30 Eylül 2014 Salı

STRATEJİ

STRATEJİ

11 Ağustos 2014   


YENİLGİYİ DÜŞMANIN GÜCÜ DEĞİL, SİZİN HATALARINIZ GETİRİR.

Strateji (Stratagos) Yunanca bir sözcük olup, “Savaş ve generallik sanatı” demektir. Stratejinin mükemmelliği üç temel dayanağı olan zamanı, gücü ve mekanı; önce çok iyi hesaplamak, sonra çok iyi planlamak, en nihayetinde de, çok iyi uygulamaktan geçer..

Savaş dahil, mücadelenin tipi ve tarzı ne olursa olsun, eğer stratejide hata yaparsanız taktik alanda bir seri başarılar kazansanız bile sonuç da kaybedersiniz. Bu ilke bir doğa yasası gibidir, insanoğlunun beş bin yıllık yazılı tarihinde bir kez bile tersine rastlandığı görülmemiştir..

2500 yıl önce Çinli general ve filozof Sun Tzu’nun kaleme aldığı Savaş Sanatı adlı kitapta yer alan: “Ne düşmanınızı ne de kendinizi tanımıyorsanız, her savaşı kaybedersiniz.” “ Zafer istiyorsanız çok hesap yapın. Az hesap yaparsanız yenilirsiniz. Bunu bildiğim için, kimin kazanacağını, kimin kaybedeceğini önceden söyleyebilirim.” ve “Örgütünü en küçüğünden en büyüğüne, bütün unsurlarıyla şevkle savaştıramayan kazanamaz.”

Cumhurbaşkanlığı seçimleri daha henüz başlamadan iki ayrı TV programında ve aralıklarla kaleme aldığım üç ayrı makalede (Halen parti sitesinde mevcut) seçimlere böyle girilirse mağlup olunacağını yazdım. “Benim oğlum bina okur, döner döner yine okur.” kafasıyla gidildiği için, işte sonuç ortada..

Bahaneler, mazeretler ve sebep aramaların tümü, stratejik gafilliği ört bas etme çaresizliğinden başka bir şey değildir.. Dünya tarihinde hangi savaşta ve hangi mücadelede, askerler gelmedi, firar ettiler, dövüşme azimleri yoktu, o nedenle de yenildik diyen bir tek savaş önderi görülmüş mü? Tek bir örnek, tek bir misal dahi yoktur. Sen savaş stratejisini kurama yenil, sonra da askerleri suçla! Bu da yetmiyor, kazandık bile diyeni var. Daha da öteye gidip biz iyiydik ama müttefikimiz yeteri kadar çarpışmalara katılmadık diyenleri de çıktı..

Trajedi mi, komedi mi, orta oyunu mu? Ne dersen var..

Madem stratejinin hayati olduğundan bahsediyoruz. O zaman şunu söyleyeyim: Savaş ve bir mücadele planlanırken ana hedeften önce, ana hedefe bizi ulaştıracak olan ara hedefler tespit edilir ve öncelikle onlar ele geçirilir. Cumhurbaşkanlığı seçimi AKEPE için ara hedefti! AKEPE’nin rejime ve Anayasayı değiştirerek ülkeyi bölünmeye götürecek olan siyasi amaçlı nihai hedefi, Haziran 2015 Genel Seçimlerdir..

Eğer; önümüzdeki 7-8 ay zarfında Türkiye’de siyaset yapan partiler de radikal ve yenilikçi bir yapılanmaya gidilmezse, AKEPE’nin önü kesilemez. Kesinlikle güçlü bir yığınak ve sağlam bir siyasi cephe kurmak artık kaçınılmazdır..

Bunun gerçekleşmesi de ancak kamuoyunun, oy verdiği parti yönetimlerine baskısı, ısrar ve inadı sayesinde mümkün olacaktır. Aksi halde Haziran 2015 Genel Seçimlerinin sonucunu bu günden söylemek hüner sayılmaz…

TEK UMUT TEK YOL HEPAR

Osman Pamukoğlu
Hak ve Eşitlik Partisi
Genel Başkanı

http://hepar.org.tr/strateji.aspx

..

TÜRKLER KÖLE OLMAYACAK!.





TÜRKLER KÖLE OLMAYACAK!.

ekonomi_slayt
YABANCILAR “EFENDİ” TÜRKLER KÖLE OLMAYACAK!.
Türkiye Dünya’nın en borçlu ekonomilerinden birine sahiptir.
“Sıcak para sarhoşu” AKP iktidarının eliyle ülkemiz, -bir anlamda- ağır yaralıdır.
Cumhuriyet’in kazanımları tasfiye edilmiş, “ithalat çılgınlığı” toplumu tutsak etmiştir.
Türkiye’nin üretim damarı çatlamıştır. Ekonomi kan kaybetmektedir.
Emekçiler işlerini, ‘aile bütçesi’ dengesini, giderek yitirmektedirler.
Özelleştirme, “yabancılaştırmaya” dönüşmüştür.
Piyasayı düzenleme ve denetleme mekanizmaları körelmektedir.
Bu durumdan hemen her sektör etkilenmektedir.
Kimi zaman işe “Türk ortakla” başlayan yabancılar bile, süreç içinde kontrolü tamamen ele almaktadır.
Türk insanı daha düne kadar patronu olduğu iş yerinin çalışanı olmaya zorlanmaktadır.
Türkler, kurdukları otellerin garsonları, sürdükleri tarlanın ırgatları ve bir zamanlar devletin kurduğu fabrikaların -güvencesiz- ameleleri haline getirilmek istenmektedir.
Çünkü, bizde piyasa ekonomisi, “fiyatlar serbest, tüketici ‘tutsak, çalışanın hak araması yasak” şeklinde işlemektedir.
Bunu da “yabancı” “girişimci” çok iyi bilmekte ve değerlendirmektedir!
Tıpkı Osmanlı İmparatorluğunun son döneminde olduğu gibi, “hasta adam” deyişi hortlamıştır.
Dahası, “yabancı girişimci”, gerçek ve doğrudan yatırım için gelmemektedir.
Karşımızda doğrudan yatırım yapan değil, çuvalını borsada dolduran yabancılar vardır.
“Dışarıya net kaynak transferi” şeklinde işleyen bir düzenek mevcuttur ve tıpkı Gümrük Birliği’nde olduğu gibi; söz konusu alış-verişten her yönüyle Türkiye, zararlı çıkmaktadır.
Denilebilir ki, “çağımız küresel bir çağ, yatırımın, mülkiyetin, işletmeciliğin Milliyeti mi olur?”
Eğer öyleyse;
Peki ya “gurbetçilerimiz” ne olacaktır?.. Bir üretim faktörü olarak emeğin serbest dolaşım hakkı, niçin Türk işçilerinden yıllardır esirgenmektedir?
Üçüncü Ülkelere mal satım olanaklarımızın kısıtlanması gerçeği nasıl açıklanacaktır?.
Ya da pamuğumuza, tütünümüze kota konulması gibi uygulamalar nasıl yorumlanabilir?..
Daha da geniş bir açıdan bakıldığında; örneğin, Kıbrıs Türk Halkı için konulan ambargo ve bütün bu yukarıda özetle sayılan haksızlıklar, “ekonomik ırkçılık” değilse ne anlama gelir?
Biz, elbette, Dünya ile bütünleşen bir Türkiye’den yanayız ancak, önce kendi girişimcisini ve emekçisini gözeten bir ekonomiden yanayız…
Bizim itirazımız çifte standartlaradır!
Bizim isyanımız, efendiyken, köle yapılmak istenmemizedir!
Açıktır ki, Türkiye’mizin ekonomisinde nesnel/pratik koşullar bizim insanımızın alın terinden yana değildir.
Buna karşılık, Dünya’nın çeşitli yerlerine çalışmak amacıyla giden Türkler sosyal haklar açısından ülkemize oranla daha istikrarlı koşullara kavuşabiliyorlar.
O arada, çalışma hayatına işçi olarak başlayıp, giderek işveren olan Türkler de bulunuyor.
Fakat bu hak ve olanakların “istikrarı” zımnen –adeta- o ülkenin vatandaşlığına geçmekle sağlanabiliyor.
Yani Türk’e biçilen “en alttakiler” rolü bir ekonomik kefen gibi bedenini sarıyor.
İşte bu nedenlerle de biz, “önce kendi girişimcisi ve emekçisini gözeten bir ekonomiden yanayız” diyoruz…
Böyle bir ekonomi, girişimcisi için rekabet avantajını karşılıklılık ilkesini de hatırda tutarak en etkili şekilde destekler; desteklemelidir.
Böyle bir ekonomi, çalışanın, işçisinin haklarının yurt içinde ve yurt dışında korunması ve geliştirilmesi için en etkin tedbirleri alır, uygular ve takip eder; etmelidir de…
Buna karşılık, iç piyasada rüzgar “yabancılaştırma” lehine eserken, ‘iş’ / konu; girişimcimizin, işçimizin ve çiftçimizin haklarına gelince, burada ve yerkürede, adeta yaprak kımıldamamaktadır.
Öte yandan AKP Hükümeti’nin izlemekte olduğu dış siyaset sonucunda, bazı ülkelerle ticari ilişkilerimiz durma noktasına gelirken, kaçakçılık almış başını gitmektedir…
Bu genel tablonun doğal sonucu olarak da ekonomimiz ve maliyemiz kayba uğramaktadır.
Hak ve Eşitlik Partisi, “Tam Bağımsızlık” derken: Ekonomi alanında da ve bütün unsurlarıyla tam bağımsızlıktan yanadır.
Kendi topraklarımızın, kaynaklarımızın ve varlığımızın yabancısı ve kölesi olmayacağız!
Tam tersine, tüm olanaklarımızı seferber ederek, geçerli, kurallı, rekabetçi, teknolojik ilerlemeye dayalı bir ekonomik yapıyı oluşturacağız.
Alın terimizi, ne içeride ne dışarıda sömürtmeyeceğiz. Varlıklarımızı talan ettirmeyeceğiz.
Her insanımızın birinci sınıf hayat yaşadığı, emeğiyle, bilgisiyle, girişimcilik ruhuyla vatandaşlarımıza saygı duyulan, bir sosyal-ekonomik düzeni kuracağız!
Bizim ekonomi anlayışımızın şu şekilde özetlenebilir:
Yapı Taşında Milli Sanayimiz, Özünde İnsanımızın Refahı, Hedefinde Tam Bağımsızlık olan bir ekonomi!..
Türkiye üretecek, Türkiye büyüyecek, Türkiye lider ülke haline getirilecektir…
Gerçekte biz tüm insanlar için ekonomik köleliği ret eden bir anlayıştayız ve..
Ekonomimizin de, kaderimizin de, geleceğimizin de, efendisi biz olacağız…
Genel Başkanımız Sayın Osman Pamukoğlu’nun dediği gibi: Başı Dik Devlet, Onurlu Millet!
Haydi Türkiye, Tam Vaktidir!
R.Bülend KIRMACI
Parti Sözcüsü ve Medya Sorumlusu
http://hepar.org.tr/turkler-kole-olmayacak.aspx

29 Eylül 2014 Pazartesi

HERKES HER AN ÖLEBİLİR!.

HERKES HER AN ÖLEBİLİR!.

savas_cocuklar
SİYASETİN SİLAHLA YAPILDIĞI COĞRAFYALARDA UZAĞI YAKINI OLMAKSIZIN, HERKES HER AN ÖLEBİLİR!.
Savaş, sebebi ne olursa olsun, uygulanması; akıl almaz ölümler, mezbaları aratmayacak ölçüde kan, bir göl havzasını dolduracak kadar gözyaşı, anne ve babalarını kaybeden çocuklar, çocuklarını kaybeden ebeveynlerin kahreden acılarını getirir..
Savaşın bitmesiyle de huzur gelmez.
Bugün Irak’ta, günlük ölüm ortalaması 8 ila 100 kişi, aylık ise 1000 kişi civarındadır!.
ABD ve Avrupa yönetimleri bile sorumluluğu üzerinden atabilmek için kongre ve meclislerinden kararlar çıkartmaya çalışırken, Türkiye’de bulunan hükümet, Suriye ile savaşmaya can atıyor..
Can atma yetmiyor, Birleşmiş Milletler ve NATO olmasa da “Koalisyon kurup” saldıralım peşine düşmüş..
Türkiye Cumhuriyeti Devleti tarihinde ilk kez böyle bir şey oluyor.
Savaşacağı ülke de, 900Km sınırı olan müslüman bir devlet!.
Ulu Önder M.Kemal Atatürk’ün “Ulus için hayati olmadıkça, savaş cinayettir.” veciz sözü dünya durdukça da değişmeyecektir..
Suriye meselesinde Türk Milleti için hayati olan hiçbir şey söz konusu değildir..
Tuhaf olan şu ki, ne meclisteki partilerden ne de, güya medya hizmeti verdiğini sananlardan, birkaç cılız ses dışında doğru dürüst meselenin üzerine giden yok. “Uyduk imama” hallerindeler..
Suriye savaşı Irak’a da benzemeyecek!.
Türkiye, göz göre göre yazgısına sürükleniyor ve bu yazgıyı yaşayacaktır..
Savaşların tek kaybedenleri vardır, o’da annelerdir…
Osman Pamukoğlu
Hak ve Eşitlik Partisi
Genel Başkanı
http://hepar.org.tr/herkes-her-an-olebilir.aspx

..

TEPEDEN ÖNCEKİ SON VİRAJDAYIZ

.

TEPEDEN ÖNCEKİ SON VİRAJDAYIZ

son_viraj_slayt
1960’lı yıllarda, Mesut Barzani’nin babası Mustafa Barzani Kuzey Irak’ta, Irak devletine karşı özerk Kürdistan için mücadele ediyordu. Siyasi destekçisi Amerika, lojistik destekçisi ise İsrail’di..1965’de, Amerika zamanın Türk hükümetine bir planla geldi..
Plan şuydu: “İran, Irak, Suriye ve Türkiye’de birer kürt federasyonu kurmak ve bu federasyonlardan oluşan bir konferasyon oluşturmak.” Esas amaç, Musul ve Kerkük petrollerini uydu bir siyasi yapı üzerinden tam kontrol altına almaktı..
1965 yılı Amerika’nın bütün gücüyle Vietnam’a da savaş açtığı yıldı. Savaş yedi yıl sürdü ve 1973’de Amerika’nın tam bir bozgunu ile sonuçlandı. 53.000 ölü ve 6000 helikopter kaybetti. Vietnam’dan çekilme değil, apar topar kaçtı. Bozulan morallerini rambo filmleriyle gidermeye çalıştılar!.
Vietnam’da can derdine düşen Amerika’nın, aynı yıllarda Mustafa Barzani’ye bakacak hali yoktu. Geçici olarak Musul-Kerkük işinden vazgeçti. Mustafa Barzani’de mücadeleyi sürdüremedi, hastalanınca Amerika’ya gitti ve orada öldü..
Amerika, geçen on yıl içinde Vietnam sendromunu üzerinden attı. Bu kez Irak’ın tamamını hedefe oturttu. Birinci Irak savaşına girerken müttefikleri Arap devletleriydi. Yıl ise 1991’di..
1984’de Şemdinli ve Eruh baskınlarıyla ortaya çıkan Kürdistan İşçi Partisi (PKK) önceleri çalı bacaklı iken, zamanın aymaz hükümetleri, beceriksiz her düzeydeki bürokratları sayesinde gün geçtikçe palazlanıyordu.. 1991’e gelindiğinde, aradan geçen yedi yılda çok etkili olmasa da fırsat buldukça eylemlerini sürdürmeye devam ediyordu. Bu dönem, PKK’nın daha çok kürt vatandaşlarımızdan genç, yaşlı, kadın, erkek, çocuk, bebek demeden kitleler halinde öldürdüğü dönemlerdi..
Amerika, Birinci Irak savaşı öncesi gene Türk hükümetine geldi. “ Siz de kuzeyden Irak’a girin orayı işgal edin” dedi. Zamane adamlarının “ Bir verip üç alalım” dediği dönemler. “Bir” verilecek olan neydi? Türk milletinin çocuklarının canı! Amerika’nın yapmak istediği neydi? Kuzey ve güney Kürdistan’nın bütünlüğünü (kendilerine göre) kaynaştırmak.. İran ve Suriye kısmına da sonra bakılacaktı, yürümedi..
1991 savaşında Irak hükümeti yıkılmadı ama Amerika, Irak’ın kuzeyinde 36’ncı paralelinin yukarısını uçuşa yasak bölge ilan ederek, Güney Kürdistan’ın sınırını resmen tescil ettirdi. Adana İncirlik üssünde kurulan Çekiç güç isimli havadan operasyon örgütü bu mıntıkanın korunmasını sağladı. Türkiye Cumhuriyeti’nin muhteşem meclisi de, oybirliği ile Çekiç gücün devamlılığını altı ayda bir uzattı!..
36’ncı paralelin kuzeyinde Irak devletinin tümen, tugay, alay, tabur ve bölüklerine ait yüzlerce silah ve mühimmat deposu mevcuttu. Bunların hepsi PKK’lıların ve peşmergelerin eline geçti. PKK’nın eylemlerde bize karşı kullandığı Doçka uçaksavarları, RPG7-11 roket atarları, 82mm’lik havanlar, tank ve İtalyan tipi topuk mayınları, BCK makineli tüfekleri, kaleşnikoflar, keskin nişancı tüfekleri ile bunların tonlarca cephanesinin yüzde doksanı bu yağmalanan cephaneliklerden temin edildi..
Suriye’de bulunan komitacı başı aniden füze gibi dışarı fırlatıldı, çeşitli ülkelerde turlar attırıldıktan sonra 1999’da Amerika tarafından Türkiye’ye “Asılmamak kaydı” ile zimmetlendi. Eşkıya başının Suriye’den çıkarılmasını, Türkiye Suriye’ye saldıracaktı, korktu da yaptı diyen saftriklerin sayısı da az değildir.. Türkiye Suriye savaşı öyle mi? Kime karşı, Rusya, Amerika, Fransa, İran’a karşı öylemi? Bakın! Patriotlarınız bile yeni geldi, komedi!..
2002’ye gelindiğinde, Amerika ilk savaşın siyasi ve askeri hedeflerindeki enayiliğini anladığından, yeni bir savaşa hazırlığını hızla tamamladı. Türkiye’de ise, o dönemde bir koalisyon hükümeti vardı. Başbakan’da öyle her şeyi olup bittiye getirebilecek biri değildi. Aniden bir şey oldu ve hükümet ortaklarından biri ortada fol yok yumurta yokken erken seçim istedi! Akılla, mantıkla, siyasetle asla ölçülemeyecek bir hareketti bu, yaptırdılar!.
Ve 2002 seçimleri, Amerikan marka, ılımlı İslam modeli, içinde kürt tuzağı da olan bir parti, ilk seçimde hem de yüzde otuz dört oy alarak geldi, hükümet oldu.
Hazırlanmıştı çünkü!.
Amerika Mart 2003 tezkeresinin kuyruk acısını bırakır mı? Önce Süleymaniye çuvalı, ardından Ergenekon, balyoz ve 28 şubatlar tesbih gibi dizildi. Ara da iki küçük varyasyon da uydu partilerine çekildi. Birinin genel başkanını, öbürünün de genel merkez muhteremlerini toptan temizledi!…
Ana muhalefetin başına senaryoya uygun biri lazımdı, getirildi. Elinden geldiğince, aklının erdiğince rolünü oynamaya çalışıyor. Kendisinde, çözüm için on madde varmış, açıklayamazmış! Ben söyleyeyim, altısı komitacı başının talepleri..
Kandil’dekiler çağrıya uymuş, ateşkes ilan etmiş! Sanki nisan, mayıs aylarında bir halt yapabilirlermiş gibi. Çekilecek olanları da sanırsın meydan muharebesin de bulunan 100.000 kişilik ordu! Trabzon’da da varmışlar! madem varsınız, bir görünün de bakalım! Kendilerine büyük bir havalar vererek, sayıları 1200-1500 kişi üzerinden Gobells vari propaganda yürütüyorlar. “ Akil adamlar” tam bir Şarlo işi. Halkı hazırlayacaklarmış! Ortaya dökülen isimlere bakar mısınız? Bunlar zaten ezelden beri kürtçülük yapanlar. Verin bunlara PKK’nın boz elbiselerini, taksınlar poşularını, giydirin mekapları.. Salın dağlara diyeceğim ama, o coğrafya da bunların yarısı telef olur!.
PKK siyasi hedeflerini net ve açık diplomatik bir dille de söylüyor.. “Komitacı başını serbest bırak, özerkliği sağla, Anayasayı bizim isteklerimize göre düzenle” yapmazsan, savaşırım hem de daha beteriyle diyerek, üstelik meydan okuyor..
İnsan beyni üç bölümden oluşur. Duygular kesimi, içgüdüler kesimi, entelektüel kesim. Entelektüel kesim edindiği bilgiler deposudur. Hadi diyelim bu kesim gelişmemiş dolayısıyla kullanılamıyor. Kabul edelim ki duygu kesimi de dumura uğramış ve vicdan yok olmuş. İçgüdü milyonlarca yıldır insan oğlunda var ve tehlikeyi sezmesini sağlıyor. Bu sezgi gücü olmasa hayatta bile kalamazdı diyor antropologlar.
PKK, anlaşılıyor ki Türkiye’den çekilecek olanları İran ve Suriye topraklarına konuşlandırılacaktır. Bu, onlara stratejik yönden daha çok askeri avantajlar sağlayacaktır. İran’ın müsamahası olmadan bu tertiplenmeyi yapamaz! Güney de ise eskiden 340 km’lik bir cepheden saldırıyordu, Suriye’yi de ilave edince bu hat 1200km’lik bir cepheye ulaşacaktır. Suriye’nin kuzeyi boşuna mı anarşistlere terk edildi?
Televizyon ve gazete köşelerine tünemiş yüzsüz demagoglar gelince! Sizden olsa olsa “borazancı” olur. O da kolay değil, bir yerinize güvenmeniz lazım!.
Siz hiç gayri nizami harp diye bir şey duydunuz mu? Bunu başlatanları eğer yenemezseniz onların pes edeceğini ve isteklerinden vaz mı geçeceğini sanıyorsunuz? Geçmezler, kimse de geçiremez. Somun pehlivanları! Siz hiç rutubet içindeki bir mağarada 24 saat kaldınız mı? Kaç parçalanmış 20 yaşında çocuk bedeni gördünüz? Sizin üzerinize hiç roket atıldı mı? Kaç gün bir patates haşlayarak yemek ihtiyacınızı giderdiniz? Karşıdan gelen makineli tüfek ateşlerinin altında kayalıklara tırmandınız mı? Uzatmayayım! Susun da oturun nankörler. Bu milletin çocuklarına nankörlük yapıyorsunuz.
Yaptığınız manevi ve fiziki terördür. Küstahça hareketlerdir, ödlek bir kozmopolitliktir. Benlik ve kişiliği olmayan da, erdem hiç olmaz. Türkiye derin ve karanlık bir vadiye düşmek üzeredir. Hayat tarafsızlık nedir bilmez. Hayat daima bir seçimdir. Belki siz de yazgınızla doğru yol alıyorsunuz!.
Tepeden önceki son virajdayız. Hacı yatmazlığın alemi yok. Yalanı sürekli tekrar ederek gerçek olacağını sanıyorsunuz. Milli şeref duygusu eninde sonunda hakkını arar ve kazanır.
Fazıl Hüsnü Dağlarca’dan:
“Gün doğar, tarla kuşları uçuşurlar,
Ağır bir aydınlık, bildiğin şafak değil.
Öyle dalmış ki yüzyıllar süren uykusuna
Uyandırmazsan, uyanacak değil…”
Osman Pamukoğlu
Hak ve Eşitlik Partisi
Genel Başkanı
http://hepar.org.tr/tepeden-onceki-son-virajdayiz.aspx

27 Eylül 2014 Cumartesi

DEVLETİN PARTİLEŞMESİ!.

DEVLETİN PARTİLEŞMESİ!.

hepar.org.tr

DEVLETİN PARTİLEŞMESİ!.
İspanya’da Franco, İtalya’da Faşistler Partisi ve Almanya’da Nazi Partisi aşama aşama şunları yaptılar:
* Devlet, partinin denetimi altına alındı.
* Hükümet ve devlet birbirine kaynaştırıldı, örüldü.
* Parti, devlet yargı organının üzerine çıktı.
* Muhalefete kesinlikle katlanmadılar.
* Eğitimi ve gençliği sıkı bir denetim altına aldılar.
* Parti mevkilerinin devletle kaynaşması, en alt basamaklara kadar indi.
* Ordu ve polis teşkilatı partinin müfrezeleri haline getirildi.
* Özgürlükleri her alanda, keyfi hareketlerdir, zapt olunmalıdır; diyerek kaldırdılar.
* Basını güdümlü hale getirerek, kof ve korkak insanlardan oluşturdular.
* Halkı, biçimsiz, eleştirimsiz, düşüncesiz kitleye dönüştürdüler.
* Gösteri ve bildiri dağıtmaya dahi göz açtırmadılar.
* Propaganda ile bağnazlık aşılayarak uzağı görmeyi engellediler ve sezgiyi perdelediler.
* Kitle çok ilkel düşünce ve duyma cihazına bağlıdır. İçgüdü ile hareket eder, mantık ve muhakeme kullanmaz. Kitlesel hitaplarda fikre yer yoktur diyerek, halkı maytaba aldılar.
* Umursamaz bir kitle siyaset için tehlikelidir. Uyuşukluk kitlenin savunmasıdır, geçici sığınağıdır. O nedenle kitle kışkırtılmalıdır. Ve yaptılar.
* Kitle siyasete alet edilmek için de bağnazlaştırılmalıdır, diyerek her türlü propaganda aracını kullandılar.
* Eğer halkın karşısına akla yakın kanıtlarla çıkılırsa, onlar seni anlamazlar. Onlara özgü olan duygulara dokunulduğunda verdiğimiz mesajları hemen kabul ederler. Bu ilke tatbik edildi.
* Fiat düşürme, enflasyon gibi, gel git ekonomik işlerden halk anlamaz. Ona azar azar da olsa, arada bir şeyler verilsin yeterlidir.
* Ülke kaynak ve gelirleri, partili ve yandaş kalantorlar arasında paylaşılarak, servet sahibi yapıldılar.
* Yasa görevleri yürütme kuvvetinin eline geçince, hükümet de yasa ve yasa gücünde kararname çıkarma konusunda olağanüstü yetkiye sahip oldu.
Parlamentonun rolü sadece biçimsel kaldı ve içerisi tamamen boşaltıldı.
Totaliter devlet, yapısı itibariyle, insanı ve halkı baskı altında tutmak için geliştirilmiş bir sistemdir. Baskının her çeşidini uygulamakla kalmaz, halkın büyük bir kısmını da kendi tarafına çekmek için, ne kadar düzenbazlık varsa, sonuna kadar kullanır..
Eğer şimdi biri çıkıp ta, “Bunlar 1930’larda 1940’larda olmuş, bizimle ne ilgisi var derse!” Onu, hemen ilkokul birinci sınıfa alıp okuma yazma eğitimine almak lazım. Yukarıdaki partiler de zaten bunlar böyledir demiyor mu?..
Osman Pamukoğlu
Hak ve Eşitlik Partisi
Genel Başkanı