1 Ağustos 2017 Salı

12 MART 1971 MUHTIRASI BÖLÜM 2


12 MART 1971 MUHTIRASI BÖLÜM 2


İlginçtir ki; TİP listesinden parlamentoya giren bu 15 isimden üçü sendikacı, on ikisi ise aydınlardan oluşuyordu. Tam anlamıyla işçi olup ta parlamentoya giren TİP’li yoktu. Bu durumun Genel Başkan Mehmet Ali Aybar tarafından dillendirilen “eli nasırlılar meclise” şiarıyla ne kadar örtüştüğü tartışmalıdır. TİP’in meclise girişi karşısında sol çevrelerde ve sağdaki tepkiler incelenmeye değer gözükmektedir. Sağdaki bir kesime göre; aldığı oy ve kazandığı sandalye sayısı dikkate alındığında, Türk solunun gücü belli olmuştur ve hiçbir 
şekilde endişeye mahal yoktur. Lakin özellikle yetmişli yıllar boyunca parlamento dışı muhalefet olgusunun silahlı çatışmaya dönüştüğü esnadaki hasımlaşmada taraf olan radikal sağ cenah açısından durum, endişe edilecek boyuttadır. TİP, bu kesime göre ülkeyi kızıl bir ihtilale sürüklemekle vazifelidir.879 
Soldaki tepkiler de iki ana eksen üzerinde cereyan ediyordu. Bir grup sol aydına göre sosyalistlerin parlamentoya girmesi son derece önemliydi. Bu yeni vaziyet, senelerdir illegal zeminde mücadele etmek zorunda bırakılan; bu nedenle dar kadrosu arasında bile parçalanmışlık içinde bulunan Türk soluna toparlanma imkânı verecek; geniş halk kitlelerine ulaşma olanağı çerçevesinde belki de ihtilalsiz, kavgasız bir sosyalizme geçiş imkânı bulunacaktır. 
TİP’in meclise girmesiyle birlikte soldaki bölünmeler bambaşka bir mecraya doğru akmaya başlamıştır. Problemin kaynağında: TİP’in ülke sorunlarının çözümünde yegâne mercii olarak parlamentoyu görmesi yatıyordu. Parti tüzüğünde yer alan özellikle şu maddeler birçok sol çevre tarafından sosyalizm yönteminden sapma olarak görülüyordu: “TİP’in amacı, anayasa ve kanunların tanıdığı hak ve hürriyetlere dayanarak, programında açıkladığı esasları 
gerçekleştirmektir (madde 2, fıkra 1). Halkın oyu ile kanun yolundan iktidara gelen TİP, halkın oyunu kaybedince, yine kanun yolundan iktidardan çekilir (madde 3, son fıkra)”.880 1965–1969 yılları arasında TİP’in parlamentoda ortaya koyduğu muhalefet, gerçekten de etkindir. Ülkenin tabuları arasında yer alan birçok sorun (özellikle Kürt meselesi ve Amerikan üsleri gibi) meclis kürsüsünden dile getirildiği gibi;881 parlamento dışında sergilenen mitingler, açık hava toplantıları, bir sonraki seçimler için umut aşılamaktadır. 
Bu arada, seçimlerden 1 yıl sonra cumhurbaşkanı Cemal Gürsel, hastalığının ilerlemesi sonucu görevini yapamaz duruma gelmiş; kısa bir müddet sonra ise vefat etmiştir. Gürsel’in yerine kim gelecek? Sualinin cevabı iktidar partisindedir ve Demirel bu konu hakkındaki kararını nasıl verdiğini şu şekilde aktarmaktadır: 

Biz 69’u bulduk, 65’te tek başımıza iktidar olduk, 69’u bulduk, 70’i bulduk ve 
ismimizi koyduk ortaya, siyasi parti olarak söylüyorum. 60’a geldik, 60’ta böylece Gürsel Cumhurbaşkanı oldu. Ben sonra 65’te Başbakan oldum. Yalnız, ben 64’te Başbakan Yardımcısıyım, Meclise girmeden, parti başkanıyım, Başbakan Yardımcısıyım. Sonra, 65’te seçim oldu, seçimi biz kazandık, ben Başbakan oldum. 66’da Gürsel öldü. Şimdi, Cumhurbaşkanı adayı arıyoruz. 
Cumhurbaşkanlığı hep oldum olası asker menşeli insanlarla gelmiş, Celal Bey 
dışında ve o zaman ne yapacağız biz? Biz, barış yapacağız. Barış yaparken o 
günkü asker nezdinde itibarlı olan kişi Sunay’dı. Ben üç-dört senelik tatbikatta da mülayim bir duruşu vardı. Biz, Sunay’ı Cumhurbaşkanı seçme kararı verdik, 
İsmet Paşa’ya haber gönderdim “Buna razı olur mu?” dedim, “Olurum.” dedi. 
Onu Cumhurbaşkanı seçtik, yatıştı ortalık. Sunay zaten ordunun içerisinde, millî 
birlikçilerin dışında, başka bir grubun da başkanıydı.882 O, onları durduruyordu, 
baba rolü oynuyordu, önemli rol oynamıştı. Ben, Sunay’la aşağı yukarı 1971’e 
kadar çalıştım. Sunay aslında şöyle: Yani ağırbaşlı, ona buna karışmayan, icrayı 
rahatsız etmeyen, düzgün bir insandı.883 

2 Haziran 1968'de Senato yenileme seçimleri yapılmıştır.884 Bu seçimler diğer seçimlere göre çok gergin geçmiştir. Çıkan olaylarda 15 kişi ölmüş, 26’sı ağır 47 kişi de yaralanmıştır. Olaylar 20 ilde yaşanmıştır. Isparta Şarkikaraağaç’ta AP ve CHP’liler arasından meydan kavgası çıkmıştır. Bu kavgada 40 kişi yaralanmıştır. Yine Malatya, Tarsus, Mardin, Hakkari, Amasya, Konya, Afyon gibi illerinde ölümlü tartışmalar yaşanmıştır. Bu kavgaların çoğu AP’li ve CHP’li seçmenler tarafından çıkartılmıştır.885 Bu durum toplumsal gerginliğin boyutlarını göstermesi bakımından anlamlıdır. 

1969 Seçimleri 

Katılım oranının % 64,35 olduğu barajsız d'Hondt sisteminin uygulandığı 1969 seçimlerinin Türk solu üzerinde yarattığı hayal kırıklığıyla birlikte TİP’e karşı soldan yöneltilen eleştiriler daha yüksek sesle dile getirilmeye başlandı. Mevcut başarısızlığın sebeplerini teşhis etme yönünde başlatılan tartışmaların başını Mihri Belli ve grubu çekiyordu. Bu gruba göre parti, sosyalist düzenin tesisi yönündeki bilimsel yönteme ihanet etmekteydi. Bir kere parlamentarizm yolu benimsenemezdi; Türkiye işçi sınıfı hem sayı hem de bilinç olarak 
yeterli seviyede değildi. Yapılacak iş: İçinde milli burjuvazinin de bulunduğu geniş tabanlı bir antiemperyalist blok oluşturmaktan geçiyordu. Tarihi boyunca en ilerici ve örgütlü kurum olan ordu da bu bloğa dâhil edilmeliydi. Belli ve ekibinin isimlendirmesiyle çözüm: Milli Demokratik Devrim Tezinin886 hayata geçirilmesinde yatmaktaydı. Ülkeyi 12 Mart dönemine götürecek siyasi tabloyu ortaya koyan 1969 seçimlerinin arz ettiği manzara ise şöyleydi: 

1969 Yılı Genel Seçim Sonuçları 

PARTİ LİDER ALDIĞI OY (%) MİLLETVEKİLİ 
AP Süleyman Demirel 46,55 256 
CHP İsmet İnönü 27,37 143 
GP Turhan Feyzioğlu 6,58 15 
YTP Yusuf Azizoğlu 2,18 6 
MP Osman Bölükbaşı 3,22 6 
MHP Alparslan Türkeş 3,03 1 
BP (Birlik Partisi) Hüseyin Balan 2,80 8 
TİP Mehmet Ali Aybar 2,68 2 
Bağımsızlar 5,62 13 

Kaynak: http://www.konrad.org.tr/secim/ayrinti.php?yil_id=6 (Erişim: 07.10.2012) 

Görüldüğü gibi bu seçimlerde tatbik edilen seçim sisteminin de etkisiyle AP, oyları azalmasına rağmen sandalye sayısını arttırıyordu.887 Demirel’in 1969 seçimleriyle ilgili yorumu ise şu şekildedir: 

Sonra 69’da, 68’de öğrenci hareketleri başladı ve işçi hareketleri başladı. 68’de 
dünya karıştı. 68’de Berlin’de üniversitede okumak mümkün değildi, Fransa’da 
Sorbonne’da da okumak mümkün değildi. De Gaulle’ün nasıl düştüğünü 
hatırlıyorum. Bizim de burada sıkıntılarımız vardı. Onlardan bir zarar gördük. 
Sonra, iktidar olup da yıpranmamak çok nadir iştir. İktidarın en güçlü zamanı 
seçildiği gündür. Ondan sonra yıpranmıyorsanız, şansınıza güvenin yani. Bu 
kuraldır. Biz yüzde 6 kadar oy kaybettik, yüzde 46,5’a indik. Gene çok iyi bir oy 
ve seçim sistemini değiştirdik. Seçim sistemi, bakiye sistemiydi. Adam 
Kocaeli’nden milletvekili adayı oluyor, Mardin’den milletvekili çıkıyor. Biz ona 
“tünel” dedik, tünel sistemi. Değiştirdik onu, nispi sisteme geçtik, bugün 
kullanılan sistem odur, baraj kısmı hariç. Oyumuz azaldı ama milletvekili sayısı 
arttı, 239 milletvekilinden 259 milletvekiline çıktık, daha rahatladık, 226’yla 
mesafeyi aştık ve kabine değişikliği yaptık.888 

1969 seçimlerinin bir diğer önemli özelliği de: Bağımsız 13 milletvekilinin meclise girmesiydi. Bunlardan biri de Türk siyasetinde uzun süre rol oynayacak Necmettin Erbakan’dı. Erbakan AP listesinden aday olmak istemiş, Demirel’in vetosuyla karşılaşınca Konya’dan bağımsız aday olmuş ve kazanmıştı.889 Bir süre önce olaylı bir biçimde Türkiye Odalar Birliği Başkanlığından uzaklaştırılan Erbakan’ın AP listesine alınmaması karşısındaki basının tavrı ise, aşırı sağın AP’ye musallat olmasına engel olunduğu şeklindedir.890 Meclise bu şekilde 
giren Erbakan, bir süre sonra 26 Ocak 1970’te, kendi partisini de kuruyordu: Milli Nizam Partisi (MNP).891 Siyasete yepyeni bir üslup getiren Erbakan, partinin kapısının Siyonist ve masonlar dışında herkese açık olduğunu düzenlediği basın toplantısında açıklıyordu.892 

Partinin kuruluş hikâyesiyle, Erbakan’ın partinin başına getirilişi hakkında Süleyman Arif Emre’nin anlattıkları şunlardır: 

Erbakan Hoca’yla karşılaştık, Turan Güngen… Onun bürosunda. Ben tabii, 
Hoca’yı inceliyorum, bizim aradığımız bütün vasıfları haiz. Ne yapalım da bu işi 
halledip, Hoca’yı devreye sokalım. Aradan birkaç ay geçti, ben direkt Hoca’nın 
yanına gittim, o zaman Odalar Birliği Genel Sekreteriydi Ankara’da. Direkt 
konuyu açtım, sonra dedi ki: “Beni fazla sıkıştırma, bu çok önemli bir şey. Uzun 
bir hazırlık yapmam, istişareler yapmam, netice almam gerekir. Eğer müspet 
netice alırsam, sizi arar buluruz.” Bu şekilde aradan birkaç ay geçtikten sonra 
Turan Güngen Bey’in yanında 7 kişi buluştuk, biri Hoca, birisi Hasan Aksay, 
birisi Arif Hikmet Güner, eski Rize Milletvekili, rahmetli oldu, ben, bir de Nevzat 
Yalçıntaş vardı. “Arif Bey’in böyle bir teklifi oldu, ben de çok uzun istişarelerden, 
araştırmalardan sonra…” O zaman da Demirel’le Erbakan’ın arası açılmıştı. 
Çünkü Erbakan diyordu ki: “Üç holdinge bütün illerden toplanan banka kredileri 
tahsis ediliyor. Hâlbuki Anadolu’da genç, yeni filizlenmiş müteşebbis, enerjik 
sanayiciler var yahut da ticari kabiliyeti olan insanlar var. Her ilin bankalara 
verdiği mevduatın evvela o ilde harcanması lazım, sonra artarsa başka taraflara 
transfer edilsin.” Önce Demirel bunu kabul ediyor, sonra “Hayır, öyle şey 
olmaz.” diyor. Sonra işte mahkemeleştiler. Demirel, Odalar Birliği Büyük 
Kongresinde Hoca’nın çekilmesini tekrar seçilmesini, Genel Başkanlığı ele 
geçirmesini önlemek için “Odalar Birliği kongresinin gündemindeki seçim 
maddesinin iptaline” diye bir Bakanlar Kurulu kararı aldı, hatırladığım kadarıyla. 
Ondan sonra, Hoca dedi ki: “Ne yapalım bu durum karşısında.” Avukat olarak 
hep beni çağırırdı, ben dedim ki: “Bu Anayasaya aykırı, böyle bir karar alınamaz. 

Sen seçimini yap, makamına otur, müdahale ederlerse Danıştay var, Yargıtay 
var.” O şekilde mücadeleler başladı ve bu mücadeleler, Demirel-Erbakan 
çekişmesi bütün memleketin kamuoyunu harekete geçirdi. Yani, millet bizim 
yapacağımız hareketi de, Erbakan’ı da daha yakından, net olarak tanımış oldu. 
Velhasılıkelam, o hazırlıklarla işimiz geçti ama 69 seçimine kadar partiyi 
yetiştiremedik. Ondan sonra Milli Nizam kuruldu Hoca’nın başkanlığında.893 
1969 seçimleri, sol açısından tam bir başarısızlık oldu. Aybar ve Boran ekibinin parlamenter yöntemlerle Türkiye’de sosyalizmin inşa edilebileceği yönündeki telkininin inandırıcılığını kaybetmesi, kısa yoldan iktidarın ele geçirilmesine yönelik yeni arayışları da beraberinde getirdi. Yüzyılların kemikleştirdiği toplumsal altyapı değişmediği takdirde seçimle iktidara gelmenin bir düş olduğu hususundaki karamsarlığı perçinleyen 1969 seçimleri, Türk solu açısından bir dönüm noktasıdır.894 

Milletvekilliklerinin % 56.89’unu alan AP, seçimi kazanmış ancak oy oranı 1965 
seçimlerindeki % 52.9’dan % 46.3’e düşmüştür. 895 1965 seçimleri öncesinde “Ortanın Solu” söylemini benimseyerek politik çizgisini değiştirmiş olan CHP, 1969 seçimlerinde de arzuladığı çıkışı elde edememiş ve 1950 seçimlerinden beri aldığı en az oy oranı olan % 27,36 ile 1965 seçimlerindeki % 28,7’lik oy oranının dahi % 1,34 aşağısına düşmüştür. 1969 seçimlerini AP’nin bir kez daha tek başına kazanmış olması parlamento dışı muhalefeti hızlandırmıştır. Öğrenciler parlamento dışı muhalefet düşüncesinden büyük ölçüde etkilenmişlerdir. Öğrenci grupları arasında çekişmenin ortaya çıkışı gerek üniversite içinde gerekse dışında patlamaya hazır bir ortam oluşturmuştur.896 Parti içindeki bu hizipleşme eski 
DP’liler ve onların yakınlarının öncülüğünde “41”ler olarak adlandırılan bir gruba 
dönüşmüştür. “Demokratik Parti”nin (DP) kuruluşuna yol açacak bu bunalım 1970 bütçesinin oylamasında kendisini göstermiş ve Süleyman Demirel, kendi partisinden milletvekillerinin olumsuz oyları ile oldukça zor durumda kalmıştır.897 

13 Şubat 1970’te yapılan oylamada 41 milletvekili CHP ile birlikte hareket ederek olumsuz oy kullanmışlardır. Henüz 100 gününü yeni doldurmuş hükümeti istifaya mecbur etmişlerdir. Bu tarihten itibaren yaklaşık 10 yıl sürecek bir tartışma da başlamış olacaktır.898 

Bu durum Türk siyasal hayatında ilk defa görülen bir olaydır. Bir partiye dahil parlamenterlerin kendi partilerinin hazırladıkları bütçe programı taslağını reddetmeleri özünde parti disiplinine de aykırıdır. 

Bu süreçte Demirel, en az 7-8 bakanın değişmesi beklenen eski kabineyi hiç değiştirmeden, III. Demirel Hükümeti kabinesini 6 Mart 1970'te ilan etmiş ve Cumhurbaşkanı’na sunmuştur.899 Tüm bu siyasi gerginliğin yanında üniversitelerde de şiddet eylemlerinde ciddi bir tırmanış yaşanmaktadır. Ülke genelinde süren boykotlar, yaşamını kaybeden öğrenciler ve tatil edilen üniversiteler eşliğinde III. Demirel Hükümeti kurulmuştur. 

Bu dönemin en çok tartışılan konularının başında eski DP’lilere af çıkarılması meselesi vardır. 27 Mayıs sonrası dönemin en tartışmalı konularından olan ve TBMM’de sürekli olarak tartışmalara neden olan af sorunu, Celal Bayar ve eski DP'li arkadaşlarının siyasal haklarına hukuken kavuşmalarıyla önemli bir aşama kaydetmiştir. 900 Bu af sorunun iki önemli sonucu daha olmuştur. Birincisi, 12 Mart 1971 askeri müdahalesinin, resmen ifade edilmeyen nedenlerinden biri bu af konusu olacaktır. İkincisi, Celal Bayar'ın da desteğiyle AP bölünecek, Demirel bütçesine kırmızı oy veren 41 milletvekilinden 26'sı partiden ihraç edilecek ve bazı senatörlerle birlikte Demokratik Parti’yi (DP) kuracaktır.901 

DİPNOTLAR;

851 Cumhuriyet, 27.6.1964, s.1. 
852 Metin Toker, Demokrasimizin İsmet Paşalı Yılları: İnönü’nün Son Başbakanlığı, 1961-1965, İstanbul, Bilgi Yayınları, 2. 
Bs, 1992, s.36. 
853 Milliyet, 14.12.1964, s.1. 
854 Bilgiç, Anayasanın 68’nci maddesinin ve değiştirilmesi ve geçici 11’nci maddenin yürürlükten kaldırılması hakkındaki değişikliğin, 
TİP tarafından esastan iptali için Anayasa Mahkemesine götürüldüğünü; mahkemenin ise usulden, söz konusu değişiklilik ve ilgayı iptal ettiği bilgisini veriyor. Konu hakkında Sadettin Bilgiç’in anlatımı için bkz. Sadettin Bilgiç, Hatıralar, İstanbul: Boğaziçi Yayınları, 2002, ss.185–191. 
855 9’ncu Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in 07.06.2012 Tarihli Dinleme Tutanağı, TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı [Saat: 14.45–18.55]. 
856 Hasan Celal Güzel’in 13.06.2012 Tarihli Dinleme Tutanağı, TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı [Saat: 11.00– 14.08]. 
857 1961 Anayasası ile 1982 Anayasasını bu bağlamda tartışan bir eser için bkz. Bülent Tanör, İki Anayasa 1961–1982, İstanbul: Beta Basım Yayım Dağıtım A.Ş. 1986. 
858 Niyazi Berkes, Unutulan Yıllar, İstanbul: İletişim Yayınları, 2006, s.349 vd. 
859 Ergun Özbudun, Türk Anayasa Hukuku, Ankara: Yetkin Yayınları, 2000, s.356. 
860 Ali Ülkü Azrak, “Türk Anayasa Mahkemesi”, İÜHFD, Cilt 28, Sayı 3–4 (1962), 649–700. 
861 Muharrem Balcı, MGK ve Demokrasi (Hukuk-Ordu-Siyaset), İstanbul: Yöneliş Yayınları, 1998. 
862 Hikmet Özdemir, Türkiye Cumhuriyeti’nde Rejim ve Asker İlişkisi Üzerine Bir İnceleme, İstanbul: İz Yayıncılık, 1993, s.261. 
863 9’ncu Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in 07.06.2012 Tarihli Dinleme Tutanağı, TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı [Saat: 14.45–18.55]. 
864 Turhan Dilligil, (Sokaktaki Adam), Allahsız Gardiyan, Ankara: Güneş Matbaacılık, 1966, s.34. 
865 Bayar, siyasi hakları iade edildikten sonra kendisine yapılan tabii senatörlük teklifine reddetmiş; gerekçesini ise şöyle açıklamıştır: “Tabii senatörlük ve benzeri sıfatların gerçek demokrasi esasları ile telifini güç buluyorum. Bu konuda samimi olarak bağlı bulunduğum görüş, düşünce ve inancıma sadık kalma kararındayım”, Milliyet, 5 Temmuz 1974. 
866 Orhan Aldıkaçtı, Anayasa Hukukumuzun Gelişmesi ve 1961 Anayasası–II, İstanbul: Hüsnütabiat Matbaası, 1966, ss.116–120. 
867 Bkz. Muammer Aksoy, Partizan Radyo ve DP, Ankara: Ayyıldız Matbaası, 1960. 
868 Cem Eroğul, Anatüzeye Giriş, Ankara: İmaj Yayıncılık, 1993, s.217 vd. 
869 Hikmet Özdemir, Türkiye Cumhuriyeti, İstanbul: İz Yayıncılık, 1995, s.374. 
870 Milliyet, 1 Nisan 1975. 
871 Bedii Faik’in 26.06.2012 Tarihli Dinleme Tutanağı, TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı [Saat: 11.30–13.15]. 
872 Erol Tuncer, Osmanlı'dan Günümüze Seçimler 1877-1999, Ankara, TESAV Vakfı, 2002, s.213-218. 
873 Parti disiplini konusundaki teorik yaklaşımıyla güncelliğini koruyan şu çalışmaya bkz. İlter Turan, “Parti Disiplini” 
[Kapsam, Tarihçe, Teşvik Eden Sebepler], İÜİFM, Cilt 28, Sayı 1–4 (1968), 79–102. 
874 Ali Gevgilili, Yükseliş ve Düşüş, 2. Bs, İstanbul, Bağlam Yayınları, 1987, s.322. 
875 Celal Ertuğ, Çözümsüz Demokrasi, İstanbul, Bilgi Yayınevi, 1997, s.107. 
876 9’ncu Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in 07.06.2012 Tarihli Dinleme Tutanağı, TBMM Tutanak Hizmetleri 
Başkanlığı [Saat: 14.45–18.55]. 
877 Sadun Aren, TİP Olayı 1961–1971, İstanbul: Cem Yayınevi, 1993, s.105. 
878 13 Kasım 1960’da tasfiye edilen 14’ler grubuna dahildir.
879 İlhan Darendelioğlu, Türkiye’de Komünist Hareketler, İstanbul: Toker Yayınları, 1979, s.499. 
880 Çetin Yetkin, Türkiye’de Soldaki Bölünmeler 1960–1970 (tartışmalar, nedenler, çözüm önerileri), Ankara: Toplum 
Yayınları, 1970, s.101. 
881 Genel Başkan Mehmet Ali Aybar’ın Meclisteki faaliyetleri ve TİP’in tek senatörü Fatma Hikmet İşmen’in Cumhuriyet Senatosundaki çalışmaları için bkz. Mehmet Ali Aybar, 12 Mart’tan Sonra (meclis konuşmaları), İstanbul: Sinan Yayınları, 
1973. Fatma Hikmet İşmen, Parlamento’da 9 Yıl (TİP Senatörü Olarak 1966-1975 Dönemi Parlamento Çalışmaları), Ankara: Çark Matbaası, 1976.
882 Silahlı Kuvvetler Birliği. 
883 9’ncu Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in 07.06.2012 Tarihli Dinleme Tutanağı, TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı [Saat: 14.45–18.55]. 
884 A grubu yenileme seçimleri Adıyaman, Aydın, Bilecik, Bolu, Çankırı, Çorum, Edime, Gaziantep, İçel, İzmir, Kastamonu, Kırklareli, Kırşehir, Malatya, Konya, Manisa, K. Maraş, Nevşehir, Ordu, Sinop, Sivas, Zonguldak. DİE, Cumhuriyet 
Senatosu Üyeleri Kısmi Seçim Sonuçları, Ankara, 1969, s.20. 
885 Cumhuriyet, 3.6.1968, s.1. 
886 Yıldız Sertel, Türkiye’de İlerici Akımlar ve Kalkınma Davamız, İstanbul: Cem Yayınevi, 1978, s.87.
887. “AP İktidarda”, Milliyet, 13 Ekim 1969. 
888 9’ncu Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in 07.06.2012 Tarihli Dinleme Tutanağı, TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı [Saat: 14.45–18.55]. 
889 “AP, Erbakan ve 13 adayı veto etti”, Milliyet, 19 Ağustos 1969. 
890 Abdi İpekçi, “AP ve Aşırı Sağ”, Milliyet, 19 Ağustos 1969. 
891 Ecvet Güresin, “Yeni Parti”, Cumhuriyet, 27 Ocak 1970. Doğan Duman, “İslamcı Gençliğin Serüveni”, Birikim, Sayı 95 Mart 1997, s.63. 
892 “Milli Nizam Partisi kuruldu”, Cumhuriyet, 27 Ocak 1970.
893 Süleyman Arif Emre’nin 26.06.2012 Tarihli Dinleme Tutanağı, TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı [Saat: 12.00– ?]. 
894 Attilâ İlhan, Hangi Sol, Ankara: Bilgi Yayınevi, 1980, s.146. 
895 Milliyet, 13.10.1969, s.1. 
896William Hale, Türkiye’de Ordu ve Siyaset, 1789’dan Günümüze, Çev.Ahmet Fethi, İstanbul. Hil Yayınları, 1994, s.156. 
897 Feroz Ahmad, Demokrasi Sürecinde Türkiye 1945-1980, Çev: Ahmet Fethi, 3. Bs, İstanbul, Hil Yayınları, 2007, s.308, 
Arsev Bektaş, Demokratikleşme Sürecinde Liderler Oligarşisi, CHP ve AP (1961-1980), İstanbul, Bağlam Yayınları, 1993, s.161, 
898Cüneyt Arcayürek, Demirel Dönemi 12 Mart Darbesi 1965-1971, 2.Basım, Ankara, Bilgi Yayınevi, 1985, s.324. 

12 MART 1971 MUHTIRASI BÖLÜM 1

12 MART 1971 MUHTIRASI 


12 MART 1971 MUHTIRASI 

Demokrasiye yönelik tehditlerin başında hiç kuşkusuz doğrudan veya dolaylı yollarla meşru otoriteyi etkisiz kılmayı veya ortadan kaldırmayı hedefleyen darbe veya muhtıra teşebbüsleri yer alır. İnsan topluluklarının ve yönetimlerin cevap aradığı kadim sorulardan biri sivil-asker ilişkilerinin dengeli ve meşru otoriteye bağlı olarak nasıl kurulacağı ve uygulanacağıdır. Tarihin farklı dönemlerinde belli grup veya güçler yönetimler ele geçirme ve kendi istedikleri biçimde o mekanizmayı ve süreci biçimlendirme arzusu taşımışlardır. Bu nedenledir ki, 
örneğin büyük düşünür Aristoteles, bir toplumda askerlerin sayı ve güç bakımdan içinde yaşadığı halkla orantılı olması gerektiğini, ne ülke savunmasını zaafa uğratacak bir durumda ne de kendi toplumlarını baskı altına alacak bir büyüklük ve güçte olmamaları konusunda hatırlatmalarda bulunmuştur. Yönetimlerin güçlü olduğu dönemlerde kurumlar arası güç ve otorite ilişkilerinin de kamu yararını gözetecek biçimde kurulduğu, olağandışı koşullarda ise 
meşru otorite dışında aktörlerin güç devşirdikleri görülmüştür. 

Her ne kadar farklı zamanlarda ve farklı toplumlarda askeri darbeler, muhtıralar, anti demokratik yönetimler ve diktatörlükler görülmüş olsa da, bu tür patolojik durumların hangi şartlarda ortaya çıktığına ilişkin araştırmalar ve elde edilecek cevaplar tüm insanlık için olduğu kadar ülkemiz için de hayati bir önemi haizdir. 
TBMM Darbeleri Araştırma Komisyonu Türkiye’de darbelerin nedenlerini, süreçlerini, sonuçlarını araştırmak; darbelerin nasıl önlenebileceğine ilişkin incelemelerde bulunmak ve elde ettiği bilgi ve bulguları Meclis Genel Kurulu’nu ve kamuoyunu bilgilendirmek amacıyla kurulmuştur. Komisyon bünyesinde 27 Mayıs 1960 darbesi ile 12 Mart 1971 muhtırasını araştırmak üzere kurulan alt komisyonumuz darbe girişimlerinin nedenlerini, aktörlerin kendilerini nasıl meşrulaştırdıklarını, hangi koşulların darbe ve muhtıralar için elverişli 
olduğu, darbe ve muhtıraları önleme konusunda ne tür yasal, toplumsal, eğitsel, sosyal, ekonomik tedbirler alınabileceği gibi hususlar üzerinde durmuştur. 
Araştırma çerçevesinde, kapsamlı arşiv, belge ve literatür taramaları gerçekleştirilmiş, konu hakkında bilgi sahibi olan çok sayıda kişinin tanıklığına müracaat edilmiştir. 

1. 12 Mart Muhtırası Öncesi Gelişmeler 

12 Mart Öncesi Genel Durum 

27 Mayıs sonrasındaki gelişmeler takip edildiğinde, ülkede, askerin kışlasından çıktıktan sonra, yeniden kışlasına dönmesinin ne kadar zorlaştığı görülmektedir. Milli Birlik Komitesi içindeki bölünme ve sonucunda 14 MBK üyesinin ihracı; 21 Ekim Protokolü ve 1961 seçimlerinin iptali ile yeniden müdahale tasarıları; Talat Aydemir tarafından girişilen 22 Şubat 1962 ve 21 Mayıs 1963 tarihli darbe teşebbüsleri, bu tespiti doğrulayan gelişmelerden bazılarıdır. Aydemir ilkinde affedilmiştir. İkincisinde ise TBMM’nin kabul ettiği 480 Sayılı Yasa ile haklarında ölüm kararı onaylanan Süvari Binbaşı Fethi Gürcan 26 Haziran 1964 
günü ve Kurmay Albay Talat Aydemir 5 Temmuz 1964 günü idam edilmişlerdir.851 
Diğer tutukluların cezaları 1966’da çıkarılan Af Yasası ile kısmen veya tamamen kaldırılmıştır. 
Bununla birlikte müdahale girişimleri sürecinde Aydemir’e destek çıkan bir kısım tabii senatörlerin (Mucip Ataklı, Kadri Kaplan, Muzaffer Yurdakuler, Sezai Okan) ise hiçbir adli soruşturmaya tabi tutulmamıştır. Anılardan anlaşılan; bu kişiler darbe girişimine önce destek vermişler daha sonra da darbenin zor olacağı düşüncesine kapılıp bundan vazgeçmişlerdir. 
Darbe sürecinden sonra da makamları ve konumları sarsılmadan siyasete devam etmeyi sürdürmüşlerdir. 

Siyasi hayatın bu dönemde dalgalı bir seyir izlemesinin temelinde yatan neden 
istikrarsızlıktır.852 İnönü’nün 13.12.1964’te Parti Meclisinde yaptığı konuşmada “Sizin bildiğiniz iki darbe girişimi var ancak biz on beş darbe girişimini daha hazırlık aşamasında engelledik”853 sözleri dönemin siyasi havasını anlamak için manidardır. 1961–1965 yılları arasındaki koalisyon hükümetleri döneminde gündeme getirilen ve 1966’da sağlanan, eski DP’lilerin affıyla tahliyelerinin, kısa bir müddet sonra bu kez siyasi haklarının da iadesi tartışmalarını yaratması, yeni müdahale gerekçelerinin üretilmesine zemin hazırlamıştır.854 Dönemin Başbakanı Süleyman Demirel bu hususta şunları söylemektedir: 

Siyasi haklar tartışması var, siyasi haklar 69’da iade edilecek ve Cumhurbaşkanı 
diyor ki “Sakın ola bunu şimdi yapma.” bana diyor. “Niye?” “Çok kötü haberler 
alıyorum, yapma şimdi bunu.” Ben kalkıp bir yere gidivereyim. Şimdi ben ne 
yapayım? Efelik yapıp yapsam, bir şey olsa “Kardeşim biz seni idareci diye 
getirdik oraya. Üç gün sonra olsaydı, yani idare etseydin bunu, yani onu diyecek. Bir şey olmasa, yani yapmasam “Bak yapamadı, korktu.” filan. Efeliğe gelen bir iş değil bu. İhtilal şartlarından sonra bir ülkeyi yönetmek gayet zordur ve her istediğiniz olmuyor, bugüne şükretmek lazım. Gene bugüne şükretmek lazım.855 

Demirel’in bu sözlerine karşı Hasan Celal Güzel’in cevabına da dikkat çekmek gerekmektedir: 

Sayın Demirel, 1969’da Celal Bayar’ın, rahmetli Celal Bayar’ın siyasi affı için 
senatodan geçmiş kanun tasarısı çünkü Hükümet hazırlamış ve Meclise gelmiş, o sırada öğreniyor, kendi ifadesine göre, Amerikalılardan, şuradan buradan ki 
bunlar eğer bu kanun çıkarsa müdahale edecekler yani bir darbe ihtimali var. 
“Ben Türkiye’yi darbeden kurtardım.” diyor Sayın Demirel. Sayın Demirel şunu 
yapmış: Bunu, kanun tasarısını geri çekmiş. Darbeden böyle kurtarmış. Hani, 
meşhur çapkın kaptan hikâyesini bilirsiniz. Güzel kadın, açık deniz, birtakım 
ahlaksız tekliflerde bulunuyor. Birinci gün, ikinci gün… Kadın da yazıyormuş 
günlüğüne bunu. Günlüğün sonunda işte “Kaptan, açıkça eğer kabul etmezsen 
gemiyi batırırım.” dedi. Son sayfası şöyleymiş: “Gemiyi kurtardım.” Yani Sayın 
Demirel gemiyi kurtardığı zaman bile vermiş, kurtarmış hem de milletin iradesini satmış, kurtarmış. Böyle birisinden darbe konusunda kalkıp da şey almanız, affedersiniz, çok özür dilerim ama görüş almanız benim çok tuhafıma gitti. Hele 28 Şubatın faili, plancısı, destekçisi, koltuk değneği olan bir zatın bu şekilde kalkması, hem de hiç sıkılmadan “Yarın sizi de sorgularlar.” diye size de tehditte bulunması gerçekten çok tuhaf olmuştur.856 

1961 Anayasasıyla ülke, çeşitli siyasi akımların bir önceki döneme kıyasla kendilerini daha özgürce ifade edebilecekleri bir döneme girmiş bulunuyordu.857 Kuşkusuz bu durum, ülkenin demokrasi geleneğinin desteğinden mahrum bir şekilde yürümekteydi. Ülke, dış dinamiklerin belirleyiciliğinde858 çok partili siyasi hayata geçmiş ancak iktidar olan partinin bir askeri darbeyle yönetimden uzaklaştırılmasına mani olunamamıştı. 1950–1960 arasındaki DP’li yıllarda hâkim olan güçlü yürütme olgusuna verilmiş sert tepkinin eseri olarak yeni anayasada; yürütmenin yalnızca yasama organı tarafından kontrolünün kifayetsizliğine tedbir olmak üzere, kimi organlar anayasal kuruluşlar haline getirilmiş, bu organların yürütmenin elini zayıflatan yetkilerle teçhizi sağlanmıştır.859 Yürütmenin, yasama organındaki gücüne paralel 
olarak iktidar olmasına karşı Anayasa Mahkemesi kurulmuş, yasamanın ihdas edeceği anayasaya aykırılık arz edebilecek kanunlarının hem esastan, hem de usul açısından denetlenmesi yetkisi bu mahkemeye verilmiştir.860 Milli Güvenlik Kurulu ilk kez anayasal bir kuruluş olarak sistem içinde yerini almıştır.861 Bu noktada şu tespitin haklılığını ortaya koymak gerekiyor: “Milli Güvenlik Kurulu (…) sivil otoritenin bir parçası değil, aksine askerlerin sivil otoriteyi kontrol edebilmeleri için donatılmış bir aygıttır”. 862 Milli Güvenlik Kurulunun, askeri vesayetin kurumlaşmış ifadesi olduğundan bahisle, bu organın neden 
kaldırılmadığı konusunda Demirel, şunları söylemektedir: 
Bizim siyasette uzun seneler geçen ömrümüzün bir kısmında biz sizin 
düşündüğünüz kadar güçlü değiliz çünkü biz 1971’de tek başına hükümeti 
bırakmışız, ondan sonraki dönem hep koalisyonlardır ve koalisyonlarda da biz 
zor dönemler yaşamışız. Devletin birinci meselesi, devleti ıslah etmek, düzeltmek değil, birinci meselesi anarşi olmuş, birinci meselesi terör olmuş, birinci meselesi güncel meseleler olmuş, bizatihi idarenin kendisi olmuş. Yani koalisyonlar gelmiş, koalisyonlar gitmiş hep bu olmuş. Üç-dört partiyi bir araya getirip koalisyon kurmuşuz, 70’li yıllar öyle. Burada o kadar devletin bünyesine tekabül edecek meseleleri ele almak, düzeltmek, halletmek falan imkânı olmamıştır. Biz ancak kırılanı, döküleni topladık. Sonra, 80’li yıllar, zaten 80’li yıllarda biz yokuz. 1980 darbesinin yaptığı en kötü şeylerden bir tanesi Türkiye’de siyasi partileri kapatmak ve siyasetçilere on sene yasak getirmektir. Bu, siyasetin damarını kurutmuştur. Yani 1983 seçimlerine ne Cumhuriyet Halk Partisi ne Adalet Partisi kendi isimleriyle girebilmiş değil, hatta onlara yakınlar varsa veto yemiş. Ondan sonraki zaman içerisinde toparlanma olabilmiş, zaman almış. Yani siyasetin içine sürüklendiği kargaşadan keşmekeşten siyasi partiler kendilerini çıkarabilmek, kurtarabilmek, ayakta durabilmek, yürüyebilmek için bütün zamanlarını sarf etmişler. Onun için, sizin dediğiniz sualle biz meşgul olmadık. Yani Millî Güvenlik Kurulunu hiçbir zaman düşünmedik, yani bunu kaldıralım, yüceltelim, vesaire çünkü Milli Güvenlik Kurulu ihtilallere karşı alınmış bir tedbir olarak ortadaydı. Şöyle bir tedbirdi: Yani Türkiye’de birtakım işler cereyan ediyor, askerin üst kademesi bunu bilsin ve taşın altına elini soksun ve sivil idare bir şey yapmaya kalktığı zaman buna itiraz etmesin, onu sağlayan bir mekanizma olarak almışızdır Millî Güvenlik Kurulunu. Onu düzeltmeyi hiç düşünmedik.863 

Yasama organının iki meclisli olması sağlanarak bir tür akil adamlar ya da güzîdeler meclisi olması hedeflenen Cumhuriyet Senatosu kurulmuştur. Kırk yaşını bitiren ve yüksek tahsil yapanlardan oluşan bu meclisle, yasamanın millet meclisi boyutunun kontrol altına alınması amaçlanmıştır. Cumhuriyet Senatosu, genel seçimle gelen 150, Cumhurbaşkanının atadığı 15 ve tabiî (eski DP’lilerce ölesiye) senatörlerden oluşuyordu.864 Eski Cumhurbaşkanları da tabiî 
üyeler arasındaydı. Sadece Celâl Bayar bu haktan mahrum bırakılmıştı.865 İki yılda bir, üçte biri yenilenen senatoda, Cumhurbaşkanının atadığı senatörlerde, yüksek öğrenim yapma şartı aranmıyordu.866 

Bunun yanı sıra DP iktidarı döneminde iktidarın borazanı olmakla suçlanan devlet radyosu 867 ve üniversite özerk hale getirilmiştir. Netice itibarıyla, idarenin yasamadaki etkinliği karşısında, yasama yetkilerinin çift meclis, anayasa mahkemesi ve MGK tarafından sınırlandırılması hedeflenirken, yürütmenin her türlü eylem ve işlemleri yargı denetimine tabi 
tutuluyordu. DPT’nin kuruluşu ise devletçi sosyalizm denilebilecek üçüncü dünyacı bir akımın tesirinde kalan, ihtilale destek veren kimi aydınların etkisiyle gerçekleştirilmiştir.868 

Hepsinden önemlisi ilerleyen yıllarda çokça şikâyet edilecek ekseriyeti esas alan seçim sistemi değiştirilerek, yönetimde istikrardan çok temsilde adalet ilkesini gözeten bir seçim sistemi benimsenmiştir.869 Yeni seçim sistemi, temsilde adaleti azamî oranda sağlıyordu ancak siyaset arenasında, bölünmeyi de teşvik etmiştir. Yetmişli yıllarda Milliyetçi Hareket Partisi, Milli Selamet Partisi, Cumhuriyetçi Güven Partisi, Demokratik Parti gibi partiler bu sistemin     kendilerine sağladığı az sandalyeyle çok tesir etme imkânını bulmuşlardır. Örneğin MHP, birinci Milliyetçi Cephe hükümetinde, 3 sandalyesine karşılık iki bakanlıkla temsil edilmiştir.870 

Askeri darbelerin hepsinin bir kefeye konulamayacağını belirten Bedii Faik, 27 Mayıs başka, 12 Mart’ın başka, 12 Eylül’ün ise bambaşka müdahaleler olduğunu belirtmektedir. Bedii Faik’in sözleriyle: 

27 Mayıs ne yapmıştır? Hükümeti feshetmiştir. Yalnız bir şey yapmıştır, partileri 
kapatmamıştır. Neden kapatmamıştır? Çünkü bir parti daha fazla dayanağını 
teşkil ediyordu, Cumhuriyet Halk Partisi. O daha fazla bir dayanaktı onun için, 
onu da kapatmamıştır. Hatta bir şey söyleyeyim mi: Demokrat Partiyi 27 Mayıs 
hareketi kapatmadı, Demokrat Partiyi sulh hukuk mahkemesi kapattı, vaktinde 
kongresini yapmadı diye, vaktinde parti görevlerini ifa etmediler diye mahkeme 
kapatmıştır… Birinci darbenin dersini 12 Mart almış gibidir, Meclisi 
kapatmamıştır, herhangi bir parti liderini içeri almamıştır. Reisicumhurun 
seçilmesi gibi bir problemi vardır, vesairedir, falandır, onların öyle büyük meselesi olmamıştır. Ama Mahir Çayan vesaire hareketleri olunca sertleşmek zorunda kalmışlardır ve ondan sonra mecbur olmuşlardır çünkü oraya bir defa girdiniz mi artık burnunuzu çıkaramazsınız. Bundan sonra gelen 12 Eylülün çok daha aşağıda olması lazım geliyor. Öne inmiştir. Yani 27 Mayıs şu sevideyse, 12 Mart bu seviyededir artık, daha hafiftir o, parlamentoludur, vesairelidir, iyiye gidiyoruz sözde, birdenbire 12 Eylülde iş değişmiştir, 12 Eylül birdenbire ötekinin de tepesine çıkmıştır.871 

1965 Seçimleri ve Sonrası Başlıca Gelişmeler 

1965’de Türkiye’de yeni bir döneme girilmiştir. 10 Ekim 1965 genel seçimleri, milli bakiye sistemine göre yapılmıştır. 1965 yılında yapılan genel seçimler öncesinde Siyasal Partiler Kanunu ve yeni Seçim Kanunu yasalaşarak Türkiye'de ilk kez nispi temsil sistemine eklenen "milli bakiye" sistemi uygulanmaya başlamıştır. Bu, küçük partilerin parlamentoda temsilini olanaklı kılan bir sistemdir. Böylece her bir oyun hesaba katılması amaçlanmış, seçim 
çevrelerinde değerlendirilemeyen oyların ulusal bir seçim çevresinde birleştirilmesi öngörülmüştür.872 

27 Mayıs darbesinden sonra, 1961, 1965, 1969, 1973 ve 1977 seçimlerinden sadece 1965 ve 1969 seçimlerinden tek başına iktidar olacak meclis aritmetiği çıkmıştır. Nitekim 1965 seçimleriyle 450 kişilik TBMM’de, aldığı % 52,87’lik oy oranıyla AP’nin, salt çoğunluk olan 226 rakamını ancak 14 sandalyeyle geçerek 240 milletvekilliği kazanabildiği düşünüldüğünde, seçim sonuçlarıyla, temsilde adaletin olabildiğince sağlanırken; yönetimde istikrarı sağlayacak 
güçlü hükümetlerin ortaya çıkmadığı görülmektedir. Aşağıdaki tabloda 1965 seçimleri sonucu oluşan parlamento aritmetiği gösterilmektedir. 

1965 Yılı Genel Seçim Sonuçları 

PARTİ LİDER ALDIĞI OY (%) MİLLETVEKİLİ 

AP Süleyman Demirel 52,87 240 
CHP İsmet İnönü 28,75 134 
MP Osman Bölükbaşı 6,26 31 
YTP Ekrem Alican 3,72 19 
TİP Mehmet Ali Aybar 2,97 14 
CKMP Alparslan Türkeş 2,24 11 
Bağımsız Çetin Altan 3,18 1 

Kaynak: http://www.konrad.org.tr/secim/ayrinti.php?yil_id=5 (Erişim: 03.10.2012) 

Görüldüğü gibi, toplam geçerli oyların yarısından fazlasını alan bir partinin bile mecliste çok az farkla çoğunluğu ele geçirmesi, parti içi demokrasinin güçlenmesini sağlarken, parti disiplininin tesisini güçleştirmiştir.873 
1965 seçimlerine giderken CHP siyasal yelpazedeki yerini "Ortanın Solu" olarak belirlemiştir. Bu nedenle CHP seçim öncesinde komünistlikle suçlanmış, "Ortanın Solu Moskova'nın Yolu" diye sloganlar yazılmıştır. CHP ise AP'yi gericileri korumak ve dini siyasete alet etmekle suçlamıştır.874 CHP, Demirel'in mason olduğunu da işlemiştir. Bunun üzerine AP Genel Başkanı, locadan mason olmadığını gösteren bir belge almak durumunda kalmıştır.875 
1965 seçimlerinin en önemli sonuçlarından ilki; DP’nin devamı olarak takdim edilen AP’nin tek başına iktidara gelmesidir. Dönemin AP lideri Demirel, zamanın ruhunu ve partisinin başarısını şu cümlelerle özetlemektedir: 

Adalet Partisi Avrupa’nın en iyi teşkilatlanmış, en güçlü, halka en iyi 
kenetlenmiş partilerinden biriydi, Avrupa’nın, yalnız buranın değil. Yani tam bir 
kütle partisiydi, her çeşit insanın bulunduğu bir kütle partisiydi ve Türkiye'nin 
bütün her tarafını kucaklayan bir partiydi, bütün insanı kucaklayan bir partiydi. 
İçerisinde kimseyi incitecek bir şey yoktu; vatandaşlık kavramı çok iyi yerleşmiş, herkes birbirini kardeşi sayan bir şeyin içerisindeydi; doğulusu, batılısı, vesairesi hepsi bir ocağın içindeydiler ve 65 seçimlerinde yüzde 53 oy aldık. Türkiye’de Demokrat Partinin aldığı yüzde 56’dan sonra en büyük oydur, bu zamana kadar alınmadı henüz.876 

Söz konusu seçimlerin en önemli ikinci sonucu ise: Türk solunun TBMM’de 14, Cumhuriyet Senatosunda ise 1 sandalye877 kazanarak ilk kez parlamentoya girmiş olmasıdır. Mecliste; Ali Karcı (Adana), Rıza Kuas (Ankara), Muzaffer Karan (Denizli),878 Tarık Ziya Ekinci (Diyarbakır), Yahya Kanbolat (Hatay), Sadun Aren (İstanbul), Mehmet Ali Aybar (İstanbul), Cemal Hakkı Selek (İzmir) Adil Kurtel (Kars), Yunus Koçak (Konya), Şaban Erik (Malatya), Kemal Nebioğlu (Tekirdağ), Behice Boran (Urfa), Yusuf Ziya Bahadınlı (Yozgat). Senatoda ise Fatma Hikmet İşmen (Kocaeli), Türkiye İşçi Partisi’nin parlamentoya soktuğu isimlerdir. 

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

28 Temmuz 2017 Cuma

İnönü Döneminde Ordu-Siyaset İlişkileri BÖLÜM 2


 İnönü Döneminde Ordu-Siyaset İlişkileri BÖLÜM 2


II. Dünya Savaşı sona ermeden önce Genelkurmay Başkanlığı'nın özerkliğine son verilmesi ve Başbakan'a bağlanması ile açılan yeni dönem, TSK'nin Yüksek Kumanda Heyeti'nin gençleştirilmesi, tıkanan terfi kadrolarının açılması ve Yüksek Kumanda Heyeti ile subay heyeti arasında ki bağın güçlendirilmesi için bir fırsat yaratmıştır. Fakat siyasi iktidarın askeri ihtiyaç değil, siyasi değerlendirmelerle yaptığı tercihler, bu fırsatın kullanılmasını engellemiştir.

Nitekim, savaşın sona ermesi ile orduda yapılacak emeklilik ve terfi işlemleri için sağlık durumlarının ele alınması gerekmiş, fakat siyasi iktidar emekliye sevk edilmesini istediği subayların adlarının hastahane tabiplerine bildirmiş. Bu haberin TSK'de duyulması Belen'in ifadesi ile "Orduda bomba gibi patlayarak karışıklıklara meydan vermiştir."28 Yüksek Kumanda Heyeti'nin gençleştirilmesi için çaba harcanmadığı, 1944-1950 arasında sadece Genelkurmay Başkanlığı'na yapılan atamalara bakınca ortaya çıkmaktadır. Çakmak'dan boşalan Genelkurmay Başkanlığı görevine Org. Kazım Orbay getirilmiş, Org. Salih Omurtak Genelkurmay Başkanlığı görevini 1946'da devir almış, 8 Haziran 1949'da emekliye ayrılmıştır.29 Org. Omurtak'ın yerine 10 Haziran 1949'da Org. Abdurrahman Nafiz Gürman atanmıştır.30

Mareşal Çakmak'ı 1944'te 68 yaşında iken görünürde yaş haddi nedeni ile emekliye sevk eden yönetimin31 1949'da 67 yaşındaki Org. Gürman'ı Genelkurmay Başkanlığı'na getirmesi, askeri nedenlerle açıklanamaz32

Belen ordudaki atamaların, Yüksek Askeri Şura kararlarına, komutanların terfilerinde sicile önem vermeyen, İnönü'nün şahsi tercihleri doğrultusunda yapıldığı ve orduda tepki yarattığını ileri sürer.33 Yüksek Askeri Şura'nın İnönü'ye karşı bir direniş içine girmesi pek mümkün değildir. Yukarıda değinildiği gibi, 4580 sayılı kanunun 5. maddesi ile Yüksek Askeri Şura'nın oluşumunu belirleyen 636 sayılı kanunun üçüncü maddesinin 4580 sayılı kanuna aykırı hükümleri 1945 tarih ve 4764 sayılı "Askeri Şura'nın teşkilat ve vazifeleri hakkındaki 636 sayılı kanuna ek kanunun34 1. maddesi gereği Hava Kuvvetleri Komutanı Yüksek Askeri Şura'ya üye olmuştur. Fakat 31 Ocak 1944'de kurulan Hava Kuvvetleri Komutanlığı ancak 1947'de Ordu komutanlığı düzeyine çıkarılmış35 ve ancak 1950'de bütün hava destek ve birliklerini emri altında toplayarak kuvvet komutanlığına dönüşmüştür.36 Kısaca Yüksek Askeri Şura'nın yeni üyesi etkisizdir.

Bu dönemde Yüksek Askeri Şura'ya son şeklini veren kanun, 4764 sayılı kanunu yürürlükten kaldıran 30.05.1949 tarih ve 5400 sayılı "Yüksek Askeri Şura'nın Teşkilat ve Görevleri Hakkındaki 636 Sayılı Kanunun 2. ve 3. Maddelerinin Değiştirilmesine Dair Kanun"dur.37 Bu kanuna göre şuranın tabii başkanı Başbakandır. Başbakanın bulunmadığı toplantılarda Milli Savunma Bakanı, bakanın bulunmadığı toplantılarda Genelkurmay Başkanı şuraya başkanlık ederler. (md. 2) Şura üyeleri Milli Savunma Bakanı, Genelkurmay Başkanı, Hava, Kara ve Deniz Kuvvetleri komutanları ve ordu müfettişleri ile Milli Savunma Yüksek Okulu Genel Sekreteri ile komutanlar arasından seçilen altı ve ilk on beş kişiden oluşmaktadır. (md. 3)

Subayların terfilerini düzenleyen 12.07.1943 ve 4460 sayılı kanunun 10. md.38 15.06.1947 tarih ve 578 sayılı "Subaylar Heyetine Mahsus Terfi Kanunun 4460 Sayılı Kanunla Değişen 10. Maddesinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun"39 ise yeniden düzenlenmiştir. Bu kanuna, göre subaylar, terfi için rütbelere göre en az Astğm. 6 ay, Tğm. 3 yıl, Üstğm. 3 yıl, Korg./Koram. 3 yıl, Org/Oram. üç yıl beklemek zorundadır. Kanunun tek ilginç yanı 4460 sayılı kanunda 6 yıl olarak belirlenen Yzb'lığın da görev süresini 9 yıla çıkarmasıdır. Böylelikle 10.07.1945 tarih ve 4795 sayılı kanunun40 belirlediği Astğm., Tğm, Üsttğm., Yzb., rütbelerinden oluşan "astsubaylar" grubunda kalma süresi 3 yıl uzayarak toplam 15 sene 6 aylık bir süreye ulaşmıştır. Yukarıda değindiğimiz 4765 sayılı kanunla emeklilik süreleri gelmiş generallerin Bakanlar Kurulu ile görevlerine devam edebilecekleri hükme bağlanırken, genç subayların 4795 sayılı kanunun "üstsubaylar" diye tanımladığı Bnb., Yrd. Alb. rütbelerine yükselmeleri süresi uzatılmıştır. Düzenlemenin genç subaylar tarafından olumlu karşılandığını söylemek zordur. Etkisinin subay heyetini CHP iktidarından daha da uzaklaştırıcı nitelikte olduğu söylenebilir. 20.03.1950 tarih ve 5611 sayılı kanunla Atğm. ve Tğm.'likte bekleme süresi 6 ayı Astğm.'lik süresi olmak üzere 4 yıla çıkmış, Üstğm.'lik 6 yıla çıkarılmış, Yzb. rütbesinde bekleme süresi ise 9 yıldan 6 yıla indirilmiştir. Böylece astsubaylar kategorisinde bekleme süresi 6 ay artarak 16 seneye çıkmıştır. (Hava Kuvvetlerinde 14 yıl, Deniz Kuvvetlerinde 15 yıl üstsubaylarda ise terfi bekleme süreleri ise Bnb.'lar için 4 yıldan 6 yıla, yarbaylar için 3 yıldan 6 yıla çıkarılmıştır. Albay ve generallerin terfi sürelerinde bir değişiklik yapılmamıştır.

Genelkurmay Başkanlığı'nın 1944'de Başbakanlığa bağlanması Yüksek Kumanda Heyeti'nin siyasal etkisinin azaltılmasından sonra, Genelkurmay Başkanlığı 30.05.1949 ve 5396 sayılı "Milli Savunma Bakanlığı'nın Kuruluş ve Görevlerine Dair Kanun"41 Milli Savunma Bakanlığı'na bağlanmıştır (md. 1). Bakanlık, personel, haber alma, harekat, eğitim, seferberlik ve ikmal işlerini Genelkurmay Başkanlığı aracılığı, bunların dışındaki işleri bakanlık Müsteşarlığı aracılığı ile yürütmektedir (md. 2). Genelkurmay Başkanı Milli Savunma Bakanı'nın teklifi ile Bakanlar Kurulu tarafından atanır (md. 3), kuvvet komutanları ile Ordu Komutanları ve Orgeneral ve Oramiraller Genelkurmay Başkanı'nın görüşü alınarak, Milli Savunma Bakanı'nın teklifi, Bakanlar Kurulu'nun kararı ile tayin edilirler (md. 4).

1949 yılına kadar TSK'nin emir komuta zinciri Genelkurmay Başkanlığı ile Ordu komutanlıkları arasında kurulmuştur. 1949 yılında bu yapıda değişikliğe gidilmiş ve kuvvet komutanlıkları oluşturulmuştur.42

Dönem itibarıyla Genelkurmay Başkanlığı'nın devlet kurumu içindeki konumunun değiştirilmesi için ABD'nin baskı yaptığını ileri süren görüşler vardır.43 Bu nedenle Türk tarihinde ordunun ilk kez sivil yönetimin emrine girdiği ileri sürülmektedir.44

Bu, aynı zamanda, Amerikan askeri yardımın koşula bağlandığını göstermektedir. ABD askeri yardımı askeri işlerin kendisinde toplandığı bir makamın kurulmasının da gerekli kılmıştır. Bunu sağlamak için bütün savunma birimlerini Milli Savunma Bakanlığı'na bağlayan ve savaş halinde ülke kaynaklarını eşgüdümle yönetecek olan "Milli Savunma Yüksek Kurulu" 1949'da kurulmuştur.45

1946 yılında Genelkurmay Başkanlığı'nın bir tasarı hazırlayarak topyekün bir savunma için sivil ve askeri yetkililerin beraber çalışacakları bir organın kurulmasını tavsiye ettiği bilinmektedir. Daha sonra Yüksek Askeri Şura konu üzerinde çalışmış ve Milli Savunma Yüksek Kurulu Kanunu tasarısını hazırlamıştır. Milli Savunma komisyonunda ki çalışmalara Başbakan, Başbakan Yardımcısı ve Devlet Bakanı, Milli Savunma Bakanı, Bakanlık temsilcileri, Genelkurmay Başkan Vekili, Genelkurmay İkinci Başkanı ve askeri uzmanlar katılmışlardır.46

Kanuna göre kurul, topyekün savunma işlerini yürütecektir. Kurulun tabii başkanı Cumhurbaşkanıdır. (md.1). Kurul Başbakanın başkanlığında Başbakanın teklif edeceği ve Bakanlar Kurulu tarafından seçilen bakanlar ile Milli Savunma Bakanı ve Genelkurmay Başkanı tarafından oluşur. Gerektiğinde askeri şura üyeleri ve her türlü uzmana danışılabilir (md. 29). Kurulun görevleri a) Hükümetin izleyeceği savunma politikasının esaslarını hazırlamak, b) Devlet kurumlarına, özel kurumlara ve yurttaşlara düşen görevleri tespit ederek, yerine getirilmesi için gerekli kanuni ve idari önlemleri almak, c) b fıkrasında yazılı önlemlerin uygulanmasını denetlemek, d) Yurt savunması ile ilgili işlerde Başbakanın lüzum gösterdikleri inceleyerek görüş bildirmek (md.3).

Kanuna göre, kurul ayda en az iki kez toplanacaktır. (md.5) Kurulda siviller çoğunluğu oluşturmaktadır.47 Kanunun diğer dikkati çeken yanı 5398 sayılı "Milli Savunma Bakanlığı'nın Kuruluş ve Görevlerine Dair Kanun" ile aynı gün kabul edilmesidir. 1944'te Genelkurmay Başkanlığı'nın Başbakana bağlanması ile başlayan süreç, bu iki kanun ile kapanmış ve TSK'nin rejim içindeki kurumsal ve bir ölçüde hukuki ağırlığı tamamen ortadan kaldırılmıştır.

Dönemi ordu açısından karakterize edilen süreçlerden biri de, ordu içindeki gizli örgütlenmelerdir. 1944-1950 aşamasına ordu içindeki gizli örgütler, 1941-1944 aşamasındaki örgütlerin devamıdır. Bu örgütlerin 1941-1944 aşamasında İnönü ve Yüksek Kumanda Heyeti'ne karşı girişmeyi amaçladıkları tasfiye operasyonu, 1944-1950 aşamasında bir ölçüde terk edilmiştir. 1944­1950 aşamasında gizli örgütlerin temel amacı, özellikle DP kurulduktan sonra, bu partinin mümkün olan en kısa zamanda iktidara gelmesi olmuştur.

1946 seçimlerinde yapılan hileler, örgütlerin önüne iki seçenek koymuştur. CHP'yi zorla iktidardan uzaklaştırmak veya 1950 seçimlerinde tekrar bir seçim hilesinin yapılması karşısında DP lehine müdahalede bulunmak. Gizli örgütlerin neden 1950'ye kadar müdahale etmedikleri sorusunun cevabı bir çok yerde aranabilir. Gizli örgütlerin bir darbe için yeterince güce sahip olmaması, İnönü'nün yükselen siyasi tansiyonu zamanında yaptığı müdahalelerle düşürmesi ve ihtilal ortamının doğmasına izin vermemesi, DP'nin kuruluşu ile gizli örgütlerde iktidarın demokratik yollardan değişebileceği inancının belirmesi bu dönemde bir darbeyi engellemiş olabilir.

Gizli örgütlerin CHP'ye karşı aldıkları tavrı ve DP'yi desteklemeleri, kanaatimizce TSK'nin demokrasi idealine içten inancından çok, ordunun rejim içinde ki ağırlığının kaybolmasına bir tepki, genç subayların DP'nin iktidara gelmesi halinde kemikleşmiş yüksek kumanda kademelerini değiştirerek alt kademelere yükselme imkanı sağlayacağı ümidi, ordunun daha hızlı modernleştirileceğine olan inancın bir sonucudur.48 Ayrıca artık rejim için eski prestiji kalmayan TSK'nin CHP lehine muhalefet üzerinde kullanılması subay heyetini rahatsız eden bir davranış olarak değerlendirilebilir.

Bir CHP ileri geleni "1945'ten sonra TSK'de CHP'nin Atatürk ilkelerinden ayrıldığı kanaati yerleşmiş bulunuyor ve bu tutum tasvip edilmiyordu."49 şeklindeki yorumunda TSK'nin CHP'ye karşı aldığı tavrı bir ölçüde açıklayabilir. Yukarıda değinildiği gibi ordu içindeki gizli örgüt, takriben 1944 senesinde ikiye ayrılmıştır. Bu iki örgütten birincisi Kur. Alb. Seyfi Kurtbek'in savaş yılları içinde kurduğu ve "Hücum Ordusu" ismini verdiği örgüttür.50 165 diğer örgüt ise Kur. Yrb. Cemal Tural'ın başkanlığını yaptığı örgüttür.
İki ekibin ayrı çalışmaları olduğu gibi, ortak çalışmalarının da olduğu anlaşılmaktadır. Özellikle 1946 seçimlerinde yapılan hilelere ordu tepki göstermiştir. Türkeş, 1946 seçimlerinden sonra orduda gizli örgütlerin sayısının arttığını ileri sürer.51 Bazı subayların CHP'ye karşı ihtilal hazırlığı içinde olduklarının bilindiğini belirten Doğan, 1946 seçimlerinden sonra İnönü'nün Hadımköy ziyareti sırasında komutanlarla görüştüğünü ve "tehlike çanlarının çaldığını ve memlekette asayişin ve emniyetin bozulmak üzere olduğunu" söyleyerek, ordunun desteğini istediğinin söylendiğini kaydeder.52


1947 senesinde Harp Akademisi'nde öğretim görevlisi olan ve bir kısmı II. Dünya Savaşı sırasında kurulan örgüte mensup olan subaylardan Cemal Yıldırım, Cevdet Sunay, Cavit Çevik, Memduh Tağmaç, Sıtkı Ulay, Kani Gürhan, Şerafettin Konuralp, Kenan Esengin, Cemal Erginsoy, Saip Caner ve Milli Emniyet İstanbul Bölge ikinci başkanı Naci Aykun, Necip San, Refik Yılmaz, ve Kadri Erkmen örgüt başkanlığına Milli Emniyet Teşkilatında yaptıkları toplantıda başkanlığa Sunay'ı seçmişler, Sunay'ın kıta görevine çıkması bu görevi kabul etmemesi üzerine Kur. Alb. Cavit Çevik'i getirmişlerdir.53 Ayrıca örgüt 1947 senesinde İstanbul'da Korg. Fahri Belen ile evinde ve Harp Akademisi'nde temas etmiş ve ihtilal fikrini açmıştır. Belen ile II. Kolordu Komutanı iken (1947) örgüt adına kendisi ile görüşen üç albay örgütleri hakkında bilgi vermişler ve destek istemişlerdir. Belen, örgütün teklifini reddetmiştir.54

Bayar'ın yakınlarından avukat Selahattin Güvendiren'in örgütten haberdar etmesi üzerine Bayar, Cemal Yıldırım ile görüşmek istemiştir. Yıldırım Bayar'la görüşmesinde 1950 seçimlerinde hile yapılırsa, müdahale edeceklerini ve müdahale edecek güçte olduklarını belirtmiştir.
Kurtbek örgütü ise, hem İnönü hem de Bayar ve Menderes ile ilişki halindedir. Kurtbek Çankaya'da İnönü ile görüşmüş, İstanbul'da Bayar ve Menderes ile ilişki kurmuş ve örgütlerin çalışmaları ile örgüt üyeleri hakkında bilgi vermiştir.

Hikmet Özdemir, Yüksek Kumanda Heyeti içinde de bölünmelerin olduğu ve DP'nin iktidara geldikten hemen sonra, 6 Haziran 1950'de Yüksek Kumanda Heyeti içinde yaptığı emekliye sevk operasyonunun "CHP ve DP'li general hizipleri arasında birkaç yıldır devam eden" mücadelenin CHP'nin hem de TSK'nin desteğini aradıkları konusunda bilgi vermektedir ve TSK'nin DP'nin yanında yer aldığı görülmektedir. Bu DP'nin orduyu kendi tarafına çekmesi değil, ordunun yukarıda izah edilen nedenlerden dolayı DP'nin yanında yer alması olarak değerlendirilmektedir.55 Bu da 1950 seçimlerinde DP'nin iktidara gelmesi ile bürokrasinin yenildiği veya tasfiye edildiği keza dikkatle değerlendirilmektedir.56 DP'nin iktidara gelmesi, sivil ve asker bürokrasinin yenilgisi değil, bürokrasinin sivil kanadının yenilgisidir. Ortak bir yenilgiden söz edebilmek için DP iktidarından önce asker ve sivil bürokrasisinin rejim içindeki ağırlığının dengede olması gerektiği gibi, siyasal elitin askeri bürokrasiye, sivil bürokrasiye verdiği önemi vermesi gerekirdi. Fakat siyasal elit, 1944'ten itibaren askeri bürokrasinin rejim içindeki ağırlığını kırmıştır.1950'de askeri bürokrasi artık, iktidar ortağı değildir. Bu açıdan yenilgi, CHP'li siyasal elit ve sivil bürokrasinin yenilgisidir. Diğer bir değişle, 1950 seçimleriyle tasfiye edilen iktidar ortaklığı, asker, sivil bürokrasi ve CHP ortaklığı değil, sivil bürokrasi CHP ortaklığıdır.

Anılan yılların önemli özelliği, bürokrasinin (Yüksek Kumanda ve Subay Heyeti) Cumhuriyet'in kuruluş yıllarında içinde bulunduğu siyasi iktidar ortaklığının dışında bırakılmasıdır. Böylelikle tek parti yönetimi, en önemli güçlerinden birisini kaybetmekle kalmamış, aynı zamanda bu güç, kendisine muhalif bir tavır almıştır.

Mayıs 1950 seçimlerinin arefesinde TSK, iktidar değişikliği istediğini belirgin bir şekilde hissettirmiştir. Aydın kesimin, halkın büyük bir bölümünün ve artık DP içinde örgütlenmiş olan özel sermayenin desteğini yitiren CHP'nin ve sivil bürokrasinin, siyasi iktidarın demokratik bir yolla belirlenmesine boyun eğmekten başka bir şansı kalmamıştır.

1 Bu alanda etkili olmuş çalışmalar arasında, John J. Johnson, The Role of The Military in Underdeveloped Countries, Princeton: University Press, 1962; S. E. Finer, The Man On Horseback: The Role of The Military in Politics, New York Praeger, 1962; S. P. Huntington, Changing Pattern of Military Politics, New York, 1962; S. P. Huntington, The Soldier and the State: The Theory and Politics Of Civil-Military Relations, Cambridge, Mass., Harvard University Press, 1957; Ergun Özbudun, The Role of the Military in Recent Turkish Politics, Cambridge, Mass, Harvard University Center for İnternational Affairs, 1966 sayılabilir.

2 Aktaran: Ümit Cizre, Elizabeth Pickard, "Arab Military in Politics: From Revolutionary Plot to Authoritarian State", Adeed Dawisha ve I. William Zartman (der.), Beyond Coercion and Durability içinde (londra: Croom Helm, 1988), 121; Karen Remmer, "The Politics of Military Rule in Chile, 1973­1987, " Comparative Politics, (21 January 1989), s. 152-56.
3 Aktaran Ümit Cizre Nicole Ball, "The Military in Politics: Who Benefits and How?" World Development, 9 (1981), s. 575.
4 Aktaran Metin Heper, Davit C. Rapoport, "A. Comparative Theory of Military and Political Types" Samuel P. Hungtington. (Der.) Changing Patterns of Military Politics, New York: The free Press of Glencoe, 1972, s. 73.
5 Aktaran Metin Heper, Samuel P. Huntington, Political Order in Changing Societies, New Haven: Yale University Press, 1968, s. 196-197
6 Aktaran Metin Heper, Ordunun Batı ve Osmanlı Türk siyasal gelişmesinde sahip olduğu değişik roller şu çalışmada etraflı olarak incelenmiştir: Marcie Patton, Turkish Civil-Military Relations-Praetorianism? basılmamış Yüksek Lisans Tezi. Chicago Üniversitesi, Haziran 1977.
7 Yusuf Akçura, Osmanlı Devleti'nin Dağılma Devri (XVIII. ve XIX. Asırlarda), Ankara, 1985, s. 41.
8 Şerif Mardin, The Genesis of Young Ottoman Thought, Princeton, 1962, s. 134-135.
9 Gencay Şaylan, "Ordu ve Siyaset", Kanun-u Esasi'nin 100. Yılı Armağanı içinde Ankara, A. Ü. SBF Yayınları 1978, s. 398.
10 Harb Akademilerinin 132. Yılı, Harp Akademileri Basımevi, İstanbul 1980., s. 69.
11 Mümtaz Soysal, 100 Soruda Anayasanın Anlamı, Gerçek Yayınevi, Altıncı Baskı, İstanbul 1986, s. 56.
12 fahir Giritlioğlu, Türk Siyasi Tarihinde CHP'nin Mevkii, Cilt 1 Ankara 1965, s. 122.
13 Mahmut Goloğlu, Demokrasiye Geçiş, 1946-1950, Kaynak Yayınları, İstanbul 1982, s. 25.
14 Metin Toker, Demokrasimizin İsmet Paşalı Yılları 1944-1973, Bilgi yayınevi, İstanbul, 1990, s. 48.
15 Hikmet Özdemir, Rejim ve Asker, Afa Yayınları, İstanbul, 1989, s. 93-94.
16 H. Özdemir, Rejim., s. 242.
17 Alpaslan Türkeş, 1944 Milliyetçilik Olayı, İstanbul, 1968 s. 10-11.
18 Muammer Taylak, 27 Mayıs ve Türkeş, Ankara 1976, s. 6.
19 Sadi Koçaş, Atatürk'ten 12 Mart'a Anılar, Cilt: 1 İstanbul, 1977, s. 147-148.
20 Sadi Koçaş, Atatürk'ten., 148-151.
21 Sadi Koçaş, Atatürk'ten., 148-151.
22 Sadi Koçaş, Atatürk'ten., 155-156.
23 Burada sivil siyasal elit ile kastedilmek istenen, siyasal elit mensuplarının sivil kökenli veya asker kökenli. olmalarından öte sivilleşmiş olmalarıdır. Diğer bir ifade ile, bu siyasal elit savaşçı niteliğini yitirmiş, muhafazacı bir tutum almıştır. Normları savaşçı devrimci normlar değil, sivil bürokrat normlardır.
24 Zafer Üskül, Siyaset ve Asker Cumhuriyet Döneminde Sıkıyönetim Uygulamaları, Afa Yayınları, İstanbul, 1989, s. 51.
25 Zafer Üskül, Siyaset ve., s. 51.
26 Harb Akademilerinin., s. 69.
27 Fahri Belen, Ordu ve Politika, İstanbul, 1971, s. 28.
28 Harp Akademilerinin., s. 69.
29 Harp Akademilerinin., s. 69.
30 21. 12. 1936 tarih ve 3079 sayılı "Subay ve askeri memurların tekaüdü için rütbe ve sınıflarına göre tayin olunan yaşları bildiren kanun Kavanin Mecmuası, Cilt: 17 Devre; V, -İçtima 2, s. 110 anılan kanunun 2. maddesi Mareşallerin 68 yaşında emekliye sevk edileceğini belirler.
31 Org. Gürman 1882 doğumludur. Bkz. Harp Akademilerinin., Bölüm 2, s. 43 25. 11. 1945 tarih ve 4765 sayılı "Subay ve askeri memurların tekaüdü için rütbe ve sınıflarına göre tayin olunan yaşları bildiren 3079 kanuna ek kanunun 1. maddesi ile Bakanlar Kurulu'nun seferberlik savaş veya savaş ilanı gibi durumlarda, yaş haddini dolduran komutanların görevinde bırakabileceği hükmü getirilmiştir. (Kavanin Mecmuası, Cilt 27, Devre: VII-Toplantı: 2 s. 754) Bu da göstermektedir ki, Çakmak'ın emekliye sevk edilmesinde siyasi elitin geleceğe yönelik planları vardır. Ayrıca bu kanun ile siyasi elit ve özellikle İnönü Yüksek Kumandayı şekillendirmek için hukuki dayanakta eklemiştir. 3079 sayılı kanunun 2. Maddesine göre 1947'de emekli olması gereken (65 yaşında) Org. Gürman 1949'da Genelkurmay Başkanlığı'na atanmıştır.
32 F. Belen Asker ve., s. 30.
33 Kavanin Mecmuası, Cilt 27, Devre: VIII-Toplantı: 2 s. 753.
34 4998 sayı ve 13. 01. 1947 tarihli "kanunlarda Geçen Başkumandan, Başkomutan ve Başbuğ tabirleri yerine kaim olacak unvan hakkında kanun" Kanunlar Dergisi, Cilt 29 Devre: VIII-Toplantı: Olağanüstü ve 1, s. 49.
35 Cemender Aslanoğlu, İsmail Kayabalı, Türk Kültürü Aylık Dergisi, Sayı: 116, Yıl X, 8 Haziran 1972, "Hava Kuvvetleri Özel Sayısı", 474.
36 Kanunlar Dergisi, Cilt 31 Devre: VIII Toplantı: 2, s. 714.
37 "Ordu İç Hizmet Kanununun 3387 Sayılı Kanunla Değişen 2. Maddesinin Değiştirilmesine Dair Kanun" Kavanin Mecmuası, Cilt 27, Devre: VII-Toplantı: 2 s. 181.
38 Kanunlar Dergisi, Cilt 29 Devre: VIII-Toplantı: Olağanüstü ve 1, s. 713-714.
39 Kavanin Mecmuası, Cilt 27, Devre: VII-Toplantı: 2 s. 841.
40 Resmi Gazete, 03. 06. 1949, Sayı: 6223.
41 Böylelikle, TSK'nin hiyerarşisinde gerçekleşen değişiklik sonucu, Ordu Komutanlıkları, Kara Kuvvetlerine bağlanmış, Hava Deniz Kuvvetlerine bağlanmış, Hava ve Deniz kuvvetlerinde de örgütlenme kuvvet komutanlığı esasına göre düzenlenmiştir.
42 Oral Sander, Türk Amerikan İlişkileri 1947-1964, AÜSBF., Yayınları, Ankara, 1979, s. 39. Farklı bir görüş H. Özdemir Rejim., s. 78.
43 Bahri Savcı, "Türkiye'de Devlet Hayatında askeri Mahiyetin ve Tesirin Seyrine Bir Bakış" AÜSBF. Dergisi, Cilt: XVI, Eylül 1961 No. 3, s. 43.
44 O. Sander, Türk Amerikan., s. 40.
45 H. Özdemir Rejim., s. 95.
46 H. Özdemir Rejim., s. 96.
47 Nazlı Ilıcak, 15 Yıl Sonra 27 Mayıs Yargılanıyor, Cilt: II, Kervan yayınları, İstanbul, 1975, s. 567-568.
49 N. Ilıcak, 15 Yıl Sonra., s. 428.
50 Güneş, 2 Aralık 1986.
51 Yeni İstanbul, 17 Şubat 1962 a.g.y. d.
52 Avni Doğan, Kurtuluş ve Kurtuluş Sonrası, Dünya Yayınları, İstanbul 1966, s. 302.
53 Güneş, 2 Aralık 1986.
54 Osman Metin Öztürk, Türkiye'de Silahlı Kuvvetler ve Siyaset, (Yayımlanmamış Doktora Tezi) SBF, 1987., s. 75-78.
56 Gencay Şaylan, Türkiye'de Kapitalizm Bürokrasi ve Siyasi İdeoloji, TODAİE Yayınları, Ankara, 1974, s. 81

https://www.tarihtarih.com/?Syf=26&Syz=354616


***