3 Temmuz 2016 Pazar

Suriye İç Savaşı Tırmanırken Suriye Türkleri?


Suriye İç Savaşı Tırmanırken Suriye Türkleri?



Yazar: Ümit Özdağ
30 TEMMUZ 2012 PAZARTESİ

Çünkü, Suriye'de rejimin çökmesi ile devletin çökmesi arasında bir fark yok. Bundan dolayı, Suriye'de demokrasiye geçişin kontrollu olması ve devletin çökmesine izin verilmeden Baas rejimi ile muhalefet arasında bir uzlaşmanın bulunması bir zorunluluktu. Oysa,Ankara kısa bir süre bu seçeneği denedikten sonra Suudi Arabistan ve Katar'ın peşinden sürüklenerek, Suriye'de devlet ve rejimin kontrolsuz çöküşüne neden olacak bir sürecin en etkin oyuncusu oldu.

Suriye'de rejim sallanırken ortaya çıkan veya Baas rejimi tarafından Ankara'yı cezalandırmak için bilinçli olarak öncelikle bırakılan suriye'nin kuzeyindeki güç boşluğundan faydalanan PKK Suriye'nin kuzeyindeki bazı kentleri ele geçirdi. Esad rejimi ise Şam'da denetimi kaybetmesi durumunda iç savaşı daha uzun süre devam ettirebilmek amacı ile Nusayrilerin yoğun bir şekilde yaşadığı ve mezhepsel zemininin güçlü olduğu Akdeniz kıyısındaki Lazkiye'den güneye doğru inen hatta yığınak yapıyor. Suriye'nin değişik bölgelerinde yaşayan Nüsayrilerde bu bölgeye bir iç göç başlatmış durumdalar. Sunni Araplar ise kendi aralarında çok parçalı olmak ile birlikte % 60 civarında çoğunluk ülke geneline yayılmış durumda. Dünya ve Türk basını bu gruplardan bahsederken Suriye'nin en büyük milli gruplarından birisini oluşturan Türklerden ise hiç bahsedilmemekte ve adeta yok sayılmaktadırlar.

Halep'e gelince kentin mimarisi ve insani dokusu ile Türk karakteri görülür. Ancak neden ise bu kadar yakın olan Suriye Türkleri hiçbir zaman Türkiye'nin mesela Kerkük Türkleri gibi gündeminde olmamıştır. 

Oysa Suriye Türkleri sadece Osmanlı devletinin bölgeyi ele geçirmesi sonrasında Suriye'ye yerleşmiş " Evlad-ı Fatihan " değildir. Aksine Anadolu'da Türk varlığından önce bugün ki Suriye coğrafyasında bir dizi Türk devleti ve beyliği kurulmuştur. Bunlardan birisi de Suriye Selçuklu devletidir.Osmanlı devleti de Suriye'yi resmi adı " Et Devletül Türkiye " olan Mısır Türklerinin elinden Yavuz Sultan Selim Han döneminde almıştır. Suriye Türklerinden kaza ile bahsedilir ise "Aaa evet, Bayır-Bucak Türkmenleri" denilip geçilir. Oysa Suriye'de Türkler bu ülkenin kuzeyden güneyde değişik bölgelerine yayılmışlardır.

Halep Türkleri Gaziantep ağzı ile konuşan, milli kimliklerini muhafaza eden bir Türk grubudur. Lazkiye Türkleri veya diğer adı ile Bayır-Bucak Türkleri Hatay ağzı ile konuşan ve milli kimliklerini muhafaza eden bir Türk grubudur.Lazkiye'nin 10 kilometre kuzeyinden başlayan Bayır-Bucak Türklerinin köy ve kasabaları Hatay'a kadar uzanır. Rakka Türkleri Şanlıurfa ağzı ile konuşuyorlar. Bu ayni zamanda Kerkük ağzına yakın bir Türkçe. İdlip Türkleri Hatay'ın güney batısında yerleşikler ve büyük ölçüde asimile olmuş durumdalar. Türk olduklarını bilmekle beraber Arapça konuşmaktadırşar. Hasek/Kamışlı bölgesinde geniş bir Türk köylü ağı var.Humus Türkleri, Suriye'nin en yoğun asimilasyona maruz kalan Türkleri. Kısa bir süre önce Esad rejiminin baskı altına aldığı Humus'un Bab Amr semtinin % 60'ı Türklerden oluşturmaktadır. Şam'ın aristokrat aileleri Türk kökenli ailelerdir ve Şam'da büyük bir Türk nüfusu yaşamaktadır. Golan Türkleri Suriye Türklerinin en şanssızları arasındadır. 1967 Arap-İsrail Savaşı'nın önemli bir bölümü Golan Tepelerinin Türk köyleri bölümünde olmuştur. Köylerini ve evlerini kaybeden Golan Türkleri ki sayıları 50 bin civarındadır, Şam'ın banliyölerinde yaşamaktadır. Golan Türklerinin milli bilinçleri yüksektir.

Suriye Türklerinin Anadolu'dan uzun süre kopmadığını biliyoruz. Ancak kırsal alanda yaşayan Türkler milli kimliklerini korurken, kentler de yaşayanlar daha hızlı asimile oldular. Milli Mücadele sırasında Halep Türkler, Antep'in Fransız/Ermeni Ordusuna karşı direnişine lojistik destek vermişlerdir. 1939'da bir Halepli Türk Ankara'dan önünde ayyıldız olan şapkalar alıp Halep'te Türklere dağıtınca Türklere yönelik baskılar artmıştır. 1959'da Mustafa Hamet isimli bir Türk Türkmen partisi adlı bir parti kurmayı istedi ise de reddedilmiştir. 1994'de Bayır-Bucak Türkleri bir aydın hareketi başlatmak istediler ise de Hafız Esad tarafından şiddetle bastırılmıştır. 1600 Türk aydın hapishaneye atılmış, sivil hakları ellerinden alınmış, diplomaları iptal edilmiştir.

Suriye'de etnik dağılımı veren bazı yabancı kaynaklar da Türklerin oranı 22 milyon toplam nüfusun % 1'i olarak verilmektedir. Oysa 1995'de Suriye nüfusu 14 milyon iken Gazi Üniversitesinden Prof. Dr. Fatih Kirişçioğlu Avrasya Dosyası dergisinde yazmış olduğu makalede Suriye Türklerinin yerleşim bölgelerini köy köy tek tek vererek, Türk varlığını ortaya koymuş ve kendi hesapları sonucunda Türkmen nüfusun 1 milyon civarında olduğunu kaydetmiştir. 

Bu ise % 7.5-8 arasında bir orana tekabül etmektedir. Bugün 22 milyonluk bir Suriye'de bunun anlamı 1.5 milyon'dur. Prof. Dr.Kirişçioğlu'nun araştırmasının bazı eksikleri olduğu kabul edilir ise 1995'de tespit edilemeyen Türk nüfusu ve artışı ile birlikte Suriye'de Türklerin sayısı 1.5 ile 2 milyon arasında gidip gelmektedir.

2011'de ise Ortadoğu Stratejik Araştırmalar Merkezi'nden (ORSAM) Ali Öztürkmen, Bilgay Duman ve Oytun Orhon'un yapmış olduğu yerinde incelemelere dayanan "Suriye'de Değişimin Ortaya Çıkardığı Toplum:Suriye Türkmenleri" çalışmanın sonucu ise Türk olduğunu bilmekle beraber anadili Türkçeyi konuşamayan Türkler ile birlikte Suriye'deki Türk nüfusunun 3.5 milyon olduğu açıklanmıştır. ORSAM raporuna göre Şam'da 460 bin, Halep'de 975 bin, Hama'da 350 bin, Humus'da 835 bin, Lazkiye'de 385 bin, Tartus'da 50 bin, Rakka'da 120 bin, İblid'de 25 bin, Dera'da 75 bin, Kuneyra'da 50 bin ve diğer bölgelerde 175 bin olmak üzere 3.5 milyon Türk Suriye'de yaşamaktadır. ORSAM Türk Dış İşleri Bakanlığına bağlı/destekli olarak çalıştığı için ORSAM'ın bu raporu aynı zamanda Türk devletinin de hafızasını yansıtmaktadır. ORSAM raporunda verilen sayı Araplaşmış Türkleri de ettiği ve muhtemelen bir ölçüde yüksek oranlar verdiği için yüksek çıkmaktadır.

Sonuç itibarı ile Suriye bir iç savaşa doğru ilerler iken sayıları 1.5 milyon ile 3.5 milyon arasında değişen Türklerin bir önemli özelliği de iç savaşın üç aktif tarafı olan sunni Araplar, Kürtler ve Nüsayriler ile ayrı ayrı sınırdaş olmalarından dolayı yarın bu üç grup tarafından da ayrı ayrı hedef alınma ihtimallerinin çok büyük olduğudur. Diğer bir ifade ile Suriye'deki en örgütsüz, siyasal bilinci geri ve silahsız toplum olan Suriye Türkleri iç savaşın en kolay avı durumuna düşeceklerdir. Ayrıca El Kaide ile Irak iç savaşı sırasında gelişen selefi örgütler bir yandan PKK diğer yandan Türklere yönelik katliamlara başladığı zaman Suriye Türkleri kendilerini tam bir mezbaha ortamında bulacaklardır.

Suriye'de muhalefete hem destek veren hem de ABD, Suudi Arabistan ve Katar istihbaratlarının silah ve diğer lojistik desteği akıtmasını sağlayan Ankara'nın Esad rejiminin çöküşü veya Şam'da çöküşü sonrasında yaşanacak iç savaş sırasında korunmaları ve Suriye'nin yeniden yapılması sürecinde demokratik haklarına sahip olmaları konusunda hangi hazırlıkları yaptıkları meçhuldür.

Yapılması gereken ilk şey Suriye Türklerini Türk ve dünya kamuoyuna tanıtacak, varlıklarını anlatacak bir tanıtım/diploması sürecininbaşlatılmasıdır. Suriye Türklerinin siyasal temsilini üstlenen ilk adı Suriye Türkleri Derneği olan siyasal oluşum Suriye'de olayların başlamasından sonra Suriye Demokratik Türkmen Hareketine dönüşmüştür. Ankara, Suriye Demokratik Türkmen Hareketi'nin Ankara tarafından desteklenen Suriye Ulusal Konseyi'ne dahil olmasını sağlamıştır. Ancak bundan sonraki süreçte Suriye Demokratik Türkmen Hareketi tam anlamı ile hem Türkiye hem Suriye muhalefeti tarafından dışlanmıştır. Ankara'da bu dışlanmayı engellemek için çaba sarf etmemiştir. Ankara, Suriye Türklerinin milli kimliklerinden vazgeçerek sunni Araplar içinde erimelerini telkin etmekten vazgeçmeli, aksine demokratik Suriye'de milli kimliklerini muhafaza etmelerinin Türkiye-Suriye ilişkileri içinde sağlıklı olacağını görmelidir.
Suriye Demokratik Türkmen Hareketine yakın kaynaklar Suudi Arabistan ve Katar'ın finanse ettiği silahlar Suriye'de Türkiye üzerinden dağıtılırken Türkmenlere silah verilmediğini ileri sürmektedirler. Oysa Suriye Türkleri ağır bir baskı altındalar. Silahsız oldukları için kolay hedef olma durumundalar. Örneğin Bayır-Bucak Türkmenlerinin köy ve kasabaları ile dolu olan bölgedir. Bayır-Bucak bölgesinin Bayır kesiminin büyük bir bölümü isyancıların denetimindedir. Sadece Yayladağ'ı sınır kapısı bölgesi ile o bölgede bulunan ve çoğunluğu Ermenilerden oluşan Kesep adlı belde Esat yönetiminin elindedir. Kesep'den gelen Ermeni çeteleri Türk köylerini basarak tehditler savurmaktadır. 

Ayrıca bu Kesep beldesinin sahil kısmında bulunan Karaduran (Arapça: Elsemra) bölgesine kalabalık bir PKK grubu yerleşmiş durumdadır.

Nüsayriler Bayır-Bucak bölgesinde Türk köylerini her gün bombalıyor ve füze ateşi altına alıyor. Bayır-Bucak Türklerinin kendilerini savunmak için yapabileceği çok bir şey yoktur. 2700 Bayır-Bucak Türkü PKK, Ermeni çeteleri ve Nüsayri saldırılarından dolayı Yayladağ'da bir sığınmacı kampında yaşamaktadırlar.

Öte yandan Halep'de günlerden buyana süren Suriye Ordusu ile isyancılar arasındaki çatışmalar ağırlıklı olarak Haydariye, Holuk, Sahur, Şeyh Faris, Şeyh Hıdır, Bostanpaşa, Bağrıyanık gibi Türk mahallerinde gerçekleşiyor. Sebebi Türkler silahsız oldukları için mahallerini koruyamamaktadırlar.Türk kaynaklar Halep'te Kürtlerin semtleri silahlı gruplar tarafından korunduğu için Özgür Suriye Ordusu'nun bu bölgeye girmediği ve Suriye Ordusu'nun da bu mahallelerde isyancı olmadığı için girip çatışma çıkarmadığı ileri sürülmektedir. İsyancılar Türk mahallerine geliyor, bunun üzerine Suriye Ordusu zevkle Türk mahallerini bombalıyor. Halen Halep'den 100 binin üzerinde Türk kuzeye Kilis ile Halep arasındaki Türk köylerine kaçmış durumda. Şehir ve köylerde ilaç ve bebek maması sıkıntısı had safhadadır. Kısa bir süre içinde de gıda sıkıntısının başlayacağı ifade ediliyor.

Bu arada Suriye'ye giren silahların bir bölümü hiç kullanılmadan gömülmektedir. Çünkü Esad rejimi Şam'dan çekildikten sonra başlayacak iç savaş için Türkler dışında herkes hazırlık yapmaktadır.

Ve son olarak altı çizilmesi gereken husus Özgür Suriye Ordusu'nun her geçen gün biraz daha selefi cihadist bir çizgiye kaymakta ve El Kaide'nin ordu içindeki etkisinin artmaya devam etmektedir. Bir tarafta Nusayri milisleri diğer tarafta El Kaideci milisler birbirlerini yok etmek için hazırlanacaklardır. Bunu Irak yıllarca yaşamıştır. Sunni ve Şiiler Irak'ta birbirlerini gaddarca kelimenin tam anlamı ile gırtlaklayarak kesmişlerdir. İsmi Ömer, Ebubekir veya Ali, Hüseyin olduğu için binlerce insan öldürülmüştür. Bugün de Irak'ta El Kaide'nin başı çektiği şii-sunni katliamı devam etmektedir.

Şimdi Irak pratiğinin Suriye'ye taşınmaya başladığını görülmektedir. Thomas Friedman bundan dolayı 24 Temmuz 2012'de New York Times gazetesindeki yazısının başlığını Syria is Iraq diye koymuştur. Suriye'ye demokrasiden önce katliam gelecektir. Ve muhtemelen bu katliam Hafız ve Beşar Esad'ın birlikte yaptıkları katliamlardan daha korkunç olacaktır.

Suriye böyle bir geleceğe doğru hızla ilerlerken, Suriye Türkleri ise Ankara'da muhatap bulamadıklarını ifade etmektedirler. Daha doğrusu kendileri ile görüşülmesine rağmen ortaya somut bir sonuç çıkmamaktadır. Vakit çok geç olmadan Suriye Türklerinin taleplerinin ciddi bir şekilde dinlenmesi ve karşılanması için harekete geçilmesi gerekiyor.



..

Suriye ile Savaş Lobisi

Suriye ile Savaş Lobisi,


Yazar: Ümit Özdağ
12 NİSAN 2012 PERŞEMBE

Kendilerini siyasal olarak "liberal demokrat" sıfatı ile nitelendirmeye eğilimli bu lobiciler, neden ise söz konusu Batı menfaatleri zemininde bir savaş olduğu zaman Nazi Propoganda Bakanı Goebbels'i aratacak ölçüde en şiddetli savaş taraftarları olabiliyorlar.

Üstelik bu savaş lobicileri, Suriye'de demokratikleşmenin NATO savaş uçakları ile ithal edilemeyeceğini, tek parti rejiminin muhalefetle yapılacak görüşmeler ile serbest-adil seçimler çerçevesinde gerçekleştirilebileceğini savunanlara " Diktatör Savunucusu ", " Baascı ", " Esadçı " gibi sıfatlar ile saldırmaktadırlar.

Suriye ve eskiden Irak ile savaş lobisi mensupları terör örgütü PKK ile müzakerelerin, barışın şiddetli taraftarlarıdır. Diğer bir ifade ile bunlar, " Suriye ile savaş, PKK ile Seviş " sloganı çerçevesinde siyaset yapmaktadırlar.

Bu lobi Irak ve Suriye halklarının " Özgürleştirilmesi " için savaşa sürmek istediği TSK'nın da şiddetli düşmanıdır. Çünkü istekleri doğrultusunda Irak'ta veya Suriye'de ölecek olan generaller, subaylar ve astsubaylar "askeri vesayetin" temsilcisi olarak nefret ederler. Aslında askeri vesayet dedikleri, milli-üniter devlettir. Türkçesi Türk milletine ait olan devlettir. Savaş lobicileri, Türk Ordusu'nu devletin Türk milletinin elinden alınmasını engellediği düşüncesi ile yüklenirler. Oysa, devletine sahip çıkan ve üstelik bunu Mete han'dan buyana yapan Türk milletinin kendisidir.














Suriye'de "demokratik hukuk devletinin kurulması için" Türk Ordusu'nun Suriye'ye girmesini savunan savaş lobisi, Balyoz Davasında haklarında sunulan delillerin doğruluğunu tartışmak yasal hakları olduğu halde bu hakları ellerinden alınan Türk Ordusu mensuplarının yasal haklarının ellerinden alınmasına ses çıkarmazlar.

Türk Ordusu'nun vatan topraklarını ve yurttaşların yaşam haklarını ahlaksız bir terör örgütüne karşı savunmak için mücadele etmesini "kirli savaş" diye nitelendiren savaş lobisi, Ordumuzun Ortadoğu'da bir maceranın içine çekilmesini ve Suriye'nin bir iç savaşa sürüklenmesini, Türk askerinin kanının petrol şirketlerinin menfaatleri için akıtılmasını savunabilmektedirler.

Bu satırların yazarı ne baba Esadne de oğul Esad rejimlerine en küçük bir sempati duymamıştır. 1996-1997 yılında Türkiye'nin PKK'yı destekleyen Esad rejimini devirmek amacı ile Suriye'ye savaş ilan etmesini her zeminde yazılı ve sözlü olarak savunmuştur. Suriye'nin Türkiye'ye en ağır tahribatı veren ülke olduğunun altını çizmiştir.O günlerde savaş lobisinin mensupları, Türkiye'nin menfaatleri için yapılacak bir savaşı asla savunmamışlar, bunun yerine " Demokratik Açılımdan " bahsetmişlerdir. İlginç olan Erbakan ve arkadaşlarının ise anılan dönemde " Suriye'nin PKK terörünü desteklediği bir yalandır " açıklamasını yapabilmesidir.

Bugün savaş lobisinin Suriye ile savaşa bu kadar hevesli görünmesinin nedenini insani gerekçeler veya Türkiye'nin milli menfaatleri ile izah etmek mümkün değildir. Kerkük'te Türkler Barzani Talabani çeteleri tarafından katledilirken, Telafer'de Türkler Amerikan Ordusu ve Barzani güçleri tarafından kuşatılarak katledilirken seslerini çıkarmamışlardır. Samara'da susmuşlardır, Bağdat'ta susmuşlardır.

AKP Hükümetinin bu savaş lobisinin temposu ile Suriye politikası tespit etmesi Türkiye'nin ve komşularınıngeleceğini zehirleyecektir. Tabii sadece Türkiye'de savaş lobisine değil, Suudi Arabistan-Katar ve Kuveyt'in oluşturduğu savaş lobisine de kulak verilememelidir. Unutulmamalıdır ki, 8 yıl süren İran-Irak savaşının arkasındaki teşvikçi güçler arasında da bu Basra Körfezi'nin çürümüş güçleri vardır.

Bugün izlenen politikanın Türkiye'ye zarar vereceğini sadece biz söylemiyoruz. Ali Bulaç'ta AKP Hükümetini Suriye politikası konusunda uyarıyor. AKP Hükümeti hala Suriye Hükümeti ile muhalifleri bir araya getirme konusunda en etkin olabilecek durumdadır.

Suriye'ye yapılacak bir müdahalenin Suriye'de çıkaracağı iç savaş, Irak iç savaşı ile bütünleşecek ve Lübnan'da da küllenmiş iç savaşı körükleyecektir. Bir an önce savaş yolundan çıkılarak, sağduyulu ve barışı hedefleyen bir politik çizginin benimsenmesi AKP Hükümetinin yapabileceği en iyi şey olacaktır.


http://www.21yyte.org/tr/arastirma/suriye/2012/04/12/6562/suriye-ile-savas-lobisi

1 Temmuz 2016 Cuma

YENİ SAVAŞLARIN GİZLİ YÜZÜ.., ÖZEL ASKERİ ŞİRKETLER BÖLÜM 2




YENİ SAVAŞLARIN GİZLİ YÜZÜ.., ÖZEL ASKERİ ŞİRKETLER   BÖLÜM 2



Yine ICIJ’in açıklanan hükümet belgelerinden elde ettiği bilgilere göre, 1994 yılından itibaren ABD Savunma Bölümü (Defence Department) 24 ABD merkezli özel askeri kuruluşun 12’siyle 3.061 sözleşme imzalamıştır. Pentagon’un kayıtlarına göre, bu sözleşmelerin maliyeti 300 milyon dolardan fazladır. Söz konusu sözleşmelerin 2.700 tanesi iki şirketle yapılmıştır: Kellogg Brown
and Root ve Booz Allen Hamilton. Ancak, Pentagon çok sınırlı bilgi verdiği için, sözleşmelerin ne tür hizmetler için yapıldığı bilinmemektedir.

ABD, geleneksel olarak yabancı hükümetlere askeri eğitim hizmetlerini doğrudan vermektedir.
Ancak bu gelenek, 1975’de Vinnell Corp’un2, Suudi Arabistan Uusal Muhafızlarını3 petrol bölgelerini koruma amacıyla eğitmesi için 77 milyon dolarlık bir sözleşme imzalaması ile değişmiştir.
Bir ABD şirketinin, ilk kez bir yabancı hükümetle askeri hizmetler sağlamak üzere bağımsız bir sözleşme yapması, medyada ciddi bir tartışmayı başlatmıştır. O zamandan beri sözleşme yenilenmesine rağmen, artık pek fazla dikkat çekmemektedir. 1991, 1995 ve 2000’de yapılan sözleşmeler U.S. News ve World Development tarafından elde edilmiş, ICIJ tarafından ise incelenmiştir;
bu sözleşmelerin toplam değeri 500 milyon dolar civarındadır. Hizmetler, karşı istihbarat sağlama eğitimi, “kimyasal savunma” ve diğer operasyonel güvenlik alanlarındadır. Vinnell, sözleşmelerle ilgli bu yorumları reddetmiştir.

ABD hükümeti ve birçok özel askeri şirket arasındaki yakın bağlar, özel sektör ile hükümet arasındaki ilişkinin değişimini de gösterir niteliktedir. 1992’de, o zaman Savunma Bakanı olan Dick Cheney’in başkanlığını yaptığı Pentagon, Brown and Root’a, potansiyel savaş bölgelerinde özel şirketlerin Amerikan birliklerine nasıl yardımcı olabilecekleri konusunda bir rapor hazırlaması için 3.9 milyon dolar ödemiştir. 1992 yılında ise, aynı şirkete, raporu güncelleştirmesi için Pentagon 5 milyon dolar ödemiştir. Brown and Root (bugün ismi Kellogg Brown and Root’tur) şu an Başkan Yardımcısı olan Cheney’in 1995-1999 yılları arasında CEO’su olduğu Halliburton Corporation’un
bir yan kuruluşudur ve özel askeri bir şirkettir. Brown and Root’la, ayrıca 1995-1997 yılları arasında Balkanlarda lojistik destek sağlamak üzere bir sözleşme yapılmıştır.4 Bu sözleşme gereği beş yıl üzerinden 2.2 milyon dolar ödenmiştir (ICIJ, 2002: 2-3).

Brown and Root’u bir çok bölgede görmek mümkündür: Afganistan’daki Bargam Üssü, Özbkistan’daki Khnabad Üssü ve Küba’daki Guantanamo Üssü bu şirket tarafından yapılmıştır. 1987’den itibaren Türkiye’deki Amerikan üslerinin bakım ve işletmesini Vinnell Corp. ile birlikte bu şirket yerine getirmektedir (Dündar, 22 Şubat 2003, Milliyet).

Hulliburton Energy Services, enerji ve petrol endüstrisi içinde yer alan çokuluslu bir şirkettir.
Bunun yanında diğer alanlarda faaliyet gösteren birçok yan kuruluşu vardır. 1990’ların başlarında şirket, federal ticaret yasağını çiğneyerek Irak ve Libya’ya, petrol teçhizatı satmıştır. Ayrıca, Libya’ya altı nötron jeneratörü yollamıştır. 

Bunlardan dolayı suçlu bulunmuş, 2.61 milyon dolar para cezasına çarptırılmıştır 

(http://www.wikipedia.org/wiki/Halliburton).

2 MPRI gibi, merkezi Virjinya’da olan ve Vietnam Savaşı’nda, Güney Vietnam’daki ABD üslerini inşa eden Vinnell Corporation, ABD’de
savunma sanayindeki ikinci büyük şirket olan Northrop Grumman Cop.’un bir yan kuruluşudur. Vinnell ve diğer önemli bir özel askeri şirket olan Brown&Root, 1998’den 2002 yılına kadar yaklaşık 200 milyon dolarlık 6 sözleşmeye ortaklaşa imza atmışlardır. Vinnell, Suudi Arabistan dışında, Mısır, Umman ve Türkiye’de çalışmıştır. 
( www.publicintegrity.org/wow/bio.aspx?act=pro&ddIC=64)

3 Orta Doğu bölgesinde, Suudi Arabistan bu endüstriden en fazla yararlanan ülkedir (Singer 2: 2) Bu ülkede çalışan diğer Amerikalı özel güvenlik şirketleri şunlardır: Booz-Allen and Hamilton, Science Applications International Corp (SAIC) ve O’Gara Protective Services. Bu son şirket doğrudan Suudi kraliyet ailesinin güvenliğini sağlamak için Savunma Bakanlığı tarafından kiralanmıştır (Sheppard, 1999).

4 1992’den itibaren ABD’nin dış operasyonlardaki lojistiğini Brown and Root şirketi sağlamaktadır.


Özel askeri şirketlerin yerine getirdiği işlevlerden biri de, ulusal orduların sınırlandığı ya da yasaklandığı bölgelere, güçlü devletler adına kolaylıkla sızabilmeleri. Bu durumun en tipik örneği Kolombiya. Kongre, bu ülkedeki Amerikan askeri birliklerinin sayısını (yaklaşık olarak 400 asker)
ve yerine getirecekleri işleri sınırlamıştı. Bunun üzerine, Kolombiya yedi farklı özel askeri şirketin iç savaşta rol oynadığı ve değişik işleri yaptıkları bir bölge haline gelmiştir. Bunların büyük bir kısım Amerikan hükümetiyle birlikte çalışmıştır ve hükümetin yapamadığı birçok rolü yüklenmiştir.
Amerikan askerleri yalnızca, uyuşturucu ticaretiyle mücadelede yer alırken, özel askeri şirketler iç savaşta Kolombiyalı askeri birimlerle birlikte hareket etmişlerdir. Bunun yanında çokuluslu petrol şirketleri yararına çalışan özel askeri şirketler de olmuştur (Singer, 2003: 7-8)
1998 yılında British Petroleum, Colombiya’da yerel paramiliter güçlerle birlikte hareket eden Defence Systems Ltd’in yan kuruluşu tarafından yürütülen güvenlik operasyonu hakkında bir iç soruşturma yürütmeye zorlanmıştır ve güvenlik şefini işten atmak durumunda kalmıştır.
Uluslararası alanda özel askeri şirketler konusunda en iyi uzmanlardan biri olan, 1995’ten 1996’ya kadarki dönemde Liberya ve Ruanda’da BM İnsani Sorunlar Bölümü’nün (UN Departmen of Humanitarian Affairs) danışmanlığını yapan David Shearer’a göre, özel askeri güçlerin gelişimini ve müdahilliğini önlemek için alınacak yasal önlemlerin etkili olması oldukça zor. Shearer’e göre, bu şirketler çok çabuk bir biçimde kuruluyor, kapıtılıyor ve başka bir alana kaydırılabiliyor.
Örnek olarak ise, önemsiz ölçüde de olsa odağını kaydıran ve ticaret yapmayı bırakan EO’ı gösteriyor.
Ancak daha önce EO’da yer alanlar şimdi Sierra Leone’de benzer başka işlerde çalışıyorlar.


II. Özelleşmiş Savaşın Doruk Noktası : Irak


ABD’nin İkinci Dünya Savaşı’ndan 1968’e kadarki dönemde Vietnam’daki varlığını belgeleyen gizli kayıtlar 1971’de New York Times’da yayınlandığında, Hannah Arendt (1972: 4-5), siyasetin “gizlilik”, “aldatma” ve yalan” üzerine kurulu yönünün nasıl açığa çıktığından söz ediyordu.
Bugün bu, sadece siyaset felsefecilerinin, uzmanların fark edeceği bir gerçek olmaktan çıktı. Irak Savaşı’nda, “şiddet ve dehşet operasyonu” adı altında yağdırılan binlerce bombanın, “özgürlük ve demokrasi” adına insanların başına düştüğüne kimse kolay kolay inanmıyor.5 Bu savaşta ve savaş sonrası “yeniden yapılanma” sürecinde pay kapmak için bekleyen iştahı kabarmış dev şirketlerin
bulunduğunu hemen hemen herkes biliyor.

ABD liderliğindeki koalisyon güçlerinin, en ince kurallarla bezenmiş uluslararası hukuku ellerinin tersiyle iterek gerçekleştirdiği müdahale, BM Genel Sekreteri Kofi Annan’ın Eylül ayındaki BM toplantısında belirttiği gibi, Amerika’nın “önleyici vuruş doktrini” ile birlikte uluslararası sistemi “orman kanunları”nın hakim olduğu bir arenaya döndürdü6 (Cumhuriyet, 15 Eylül 2003, s.9).
Ancak, bununla kalmadı, Irak’ta “hızlı bir savaş”ın ardından uzun ve “kanlı bir barış” dönemine girildi.

Önce, geçen yıl Ağustos sonlarında BM’nin binasına yapılan saldırı ve BM Irak temsilcisinin ölmesi; ardından, Necef’de gerçekleşen ve gerçekleştiği zaman Ortadoğu’da “son yirmi yılın en kanlı saldırısı” olarak nitelenen olayda Şii lider Bâkir El Hakim’in öldürülmesi ve 82 kişinin yaşamını yitirmesi ve yine işgalcilerin “Sunni Üçgeni” olarak adlandırdıkları bölgede yer alan Felluce’de 30 Mart’ta başlayan direnişin ardından Necef’te Şiilerin ayaklanmasıyla devam eden çatışmalar.
Bu çatışmalarda şimdiden 700 Iraklı’nın 70 işgalci askerin öldüğü bildiriliyor. Diğer yandan, ABD ordusunun sivil Irak halkına yönelik saldırıları, evlere düzenlenen baskınlar ve tutuklamalar, Irak halkı için savaş ve korku dolu günlerin bitmediğini gösteriyor. 
Benzer bir durum ABD askerleri içinde geçerli. 


5 ABD ve İngiltere Irak’a düzenlenen saldırının temel gerekçesi olarak, Irak’taki kitle imha silahlarını göstermişlerdi. İngiltere’de Dr. David Kelly olayında açığa çıktığı gibi, İngiliz istihbarat örgütünün işgalden önce, Irak’ın nükleer kapasitesi hakkında hazırladığı rapor hükümet tarafından abartılarak basına yansıtılmıştı.. Silahlarla ilgili başka bir yalan da bizzat ABD’nin yaptırdığı bir araştırma sonucu ortaya çıktı. Eski BM silah denetçisi David Kay’in başkanlığındaki bir araştırma ekibinin, 4 ay boyunca Irak’ın şüpheli yerlerinde sürdürdükleri araştırmalar ve Iraklı bilim adamları ile ülkenin nükleer, biyolojik ve kimyasal silah programı hakkında yapılan görüşmeler sonucunda hazırladıkları raporda, Bush’un Irak’a girmek için en temel neden olarak sunduğu konvensiyonel olmayan silahların varlığına rastlanmadığı belirtildi (Douglas ve Miller, 25 Eylül 2003, New York Times).

6 Oysa BM Güvenlik Konseyi’nin Ağustos ortasında aldığı bir karar ile, ABD’nin Irak’ta oluşturduğu geçici yönetimi tanınıyordu. Karar tasarısı ABD tarafından hazırlanmıştı (Hürriyet, 15 Ağustos, 2003). Suriye’nin çekimser kaldığı oylama sonucu alınan karar, Irak’ta 13 Temmuz 2003’te oluşturulan ve ABD’nin güdümündeki Geçici Koalisyon Yönetimi’nin uluslararası alanda tanınmasının; başka bir deyişle işgalin meşru görülmesinin tesciliydi.



ABD’nin Irak işgali sonrasında kaybettiği asker sayısı, işgal sırasında kaybettiklerinin sayısı çoktan geçmiş durumda. Şimdi ABD ordusunun tıpkı Vietnam’da olduğu gibi bir “batağa” saplandığı belirtiliyor. ABD askerleri savaşa girmelerinin nedenlerini sorguluyorlar. Her an bir saldırıyla karşı karşıya oldukları düşüncesi, onları, Irak halkına yönelik bir şiddete savuruyor. ABD,
Irak’taki askeri birliklerinin sayısını arttırmayı hedefliyor; ancak bu istek Kongre’de ve Amerikan kamuoyunda ciddi bir muhalefetle karşılaşacağa benziyor.

Saddam’ın düşürülmesinden sonra, Irak’ta yeniden yapılanmanın işaretlerine de rastlanmıyor.
Temiz su, elektrik ve telefon hala halkın çoğu için erişilmez durumda. Washington çoktan Irak’ın yeniden yapılanma maliyetini paylaşmak için uluslararası yardım arayışı içine girmiş durumda. Irak’taki üst düzey bir Amerika’lı yetkiliye göre, yağmalamalar ve sabotajlar, Irak’taki
yeniden yapılanmanın maliyetini iki katına çıkardı. Irak’ın yönetimine Amerika tarafından atanan Paul Bremer ise, Temmuz ayı içinde yaptığı bir açıklamada, ülkeyi yeniden inşa etmenin üç yıl alacağını ve maliyetinin 100 milyar doları bulacağını belirtmişti. Ancak, askeri ve yeniden yapılanma maliyetinin Amerikalı vergi mükelleflerine 600 milyar dolara mal olacağını belirten başka araştırmalar da mevcut (Thornton ve Gumbel, 22 Eylül 2003, Independent; Sparshott, 2 Haziran 2003, The Washington Times).

Bir yandan Amerikan yönetimi maliyet hesapları yaparken diğer yandan da siyasal bağlantıları olan uluslararası şirketler Irak’taki “altın fırsat”ı değerlendirmeye çalışıyor. Bechtel ve Halliburton gibi, Bush yönetimine yakın Amerikan firmalarıyla şimdiden büyük yeniden yapılanma sözleşmeleri imzalanmış durumda. Bu firmalar, kapalı kapılar ardında seçiliyor; başka firmalar için rekabet şansı zaten bulunmuyor. (Thornton ve Gumbel, 2003).

Irak’ta güvenlik ve yeniden yapılanma konusundaki başarısızlık, ABD’nin uluslararası yardıma ve BM’nin desteğine duyduğu ihtiyacı dile getirmesi ile sınırlı kalmadı. ABD savaş sırasında özel askeri şirketlerden yararlanmıştı. Savaş sonrasında da güvenliğin sağlaması için bu şirketlere Irak’ı açmaya başladı. Özel askeri şirketlerle ABD arasında gerçekleşen işbirliğine geçmeden önce Pentagon tarafından hazırlatılan ve 2003’ün Temmuz ayında basına yansıyan rapordan söz
etmek gerekiyor. Bu rapor, Washington’da kurulmuş bir “think-thank” olan Center for Strategic and International Studies’in örgütlediği bir uzman grup tarafından hazırlandı. Bu merkezin başkanı olan John Hamre, aynı zamanda raporu hazırlayan uzman grubun da başkanlığını yaptı.
Pentogon’un raporu hazırlatmaktaki amacı, Irak’taki güvenliğin ve yeniden yapılanma operasyonlarının bir değerlendirmesinin yapılması ve öneriler geliştirilmesiydi. Bir yandan ABD güçlerine karşı artan gerilla atakları, diğer yandan Bush yönetiminin savaş sonrası Irak için çok yetersiz bir planlama yapmış olmasından dolayı Demokratlar tarafından eleştirilmesi üzerine, Rapor’un bir çıkış noktası olabileceği düşüncesi, herhalde ABD’nin askeri yetkililileri tarafından düşünülmüş olmalı. Ancak, Rapor’un dünya kamuoyunda birden “patlayan” değerlendirmeleri, ABD’nin içini rahatlatmaktan çok, kendisiyle hesaplaşmasını hızlandıracak nitelikteydi. Çünkü, Rapor, savaş sonrasında koalisyon güçlerinin ve yeni yönetimin başarı sağlama olanağının ortadan kalktığını ve ABD ordusu ile sivil yönetimin acil bir eylem planının gerçekleştirmesinin şart olduğunu belirtiyordu.
Rapor’a göre, Geçici Hükümet Konseyi, halktan tamamen soyutlanmış ve kaynakları yetersiz bir durumdaydı. Bu yüzden de ABD görevlilerinin bir an önce Irak’ın yeniden yapılandırılması sürecini uluslararasılaştırması, özellikle “ülkede Anti-Amerikancılığın hızla yükselişini göz önünde bulundurarak bunu acilen yerine getirmesi” gerekiyordu (Loeb, 18.07.2003, Washington Post).
Artık herkes tarafından kabul edildiği gibi, Rapor’da da Irak’taki en önemli sorunun güvenlik olduğu belirtiliyordu. Ancak, Ropor’da güvenlik sorununu çözmek için geliştirilen öneriler ve ardından Pentagon yetkililerinin yaptığı açıklamalar, Irak’ın geleceği açısından önemli bir süreci başlattı. 

Tıpkı Irak ekonomisinin özelleştirilmesi, ABD’nin güçlü uluslararası şirketlerine açılması gibi, güvenlik sorununun çözümü de özel askeri şirketlere bırakılıyordu.

Rapor’un basına verilmesiyle birlikte Amerika’daki askeri yetkilililerin yaptıkları açıklamalara göre, Pentagon, hükümet binalarını, petrol borularını ve diğer önemli yerleşimleri koruması içen özel bir Iraklı güvenlik gücünün eğitilmesini planlıyordu. Yeni güç, Amerikalı askerlerin bulunduğu 2000 yerleşime getirilecek; Amerikalı askerler bu bölgelerden çekileceklerdi. Bu sürecin, 150 bin
askerinin bulunmasına karşın sıkıntı içinde bulunan Amerikan ordusunun yükünü azaltacağı vurgulanıyordu.
Aynı zamanda Irak halkı ile Amerikan askerleri arasındaki gerilimin bu yolla yumuşatılması hedefleniyordu. Planın bir diğer amacı ise, ABD tarafından lağvedilen Irak ordusunun eski askerlerine iş sağlanmasıydı.

Askeri yetkililer, Iraklı güçlerin eğitim maliyetinin ABD’deki vergi mükelleflerinden sağlanacağını;

Iraklı muhafızların maaşlarını ABD’nin ödeyeceğini, ayrıca Irak’taki petrol gelirlerinden ayrılacak fonların da kullanılacağının belirtmişlerdi.Önerilen güç, Pentagon’un en üst düzeyinde gerçekleşen tartışmalara göre, yeni Irak ordusundan ve Irak polisinden ayrı olacaktı (Jehl, 17 Temmuz 2003, New York Times).

Belirlenen amaçlar çerevesinde Iraklılardan oluşan yeni bir gücün eğitimi için ABD’nin tanınmış özel güvenlik danışmanlık şirketi Kroll ile görüşmeler yapıldığı haberleri de basında yer aldı. Kroll7 yetkilileri, Bağdat’taki Geçici Kolisyon Yönetimi yetkilileri ile “beyin fırtınası oturumu”na katıldıklarını ve özel bir Iraklı güvenlik gücünün kurulmasında nasıl bir rol alabileceklerini görüştüklerini
belirttiler.


7 Kroll, New York’ta kurulmuş bir şirket ve 1990’larda Saddam Hüseyin’in Irak dışındaki mal varlığını araştırmakla görevlendirilmiş. Bu araştırma Kuveyt hükümeti için, Kuveyt’in 1991’deki Körfez Savaşı’nda uğradığı zararı tazmininde gerekli olan miktarı saptama girişiminin bir parçası olarak gerçekleştirilmiş.


Yeni bir Irak ordusunun oluşturulmasını ve Irak polisinin yeniden canlandırılması sürecini elbette ki Amerika yönlendirdi. Geçen Haziran ayı içinde oluşturulan bir taslak plana göre, gelecek üç yıl içinde yeni Irak ordusunun 40 bin askerden oluşması; 12 bin askerin bir yıl içinde sağlanması planlandı (Jehl, 17 Temmuz 2003, New York Times) Bu plan doğrultusunda, ABD hükümeti, Haziran ayında yeni Irak ordusunu eğitmesi için Vinnell Corporation ile 48 milyon dolarlık
bir sözleşme imzaladı. (Godoy, 18 Kasım 2003, Inter Press Service) Uzun zamandır Suudi Arabistan’da varlık gösteren bu şirketin binası 13 Mayıs’ta El Kayde tarafından bombalandı ve 9 çalışanı öldü.

Vinnell’in Suudi Arabistan’daki bürosunun bombalanmasından sonra, şirketin Türkiye’deki varlığı da gündeme geldi. Vinnell’in, Brown and Root şirketiyle ortaklık kurmasıyla oluşan Vinnell- Brown and Root (VBR), Amerika’nın Türkiyedeki üslerinin bakım ve onarımından sorumlu olanbir şirket. U.S. Air Force Europe ve bu şirket arasındaki sözleşme 1991 yılında imzalanmış ve
hizmetleri karşılığı 118 milyon dolar ödenmesi kararlaştırılmış. Şirket ABD’nin İncirlik, Ankara ve İzmir’deki üslerinin, bakım, onarım ve korunmasında destek hizmet sağlıyor. Vinnell’in başkan yardımcısı ve genel müdürü olan Thomas Fintel, Türkiye’deki bu hizmetleri 1988’den beri sağladıklarını belirtiyor. (Vinnell, Brown & Root”,www.disinfopedia.org)

Ayrıca, “Ocak ayında ABD ordusu, KBR (Kellogg Brown and Root) şirketine Türkiye’de konuşlandırılması planlanan Amerikan askerlerine sağlanacak lojistik destek hizmetleri için 60 milyon dolar ayırdı. Ancak TBMM, Amerikan askerlerinin Türkiye’de konuşlandırılmasını kabul etmeyince KBR, 60 milyon dolardan oldu. Yani bu para harcanmadı” (Aşçıoğlu, 2003) Irak polis gücünü eğitmek üzere ise, Pentagon’un tercih ettiği şirketlerin başında gelen DynCorp’la onbinlerce dolarlık sözleşme yapıldı. Aynı şirketle Bosna polisini eğitmesi için de sözleşme
imzalanmıştı (Traynor, 10 Aralık 2003, The Guardian).

Kroll’la yapılan görüşmelerin nasıl bir aşamaya vardığını, bir karar alınıp alınmadığını bilmiyoruz.
Zaten bu görüşmeler, kapalı kapılar arkasında yapılıyor ve basına sızan haberler gelişmelerin küçük bir bölümünü yansıtıyor.

Irak’taki özel güvenlik güçlerinin kullanılmasına ilişkin önemli bir diğer gelişme, ABD yönetiminin, Kuzey Irak’taki Kerkük-Ceyhan boru hattının kimliği belirsiz kişiler tarafından vurulmasından sonra, Erinys adındaki şirketin, 6 bin 500 Iraklıyı, petrol boru hatlarını, rafinerileri, su ve elektrik sistemlerini korumak için eğitmek üzere getirileceğini açıklamasıydı.
Güney Afrikalı bir şirket olan Erinys ile 140 Irak petrol yerleşimi korunması için bir yıllık süre için 39.5 milyon dolarlık bir anlaşma Ekim ayından itibaren başlayacak. Bu şirketin, kendisine göre daha eski ve daha büyük rakiplerini bertaraf ederek bu sözleşmeyi imzaladığı belirtiliyor.

Ayrıca, inşaat şirketi Bechtel’e ve Halliburton’un şubesi olan Kellogg Brown and Root’a da kendi koruma hizmetlerini önerdiği biliniyor.

Erinys’in kendi yayınlarına göre, şirket, muhafızlık ve koruma hizmetleri sunuyor. Ancak, koalisyon güçlerinin Erinys ile ilişkisi şeffaf değil. Koalisyon’un şirketle yaptığı sözleşmenin 17 Temmuz tarihli “petrol güvenliği” talepnamesine (solicitation) dayandığı bilinmesine rağmen, bu talepnamenin detayları ve Erinys’e daha sonra yapılacak ödemeler Geçici Koalisyon Güçleri’nden
elde edilememiş durumda.

Yunan mitolojisine göre Erinys, üç tanrılı Hades ve Persophone’nin hizmetinde olan üç tanrıçanın ortak ismi ve yer altı dünyasını koruyor. Şimdi modern dünyada, şirketin merkezi büroları Johannesburg ve Dubai’de ve Mayıs ayında Bağdat’ta da bir büro açtı. Güney Afrika kaynaklı bir habere göre, Erinys Irak’ta bulunan “iki büyük uluslararası şirkete” güvenlik sağlıyor ve risk yönetimi
hizmetleri sunuyor (Vallette ve Chatterjee, 21 Eylül 2003).

Irak’taki özel güvenlik şirketlerinden başka örnekleri de sıralamak mümkün: Fairfax firmasının bir yan kuruluşu olan ve Bağdat havaalanını koruyan Custer Battlas. ABD güdümündeki işgal gücü Geçici Koalisyon Yönetimi’ne silahlı koruma sağlamak için sözleşme imzalanan ve “risk yönetimi” alanında çalışan İngiliz şirketi Global Risk (Borzou, 28 Eylül 2003).
Irak’ta devreye giren özel güvenlik şirketlerinin güvenlik muhafızı ya da paralı asker devşirme yöntemleri ise, dünyada bu alanda ne derece geniş ağlar oluştuğunu aydınlatır nitelikte. Eylül ayı içinde patlak veren skandallardan biri de, Fiji hükümetinin, kendi ordusunun askerlerinin paralı askerler olarak Irak’ta hizmet yapmalarına izin vermiş olmasıydı. Aslında bu Fiji ordusu için
yeni bir olay değildi. Ordunun yaklaşık 450 personeli, Londra’da kurulmuş olan özel bir şirkette güvenlik muhafızı olarak çalışmak için kiralanmışlardı. Bu askerlerin çoğunluğu Lübnan’da, BM arabulucuları olarak çalışmışlardı.

Irak’ta çalışacak olan ve uzmanlıklarını olası terörist hedefleri ve petrol alanlarını korumak için kullanan 500 Fiji’li askerlerin ise, bir İngiliz güvenlik şirketi olan Global Risk8 International tarafından kiralandıkları, daha sonra Geçici Koalisyon yönetiminin emrine girecekleri belirtiliyor.
Global Risk International aynı zamanda Paul Bremer’in koruyuculuğunu üstlenmiştir. (Traynor, 10 Aralık 2003; www.abc.net.au/, 11.09.2003)

Bağdat’taki güvenlik danışmanı ve Özel Güçler’in eski uzmanı Rex Wempen, “Irak’ın bir iç savaştan korunması için, savaş sonrası yeni bir Irak ordusunun oluşturulmasının gerekli olduğunu ve Savunma Bakanlığı’nın bu orduyu eğitmek için özel askeri güçlerden yararlanmayı düşündüğünü belirtiyor. Amerika’nın diğer ülkeleri, Irak’ta güvenliği sağlamak için asker göndermeye ikna
etmeye çalıştığı bu süreçte, özel askeri şirketlerin Amerikan ordusu üzerindeki yükü bir ölçüde kaldırabileceği düşünülüyor. Aslında özel şirketlerin tercih edilmesi sadece, Amerika’nın maliyeti azaltmak planının bir parçası değil. Wempen’in üzerinde durduğu gibi, özel askeri şirketlerle yapılan
sözleşmeler maliyeti azaltmayabilir hatta artırabilir. Ancak, Wempen’e göre, siyasal olarak, bunun maliyeti daha az olacaktır.

8 Global Risk ayrıca 100 eski İngiliz askerini, 500 eski Nepalli Ghurkası istihdam ediyor. Böylece, bu şirket Koalisyon içinde altıncı büyük
birliğe sahip (Singer, 2004).

Kongre ve Bush yönetimi, Felluce’de başlayan ve gittikçe yayılan ayaklanmaya rağmen, Amerikan askerlerinin sayısının arttırılması konusunda isteksiz. Kuşkusuz, bu tercih, genellikle eski askeri personelden oluşan özel şirketlerin Irak’taki rolünü gözle görülür bir biçimde artırıyor.
Felluce’de dört özel güvenlik görevlesinin öldürülmesinden sonra, özel askeri şirketlerin kullanılmasına karşı çıkan bir Pentagon yetkilisi, Amerikan halkının öldürülen özel askerlere karşı ilgisiz olduğunu belirtiyor (Duffy, 2004) Bu değerlendirme, “siyasal maliyeti” düşük tutma amacını açıklar nitelikte.

Amerikan kamuoyunun ilgisi uyanmamış bile olsa, Felluce’de ölen özel güvenlik görevlileri, basının ve güvenlik uzmanlarının ilgisini savaşın özelleşmesi ve özel askeri şirketlerin varlığına yeniden çekti. Irak savaşında, özel güvenlik endüstrisindeki “patlama”dan söz eden basında, bu kez özel güvenlik sorununu ele alan haber ve yazılarda bir “patlama” oldu. Kuşkusuz dikkatler öldürülen görevlilerin çalıştığı şirkete yöneldi: Blackwater. Blackwater, merkezi Moyock, N.C.’de olan bir ABD güvenlik şirketi. Diğer güvenlik şirketlerinin kurucularının niteliğine uygun bir şekilde, bu şirket de eski bir donanma mensubu tarafından 1996 yılında kurulmuş. Bu tarihten itibaren şirket 50 bin askeri ve polisi eğitmiş. Şirkette çalışan en “parlak” elemanların ayda 15 bin dolar kadar kazandığı söyleniyor. Pinochet’nin diktatörlüğü döneminde eğitilmiş 60 eski Şili’li askerin bu şirkette istihdam edildiği belirtiliyor (Conachy, 3 Mayıs 2004)
Blackwater, Irak’taki her kiralık asker için müşterilerinden 1.500’den 2000 dolara kadar bir ücret istiyor. Sözleşmeli güvenlik görevlileri oldukça “konforlu” bir yaşam sürüyorlar; genellikle Sheraton ya da Filistin otellerinde kalıyorlar. Amerikan ordusundan bir görevli, bu kişilerin bir tür “altkültür” yarattıklarından söz ediyor.

Blackwater, Irak’ta ne yapıyordu? Felluca şehrinde öldürülen dört Blackwater personelinin orada ne aradığı sorusuna yanıt verilemediği gibi, Blackwater’in Irak’taki “misyonu”ile ilgili de Pentagon dahil kimse açık bir şey söylemedi. Bazı görevliler, bu şirketin yiyecek konvoylarına eskortluk yaptığından söz ediyor. Kimileri ise, bu şirketin özellikle savaş bölgelerinde, askeri eğitime yönelik çalıştığını söylüyor (Duffy, 2004).

Blackwater şirketinin “sır” dolu konumu bir yana, bu olay Irak’taki özel güvenlik şirketleri hakkında dudak uçuklatan rakamların basına yansımasını sağladı. Irak’ta şu an dünyanın birçok bölgesinden 35 özel askeri şirketin istihdam ettiği yaklaşık 15 bin özel güvenlik görevlisi bulunuyor (Rubin ve Schrade, 2004; Singer, 2004).

Taraflar arasında yapılan anlaşmalar ve yapılacak işlerin büyük bir kısmı, gizli bilgiler niteliğinde olduğundan hala pek çoğu bilinmiyor. Irak’taki Batılı güvenlik yetkililerinin belirttiklerine göre, Kolombiya örneğinde olduğu gibi, şirketler çatışma operasyonlarına girmeyecekler. Şirketlerin çoğunluğu belli yerleşim yerlerini koruyacaklar. Daha önce Irak’ta görev yapan ve isminin bilinmesini
istemeyen Amerikalı askeri bir yetkilinin belirttiğine göre, “CIA, Irak’taki operasyonlarda yer almak üzere, eski askerleri topluyor”.

Irak’taki Geçici Koalisyon Yönetimi, özel askeri şirketlerle ilgili bilgi istemini reddediyor. Buna rağmen, düzinelerce özel asker -bunların çoğunluğunu eski Amerikalı ve İngiliz askerler oluşturuyor - Irak’ta çeşitli operasyonlara katılıyorlar. Koalisyon güçleri, bilgi vermedikleri gibi, eğitilen Irak askerlerinin kendi yönetimlerinde eğitildikleri gibi bir izlenim de vermek istiyor. Özel askeri
şirketlerden Vinnell’deki bir görevli, Koalisyon güçlerinin, özel askerler tarafından gerçekleştirilen operasyonları da kendi operasyonları gibi göstermek isteyeceğini belirtiyor (Borzou, 2003).
Aslında Irak’ta yürürlükte olan tek kanun “kanunsuzluk” olduğu için, kimden hangi nedenden dolayı hesap sorulacağı hiç belli değil. Hesap sorabilen tek güç, “güçlü olan aynı zamanda haklıdır” düşüncesine uygun bir konum sergileyen Amerikan askeri güçleri ve yine Amerika’nın güdümündeki Koalisyon güçleri.

Koalisyonun ve ABD’li askeri yetkililerin belirttiklerine göre, sözleşme yapılan şirketler, ordulara göre daha esnekler ve bazı işleri daha çabuk olarak yerine getiriyorlar. Ancak, özel güvenlik şirketlerinin insan hakları ihlalleriyle dolu, kanlı bir geçmişinin olduğu pek hatırlanmak istenmiyor.9 

Irak’ta Ebu Garib hapishanesindeki işkence skandalı, özel şirket görevlilerinin insan hakları ihlallerinden sorumlu tutulamadıklarını ve “hesap verme” durumunda olmadıklarını bir kez daha gösterdi. Hapishanede sorgulamayı üstlenen 37 kişiden 27’si ABD ordusuna mensub değil.
Bu kişiler, bir ABD şirketi olan, Virjinya’da kurulmuş CACI International’ın çalışanları. Sorgulama sırasında onlara yardım eden 22 çevirmen ise merkezi Californiya’da olan Titan Corp. tarafından istihdam edilmiştir. Bu görevlilerden üçü Iraklı tutuklulara işkence ve tecavüzden dolayı suçlanmaktadır
(Leigh, 17 Mayıs 2004, The Guardian; Conachy, 3 Mayıs 2004). Ancak, “sivil” oldukları için, ne askeri yasalara ne de Cenevre Anlaşması’na tabi değillerdir. Bu nedenle, yargılanmaları söz konusu olamamaktadır.

Tam da bu neden yüzünden koalisyondaki üst düzey askeri yetkililerden bazıları, Irak’ta özel görevlilerin kullanımının yaygınlaşmasına karşılar. Hem bu askerlerden Irak halkına yönelik şiddet eylemlerinin doğacağından ve bu eylemlerin Irak’taki tüm askerlere mal olacağından endişeliler hem de bu askerlerin yasal statülerinin ne olacağı sorusu kafaları meşgul ediyor. Örneğin,
halihazırdaki düzenlemeye göre, bir Amerikalı asker silahlı bir sivile ateş açabiliyor. Benzer bir durumdaki bir özel askerin konumu ne olacak sorusu dile getiriliyor. Bir asker olarak değerlendirilip aynı düzenlemeye tabi mi olacak yoksa bir sivil olarak mı görülecek?
Herhangi bir düzenleme olsun ya da olmasın, ABD’nin Irak’ı karanlık ilişkiler içinde kök salan ve büyüyen özel askeri şirketlerin kucağına atma niyeti seziliyor. Amerika kendisini en az zararla “Irak girdabı”ndan kurtarmayı planlıyor.


9 Örneğin, Gana’lı bir sivil toplum örgütü olan Wassa Association of Communities Affected by Mining hazırladığı bir raporla,  Ashanti altın madenlerini işleten Ashanti Gold’un güvenlik görevlilerinin, 1994 ve 2000 yılları arasında küçük ölçekli  madencilere yönelik işkence ve öldürme olaylarını gün ışığına çıkardı. Ayrıca, DSL ve Armor gibi özel güvenlik şirketlerinin,  Nijerya ve Angola’da, zengin petrol bölgelerinde çok uluslu şirketler için çalışırken, insan hakları ihlallerinden dolayı  suçlanmışlardı. (Vallette ve Chatterjee, 2003)


SONUÇ


BM Genel Sekreteri Kofi Annan, 1998’te Ruanda’daki iç savaş sırasında, “teröristleri mültecilerden ayırmak için” özel bir şirketi görevlendirmeyi düşündüğünü, ancak o zaman “dünyanın barışın özelleşmesine hazır olmadığı”nı söylemişti. (Fidler ve Catan, 24 Temmuz 2003, Financial Times) Bugün, dünyanın buna hazır bir hale geldiğini; ama barışın özelleşmesi şeklinde değil,
“savaşın özelleşmesi” şeklinde bunun gerçekleştiğini söyleyebiliriz. Irak Savaşı, güvenlik konusunda çalışan bir çok uzmana göre, “özelleşen savaş”ın en yüksek noktasını temsil ediyor. The Economist dergisi, bu savaşı “ilk özelleşmiş savaş” olarak adlandırdı (Singer, 2003).

Birleşmiş Milletler’in yıllık olarak yayımlanan ve 11 Eylül saldırısı ile Afganistan işgalinden sonra yazılmış olan, “Bölünmüş Bir Dünyada Demokrasiyi Derinleştirmek” başlıklı 2002 İnsani Kalkınma Raporu, “demokratik yönetişim” içine güvenlikle ilgili sorunların oturtulması ve güvenliğin gerek ulusal gerekse uluslararası siyasette hesap verebilirlik, hukuk devleti ya da uluslararası
hukuka uygunluk gibi kıstaslarla değerlendirilmesi gerektiği üzerinde durmaktaydı. “Demokratik bir yönetişimin”in temel öncelikleri arasında sayılan “güvenlik güçleri üzerinde demokratik bir kontrolün oluşturulması” alt başlığında, “dünya demokrasisinin” gelişmesinin önündeki en önemli
engellerden birisinin, “askeri, polisiye güçlerin ve istihbarat teşkilatların gücünün genişlemesi” olduğu belirtilerek, özellikle iki örnek üzerinde durulmaktadır: Birincisi, gelişmekte olan ülkelerin bir kısmında, “ulusal ordular” ın yönetimi ele geçirmesinin otoriter yönetimlere yol açması ve bunun kişisel güvenliği ortadan kaldırıcı bir ortam hazırlaması. İkincisi ise, savaş sonrası toplumlarda
silahlı güçlerin kontrol altında tutulmasının, bu toplumlarda barış sürecinin oluşturulmasında ve yeniden yapılanmanın sağlanmasında elzem olması (2002: 6-7).

İnsani kalkınma için önemi büyük olan kişisel güvenliğin ve kamusal düzenin sağlanması için, güvenlik güçlerinin demokratik bir kontrol altına alınmasının şart olduğu düşüncesi, Rapor’un güvenlikle ilgili bölümünü baştan aşağı kesen bir eksen olarak belirmektedir. Oysa, yazı boyunca belirtilmeye çalışıldığı gibi, böyle bir “demokratik kontrol”den tamamen uzak olan özel askeri şirketler için, başta BM olmak üzere gerek uluslararası kuruluşlar gerekse Batılı hükümetler
düzenleme yapmaya istekli değiller. Bu isteksizliğe, devletlerin, ve devlet dışı kuruluşların onları olabildiğince fazla kullanma istekliliği eşlik ediyor. Pentagon, özel askeri şirketler olmadan artık savaşa gitmediği gibi, öteden beri görünmek istemediği yerlere onları yolluyor. Üstelik, uluslararası sivil toplum örgütleri, BM ve çokuluslu şirketler güvenlik hizmetlerinin yanında destek hizmetleri
için de onları kullanıyor.

Özel askeri şirketler, uluslararası hukukta herhangi bir düzenlemeye tabi değiller. 
Ancak, bu, en azından onlara başvuranlar bakımından “meşru” olmadığı anlamına gelir mi? Özel askeri şirketlerin ya da genel olarak özel askeri endüstrinin yükselen bir güç olmasının, “devlet”le ilgili değişim süreci açısından ne gibi bir anlam taşıdığı bir başka tartışma konusu. Bazı yorumcular,
özel askeri şirketlerin gelişimini ulusal devletlerin “çöküşü”nün bir göstergesi olarak ele alabiliyor.
Fakat, bu üzerinde incelikle durulması gereken bir konu. Çünkü, özel askeri şirketlerin güçlü devletler, özellikle Amerikan hükümeti tarafından “ulusal” çıkarları doğrultusunda kullanıldığını bize gösteren çok açık kanıtlar var. 
Irak’taki özel askeri şirketlerin varlığı ve kullanımı buna kesin bir örnek oluşturuyor. 
Bu açıdan, “sömürgeciliğin yeni bir yüzü” olarak askeri şirketleri değerlendirecek çalışmalar daha elzem ve önemli görünüyor.


KAYNAKLAR

ARENDT, Hannah (1972) “Lying in Politics”, The Crisis of the Republic, New York: Harvest.

AŞÇIOĞLU, Mustafa (3 Temmuz 2003) (www.ntvmsnbc.com/news/222970.asp#BODY)

BORZOU, Daragahi (28 Eylül 2003) “In Iraq, Private Contractors Lighten Load on U.S. Troops, (www.post-gazette.com/pg/03271/226368.stm).

CONACHY, James (3 Mayıs 2004) “Private Military Companies in Iraq: Profiting from
Colonialism”, (www.wsws.org/articles/2004/may2004/pmcs-m03.shtml).

CONESA, Pierre (15 Nisan-15 Mayıs 2003) “Devlet Dışı Gruplar Nezdinde Özelleştirilmiş Savaş”, Le Monde Diplomatique, Türkiye, s.21-25.

DUFFY, Michael (12 Nisan 2004) “When Private Armies Take to the Front Lines” TIME, Vol.163., No.15.

DÜNDAR, Can (22 Şubat 2003) “Tiranlarım, Susanlarım ve Ben”, Milliyet.

FIDLER, Stephen ve CATAN, Thomas (24 Temmuz 2003) “With Armed Forces Stretched, Governments Face Hard Lobbying”,  Financial Times.

GILLIGAN, Andrew (22 Kasım 1998) “Inside Lt. Col. Spicer’s New Model Army” Sunday Telgraph.

GODOY, Julio (18 Kasım 2003) “Dogs of War Take Suits” Inter Press Service.

HOBSBAWN, Eric (2000) “War and Peace”, The New Century, Londra: Abacus, s.7-31.

JACKSON, Paul (2002) “War is Much Too Serious a Thing to be Left to Military Men’: Private Military Companies, Combat and Regulation”, Civil War, Vol.5, No.4, ss.30- 55.

JEHL, Douglas ve MILLER, Judith (25 Eylül 2003) “Draft Report Said to No Succsess in Iraq Arms Hunt”, New York Times.

JEHL, Douglas (17 Temmuz 2003) “U.S. Considers Private Iraqi Force to Guard Sites”, New York Times.

KHAN, Mafruza (30 Aralık 2002) “Business on the Battlefield: The Role of Private Military Companies”, (www.corp-research.org/dec02.htm).

KEEGAN, John (13 Mayıs 1998) “Private Armies Are a Far Cry from the Sixties Dogs of War”, Electronic Telegraph, (www.telegraph.co.uk).

LEIGH, David (17 Mayıs 2004) “Who Commands the Private Soldiers” The Guardian.

LOEB, Vernon (18.07.2003) “Postwar Window Closing in Iraq, Study Says”, Washington Post.

MANDEL, Robert (14-18 Mart 2000), “The Privatization of Security”, International Students Association, 41th Annual Convention, Los Angeles, CA (www.ciaonet.org/isa/mar01).

RUBİN, Alissa J. ve SCHRADE, Esther ( 4 Mart 2004) “Security Forces Face a Dangerous Time in Iraq”, Los Angeles Time.

SHAWCROSS, William (10 Mayıs 2000) “Send in the Mercenaries if Our Troops Won’t Fight”, The Guardian.

SHEPPARD, Simon (1999) “Soldiers for Hire (Private Military Corporations), Contemporary Review (www.findarticles.com).

SINGER, Peter W. (2001/2002) “Corporate Warriors: The Rise and Ramifications of the Privatized Military Industry”, International Security, Vol.26, No.3.

SINGER, Peter W. (5 Nisan 2004) “The Dogs of War Go Corporate” (www.brookings.edu/views/op-ed/fellows/singer20040319.htm).

SINGER, Peter W. (9 Temmuz 2003) “Private Military Firms in Today’s Wars” (Terry Gross ile Yapılan Görüşme), Fresh Air. (www.globalresearch.ca. 24 Temmuz 2003).

SPARSHOTT, Jeffrey (2 Haziran 2003) “Iraq Reconstruction Costs Said to have Doubled”, The Washington Times.

TAULBEE, James Larry (2002) “The Privatization of Security: Modern Conflict,
Globalization and Weak States”, Civil Wars, Vol. 5, No.2, s.1-24.
The International Consortium of Investigation Journalists (2002) “Privatizing Combat, The New Order” The Center for Public Integrity, 
(www.publicintegrity.org/wow/bio.aspx?act=pro&ddIC=64)

THORNTON, Philip ve GUMBEL, Andrew (22 Eylül 2003) “America Puts Iraq Up For Sale”, The Independent.

TRAYNOR, Ian (10 Aralık 2003) “The Privatization of War”, The Guardian.

UK Government Green Paper (2002): Private Military Companies: Options For Regulation 2000-2001 (www.fco.gov.uk/Files/kfile/mercenaries,0.pdf)

UNDP (2002) Human Development Report 2002: Deepening Democracy in a Fragmented World,Oxford: Oxford University Press. VALLETTE, Jim ve CHATTERJEE, Prapat (21 Eylül 2003“Guarding the Oil Underworld in Iraq” CorpWatch,
 http://www.corpwatch.org/issues/PID.jsp?articleiol=8328.
www.abc.net.au/asiapacific/lacation/pacigic/GAPLocPacificStories-943905.htm.
“Fiji: Mercenary claim over soldiers hired as security gards for Iraq”, 11.09.2003.

Wikipedia (2003) “DynCorp”, (http://www.wikipedia.org/wiki/DynCorp).

Wikipedia (2003) “Halliburton”, (http://www.wikipedia.org/wiki/Halliburton).

Wikipedia (2004) “Vinnell, Brown & Root”, http://www.disinfopedia.org/wiki.phtml?title=VBR,June 30, 1999)



*********