemeğe çalıştılar. 
“Çözüm Süreci”nde, stratejik hata yaparak toplum, meclis ve ordu (emniyet güçleri) dışlandı. “Çözüm Süreci”, anahtarı İmralı’da olacak şekilde, iktidarda 
kalmanın bir kozu olarak yürütüldü. Ancak, “Çözüm Süreci”nin, “Ulusal Çıkarlar”a aykırı olduğu ve Türkiye’yi bölünme noktasına getirdiği gerçeği gizlenemedi. 

PKK terör örgütü, “Çözüm Süreci” döneminde, operasyonların durması sayesinde Türkiye’ye en az 80 bin silah ve 63 ton patlayıcı madde depoladı. Suriye iç 
savaşında modern tanksavar silahları (Milan) elde ederek Türkiye’ye getirdi.(16) 

Bu silahlar getirilirken, güvenlik ve istihbarat birimlerinin sessiz kalma gerekçesi, Türkiye’nin milli güvenliğinin korunması yerine, tek kişi iktidarının 
sürdürülmesinin sağlanması ile açıklanabilirdi. AKP iktidarı, Barzani’yi destekleyerek, Kuzey Irak’ta bir Kürdistan’ın oluşmasına katkıda bulundu. 
İzlediği ihtiras dolu Suriye politikasıyla, Suriye’nin kuzeyinde PKK’nın kolu PYD’nin bir Kürt devleti oluşturmasının önünü açtı. “Çözüm Süreci” ile Doğu ve 
Güneydoğu Anadolu’da devletin egemenliği tartışılır duruma getirildi. IŞİD, PKK gibi Türkiye’yi de tehdit edecek bir konuma getirildi. En önemlisi, Türkiye’yi 
yönetenler, PKK terör örgütünü Kürtlerin temsilcisi kabul ederek PKK’yı meşrulaştırdı. Türkiye’nin toprak bütünlüğü tehlikeye atılmış oldu. Sonuçta, 
iktidarda kalma ihtirası uğruna ulusal çıkarları elinin tersi ile iten bir kadronun, terörle mücadele etme azim ve kararlılığında olamayacağı gerçeği 
tekrar ortaya çıktı. 

Önümüzdeki süreçte, İmralı ile bir anlaşma yapılarak PKK eylemlerinin geçici olarak durdurulması hedeflenmekte ve 1 Eylül Dünya Barış Günü böyle bir fırsat 
için kollanmaktadır. PKK, eylemlerini dondursa da, bölgede kontrolünü pekiştirmek ve gücünü artırmak için geçmişte olduğu gibi çalışmasını sürdürecek ve kaybeden yine Türkiye olacaktır. Ancak, seçim birinci önceliklidir ve önemli olan seçimden başarılıyla çıkmaktır. Çünkü 1 Kasım 2015’te genel seçimler yapılacaktır ve bu seçimler Türkiye’yi yönetenler için çok önemlidir. 


(1) Aktif haber, 17 Ağustos 2011.

(2) Alaettin Parmaksız, PKK Gerçeği, s.130;  Osman Ararat, PKK Terörü ve Türkiye s.142. 

(3) Osman Ararat, PKK Terörü ve Türkiye s.153.

(4) Osman Ararat, PKK Terörü ve Türkiye s.154-156.

(5) Alaettin Parmaksız, PKK Gerçeği, s.33.

(6) Akşam Gazetesi, 24 Nisan 2013; CNN TÜRK.com, 18 Eylül 2012, saat 15.17.

 (7) Sabah Gazetesi, 8 Ağustos 2015; Arslan Bulut, Yeniçağ Gazetesi, 8 Ağustos 2015.

(8) Hürriyet Gazetesi, 15 Kasım 2013.

(9) Hürriyet Gazetesi, 16 Kasım 2013.

(10) Hürriyet Gazetesi, 23 Temmuz 2013.

(11) Osman Ararat, PKK Terörü ve Türkiye s.179. 

(12) CNN TÜRK. Com, 30 Ağustos 2014, 21.06.

(13) Osman Ararat, PKK Terörü ve Türkiye, s.166.

(14) Arslan Bulut, Yeniçağ Gazetesi, 7 Ağustos 2015.

(15) Arslan Bulut, Yeniçağ Gazetesi, 7 Ağustos 2015.

(16) Prof. Dr. Ümit Özdağ, 21. Yüzyıl Enstitüsü, Seçime Giderken PKK Ayaklanması, 26 Ağustos 2015. 

Uzman Hakkında
Naim Babüroğlu
Milli Güvenlik ve Dış Politika Araştırmaları Merkezi

Uzmanın Diğer Yazıları

  Ulusal Çıkarları Yok Sayan Bir Kadro Terörle Mücadele Edemez  
  Stratejik Derinlikten-Bozguna: Bir Çöküşün Öyküsü 
  Türkiye Coğrafi Olarak Küçülebilir 


http://www.21yyte.org/tr/arastirma/milli-guvenlik-ve-dis-politika-arastirmalari-merkezi/2015/09/02/8288/ulusal-cikarlari-yok-sayan-bir-kadro-terorle-mucadele-edemez

...