2 Ağustos 2018 Perşembe

Erdoğan Darbeyi Hak ediyor


Erdoğan Darbeyi Hak ediyor


Namık Çınar

Başbakan iyice azıtmışa benziyor.
Oylarını aldığı yüzde ellinin, toplumun diğer yüzde ellisini ezmek için kendisini görevlendirdiğini, muktedir olmaktan bunu anladığını ve son Mamçakoğlu Yiğit Bulut’u da kendisine başdanışman yapacak kadar da uçmuş olduğunu görmemiz gerekiyor.

Görmemiz gerekenler sadece bunlar değil elbet.

Demokrasiyi, sandıktan çıkmaktan ibaret mekanik bir şeymiş gibi yutturmaya da kalkıyor.
O yüzden çifte standartlıkla suçladığı Batılılar da, asıl meselenin özgürlükler olduğunu anlamakta zorlanan kendisini, hiçbir şekilde ciddiye almıyorlar.
Türkiye’de, Mısır’da ve başka yerlerde, temel hak ve özgürlüklerden nasip alamamış kitlelerin doğu despotizmleriyle sarmallanmış şeriat özlemleri, demokrasiler bakımından âdetâ “ötenazi” talep etmeye benzediğinden, Erdoğan’ı köpürtecek şekilde, destek de vermiyorlar.
Başbakan, kendi halkının yarısını düşman bellemenin yanı sıra, bir yandan da sürgündeki Suriye ve Mısır hükümetleri gibi de davranıyor.
Evlatlarının rızkının nerelere saçıldığını göremeyecek kadar efsunlanmış kendi kitlesini sadaka kültürüyle avuturken, Mısır’a, Somali’ye, Myanmar’a ve kimbilir daha nerelere, kamu kaynaklarını Sünni İslâm Birliği uğruna hovardaca savurabiliyor.
Oysa erdemli bir yönetimin payına düşenin, halkıyla savaşmak değil, onların dileklerini duymak ve yerine getirmek olacağını akıl dahi edemiyor.
Zira halkla aşık atmanın despotların işi olduğunu; demokrasilerde baştakilerin halka değil, halkın baştakilere ayar vereceğini; henüz öğrenemediği her tarafından sarkıyor.
Lâfı “ama, lâkin, fakat”lara getirerek demokrasilerden sapılamayacağına sıkça değinen Erdoğan’ın, kendi sergilediği düzene demokrasi denemeyeceğinin ayırtında olmadığı da görülüyor.
Uludere’de Afyon’da Gezi’de ölen bu halkın çocuklarına, Mısır’da ölen Mursi yanlılarına yanıp yakıldığı, ağladığı kadar üzülmediği de...
Yönetimini beğenmeyenleri darbecilikle eşdeğer tutup suçlayacak kadar ölçüsüzleştiği dikkate alınırsa, her türlü kötülüğü yapmaya müsait biri olduğu da... 
Sandık diye bu kadar tutturmasının sebebi de, esasında demokratlığından gelmeyip dindar bir toplumda dinî değerleri kullanarak iktidarı ele geçirmenin nasıl da çantada keklik olduğunu keşfetmek suretiyle, demokrasiye dair parametrelere pervasızca meydan okur bir vaziyette, muhaliflerine karşı sahneye koyarak oynadığı, leyleğe düz tabakta çorba sunan tilki “artiz”liğinden başka bir şey değildir.
Erdoğan’dan kurtulmanın vakti gelmiş olmakla beraber, eğer o tilkiliğinin önü alınamazsa, bu mümkün olamayacaktır.
Bu yüzden, sahibinin değil, halkın sesi olacak “gerçek âkil insanlar”a asıl şimdi ihtiyaç vardır.
Bunu üretecek olan ise, tıpkı Erdoğan’ın Taksim Meydanı’ndaki yapay iftar sofrasına karşılık, İstiklâl Caddesi boyunca sevginin içtenliğiyle kurulmuş bulunan “yeryüzü sofrası” arasındaki fark gibi, halkın güç birliği olacaktır.
Eğer bu fark kendisini, önümüzdeki yerel seçimlerde, hiç değilse onun tahtının simgesi olan İstanbul’un düşmesinde de gösterebilirse, Erdoğan bir daha iflah olmaz.
Bundan dolayıdır ki, CHP, MHP ve BDP’ye, bu çerçevede bir işbirliği yapmaları için bir baskı programı geliştirilmelidir.
Onlara kalsa, seçime ayrı ayrı girerek, gene Erdoğan’ın ekmeğine yağ sürerler.
Meselâ Ahmet Vefik Alp gibi hepsinin hoşnut kalacağı bir aday bulunmalı, ilçeler de aralarında pay edilerek, İstanbul seçimlerine öyle gidilmelidir.
Erdoğan’a şöyle okkalı bir “sandık darbesi” indirilmeli; gününü göstermeli, feleğini şaşırmalı; darbe neymiş, halkı aşağılamak neymiş, ayaklar nasıl baş olurmuş, Zincirlikuyu Mezarlığı’nın kapısında yazdığı gibi ölünce değil, yaşarken tattırılmalıdır.

cinarnamik@hotmail.com


***


Disiplin Kurulu Bile Yetmez…


Disiplin Kurulu Bile Yetmez…


Ruhat Mengi

AKP Milletvekili Zeyit Aslan’ın TBMM’de görev yapan ve kanepede uyurken fotoğrafını çeken kadın gazetecilere söylediği “Ben de sizin bacak aranızı çeksem ve yayınlasam bu doğru olur mu, bu ahlaksızlık değil mi” sözleri üstü kapatılacak sözler değil..
Kendi partisinin kadın milletvekilleri de tepki gösterdi, Kadın ve Aileden Sorumlu Bakan Fatma Şahin de kınama açıklaması yaptı. Neden resmi bir açıklama değil de twitter üzerinden yapılıyor bilinmez ama ne şekilde olursa olsun kınamayı hak ediyor. Başbakan Erdoğan “disiplin kuruluna sevk edilmesini” istemiş ki doğru olan budur ama..
Yeni anayasaya aykırı!
Ama bu basit bir disiplin suçu da değil.. Kendi yaptığı rezalete bakmadan bir de dönüp kadın gazetecilere “ahlaksızlık” diyor..
Yapılan resmen “ağır hakaret ve onur kırıcı suç”tur ve devlet yönetimindeki biri tarafından bırakın eskisinde suç olmayı, “üzerinde partiler mutabakata vardı” denilip duran maddelerine kadar aykırıdır.. Devlet “insanların onur ve haysiyetine saygı” duyar.. Devlet vatandaşlara “aşağılayıcı muamele” yapamaz, vs.. İktidar partisi bu maddeleri hazırlarken aynı anda kendi milletvekili o maddeleri hiçe sayıyor, kim ne yapsın anayasayı bu durumda? Devletin onur ve haysiyetine saygı göstermediği kadın vatandaşlar ne yapsın?
Balık baştan kokar!
Ve ayrıca.. Devleti temsil eden bir milletvekili kadın gazetecilerin bacak arasından söz ederek cevap veriyorsa o ülkede hiçbir erkekten kadına saygı bekleyemezsiniz. Bu eylem “bir kadına aktif saldırı”dan farksızdır ve “kadın tacizi”ne girer.
Bu suçu işlemiş biri de TBMM’de görev yapmaya layık değildir.
Parti Sözcüsü Hüseyin Çelik’in “Milletvekili yorulmuş, uykuya geçmiş, insani bir şeydir. Zeyit Aslan’ın tepkisini doğal buluyorum ama kadın gazetecilerle bu diyalogunu ona yakıştıramıyorum. Özür dilemek istemiş, kabul etmemişler” sözleri ise sadece olayı basite indirgemeye çalıştığını anlatıyor. Uyku insani olabilir ama bu söz “insani” değildir.
Özür ketçap değildir, suçları bile örtmesi beklenemez. Bu vekil disiplin kurulunda gereken cezayı almazsa oraya gönderilmesinin bir anlamı olmayacak!
‘Çözüm’ açıklamanın içinde!
Yeni anayasa için bir koşturma, seçim öncesine yetiştirme gayretidir gidiyor, yaz boyu aralıksız çalışırlarsa olurmuş. Yıllarca ülkede her adımı, geleceği belirleyecek olan kuralların, yasaların bulunduğu anayasa “eğer referandumda olduğu gibi ‘AKP-BDP arasında’ bir seçim dayanışması” filan sağlamayacaksa neden “seçim öncesine” yetişmek zorundadır belli değil. Madem yetişmek zorundaydı neden Mısır, Suriye sorunlarından önce kendi sorunumuz çözülmedi de aylarca zaman kaybedildi o da belli değil. “Çözüm” denilen nedir, halk neden hiç bilgilendirilmeden karar veriliyor, hiç belli değil.
Neyse ki daha önce Öcalan’ın defalarca yaptığı konuşmalardan anlamayanların bile PKK Kandil yöneticisi Karayılan’ın açıklamalarından anlaması mümkün..
Karayılan “Öcalan’ın sekreterleri olmalı” dediği konuşmasında Öcalan’ın isteğiyle oluşturulan Kongra Gel Genel Kurulunda “Ortadoğu, Kürdistan, Kürt sorunu ve sürece yönelik tartışmaların olduğunu, 4 parçalı Kürdistan’da sistemin kurulması ve örgütlenmesi konusuyla ilgili plan ve projelerin genel kurula hakim olduğunu” söylemiş.

Bir parçası Türkiye..

Muhataplarının “çözüm”ü Hükümet’in Açılım’dan bu yana tekrarladığı gibi daha çok demokrasi, kültürel haklar filan değil, 4 parçalı Kürdistan’ın inşası ki bu 4 parça “Irak, İran, Türkiye ve Suriye toprakları” nı içeriyor.
Öcalan bu konuda Barzani’ye “4 parçalı Kürdistan’ın da lideri olarak sizi görüyoruz” benzeri bir mektup da gönderdi biliyorsunuz. Şimdi PKK “seçim sonrası özerklik kutlanacak” dediğine göre yeni anayasa ile sonu 4 parçalı Kürdistan’ın Türkiye parçasına varacak olan “özerk bölge”nin sözünün verildiği zaten ortada..
Bu nedenle, eğer seçim öncesine anayasa yetiştireceklerse partiler “öncelikle bu konuda” anlaşmalılar. Masaya oturdukları PKK’nın bir yandan da Hükümet’e “böyle ağır giderlerse çözüm tıkanacak, önümüzdeki bir hafta çok önemli” uyarıları yapması fazla zamanları olmadığını gösteriyor. “Sofrayı kuran kaldırsın” derler ya, sofrayı kuranın kaldırması gereken zamandır!

***

Z.A.(!)’lardan Arınmanın tek yolu “ Zihniyet Nakli ”



Z.A.(!)’lardan Arınmanın tek yolu 
“ Zihniyet Nakli ” 

Selcan Taşçı

TBMM’de uyurken fotoğraflanmasına kızıp Meclis bahçesinde karşılaştığı kadın gazetecilere  “Ben de sizin bacak aranızı çekip gazeteye bastırsam ’Bunların doğal hali bu’diye...”  vecizesinin sahibi AKP Tokat Milletvekili Z.A.(!)’nın savunması trajikomik.
Z.A.(!) diyor ki;
“Bugün kadın gazeteci için açıklama yapan arkadaşlar polislerin anasına küfreden arkadaşları için bir cümle etmediler!..” 
Pardon?!

Bunu sen mi söylüyorsun?

CHP Tunceli Milletvekili Kamer Genç’e  avaz avaz “O.....  ç....! P.. k...! Satılık köpek! Şerefsiz! Senin a...  s....” diye küfreden sen!
Üslup, terbiye, ar sorunu bir yana Kamer Genç’inki  “ana” değil miydi acaba?
Başınıza Genç gibi bir “bela(!)”yı musallat ettiği için o  “ana” ya müstehak diye mi düşünüyorsunuz yoksa; böyle mi işliyor o arızalı mantığınız? 

***
Söz Kamer Genç’ten açılmışken; Genç, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın Çanakkale Zaferi ile ilgili çalışmasında Atatürk’e yer vermemesi üzerine, TBMM kürsüsünden  bir zihniyet ifşaası olarak  “Atatürk olmasa, bilmem hangi tarikat mensubunun kaçıncı hanımı durumuna düşerdiniz...” dediğinde  “Sizinle bu çatı altında bulunmaktan büyük utanç duyuyorum” diye esip gürleyen Fatma Şahin nerede?
Z.A.(!) ile aynı çatı altında bulunmaktan utanç duymuyor mu; hatta aynı partide olmaktan?
Hangi partiye mensup olduğunun hiç önemi yok her şeyden önce bir kadın olarak, sonra da  “Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı” olmanın yüklediği sorumlulukla Şahin’e düşen, CHP Ankara Milletvekili Aylin Nazlıaka’nın Z.A.(!)’yı kınadığı sırada Genel Kurul salonunu terk etmek midir?
Güya tepki gösterdi sonradan.

Nasıl?

Üç Satırlık yazılı açıklamayla. 

Ve fakat Genç için kullandığı  “hadsiz”, “terbiyesiz”, “ağzından çıkanı kulağın duysun” ifadelerinin hiçbiri yer almadı Z.A.(!)’yı sözüm ona kınayan açıklamada!
Yine Kamer Genç olayında  “Milletvekiliniz kadın bakana hakaret ediyor, susuyorsunuz, yazıklar olsun”  diye yeri göğü inleten Ayşenur Bahçekapılı nerede;

Kime  “yazıklar olsun”  şimdi? 

***
TBMM’deki kadınlarda; bakanıyla, milletvekiliyle, personeliyle, gazetecisiyle az biraz kadınlık onuru, gururu diye bir şey varsa, Z.A.(!)’nın, değil milletvekillerine yumruk sallamak, değil akılalmaz biçimde üste çıkmaya çalışmak, bir daha o çatının altına girememesi gerekmez mi?
Aralarından PKK’lılara canlı kalkan olan çıktı, Gezi Parkı’nda, Kuğulu’da  “direnen” çıktı, TOMA’nın önüne siper olan çıktı; Rabbimin  “aktivist” olsunlar diye yarattığı kadın milletvekilleri Z.A.(!) girmesin diye TBMM kapısına canlı bariyer olmayı da düşünmez mi mesela!
Ya da kadın gazeteciler bir daha adını anmasa, haberini yapmasa,  “yok hükmünde” saysa...

***

Niye Z.A.(!)’ya değil de bu rezaletin mağdurlarına yükleniyorum değil mi!
Çünkü Z.A.(!) ve onu siyasette o noktaya getiren “kafa” bu; tıp dünyası çaresiz  “zihniyet nakli”ni yapamıyorlar henüz.
“Bunlar”  -silahların eşitliği diye bir ilke var madem; bizim silahımız söz olduğuna göre aynıyla mücadele gerekir diye böyle diyorum- için kadın tam da Z.A.(!)’nın işaret ettiği yerden ibaret...
Beş yaşındaki çocuğun kolundan tahrik olur “bunlar” ; nereleriyle düşünüyorlarsa beş yaşındaki çocuğu dahi  “cinsiyetiyle” algılayabilirler.
“Bunlar”  için “tesettürsüz kadın, anonim kullanılan kadın”dır,  “örtüsüz kadın, perdesiz ev” ... Kadın ve erkeğin misyonunu hangi sembollerde izah ettiklerini hatırlayın: Tavuk ve horoz! Her türlü  “tepenize çıkma”  hakları bakidir yani! 
Ülkeyi darül harp görmeleri gibi sanki kadına bakışları da... Hangi hakarette bulunurlarsa bulunsunlar kendilerine “hak” sayıyorlar...

TGC’den 

Türkiye Gazeteciler Cemiyeti, geleneksel 24 Temmuz kutlamaları(!) programını açıkladı. Buna göre 24 Temmuz Çarşamba günü The Marmara’da yapılacak “kutlamalar”  kapsamında saat 19.00’da Basın Özgürlüğü Ödülleri’nin verileceği tören, saat 20.30’da da  “kokteyl”  var.
“Sansürden inim inim inlerken sansürün kaldırılış yıldömünü kutlayabilmek”  kafasına erişebilmek için “ihtiyaç”  zahir; gazeteci arkadaşlar yine  “sınırsız”  içecek  “kokteyl” de. Buna bir itirazım yok; isteyen istediği içsin, içebilsin tabii. İtirazım TGC’nin -geçen yıl da yaptılar aynısını- bu kokteyli ısrarla  “iftar saati”nde vermesine!
TGC Başkanı Turgay Olcayto farkında olmayabilir ama aylardan Ramazan! 24 Temmuz 2013 günü İstanbul için iftar vakti 20:38; pişti!
Yine Turgay Olcayto farkında olmayabilir ama ateist, gayrımüslim yahut oruç tutmayan/tutamayan gazetecilerden ibaret değil TGC; oruç tutmayan kadar tutan üyesi de var. Ne yapacak bu insanlar? Tamam gelsinler, kokteylinize katılsınlar da nasıl? 17 saat aç durduktan sonra kokteyl havuçlarıyla mı açacaklar oruçlarını? 
- Neredeydin akşam?
- İftar kokteylinde!

Tamam sen oruç tutmayabilirsin, inanmayabilirsin, Ramazan’da içebilirsin de kimsenin bir şey dediği yok ama oruç tutan üyelerini yok sayma hakkına sahip değilsin!
Ramazan ayında 5 yıldızlı otelde iftar saatinde kokteyl vermek yerine daha mütevazi bir yerde  “iftar yemeği” nde buluştur gazetecileri kıyamet mi kopar? Ne olur yani “laikliği” ne halel mi gelir?  “Yobaz”,  “irticacı”  diye mi etiketlenirsin? 
Bu nasıl bir kompleks; değilse toplumun değerlerinden nasıl bihaberliktir? 
Ayıp. Valla ayıp.


***

Foto Apış…



Foto Apış…

BEKİR COŞKUN

Doğa fotoğrafçısı…
Savaş fotoğrafçısı…
Moda fotoğrafçısı…
Bu AKP milletvekili, TBMM’de görevli kadın gazeteci arkadaşlarımıza “Sizin bacak aranızın fotoğrafını çeksem” dediğine göre…
İlktir:
Apış fotoğrafçısı…

?

Baştan Alıyorum:

Gazeteci arkadaşlarımız, bu Meclis’te üçlü kanepede uyurken fotoğrafını çekmişler, ayakları kafasından daha yukarıda…
Ayakkabılarını çıkarmış…
Ceketini, kravatını atmış, bir yastık başının altında, bir yastık ayağının altında…
Bir pijaması eksik…
(Bkz; parlamentoda uyuyanlarla ilgili on gün kadar önceki “Egemenlik Kayıtsız Şartsız” yazısı…)

?

Tabii yayımlanan fotoğrafına kızınca, bizim parlamento muhabiri kadın arkadaşlarımıza rastladı foto:
“Ben de şimdi sizin bacak aranızın fotoğrafını çeksem…”
Çüş…

?

Parti yöneticileri apış fotoğrafçısını savundular…
“Oruç olduğu için, gergin olabilir” dedi birisi…
Hani insan oruç olunca aklına su gelir…
Pide gelir…
Salata gelir…
Güveç gelir…
Demek bunun aklına apış arası fotoğrafı çekmek geldi…

?

Bizim çapulcuları diline dolayıp “Bunlar edepsiz, hanım kardeşimize dil uzattılar” diye meydan meydan gezmedi mi Başbakan?..
Taciz edenleri bulamadıkları gibi, taciz edileni de bulamadılar gerçi…
Arıyorsan…
Al sana…
Yanında oturuyor…

?

Tıynettir aslında…
Bel altı şantajlarının, iddianamelere giren aile mahremiyetlerinin, kasetli tehditlerinin, yıkılan insan haklarının, telefon dinlemelerinin parlamento versiyonudur…
İnsanları susturmak için yatak odalarına yerleştirilen kameraların apış arası fotoğrafı çekme boyutu…
Din, iman, ahlak derseniz…

?

Aman dikkat edin…
Elinde Makine ile gelmesin foto apış…


***

Bacak Arası YILMAZ ÖZDİL.,

Bacak Arası 

YILMAZ ÖZDİL.,

TBMM çatısı altında CHP milletvekiline “senin a…ına koyarım, o…spu çocuğu, senin ananı s…rim” diye bağıran AKP milletvekili Zeyid Aslan, bu sefer kadın gazetecilere saydırdı. TBMM kulisinde uyurken fotoğrafları yayınlanan Zeyid Aslan, “bu yaptığınızı gazetecilik mi sanıyorsunuz, ben de sizin bacak aranızı çekip gazeteye bastırsam, bunların doğal hali bu diye, ahlaksız olurum değil mi? Ama sizinki gazetecilik oluyor” diye bağırdı.
*
Seneler evvel…
*
İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde okuyan bir grup muhafazakâr erkek arkadaş vardı. Havalar güzelleşince topluca denize gidiyorlardı. Ancak, mayo giymeye utanıyorlardı. Kimisi eşofmanla giriyordu denize, kimisi de kot pantolonu kesip bermuda haline getiriyordu. Baktılar olacak gibi değil, model tasarladılar, özel dikim yaptırdılar, ortaya haşema çıktı.
*
(Yağlı güreşçi kispetine benzeyen, dize kadar inen haşemalar, önceleri sırf erkekler için üretiliyordu. AKP’nin yükselişiyle beraber, Ninja kıyafetine benzer şekilde, kadınlar için de üretildi. Tesettür mayolarının hepsine birden haşema deniyor ama, aslında tescilli bir markanın ismi Haşema.)
*
(Anlamı ne derseniz? Rivayet muhtelif. İsim babası, Haşema Tekstil’in sahibi Mehmet Şahin… Haşemayı arkadaşlarıyla birlikte icat eden ve ticari ürüne dönüştüren Mehmet Şahin “Türkçede haşema diye bir kelime yok. Literatüre biz soktuk. Kafamda bir açılımı varsa bile, söylemem. Ben söylemediğim için, şu anda bir anlamı yok” diyor. Parantezi kapatıp, devam edelim.)
*
Haşema’yı icat eden hukuk fakültesi öğrencileri, Teklif ismiyle dergi çıkarıyordu. Haşema’nın reklamlarını bu dergide yayınlamaya başladılar. “Yazın kilonuzu boyunuzu, gönderelim mayonuzu” sloganını kullanıyorlardı. İstanbul Üniversitesi iktisat ve edebiyat fakültelerinden, bilahare İTÜ’den talepler gelmeye başladı. Satıştan elde ettikleri gelirle derginin masraflarını karşılıyorlardı. Söz konusu dergide yazar, editör 50 civarında öğrenci çalışıyordu. Çoğu AKP’den belediye başkanı oldu, milletvekili oldu.
*
Haşemayı icat eden derginin amatör gazeteci kadrosundan biri kimdi biliyor musunuz? Zeyid Aslan.
*
Ana avrat Dümdüz gidebilirsin, kadınlara bacak aranı filan diyebilirsin ama… Mayo giyince utanıyor yani insan!


***