Uygunluğu Konusu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Uygunluğu Konusu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

10 Nisan 2017 Pazartesi

Tarihi Sürecin Belirli Bir Kanuna Uygunluğu Konusu,


   Tarihi Sürecin Belirli Bir Kanuna Uygunluğu Konusu,


Hacıyev Rövşen Sabir oğlu– PhD 
Azerbaycan Milli İlimler Akademisi Felsefe Enstitüsü çalışanı 

Özet 

Makale insanlığın tarihi gelişiminin belirli bir kanuna uygun olmasına adanmıştır. Makalede insanlık (beşer) tarihine farklı bir yaklaşım gözden geçirilmekte. Tarihi sürecin şimdiye kadar kesin çözümü bulunamayan problemleri araştırılmakta. Yazarın Marksizme, aynı zamanda diğer sosyal gelişim kavramlarına alternatif olan ve tarihi sürecin bazı önemli olaylarına açıklık kazandıran yaklaşımı 
analiz edilmekte. Bu yaklaşım insanlığın entelektüel evriminin yaş devir leştirilmesi varsayımında kendini bulmakta. Varsayımın ana hükümleri aşağıdakilerdir: 

1. İnsanlık (yani neantrop) tek ruh veya kolektif akıl olarak oluştuğu günden entelektüel gelişim halinde; 
2. Entelektüel gelişim immanent özellik taşımakta ve belirli düzende gerçekleşmekte; 
3. Bu düzen insanlığın entelektüel gelişiminin yaşlara uygun dönemleştirilmesiyle belirlenir; 
4. Yaşlara uygun dönemlere ayırma ontogenezde ve filogenezde gerçekleşen entelektüel gelişimin kıyaslamalı analizine dayanarak yürütülmekte; 
5. Yazar tarafından yapılan araştırmalara dayanaraktan, insanlığın entelektüel gelişim sürecinde her üç bin yılda “1” yaş büyüdüğünü söyleyebiliriz. 

Bu varsayım sayesinde küresel önem arz eden tarihi olayların açıklanmasına çalışılmakta. 

Anahtar Kelimeler: ontogenez, filogenez, tarihsel süreç, insanlığın entelektüel evriminin yaş devirleştirilmesi ,Hajiyev Rovshan Sabir – PhD. ANAS The Institute of Philosophy 


Giriş 

İnsanlık, kendi entelektüel gelişiminin çağdaş ve uygar düzeyine ulaşmak için uzun ve çalkantılı bir yoldan geçmiştir. Uygar düzey dendiğinde sosyal evrimin öyle bir gelişim dönemi kastediliyor ki, artık insan özgürlüğü ilkesi sadece çeşitli devletlerin değil, genel uluslararası hukukun temel kanununa veya ilkesine dönüşür. Ortak insanlık kavramının oluşumu Avrupa'nın Aydınlanma dönemin den (İ.Q.Hörder) başlıyor. Aydınlanma döneminden başlayarak Avrupa'nın birçok büyük düşünürü toplumsal gelişmenin genel kurallarını belirlemeye gayret etmiştir. Bu bağlantıda bazı idealist (Hegel) ve materyalist (marksizm) yönlü teoriler oluşturulmuştur. Belirtmek gerekiyor ki, sosyal evrimin belli kavramları, özellikle eski Sovyet coğrafyasında daha çok ünlü olan Marksizm öğretisi tarihi süreçte kademeli şekilde ortaya çıkan ve küresel nitelik arz eden olayların nedenlerini yeterince açıklayamıyor. Bu tür tarihi olaylara örnek olarak aşağıdakileri gösterebiliriz: 

. hangi nedenle tarihsel gelişmenin mezolitik veya protoneolit aşamasının başlarında, yani yüz bin yılları kapsayan paleolit döneminde toplama ve avcılık faaliyeti ile uğraşan kişiler nispeten kısa zaman sürecinde bitki ve hayvanların domestikasyon olunmaları yönünde ilk adımlarını atmış, ortak yaşam tarzından bireysel faaliyete eğilim göstermiş, ok ve yayı keşfemiş ve genellikle yeni 
yaşam tarzına yönelmişler?; 

. hangi nedenle neolit çağında önceleri avcılığa ve toplamcılığa ağırlık veren, daha çok göçe eğilimli olan topluluklar kısa zamanda yerleşik hayat tarzına geçmiş, hayvancılıkla meşgul olmuş ve sulamaya dayalı büyük tarım işletmeleri kurmayı başarmışlar, çömlekçiliği ve metalurjiyi keşfetmişler? [1, s.63]; 

 . hangi nedenle ilk uygarlıklar döneminde ilk şahsiyetler, yani hükümdarlar ve yüce rahipler meydana gelmiş, yazı keşfedilmiş ve destanlar oluşturulmuş, toplumda iyerarşik yönetim sistemi kurulmuş ve insanlar bilimle uğraşmaya başlamışlar?; 

. hangi nedenle "zaman oku” döneminde (K.Yaspers) ilk bilginler, peygamberler ve filozoflar meydana gelmiş, yani tarihte ilk defa olarak özgür düşünce sahipleri kendi öğretilerini oluşturmuştur? Neden insanlık tabulardan uzaklaşmış ve mitololik dünya görüşünün sınırlarını geçmeyi başarmıştır? 

Tarihi süreçte marheleli olarak küresel çapta önemli olaylar cereyan etmiştir ve bunun etkisi olarak insanların uzun süre devam eden monoton yaşam tarzında kısa süre içinde temel değişiklikler yaşanmıştır. Bu olayların hangi sebepten meydana gelmesi konusu ise şimdiye kadar detaylarıyla ele alınmamıştır. Daha açık söylersek, eski Sovyet coğrafyasına ait bölgelerde şimdi de ünlü olan 
Marksizm öğretisi yukarıdaki soruları net bir şekilde yanıtlayacak durumda değildir. Bunu kanıtlamak için ilk uygarlıklar döneminde yaşanan olayların Marksist bakış açısından yorumlanmasına bir kez daha deneyelim. 

Marksizmde devletlerin teşekkül etme sebebi böyle açıqlanıyor ki, o dönemde (MÖ 4. binyılda) sulamaya dayalı tarım işletmeleri kurulmuş ve bunun sonucunda elde edilen fazla ürün toplumda sınıfsal tabakalaşmanın oluşmasını gerçekleştirmiştir. Böylece, ilk devletlerin ve hükümdarların meydana gelmesi mümkün olmuştur. Tarihi olayların bu şekildeki geleneksel yorumu ilk bakışta 
mantıklı gözüküyor. Fakat ilk devletlerin neden özellikle MÖ 4. binyıldan itibaren meydana gelmesi sorusu yukarıdaki yorumu çelişkili hale getiriyor. Hangi nedenle bu süreç önceki dönemlerde gerçekleşmemiştir? Bu soruların geleneksel cevabı daha önce büyük tarım işletmelerin olmamasına, bu nedenle fazla ürün elde edilmemesine ve sonuç olarak toplumda sosyal ve sınıfsal tabakalaşmanın 
gerçekleşmemesine dayanıyor. Fakat arkeolojik araştırmalar bu tür yorumu büyük kuşku altına alıyor. Artık uzmanlara bellidir ki, henüz MÖ 6. binyılda Ortadoğu'da büyük kentler mevcuttu (Hacılar, Çatal-Hüyük, Eridu vs.), buralarda tapınaklar inşa edilmiş, toplumda sosyal farklılaşma gerçekleşmiş ve kuşkusuz ki, fazla ürünün meydana gelmesi mümkün olmuştu. Fakat kuşku duyan okuyucuların dikkatini arkeolojik araştırmalar alanında kazanılmış pek yeni olguya çekmek isterdik. 


Nitekim Suriye topraklarında bulunan ve Tel-Zeydan adlandırılan tepelikde 2008 yılında tespit edilen artefaktlar ilk devletlerin meydana gelmesi için gereken temel şartların varlığından haber veriyor. Fakat ilk devletler, bilindiği gibi, VI. binyılda değil, IV. binyıldan itibaren oluşmaya başlamıştır. Bu noktada somut arkeolojik verilere göz atalım: "ABD'nin Chicago Üniversitesi`nin Doğu Enstitüsü 
çalışanları ve onların Suriyeli meslektaşları bu arkeolojik buluntunun, Ubeyd kültürünün (MÖ yaklaşık 5300-4000 yılları arasında mevcut olmuştur) en önemli tarihe kadarki yerleşim yerlerinden birisi olmasına kuşku duymazlar. Artefaktlar bu kentin bakır üretimi ve çömlekçiliğin iyi geliştiği ticaret ve sanayi merkezi olduğunu kanıtlamaktadır. Bu verilere dayanarak burada artık sınıfsal toplum un oluştuğunu söyleyebiliriz. Nitekim imtiyaz sahiplerinin özel mülkiyete sahip olduklarını belirten taş mühürler tespit edilmiştir. Böylece, Ubeyd kültürü Ortadoğu'da sulamaya dayalı tarımın ve merkezleştirilmiş tapınak çiftliklerinin sık sık rastlandığı bir dönemdir. Bu dönemde ilk aşiret başkanları ortaya çıkmış, sosyal eşitsizlik oluşmuştur" [2]. İlginçtir ki, bu tür olguların varlığına 
rağmen, uzmanlar yukarıda belirtilen kentleri "protoşehir" (yani erken kent) gibi takdim ediyorlar ve hala MÖ VI. binyılda kurulan bu büyük kültürleri uygarlık veya devlet olarak kabul etmiyorlar, çünki o dönemde henüz yazı oluşmamış, ilk hükümdarlar ortaya çıkmamıştır. Ama niçin? Bu sorular yanıt bekliyor. 

Belirtelim ki, tarihsel süreçte yaşanmış önemli küresel olayların açıklanması sadece yaygın bilinen felsefi veya sosyolojik kavramlar temelinde yapılmıyor. Bazı durumlarda bu olayların yaşanma sebepleri ekolojik, yani doğal faktörler aracılığıyla anlatılıyor. Nitekim birçok uzmanlar mezolitik dönemde yaşanan küresel değişimlerin nedenini çevresel faktörden hareketle ele alıyorlar. Örneğin, uzmanlar düşünüyorlar ki, pleystosenden holosene geçiş döneminde iklimde yaşanan sıcaklaşma nedeniyle iri hayvanlar (mamutlar vd.) kaybolmuş ve sonuçta, insanlar bireysel avcılıkla meşgul olma zaruretinden oku, yayı keşfetmiş ve yaşamlarında diğer köklü değişiklikler yapmaya eğilim göstermişler. Fakat arkeolojik kanıtlar bu açıklamalara da şüpheyle yaklaşmak için temel oluşturuyor. Nitekim mezolitik döneminde okun ve kemanın yayılmasına sadece küresel ısınmanın rastlanıldığı buzul çevresi topraklarda değil, flora ve faunanın değişmediği sıcak bölgelerde de (yani tropikal ve 
subtropikal bölgelerde) rastlıyoruz. Bununla ilgili bilgilere yay uçluklarının tespit edildiği mezolitik çağına ilişkin Hindistan'da [3, s.156] ve Güney Afrika'da [3, s.182] elde edilen arkeolojik kazılardan (bunlara taştan yapılan geometrik mikrolitler denir) ulaşıyoruz. 

 Fakat tarihsel süreçte yaşanan ve küresel önem arz eden olayların belli teoriler veya doğal etkenler temelinde verilen açıklamaları daha bir ciddi sorunun ortaya çıkması nedeniyle önemini kaybetmiş oluyor. Bahsettiğimiz tarihi olaylar yüz binyıllıkları kapsayan paleolit dönemine göre kısa zaman diliminde gerçekleşmiştir. Somut olarak, insan oğlunun, yani neoantropun yaklaşık 40 bin yıl önce meydana gelmesi kısa bir zaman diliminde (paleolit döneminin toplam süresi ekseninde) yaşandığı için uzmanlar, bu tarihi olayı üst Paleolit devrimi olarak değerlendirmişler [4]. Bu bağlamda ilk defa ünlü ingiliz arkeologu G.Child tarafından nitelendirilen neolitik devrimini de belirtmek gerekiyor. İlginçtir ki, neolitik çağda yaşanan devrimci olaylar sadece arkeologları veya paleo antropologları [5, s.164-165] değil, doğa bilimcilerini de [6] şaşırtmıştır. Belki tarihte yaşanan devrimci olayları diyalektiğin malum kuralı (niceliksel değişmelerin niteliksel dönüşümlere neden olması) temelinde açıklamak mümkündür. Fakat sıradaki soru bu girişimin de başarısız olacağından haber veriyor: tarihi süreçlerin eşzamanlı şekilde, dünyanın çeşitli bölgelerinde ve kademeli şekilde yaşanması hangi sebeple izah edilebilir? Dünyanın farklı bölgelerinde yaşayan ilkel insanların kendi aralarında yaşam tarzının köklü biçimde değiştirilmesi konusunda uzlaşmaya varması ve böylece diyalektiğin malum kuralının gerçekleştirilmesini sağlamaları tasavvur edilemez. Bu bağlamda malum bilimsel kaynaklara müracaat edelim: 

1. Neoantropun (modern bilimsel terminolojide mensubu olduğumuz biyolojik tür hem de "Homo sapiens sapiens" adı ile tanınmaktadır) meydana gelmesi dünyanın farklı bölgelerinde, aynı zamanda yaklaşık 39 bin yıl önce olmuştur [7, s.34; 8, s.37;]; 

2. Mezolitik dönemde domestikasyonun ilk belirtilerinin gözükmesi, okun ve kemanın meydana gelmesi dünyanın çeşitli bölgelerinde (Meksika'da, Tayland'da ve Ortadoğu'da MÖ X-IX. binyıllarda) eşzamanlı olmuştur [9, s.159; 10, s.255; ]; 

3. Neolitik dönemde üretici ekonomiye geçiş (MÖ VII-VI. binyıllar) paralel şekilde, dünyanın farklı bölgelerin de ve birbirinden bağımsız olarak gerçekleşmiştir [3, s.263; 10, s.253-255; 11, s.115; ]; 

4. MÖ IV-III. binyıllarda ilk devletlerin meydana gelmesi eşzamanlı olarak, dünyanın çeşitli bölgelerinde (Mezopotamya'da, Eski Mısır'da, Eski Hindistan'da vs) bağımsız şekilde mümkün olmuştur [12, s.26; 13, s.332; 14, s.42-44; ]; 

5. Zaman oku döneminde (MÖ I. binyılda) ilk peygamberlerin ve filozofların meydana gelmesi paralel şekilde dünyanın farklı bölgelerin de yaşanmıştır [14, s.33]. 

Yukarıdaki örneklerde küresel olaylar arasındaki üç binyıllık fark belirgin şekilde dikkat çekiyor. İnsanlık tarihinde kendini göstermiş ve paralel şekilde tezahür etmiş (belki de önemine göre öncekilerden daha az yankı uyandırmış) olayların sayısını artırabiliriz (örn., üst Paleolit döneminde "paleolitik Venüs"ların yapılması, ilk uygarlıklar döneminde megalitik yapıların paralel şekilde meydana gelmesi vs.), ama örneklerin çoğaltılması karşımıza çıkan soruların cevaplandırılması açısından pek önem taşımaz. Mantıklı şekilde ortaya çıkan aşağıdaki soruyu bir daha belirtelim ve onun cevaplandırılmasına çaba gösterelim: Eşzamanlı biçimde ortaya çıkan ve kademeli şekilde tezahür eden önemli küresel tarihi olayların nedenleri nelerdir? Aslında şu sorunun ayrıntılı, bilimsel verilere dayanan cevabını uzun yıllar yaptığımız bilimsel araştırmalarda [15], uluslararası konferanslardaki konuşmalarımızda [16] ve 2013 yılında Atina şehrinde düzenlenmiş Filozofların XXIII. Dünya Kongresinde yaptığımız sunumda [17] vermeye çalıştık. Yaptığımız bilimsel faaliyete araştırmaların metodolojik yönleri de yansımıştır. Bu bağlamda belirtilen soruların cevaplandırılması açısından metodolojik önem taşıyan ve tarafımızdan ileri sürülen insanlığın entelektüel evriminin yaş devir leştirilmesi tezinin temel maddelerinin bir kez daha ifade edilmesinin uygun olduğunu düşünüyoruz: 

 1. Neoantrop, yani insanlık tek ruh veya kolektif akıl olarak ortaya çıktığı günden şimdiye kadar entelektüel açıdan gelişmektedir; 

 2. Entelektüel gelişim immanent özellik taşımakta ve belirli bir kurala uygun yaşanmaktadır; 

 3. Bu kural insanlığın entelektüel evriminin yaş devirleştirilmesi teziyle ilgilidir; 

 4. Yaş devirleştirilmesi bireyoluş (ontogenez) ve soyoluşta (filogenez) yaşanan entelektüel gelişmenin karşılaştırmalı analizi temelinde yapılıyor; 

 5. Araştırmalar gösteriyor ki, bireyoluşa uygun olarak soyoluşta neoantropun entelektüel gelişimi sürecinde doğal bir şekilde belli yaş dönemleri kendini göstermektedir; 

 6. Yazar tarafından yapılan araştırmalar şu sonucu ortaya koymaktadır ki, insanlık, entelektüel evrimi sürecinde her üç bin yılda "1" yaş büyümektedir [16, s.268]; 

Somut örnekler aracılığıyla yukarıda belirtilen tezleri savunalım. Öncelikle şunu vurgulamak gerekiyor ki, tarafımızdan ilk defa tez çalışmasında öne sürülen [18, s.118-138] insanlığın entelektüel evriminin yaş devirleştirilmesi savından hareketle tarihte tezahür eden önemli küresel olayların eş zamanlılığını ve aşamalı şekilde yaşanmasını çelişkisiz şekilde izah edebiliriz. Şimdi ise ileri sürülen varsayım temelinde belirttiğimiz tarihi olayların yorumunu vermeye çalışalım. Somut olarak mezolitik dönemde yaşanan köklü değişikliklerin gerçekleşmesi nedenini insanlığın kendi entelektüel gelişiminde "9" yaşa ulaşması (eğer 9 rakamını ölçü birimine, yani üç bin yıla çarparsak 27 bin yıl sonucuna ulaşacağız; 39 bin yılından 27 bin yılı çıktığımızta 12 bin yılı, yani MÖ 10. binyılı belirlemiş olacağız) faktörü ile açıklayabiliriz. Nitekim bireyoluş sürecine bakıp J.Piaje`nin düşüncelerinden yola çıkarak söyleyebiliriz ki, 9 yaşındaki çocuklarda üç boyutlu mekan kavrayışının ve eşzamanlılık hissinin oluşması yeteneği kendini göstermektedir [19, s.199]. Soyoluşa göre beşer evladı, tarihi gelişiminin "9" yaşında mekanın "bu yerinden" ve zamanın "şimdiliğinden" kurtarabilmiş ve böylece yaşam biçiminde köklü değişiklikler yapmayı başarmıştır. Bir başka deyişle, soyoluşta mezolitik dönemin insanlarında yeni üç boyutlu statik mekan kavramının meydana gelmesiyle bireyler "güzergah mekan" (A.Lerua-Quran) hissinden kurtularak [3, s.510-511] bireysel avcılığa eğilim göstermişler. Öte yandan, bireyler şimdiki zamandan kurtularak geçmişe bakmayı becermiş ve atalar kültü fenomenini üretmişler. Bu bağlantıda kolektif mezarlıkların özellikle mezolitik döneminden itibaren ortaya çıktığının rastlantı olmadığını söyleyebiliriz. Çünkü geçmişi hatırlatmadan bunu başarmak hiç mümkün değildi. Diğer tarafdan, yabani bitkilerin belirli alanda ekilerek ne zamansa ürün vereceğini anlamak için insanlarda eşzamanlılık hissinin ve statik mekan kavrayışının meydana gelmesi gerekliydi. 

Mezolitden üç bin yıl sonra ve neolitik devrimi olarak adlandırılan tarihsel dönemin olayları yaşanmaya başladı. Ontogenezle karşılaştırma zemininde tespit edebiliriz ki, insanlığın "10" yaşa ulaştığı bu çağında bazı insanlarda soyut (abstrakt) düşünmenin ilk belirtileri ortaya çıkmıştır [20, s.279]. Sonuçta, zamanla kolektif bilinçten kurtulma hesabına bireysel bilincin ve çıkarların ortaya çıkması için entelektüel zemin oluşmuştur. Başlayan bu süreç toplumda sosyal farkların meydana gelmesine yol açmıştır (önce aile ve kabile, sonra ise aşiret reislerinin, aksakallar konseyinin oluşumu). 

Üç boyutlu mekan kavramının tam olarak sağlanması ise sulamaya dayalı büyük tarım işletmelerinin meydana gelmesini mümkün kılmıştır. Fakat devletin ve yazının oluşması için bu entelektüel yetenekler henüz yeterli değildi. Bunun için refleksiya'nın (yansımanın) daha derin tezahürüne ihtiyaç vardı, yani bireyoluşa benzer olarak insanlığın "11" yaşının tamam olması gerekliydi [19, s.202]. Bu tarihi olay ise neolitden üç bin yıl sonra mümkün oldu. Böylece, işte ilk uygarlıklar döneminde kişilik faktörünün ortaya çıkması sonucunda hükümdarlar meydana geldi ve bu olay devletlerin oluşmasına neden oldu. Ayrıca yazının meydana gelmesi için refleksiya'nın, yani spekülatif düşüncenin oluşması gerekiyordu. Bu olay da MÖ 4. binyılın sonundan itibaren gerçekleşti. Bu bakımdan hiç de tesadüfi değildir ki, bilimlerin meydana gelmesi de bu tarihi döneme rastlıyor. Fakat yaşanan entelektüel değişimler sadece birkaç önemli kişiliklerin ortaya çıkması için yeterli olabilirdi. Kişilik unsurunun geniş şekilde tecelli etmesi için, başka deyişle insanlarda bağımsızlık bilincinin oluşması için entellektüel gelişmede "12" yaşın bitmesi, yani biçimsel mantığın tam olarak ortaya çıkması gerekiyordu. Bilindiği üzere, bireyoluşta bu yaş döneminde bireylerin artık tam olarak kişiselleşmesi gerçekleşiyor [21, s.779]. Ayrıca zaman oku döneminde, yani MÖ 1. binyılda insanlığın işte "12" yaşına ulaşması sonucunda ilk filozofların, peygamberlerin, yani kendi adına konuşabilen, toplumu tabulardan kurtarmayı başaran özgür düşünceli insanların tarih sahnesine çıkması mümkün olmuştur. 

Böylece örneklerden anlaşılmaktadır ki, tarafımızdan ileri sürülen insanlığın entelektüel evriminin yaş devirleştirilmesi savı, tarihsel süreçte tezahür etmiş küresel olayların ortaya çıkma nedenleriyle ilgili soruları açıklayacak niteliktedir. Bu sunumda belirtilen soruların cevaplandırılması ve araştırma sırasında somut bilimsel olgulara atıfta bulunulması tarihi olayların anlatımı bakımından insanlığın entelektüel evriminin yaş devirleştirilmesiyle ilgili tezin önemini kanıtlamaktadır. Araştırmamızda tarihsel sürece bir bakış gerçekleştirılmiş ve sosyal gelişimin ilgi uyandıran birçok önemli olayının yaşanma nedenleri açıklanmıştır. 

Önerdiğimiz hipotez insanlık tarihinin birçok gizemli noktasının idrakine fırsat vererek yaşanan tarihi olayların çelişkisiz izahına olanak sağlıyor, onların birbirinden bağımsız, paralel ve kademeli şekilde tecelli etmesini açıklıyor ve sonuç olarak Marksizme ve diğer tanınmış sosyal kalkınma kavramlarına bir alternatif oluşturuyor. 



 ***