28 Ocak 2012 Cumartesi

HÎLE-İ ŞER'İYYE

HÎLE-İ ŞER'İYYE

.Hîle, çözüm, çare, beceriklilik demektir. Çıkış yolu anlamına gelen mahrec ve çoğulu mehâric de hîlenin eş anlamlısı olarak kullanılır.
Hîle-i şer'iyye; amel ve tasarrufları şekil ve dış görünüş bakımından fıkha uygun düşürmek, İslâm'da yasak olan hususları görünüşte meşrû olarak yapabilmek için bulunan yollar, çâreler, çıkış noktaları demektir.
Karşılaşılan güçlüğü çözmeye çalışırken başvurulan muâmeleye "muâmele-i şer'iyye", bu işlem sonucu kazanç elde edilmişse, buna da "ribh-i şer'î" denir. Meşrû kâr demektir.
Hîle prensibi ilk Hanefî müctehidlerince İslâm hukukunu yürüyen hayatla uyumlu hâle getirmek, zarûret yoluyla haramların mübah sayılmasını azaltmak, insanların apaçık şer'î kaideleri çiğnemesini önlemek gibi güzel amaçlar için kullanılmış ve daha çok yemin, talâk (boşanma) gibi konularda uygulanmıştır. Ancak bu kaide zamanla çığırından çıkmış "kanuna karşı hile yapmak" şekline dönüşmüştür.
İmam Muhammed, muâmele-i şer'iyyeye "iyne" adını vermiştir. Bu yüzden iyne satışını açıklığa kavuşturmak hîle-i şer'iyyeyi anlamaya yardımcı olur. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: "Însanlar dinar ve dirhemlerin peşine düşer, iyne satışı yapar, hayvancılık yapar ve Allah yolunda cihadı terkederlerse, Allah onlara bir belâ indirir ve bu belâyı yeniden dinlerine dönünceye kadar da kaldırmaz" (Ebû Dâvud, Büyû', 54; Melâhim,10; Ahmed b. Hanbel, II, 42).
İyne satışı, ödünç para isteyen bir kimseye bir malını veresiye bir bedelle satmak, aynı malı daha az peşin bir bedelle geri almaktır.
Bu konudaki bir uygulama örneğini Ebu'l-âli'ye Hz.Âişe'den şöyle nakleder: "Zeyd b. Erkam (ö. 66/689)'ın ümmü veledi olan bir kadın O'na dedi ki: Ey mü'minlerin annesi, Zeyd'e veresiye sekizyüç dirheme bir köle sattım. Sonra onu ondan altıyüz dirheme peşin satın aldım. Hz. Aişe şöyle dedi: Ne kötü bir satım, ne kötü bir alım yaptın. Zeyd'e şunu bildir ki, eğer tevbe etmezse Rasûlullah (s.a.s) ile yaptığı cihadın sevabım kaybetmiş olur. Kadın dedi ki; "Satışı bozup, altı yüze geri alsan olmaz mı?" "tabii, kime Rabbinden bir öğüt gelir de faizden vazgeçerse, önceden verdiği kendinindir" (el-Bakara, 2/275) (Ahmet b. Hanbel, IV,180; el-Kâsâni, Bedâyiu's-Sanâyi', V, 198, 199; Vehbe ez-Zühaylî, el-Fıkhu'l-İslâmî ve Edilletühu, Dimaşk 1984, IV, 469).
Şâfiîler dışında İslâm hukukçularının büyük çoğunluğu iyne satışını geçersiz saymışlardır. Çünkü bu fâize götürür. Hanefîlerden Ebû Yusuf ise "iyne câizdir ve sevabı vardır. Sevabının olması haramdan kaçınmayı sağladığı içindir" (Kâdîhân, II, 244, 245) demiştir. İmam Muhammed ise, iyne satışını faizcilerin uydurduğunu ve bu akde kalben razı olamadığını söyler (İbnü'l-hümâm, Fethu'l-kadîr, V, 207, 208; İbn Âbidîn, a.g.e., IV, 244).
Muâmele-i Şer'iyyesiz alınacak bir kâr mutlaka haramdır. Fakat muâmele-i şer'iyye suretinde İmam Ebû Yusuf'a göre riba kalkar kâr câiz olur. Bu bir şer'î kurtuluş yoludur. Çünkü yetimin veya vakfın malını velî veya mütevellî bir kimseye kârsız (ribhsiz) karz olarak veremez, fâiz alması ise haramdır. O halde meşrû bir alım-satım akdi vasıtasiyle bunların menfaatleri sağlanmış olur. Artık bu muâmeleyi gayr-i meşrû bir hiyle olarak kabul etmek doğru değildir" (Ö. N. Bilmen, Istılahat-ı Fıkhıyye Kamusu, İstanbul 1969, V, 47-48). Ö. N.
Bilmen, diğer borçlar konusunda farklı sonuca ulaşır ve şöyle der:
"Ödünç para alanın üzerine, muâmele-i şer'iyye ile bir kâr (ribh) yüklemek sahih ise de, fakihlerin büyük çoğunluğuna göre kerâhetten uzak değildir. İbnü'l-Hümâm Fethu'l Kadîr'de şöyle der: Böyle bir işlemde kerâhet yoktur. Şu kadar var ki, bu tercihe şayan değildir. Çünkü bundan karz-ı hasen suretiyle yapılacak bir iyilikten yüz çevirme vardır (Ö. N. Bilmen, a.g.e., VI, 100, 101).Hanefilerde genel olarak muâmele-i şer'iyye faiz sayılmayarak câiz görülmüş, dolayısıyla uygulama bu şekilde olmuş, fetvalar ile hükümler bu yolda verilegelmiştir. Osmanlı sultanları hâkim ve müftîlerin, Hanefi mezhebinde sahih görülen görüşlerle hüküm ve fetvâ vermelerini emretmiştir (Ali Haydar, Dürarü'l-Hükkâm Şerhu Mecelleti'l-Ahkâm, IV, 696-700, İstanbul 1330). Bunun bir sonucu olarak Belh fakîhleri; "Zamanımızda iyne usulüne göre yapıları alış-veriş, çarşılarımızda yapılmakta olan alışverişlerden hayırlıdır" demişlerdir.
Ancak hîle-i şer'iyye açıkça veya gizlice fâizli işleme yol açmamalıdır. Mecelle'de de yer aldığı gibi "akitlerde itibar lafza değil mânâyadır". Diğer yandan, alacaklıya menfaat sağlayan borç akdinin, bütün mezheplerce fâiz sayılarak yasaklandığı görülür (Abdurrahman b. Süleyman (Damad) Mecmau'l Enhur, İstanbul 1301, II, 303). Bu yüzden yapılan akit gerçekçi olmalı, yapmacık olmamalıdır.
Amellerin niyetlere göre olduğu âyet ve mütevatir hadîslerle sâbittir. Bu hüküm amellerin âhiretteki durumu ile ilgili görülse bile, akitlerde tarafların gerçek niyet, maksat ve iradelerini araştırmaya bir engel yoktur. Meselâ, bir kimse ödünç olarak 1000 gram altın verip, yıl sonunda 1300 gram olarak geri alsa, bu işlem, bir İslâm ülkesinde fâiz sayılacaktır. Bunun yerine evini 1000 gr. altın karşılığında satıp, bir yıl sonra 1300 gr. altına geri alsa, bu bir alım satım muamelesi olur. 300 gr. fazlalık kârdır. Ancak alım-satım faizi gizlemek için yapılmışsa o zaman muvazaalı bir akit sözkonusu olur. Böyle bir durumda Ebû Hanîfe ve İmam Şâfiî'ye göre dışa karşı açıkça yapılan satım akdi geçerli sayılır. Meselâ; evi alan, artık bir yıl sonra tekrar geri satmaya zorlanamaz. İmam Ebû Yûsuf ve İmam Muhammed'e göre ise tarafların gerçek iradesi araştırılır. Gerçek irade satım akdi ise ona göre, fâiz alıp-vermek ise, buna göre işlem yapılır (el-Mavsılî, el-İhtiyar Li Ta'lîli'l-muhtâr, II, 21; ez-Zühaylî, el-Fıkhu'l-İslâmî, I, 171).
Kanun boşluklarından yararlanarak, kanuna karşı hîle yapmak isteyenler her devirde olmuştur. Hükümlerin amaçlarından ve özünden uzaklaşmamak için akitlerde gerçek iradeyi araştırmak veya Ebû Hanîfe'nin dediği gibi dış görünüşe (âhire) göre hükmetmek gerekir. Bu taktirde hîle-i şer'iyyelerin önüne geçilebilir veya bu konuda tarafların muvâzaalı akit değil de gerçek akitler yapması sağlanabilir.
Bize kadar ulaşan hîle ve mehâric kitapları daha çok Hanefi ve Şâfiîlere aittir.İmam Muhammed (ö.189/805)'in el-Hiyel ve'l Mehâric'ini el Hâkim eş-Şehîd özetlemiş, İmam Serahsî de bunu şerhetmiştir. el-Hiyel'in iki ayn rivâyeti Sahabe tarafından " el Mehâric fi-Hiyel" adıyle neşredilmiştir (Leipzig, 1930).
El-Hassâf, Alî b. Muhammed en-Nehaî ve Sad b. A es-Semerkandî gibi fakihlerin de müstakil "el Hiyel" kitapları vardır. Diğer bir takım fıkıh ve fetvâ kitaplarında da hiyel için fasıllar açılmıştır.
Şâfiîlerden Gazâlî ve İbn Ziyad gibi âlimler hiyele cephe almışlarsa da, İbn Hacer, Fetâvâ'sında bunlara karşı çıkmış ve uygulamayı hiyelin lehine çevirmiştir.Hîle-i şer'iyye usûlüne en büyük tepki Hanbelîlerden İbn Teymiyye (ö.728/1327) ile öğrencisi İbnü'l-Kayyim (ö. 751/1350)'den gelmiştir. İbn Teymiye'nin " Kıyamu'd Delîl alâ Butlânu't-Tahlîl", İbn Kayyim'in " Î'lâmü'l-muvakkıîn ve İgâsetü'l-Lehfân" isimli eserlerinde bu konu geniş olarak tartışılmış, "gaye ve çâre mübah ise hîle mübah, değilse hîle haramdır" sonucuna varılmıştır (İbn Teymiyye Mecmau'l-Fetâvâ, XXIX, 446; İbn Kayyim, İ'lâmü'l-Muvakkıîn, Mısır 1955, III,107-417, İgâsetü'l-Lehfân, Mısır 1310, s. 183-285; A. Emîn, Duha'l-İslâm, II, 190 vd.).

Hamdi DÖNDÜREN

http://www.enfal.de/kav12.htm
http://www.idealimforum.com/dini-haberleryorumlarbilgiler/15851-hile-i-seriyye.html#post30616


İdalimForum.Com

19 Aralık 2011 Pazartesi

” SERBEST KÜRSÜ.. BOŞUNA YAZILMAMIŞ YAZILAR ”

” SERBEST KÜRSÜ.. BOŞUNA YAZILMAMIŞ YAZILAR ” TÜRKİYE CUMHURİYETİNİN SON 40 YILINA AİT BİLĞİ BELGE VE DÖKÜMANLAR ‘I BULABİLİRSİNİZ..
http://www.idealimforum.com/.




"Gökler fırtına bulutlarıyla dolu.
Sendelemek, diz çökmek, yorulmak ve zayıf düşmek yok.
Kabına sığmaz insanlar olun; kazanmaktan başka bir şey düşünmeyin.
Kesin kararlı ve inançlı olarak yürüyün, bütün yüksekliklerin eğildiğini göreceksiniz. !"


OSMAN PAMUKOĞLU


İdalimForum.Com

5 Haziran 2011 Pazar

Hep Özlenen Lider Geliyor. Osman PAMUKOĞLU GELİYOR - HEPAR

Hep Özlenen Lider Geliyor. Osman PAMUKOĞLU GELİYOR - HEPAR





'OY'lar bölünmesin MASALI... UNUTMA! Ülke bu hale gelirken hep diğerler...

'OY'lar bölünmesin MASALI... UNUTMA! Ülke bu hale gelirken hep diğerleri vardı.





..

4 Haziran 2011 Cumartesi

Kaddafi sarkozy’e neden “aptal” dedi?

''SARKOZY '' Seçilebilmek için LİBYAYI Fınansör olarak Kullanmış

28 MART 2011




Libya lideri Muammer Kaddafi uluslararası koalisyonun başlattığı operasyon öncesinde yaptığı bir konuşmada Fransa ve Nicolas Sarkozy için çok ağır konuştu. Aynı şekilde Sarkozy de Muammer Kaddafi için çok sert sözler söyledi. İyi, ama neden? “Şimdi Fransa kafasını kaldırıyor ve Libya’ya saldırmak istiyor. Sarkozy sana söylüyorum, Aptal, sen Libya’ya saldırmak mı istiyorsun? Sana saldıran biziz hadi gel, gel hadi saldır bize”… Bu sözler Muammer Kaddafi’ye ait.



Muammer Kaddafi sukuneti ve muhakemesi ile meşhur olmamış bir devlet başkanı. Ama yine de kimse Kaddafi’den bu sözleri beklemiyordu. Aslında Seyfülislam Kaddafi- Muammer Kaddafi’nin oğlu- daha açıklayıcı bir demeç verdi. Seyfülislam Kaddafi Euronews’un “Rejime karşı savaş açanlar hakkında ne yapmayı düşünüyorsunuz?” sorusuna: “Sarkozy öncelikle, kendisine seçim kampanyası için verdiğimiz paraları bize geri ödemeli. Kampanyasını biz finanse ettik. Detaylar bizde mevcut ve her şeyi açıklamaya hazırız.



O ‘soytarı’dan yapmasını istediğimiz ilk şey, borcunu geri ödemesi. Libya halkına yardımcı olması için ona bu yardımda bulunduk. Ama o bizi hayal kırıklığına uğrattı. Paramızı bize geri versin. Bütün detaylar elimizde, banka hesapları, para aktarıldığını gösteren belgeler ve bunları çok yakında ortaya dökeceğiz.”cevabını verdi. Sarkozy’e “aptal” demek doğru bir tutum değil. “Soytarı” ifadesi de kesinlikle uygunsuz ve çok talihsiz bir tanımlama! Belki de Sarkozy gerçekten Kaddafi Ailesi’ni “hayal kırıklığına” uğratmıştır.



Ama bunun için “kampanya bağışlarını” geri ödemesi gerekir mi, bunu sadece hukuk uzmanları bilir… Nicolas Sarkozy Libya’da Şubat ayının ortalarında başlayan olaylarla ilgili olarak 24 Şubat’ta Avrupa Birliği ülkelerine çağrıda bulunarak Libya'ya karşı ekonomik yaptırımlar uygulanmasını istedi. Sarkozy daha sonra 10 Mart’ta parti üyeleriyle görüşmesinde, Libya'da hedefleri bombalama seçeneğini gündeme getirdi. Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy 11 Mart’ta da Libya'ya NATO müdahalesini hiçbir zaman desteklemediklerini söyledi. Sarkozy 12 Mart’ta Kaddafi’yi devirmeye çalışan isyancıları da resmen tanıdı ve Libya’nın “geçiş konseyinin dış politika yetkilisi” Mahmud Cibril ile 14 Mart’ta görüştü. 19 Mart’ta ise Libya’ya saldıran ilk ülke oldu.



Elbette -herkesin de tahmin ettiği gibi- Sarkozy’nin Libya konusunda bu derecede dinamik olmasının ve yoğun çaba içerisine girmesinin erdemlerden ve ilkelerden başka sebepleri de vardı. Sadece dört sene önce Muammer Albayı Elysee Sarayı’nın bahçesine kurduğu çadırında saygılarını sunmak için ziyaret eden Sarkozy’nin -Seyfülislam Kaddafi’nin açıklamasına göre- Kaddafi Ailesi’nden bağış kabul eden Sarkozy’nin bu noktaya gelmesinin çok önemli bir nedeni var. Elbette Sarkozy kendisini, Paris’i ve AB’yi “Arap, Berberi ve Bedevi diktatörlerin müttefiki” olarak göstermekten rahatsızlık duymuş olabilir. Elbette dünyanın merkez noktasında yer alan Elysee Sarayı bu yanlış anlamaları gidermek istemiş de olabilir.



Çünkü Libya’da isyancılar Kaddafi’nin kendilerine karşı kullandığı paslı hurda Mirage savaş uçaklarını ve onların modernizasyonunu kimin yaptığını sorgulayabilirler… Sarkozy’nin bundan sonra Elysee Sarayı’nın bahçesinden -en azından Kaddafi’ye ait- Bedevi çadırı görmek istememesinin dış politik nedenleri olduğu gibi -dilerseniz buna uluslararası ticaret de diyebiliriz- iç politik nedenleri de var. Kafkasya’da Rus-Gürcü Savaşı’nda ve benzer diplomatik sorunların olduğu bölgelerde daha önce de görüldüğü gibi “diplomatik krizlerin haşin yakışıklısı” Sarkozy enerjik ve dinamik hamleleri ile “sorun çözen adam” olmayı seviyor. Hiç değilse fotoğraf karelerinde olmak ve gelecekte hazırlanacak belgesellerde görünmek ilgisini çekiyor. Bazen Obama’dan daha Amerikalı, hatta Bush’tan daha Cumhuriyetçi bir çizgiyi benimsese de, AB içerisinde sıklıkla İngiliz-Alman dengesinde kendisine hareket serbestisi arasa da, nihayetinde o da iç politik kaygılarla hareket etmek zorunda.



Fransa’da cumhurbaşkanlığı seçimleri 2012’de yapılacak. Sarkozy’nin Paris’te belediye başkanlığı yaptığı dönemden bu yana kışkırttığı aşırı sağ kitle, ülkede Le Pen sempatisini artırdı. O nedenle Sarkozy “en Fransız” adaylara karşı “onlardan daha Fransız” tavırla yarışmak istiyor. Elbette her şey daha farklı olabilirdi. Eğer Kaddafi Temmuz 2007’de Sarkozy’nin “askeri ve nükleer işbirliği” teklifini hayata geçirseydi, Sarkozy bugün -tereddütsüz- farklı bir çizgide olacaktı. Fransız Yeşillerin önemli simalarından, Avrupalı parlamenter Noel Mamare katıldığı France 24 kanalında yaptığı konuşmada Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy’i Libya lideri Kaddafi’ye nükleer santral pazarlamakla suçladı. Kaddafi’nin nükleer güce sahip olması olasılığı yeterince tedirgin edici. Özellikle Kaddafi’nin düğmeye “çalışıp çalışmadığını anlamak için” dahi basma olasılığı düşünüldüğünde… Belki de isyancılar Sarkozy’ye Kaddafi’nin 2007’de esirgediği sözü vermiştir.



Belki de Fransız fabrikalarını çalıştıracak bir dizi sipariş formu imzalanmıştır. Fransa’da Sarkozy’i sevmeyenler internetteki tartışma sayfalarında “keşke Kaddafi’nin çadırı 2007’de Sarkozy’nin bahçesinde iken bombalansaydı. Bugün dünya daha huzurlu bir yer olurdu” diye yazıyorlar. Sarkozy Bingazi’deki isyancıları “Libya halkını temsil eden tek ve gerçek temsilci” ilan ederek resmen tanıdı, ama daha önce -2007’de- Libya’ya “deniz suyunun tuzdan arındırılması için kullanılmak üzere” nükleer enerji santrali kuracaktı. Hâlbuki deniz suyunun özelliği tuzlu olmasıdır! Bu arada Fransız-Alman EADS konsorsiyumunun MBDA adlı yan şirketi Libya’ya 300 milyon EUR tutarında anti tank füze sistemi “Milan”sattı. O dönemde Fransa Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Claude Gueant Le Figaro gazetesine verdiği demeçte “MBDA ile Libya arasında her zaman uzun ticari görüşmeler oldu. Biz hiç karışmadık” dedi. O dönemde Kaddafi’nin oğlu Seyfülislam Kaddafi Le Monde gazetesine verdiği çok önemli bir demeçte “Libya ve Fransa arasında bir silah satışı anlaşmasından” söz etmişti. Seyfülislam Kaddafi’ye göre bu anlaşmanın Libya’da ölüme mahkûm edilen beş Bulgar hemşire ve bir doktorun serbest bırakılması ile ilgisi vardı.



İnsan hayatı kurtarmak güzeldir, değerlidir ve erdemdir. Ama bunun karşılığında Kaddafi’nin eline Milan veya “deniz suyunun tuzunu arıtmak için nükleer güç” verilmesi garip bir ticaret veyahut hayat kurtarma girişimi… Bunları düşününce Seyfülislam Kaddafi’nin Sarkozy için neden “bizi hayal kırıklığına uğrattı” dediği daha iyi anlaşılıyor. Sarkozy Ağustos 2007’de Libya’yı ziyaret ettiğinde Fransız basınının bir bölümü “Sarkozy çiftinin Bulgar hemşireleri nasıl kurtardığını” heyecanla anlatıyordu. Ama hiç kimse bu rahatsız edici siyaset algısını, itici ticaret biçimini ve garip AB tercihini bir arada yorumlamıyordu. Muhtemelen Seyfülislam Kaddafi’nin Sarkozy için bugün hissettiği “hayal kırıklığını” o dönemde EADS, MBDA, Avrupa Komisyonu, Le Figaro, Le Monde ve saireler yaşamıyordu. ,,

Diplomatik Gözlem;  http://www.diplomatikgozlem.com/TR/belge/1-7475/kaddafi-sarkozye-neden-aptal-dedi.html

Kaddafi sarkozy’e neden “aptal” dedi? - İdalimForum.Com