27 Kasım 2014 Perşembe

BARIŞ HAYÂLİ BİR KAVRAMDIR.. AMA SAVAŞ GERÇEKTİR.

BARIŞ HAYÂLİ BİR KAVRAMDIR.. AMA SAVAŞ GERÇEKTİR.




..İnsanları istediği gibi kullanan kuvvet, fikirler ve bu fikirleri tanıyan ve genelleştiren kimselerdir. Fikrin özelliği de hiç bir itirazın bozamayacağı bir kesinlikle kendi kendisini kabul ettirmesidir. Bu ise fikrin yavaş yavaş duygular haline gelerek inanca dönüşmesi ile mümkündür. Ve böyle olduktan sonradır ki,onu sarsmak için bütün başka mantıkların, başka yargılamaların hükmü kalmaz.Gazi Mustafa Kemal Atatürk .(1914)
Musul Konsolosluğumuzun 49 çalışanını üç aydır rehin tutan ve aldıkları rehinelerin kafalarını tek tek keserek televizyonlarda yayınlatan IŞİD terör örgütüne karşı Başkan Obama savaş ilan etti. Hazırlanacak koalisyon güçleri ile fiilen bu örgütün ortadan kaldırılması için düğmeye basıldı. Bu demektir ki Irak ve Suriyede halen devam eden kaos-kargaşa ve Asimetrik Savaş ortamı daha da artacak. Ortadoğu ülkeleri sıcak savaş ortamını yeniden yaşayacaklar.
Savaş ve barış insanoğlunun günlük hayatta en çok kullandığı kavramlardır. Savaş bir gerçek olayı, hareketli bir durumu ifade eder. Barış ise olması şiddetle arzu edilen ama bir türlü ulaşılamayan bir durumu anlatır.
Biz biliyoruz ki dünyadaki tüm hayvanlar arasında hiç bitmeyen kıyasıya bir savaş vardır. Bu savaş zorunludur ve bu tamamen hayatta kalabilme içgüdüsünün yansımasıdır. Tamamen doğal olarak yapılarından gelen ve hayatı idame amacıyla diğer cinslere karşı yapılan saldırıda fiziki güç kullanımı esas faktördür. Burada güçlü olan güçsüzü mutlaka yener. Sonunda güçlü yaşar, güçsüz ölür.
İnsanlar arasındaki bitmeyen mücadelenin temelinde de maddi çıkar temini yatmaktadır. Buna rağmen akıl ve mantık gibi unsurlarla kendini eğitip geliştirme kabiliyetine sahip insanların maddi çıkar  temininin yanında daha pek çok çatışma sebebi vardır. Genellikle kışkançlık ve bencillik egosunun hakim olduğu insanda savaş duygusu doğuştan mevcuttur. Bu duygu daima vardır ve insanı yönlendirip yönetmede önemlidir.
Canlılar arasında savaş kaçınılmaz bir olgudur ve daima olacaktır. Barış ise tarihin hiç bir döneminde fiilen olmamıştır ve olmayacaktır. Barış sözcüğü bir ideali bir özlemi ifade eder. Ütopiktir. Savaş sözcüğü ise gerçekleri anlatır. Savaş her zaman ve her yerde insanın hayatını yöneten ve yönlendiren bir egonun dışa vuruşudur.
Ayni ana-babanın ayni evde yaşayan, ayni kültür ve ayni ilgi ile büyüttükleri evlâtları arasından tamamen kıskançlık ve benlik egosunun tatmini yüzünden başlayan anlaşmazlık giderek maddi çıkarlar  devreye girdiğinde çatışmaya dönüşür. Abla-kardeş, abi-kardeş arasında bu bitmeyen kavgalar ebeveynleri en çok etkileyen ama bir türlü çözümünde başarılı olamadıkları temel aile içi olaylardır.
Aile içindeki bu çatışma çok doğaldır. Çünkü insanın tabiatında çatışma ruhu vardır. Yani yaratılıştan gelir. Munis ve sakin yaratılan kardeş huysuz ve bencil diğer kardeşin çatışma alanında yaşar. Biri hep saldırgandır. Diğeri ise daima savunmadadır. Bu çatışma bir ömür boyu sürer. Maddi çıkarlar ortaya çıktığında daha şiddetlenir. Miras paylaşımı gibi olağan durumlar ise kardeşler arasındaki en şiddetli ve kaçınılmaz mücadele sebeplerinden biridir.
Toplum yaşamında ayni kandan gelen ve ayni candan hasıl olan iki kardeş arasında dahi doğuştan meydana gelen bu doğal çatışmayı önlemek asla mümkün olamamıştır. Aile içindeki çatışma  aile dışındaki yakın komşular arasında devam eder. Ayni apartımanda birlikte yaşayan iki komşu arasında çatışmaya yol açacak pek çok etken vardır. Halı silkelemekten, gürültü etmeğe kadar süren çatışmalar istisnasız bütün toplumlarda vardır. Burada da temel etken kıskançlık egosudur.
Apartıman komşuları arasındaki çatışma alanından çıktığımızda yaşadığımız mahalle içindeki menfaât çatışmalarını görürüz. Mahalleler, sokaklar ve giderek köyler, kasabalar ve şehirler birbirine düşman olurlar. Yaşamımızın her safhasında ve her yerde daima çatışma vardır.
Bu çatışmaların çoğu maddi çıkar temininden çıkıyor gibi görünse de günümüzde iki kişi ve iki toplum arasında çatışma sebebi olabilecek pek çok etken dolaylı olarak kullanılmaktadır. Yani taraflar dışarıdan yapılan basit yönlendirmelerle kolaylıkla çatışma ortamına sokulmaktadır. Bir başka deyişle tarafların çatışmasının yaratacağı menfi sonuçlardan yararlanmak isteyen bir kısım mihraklarca bilerek, isteyerek, plânlı, proğramlı ve kontrollu çatışma ortamları yaratılmaktadır.
Mesela değişik futbol takımına sempati duymak gibi sanal bir olgu dahi iki kişi veya iki grup arasında çok önemli bir çatışma sebebi olabilmektedir. Bu kıyasıya çatışma karşı tarafın öldürülüp yaralanmasına veya sahip olduğu mal varlıklarının vahşice imhasına kadar uzanabilmektedir. Görüldüğü gibi burada maddi menfaat temini yoktur. Çatışmanın kaynağı tamamen düşünseldir.
Bugün kullanılan çatışma yaratma metotları arasında çeşitli ideolojiler yer almaktadır. İnsanoğlu kendisi gibi düşünmeyeni kendisi gibi düşünmeye ikna edebilmek için fikir tartışması yapmaktan kaçınır. Çünkü fikir çatışması ancak konusuna hakim ve karşıt fikirler hakkında da yeterli bilgi sahibi eğitim düzeyi yüksek kişiler arasında yapılır.
Fikirler çok uzun ve dikkat isteyen bilgi edinme sürecinden yani yeterli bir eğitim devresinden sonra sahiplenirler ve ancak bundan sonra karşıt fikirlerle mücadeleye girebilirler. Bir fikir sahibi kendi fikri kadar mücadele edeceği fikir hakkında da yeterli bilgi sahibi olmadıkça iki karşıt fikir arasında fikir tartışması yapmak imkansızdır.
Atatürk’ün başlıkta yer verdiğim  bariz ifadesi ile açıkladığı gibi insanları fikirler ve bu fikirleri sahiplenen kimseler yönetmekte ve yönlendirmektedir. Aslında burada mücadele fikirlerle birlikte fikirleri sahiplenerek sistemi yöneten kişi veya gruplar arasında olmaktadır. Dünyadaki tehlikeli davranışlardan biri de eksik ve kulaktan dolma bilgilerle fikir mücadelesine girmektir. Bu durumda bilgilerin değil kaba kuvvetlerin çatışması çok doğaldır.
Bilgisiz insanların kendisi gibi düşünmeyenlere yapacağı ilk şey kaba kuvvetle korkutup sindirerek rakibe fikrini kabul ettirmeye çalışmaktır. Yani kısa ve en kestirme yolu denemektir. Nitekim günümüzde değişik ideolojilerin birbirleri ile fikir plâtformunda değil, elde silah kaba kuvvetle savaş alanındaki mücadelelerine şahit olmaktayız.
 Fikir çatışmalarının ortak bir noktada birleşebilmesi idealdir ama pratikte bu imkansızdır. İşin içine kuvvet ve zor kullanılması girince karşıt fikirler arasındaki anlaşmazlıklar çok kısa sürede küçük çatışmalardan kitlesel savaşlara kadar dönüşebilmektedir. Nitekim, günümüzde ideoloji ayrılıkları  savaşların ana sebebi olan ekonomik çıkarların elde edilmesi gerçeğinin yerini almıştır. Şimdi fikir ayrılıkları  (ideolojiler) çatışmalarda başrolü oynamaya başlamıştır.
En geniş kitleleri etkisi altına alan ideolojiler olarak görülen dini inanç ve itikatlar; kişi ve gruplar arasındaki küçük çatışmalardan kıtalararası savaşlara kadar varan Haçlı Savaşları gibi büyük çatışmaların temel sebebi olmuştur. Tarihte bunun örnekleri tüm dini inançlarda görülmüştür. 
Bugün de Suriye ve Irak’ta İŞID terör örgütünün kendisi gibi düşünmeyen dindaşlarına yaptığı vahşet dünyayı dehşete düşürmeye yetmektedir.
Peki nedir bu savaş ve çatışma arzusu.? Bunun sonu olmayacak mı.? İnsanlar hep birbirleri ile savaşacaklar mı.? Barış, huzur dolu ve istikrarlı ortamlara insanlar kavuşamayacak mı.?
Bunların geçerli cevabı şudur; “ Evet insanoğlu bu yer kürede kaldıkça birbiri ile daima çatışacaktır, barış ise ulaşılmak istenen bir hedef olarak kalacaktır.” Aslında insanlık tarihi tamamen insanların, toplumların ve kültürlerin birbiri ile çatışmalarının tarihidir.
Tarihte hiç bir zaman hiç bir yerde devamlı sulh ve sükûn dönemi olmamıştır ve bundan sonra da olmayacaktır. İnsanlar savaşı gerçek olarak yaşamaya ve bunun yıkımını görmeye devam edeceklerdir.  Barış ise daima dillerde kalan güzel bir duygu olarak hayallerimizi süsleyecektir.
Bu durumda yapılabilecek tek şey bu çatışmaları yaratan etkenleri mümkün olduğu kadar azaltarak çatışma sonunda meydana gelebilecek tahribatı hafifletmek olacaktır.
Peki insan doğasında varolan bencilllik ve kıskançlıktan kaynaklanan ve maddi menfaat elde etmeye yönelmiş egolar olduğunu bilerek bunu çıkarları için kullananları önlememiz mümkün değil mi.?
İşte bu mümkündür? Çünkü bu gruplar kendi çıkarlarının elde edilmesinde insanlar arasındaki renk, dil, inanış faklılığından doğabilecek muhtemel çatışmaları körükleyerek önce toplumları ve bilahare ülkeleri bir savaş alanına çevirmektedir.
Burnumuzun dibinde kendi müesses nizamı içinde yaşayan Irak halkını liderleri Saddam Hüseyin’in zulmünden kurtarmak için ABD kıtalar ötesinden geldi ve ülkeyi bir uçtan bir uca işgal etti. Bu demokrasi oyununa diğer ülkeleri de kattı ve koalisyon güçleri adı altında dünya ordularını bölgeye yığdı. Havadan ve karadan yapılan acımasız saldırılarla bir milyonu aşkın Irak’lı hayatını kaybederken Irak toprakları bütün tarih, kültür ve tabiat varlıklarıyla bir harabeye çevrildi.
Ülke yağmalanırken Irak halkı kendi içinde birbirine düşürülerek işgalci güçlerle değil, birbirleri ile savaşır hale getirildi. Iraklılar her alanda zayıflar ve fakirleşirken ABD kontrolündeki petrol ve silah tüccarları, para babası bankerler, medya patronları ve nihayet küresel işadamları kârlarını katladılar.
ABD başkanı Bush, Irak’a demokrasi getirdiklerini(!) ve bu demokrasinin benzerini Büyük Ortadoğu Plânı çerçevesi içinde diğer 24 Ortadoğu ve İslam ülkesine getireceklerini dünyaya duyurdu.
Irak’ın işgâlini takiben Kuzey Irak’ta Türkiye’nin baskısından uzak kalan PKK terör örgütü ABD’nin kontrolundaki bölgede giderek güçlenmiştir. Aldığı ABD ve desteği ile silah ve kadrolarını yenileyerek giderek büyüyen PKK, yeterince güçlendiğine kanaat getirdikten sonra 2003 yılından başlayarak Türkiye’ye soktuğu militanları ile ülkemizi asimetrik savaşın harekât alanı haline getirmiştir.
Ülkemizi ve bölgeyi daha karanlık günler beklemektedir.
Sıcak savaş kapımızdadır. Muhtemel sıcak savaşlara hazırlıklı olmak zorundayız.

  Dr.  Tahir Tamer Kumkale

..

NE OLACAK BU MİLLİ EĞİTİMİN HALİ ?


NE OLACAK BU MİLLİ EĞİTİMİN HALİ ?




Gençliği yetiştiriniz. Onlara ilim ve irfan’ın müsbet fikirlerini veriniz. Geleceğin aydınlığına onlarla kavuşacaksınız. Hür fikirler uygulamaya geçtiği vakit Türk milleti yükselecektir. Gazi Mustafa Kemal Atatürk (1933)
——————————
Eğitim ve öğretim faaliyeti çağımızın ve bilgi toplumunun ihtiyacına göre değişen ve gelişen bir seri sistemlerin bütünüdür. Sürekli araştırma ve geliştirme ister. Aydınlarımızın üzerinde kafa yorup, sorunların çözümüne katkıda bulunmaları gereken en önemli milli davamızdır.
Bugün bizi biz yapan ve bizim hâlâ Türk kalmamızı sağlayan milli kültür değerlerimiz çok ciddi küresel saldırı altındadır. Binlerce yıldan günümüze taşıdığımız, ve bize Türk kimliğini veren kültür değerlerimizi kaybetme tehlikesi ile karşı karşıya bulunduğumuzu bilmek ve buna karşı milletçe direnmek zorundayız.
Bu direnmeyi gerçekleştirecek gücü ancak çok iyi bir milli eğitim sistemi ile elde edebiliriz. Bu gücün lokomotifi ise vefakâr ve fedakâr Türk öğretmenleridir.
Kültürün muhafazası tamamen eğitim ve öğretim meselesidir. Eğer Türk milli değerleriyle yetişmiş, milli şuura erişmiş, konusuna hakim, bilgili ve bilinçli öğretim kadrolarına sahip değilseniz küresel saldırılar karşısında Türk toplumunun korunması asla mümkün değildir. Cumhuriyet öğretmenlerine Türk milli varlığının muhafazası ve devletin bek’asının sağlanmasında önemli görevler düşmektedir.
Mücadele etmeleri gereken konular çok ağırdır. Bu mücadele; bilgi, tecrübe, azim ve irade gerektirir. Sarsılmaz bir iman ve kendine güvene ihtiyaçları vardır.
Öğretmenlerimiz kutsal eğitim görevini yerine getirirken karşılaşacakları sorunlar ile bunların Türkün aklı ve kabiliyetine göre çözüm metotlarını Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün “Bütük Nutuk” isimli eserinde bulacaklardır..
Günümüzde Türk Milli Eğitiminin içinde düşürüldüğü çıkmaz durum ülkemizin ve insanlarımızın geleceğine ilişkin kaygılarımızı arttırmaktadır. Bir ömrü eğitim ve öğretim camiası içinde hizmet ile geçiren tecrübeli eğitimci Mehmet Halil Arık Beyin kaleme aldığı “ÖĞRETMENİNDEN Milli Eğitim Bakanı NABİ AVCI’YA YENİ MEKTUP (1. BÖLÜM)” başlıklı yazıya internet kanalı ile ulaştım.
Değerli öğretmenimiz Sayın Mehmet Halil Arık Bey’in aşağıya tamamını aldığım yazısı tarihi bir ders niteliğindedir. Her kelimesi ve her satırına katılıyorum. Yarın bugünleri yazacak olan tarihçilerin eline verilecek en önemli belge olarak görüyor ve BİLDİRİ-YORUM okurları ile aynen paylaşarak vicdani görevimi yerine getiriyorum.
Yazı yorum gerektirmeyecek kadar açık ve anlaşılır bir dille kaleme alınmıştır.
Umuyorum ki yetkili ve etkili zevattan da okuyan ve ders çıkaran olur.
——————————————————————–
ÖĞRETMENİNDEN Milli Eğitim Bakanı NABİ AVCI’YA YENİ MEKTUP (1. BÖLÜM)
Sayın Nabi Avcı…
Sevgili Nabi…
Nabi…
Hitaba uygun sözcüğün hangisi olacağı konusunda kendimle ihtilafa düştüğümü İtiraf edeyim.
Sayın’la girmek istedim söze…vazgeçtim. Sözcüğün, saygınlık bağlamında, bunca olanlardan sonra, anlam ve önemini yitirmişliği geldi aklıma… ondan vazgeçtim.
“Öğretmen-öğrenci ilişkisinin büyüsünü bozmasın” kaygısıyla, sevgili Nabi; diye başlamak geldi içimden… Vazgeçtim. Zira, olanlar karşısında, sevgi ile yadedilecek geçmişin sade, duru ve samimi anılarından başka bir şey kalmamışlığına da kahredip bu sözcükle hitap etmeyi de düşüremedim üzerime… Öfkenin değilse bile, hayal kırıklığının yumuşatılmış ifadesinin arkasına saklanıyor olmak-gibi geldi… ondan vazgeçtim.
Nabi… diyerek, söze girmek en iyisi gibi geldi bana.
Sen bunu, 40 yıl öncesine giderek, öğretmeninin sınıfta sana doğrudan hitabıymış gibi algıla… Gelebilecek farklı kaba-saba yorumlara takılma… Dinle onu.
O sizleri hiç dinlemezlik etmedi… Sizler üzerinde hiçbir emrivaki (dayatma) uygulamadı. Uygulamak isteyenlere de, hep karşı durdu. Ona yanlış yapmadınız. Sizler saydınız, o sevdi!… Sizlere öğretirken, sizlerden çok daha fazlasını öğrendi. O günlerin ortak idealizminin bu günlere uzanan tazeliğidir ona bunları söyleten.
Geçen 40 yılların izini alnında görebilirsiniz de, yüreğinde asla göremezsiniz. O yıllarda da, Dünya’yı kimyadan önce görürdü. Sizlerdiniz dünyanın merkezi!… İnsan merkezli eğitimin gereği için o gencecik beyinleri idealize etmekti hedef. Yarınlara hazırlığın temeli olsun isteniyordu, o günlerin öğretileri, hilesiz, yalansız, dayatmasız.
Okuyanların, düşündüklerini aklın sentezi içinde en iyi ortaya koyanların başında gelirdin!…Dayatmalara, kalıplaşmış uygulamalara “fikri hür vicdanı hür” birey olmak adına karşı duruşlarını, öğretmenin unutmadı. Ama ne yazık ki sen, o günlerini unutmuş görünmektesin!..
Dönüp soruyor kendisine şimdi, o senin öğretmenin: Birileri adına, yanlışlıkların taşeronluğuna soyunmuş makam sahibi Nabi; O’mu!?…
*Milli Eğitim Komisyonu Başkanı iken, hani 4+4+4 gaflet yasasının 21 maddesini 25 dakikada, komisyondan geçirip tutanağa bağlanmasını sağlamıştınız ya!. O da size “takılı kaldı yüreğim geçmişe” deyip, sitem dolu bir mektup yazmıştı.
*”Üzüldüm” demişti; Demokrasi, vicdana inmedikçe, soksan duracak cinsten değilmiş!” demişti. 21 maddeyi, 25 dakikalık demokrasi vicdanına sığdıramamıştı.
*Utandım; öğrenen öğrenemediyse, öğreten öğretememiştir, ilkesine takılıp utandım. Demişti. Demokrasinin ayıbı saymıştı o gün olanları.
*Kahroldum; zira; “bu sistemle; adam değil; ancak, biat ve sadakat erbabı kula kulluk etmeye hazır ümmet yetiştirilir” diyerek, kahroluş gerekçesini koymuştu ortaya.
O günden bu güne katlandı üzüntü, büyüdü kahır!..
Aceleye getirilişinden, içeriğinin tartışmalara fırsat verilmeyişinden belliydi o yasanın peşinden bu günlere kurulacak köprüler.. Sen de, o köprünün Dumrul’u olma görevini o günün çarşambasında, gelecek perşembenin hatırına yüklenmiştin.
18 Milyona varan bir nüfusa eğitim adına doğrudan hükmeden sıfatın sahibi olarak; birkaç sorum olacak. Soru sahibini öğretmenin olarak değil de, demokrasinin kendisine tanıdığı vatandaşlık hakkını kullanmak isteyen sıradan bir vatandaş olarak algıla lütfen:
Görevde bulunduğun dönem içinde, seni unutturmayacak çok şeyler oldu da, iyilikle yad edilmene vesile olacak, aydınlığa çağdaşlığa dair, eğitim adına birşeyler oldu mu!?
Müfredat programları mı daha çağdaş hale getirildi örneğin !?
Öğretmenlik mesleği daha saygın hale mi getirildi!? Sürgünler mi bitti!? Kayırmalar ve kadrolaşmalar mı sona erdi!?, Sadakatın yerini liyakat mı aldı!? Eğitimde fırsat eşitliği özlemine çareler mi bulundu?
Fizik, kimya, matematik branşlarında bilgi düzeyleri yükseldi de Uganda’nın, Angola’nın, Afganistan’ın önüne mi geçtik!… Felsefe dersleri öğretim programlarında, dünya ölçülerinde yer alır mı oldu!?.
Okullaşma oranı mı arttı!?, Kapatılan köy okulları yeniden mi açıldı!? Taşımalı eğitim ucubesiyle, tamamen öğretmensiz bırakılan köyler, köy imamlarına teslim edilmekten mi kurtarıldı!?
Şaibesiz, dertsiz tasasız sınavlar mı yapılır oldu!?… Say say biter mi!?..
Dünün; yarası kangren, karmaşası kaos oldu!…
Bir empati yap hadi!… Şu an Milli Eğitim’inin içinde bulunduğu kaosun onda birini öğrenciliğinde sana dayatsalardı ne yapardın!?…
İşte sana anahtar. Çözüme buradan başla işte!..
Bu gün, karar verme konumundan çok; biat adına dayatmaları uygulatma konumunda taşeron rolünde oluşun üzüyor ve kahrediyor senin öğretmenini.
Sınıfın gönüllü sözcülüğüne soyunan 44 yıl önceki o Nabi Avcı’yı görmek istiyor hala o. O gün, olumsuzluklara karşı, sınıfın hakkını savunan Nabi’nin, bu gün de 76 milyonun yanında, dayatmalara karşı durmasını bekliyor o senin öğretmenin!…
Mantığıyla, okuyarak kazandığı edinimlerle, toplum yararına olmayan gidiş ve girişimlere, akıl dışı davranışlara, haksız uygulamalara, bilimde, pedagojide, sosyolojide, psikolojide yeri olmayan eğitim adı altındaki karanlık dayatmalara cesaretle karşı duracak Nabi Avcı’yı özlüyor o senin öğretmenin. Bulamadıkça da kahroluyor… o senin öğretmenin!.
Dönüp yine soruyor… Nabi bu mu? Her adımıyla, çözüm yerine, milli eğitimde yeni kaoslara sebep olan, bilim adamı Nabi!!…?…
Şunu çok açık dille ifade etmek isterim. Eğitim bir süreç. Canlı.. Değişim ve gelişim içinde bir organizma yani. Bu nedenle günün gelişen şartları içinde, yeni yeni sorunların ortaya çıkışı eğitimin doğası gereği olması gerekendir. Ne var ki;Türk Milli Eğitimi, hiçbir dönemde, bu denli olumsuzluklar içine gark olmamıştı.
Sınavlar şaibeli, atamalar kayırmalı, içerikler çağdaşlıktan uzak…. kayıtlarda kaos… Eşitsizlik diz boyu. Yönetmelikler keyfi. Yakılan okullar da kaosun ikramiyesi!..
sorunların üstüne; boynuzlu kulaklı bir de kızımız oldu. 9 yaşa indi türban, özgürlük adına!… Magazinel söylemden kurtulacakmışız yönetmelik; yayınlanınca;!… Öyle dediniz.
Bilesin ki; bu söylemin yüreklere su serpmedi. Aksine, alaylı esprilere konu oldu!..
Al yayınlandı işte!.. Baş kapalı olacakmış ama; yüz açık olacakmış!… Güya; peçeye yasak yani!… Sormazlar mı adama!.. Başı kapatmak özgürlük oluyor da; yüzü kapatmak niçin özgürlüğe dahil olmuyor!?.. O inanç değil mi!?.. Yoksa; saç yüzden daha mı “cazibedar” da kapatmada öncelik saça veriliyor!?.. Ya saç kapatma özgürlüğüne ek olarak birisi de yüz kapatma özgürlüğü talep ederse…? Ne hakla o’nun özgürlük talebine engel koyacaksınız!?..
Kaygım büyüdü. Artık susamıyorum… Örtünmek dinen avret yerlerini örtmeyi emrettiği iddiası ile yapılıyorsa, 9 ya da 13 yaşındaki bir çocuğu, cinsel obje olarak görmek asıl sapkınlık değil mi!?.. Yine; 9’undaki bir kız çocuğunu 9’undaki (en çok da 13) sınıf ve okul arkadaşının cazibesinden kurtarmak adına kapatmak din adına insani erdemleri katletmek değilse bile, dış dünyayı potansiyel saldırgan ve tacizci görmek değil midir?
Sen de 12 yaşında, karma yatılı okuldaydın Sayın Nabi Avcı!.. Ne büyük günahlar işlenmiş ne çok “özgürlükler” katledilmiş değil mi o yıllarda!.. O günlerin günah şahitliği mi seni bu gün ahlaki gardiyanlığa nöbetçi kıldı!?..
Yoksa Ziya Paşa’nın ağzından; “Evvel yoğ idi, iş bu rivayet yeni çıktı!” deyip, marifetinize bir nazire mi ekleyelim!?..
Bu gün, türban ile sapkınlıkların önüne geçmek isteyen zihniyetin yakın gelecekteki talebi, anaokullarından itibaren kız-erkek okullarının ayrılması, cinsiyete göre öğretmen talebi olacaktır. Dilerim bunu da senin uygulama dönemine denk getirmezler. (1.bölümün sonu)
29.Eylül 2014
Mehmet Halil Arık
Emekli eğitimci – DENİZLİ 
mehmethalilarik@gmail.com
http://kumkale.wordpress.com/2014/10/02/ne-olacak-bu-milli-egitimin-hali/
..




TÜRK ASKERİNİN ORTADOĞUDAKİ KÜRESEL PETROL SAVAŞLARINDA YERİ YOKTUR. BU OYUNA DUR DİYELİM.


TÜRK ASKERİNİN ORTADOĞUDAKİ KÜRESEL PETROL SAVAŞLARINDA YERİ YOKTUR. BU OYUNA DUR DİYELİM.




Harp zaruri ve hayati olmalı. Gerçek kanaatim şudur; Milleti harbe götürünce vicdanımda acı duymamalıyım. ”Öldüreceğiz” diyenlere karşı “Ölmiyeceğiz” diye harbe girebiliriz. Lakin, millet hayatı tehlikeye uğramadıkça, harp bir cinayettir. (Gazi Mustafa Kemâl Atatürk – 1923)
IŞİD, PKK, KOBANİ, PYD, HİZBULLAH kavramları Türkiye gündeminin zirvesinde yer alıyor. Bugün sınırlarımız dışında, oluşmasında Türkiye’nin de büyük günahı olduğu iddia edilen müthiş bir sıcak savaş yaşanıyor. Yıkılması için gün sayılırken, arkasına Rusya-Çin-İran gibi güçlerin desteğini alan Beşar Esad Suriye’de iktidarını sağlamlaştırıyor. Irak ve Suriyeyi parçalamak için batının destek vererek yaşattığı terör örgütleri içinde en güçlüsü olan IŞİD Suriye ve Irak topraklarının büyük bir kısmında hakimiyetini kuruyor..
Ülkemizde 2.5 milyon Suriyeli mülteci başıboş dolaşıyor. Elek haline gelen sınırımızdan geçen mülteciler ülkenin her yanını güvensiz hale getirirken kendine dahi yetmeyen Türk ekonomisini felç ediyor.
TBMM, Türk askerinin yurt dışında kullanılmasına ve yabancı orduların Türk topraklarında konuşlanmasına imkan sağlayan Tezkereyi TBMM’den AKP+MHP oylarıyla çıkarıyor. Suruç’un güneyinde Suriyeli Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı Kobani kasabasında IŞİD ve PYD örgütleri kıyasıya savaşıyor. Bölgeden kaçan 300.000 Suriyeli Kürt Türkiye’ye sığınıyor. ABD ve müttefikleri IŞİD’a karşı hareket ediyoruz bahanesi ile tüm bölgede havadan kurduğu hakimiyetini sürdürüyor.
İşte hal böyle iken son iki gündür terör örgütü yandaşları; tüm Türkiyede devletin tüzel kişiliğine, bayrağına, Atatürk heykellerine, okullarına, belediye binalarına, devletin araçlarına, bankalarına saldırıyor, yakıyor ve yıkıyorlar. Alışveriş merkezlerinde yağma olayları başlıyor. Devletle savaşan PKK yandaşları bu yıkımın sebebi olarak Türk askerinin IŞİD’e karşı savaşmamasını gösteriyorlar.
Şimdiden pek çok şehir ve kasabada Olağanüstü Hal ilan ediliyor. Okullar, bankalar ve devlet daireleri kapatılıyor. Bir bakıma şu anda Doğu ve Güneydoğu Anadolu şehir ve kasabalarında fiilen savaş hali yaşanıyor.
Bugün Türkiye Asimetrik Savaşın tüm özellikleri ile etkisi altına girmiş durumdadır. Artık hiç kimse önünü göremiyor. Yetkili ve etkili devlet erkanı ise vatandaşlarını bilgilendirip aydınlatacak yerde anlamsız mesajlarla kafaları bulandırıyorlar. Karamsarlık bulutları tüm yurdu kaplıyor.
Ergenekon, Casusluk ve Balyoz operasyonları ile komuta kademesi darmadağın edilen, İstihbarat ve bilgi edinme kaynakları kanunla elinden alınan Türk askeri çözüm süreci adı altında hapsedildiği kışlalarında çevresinde neler olup bittiğini anlamaya çalışıyor. Geçmişte terörle mücadelede başarılı olan tüm birlik komutanlarının önceden oluşturulmuş gizli tanık ifadeleriyle birer birer tutuklanıp hapsedilmelerinin yarattığı moral yıkımının etkileri tüm subaylarının beyinlerinde canlılığını koruyor.
Özetle, yandaş medyanın tüm örtme çabalarına rağmen Türk halkı ülkenin sürüklendiği batağı görüyor geleceğine güvenle bakanların sayısı azalıyor.
İşte tüm bu belirsizlik ortamında dolar değer kazanırken ve İstanbul Borsası kan kaybederken Türk ekonomisinin patronu Başbakan Yardımcısı Ali Babacan ekonomi bakanları ile birlikte yaptığı basın toplantısında “Türk ekonomisinin plan hedeflerine ulaşamayacağı anlaşıldığından ekonomik makro değerlerin tamamını değiştirdiklerini ve her alanda devleti küçülteceklerini” ifade ediyor..
Evet gidişat hiçde iyi değildir. 13 yıldır tek parti iktidarındaki Türkiye birbiri, ardından yapılan büyük yanlışlarla bugün tükenmiş ve iflasın eşiğine gelmiştir. Bu şartlarda sınırlarımız dışına asker gönderilmesi, yani Ortadoğudaki sonu gelmeyen sıcak mezhep çatışmalarına dahil olunması taammüden cinayettir. Bu tip davranış Türkiye Cumhuriyeti Devletinin ve Türk milletinin sonu demektir.
100 yıl önce Osmanlı Devletini parçalayarak Ortadoğuda sanal devletçikler kuran küresel emperyalist güçler bugünkü durumu bilerek ve isteyerek o günlerde plânlamışlardır. Bu yıkım plânının içinde Türkiye yoktur.
Topraklarında bağımsız ve dik duran birlik ve beraberlik içinde 76 milyonluk Türkiye’nin varlığı bu bölgede istikrarın temini için kafidir. IŞİD, PYD ve diğer terör örgütleri Irak ve Suriye’nin içi işidir. Bizi ilgilendirmez. Bizim öncelikli işimiz; ülke içindeki ayrılıkçı PKK terörü ile mücadele ederek toprak bütünlüğümüzü sağlamak olmalıdır. Türkiyenin topraklarının korunması için yabancı askerlere gerek yoktur. 24 saatte 10 milyon askeri silah altına alabilme potansiyeli bulunan Türkiyede hangi yabancı askerlerin bulunması için izin alındığı ise tam bir muammadır. Başta İstanbul Ayazağa’daki  NATO Kolordusu olmak üzere Türkiye’de 25 ayrı NATO ülkesinin askeri konuşlanmıştır. Nitekim ne yapılmak istendiği konusunda aydın kişilerin kafa karışıklığı televizyon proğramlarında açıkça görülmekte, halk bu kişileri hayretle ve şaşkınlıkla izlemektedir. Nereye sürükleniyoruz ? sorusu sade vatandaşların kafasında dolaşmaya başlamıştır.
Ömrü savaş meydanlarında geçen ve kurtuluş savaşını kazanarak Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Atatürk; “Millet hayatı tehlikeye uğramadıkça harp bir cinayettir” sözleriyle savaş ile ilgili karar alıcılara gereken emri net bir dille vermiştir. Atatürk, bu sözleri bugün hızla sürüklendiğimiz Suriye ile savaş gibi durumları çok önceden görerek söylemiştir. Gazi, burada “harp” sözcüğü ile iki tarafın orduları dahil topyekün bütün unsurlarıyla her alanda yaptıkları sıcak çatışmayı tanımlamaktadır. Mahalli çatışmaları kendi milli çıkarları için yönlendiren küresel güçler dışında birbiri ile savaşan devletler bu tip savaşlar sonunda galip gelseler dahi maddi ve manevi çok büyük kayba uğrarlar. Çünkü bu savaşların tek galibi ülkeleri savaşa sürükleyen küresel güç odaklarıdır.
Onlar hep kazanırken sudan sebeplerle çatıştırılan ülkelerin kayıplarının telafisi kolay olmaz. Savaşan milletlerin refah ve gelişmişlik seviyelerinin savaş öncesi durumlara ulaşması ise uzun zamana ve büyük maddi desteğe ihtiyaç gösterir. Doğal olarak bu seviyeye ulaştırılmaları da yine onları çatışmaya sokan güçlerin maddi katkıları ile olacaktır. Yani onlar bu şekilde hem çatışan ülkelerin yönetimleri üzerindeki denetimlerini pekiştirecekler hemde maddi kazançlarını katlıyacaklardır. Ve bu vahşi düzen yüz yıldır değişmeden devam etmektedir.
Savaşın sıkıntısını ve getireceği yıkım felaketini sadece bizi savaşa sokanlar değil tüm milletimiz çekecektir. Bu yüzden savaş kararını alacak yönetimler önce savaşı bizzat yapacak halkın duygu ve düşüncelerini test etmek zorundadırlar. TBMM’de vekillerin aldığı savaş kararından çok sokaktaki halkın bu savaşa vereceği destek önemlidir. Çünkü burada canını ve malını kaybedecek kesim halkın bizzat kendisidir. Halkınız istemiyorsa, siz başlatsanız bile bu savaşı başarıyla sonlandıramazsınız. Çünkü inanmadığı değerler uğruna insanlarınızın hayatını tehlikeye atamazsınız.
Küresel odaklar, Suriye ve Türkiye’yi savaştırarak ülkemizi BOP haritasında gösterildiği şekilde bölmeyi hedefliyorlar. Aslında burada karşımızdaki düşman sadece IŞİD ve Suriye değildir. Suriye ile birlikte karşımızda Rusya-İran-Çin ittifakı bulunmaktadır. Türk ordusu IŞİD bahanesi ile Suriye’ye saldırırken Rusya ve İrandan petrol ile doğalgaz sevkiyatının kesilmesi dahi bizim savaşı başlamadan kaybetmemiz gibi bir sonucu doğuracaktır. Burada istenen Türkiye’nin zayıf, güçsüz ve birilerinin desteğine muhtaç halde bulundurulmasıdır. Küresel güçlerin emperyalist hedeflerine katkıda bulunacağım diyerek bu acı faturayı Türk halkına ödetmeğe kimsenin hakkı yoktur.
Şu anda girişilecek bir sıcak savaş asla zaruri ve hayati değildir(Atatürk’ün deyimi ile). Şu anda ülkemiz 1918 işgal yıllarının benzerini yaşamaktadır. Ata’nın gençliğe hitabesinde belirttiği şartlar yeniden teşekkül etmiştir. Fakat ortaya çıkan bu tehlikeyi halka duyuracak basın susmuş ve sinmiştir.
Sanal gündemlerle kafası karıştırılmış Türk milleti adeta algılama yeteneğini yitirmiştir. Oysa bütün olumsuz şartlara rağmen Türk toplumunu yıkıma götürecek bir sıcak savaşa dur demek görevi tek tek bu necip milletin fertlerine düşmektedir. 
Türk insanı Suriye ile savaş istemediğini her yerde ve her platformda haykırmalı ve olayların kontrolünü kaybetmiş yöneticilerini uyarmalıdır.
Emperyalist saldırıları ancak Türk milletinin hür iradesi ve vicdanından gelen vatan ve millet aşkıyla göstereceği dik duruşlar önleyebilir. Bu maksatla halkımız birilerinin kendisine önder olmasını beklememelidir. Yani peşine takılacak adam aramamalıdır. Herkes kendi iş ve sosyal çevresinde etrafında olan kendisi gibi düşünenlerle bir araya gelip savaşa doğru bu korkunç gidişe dur demelidir..
İnanıyorum ki Türk milleti tarihten gelen sağduyusu bütün savaş oyunlarını bozacaktır. Atatürk’ün söylemi ile “Muhtaç olduğu kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur.”
Dr. Tahir Tamer Kumkale
http://www.kumkale.net

..

SAYIN OSMAN PAMUKOĞLU HALK TV ,HALK ARENASI PROGRAMINDA

SAYIN OSMAN PAMUKOĞLU  HALK TV ,HALK ARENASI PROGRAMINDA 


İZLEYİN;

http://youtu.be/3tq5ddnrKVU

Genel Başkanımız Osman Pamukoğlu Halk tv'ye gündemi değerlendirdi


HAK VE EŞİTLİK PARTİSİ  HEPAR GENEL BAŞKANI
SAYIN OSMAN PAMUKOĞLU 
HALK TV ,HALK ARENASI PROGRAMINDA ,UĞUR DÜNDARIN CANLIYAYIN TELEFON BAĞLANTISI İLE GÜNDEMİ DEĞERLENDİREREK  KONUĞU OLDU


TEKNE KIÇTAN KARA!.




TEKNE KIÇTAN KARA!.

tekne-kictan-kara
Üç günde 35 ölü, yüzlerce yaralı var. 12 Eylül 1980’den tam 34 yıl sonra Türkiye’de 6 şehir ve 22 ilçede sokağa çıkma yasağı ilan edildi. Sokağa çıkma yasağı bir sıkıyönetim uygulamasıdır..
3 bin işyeri, 263 kamu binası, 190 banka, 80 parti binası, 340 özel araç, 216 resmi araç, 30 özel yurt ve dernek binası tahrip edildi, yakılıp yıkıldı…Atatürk büst ve heykelleri yıkıldı, Türk bayrakları yakıldı!.
HDP’ye soruyor Başbakan: “ Başka niyetiniz varsa bilelim?” HDP, İmralı’dakinin terörü kürtçülükten çıkarıp da batıdakilerin de oyunu alalım diye kurdurduğu bir parti, öteki; BDP’de şimdilik ellerinin altında bulunuyor. Tek bir parti var, O da PKK (Kürdistan İşçi Partisi) esas anaç tavuk bu, ötekiler de bu tavuğun yumurtasından çıkmış civcivler.. Civcivler PKK’ya legalite sağlıyor, hepsi bu…
Şu hale bakın!. İmralı’daki fetva veriyor: “Kobani düşerse çözüm süreci biter.”, “15 Ekime kadar süre tanıyorum! Yoksa ben de bu işin içinde yokum..” civciv de çağrı yapıyor: “ Sokağa çıkın.”
Hükümettekiler konuşuyor: “ Çözüm sürecini vandalizme kurban etmeyiz.”, “Marjinal gruplar yapıyor.”, “Arkalarında kaos lobisi yatıyor.”, “İşin içinde paralel yapı var.” çaresizlik ve şoka girince saçmalamak işte böyle olur..
Çözüm süreci diye, İmralı’dakinin kendini kurtarmak için ortaya attığı mevcut hükümetin de bu zokayı damaktan yediği çıkmaz, ülkeyi her geçen gün daha da derin karanlıklara çekmeye devam ediyor ve edecek de..
Olayları çıkaran ve kontrolü her geçen gün zorlaştıran sebep: Çözüm süreci diye millete yutturulan bu zokadır. Bölgenin kırsalı terk edildi, şehirler de milisler çoğaldı ve organize oldular. Olayları çıkaran da sürdüren de dağdan gelen kadrolar ve şehirler de örgütlenmiş olan PKK’lı milislerdir..
Türk milletinin ve onun bir mensubu olan Kürt vatandaşlarımızın sağduyusu bu dönemde hayati öneme sahiptir.. Bu sap ve samanın ayrılması için şarttır..
Ülkenin bu hale düşürülmesin de hükümetin yanında, holding medyanın da çok büyük rolü vardır. Çözüm süreci diye kim oldukları belli
işbirlikçileri sürekli ekranlara çıkarıp kukumav gibi aynı şeyleri tekrarlatarak, PKK’ya umut ve moral vermişler; şımartmışlardır..
Meclis ve meclis dışındaki partilere gelince, bunların hallerini şu Anadolu türküsü en iyi şekilde anlatıyor: “Çayır çimen geze geze, oldum ben bir geveze.”
Zaman geldiğin de ülkesi için bir şey yapmayan, öldüğün de hiç yaşamamış sayılır. Şimdi tam vaktidir; HEPAR’a katılın…
TEK UMUT TEK YOL HEPAR
Osman Pamukoğlu
Hak ve Eşitlik Partisi
Genel Başkanı
.