13 Eylül 2018 Perşembe

Türkiye Basınında Başkanlık Sistemi Tartışmaları: BÖLÜM 6

Türkiye Basınında Başkanlık Sistemi Tartışmaları: BÖLÜM 6









Tablo 20. Ahmet Taşgetiren’in köşe yazıları

Ahmet Taşgetiren, yazılarında öncelikli olarak 7 Haziran seçimlerinin Başkanlık sistemi ekseninden şekilleneceğini, seçimin galibinin ise halkı kimin daha çok motive edeceğine ve inandıracağına bağlı şekilleneceğini vurgulamaktadır. Muhalefetin genel stratejisini ‘padişahlık, otoriterlik” temaları üzerinden temellendireceğini düşündüğünü belirten yazara göre muhalefetin , “Davutoğlu’nun Tayyip Erdoğan’ın gölgesinde kaldığı, Erdoğan’ın da
padişahlaştığı teması güçlü biçimde halka ulaştırılırsa, halk Ak Parti’nin çok güçleneceği bir gelişmeye izin vermez, seçimde oyunu esirger” temasını işleyeceğini belirterek bunun tutma şansının çok az olduğunu iddia etmektedir. Taşgetiren, Ak Parti’nin eğer “Zaten Tayyip Erdoğan da gitmedi, misyon olarak durduğu yerde duruyor ve Cumhurbaşkanlığı ile Hükümet, birbirini besleyen
bir sinerji ile Türkiye’ye hizmet ediyor” izlenimi pekiştirilirse, seçmenin karşılığı muhtemel ki daha da yükselmiş olacaktır” demektedir. AK Parti tezini halka benimsetmesi halinde 7 Haziran seçimlerinin ve istenilen Başkanlık sisteminin kazanılabileceğini de salık vermektedir. Yazar, muhalefet tarafından Erdoğan için sık sık dillendirilen “tarafsızlığını yitirdi”, “Ak partili gibi davranıyor” söylemlerinin Ak Parti’nin ‘kemikleşmiş’ seçmeninde etki yapmayacağını fakat ‘yüzer-­--gezer’ diye tabir ettiği seçmenler nezdinde kısmı etkisinin olabileceğini söylemektedir. Diğer yandan yazar, Bülent Arınç’ın dönem dönem ortaya çıkan söylemleri, Gül’ün özellikle ‘Türk tipi başkanlık sistemi’ gibi konularda sanki Erdoğan’la ters
düşüyormuş izlenimi doğmasının Ak Parti seçmeni üzerinde olumsuz etki bırakacağını ifade ederek bu tarz yanlış anlaşılmaların önüne geçilmesi gerektiğini düşünmektedir.










Tablo 21. Resul Tosun’un köşe yazıları

Parlamenter sistemin doğası gereği yürütmenin onayı olmadan yasamanın ve yargının da şekillenemeyeceği tezinden hareket ederek Başkanlık sistemini savunan Resul Tosun, asıl muhalefetin Başkanlık sistemini istemesi gerektiğini ifade etmektedir. Dolayısı ile Erdoğan’ın ‘tarafsızlığını yitirdi’ eleştirisine konu olan kimi uygulamalarının sistemin kendisinden kaynakladığını ifade yazar, Erdoğan’ın bir bakıma sistemin gerektirdiği gibi davrandığını savunmaktadır. ‘İstikrarın garantisi parti mi yoksa sistem mi?” diye bir soru sorarak tartışmayı genişleten Tosun, dünya ve Türk siyasi tarihinden verdiği örnekler neticesinde, istikrarın garantisinin parti ve liderlere bağlı olduğunu savunmaktadır. Diğer
yandan kendisinin federalizmden yana olmadığını ama tartışmasının bir yönünü oluşturan ve olası federatif yapının Türkiye’de bir bölünmeyle neticeleneceğine de inanmadığını sözlerine eklemektedir.








Tablo 22. Mehmet Metiner’in köşe yazıları

Mehmet Metiner, geniş bir siyaset felsefesi üzerinden tartışmaya açtığı Başkanlık sistemi ile ilgili olarak sadece parlamenter sistemin demokrat olduğu düşüncesine katılmadığını Başkanlık sistemi de dâhil olmak üzere diğer anayasal sistemlerin de batıda uygulanmakta olan demokratik yönetimler arasında yer aldıklarını belirtmektedir. Metiner’in eleştiri oklarını muhalefete çevirdiği yazılarında Başkanlık sisteminin otoriterleşmeyi getireceğini düşünenlerin güçlü bir Erdoğanfobizm yaşadıklarını iddia ederek, tartışmayı Erdoğan’ın şahsında düğümleyen muhalefetin siyaseten ahlaklı davranmadıklarını ima etmektedir.
Erdoğan’ın fiili olarak zaten başkan olduğunu vurgulayan Metiner, başkanlığın Erdoğan’ın ihtiyaç duyduğu bir mesele olmadığını zikretmektedir. Erdoğan’ın Küba ziyaretini konu edinen yazısında, Cumhurbaşkanının çok güçlü bir sevgi seli ile karşılandığını ifade eden Metiner, Erdoğan’ın sevilmesinin temel gerekçesini onun insanların yüreğine dokunuşuna, halkın adamı oluşuna, mazlumların hamisi olmasına bağlamaktadır.








Tablo 23. Nasuhi Güngör’ün köşe yazıları

Nasuhi Güngör de sistem tartışmalarının çok dar bir çerçeve olan Erdoğan’ın şahsı üzerinden yürütülmesinin doğru bulmadığını ifadeyle, Erdoğan’ın zaten çok güçlü bir lider olduğunu sistem değişikliğinin Erdoğan’ın şahsına indirgenmemesi gerektiğini düşünmektedir. “Tam da bu nedenle Erdoğan’ın başkanlık sistemiyle ilgili talepleri, cesur adımların şahıslar eliyle değil, sistem tarafından atılmasının mümkün olması olarak okunmalı” diyen yazar, Başkanlık sistemine karşı reaksiyonun üç kesimde yoğunlaştığının altını çizmektedir. 

Yazar bu kesimleri “Birincisi aynı siyasal yelpazede olmasına rağmen kendilerini yenilemekte zorlanan kesimin Başkanlık sistemini Erdoğan’ın kişisel tercihi gibi görenler, ikincisi İstanbul sermayesinin sınıfsal anlamda ‘beyaz’ kesiminin, başkanlık sistemini, sistemi kontrol edebilme kabiliyetlerini tümüyle yitirme olarak görmesi, üçüncü olarak da paralel yapı örneğinde olduğu gibi, devleti ele
geçirme anlayışındaki güçlerin, başkanlık sistemiyle birlikte daha hızlı tasfiye olacaklarını öngörmeleri” şeklinde özetlemektedir. Diğer yandan Başkanlık sistemine karşı olanların sadece Türkiye ile sınırlı olarak değerlendirilmemesi gerektiğini söyleyen yazar, “Türkiye’nin başkanlık sistemi yönündeki çabası, yakın çevresindeki çatışma alanlarından bölgesel dönüşüme ve bunun küresel ölçekteki karşılığına kadar geniş bir alanda okunmalı” diyerek karşı çıkanların
coğrafyasını daha da genişletmektedir.

Taha Özhan, “Siyaset ve 2015 sancısı” (21.02.2015) başlıklı yazısında Başkanlık sisteminin mutlaka ihdas edilmesi gerektiğini ifadeyle mevcut sistemde var olan vesayetçi yapının ve bu yapının sebep olduğu çarpıklıkların ancak sistem değişikliği ile mümkün olabileceğini savunmaktadır. Muhalefeti de eleştiren Özhan, Başkanlık sistemini pür Ak Parti sorununa indirgeyen muhalefet politikalarının sistemin sorunlarına ve muhtemel kriz alanlarına göz kapatmakla eş anlamlı olacağını iddia ermektedir. Başkanlık sisteminin Türkiye’ye olası
faydalarını dört madde ile ele alan yazar şunları sıralamaktadır “Birincisi, siyasi istikrarın korunması ve koalisyon hükûmetlerinden uzak durulmasının en kestirme yolu yeni bir sistem düzenlemesidir. İkincisi, hâlihazırda var olan kutuplaşmanın ortadan kalkmayacağı gerçeğini kabul etmekle beraber; kutuplaşmanın daraltılması da bir tür başkanlık sistemiyle mümkün olabilir. Üçüncüsü, ademi merkeziyetçi bir idare sistemine yargı vesayetinden dolayı bir türlü geçemeyen Türkiye’nin, bu noktadaki sancılarına deva olabilir. Dördüncüsü ise yeni bir idare sistemi bölgemizde önümüzdeki yıllarda yaşanacak jeopolitik radikal gelişmeler karşısında Türkiye’nin reflekslerinin ve hareket kabiliyetinin elastik olmasını sağlayabilir”.

Star yazarı Mustafa Kartoğlu’nun yazısı “ Milliyetçiler başkanlığa neden karşı çıkar?”
( 20.02.2015) başlığını taşımaktadır. MHP ve HDP yöneticilerinin Başkanlık sistemine karşı reflekslerini bit türlü anlayamadığını söyleyen yazar ‘Kürt sorununun’ devlete rağmen bir lider yani Erdoğan tarafından çözüme kavuşma aşamasına gelmesinden hareketle HDP’yi, Alparslan Türkeş ve Muhsin Yazıcıoğlu’un Başkanlık sistemine dair özlemleri üzerinden de MHP ve BBP’yi eleştirmektedir. MHP’nin sırf muhalefet safında yer almak adına Başkanlık
sistemine karşı tavır sergilediğini savunan yazar, HDP tabanının ise mevcut sistemin değişmesinden yana olduğunu vurgulamaktadır.

Fadime Özkan, mevcut tartışmaya “ İlle de anayasa mı havalansın?” (04.02.2015) isimli yazısıyla katılmaktadır. Başkanlık sistemi tartışmalarının eskiye dayandığını söyleyen yazar, bunun Erdoğan’la başladığını söylemenin tarihi gerçeklerle örtüşmeyeceğini ima etmektedir. Özal, Türkeş ve Demirel dönemlerinde de Başkanlık siteminin tartışıldığına vurgu yapan Özkan, Erdoğan’ın da bu söylemi İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olduğu dönemden itibaren gündeme getirdiğini hatırlatmaktadır. Mevcut sistemin tıkandığını savunan yazara göre sistem değişikliğini isteyen Erdoğan’ın bunu kendisi için arzuladığını düşünenlerin girmiş olduğu tüm seçimleri ezici bir çoğunlukla kazandığını unuttukları anlamına geldiğini söylemektedir.

“ Bu nasıl bir Cumhurbaşkanı” ( 04.02.2015) başlıklı yazı Star yazarı Halime Kökçe’ye aittir.

Erdoğan’ın siyasetçi kimliğini verdiği örneklerle açıklayan Kökçe, cumhurbaşkanı
seçilmeden önce Erdoğan, halka nasıl bir cumhurbaşkanı vaadinde bulunduysa şuan onu uyguladığını savunmaktadır. Muhalefetin ‘tarafsızlık’ bağlamında eleştirilerine de katılmadığını söyleyen yazar, düşüncelerini şu cümlelerle açıklamaktadır, “önüne Türkiye’nin 90 yıllık “müesses nizamını” halka açmak gibi radikal bir hedef koyduğunu ve bunun için kefeni giyip yola çıktığını söyleyen bir kişinin kendi siyasi hedeflerini gerçekleştirmek istemesi kadar doğal ne
olabilir?”.

Özgür Gündem Gazetesindeki bulgular (www.ozgur-­-gundem.com)












Tablo 24. Özgür Gündem Gazetesinde yazan köşe yazarları ve yazı sayısı


Siyasi olarak daha çok HDP yani Kürt politik çizgisinde yayın yapan Özgür gündem gazetesinde konuya dair 11 yazarın toplam15 adet köşe yazısı bulunmaktadır. Bunlar sırasıyla Doğan Durgun, Mustafa Yalçıner, Ömer Ağın ve Veysi Sarsözen’in 2’şer, Adil Bayram, Ayhan Bilgen, Kenan Kırkaya, Muzaffer Ayata, Rıdvan Turan, Saruhan Oluç ve Yakup Nuhamo’nun 1’er adetten oluşan yazılarıdır.









Tablo 25. Doğan Durgun’un köşe yazıları

Doğan Durgun, her iki yazısında 7 Haziran seçimlerine değinerek HDP’nin bu seçimden güçlü bir sekilde çıkması gerektiğini vurgulamaktadır. Bu seçimin diğer seçimlerden çok farklı olduğunu, zira ülkedeki Sosyalist ve Sol grupların HDP’yi desteklememeleri halinde Ak Parti’nin Başkanlık sistemini getireceğini ve bunun da diktatörlüğe yol açacağını savunmaktadır. Durgun Tarihteki Nazi döneminden Don Pietro örneğini vermek suretiyle Başkanlık sistemine karşı HDP çatısı altında bir dayanışmanın da kaçınılmaz olduğuna işaret etmektedir.







Tablo 26. Mustafa Yalçıner’in köşe yazıları


Mustafa Yalçıner, Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun bir TV programındaki konuşmasında yer alan Başkanlık sistemi ile görüşlerini irdelediği yazısında Davutoğlu’nun özellikle özgürlükler konusundaki yaklaşımını eleştirmektedir. “Başkanlık sistemi tartışılması gerekir, özgürlükler için yeni bir anayasa şart” diyen Başbakanı tutarsızlıkla suçlayan yazar, polis devleti, iç güvenlik paketi gibi uygulamalarla özgürlüklerin getirilemeyeceğini dile getirmektedir. Diğer yandan Erdoğan’ın Başkanlık sistemi ile arzuladığının cihan padişahlığı olduğunu savunan yazar, yapılan iç güvenlik paketi değişikliğinin de Erdoğan’ın sultan olma yolundaki önemli adımlardan biri olarak görmektedir.








Tablo 27. Ömer Ağın’ın köşe yazıları

Ömer Ağın, Ak Parti ve Erdoğan’ın 7 Haziran seçimlerinde Başkanlık sistemi yaklaşımıyla merkezi faşizan bir devlet kurma düşüncesi içinde olduklarını, CHP ve Kemalizm etkisinden kurtulamayan Sol partilerin de Başkanlık sistemine karşı en önemli bariyer olarak gördüğü HDP’nin barajı aşmasını istemediklerini iddia etmektedir. Yazar, dolayısı ile tarihi bir dönüm noktası olarak nitelendirdiği seçimlerde tüm kesimlerin HDP çatısı altında birleşmesini ve oylarını bu partiye kanalize etmesini istemektedir.







Tablo 28. Veysi Sarısözen’in köşe yazıları

Veysi Sarısözen, kamuoyunun bir kesimince dillendirilen HDP ile Ak Parti’nin 7 Haziran seçimleri öncesi anlaştığı ve böylece HDP’nin seçimlere bağımsız adaylar yerine parti kimliğiyle katılma kararı aldığı düşüncesine katılmadığını ifade etmektedir. HDP’nin AK Parti’yi ‘durdurma’ gibi bir misyonunun olduğunu savunan yazara göre HDP’nin barajı aşması ve meclise girmesiyle AK Partinin mecliste mutlak bir hâkimiyet kurmasını engelleyecek ve mecliste oluşması muhtemel siyasi orantısızlığın da önüne geçmiş olacaktır.

Diğer yandan Erdoğan’ın 400 milletvekili istemesinin altındaki bir başka nedenin de kendisinden sonra Hakan Fidan’ı kendi yerine halef olarak hazırlama düşüncesi olduğunu savunmakta olan yazar, böyle bir oyunun da ancak HDP eliyle bozulacağına inanmaktadır.

Adil Bayram, “AKP’ye karşı demokrasi Bloğu” ( 09.02.2015) yazısında diğer Özgür gündem yazarları gibi 7 Haziran seçimlerinde tüm sol ve demokratik blokların HDP ortak paydasında Ak Parti’ye karşı bir güç birliği oluşturmaları gerektiğine işaret etmektedir. Bu durumda CHP veya başka bir sol partiye verilecek oyların hiçbir etkisinin olmayacağını söyleyen yazara göre önerdiği demokrasi blokuna katılmayan kesimlerin olası bir Ak Parti zaferinden ve sonrasındaki Başkanlık sisteminden sorumlu olacaklarını söylemektedir.
Özgür gündem yazarı Ayhan Bilgen, yazdığı “Partinin takvimi halkın dayı” (09.02.2015) isimi köşe yazısında özetle Erdoğan’ın seçim süreci ile çözüm sürecini birbirine bağlayan ve yeni anayasanın kaderini kendi Başkanlık sistemine bağlamasını ‘cambazlık’ olarak nitelendirmektedir. Bunu bir oyun olarak gören yazara göre HDP’nin 7 Haziran seçimlerinde bu oyunu bozabileceğini bunun yolunun da HDP’nin aday belirleme sürecinde
halkın tercihlerini dikkate alan bir aday belirleme stratejiyle mümkün olabileceğini salık vermektedir.

Kenan Kırıkkaya’nın kaleme aldığı köşe yazısının başlığı “Muhalefetin kendine muhalifliği” ( 12.02.2015) şeklindedir. Ak Parti’nin başarısını güçlü bir stratejik akla ve uyguladığı gerilim politikasına bağlayan yazar, 7 Haziran seçimlerinde de böyle bir stratejinin devreye sokulabileceğini ima etmektedir. Yazar, AK Parti hükümetinin kendi anayasasını yapmak suretiyle başkanlık sistemini hayata geçirmeyi amaçladığını, 80 yıl boyunca nasıl ki iktidarda olmasa da devleti Kemalizm yönettiyse, yapacağı dönüşümle AK Parti’nin de kendisi iktidarını sürdüremese de millete kendi iktidarını mutlaklaştırma arzusu içinde olduğunu düşünmektedir.

Muzaffer Ayata’nın “Demokrasi cephesi acil bir ihtiyaç” (08.02.2015) başlıklı yazısında Ak Parti’nin Başkanlık sistemine geçiş yapmayı düşündüğü ve anayasayı da tek başına değiştirmek niyetinde olduğunu belirten yazar, bunun engellemenin yegâne yolunun ‘demokrasi cephesi’ olarak tanımladığı Kürt, Sosyalist ve demokratik çevrelerin seçimde bir araya gelmeleriyle mümkün olacağını düşünmektedir.

Gazetede yer bulan “Başkanlık bahane, padişahlık şahane” (04.02.2015) isimli yazı Saruhan Oluç’a aittir. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın öncülüğünü yaptığı Başkanlık sistemi tartışmalarına değinen yazar, geçilmek istenen Başkanlık sisteminin demokratik olmadığını bilakis otoriterliği çağrıştırdığını iddia etmektedir. Erdoğan üzerinden çözümlemelerde bulunan yazar, zaten çok geniş yetkilere sahip olan Erdoğan’ın sistem değişikliği istemesini anlamadığını söylemektedir. “Türkiye''nin politik kültürü, toplumsal ve tarihsel sorunların
derinliği, demokratik olmayan, otoriter bir başkanlık sistemine geçilmesi halinde, sorunların büyüyeceğini” dillendiren yazara göre olası bir sistem değişikliğinde “ çözümsüzlüğün artacağını ve demokrasinin geleceğinin çok olumsuz etkileneceği” uyarısını yapmaktadır.

Rıdvan Turan’ın yazısı ise “ Kandil barış AKP savaş istiyor” (22.02.2015) başlığını taşımaktadır.
‘İç güvenlik paketi’ meselesi üzerinden tartışmaya dâhil olan yazar, ‘İç güvenlik paketi’ nin arkasında Erdoğan’ın stratejilerinin yattığını belirtmektedir. Ülkenin çok büyük meseleleri olmasına rağmen Erdoğan’ın şahsı için istediğini iddia ettiği Başkanlık sistemi çıkışını da eleştiren yazar, kendi ikbali için Başkanlık sistemin de direten Erdoğan için söylenecek sözün ancak diktatör olacağını ifade etmektedir.
Yakup Nuhamo’nun gazete konuya dair yazdığı köşenin başlığı “Statükoyu değiştirmeye var mısınız?” (06.02.2015). HDP’nin 7 Haziran seçimlerinde nasıl bir yöntem uygulayacağını ele alan yazar, HDP’nin parti olarak seçime girmesini desteklediğini, desteklemeyenlerin ise statükodan yana bir tavır içinde olduklarını iddia etmektedir. Yazar, Ak Parti’nin getirmek istediği Başkanlık sistemine karşı ve statükonun değişmesinden yana olanların HDP’ye oy
vermesi gerektiğini de sözlerine eklemektedir.

7 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..

***

Türkiye Basınında Başkanlık Sistemi Tartışmaları: BÖLÜM 5

Türkiye Basınında Başkanlık Sistemi Tartışmaları: BÖLÜM 5



Akif Beki,   Muhalefetin sürekli eleştiriş konusu yaptığı Erdoğan’ın tarafsız davranmadığı konusunu işlediği “Erdoğan tarafsızlığını ne gün kaybetti?” başlıklı yazısında Atatürk’ten Gül’e kadar hiçbir cumhurbaşkanının tarafsız olmadıklarını iddia etmektedir. Dolayısı ile tarafsızlık yeminin Erdoğan’la bozulmadığını söyleyen Beki, Erdoğan’ın yıllardır çok net ifadelerle parlamenter sistemden şikâyetçi olduğunu ve bunu her defasında saklamadan kamuoyu önünde deklare ettiğini vurgulamaktadır. Beki’nin bu bağlamda Erdoğan’dan yana bir tavır içinde olduğunu dolayısı ile sistem tartışmalarına olumlu yaklaştığını da söyleyebiliriz.

Fatih Çekirge, Ak Parti İstanbul İl kongresinden izlenimlerini aktardığı yazısında Erdoğan’a salonda olmamasına rağmen çok büyük bir sevgi selinin olduğunun altını çizmektedir. Başkanlık sistemi tartışmalarına bu örnek üzerinden dâhil olan Çekirge, Erdoğan’ın halk adamı olduğunu, klasik bir cumhurbaşkanı gibi davranamayacağını, dolayısı ile halk arasında kendisine yönelik çok kuvvetli bir sevgi bağının varlığından hareketle böyle bir tabloda Erdoğan’ın başkanlık sistemine geçişte zorlanmayacağını dillendirmektedir. Sihirli sözcüğün “halka dokunmak” olduğunu belirten Çekirge, Erdoğan’ın bu bağlamda bunu
başardığını ve çok avantajlı konumda olduğunu söylemektedir.


Cumhuriyet Gazetesindeki bulgular (www.cumhuriyet.com.tr)










Tablo 10. Cumhuriyet gazetesinde yazan köşe yazarları ve yazı sayısı


Kamuoyunda daha çok CHP’yi desteklediği düşünülen ve ‘Sol” ve ‘Ulusalcı’ tandanslı yazarları barındıran Cumhuriyet gazetesinde Başkanlık sistemi tartışmalarında 7 gazetecinin toplamda 34 yazısı yer almaktadır. Bu yazarlardan Cüneyt Arcayürek’in 10, Ali Sirmen’in 6, Emre Kongar’ın 5, Mustafa Balbay’ın ve Şükran Soner’in 4, Ahmet Tan’ın 3 ve Aydın Engin’in 2 yazısı bulunmaktadır.












Tablo 11. Cüneyt Arcayürek’in köşe yazıları

Cüneyt Arcayürek, Cumhuriyet gazetesinde konu ile ilgili en çok yazı yazan ve Başkanlık sistemine karşı en sert tavrı yönelten kişi konumundadır. Erdoğan’ı samimi bulmayarak eleştiren yazar, Erdoğan’ı denetimden uzak, kuvvetler ayrılığı ilkesini ters yüz edecek bir sistem peşinde koşmakla itham etmektedir. Erdoğan’ın tarafsızlığını yitirdiğini ve getireceği yeni sistemle bunu daha çok perçinleyeceğini düşünen Arcayürek, bunun için 7 Haziran seçimlerinde Erdoğan’ı engelleyecek tek seçeneğin HDP’nin baraja takılmadan meclise
girmesinde görmektedir. Arcayürek Hürriyet yazarları gibi daha çok Erdoğan karşıtlığı üzerinden sistemleştirdiği eleştirilerinde “ Diktatör, Musollini, Hitler, tek adam, padişah, büyük şef, kaçak saray, yasak saray” gibi argümanları dillendirerek muhalif bir dil kullandığı görülmektedir.













Tablo 12. Ali Sirmen’in köşe yazıları


   Ali Sirmen, Sistem değişikliğinin tartışılabileceğini fakat sorunun sistemde değil kişilerde düğümlendiğini ifade etmektedir. 1950’lerde geçilen parlamenter sistemin Menderes eliyle uygulamadan kaldırıldığını savunan yazar, hangi sistem gelirse gelsin bunun ancak iyi edilmesiyle anlam kazanacağını savunmaktadır. Başkanlık sistemi değişikliği konusunda diğer yazarlar gibi Erdoğan özelinden düşünceler serdeden Sirmen, Erdoğan’ın denetimden uzak, bağımsız hareket etmek isteyen, tüm yetkileri elinde bulunduracak “tayyibizm” modelini arzuladığını iddia etmektedir. Mevcut durumda Erdoğan’ın zaten fiili
başkan gibi davrandığını iddia eden yazar, 7 Haziran seçimlerinde değişen bir durum olmayacağını; Anayasa değişikliği için gereken oyun alınması durumunda ‘anayasal tayyibizm”, alınamaması durumunda ise ‘fiili tayyibizm’in devam edeceğini söylemektedir.

Sirmen de Arcayürek gibi 7 Haziran seçimlerinin önemli olduğunu hatırlatmakta, fakat istenilen değişikliğe gidilememesi için sadece Ak Parti’nin oy kaybetmesinin yetmeyeceğini bunun yanı sıra HDP’nin de barajı aşması gerektiğini düşünmekte dir. Diğer yandan Sirmen’in “ Anayasal tek adam rejimi, güçlendirilmiş başkan baba zulmü, dikta, tek adam, tek parti, sürü psikolojisi, evliya, saltanat” gibi kavramları sıkça kullandığı görülmektedir.









Tablo 13. Emre Kongar’ın köşe yazıları,

Cumhuriyet’in deneyimli yazarlarından Emre Kongar, Erdoğan’ın bir televizyon
konuşmasından yola çıkarak Başkanlık sistemi ile ilgili söylemiş olduğu sözleri kritik ederken, Erdoğan’ın söyledikleriyle arzu ettikleri arasında çok fark olduğunu ima ederek Erdoğan’ı tutarsız olarak itham etmektedir. Erdoğan’ı denetimi olmayan, yargı gücünün kendi kontrolünde bulundurmak isteyen bir rejim istemekle suçlayan Kongar, Erdoğan’ın istediği rejimin hiçbir yerde olmadığını ifade ederek Erdoğan’ın mevcut yöneliminin ve düşüncesinin diktatörlük ve padişahlık olduğunu iddia etmektedir. AK Parti ve Erdoğan’ın
Amerikan tipi bir Başkanlık sistemi ve buna paralel olarak ‘federasyon modeli’ni gündeme getirmeleri halinde tartışmanın daha gerçekçi bir zemine oturacağını savunan Kongar’ın en sık kullandığı kavramlar arasında “Otoriterlik, padişahlık, diktatörlük, bireysel iktidar” yer almaktadır.










Tablo 14. Mustafa Balbay’ın köşe yazıları


Mustafa Balbay’ın da diğer yazarlar gibi sistem tartışmasından daha çok Erdoğan üzerinden konuyu ele aldığı görülmektedir. Başta AK Parti milletvekillerinin ve Ahmet Davutoğlu’unun Erdoğan karşısında pasifize olmuş durumlarını bir tespit olarak ortaya koyan yazar, Erdoğan’ın her istediğini yaptırma konumunda olduğunu iddia etmektedir.

Erdoğan’ın ‘Denetimli başkanlık’ sistemini eleştiren Balbay, Türkiye’de gelmiş geçmiş tüm liderler de dâhil olmak üzere Erdoğan’ın da gücünü sınırlayacak olan hiçbir denetime tabi olmak istemeyeceğini dolayısı ile Erdoğan’ı bu söyleminde tutarsız olmakla itham etmektedir. Balbay, Erdoğan’ın mevcut durum itibariyle fiili bir Başkanlık sistemi uyguladığını iddia ederek, meydanlarda anaysa değişikliğine dönük 400 milletvekili istemesini de tarafsızlık bağlamında eleştirmektedir. Balbay’ın yazılarında “Saraylı, tam tayyipilik, kaçak saray, Recepcekkilleri, Receptay” gibi sözcüklerle sık yer verildiği görülmektedir.









Tablo 15. Şükran Soner’in köşe yazıları

Cumhuriyet’te konu ile alakalı tek Bayan Yazar olarak görülen Şükran Soner, ele aldığı yazılarında özellikle ‘hukuk’ ilkesi üzerinden Erdoğan’ı eleştirdiği görülmektedir. Erdoğan’ın açıkça bir siyasi gibi davranmakla ve yaptığı tarafsızlık yeminini ihlal etmekle suçlayan Soner, anayasayı korumakla görevli Erdoğan’ın her hareketiyle anayasal suç işlediğini iddia etmektedir.









Tablo 16. Ahmet Tan’ın köşe yazıları


Ahmet Tan’ın, yazılarında bir sistem tartışmasından ziyade Erdoğan’ın şahsını hedef alan bir tartışma sergilediği görülmektedir. Tan’ın ‘Şeyh uçmaz; mürit uçurur” veya “kraldan çok kralcı” deyimlerinde var olan ve liderlerin etrafındaki insanların liderlerin sahip oldukları meziyetlerden daha fazla bir şekilde öven insan kümesinin Erdoğan’ın çevresinde de kümelendiğini ifade etmektedir. Buna örnek olarak Türkiye’deki Roman vatandaşların Erdoğan’a vermeyi düşündükleri ‘ Büyük Roman Ödülü” nü eleştiren Tan, Erdoğan’ın Romanlar da dâhil olmak üzere ülkede bulunan tüm azınlıkları yıllarca ihmal ettiğini düşünmektedir. Erdoğan’ı tek adamlılıkla suçlayan Tan, Erdoğan’ın nihai hedefleri arasında
başkenti İstanbul’a taşımak ve Vahdettin köşkünü restore ederek seçimden sonra oraya yerleşmek olduğunu iddia etmektedir. Bir bakıma Vahdettin ile biten Osmanlı padişah sürecini Erdoğan’ın kaldığı yerden devam ettireceğini ima ederek ‘Sonu benzemez İnşallah..’ diyerek de bir bakıma Vahdettin’in başına gelenleri ironik tarzda Erdoğan’a hatırlatmaktadır.








Tablo 17. Aydın Engin’in köşe yazıları 

Aydın Engin, Burhan Kuzu’nun bir röportajında Ahmet Hakan Coşkun’a söylediği “ Kim başkanlık diktatörlük sistemi getirir derse onu gırtlaklarım” sözünden yola çıkarak kendisinin de defalarca Başkanlık sisteminin diktatörlüğe açık bir sistem olduğunu vurguladığını belirterek Kuzu’un bu beyanından tedirginlik duyduğunu ifade etmektedir. Engin, sistem tartışmalarında Erdoğan özelinden bir düşünce sergilemediğini belirterek, Başkanlık sistemi ile Asya tarzı despotik bir diktatörlüğün gelebileceğinden dolayı itiraz ettiğini söylemektedir. 7 Haziran seçimlerinin çok önemli olduğunu vurgulayan Engin de HDP’nin barajı aşması durumunda bir bakıma korkulanın olmayabileceğini yani Başkanlık sisteminin
HDP’nin meclise girmesiyle frenleneceğini düşünenler arasında yer almaktadır.


Star Gazetesindeki bulgular ( www.star.com.tr)











Tablo 18. Star Gazetesinde yazan köşe yazarları ve yazı sayısı


Muhafazakâr bir çizgide yayın yapan, Ak Parti ve Erdoğan’ı destekleyen bir yayın anlayışına sahip olan Star gazetesinde Başkanlık sistemi tartışmalarına dair 9 yazarın 20 köşe yazısı bulunmaktadır. Gazetede sırasıyla Yiğit Bulut’un 5, Ahmet Taşgetiren’in 4, Resul Tosun’un 3, Mehmet Metiner ve Nasuhi Güngör’ün 2, Mustafa Kartoğlu, Taha Özhan, Fadime Özkan ve Halime Kökçe’nin 1’er yazısı yer almaktadır.











Tablo 19. Yiğit Bulut’un köşe yazıları

Yiğit Bulut, kaleme aldığı beş yazıda da Başkanlık sisteminin ‘Yeni Türkiye’, ‘2023 vizyonu’ gibi Türkiye’nin tarihi hedefleri arasında yer alan projeleri için kaçınılmaz olduğunu savunmaktadır. Yerleşik düzenin bekçileri ve statükocu diye nitelendirdiği bir kısım çevrenin sürekli iddia ettikleri gibi ‘ Başkanlık gelirse diktatörlük’ gelir tarzındaki sözlerin gerçeği yansıtmadığını ifade eden Bulut, bu tarz söylemde bulunanların belirli güç odaklarının hizmetinde olan ve Türkiye’nin aleyhine çalışan grupların argümanları olduğunu dile getirmektedir. Türkiye’nin ekonomide atılım yapması, siyasi açıdan ağırlık koyması, bölgesel ve küresel çapta güçlü olmasının yolunun Başkanlık sistemi ve buna bağlı olarak güçlü liderlikten geçtiğini iddia eden yazar, Türkiye’nin bulunduğu coğrafyada
hüküm sürmüş tüm devletlerin Başkanlık sistemi gibi güçlü liderlerin elinde tarih
yazdıklarına işaret etmektedir. Diğer yandan “Güçlü Türkiye, 2023 vizyonu, Yeni Türkiye” gibi kavramlar Bulut’un en sık başvurduğu söylemler arasında yer almaktadır

6 CI BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..

***

Türkiye Basınında Başkanlık Sistemi Tartışmaları: BÖLÜM 4

Türkiye Basınında Başkanlık Sistemi Tartışmaları: BÖLÜM 4



Evren, Örneklem ve Sınırlılıklar.

Çalışmanın evrenini Türkiye basını teşkil etmektedir. Örneklem olarak Türkiye’de günlük olarak yayımlanan ve farklı patronaj yapısı ve ideolojik duruşu temsil eden Hürriyet, Cumhuriyet, Star, Yeniçağ, Özgür gündem ve Agos gazetelerinin dijital versiyonları ele alınmıştır. Burada Agos ile ilgili kısa bir acıkama yapmayı uygun görmekteyiz. Agos gazetesinin araştırmaya dâhil edilmesinin temel esprisi, Türkiye’de yaşayan ve çoğunluk itibariyle Türk vatandaşı olan Ermenilerin, sistem tartışmaları gibi çok önemli bir konu olan
Başkanlık sistemi hakkındaki görüşlerini öğrenebilmektir. Çalışmaya diğer azınlıkların medyası dâhil edilmek istenmişse de günlük olarak yayımlanan herhangi bir azınlık gazetesi olmadığı için sadece Agos gazetesiyle yetinilmiştir. Çalışmada dört temel sınırlılık söz konusudur. Birincisi gazetelerin sadece köşe yazarları ele alınarak diğer haber kategorileri araştırma dışında tutulmuştur. İkinci olarak Başkanlık sistemi tartışmalarına yer veren her köşe yazarının yazıları dikkate alınarak herhangi bir yazar sınırlandırmasına gidilmemiştir.
Üçüncü olarak bahsi geçen yayın organlarının sadece dijital versiyonları esas alınarak basılmış nüshaları kapsam dışında tutulmuştur. Dördüncü olarak bahsi geçen gazetelerin 28 Ocak 2015 ile 28 Şubat 2015 tarihleri arasındaki dijital nüshaları incelenmiş olup bu tarihler dışındaki gazeteler kapsam dışında tutulmuştur. Araştırmanın özellikle Ocak-­--Şubat ayları arasındaki gazeteler üzerinden yapılmasının sebebi, konuyu kamuoyu gündemine taşıyan
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ilk açıklamalarını ocak ayında yapmış olmasından kaynaklanmaktadır.

Bulgular ve Analiz,










Tablo 1. Başkanlık Sistemi ile ilgili yazılan Köşe yazısı sayısı

   Araştırma kapsamında incelenen 6 gazetede yer alan 48 köşe yazarının toplamda 124 köşe yazısı kaleme aldıkları görülmektedir. En fazla köşe yazısı 35 adet ile Hürriyet Cumhuriyet gazetesinde yer almıştır. 3 adet ile en az köşe yazısı ise Agos gazetesinde yer almıştır. Diğer yandan Star gazetesinde 20, Yeniçağ gazetesinde 17 ve Özgür gündem gazetesinde ise 15 adet köşe yazısı yer almıştır. Hürriyet gazetesindeki bulgular
(www.hurriyet.com.tr)













Tablo 2. Hürriyet Gazetesinde yazan köşe yazarları ve yazı sayısı   

Türkiye’de ‘Merkez medya’ temsilcilerinden biri olarak bilinen ve daha çok ‘Sol”ve ‘Ulusalcı’ düşüncedeki yazarları barındıran Hürriyet gazetesinde Başkanlık sistemi tartışmalarına yönelik 10 yazarın toplam 35 köşe yazısı yer almaktadır. Sırasıyla bakıldığında M. Y. Yılmaz’ın 7, Ahmet Hakan Coşkun ve Taha Akyol’un 6, Cengiz Çandar’ın 5, Ertuğrul Özkök’ün 3, İsmet Berkan, Oral Çalışlar ve Rauf Tamer’in 2, Akif Beki, ve Fatih Çekirge’nin 1’er köşe yazısı yer almaktadır.




 









Tablo 3. M.Y. Yılmaz’ın köşe yazıları

Hürriyet yazarı M.Y. Yılmaz kaleme aldığı 7 köşe yazısında Başkanlık sistemi tartışmalarına değinerek fikirlerini açıklamıştır. 
Yılmaz’ın yazılarında genelde Erdoğan eleştirisi ve buna dayalı olarak da Başkanlık sistemi karşıtlığı mevcuttur. Yılmaz, Başkanlık sistemi karşıtlığını “ Diktatörlük, tek parti devleti, sadrazamlık tek adamlık, federalizm” gibi argümanlar üzerinden temellendirmektedir.














Tablo 4. Ahmet Hakan Coşkun’un köşe yazıları

Ahmet Hakan Coşkun’un yazdığı 6 köşe yazılarında Yılmaz’ınkine benzer bir muhalif dil mevcuttur. O da daha çok Erdoğan’ın şahsı üzerinden katıldığı tartışmada Başkanlık sistemine karşı bir refleks sergilediği görülmektedir. “Tek adam, padişahlık, sultanlık, parlamenter sistem, başkanlık sistemi, krallık” gibi sözcükler Çoşkun’un en sık vurgu yaptığı kavramlardır.




 








Tablo 4.Taha Akyol’un Köşe yazıları


Taha Akyol, Hürriyet yazarları arasında konuyu en çok irdeleyenler arasında yer almaktadır. Türkiye’nin bir sistem değişikliğine veya Başkanlık sistemine ihtiyacı olmadığının altını çizen Akyol’a göre temel meselenin ‘kuvvetler ayrılığı” ilkesi olduğunu vurgulamaktadır. Akyol, ‘kuvvetler ayrılığı’ nın da güçlü demokrasilerde olabileceğini belirterek bir bakıma Türkiye’nin bundan yoksun olduğunu ve buradan yola çıkarak Erdoğan’ın klasik bir Başkanlık sisteminden daha çok tüm yetkilerin elinde olduğu özel bir Başkanlık sistemi arzuladığını iddia etmektedir. Akyol’un yazılarında ön plâna çıkan kavramlar ise “ Otoriterlik, Siyasi ameliyat, hukuk devleti, kuvvetler ayrılığı, ABD sistemi, denetim” şeklindedir.












Tablo 5. Cengiz Çandar’ın köşe yazıları

Cengiz Çandar ise yazdığı 5 yazıda genel hatlarıyla Ak Parti’nin misyonunu tamamladığını dolayısı ile tek figür olarak Erdoğan’ın ön plânda olduğunu, Erdoğan’ın da ‘tek adamlığa” doğru yöneldiğini iddia etmektedir. Erdoğan’ın Amerikan sistemini sevmediğini söyleyen Çandar’a göre Erdoğan’ın amacının Amerikan usulü bir Başkanlık sisteminden ziyade içinde yargı denetimsizliğinin de olduğu her türlü denetimden uzak bir sistemden yana olduğu düşüncesinde dir. 
Erdoğan’ın aklındaki sistemle, arzuladığı güzergâhın Türkiye’yi
demokratikleşmeye değil bilakis otoriterleşmeye doğru götüreceğini savunan Çandar’ın sık başvurduğu kavramlar arasında “tek adam, otoriterlik, tek parti, diktatörlük, totaliterlik” bulunmaktadır.











Tablo 6. Ertuğrul Özkök’ün köşe yazıları


   Ertuğrul Özkök de tıpkı Çandar gibi eleştiri oklarını Ak Parti üzerinden tartışılmakta olan Başkanlık sistemine yoğunlaştırmaktadır. Ak Partili vekillerin bağımsız davranamadığını ve dolayısı ile Erdoğan’ın yörüngesinde hareket ettiklerini belirten Özkök, milletvekilleri için ‘Cumnhuvekilleri’ tabirini kullanarak onları eleştirmektedir. Erdoğan’ın Amerikan usulü bir federalizmi benimsemesi durumunda buna olumlu yaklaşacağını belirten Özkök, fakat ne Ak Parti’nin ne de Erdoğan’ın böyle bir düşünceye sahip olduklarını sanmadığını  ifade  etmektedir.   Erdoğan’ın gücünü ‘tek dudak anayasası’ şeklinde betimleyen Özkök, tüm gücü elinde bulundurmak isteyen Erdoğan’ın yalnızlaştığını ve yalnızlaştıkça da tüm yetkileri elinde bulundurmaya çalıştığını ifade etmektedir. Erdoğan’ın kafasındaki Başkanlık sistemine karşı olduğu anlaşılan Özkök’ün muhalif dilinde yer alan kavramlar ise “ Tek adam, cumhurvekilleri, cumhursaray, iki dudak anayasası” gibidir.









Tablo 7. İsmet Berkan’ın köşe yazıları

İsmet Berkan ise tartışmaya CHP’yi de içine alacak bir sorgulamayla başlamaktadır. Mevcut sistemin tek parti yönetiminden itibaren parlamenter sistemle uyuşmadığını verdiği Atatürk, İnönü ve Menderes örnekleriyle temellendiren Berkan, CHP’nin yıllarca şikâyet ettiği özgürlükler sorunu ve kuvvetler ayrılığı ilkesinin iyi işlememesi gibi konularda samimi olmadığını ve bu yönde en ufak bir çaba harcamadığını düşünmektedir. Berkan, “Bu sistem
parlamenter sistem mi?” diye sorarak mevcut anayasanın zaten her türlü otoriterliğe açık olduğunu iddia ederek konunun yeni bir anayasa çerçevesinde değerlendirilmesi gerektiğini salık vermektedir. Berkan’ın “Otokrasi, başkanlık sistemi, parlamenter sistem” kavramlarıyla ele aldığı konuda Başkanlık sistemine geçilmesi halinde çokça dillendirilen “Otoriterlik” söylemine de katılmadığını ifade etmektedir.









Tablo 8. Rauf Tamer’in köşe yazıları

Rauf Tamer’in yazmış olduğu iki yazıda da Başkanlık sistemine olumlu yaklaşmadığı görülmektedir. 7 Haziran 2015’te yapılacak olan seçimler üzerinden bir değerlendirmeye giden Tamer, bu seçimde yarışın Ak Parti ile HDP arasında geçeceğini diğer partilerin ise bu denklemde pek de rolünün olmayacağını söylemektedir. Diğer yandan Erdoğan’ın cumhurbaşkanı sıfatı ile anayasayı değiştirecek 400 milletvekili talebini de eleştiren Tamer’in
“ Başkanlık sistemi, 400 milletvekili” kavramlarını kullandığı görülmektedir.










Tablo 9. Oral Çalışlar’ın köşe yazıları

Oral Çalışlar, ilk yazısında Erdoğan’ın şahsından kaynaklı bir özgül ağırlığının olduğunudolayısı ile Ak Parti içinde de bu gücünün devam ettiğini anımsatarak Başkanlık sistemitartışmalarında AK Parti’yi Erdoğan’ın kuvvetli karizmasının motive ettiğinidüşünmektedir. İkinci yazısında ise anayasayı değiştirmek için Erdoğan’ın dillendirdiği 400Milletvekili yaklaşımın sorunlu bulduğunu ifade eden Çalışlar, 400 Milletvekilin tek birpartide olmasının demokrasi ve çoğulculuk adına sorunlar oluşturacağına işaret etmektedir.


5 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..



***

Türkiye Basınında Başkanlık Sistemi Tartışmaları: BÖLÜM 3

Türkiye Basınında Başkanlık Sistemi Tartışmaları: BÖLÜM 3



   Hasan Tahsin Fendoğlu da sistem değişikliğinden yana tavır alan bilim adamaları arasında yer almaktadır. Fendoğlu, mevcut durumu yarı
başkanlık sistemine yakın bir nokta olarak gördüğünü beyanla  “…Ülkeye adaptasyonu sağlanabilmiş, belirtilen aksak yanları giderilmiş, Türkiye’ye uygun bir yarı-­--başkanlık veya başkanlık sistemi Türkiye’nin yararına olacaktır” (2013) şeklindeki düşüncesiyle sistem değişikliğinden yana olduğunu ifade etmektedir.

Başkanlık sistemine siyasilerin bakış açıları da bilim adamları arasındaki ideolojik
bölünmeyle paralellik taşıdığını rahatlıkla ifade edebiliriz. Siyasiler arasında sistem dolayımında yaşanan tartışmalar daha çok konjonktüreltir ve “kişilikler” üzerinden şekillenmektedir. Diğer yandan son yılların en hararetli gündem maddesi olan Başkanlık sistemi tartışmalarının mimarı Cumhurbaşkanı Erdoğan olarak görülse de aslında tartışma çok daha eskilere dayanmaktadır. Türkiye’de sistem değişikliğini ilk telaffuz eden kişi 8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal’dır. Burhan Kuzu, Özal’ın 1983’te Türkiye’ye Başkanlık sistemi getirmek istediğini fakat gerekli hazırlıkların olmamasından dolayı başaramadığını ve Özal’ın buna çok üzüldüğü ifade etmiştir.(zaman.com.tr) Özal, özellikle istikrar olgusuna
vurgu yaparak tek parti yönetimlerinin Atatürk’ten itibaren önemli icraatları hayata geçirdikleri ve bu dönemlerde adı konulmamış bir nevi Başkanlık sisteminin uygulandığını savunmuştur.(Duman, 2013). Özal’ın Başkanlık sistemi tezine en çok karşı çıkan fakat sonra şartların değişmesi ile kendisinin de bu görüşleri savunduğu bilinen siyasetçi, 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’dir. Özsoy bu paradoksu “ Turgut Özal’la birlikte Türkiye’ye giren Başkanlık sistemi tartışmalarının ilk zamanlar en kuvvetli muhalifi Süleyman
Demirel olmuştur. Fakat aradan geçen zaman içinde Türkiye’nin şartları mı değişti, yoksa Demirel mi değişti kesin olarak bilinmemekle birlikte, günümüzde bu konuyu en sık gündeme getiren isimlerin başında 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel gelmektedir” (2000: 137-­--138). Sözleriyle ironik bir
tarzda açıklamaktadır. Dönemin Milliyetçi Hareket Partisi ( MHP)’nin lideri Alparslan Türkeş de Başkanlık sistemini isteyen siyasiler arasındaki yerini almıştır. Türkeş’in “9 Işık” isimli kitabındaki “…Tarih ve töremize uygun olarak Başkanlık sistemini savunuyoruz. İcrayı Cumhurbaşkanlığı ve Başbakanlık olarak ikiye bölemeyiz. Her konuda bütünleşmeci olduğumuza göre icranın başında da bütünleşmeci olmalıyız…” ( 1997: 276) sözleri açık şekilde bir Başkanlık
sistemi savunusudur. Yine MHP’den ayrılarak yeni bir parti kuran Muhsin Yazıcıoğlu da “Artık Türk Milleti kendi kültür ve manevi değerlerine uzanmalı, tarihin zengin tecrübelerinden faydalanarak güçlü iktidar kurmalıdır. Bunun için tek Başkanlık sistemi kabul edilmelidir. Böylece halk tarafından doğrudan doğruya seçilecek bir lider çoğunluk partisine değil doğrudan millete karşı
sorumlu olacaktır…”(bbp.org.tr)şeklindeki açıklamasıyla tavrını belli etmiştir. Dönemin bir başka siyaset adamı olan Liberal Demokrat Parti (LDP) Genel Başkanı Besim Tibuk’un “ Geride bıraktığımız tüm seçimler, seçim sisteminin çöktüğünü tescil etmiştir. Siyasi istikrar bu seçim sistemiyle giderek daha da bozulacaktır. Türkiye’de siyasi istikrarın sağlanması iki turlu başkanlık ve
iki turlu dar bölge seçim sistemi ile mümkündür” ( 1997: 234) sözleri Başkanlık sistemi istediğinin çok net bir kanıtıdır. Kendisi siyasetçi olmasa da yaptığı icraatlarla döneme damgasını vuran ve sisteme getirdiği en sert eleştiriyle bilinen vali Recep Yazıcıoğlu’nun Başkanlık sistemi ile ilgili görüşleri de kayda değerdir. Parlamenter sistemin Türkiye’nin bünyesine geçen zaman içinde hiç uymadığını belirten Yazıcıoğlu, tarihten gelen sisteme uygun olarak Başkanlık
sistemine geçmenin belki daha uygun olacağını ifade etmiştir ( 1998: 16).
Başkanlık sistemi ile ilgili geriye dönük tartışmaları özetledikten sonra konunun aktüel boyutundaki asıl figürün Cumhurbaşkanı Erdoğan olduğunu görmekteyiz. Zira Erdoğan’ın sistem değişikliğine dair yaklaşımları yeni olmayıp Belediye başkanı olduğu döneme ve Ak Parti’nin ilk kurulduğu yıllara kadar dayanmaktadır. Erdoğan’ın konuya dair ilk açıklamaları 2003’teki bir televizyon konuşmasında olmuştur. Erdoğan bu ilk değerlendirmelerinde siyasetteki arzusunun Amerika’daki uygulama olan Başkanlık sistemi olduğunu ifade etmiştir (Duman, 2013). Erdoğan’ın Başkanlık sistemi ilgili görüşleri 2003’ten
2006’a kadar düşük yoğunluklu bir tartışma olarak devam etmiş fakat 2007 yılındaki cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ise tekrar alevlenerek kamuoyu gündemine oturmuştur.
Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanlığının engellenmesi neticesinde 2007’de yapılan Anayasa değişikliği ile cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi referandumla kabul edilmiş olmasına rağmen ilk uygulama 2014 yılı ağustos ayında gerçekleşmiştir. Türkiye tarihinde ilk kez halk tarafından belirlenen ve Recep Tayyip Erdoğan’ın 12. Cumhurbaşkanı olarak seçilmesiyle birlikte sistem tartışmaları düşük yoğunluktan sıyrılarak ülkenin ana gündem maddesine dönüşmüştür. 10 Ağustos 2014’de yapılan cumhurbaşkanlığı seçimi bir yönüyle
Başkanlık sisteminin küçük bir provası niteliğini taşımaktadır. Zira Türkiye’de herkesin malumu üzere Erdoğan’ın kazanacağı bir cumhurbaşkanlığı seçiminden sonra sıranın ikinci aşama olan Başkanlık sistemine geleceği aşikâr bir durumdur. Netice itibari ile Erdoğan Başkanlık sisteminde de seçilecek yeterlilik olan %51’üzerinde bir oy alarak hem cumhurbaşkanı seçilmiş hem de ileride gerçekleşmesi muhal olmayan Başkanlık sistemi için de kendisini test etme imkânı bulmuştur. Diğer yandan Erdoğan cumhurbaşkanlığı seçimi öncesinde yaptığı açıklamalarla kamuoyuna seçilmesi halinde adeta bir ‘başkan’ gibi
davranacağını deklare etmiş ve Erdoğan’ın bu beyanları seçim sonuçları baz alındığında kamuoyu tarafından satın alındığını göstermiştir. Erdoğan’ın “...Eğer seçilirsek inşallah farklı bir cumhurbaşkanlığını ortaya koyacağız…” (hurriyet.com.tr) şeklindeki sözleri şimdiye kadarki sembolik anlamdaki cumhurbaşkanlarından farklı davranacağını ifade ederek başkanlık uygulamaları adına seçmene sinyal göndermiştir. Yine aynı şekilde, “…

Cumhurbaşkanlığının milleti temsil eden bir makam haline dönüşmesiyle Türkiye vesayet zincirinin en büyük halkasından kurtuluyor” (hurriyet.com.tr) sözleriyle Erdoğan satır aralarında, 12 Eylül Anayasa’sının yürütmede çift başlılığı kuvvetlendiren ve cumhurbaşkanına sorumsuz olmasına rağmen aşırı yetkiler verilerek sistemin koruyuculuğuna adeta bir vasi tayin edilmesini eleştirerek
ileride gerçekleşme olasılığı olan Başkanlık sistemi için ipuçları vermiştir. Bununla birlikte Erdoğan’ın sistem değişikliği ile ilgili olarak ‘parlamenter sistemin Türkiye’ye yetmediğini ve bu gömleğin bu cüsseye dar geldiğini’ ifade ederek yeni anayasa ve Başkanlık sistemine olan ihtiyacı ifade etmesi bu yöndeki en net ifadeleri arasında yer almaktadır (hürriyet.com.tr). 

   18 Nisan 2015 tarihinde Kocaeli’nde yaptığı konuşmada ise daha hızlı daha seri kararlar alınabilmesi için sistemde bir değişime gidilmesini vurgulayan
Erdoğan, “Başkanlık sistemiyle Türkiye hiçbir zaman denetimden uzak olmayacaktır. 

Parlamento yine olacaktır. Verdiği yetkinin dışında adım atarsa hesaba çekecektir” (ensonhaber.com) diyerek bir yandan Başkanlık sistemi için ne kadar kararlı olduğunu vurgulamış diğer yanda ise sistem değişikliğine mesafeli duranlara veya şüpheyle yaklaşanlara bir bakıma teminat vermiştir. Diğer yandan muhalefet cephesinin yaklaşımı ise daha çok Erdoğan’ın şahsında
bir reddiyeye büründüğünü bunun yanı sıra üniter yapının zaafa uğrayacağı ve diktatörlük gibi çekinceler üzerinden şekillendiğini söyleyebiliriz. MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, 8 Şubat 2015’te Kırşehir’de yaptığı konuşmada Erdoğan üzerinden Başkanlık sistemini eleştirmiştir. Bahçeli, “…Kral, emir, şah, tiran, diktatör olacağım hevesinde ise buna Türk milleti müsaade etmeyecek, onay vermeyecektir. Yeni Türkiye parolası ile milli bekayı, milli varlığı, milli
kimliği parçalamak isteyenler hayallerinde boğulacak, bozgunculuğun çamurunda soluk alamayacaklardır..”(aktifhaber.com) sözleriyle MHP’nin Başkanlık sistemine yönelik görüşlerini netleştirmiştir. Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genele Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu da 29 Ocak 2015’te yapmış olduğu açıklamada Türkiye’de Başkanlık sisteminin yeterince tartışılmadığını ve parlamenter sistemin korunması gerektiğini söyleyerek kişiye göre bir rejimin olamayacağının altını çizmiştir. Kılıçdaroğlu eleştirilerini “…Başkanlık sistemi
Türkiye''de yeterince tartışıldı mı? Hayır. Kişiye göre rejim olmaz, kişiye göre siyaset olmaz, politika üretilmez. Politika halk için, toplum için üretilebilir. 150 yıllık parlamenter deneyimimiz var.

Aksaklıklar var ama giderilebilir. Peki, 150 yıllık geleneği neden birdenbire değiştiriyoruz? Birisi başkan olsun diye. Bunlar doğru değil…”  (turkiyegazetesi.com.tr) sözleriyle sürdürmüştür.
Halkların Demokratik Partisi (HDP) Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş ise 18 Mart 2015’te tarihinin en kısa grup toplantısında yaptığı konuşmada Erdoğan’ın şahsı üzerinden kurguladığı Başkanlık sistemi eleştirisinde üç kez tekrar ederek “Recep Tayyip Erdoğan, HDP var oldukça, HDP’liler bu topraklarda nefes aldıkça sen başkan olamayacaksın. Seni başkan yaptırmayacağız.” (yenicaggazetesi.com.tr) sözleriyle HDP’nin olası bir Başkanlık sistemine dair olumsuz görüşlerini ifade etmiştir. Tüm bunların yanında Başbakan Ahmet
Davutoğlu’nun uzunca bir süre Başkanlık sistemi ile ilgili açıklama yapmaması kamuoyunda ve muhalefet nezdinde Davutoğlu ile Erdoğan arasında bir fikir ayrılığı yaşandığı yorumlarına yol açmıştır. Davutoğlu, suskunluğunu 4 Şubat 2015 tarihinde bozarak konu ile ilgili olarak yaptığı açıklamada sistem tartışmalarının kişisel konumlandırmalardan bağımsız olarak yapılması gerektiğini vurgulayarak muhalefetin Erdoğan üzerinden sürdürmüş olduğu yaklaşımları eleştirmiştir. 

Davutoğlu, muhalefetin sürekli dillendirdiği otoriterlik ve diktatörlük suçlamalarına da yanıt vererek “Başkanlık sistemiyle otoriter bir sisteme geçilecek diyorlar peki delilin ne? Önemli olan olaya nasıl baktığınız” (haber7.com) diyerek hem uzun süren suskunluğunu bozmuş hem de muhalefetin yaklaşımını eleştirmiştir. Bununla birlikte parti bağlamında Başkanlık sistemini destekleyen ve bunu yeni anayasa ile birlikte 7 Haziran 2015 seçim beyannamesine koyan tek parti Adalet ve kalkınma Partisi (Ak Parti) olmuştur. 15 Nisan 2015’te Başbakan Davutoğlu tarafından açıklanan 100 maddelik Ak Parti seçim beyannamesinde Başkanlık sistemi şu şekilde yer almıştır “İdari yapının başkanlık sistemi çerçevesinde yeniden düzenlenmesini gerekli görüyoruz.

Başkanlık sistemi yetki karmaşasını giderecektir. Millet yöneticilerini kendisi seçecek…Yetki kargaşasıyla malul hale gelmiş¸ olan idari yapının ve yürütme erkinin yeniden düzenlenmesine ihtiya縠bulunmaktadır. Cumhurbaşkanı’nın doğrudan halk tarafından seçilmesi ile birlikte, idari yapının Başkanlık sistemi yönünde yeniden yapılandırılmasını, yetki kargaşasının giderilmesi ve hesap
verilebilirliğin gerçek anlamda tesisi için gerekli görmekteyiz…Başkanlık sistemini, Özgürlükçü anayasal çerçevede, yasama ve yürütmenin müstakil olarak etkin olduğu, demokratik denge ve kontrol mekanizmalarının  Öngörüldüğü  toplumsal farklılıkların siyasal temsilinin sağlandığı bir yönetim
modeli olarak tasavvur ediyoruz…”. (internethaber.com).Bütün bu tartışmaların nasıl sonuçlanacağı sorusu herkes tarafından merak edilmektedir. Türkiye halkının uzun yıllardır uygulanan ve muhalefetin desteklediği parlamenter sistemden yana mı tavır alacağı yoksa Ak Parti’nin ve Erdoğan’ın olmasını istediği Başkanlık sisteminden yana mı tercih kullanacağı 7 Haziran 2015’te yapılacak seçimle aydınlanacaktır. Bu yönüyle yapılacak bu seçim belki de Türkiye tarihinin en önemli seçimi olma özelliğini taşımaktadır. Araştırmanın
kavramsal çerçevesi yukarıdaki bölümlerde alındığı şekliyledir. 

Aşağıdaki kısımda ise araştırmanın ampirik kısmı yer almaktadır.

Gazetelerin Dijital Versiyonu Üzerinden YapılanAraştırma Kısmı Araştırmanın Amacı

< Araştırmanın temel amacı, kamuoyunu veya okuyucu kitleyi bilgilendirmede,
yönlendirmede ve tutum değiştirmede önemli etkileri bulunan köşe yazarlarının Türkiye’nin en önemli meselelerinin başında yer alan Başkanlık sistemi tartışmalarındaki yazılarının analizidir. Çalışmada araştırmaya dâhil edilen köşe yazarlarının ‘Başkanlık sistemi’ ne dair görüşlerinin ne olduğu, eş deyişle Başkanlık sistemini destekleyip desteklemedikleri sorusuna cevap aranacaktır. Bu yönüyle çalışmada aşağıda yer alan soruların cevapları
aranacaktır. >

• Gazetelerde yer alan köşe yazarlarının kaçı Başkanlık sistemini desteklemekte dir, kaçı karşı çıkmaktadır?
• Söz konusu köşe yazarlarından Başkanlık sistemini savunanların temel dayanakları nelerdir?
• Aynı şekilde olası bir sistem değişikliğine karşı çıkanların argümanları nelerdir?
• Belli bir yayın politikası ve ideolojik duruşu olan gazetelerde çoğulcu görüş adına acaba gazetenin yayın çizisine aykırı görüş belirten köşe yazarı var mıdır?
• Özellikle karşı çıkanlar sistem değişikliğine tamamen mi karşı çıkıyorlar yoksa alternatif herhangi bir yönetim biçimine sıcak bakıyorlar mı?

Araştırmanın Önemi

Çalışmanın önemi, Türkiye’nin yönetim anlamında bir sistem değişikliğini tartışıyor olmasından ileri gelmektedir. Zira Türkiye Osmanlı dönemi uygulamaları da hesaba katıldığında iki yüzyılı aşan ve uzunca sayılabilecek bir parlamento geleneğine sahip bir ülkedir. Bundan dolayı olası bir sistem değişikliği ve Başkanlık sistemine geçişle birlikte parlamenter sistemden vazgeçilecek ve Türkiye yeni bir kamu yönetimi modeline geçecektir.
Dolayısı ile demokrasilerde dördüncü güç olarak görev ifa eden medyanın kamuoyunu ilgilendiren konularda nasıl bir tavır aldığı önemlidir. Bu çalışmada da köşe yazarlarının görüşleri konunun geniş dairede anlaşılabilmesi adına önem arz etmektedir.

Araştırmanın Yöntemi

Sosyal bilimlerde ve buna bağlı olarak medya çalışmalarında en çok kullanılan ve kabul gören araştırma yöntemi ‘İçerik analizi’ yöntemidir. Bundan dolayı bu çalışmada da köşe yazarlarının tartışılan konuya dair görüşlerinin anlaşılabilmesi adına ‘içerik analizi’ yöntemi uygulanmıştır.

İçerik Analizi

İçerik çözümlemesi veya içerik analizi yöntemi, kontrollü bir yorum eşliğinde iletişimin yazılı, açık içeriğinin nesnel sistematik ve nicel tanımlarını yapan bir araştırma tekniğidir (Berelson, 1971: 18). Crano ve Brewer’e göre içerik analizi, bir gözlemden daha ziyade bir çözümleme tekniğidir. İçerik analizinde araştırmacı, şahısların davranışlarını gözlemek veya onlara yapılanmış sorular sormak yerine onların ortaya koydukları materyalleri alır ve inceler ( 1973). Tavşancıl ve Aslan da içerik analizini yazılı, sözel ve diğer araştırma materyalleri  nin nesnel ve sistematik bağlamda incelenmesine olanak sağlayan bir yöntem
olarak ele almaktadırlar ( 2001). Sosyal Bilimlerde araştırma yöntemlerinden biri olan ‘içerik analizi’ tekniğini iletişim çalışmaları alanında sistemleştiren ilk kişi Bernard Berelson’dur. 1952’de yayımladığı “İletişim Araştırmalarında İçerik Analizi” adlı çalışmada belli bir sistematik dâhilinde kurallar inşa eden Berelson ( Gökçe, 2006) alandaki öncü isim olarak kabul edilmektedir.

4 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..

***

Türkiye Basınında Başkanlık Sistemi Tartışmaları: BÖLÜM 2

Türkiye Basınında Başkanlık Sistemi Tartışmaları: BÖLÜM 2


Başkanlık ve Yarı Başkanlık Sistemleri

Başkanlık Sistemi1 Günümüzde demokrasi ile yönetilen ülkelerde parlamenter sistem ve yarı Başkanlık Sistemi’nin yanı sıra uygulanan üç önemli hükümet sisteminden biridir. Tarihsel olarak Başkanlık Sistemi, “Westminster modeli"" demokrasinin 18. Yy. sonundaki koşullarına bir tepki olarak, İngilizlere karşı verilen bağımsızlık savaşından da etkilenerek, Amerika Birleşik Devletleri''nde üretilmiştir (Kalaycıoğlu, 2005: 14). Sistem, 1787 anayasası ile şekillenmiş olup iki yıl sonra yani 1789’da başkan seçimine gidilmiş ve Washington ilk  Amerika Cumhurbaşkanı seçilmiştir ( Göze, 2005:487). Başkanlık sisteminin doğduğu yer
olan A.B. D. belki de sistemin en iyi işlediği ülkedir diyebiliriz. Zira bu sistemi uygulama şansı bulan diğer ülkelerde zaman zaman demokrasinin dışına çıkıldığına şahit olunmuştur.

Buna örnek olarak bir takım Latin Amerika ülkeleri ile Endonezya ve Filipin gibi ülkeler gösterilebilir (başkanliksistemi.com). A.B.D’de sistemin tutmasının birçok faktörünün olmasının yanında en önemli neden ülkede bulunan federatif yapı ve bunun yanı sıra sağlam bir demokrasi kültürünün varlığıdır. Atar, Başkanlık sistemi dolayımında dile getirdiğimiz A.B.D.’ye has sistem ve dolayısıyla federatif yapıya itiraz ederek, hükümet sistemi ile devlet biçimin tamamen birbirinden farklı şeyler olduğu tezinden hareketle Başkanlık sisteminin federal bir devlette olduğu kadar üniter bir devlette de uygulanabileceğini savunmaktadır
(1997: 87). Anavatanı Amerika Birleşik Devletleri (A. B. D.) olan Başkanlık sisteminin en ayırt edici hususlarının başında “sert kuvvetler ayrılığı” ilkesinin bulunmasıdır. Bir başka ifade ile A.B.D. anayasasına göre yasama ve yürütme kuvvetleri veya organları, yani kongre ile başkan birbirinden hem vazife, hem de organik bakımdan katı sınırlar ve sert hatlarla ayrılmıştır. Bu bakımdan iki organ birbirinden hemen hemen müstakil olarak ve birbirine nerede ise, arkasını dönerek çalışır ( Turgut, 1998: 20-­--21). Başkanlık sistemi, bazı yönleriyle
çoğunlukçu demokrasi, bazı yönleriyle de oydaşmacı demokrasi modeline de yakındır. Buna göre bu sistemde yürütme gücünün tek bir kişide toplanması ve kabinenin tamamen başkana yakın ya da partisine mensup kişilerden veya kimselerden oluşması bu sisteme çoğunlukçu bir nitelik kazandırır. Diğer yandan katı kuvvetler ayrılığı ilkesinden ötürü, başkanın yasama organı üzerindeki etkisini sınırlamış olmasından dolayı da sistem oydaşmacı modeli çağrıştırmakta dır ( Atar, 1997: 81). Denge ve denetim üzerinden şekillenen Başkanlık sisteminin, üç temel parametre etrafında dizayn edildiği görülmektedir.
İlki, halk tarafından seçilen başkan yürütmeyi temsil eder, ikincisi yine halk tarafından seçilen ve başkanın karşısında ayrı bir güç olarak konumlanan yasama organı ve üçüncü olarak da başkanın yasama erki karşısında siyasi sorumluluğunun olmaması fakat cezai sorumluluğunun olması ve bakanların yasama organı dışından başkan tarafından seçilmesidir (Duman, 2013). Sekreter olarak tanımlanan bakanlar, başkanlar tarafından göreve getirilir ve tamamen başkana tabidirler. Başkan istediği kişiyi sekreter olarak atayabildiği gibi istediği zaman da görevden azletme yetkisine sahiptir. (ankara.edu.tr)

Başkanlık sisteminde, parlamenter ve yarı başkanlık sisteminde olduğu gibi başkan kongreyi yani yasamayı feshedemez buna karşılık kongre de başkanın istifasını isteyemez. Başkanlık sisteminde yürütme yani başkanın egemenliği söz konusu iken mali kaynaklar üzerindeki yetki bakımından kongre daha etkilidir (Fendoğlu,2010). 
Diğer yandan Başkanlık sisteminin olumlu ve olumsuz yanlarına bakıldığında şunlar söylenebilir. Olumuz bağlamda ilk eleştirinin Başkanlık sisteminin diktatörlüğü teşvik edeceği endişesidir. Bu konuda Erdoğan, özellikle Latin Amerika ülkelerindeki uygulamalarına bakılıp da Başkanlık sisteminin
diktatörlük getireceği düşüncesine katılmadığını ifade ederek bu gibi ülkelerde sistemin bilinçli olarak diktatörlüğü besleyecek argümanlar üzerinden tasarlandığını vurgulamaktadır(1995:77-­--78). 

  Başkanlık Sisteminin siyasal mücadeleyi keskinleştirmek suretiyle toplumdaki kutuplaşmayı artırma tehlikesi ikinci eleştiri konusudur. 
Son olarak ise yürütmedeki esnekliğin olmaması sayılabilir (Atar, 1997: 85). Sistemin olumlu yanlarına bakıldığında ise Başkanlık sisteminin her şeyden önce siyasal istikrarı garantileyen bir özelliği bünyesinde barındırmasıdır. Yani bu sistemde koalisyonlar yer alamayacağı için bir partinin dolayısı ile liderinin önderliğindeki hükümet siyasal istikrarı sağlayacak yegâne unsudur. Bununla birlikte yasamanın ve yürütmenin ayır ayrı ve direkt olarak halk tarafından seçilmesi sonucu vatandaşın siyasal tercihinin demokratik olarak daha değerli
hale gelmesidir. Başkanın kongreyi feshetme yetkisinin olmaması, kongrenin de hiçbir şekilde kabineyi istifaya çağıramaması gibi nedenler yukarıdaki cümleye paralel olarak sadece halkın iradesine endekslenmiş olduğunun göstergesidir. Bir başka ifade ile her iki erk için de tek vasinin halk olması dolayısı ile suni vesayetlerden azade olunması bağlamında demokrasinin kök salması ve kuvvetlenmesi açısından önemli parametredir. Kuzu’ya göre, Başkanlık modeli ile ilgili en önemli noktanın, sorumlu ve yetkilinin kim olduğunun çok açık
şekilde belirlenmiş olmasıdır (1997: 273). Bir diğer hükümet sistemi ise Yarı Başkanlık Sistemi’dir. Siyasi literatürde Fransız hükümet modeli ve 5. Fransız cumhuriyet sistemi şeklinde bilinen bu hükümet sistemi parlamenter sistem ile Başkanlık sitemi arasında kalan yani her iki sistemden de özellikler barındıran nev-­--i şahsına münhasır bir yönetim sistemidir. Güçlü şekilde ihdas edilmiş olan yürütmenin bir kanadında cumhurbaşkanı(başbakana göre daha yetkili) diğer kanadında ise başbakan vardır.

Parlamenter sistemden farklı olarak bu sistemde cumhurbaşkanını halk seçmektedir. Yarı başkanlık sistemine ideal bir örnek olarak gösterilen Fransa’da iki meçlis bulunmaktadır; 491 üyeli millet meclisi ve 315 kişilik senato (Fendoğlu, 2010),yarı başkanlık sisteminde direkt halk tarafından seçilen cumhurbaşkanının öne çıkan en önemli yetkisi parlamentoyu feshetme iradesidir. Diğer yandan cumhurbaşkanının önemli yetkilere sahip olmasına karşın hükümet üzerinde herhangi bir etkisi bulunmamaktadır. Bununla birlikte
cumhurbaşkanının, Başkanlık sisteminde olduğu gibi herhangi bir azil yetkisine de sahip değildir (anakra.edu.tr). Çoğu siyaset bilimci tarafından kabul edilen görüşe göre 5. Fransız Anayasası ile 1982 Anayasası incelendiğinde büyük oranda benzerlikler taşıdığı görülmektedir. Bundan dolayıdır ki kimi görüşlere göre 1982 Anayasasının vazettiği sistem yarı başkanlık sistemi olarak telâkki edilmektedir. Hatta bir kısım anayasa uzmanlarına göre ise 1982 Anayasası ile cumhurbaşkanına verilen yetkiler Fransa’ya kıyasla daha fazladır (Fendoğlu, 2010). Fendoğlu şimdilerde Başkanlık sistemine itirazlarını yükselten cenahtan
olan Özbudun için şu saptamayı yapmaktadır “Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi hükmü öncesi yazdığı değerlendirmede, ‘Türk (1982) ve Fransız Anayasaları arasındaki en önemli fark, Fransa’da Cumhurbaşkanının doğrudan doğruya halk tarafından seçilmesine karşılık, bizde Cumhurbaşkanının TBMM’ce seçilmesidir (m. 102)’ demekteydi” (2010).

Özetle söylemek gerekirse Fransa ile özdeşleşen yarı başkanlık sistemi Fransa’da işlerlik kazanmış, 1958 anayasası üçüncü ve dördüncü Cumhuriyet dönemlerinin siyasal krizlerini önlemek, parlamento baskısını kaldırmak amacıyla klasik parlamenter sistemden uzaklaşmış, başkanlık sistemine kayan yeni bir rejim getirmiştir (Göze, 2005: 599).

Türkiye’de Başkanlık Sistemi Tartışmaları

     Türkiye’de Başkanlık sistemi tartışmalarına geçmeden önce bu coğrafyada yüzyılı aşan ve bir bakıma kökleşen parlamenter sistem deneyimine konunun daha iyi anlaşılabilmesi adına kısa da olsa değinmekte fayda görmekteyiz. Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerine denk gelen ve “Batılılaşma” hareketi olarak da isimlendirilen reform hareketlerinin en önemli parametrelerinden biri de anayasal düzene geçiş yani meşrutiyet hareketleridir. Bu yoldaki ilk adım Sened-­--i İttifak’tır. Osmanlı İmparatorluğu geleneğinde yadsınamayacak şekilde güç sahibi olan sultanın yetkilerini sınırlandıran ilk sözleşme olan Sened-­--i İttifak, 1808 yılında imzalanmıştır. Bir sonraki adım ise 1839’da imzalan Tanzimat Fermanı’dır.

Tanzimat Fermanı, çağdaşlaşma veya sekülerleşme adına yöneten ve yönetilen ler arasındaki ilişkileri yazılı kurallara bağlaması cihetiyle meşruti yönetime geçişte önemli bir kilometre taşı olarak değerlendirilebilir ( Kalaycıoğlu ve Sarıbay, 1986: 10-­--28). Uygar Coşkun’un da işaret ettiği gibi Osmanlı İmparatorluğu’nda Sened-­--i İttifak ve Tanzimat Fermanı gibi öncü anayasal süreçler veya belgeler yürürlüğe konmuşsa da Kanun-­--i Esasi’den farklı olarak bir anayasa sistematiğine uygun değillerdir (Coşgun: 2008). 

Diğer bir süreç ise Tanzimat Fermanı’nın devamı ve tamamlayıcısı niteliğinde olan 1856 tarihli Islahat Fermanı’dır. 

Bu cümleden hareketle Türk tarihinin ilk anayasası 1876 Anayasası, yani Kanun-­--i Esasi bir başka isimlendirme ile 1. Meşrutiyettir diyebiliriz. Türkiye’de parlamenter sistem bağlamında ilk anayasal deneyim olmasına rağmen 1. Meşrutiyet’in tam bir parlamenter sistem kurmayı amaçladığından bahsetmek zordur (Asilbay, 2013). 

Zira Kanuni-­--Esasi’de parlamenter sistemlerin özünü oluşturan yasama ve yürütme organlarının tanım ve yetkilerinin belirtilmemesi, kuvvetler ayrılığı ilkesinin uygulanmaması ve kuvvetli bir icra figürü olarak padişahın işlevselliğini sürdürmesi gibi özellikleri nedeniyle tam bir parlamenter sistem mantığı içinde değerlendirilmemektedir (Coşgun, 2008) Buna karşın 1909’da yapılan bir kısım değişikliklerle 1876 Anayasası’nın revize edilmesi suretiyle teorik anlamda bir parlamenter monarşi anayasası halini almıştır (Fendoğlu, 2010). Erdoğan da,
Türkiye’de ciddi anlamdaki ilk demokrasi tecrübesinin ikinci meşrutiyetle yaşandığını belirterek, meşrutiyet anayasasının 1908’de yeniden yürürlüğe konmasını izleyen anayasa değişikliklerini müteakip çoğulcu bir siyaset ve toplumsal-­--kültürel hayatın ortaya çıkması olarak değerlendirmektedir (1997: 49). Osmanlı deneyiminden sonra ilk tatbik edilen ve kısa bir dönem yürürlükte kalan 1921 Anayasası, Kurtuluş Savaşı döneminde ve zor şartlarda oluşturulan bir anayasadır. Meclis hükümet sistemini öngören 1921 Anayasası yasama ve
yürütme yetkilerini meclise veren ve bir bakıma kuvvetler birliğini öngören bir sistemdir.
Kısa bir süre varlığını devam ettiren 1921 Anayasası, 1923’te yapılan bir takım değişikliklerle meclis hükümeti mantığından uzaklaşarak parlamenter sisteme doğru evrilmiştir (Asilbay, 2013). 

    1924 Anayasası ise parlamenter sistem ile meclis hükümet sisteminden ögeler barındıran karma bir sistem getirmiştir. Durgun, 1924 Anayasası’nda parlamenter rejim unsurlarının oldukça ağırlıklı bir biçimde yer almış olduğundan saf bir meclis hükümet sistemi getirmediğine işaret etmektedir ( 1999: 247). Bir takım yazarlara göre ise 1924 Anayasası, ‘kuvvetler birliği-­-- görevler ayrılığı’ şeklinde nitelendirilmiştir (Asilbay, 2013). 1961 Anayasası’nın oluşturulma sürecinde bir kesim tarafından güçlü idare düşüncesi temelinde Başkanlık sistemi tartışmaları yaşanmış fakat çoğunluğu oluşturan grup tarafından bu
düşünce reddedilmiştir. Yavuz’a göre o dönemde görüşlerine önem verilmeyip dışlanan kesimlerin siyasal düşünceleri günümüze kadar süren Başkanlık sistemi tartışmalarının temelini oluşturmuştur (2000: 116). 1961 Anayasası klasik anlamda bir parlamenter sistem getirmiş olup, 1924 Anayasa’sından farklı olarak kuvvetler birliğinden ve TBMM’nin üstünlüğünden ayrılmıştır ( Durgun, 1999: 253). Son olarak da 1982’de yapılan Anayasa, 1961’deki klasik parlamenter sisteminin devamıymış gibi görünse de özellikle cumhurbaşkanına tanınan aşırı yetkiler bakımından kamuoyunda “yarı başkanlık sistemi” veya “ başkanlı parlamenter rejim” olarak yorumlanmıştır (Duman, 2013). Nitekim Özdemir
1982 Anayasası’nın, her ne kadar parlamentarizme bağlı kalsa da, bu makamın adeta yarı başkanlık sistemi yetkileriyle donatılmış olduğuna vurgu yapmaktadır ( 1989: 36). Durgun’a göre ise 1982 Anayasası’nın özeti, yürütme organının parlamentoya karşı sorumsuz ve yansız kanadını oluşturan cumhurbaşkanının güçlendirilmesidir ( 1999: 262).

Türkiye, Osmanlı’daki meşrutiyet uygulamaları da hesaba katıldığında iki yüzyılı aşan bir anayasal yönetime bir başka ifade ile halkın iradesinin temsili olarak meclise yansıyan parlamento geleneğine sahiptir. Osmanlı’daki ilk deneyimler tam olarak demokrasi ile uyumlu olmasa da bir sürecin başlangıcı adına şüphesiz ki önemli aşamalar olarak Türk tarihine geçmiştir. Genel olarak bakıldığında bahsedilen bu “demokrasiden yoksunluk” durumu sadece Osmanlı dönemine has olmayıp cumhuriyet döneminde de uzunca bir dönem “ayıplı” kayıp yıllar olarak belleklere kazınmıştır. Osmanlı’nın yıkılması ve akabinde Türkiye’nin kurulması ile birlikte başlayan yeni dönemde TBMM’nin tesis edilmesi ile parlamento geleneği Anadolu coğrafyasında artık kalıcı bir hâl almaya başlamıştır.
Yukarıdaki bölümde de anlatıldığı gibi Türkiye’nin yönetim sistemi yürürlüğe giren dört anayasada da kısmi değişikliklere uğrayarak 1982 Anayasası ile günümüzdeki son halini almıştır. 

    1982 Anayasası, sistem tartışmalarının bizatihi varlık nedenlerinin başında yer
almaktadır. Zira yönetimde “çift başlılığı” kuvvetlendiren düalist yapıyı ikame etmesi ve Cumhurbaşkanına aşırı yetkiler bahşetmesi mevcut sistem tartışmalarını  etkileyen en önemli faktörlerdir. 1982 Anayasası birçok hukukçu ve bilim adamına göre cumhurbaşkanına tanınan aşırı yetkilerden ötürü Başkanlık olmasa da yarı başkanlık sistemini çağrıştıran bir özelliğe sahiptir. Bu konuda Durgun, 1982 Anayasasında yürütmenin parlamento karşısında daha güçlü olabilmesi için Başkanlık sisteminin bazı özelliklerine yer verilmişti( 1999: 263) demektedir. Taha Parla da, “1982 Anayasasında bırakın yarı başkanlık sistemini, Başkanlık sistemi boyutlarını kat kat aşan olağanüstü yetkili bir devlet başkanlığı kurumu yaratılmıştır” ( 1995: 78-­--79) diyerek sorunun anayasanın kendisinde düğümlendiğini ima etmiştir. 
Türkiye’deki sistem tartışmaları hem akademide hem de siyasette iki keskin hat üzerinde cereyan ettiği  görülmektedir; Bir yanda Başkanlık sistemine her durumda karşı olanlar, diğer yanda ise sistem değişikliğinden yana olanlar. Güncel siyasetteki tartışmalara geçmeden önce ilmi plânda hukukçuların ve bu işe kafa yoranların görüşlerini sıralamakta fayda görmekteyiz.

Öncelikle Başkanlık sistemine karşı çıkanlar acaba hangi gerekçelerle karşı çıkmaktadırlar?

Bu sorunun cevabını Fendoğlu şu şekilde özetlemektedir (Fendoğlu, 2010):

   <  “Yasama ile  yürütme birbirine eşit olmalı, yürütme daha güçlü ve daha etkin olmamalıdır. Aslında, Türkiye’de sorun parlamentoda değil, parti ve seçim sistemindedir. Başkanlık sistemi bazı siyasal partilerin işine gelir. Başkanlık sistemi, ülkeyi totalitarizme götürebilir, başkanlık seçilmiş padişahlıktır. 
Yalnızca ABD’de başarılı olan sistemin Türkiye’de uygulanabilirliği, tarih, sosyoloji ve siyaset bilimi açısından yanlış-­--yetersiz ve sakıncalı olabilir”. >

   Karşı çıkanlardan biri olan Levent Gönenç tartışmayla ilgili olarak Başkanlık sistemine uzak davranarak mevcut sistemi radikal bir şekilde değiştirmeden “parlamentarizmin rasyonelleştirmesi” diye tanımladığı metotla sistemin
küçük ama etkili bir şekilde yeniden revize edilmesini önermektedir ( 2005: 11-­--12). 

  Ersin Kalaycıoğlu ise sorunun parlamenter sistemden kaynaklanmadığını asıl sorunun mevcut sistemin iyi işletilememesinden kaynaklandığını ifade ederek Türkiye gibi çok partili ülkelerde Başkanlık sistemimin bağdaşmadığını dolayısı ile olası bir Başkanlık sisteminin Türkiye’yi çökmenin eşiğine getirecek siyasal ve kurumsal istikrarsızlığa duçar edeceğini iddia etmektedir (2005: 26). Karşı çıkan hukukçulardan biri olan Serap Yazıcıoğlu’nun gerekçesi ise Başkanlık sisteminin Türk siyasi kültürüne uygun olmaması ve Türkiye’deki demokratikleşme sürecine engel olacağı endişesidir (ntv.com.tr). Erdal Onar da mevcut sistemin değişmemesi gerektiğini düşünenlerden biridir. Onar, Türkiye’nin yabancısı olduğu ve deneyimlemediği bir sistem yerine bazı değişikliler yapılması suretiyle parlamenter sistem içerisinde kalınmasını salık vermektedir ( 2005: 103). Yekta Güngör Özden ise Başkanlık sisteminin Türkiye’nin mevcut şartlarına uymadığını ifade ederek gidilecek bir Başkanlık sistemiyle diktatörlüğe kadar varabileceğini belirterek Başkanlık sitemine karşı olduğunu beyan etmektedir (Cumhuriyet, 25.05.1998). İlter Turan’ın da, Başkanlık sisteminin ABD’ye has bir yönetim sistemi olduğundan hareketle başka ülkelerdeki uygulamalardan sağlıklı sonuç alınamadığını iddia ederek olası bir sistem değişikliğine karşı olduğu  anlaşılmaktadır. Türkiye’de Başkanlık sistemini isteyenlerin aslında bir istikrardan çok yönetimi elinde bulunduran liderlerin iktidarlarını sürdürmek özleminden kaynaklandığını ifade eden Turan, bir sorunla karşılaşıldığı zaman kurumları tamamen kaldırma yerine bunların ıslahı yönüne gidilmesinin daha sağlıklı olacağı kanaatindedir (2005: 124).

Türkiye’de siyasetin daha çok lider odaklı bir anlayış üzerine bina edildiğini ve bunun çoğu zaman hükümetlere de yansıdığını belirten Özbudun ise, Başkanlık sisteminin bu tarz eğilimleri güçlendireceğinden hareketle liderleri güçlü kılmayan bilakis onları sınırlayan yapılanmanın tercih edilmesi gerektiğini vurgulamaktadır (2005: 111). Diğer yandan Başkanlık sistem-­--ler-­--inden yana olan daha doğrusu mevcut parlamenter sistemin bir şekilde değişmesini isteyen hukukçuların genel argümanı ise yönetimde istikrar yani güçlü yürütme
ve yasama erkinin daha bağımsız bir çerçevede hareket edeceği tezi yani güçlü
parlamentonun teşekkülüdür (Özbudun: 2005: 106). Başkanlık sisteminin Türkiye’deki en güçlü savunucularının başında gelen Burhan Kuzu, Başkanlık sistemine karşı olanların sol düşünceden beslendiğini ve bakış açılarının ciddi bir gözlemden uzak olduğunu ifade etmektedir. Kuzu, karşı çıkanların asıl korkusunun Türkiye’de sol oyların %35’i geçmeyeceği gerçeğinden hareketle girişilecek bir başkanlık yarışında totalde %65’i bulan sağ oylar karşısında kaybedecekleri endişesinden kaynaklandığını iddia etmektedir. Kuzu, son
tahlilde Başkanlık sisteminde çok geç kalındığını, buna rağmen Türk toplumunun
bünyesine, Türk toplumunun devlet düzenine, milli kültüre uygun olan ve tarihteki deneyimlerden de başarısı kanıtlanan, Türk demokrasisine daha elverişli olan ve milletin özlemi olan Başkanlık modeline geçilmesi gerektiğini savunmaktadır (1997: 280-­--286). 

Kezban Hatemi ise Yeni Türkiye Dergisi’ndeki yazısında sistemler arası kıyaslama yaptıktan sonra Türk Dünyasında Demokrasiyi Geliştirme Vakfı’nın Başkanlık sistemi için hazırladığı bir rapora yer vermiştir. İlgili rapora göre Başkanlık sisteminin kabul edilmesi halinde bunun Türkiye şartlarına çok aykırı düşmeyeceği ( 1997: 102) bilgisini aktaran Hatemi’nin Başkanlık sisteminden yana olduğu anlaşılmaktadır. Diğer bir hukuk adamı olan Mustafa Erdoğan da
El Cezire’ye verdiği bir mülakatta Başkanlık sistemi için “Gerek yarı başkanlık, gerekse de başkanlık sitemini doğru anlamıyla problemli sistemler olarak görmüyorum. Bunlar, demokratik ülkelerde uygulanan örnekleri olan sistemler…” (aljazeera.com). Diyerek sistem değişikliğinden yana olduğunu beyan etmiştir. Namık Kemal Zeybek’e göre ise, parlamenter sistemi onarmanın ve düzeltmenin mümkün olamayacağı dolayısı ile yapılması gereken şeyin yeni bir anayasa hazırlamak ve buna uygun temelde yasalar oluşturulmak suretiyle Başkanlık sistemine geçmektir ( 1997: 231-­--232). 


3 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..

***