25 Aralık 2019 Çarşamba

RTE'nin Darbeyle Başkan Olma Umudu.,

RTE'nin Darbeyle Başkan Olma Umudu.,


RTE'nin Darbeyle Başkan Olma Umudu  
Fatma Sibel Yüksek 
Açık İstihbarat


Bir süredir beyinlerimizin arkasına  sistematik olarak "darbe" kelimesinin fısıldandığı nın farkında mısınız?

Bütün siyasi kariyerini darbe söylentilerine borçlu olan adam, "Ben gidersem devlet yıkılır" diyor.. 
Yakın zamanda bir seçim olmayacağına, olsa bile seçim kaybetmemenin yollarını artık çok iyi bildiğine göre tabii ki "darbe ile gitmeyi" imâ ediyor.. 

(Zaten biri seçimle gitti diye devlet neden yıkılsın ki?)

Darbe sever adamın resmi bülten ekibinden Abdülkadir Selvi, "Bir kaç bomba daha patlarsa darbe gelir" diye yazıyor... 

İktidarın "Amiral gemisi" Yeni Şafak'ın yönetmeni İbrahim Karagül, Sosyal medyada " Safları Sıklaştırın, Savaşa hazır olun" çağrıları yapıyor..

10.02.2016

Bir Süredir beyinlerimizin arkasına  sistematik olarak "darbe" kelimesinin fısıldandığı nın farkında mısınız?

Bütün siyasi kariyerini darbe söylentilerine borçlu olan adam, "Ben gidersem devlet yıkılır" diyor..Yakın zamanda bir seçim olmayacağına, olsa bile seçim kaybetmemenin yollarını artık çok iyi bildiğine göre tabii ki "darbe ile gitmeyi" imâ ediyor..(Zaten biri seçimle gitti diye devlet neden yıkılsın ki?)

Darbesever adamın resmi bülten ekibinden Abdülkadir Selvi, "Bir kaç bomba daha patlarsa darbe gelir" diye yazıyor... 

İktidarın " amiral gemisi " Yeni Şafak'ın yönetmeni İbrahim Karagül, sosyal medyada "Safları sıklaştırın, savaşa hazır olun" çağrıları yapıyor..

 AKP'ye her zor gününde can simidi atmaktan imtina etmeyen MHP'den Ruhsar Demirel, "MGK toplanmalı ve bugünden itibaren sıkıyönetim ilan edilmelidir" 
buyuruyor...

 Eski Pentagon yetkilisi Michael Rubin, " Türkiye'de darbe olursa ABD Erdoğan'ı desteklemez " diyerek bazı yüreklere su serpiyor.

Bkz.http://haber.sol.org.tr/dunya/eski-pentagon-yetkilisi-turkiyede-darbe-olursa-abdde-kimse-erdogana-sahip-cikmaz-150089

(NOT: Yazıdaki " Kaçak Saray'a Uçaksavarlar yerleştirilecek " iddiası çok ilginç!)

Bizim ulusalcı-Atatürkçü kesimden Erdoğan'ın ancak bir darbe ile giderilebileceğine inanan, hatta gönül bağlayanların sayısı da hiç az değil..

Birileri adeta darbe olması için seferber olmuş, kamuoyunu bu işe sinsice hazırlayacak sağdan, soldan, ulusalcılardan, MHP ve AKP'lilerden müteşekkil ekipler bile oluşturulmuş..

Belli ki bir darbe kimine ilaç gibi gelecek.

Tayyip Erdoğan'ın Üstün başarılarla dolu siyasi kariyerine bir de  " Darbeyi alt eden Lider" sıfatını eklemekten daha güzel ne olabilir?

Bugünlerde yüreğimizi soğutan her Fısıltaya Tuzlukla Koşmamakta çok ama çok fayda var...

    
http://acikistihbarat.com/HaberGoruntule.aspx?id=10546

***

PKK'yı MİT kurdu, Kullandı ve Kontrolü kaybetti., BÖLÜM 2

PKK'yı MİT kurdu, Kullandı ve Kontrolü kaybetti., BÖLÜM 2


28 ŞUBAT’TA PKK FAKTÖRÜ

PKK 28 Şubat post-modern darbesinin neresindeydi?

28 Şubat sürecinde Emniyet’in elindeki ağır silahlar teslim alındı. Erbakan’ı istifaya zorlamak için terör olayları birdenbire tırmandırıldı. Arabulucular devre dışı bırakıldı vs. ve 1997 Mayıs ayında Irak’a çok büyük bir kara harekâtı yapıldı. Harekatta iki helikopter düşürüldü ve helikopterlerin düşürülmesi ilk defa TSK tarafından kamuoyuna açıklandı. Eskiden bunları kamufle ederlerdi. Bunu açıklarken de hükümetin ödenek vermediğini iddia ettiler. Yani terörle mücadelede her unsuru siyasi iktidar üzerinde baskı unsuru olarak kullandılar. Ve 1997 yılında ilk defa kara kuvvetleri komutanlığı, terörle mücadeleyi tümden kendi komutasına aldı. Ondan sonra da askerin temel fonksiyonu haline geldi. Sivil otorite zaman içinde bu süreçten dışlandı. Özel tim grupları bölgeden el çektirildi. Bugüne kadar da geldi.

Bugün tekrar özel birlikler ve polis devreye sokuluyor.

Bunun en somut örneği son Çukurca baskınıdır. Baskında zayiat verilmeyen tek yer polis lojmanlarına yapılan saldırıdır. 50 civarında özel harekât polisi saldırıyı püskürttü ve jandarma birliklerine yardıma gitti. Oysa emniyet, ordunun karşısında alternatif güç olarak oluşturuluyor gerekçesiyle tasfiye edilmişti. Yani terör derin devletin işine geldi.

İRAN-KARAYILAN İLİŞKİSİ

Karayılan-İran ilişkisine dair çok karanlık, açıklanamayan bir belirsizlik var. Global Ergenekon ve derin PKK açısından siz bunu nasıl açıklıyorsunuz?

İran bölgede yalnız bir ülke ve kimseye de güvenmiyor, Türkiye dahil. Fakat AK Parti döneminde bu soğukluğu ortadan kaldırabilecek, Türkiye açısından samimiyetini test edebilecek çok önemli hadiseler yaşanmıştır. 2004’e kadar İran, PKK’yı terör örgütü olarak ilan etmemişti, geç etti ama PKK’ya karşı güçlü şekilde mücadele de göstermedi. İran gizli servisi PKK içindeki bazı unsurları zaman zaman kullandı. Geçmişte PKK içinde ilişkisinin en iyi olduğu isim Osman Öcalan’dı. O PKK’dan tasfiye olunca, bunu Mustafa Karasu ve Cemil Bayık üzerinden yürüttüğünü görüyoruz. Murat Karayılan’ın da aynı şekilde İran gizli servisiyle ilişkisi var.

Ama İran’ın da başında PKK’nın bir kolu olan PJAK var?

Zaten PKK’nın Türkiye ile mücadelesini Türkiye ile sınırlı tutmayıp İran ırak ve Suriye alanına da genişletmek istemesi bu ülkeleri biraz tedirgin etti. PJAK üzerinden İran ile PKK arasında bir kırgınlık yaşandı. Bu tür durumlar geçmişte Öcalan Suriye’de kalırken de yaşanıyordu. PKK, Suriye’de Kürtleri örgütlemeye kalkınca Esat yönetimi Öcalan’ı o denemde uyarmış ve iki kez Öcalan’ı tutuklayarak ev hapsi uygulamıştı. Karayılan yakalandı iddiasını da PJAK’ın saldırılarını tırmandırması karşısında İran yönetiminin reaksiyonu olarak görüyorum. Belki Murat Karayılan kısa süreli bir gözdağı ya da yeni pazarlık aracı olarak gözaltına alınmış, ev hapsinde tutulmuş, bir anlaşma sonucu serbest bırakılmış olabilir. Bugün PJAK tümden kenara çekilmiş vaziyette. Suriye’de de öyle. Tamamen Türkiye üzerine odaklanmış bir PKK var. Çünkü eylemlerini Türkiye üzerine yoğunlaştırdığında asla Suriye ve İran’da eylem yapmazlar. Bu bir stratejidir. Zaten Fehman Hüseyin’in teröristlere verdiği mesajlarda da bunu açıkça görürüz. O nedenle İran kendi bölgesinde etkinliğini sürdürmek adına her türlü muhalif terör örgütünü kullanıyor.

TÜRKİYE’NİN DÜŞMANI PKK’NIN DOSTU

Şu anda bu bölgede PKK ile ilişkisi olma olasılığı güçlü olan ülkeler İran, Suriye ve İsrail. Türkiye’nin Suriye ve İsrail ile ilişkisi yok gibi, ilişkisizlik hali var. Irak ve ayrıca Kuzey Irak Kürt yönetimi ise Türkiye ile ilişkilerini geliştirmek istiyor, teröre karşı da işbirliği yapıyor. Bölgedeki bu durum, global Ergenekon, büyük oyuncular açısından pozisyonların nasıl konumlanması demek?

Bu durum onların ekmeğine yağ sürüyor. Türkiye’nin ilişkileri gerildikçe PKK’nın da, bu uluslar arası güç odaklarının da manevra alanı genişliyor. Öcalan zaten diyor ki “Türkiye hangi bloktaysa biz onun karşısındayız. Türkiye Amerika’ya yaklaşırsa biz Rusya’nın yanındayız, Rusya’ya yaklaşırsa Amerika’nın yanındayız”. PKK kendi konumunu zaten Türkiye karşıtlığı üzerine belirlemiş. Onun için Türkiye’nin düşmanı ne kadar artarsa PKK’nın ekmeğine o kadar yağ sürmüş oluyorsunuz aslında. O yüzden 2009’da one minute’den itibaren PKK’nın İsrail ile ilişkilerinin sıklaştığını görüyoruz. İran ile ilgili Türkiye direnmeye başlayınca Amerika’nın PKK ile ilişkilerinin geliştiğini görüyoruz. Yakın zamana kadar Suriye ile ilişkiler iyiydi, Arap baharı durumu değiştirince PKK ile Suriye ilişkileri hemen gelişti. Geçmişte Sırbistan PKK’ya füze ve füze eğitimleri verdi, Kanas tipi suikast silahları verdi. Bosna savaşı bittikten sonra bazı Sırp tetikçiler PKK içinde görev aldı. Yani Türkiye’nin hangi ülkeyle ilişkisi bozulursa PKK onunla işbirliği yapmak istiyor, o ülkede Türkiye’yi kendi çıkarları doğrultusunda masaya çekebilmek adına PKK’yı kullanıyor. Eski genelkurmay başkanı İlker Başbuğ’un PKK şanslı bir örgüttür demesinin altında yatan da zannedersem bu. Uluslar arası konjonktür PKK’ya her zaman fırsatlar sunmuş, PKK da bunu her zaman iyi değerlendirmiştir. Türkiye ise süreçleri iyi okuyamamıştır.

ÖCALAN PENTAGON EMANETİDİR

Uluslararası güçlerin Türkiye’ye karşı istediği zaman istediği gibi kullandığı Öcalan, Türkiye’ye 1999’da teslim edildi. Paketi teslim eden Pentagon’du. Amerikan’ın bölgeyle ilgili hesaplarının farklı olduğunu, bölgede bir Kürt devleti kurulmasına izin verecekse bunun Öcalan eliyle değil daha önce yine Saddam’a karşı desteklediği Talabani-Barzani ile olmasını tercih ettiğini biliyoruz. Fakat Amerika bu teslimatı iyilik güzellik olsun diye yapmadığına göre Amerika bundan ne umdu, Türkiye karşılığında ne verdi?

Şöyle olduğunu düşünüyorum. 1997 sonundan itibaren Amerika orta doğuyu yeniden planlamayı düşünüyordu. Bu çerçevede PKK yeni planla örtüşmeyen bir örgüttü. Etkisizleştirilmesine ihtiyaç vardı. Partner olarak belirlediği Kürt liderler Talabani ve Barzani de Öcalan’dan ciddi şekilde rahatsızdı. Amerika’da yeni Ortadoğu projesini hayata geçirmek adına Abdullah Öcalan’ı Türkiye’ye teslim etti. Ancak idam etmeyeceksiniz diye şartlı olarak verdi. Bunu da Türkiye o zaman bir devlet politikası olarak kabul etti.

Amerika Öcalan’ın idam edilmemesini niye istedi? Kendisi bazı eyaletlerinde idam cezasını uyguluyor. Ayrıca mücadele ettiği terör örgütü liderleri –en son Usame bin Ladin- ya da savaştığı başka liderler –Saddam, Kaddafi… canlı ele geçirebilecekken öldürüldü ve o halleri günlerce gösterildi. Öcalan’ın yaşatılmasını nasıl bir siyasi hesapla istedi Amerika?

Amerika henüz PKK’nın misyonunu tamamladığına inanmıyordu. İstediği zaman kullanabilmek için o günün konjonktürel şartlarında etkisiz ama bir kenarda kalacak, zaman içinde geleceğiyle ilgili karar vereceği bir durumu oluşturmaya çalıştı. Onun için de Abdullah Öcalan’ın ölümü üzerinden doğabilecek yeni tartışmaların ve tırmalanacak terörün bu hesabı bozabileceğini düşünmüş olabilir. Zaman içinde halletmeyi düşünmüş olabilir. Abdullah Öcalan tümden bir Pentagon emanetidir Türkiye’ye.

TÜRKİYE ÖCALAN’I ASABİLİR MİYDİ?

Türkiye neden idam etmedi? İşin hukuki ve insani tarafını dışarıda tutarak, global oyunlar, devlet politikaları vesaire açısından soruyorum: Şartlı verildi, devlet de okey dedi tamam ama devletin bekasını her şeyin önünde tutan, bu amaçla hukuk dışına da çıkmış, yargısız infazlar yapmış, tüm gücünü terörle mücadeleye vermiş bir devletsiniz sonuçta. Bence bunun bir cevabı olmalı.

Tabi o şart yerine getirilmeyebilirdi ama bu da çok güçlü bir irade gerektirir. Teslim alan siyasi iktidarda böyle bir siyasi irade yokmuş. İlave olarak şunu söyleyeyim: Devletlerin verdiği sözler her zaman önemlidir. Çadır devleti değilsiniz. Eğer öyle bir hesabınız varsa bunu önceden oraya dikte ettirirsiniz. Zaten farklı bir şey olsaydı teslim etmezlerdi muhtemelen. Amerika’nın hesabı bu olabilir, önemli olan sizin hesabınızdır?

Nedir Türkiye’nin hesabı?

Türkiye’nin o zamanlar bu konuda ciddi bir hesabının, stratejisinin olmadığı anlaşılıyor. Bu şartları Türkiye kendi lehine de çevirebilirdi. Nasıl ki PKK dünya konjonktürünü kendi lehine bir fırsata dönüştürüyorsa Türkiye de bunu yapabilirdi. Ama maalesef bunu başaramadılar.

PKK’NIN SON SÜRÜMÜ KCK

PKK’nın yani Kürt Ergenekon’unun son sürümü KCK mıdır?

Evet, son hali KCK’dır. Öcalan’ın talimatlarına bakınca görürsünüz. Sürekli yeni modeller deniyor. Koma Kamalan Kürdistan dedi, Demokratik Konfederalizm dedi, Demokratik Toplum Kongresi dedi. PKK’ya önce KADEK, sonra KONGRA-GEL dediler sonra vazgeçtiler. Sürekli hem kadro, hem ideoloji, hem isim olarak kendilerini yenilemeye çalıştılar. Her adımda başka bir hesapları vardı. Gelinen noktada hedef büyüttüler ve mevcut şartlara uyarlamaya çalıştılar. Şunu fark ettiler: Türkiye’den toprak kopartarak bağımsız devlet kurmak şu aşamada mümkün gözükmüyor. O halde bir sınırsız paralel devlet yapılanmasına geçelim. İşte KCK bunun adı. Kürtlerin yoğun yaşadığı dört ülkede sınır tanımadan ama ilerde kurulacak muhtemel bir devletin alt yapısını oluşturacak şekilde bir anayasa sözleşmesi hazırladılar ve buna bağlı bir yapılanmaya gittiler. Yasama yürütme yargı gibi bir devlette olması gereken tüm kurumlara KCK sözleşmesinde yani KCK anayasasında yer verdiler. PKK da bunun bir alt kolu olarak yer alıyor.

HAKKARİ PİLOT BÖLGE

PKK halihazırda “resmi” olarak “bağımsız devlet istemiyorum” diyor.

Çünkü o tezin şu aşamada bir karşılığı yok. Bunu revize ettiler. 1978’den bu yana Abdullah Öcalan’ın açıklamalarına baktığımızda 40 ayrı öneri getirdiğini görürsünüz. Devlet kurma hedefimiz yok diyor sonra var diyor. Sonra tekrar “Bin yıllık Kürt tarihinde Kürt devleti kurmaya hiç bu kadar yaklaşmadık. 1993 final yılımızdır” diyor. Ama gelinen son noktada hedefleri bu. Eylemlerin tırmandırılması, Hakkâri’nin pilot bölge seçilmesi, demokratik özerklik projesinin ete kemiğe büründürülmesinden kaynaklanıyor. Hakkâri’de başarılı olabilirlerse bunu Diyarbakır’a doğru yaygınlaştırmak istiyorlar.

DERİN PKK VE ÖCALAN

Son dönemde Öcalan’ın sözleri ile örgütün, silahlı ve siyasi organlarının yapıp ettikleri birbiriyle uyuşmuyor, örgüt, liderinin altını boşaltmış görünüyordu. PKK içinde bir derin PKK’dan söz edebilir miyiz?

Geçtiğimiz günlerde Osman Öcalan, PKK’da kontrol dışı güçler var diyordu. Özü itibariyle doğru. Tek odaklı tek merkezli bir derin yapı yok PKK’da. Küçük küçük iktidar adacıkları var. Bunlar farklı gizli servislerle örgütlerle bağlantılı haldeler. Mesela İran’ın, Suriye’nin, MOSSAD’ın kontrol edebildiği odaklar bunlar. İhtiyaç duyulduğunda harekete geçirilebiliyorlar. Son örneği Dağlıca baskınıdır. Abdullah Öcalan avukatlarına yaptığı açıklamada bir barış şartı ortaya koyuyor. Yeni anayasaya bir fıkra eklenirse PKK iki ay içinde silah bırakacak diyor. Bu açıklamanın üzerinden bir ay geçtikten sonra 21 Ekim’de Dağlıca baskını oluyor. Bu, barış sürecini sabote etmeye yönelik bir eylem sonuçta.

Tıpkı 1993’teki 33 er olayı gibi…

Aynen öyle. Sonra avukat görüşmelerinden anlıyoruz ki Öcalan’ın Aktütün baskınından da haberi yok, canlı bomba eylemlerinden de. Avukatlarına talimat veriyor, bundan sonra her eylemden haberim olacak diye. Bu bile bir öfkeyi yansıtıyor. Avukatların Öcalan’dan aldıkları açıklamaları örgüte farklı yansıttıkları iddiası da var. Bunlar ciddiye alınması gereken iddialar. 2002’de AK Parti’nin iktidara geleceği anlaşılınca İmralı’da Öcalan’ın tecrit edildiği iddiaları artmıştı. Ki Öcalan üzerinden PKK hareketlensin. Bunun seçimden sonra da arttığını görüyoruz. Yine 2004’te, yani 5 yıl aradan sonra PKK’nın terminolojisiyle yeniden “savaş” kararı almasında da Türk derin devletinin çok ciddi rolü var. Çok girift, çok karmaşık bir ilişki var. İstedikleri zaman yabancı ülkelerin taşeronu, istedikleri zaman askeri vesayetin aracı olarak devreye girebiliyor PKK. Ama onlar bunu kullanılmak olarak görmüyorlar, asıl onları ben kullanıyorum hedefe ulaşmak için diyorlar.

KÜRT ERGENEKONU TASFİYE OLMALI

Gelinen nokta da bunu göstermiyor mu? Sonuçta PKK 30 yıl boyunca böyle bir coğrafyada, son derece karmaşık dönemlerin içinden çıktı, var kaldı, bir tür “kurumsallaştı”, kendini kabul ettirdi…

Tabi tabi. Şimdi gelinen noktada artık derin devlet büyük ölçüde tasfiye sürecine girdi. Gerçek manada barışın tesis edilmesi için derin PKK’nın da tasfiye olması lazım. Bu konuda ciddi eksikliğimiz. TBMM Faili Meçhulleri Araştırma Komisyonu raporuna göre bin 700 kişi faili meçhule kurban gitmiş durumda. 17 bin rakamı yalandır. O rakamın içinde PKK’nın öldürdükleri de var. PKK’nın askere polise ve sivil vatandaşa yönelik eylemlerinin dışında, kendi iç infaz sonucu katlettiği 5 bine yakın insan var. Bunlar tümden PKK’lı. Faili meçhul dense de PKK’nın da faili belli cinayetlerinin sorgulanması gerekiyor. Sivil toplum kuruluşlarının, Kürt orijinli aydınların derin devletin yargısız infazlarına gösterdiği tepkiyi PKK’nın bu infazlarına karşı da göstermesi lazım. Muhsin Kızılkaya, Orhan Miroğlu, Bejan Matur, Kemal Burkay tavır alıyor. Bu ses ne kadar güçlü olursa PKK’nın vesayeti o ölçüde daha kolay kırılır ve bu bizi barışa daha fazla yaklaştırır.

ÖCALAN’IN KADERİ PKK’NIN ELİNDE

Öcalan bir yandan PKK’ya silah bıraktıracak tek kişi benim” diyor, öbür yandan “Ben PKK’yı bitiremem, beni bitirirler”. Derin PKK’nın Öcalan ile ters düşme olasılığı nedir? İkinci sorum da şu: Öcalan eceliyle mi ölür İmralı’da? Öcalan’ı birileri bitirmek isterse –ki Türk Ergenekon’unun işlevsizleştirildiği varsayımından hareket ediyoruz, hala yapabilmesi mümkün müdür?

İmralı’da o çok zor gözüküyor. Böyle bir ihtimale karşı orada görev yapan kişiler çok sıkı denetleniyor. Belli dönemlerde eğitime tabi tutuluyorlar, görev yapacaklardan hiçbiri şehit yakınlarından seçilmiyor. Ola ki duygusal bir reaksiyon verebilir, suikast girişiminde bulunabilir diye. Psikolojileri zaman içinde bozulabilir diye sınırlı sürede görev yaptırılıyorlar. Eskiden üç aydı. Ciddi tedbirler alınıyor yani, bana zor bir ihtimal olarak gözüküyor ama PKK Türkiye’yi karıştırmak için bazı söylentileri yayabiliyor.

Ben Abdullah Öcalan’ın kaderini PKK’nın belirleyeceğini düşünüyorum. PKK’nın alacağı pozisyon, Öcalan’ın kaderini belirler. Eğer PKK hesaplarını Türkiye’ye kan ve şiddet üzerinden ciro etmeye devam ederse Abdullah Öcalan oradan asla çıkamaz. Ama PKK tarihin akış yönünü iyi okur, iyi değerlendirir, barış sürecine katkıda bulunmak, silah bırakmak ve siyasallaşmak isterse ben buna zemin oluşturulacağını düşünüyorum. Oluşacak barış havasının Abdullah Öcalan’ın İmralı’daki durumunu biraz daha netleştireceğini düşünüyorum.

Öcalan tersini söylüyor, PKK’nın kaderi benim elimde diyor.

Mümkün değil. Abdullah Öcalan istese de tek başına PKK’yı yola getiremez. Artık kontrol tümden Öcalan’ın elinde değil. Etkili ama tümden değil.

PKK ÖCALAN İLE İLİŞKİSİNİ KERHEN YÜRÜTÜYOR

Öcalan, PKK’nın talimatlarını dinlemediği ya da bozduğu, sırf tabanı mobilize edebilmek için kullandığı bir figürden ibaret yani öyle mi?

O şuradan kaynaklanıyor. Abdullah Öcalan’ın Kürt taban üzerinde ağırlığı var, PKK o nedenle kitlesel zemininin kaybetmemek adına Öcalan ile işbirliğini kerhen yürütüyor. Çünkü PKK Abdullah Öcalan’ı gözden çıkarırsa doğu ve güneydoğuda tabanının büyük ölçüde kaybeder. Abdullah Öcalan gücünü PKK’dan değil tabanından alıyor.

Türkiye devleti o tabanı, yani kendi vatandaşlarını kaybetmemek, kazanmak adına Öcalan’ı mı dikkate almalı?

Öcalan önemli bir figür ama tek başına Öcalan ile yürütülecek bir müzakereden barış projesi çıkmaz. Onun iradesiyle çözülebilecek bir figür olmaktan çıktı Öcalan. Dikkate alınmalı ama sorunun çözümünü sadece ona endekslenmemesi gerekir. Bu uluslararası bir meseledir aynı zamanda. Dışarıda da örgütün bağlarını koparmak için dışarıda çok ciddi faaliyetler yürütülmeli. AB üyesi ülkelerle, özellikle Fransa ve Almanya ile, bölge ülkeleriyle, Amerika ve İsrail’le diplomatik çabaların güçlü yürütülmesi gerekiyor, yürütülüyor da. KCK operasyonlarına dışarıdan çok ciddi reaksiyon çıkmıyor. Bu, meselenin iyi anlatıldığını gösteriyor. PKK Kandil’e doğru sıkıştırılıyor. Bu süreç bu tonda sürerse PKK ciddi mevzi kaybettirecektir.

MANDELA VE ÖCALAN

Öcalan’a ev hapsi çözüme katkı sunar mı?

Şartlı olarak böyle bir şey olamaz. Şunu yapın yoksa şu olur, kabul edilemez. Mandela 28 yıl hapishanede kaldı. Hayatı boyunca ırkçılığın çözümüyle ilgili talepleri kendi şahsına endekslemedi. Ama sorun çözüldüğünde o da dışarıdaydı. Eğer sorun çözülür, kan akmazsa o günün toplumsal şartları Türkiye’yi bu konuda bir yere taşır.

KÜÇÜK VE PERİNÇEK GÖREV ADAMIDIR

Ergenekon tutuklularından Yalçın Küçük ve Doğu Perinçek’in Öcalan ile samimi fotoğrafları var kitapta. PKK ile bağlantıları üzerine bilgiler de var… Nasıl bir ilişkidir bu? Kimdir bu isimler?

Yalçın Küçük ve Doğu Perinçek solcu değil görev adamıdır. Derin devlet ihtiyaç duyduğunda bu iki şahsı da kullanmıştır. Bunlar da gönüllü olarak yerine getirmişlerdir. Zaten Yalçın Küçük bunu açıkça ifade ediyor. Abdullah Öcalan’a yönelik bir suikast girişimini kendisinin deşifre ettiğini, bu bilgiyi de devlet görevlilerinden aldığını açıkladı. “Bana bir görev verdiler, ben de yerine getirdim” dedi. Onların Bekaa Kampı ziyaretlerini bir gazetecilik faaliyeti ya da entelektüel çaba gibi görmek saflık olur. Yalçın Küçük ve Doğu Perinçek yakın derin tarihin en önemli figürleridir.

Daha yakın dönem içinde aynı işlevi yerine getiren isimler var mı?

Çok fazlaca var.

FATİH ALTAYLI ÖCALAN İLE NİYE GÖRÜŞTÜ?

Şöyle sorayım: Kitapta Öcalan ile röportaj yaparken fotoğrafları çekilmiş başka gazeteciler de var. Temiz gazetecilik yaptığından şüphe edilmeyecek ama daha önce zan altında bırakılmış olanlar da var, fotoğrafını ilk kez gördüğümüz de. Fatih Altaylı’nın Öcalan ile röportaj yaptığını ben bilmiyordum mesela. Yani nasıl ayırt edeceğiz Perinçek ve Küçük ile diğerlerini?

2001’de Ergenekon’u ilk defa isim olarak anlatan Tuncay Güney Kilis’te sınırdayken üzerindeki bazı fotoğraflara el konuldu. Yayınladığım fotoğrafların önemli kısmı polisin el koyduğu o görüntülerdir. Fotoğrafta görünenlerin bazıları gazetecilik faaliyeti için bir kısmı ise görev olarak gitmiştir oraya. Kim gazetecilik adına kim görev için gitti iyi sorgulanması gerekir. Fatih Altaylı Abdullah Öcalan ile röportaj yapıyor ama bu röportaj yayınlanmadı. Kendisi “Ben bunu çalıştığım kanal için yaptım fakat kanalım bunu yayınlamadı. Bu arada benim röportaj yaptığımı MİT öğrenmiş. Ben kaseti ham haliyle MİT’e verdim” diyor. İyi niyetli bir açıklama da olabilir, başka bir hesap da olabilir. Üzerinde durulması, sorgulanması gereken bir ifade…

Gazetecilikten geldiniz, işleyişi bilirsiniz, yapılan her iş yayınlanır diye bir kaide yoktur bilirsiniz...

Elbette, zaten burada anormal olan o kasetin MİT’e gitmesidir. Benim gazetem beni oraya gönderse, ama gazetem yayınlamasa ben o kaseti asla MİT’e vermem. Bir şekilde yayınlatmaya çalışırım. Ben gazeteciyim. Devlet adına gitmemişsem oraya asla o kayıtları da devlete teslim etmem. Ederim diyen varsa da orada soru işareti oluşur.

KARANLIK NOKTA: KESİRE ÖCALAN

MİT’in Öcalan ile irtibatı, babası MİT mensubu olan, sonradan evlendiği Kesire Yıldırım ve Pilot Necati üzerinden kuruyor. Pilot Necati’nin ölüp ölmediği tartışmalı ama Kesire Öcalan’ın hayatta, Avrupa’da olduğu biliniyor. Devlet neden ulaşmadı ona, ya da Öcalan diğer muhalifleri gibi onu neden öldürtmedi?

Kesire Öcalan aynı babası gibi MİT adına çalışan birisi. Abdullah Öcalan da bunu bilmesine rağmen evlendi ve 10 sene birlikte kaldılar ve 89’a kadar da örgüttü kaldı Kesire Öcalan. O tarihten bu yana bir Avrupa ülkesinde yaşıyor. PKK kendi içindeki 5 bine adamını ajandır haindir vesaire diye öldürdü. Öcalan Kesire’nin de ajan olduğu yönünde açıklamalar yapıyor. Ama herhangi bir şey yapılmaması karanlıkta kalan noktalardan biri. Ben Abdullah Öcalan’ın Kesire Öcalan’ı koruduğunu düşünüyorum.

Sevgisinden değildir herhalde?

Sevgiden değilse de MİT’ten gelen eski yol arkadaşları bunlar. Belki bilmediğimiz ayrı bir şey olabilir, belki karı-koca ilişkisinin getirdiği bir duygusallık olabilir. Sonuçta ona dokunmadı ve örgüt içindeyken de ona yönelik eleştirilere hep bir paratoner rolü oynadı, kimseye ezdirmedi. Derin devlet de onunla bağlantılar kurmuş olabilir. Mehmet Eymür’ün başkan olduğu dönemde MİT’in bir suikast planladığı, Mehmet Ağar’ın araya girip engellediği “Zaten Öcalan’ın ölüm listesinde, bunu yaparsan ona yardım etmiş olursun” diye engellediği bilinir. Anlıyoruz ki MİT’in de bir koruma örtüsü var Kesire Öcalan ile ilgili. Belki de hala bir kullanımı vardır.

Benim anladığım şey şu, hem derin PKK hem derin devlet açısından can güvenliği garantisi olan iki kişi var; biri Abdullah Öcalan diğeri Kesire Öcalan.

Öyle gözüküyor, iki taraf da koruyor çünkü.


Fadime Özkan/Star

https://www.timeturk.com/tr/2011/10/31/pkk-yi-mit-kurdu-kullandi-ve-kontrolu-kaybetti.html

***

PKK'yı MİT kurdu, Kullandı ve Kontrolü kaybetti., BÖLÜM 1

PKK'yı MİT kurdu, Kullandı ve Kontrolü kaybetti., BÖLÜM 1


ŞAMİL TAYYAR, Fadime Özkan, KÜRT ERGENEKONU, PKK yı MİTkurdu, kontrolü kaybetti, Ergenekon ve Balyoz,


Fadime Özkan
31.10.2011 12:45

PKK'yı MİT kurdu, Kullandı ve kontrolü kaybetti.,

PKK’nın hedefi her Kürt evinden bir ölünün çıkması diyen milletvekili Şamil Tayyar konuyla ilgili şok eden açıklamalarda bulundu...

KÜRT ERGENEKONU KİTABININ YAZARI GAZİANTEP MİLLETVEKİLİ ŞAMİL TAYYAR

Tayyar: PKK’yı MİT kurdu, kullandı ve kontrolü kaybetti. PKK bugün örgüte yakınlık, devlete düşmanlık oluşsun diye her Kürt ailesinden bir ‘asker’ alıyor, ölmelerini umuyor. Bu, örgütün stratejik bir taktiğidir.

Türkiye kendi derin devletiyle hesaplaşıyor, Ergenekon ve Balyoz davası başta olmak üzere kirli yapılardan arınmaya, daha şeffaf, denetlenebilir ve daha demokratik bir devlet kurmaya çalışıyor.

Ergenekon dosyasına çok iyi derecede hakim olan AK Parti Gaziantep Milletvekili Şamil Tayyar; Kürt meselesinin çözülmesi, terörün sonlandırılması sürecinde, atılacak adımlar, yapılacak reformlar kadar PKK’nın kirli yapılarla ilişkisinin, derin yüzünün de görülmesi gerektiğini hatırlatıyor.

Gazetecilik yaptığı dönemde bu konuda kitaplar ve sayısız makale yayınlayan Tayyar’ın yeni kitabı “Kürt Ergenekonu / Derin PKK’nın Gizli Kodları” adını taşıyor.

Tayyar ile biz de, kitaptan hareketle, PKK’nın MİT tarafından kurdurulduğu iddiasını,
terör örgütünün zaman içinde nasıl uluslararası kullanıma açık bir taşeron haline geldiğini,
derin devletin hesabına hangi işleri nasıl gördüğünü, bugün Silivri’de tutuklu bulunan kimi isimlerin PKK ve Öcalan ile nasıl bir ilişkileri bulunduğunu ve daha pek çok ‘karanlık ve kirli gerçeği’ konuştuk.

“Kürt Ergenekonu” niye yazıldı?

Biz bu kitapta, PKK’nın ne anlama geldiğini, Türkiye’nin barışa yaklaştığı dönemlerde süreci sabote eden eylemlerin arkasında hangi odakların olduğunu, bu odaklarla PKK arasındaki bağlantıları ortaya koyalım istedik.

Nasıl bir fayda umuyorsunuz?

Türkiye’nin demokratikleşebilmesi için öncelikle devlet içinde kümelenmiş çetelerin tasfiyesi gerekiyordu. Bu, Ergenekon ve Balyoz sürecinde büyük ölçüde başarıldı. Ama işin PKK ayağıyla ilgili derin hesapların deşifre edilmesi ve hem Kürt hem Türk kamuoyunun bilgilendirilmesi gerekir diye düşünüyorum. Son sekiz yılda Türkiye, Kürt meselesinin çözülmesi konusunda çok önemli işler yaptı. Devamı planlanıyor, başta anayasa değişikliği olmak üzere. Özellikle PKK ile bağlantılı derin unsurlar ve uluslararası güçlerle bağlı bir takım şer odaklarının deşifre edilmesiyle Kürt meselesinde çözüm umutlarının artacağına, daha somut adımların atılabileceğini düşünüyorum.

PKK ROJ TV’DEN TEHDİT EDİYOR

Derin PKK üzerine daha önce de benzer nitelikte kitaplar yayınlanmıştı ama sizin Ergenekon dosyasına çok hâkim bir gazeteci ve çok popüler bir yazar olmanız sebebiyle bu kitabın öncekilerden daha farklı bir etkisi olacağını varsayabiliriz. Özellikle Kürtler üzerinde nasıl bir etki bekliyorsunuz?

PKK bundan çok ciddi rahatsızlık duyuyor. Kitap çıktığı andan itibaren Roj Tv’de aleyhime yayınlar yapılıyor. Kitapla eş zamanlı olarak tehditler de artmaya başladı. İslahiye’de babamın oturduğu evin etrafında sahte plakalı araçlar dolaşmış. Belli ki çok rahatsızlar. Biz de hem burada, hem Gaziantep’te tedbirlerimizi aldık.

PKK hakkında çok ağır bir dille yazılmış başka kitaplara benzer reaksiyon göstermemişlerdi ama bu kitap canlarını çok sıkmış olmalı. Malum Uğur Mumcu’nun da PKK-MİT ilişkisini araştırdığı için öldürüldüğü iddiası var. Roj Tv yayınlarından sonra bazı BDP’liler Mecliste ve dışarıda benzer tehditlerini sürdürdüler.

Gazeteci sıfatıyla ilgi ve çalışma alanlarınız belli ancak bugün AK Parti’den milletvekilisiniz. Ve Hükümet’in meseleyle ilgili siyaseti “terörle mücadele, siyasetle müzakere”. Bu yeni bir dönem, bu defa her şey farklı olacak deniyor. Böyle bir zamanda çıkardığınız “Kürt Ergenekonu” için birileri “kitap, operasyonun bir parçası” derse cevabınız ne olur?

Ergenekon ve Balyoz’la ilgili yazılar yazdığımızda gazeteciydik. Bu kitabı yazmış olmamın milletvekilliğimle hiçbir ilgisi yok. Gazetecilik refleksiyle geçmişteki çalışmalarımızı yürüttük. Partinin etkin isimleriyle bir konsept oluşturup da yazmış da değiliz. Geçmiş çalışmalarımızla bunun arasında da bir çizgi kırıklığı da yok. O nedenle bir operasyon gibi de algılanamaz.

CIA VE MOSSAD İSTEDİ, MİT PKK’YI KURDU

PKK’yı MİT’in kurduğu söylenegelen bir şeydi, siz de kitabı belgeler bulgular ifadeler eşliğinde bu tezin üzerine inşa ediyorsunuz. İlk soru şu: MİT, PKK’yı niye kurdurdu?

O tarihte siyasi Kürt hareketleri daha çok radikal sol hareketler içinde kümelenmişti. 70’lerin sonlarına doğru Kawa gibi, Rızgari gibi bağımsız Kürt hareketleri çıkmaya başladı. O günün şartlarında devlet bu örgütleri tehdit gibi görüyordu. Komünizm korkusu vardı. Bunu enterne etmek için bir örgüt kurdular. Bu örgüt, PKK idi. Bu aslında CIA ve Mossad’ın denediği yöntemlerden biridir. Hamas da El-Fetih’e karşı kurdurulmuştu, El-Kaide de böyle kurulmuştu. İkisinin de gerisinde Amerika ve İsrail’i görürsünüz. Ama zaman içinde bu örgütler kontrolden çıkarlar ve o ülkeyle çatışmaya girerler. Türkiye’de de benzer bir PKK tecrübesi var. Diğer örgütleri yok etmek adına PKK kurduruldu.

ODA TV MOSSAD’IN HİZMETİNDE

MİT ile Mossad arasında artık böyle bir “etkileşim” yok. Hatta MİT-PKK görüşmelerinin sızdırılmasının arkasında İsrail’in olması ihtimali var?

Görüşmelerin sızdırılmasının sebeplerinden biri de MİT’teki değişimden duyulan rahatsızlıktır. Artık eskisi gibi yönetebildikleri yönlendirebildikleri bir örgüt olmaktan çıktı MİT. O nedenle Hakan Fidan işbaşına geldikten sonra o kadar rahatsız oldular ki, ilk kez bir ülke bir başka ülkede gizli servisin başına getirilen şahıs hakkında açıklama yaptı. Bunun bir örneği daha yoktur. “Fidan, İran yanlısıdır” dendi. Özellikle Oda TV üzerinden karalama kampanyası yürütüldü. Görüştüğüm devlet yetkililerinin verdiği özel bilgilere dayanarak söylüyorum, bunun gerisinde de İsrail derin devleti vardı.

ÖNCE ASALA, SONRA PKK

Global derin yapıların gücü ve etkinliği açısından soruyorum; Türkiye’nin şimdi eskisinden farklı olarak irade geliştirmesinin, direnmesinin sonuçları aynı zamanda onu olası tehlikelere de açık kılmıyor mu?

Elbette, Türkiye artık bölgesel bir güç ve küresel bir aktör olmak gayreti var. Kendilerini asıl oyuncular olarak gören ülkeler yeni bir oyuncunun sahne almasından elbette ki rahatsız olurlar. Türkiye üzerinde hesabı olan her ülke, başta terör olmak üzere her enstrümanı kullanmak isteyecektir. Ayrıca Türkiye’nin yer alacağı pozisyon küresel oyundaki oyuncuların taraflarını da ciddi şekilde etkileyecektir. Onun için bütün oyuncular Türkiye’yi ya etkisizleştirmek ya da kendi saflarına çekmek isteyeceklerdir. Onun için de Türkiye üzerindeki bu oyunlar asla bitmez. PKK tümden ortadan kaldırılabilse bile bizi asla sıfır terörle, kendi halimize bırakmazlar. Onun için bizim bir miktar bu oyunlarla da birlikte oynamayı öğrenmemiz gerekiyor. 1984’de nasıl ASALA tasfiye edilip yerine PKK ikame edildiyse yine aynı şey olacak. Ya başka bir terör örgütü ya da yeni çatışma alanları ikame edeceklerdir. Geçmişte Alevi-Sünni, laik-anti laik, Türk-Kürt çatışmasını körüklemek için birçok hareketleri kullandılar. Türkiye’nin çok kırılgan bir toplumsal dokusu var. Osmanlı bakiyesi üzerine inşa edildik, birleşme yerlerimizi bilen ulusal ve uluslar arası güç odakları bunlar üzerinde oyunlar oynanabiliyor, sürekli jilet atıyor, kanatıyorlar. Ama Türkiye, Ergenekon ve Balyoz mücadele sürecinde bu oyunların perde gerisine dair çok açıklayıcı bilgilere sahip oldu, artık eskisi gibi oyuna gelmiyor. Daha araştırmacı sorgulayıcı bir kitle oluşmaya başladı. Eskiden sağcı ve solcu kavgası yaratıp Uğur Mumcu öldürüldüğünde, onu sağcıların öldürdüğü havası yaratıyor, başarılı da oluyorlardı. Ama artık bu mümkün olmuyor. Olmadığı için de çatışmaları derinleştirmeye çalışıyorlar.

ARTIK HERKES TEZGAHI GÖRÜYOR

Türkiye her anlamda bir faylar ülkesi. Van’da geçen hafta fiziki bir fay hattı kırıldı maalesef. Depremle birlikte devletle Kürtler, Kürtlerle Türkler arasında da bir fay kırılsın istendi ama şükür öyle olmadı...

Ama bunu denediler. Sayın Başbakan’ın ifade ettiği gibi molotof ya da taş atarken kitleleri kısa sürede örgütleyenler, deprem faciasında kenarda ve sessiz kalmayı tercih ettiler. Ya da bir takım yağma faaliyetlerine öncülük ettiler. Bunun üzerinden bir iktidar karşıtlığı yükseltmek istediler. Kısmen başarılıymışlar gibi görünse de hesapları tutmadı. Milletin sağduyusu bunu aştı. Bunda son yıllarda çetelerde derin yapılarla mücadelenin insanların zihninde yarattığı etki vardır. Artık herkes bu büyük tezgahı görüyor.

KÜRTLER ÖZGÜR OLSA BDP YÜZDE 1 ALAMAZ

Türkiye toplumunda bunun bir karşılığı var gibi ama Kürt toplumunda psikoloji ve etkileşim biraz daha farklı işliyor?

Çünkü doğu ve güneydoğuda PKK vesayeti var, özgür düşünce, özgür ifade gelişmiyor. O nedenle orada diğer bölgelerdeki gibi bir uyanış olmuyor. Bu PKK vesayetinin kırılması lazım. Orada entelektüeli, siyasetçisi, aydını da vatandaşlarımız da maalesef özgür değil. Orada özgür oy kullanmak mümkün olsa iddia ediyorum BDP’nin oyu yüzde 1’i bile geçmez.

PKK’NIN HEDEFİ HER KÜRT EVİNDEN BİR ÖLÜ ÇIKMASI

Dağ ile ovanın gönül durumlarını dikkate almak gerekir sanırım. Bir yakınını kaybetmiş, canı yanmış, şimdi de dağda çocuğu olan insanlar için herhalde bunu böyle söylemek çok da mümkün değil?

Tabi ölüm sayısı arttıkça terör örgütüne yakınlık da tetikleniyor. Zaten PKK’nın hedeflerinden biri her Kürt ailesinden bir ceset çıkmasıdır. Eğer bunu başarabilirse bölgeyle örgüt arasında daha güçlü bir duygusal bağ kurulabileceğini ya da kurulan bağın daha güçlenebileceğini düşünüyorlar. Haklı olarak ailesinde hayatını kaybeden bir genç olduğunda, annesi babası yakınları onun acısı ve öfkesi üzerinden devlete bir düşmanlık besleyebiliyorlar. İlave olarak örgüt de bunu bilerek köpürtüyor. Bunu bir stratejik taktik olarak izliyorlar. O nedenle her evden mutlaka kendi ifadeleriyle “asker” almaya çalışıyorlar. Bölgede her aileden bir ölünün olmasını umuyorlar. Hem örgüte yakınlık hem devlete düşmanlık için.

TSK açıkladı, son hava ve kara harekâtında şu kadar örgüt elemanı öldürüldü, diye. Bu ölümler yine PKK’ya “yarayacak”, barış sürecinin aleyhine işleyecek öyle mi?

Maalesef PKK son dönemde tırmandırdığı eylemlerle kabul etmek gerekir ki psikolojik üstünlüğü ele geçirdi. Terör örgütünün psikolojik olarak üstün olduğu bir dönemde sizin güçlü ve kalıcı reformları hayata geçirebilmeniz son derece zordur. Onun için terör örgütünün dizlerinin üzerine çökertilmesi, PKK’ya haddinin bildirilmesi gerekiyor. Ondan sonra Kürt meselesinin çözümüne dair eksik kalan reformları peş peşe devreye sokmanız lazım.

MİT KENDİNİ ELE VERMEZ

MİT bugün, geçmişte kurdurduğu örgütün tasfiyesi için çaba harcıyor ama şunu niye yapmıyor? Arşivini açsa ve PKK’nın kuruluşuna dair bu çok mühim gerçeği açıklasa, PKK’nın tabanıyla bağlarının koparılması açısından çok daha kesin bir sonuç almaz mı?

Bunu geçmiş dönemde yapamazdı. MİT kendini sanık sandalyesine oturtmaz. Böylesine büyük bir günahın parçasıysa bunu nasıl deşifre edecek? Daha erken deşifre edilebilseydi PKK açısından sıkıntı olabilirdi ama artık gelinen noktada bunun deşifre edilmesi de örgüte zarar vermiyor. Çünkü 36 ülkede örgütlendi, uluslararası bir takım servislerle ve sermayelerle bütünleşti. Dolayısıyla devletle bağının deşifresi onun için tehdit unsuru olmaktan çıktı. Kaldı ki Abdullah Öcalan’ın bu konudaki savunması da hazır. Geçmişte gündeme geldiğinde, “bir dönem ilişkimiz oldu, ben onları kullandım” diyor. Savunma mekanizması da geliştirilmiş durumda.

PKK HERKESİ, HERKES PKK’YI KULLANDI

PKK MİT’in kontrolünden ne zaman ve nasıl çıktı? Uluslar arası derin yapıların kontrolüne nasıl girdi?

1980 darbesinden sonra devlet içinde ilişkide olduğu kişiler Öcalan’ın yurt dışına çıkmasını sağladı. Yurt dışında olmak Öcalan’ın başka ülkelerin istihbarat örgütleriyle bağ kurmasının yolunu açtı. PKK’nın hedefleri asıl bu süreçte, o dönemki partnerleriyle birlikte netleşti. O dönemde Irak, İran, Suriye soğuk savaş döneminin Rus bloğunca kontrol ediliyordu. 1982’de İsrail Lübnan’ı işgal ettiğinde PKK ile ciddi çatışmaları oldu. O dönem İsrail’in en büyük düşmanlarından biri PKK idi. PKK, ASALA ile birlikte Filistin kamplarında kalıyordu. Ama 1. Körfez savaşından sonra bölgeye İsrail ve Amerika daha etkin biçimde yerleşmeye başlayınca Abdullah Öcalan da partnerlerini değiştirmeye başladı. Öcalan konjonktürel şartları her zaman iyi kullanmayı ve kendi lehine çevirmeyi bilmiştir. Maalesef Türkiye ise Öcalan’daki ve PKK’daki bu değişimi doğru algılayamamış, pozisyon almakta zorlanmıştır.

Küçümsendiği için mi? Yıllarca bir avuç çapulcu denmişti…

Başlangıçta küçümsediler, ciddiye almadılar, çok basiretsiz davrandılar. Zaman içinde de terörün, PKK’nın, Öcalan’ın askeri vesayeti güçlendirici rolünü keşfettikleri için de onu kullandılar. Çünkü terörle birlikte sivil siyaset üzerinde daha kolay otorite kurabiliyorlardı. En somut hadisesini 28 Şubat’ta yaşadık.

2.  Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,

***

İşte Öcalan'ın MİT'çi Kayın pederi.,


İşte Öcalan'ın MİT'çi Kayın pederi.,

Abdullah Öcalan,  MİT çi Kayın pederi, Ali Yıldırım, Atatürk, Cumhuriyet Halk Partisi, İsmet İnönü, PKK, Hollanda,Türkiye, Habertürk,Uğur Mumcu, Milli Emniyet Hizmetleri,


11/11/2010 


Abdullah Öcalan'ın MİT'te çalışan kayınpederi Ali Yıldırım'ın fotoğrafı ortaya çıktı.

Habertürk gazetesi Abdullah Öcalan'ın yıllarca MİT'te çalışan kayınpederi Ali Yıldırım'ın fotoğrafına ulaştı. 
Ancak Ali Yıldırım'ın nerede olduğu halen bilinmiyor. 
Kızı ve aynı zamanda bir dönem Öcalan'ın eşi olan Kesire Öcalan ise Hollanda'da yaşıyor. 
Öcalan eşi hakkında " Son derece iyi eğitilmiş biri. Ajan olup olmadığını çözemedim " demişti.

KIZININ ÖCALAN EVLİLİĞİ.,

Ali Yıldırım Türkiye 'nin ilk istihbarat teşkilatı olan Milli Emniyet Hizmetleri Riyaseti'nde (MAH) çalıştığı biliniyor. 
Ali Yıldırım karşı çıksa da kızı Kesire'nin 1978'de 
Öcalan ile evlenmesine engel olamamış. Uğur Mumcu'nun bu konuyla ilgili araştırma yaptığı biliniyor.

ŞEYH SAİT VE DERSİM İSYANINDA ATATÜRK 'ÜN YANINDA,

Ali Yıldırım'ın 1970'lerde MİT ile bağlantısını kesse de Öcalan hakkında teşkilata bilgi verdiği iddia ediliyor. 
Şeyh Sait isyanında Atatürk'ün safında yer aldı. 
Kurulan İstiklal Mahkemeleri'nde sanıklara yöneltiler suçlamaların bilgi kaynağı ondan geldi. 
İsyan sonrası Şeyh Sait taraftarları arasında sarık ve cübbe giyerek bilgi topladı.

Dersim isyanında da devletin yanında yer aldı. O isyana katılmayan tek aşiret Ali Yıldırım'ın da üyesi olduğu Şadi aşireti oldu. 
General Abdullah Alpdoğan aracılığıyla İsmet İnönü ile görüşüyordu. 1970'li yıllarda Karakoçan'da CHP 'de belediye başkan adayı oldu. 
Ancak Adalet Partisi taraftarlarınca linç edilmek istendi.

ÖCALAN İLE KAVGALI AYRILDILAR

Kızı Kesire ise halen Öcalan ile evli görünüyor. 10 yıl birlikte yaşadıktan sonra Öcalan'ı diktatörlükle suçladı. 
Örgüt tarafından "Hain ve işbirlikçi" ilan edilen Kesire, Hollanda'ya kaçtı. 22 yıldır PKK ve Öcalan hakkında konuşmadı.

http://www.radikal.com.tr/turkiye/iste-ocalanin-mitci-kayinpederi-1028554/

***

İki MİT’çi Fetullah ile Öcalan’ın İhanet hikayesi !

İki MİT’çi Fetullah ile Öcalan’ın İhanet hikayesi !

Bülent Türker, Sabahattin Önkibar, İhanet hikayesi, Bülent Arınç, Fetullah Gülen,Fuat Doğu,Risale-i Nur, Kesire Öcalan,


Sabahattin Önkibar
26.4.2017

Fetullah Gülen’i MİT’e alan isim kurumun efsane isimlerinden 60’lı yılların ortalarından itibaren 2 kere müsteşar olan Korgeneral Fuat Doğu’dur.

Fuat Doğu’nun Gülen’i teşkilata alma amacı,Yeşil Kuşak Projesi bağlamında Risale-i Nur guruplarını Komünizme karşı örgütlemek ve Nur cemaatinin içinde devlet damarı oluşturup içerden bölmekti.
Fetullah Gülen bunun için MİT’de 2 yıla yakın özel eğitim gördü.

  Bülent Arınç’ın, “ Mülkiye’de iken Namazlı-Abdestli çocuktu ” dediği Abdullah Öcalan’ı MİT’e alan isim ise Fuat Doğu sonrası bütün 70 yıllarda MİT’e Müsteşar ve vekil olarak hakim olan general Bülent Türker’dir.

Onun amacı da o dönem ortaya çıkan ayrılıkçı Kürt hareketini içerden kontrol altında tutmaktı.

Hayır bu aktardıklarım sır değil, Fetullah’ın önce Nurculara, sonrasında ise Erbakan hareketine karşı panzehir olarak görülüp Kenan Evren dahil, 
Özal ve Demirel tarafından bile desteklendiği yaşananlarla kanıtlıdır.
Keza APO’nun eşi Kesire Öcalan’ın babasının MİT mensubu olduğu kayıtlardadır. 
Bknz; http://www.radikal.com.tr/turkiye/iste-ocalanin-mitci-kayinpederi-1028554/

   Peki niye mi ihanet ettiler?

Daha büyük bir güç onlara kişisel ikbal vadettiği için!

Öcalan 80’lerin başlarında, Fetullah ise 90’ların başlarında MİT’i aşıp CIA’den teminat ve talimat almaya başladılar ki birine Mehdilik, diğerine ‘Büyük Kürdistan’ın kuruculuğu vaad edilmişti.

Benzer şey Afganistan’da ABD’nin başına geldi... El Kaideyi SSCB’ye karşı var eden CIA iken, bu örgüt daha sonra bizdeki Fetullah ve Öcalan misali efendisine 
ihanet etti.

   Aradaki fark şu:

 ABD ihanet sonrası,El Kaide’yi bahane edip sadece Afganistan’ı işgal etmedi, aynı zamanda önderi Usame Bin Ladin’i yok etti.

SOKAK VE YENİ GEZİ DİRENİŞİNE HAYIR!

Doğrudur referandum kirli ve YSK’nın tutumu endişe vericidir.

Ancak buna karşı çıkmanın yolu yeni Gezi direnişlerini tertiplemek olmamalıdır.

Reklamdan sonra devam ediyor 

   Öyle, çünkü böyle bir teşebbüs abartısız Türkiye’yi iç savaşa taşır.

Sadece FETÖ’cü casuslar değil, bütün terör örgütleri ile yabancı istihbarat örgütleri devreye girer ve olmadık sabotajlar yapılır.

Etnik, inanç ve mezhep ekseninde ajitasyonlar yapılıp toplum karşı cepheleştirmelerle patlatılmaya çalışılır.

  Hülasa yeni Gezi’ye de sokağın çare yapılmasına da Türkiye’nin bekası adına hayır diyoruz.

ZARRAB KÜRDİSTAN TAKASI!

Rudolpf Giuliani kim?

Newyork eski Belediye Başkanı ve ABD Başkanı Trump’ın yakın arkadaşı.

Dahası, Reza Zarrab’ın avukatı.

İşte bu Giuliiani, Doğu Perinçek’in açıkladığına göre Ankara gelip Tayyip Erdoğan ile gizlice buluşmuş.

Ne konuştukları sır, lakin Batı medyasına göre buluşma Reza Zarrab dosyası ile alakalı imiş.

Ve ABD medyasından son haber:

   Buna göre Giuliani ile Tayyip Erdoğan Zarrab dosyası ile PYD’nin takası bağlamında anlaşmışlar.

Dolayısı ile artık Türk Ordusunun Suriye’de Rakka ve veya Münbiç diye bir hedefi ve zerre bir amacı kalmamış.

   Eğer bu haber doğru ise soru şudur:

Fırat Kalkanı isimli hareketla Suriye’ye sürülen 71 Mehmetçik neden şehit oldu?

Türk Silahlı Kuvvetleri Suriye’ye niçin girdi ve şimdi nerede duruyor?

https://www.aydinlik.com.tr/kose-yazilari/sabahattin-onkibar/2017-nisan/iki-mit-ci-fetullah-ile-ocalan-in-ihanet-hikayesi


***

Gaddar Olursa Devlet

Gaddar Olursa Devlet


Agah Oktay GÜNER 
agahoktayguner@hotmail.com
24 Ocak 2011 

   Büyük şairimiz Abdülhak Hamid Tarhan: “ Gaddar olursa Devlet, o millet eder kıyam Mağdur olursa Millet, o devlet bulur hitam. ”  Beyti ile adeta Tunus’un tablosunu çiziyor. Tunus, Fas, Cezayir Osmanlı Devletimizin çok aziz topraklarıdır.  
Osmanlı bu toprakları tam bir adaletle yönetti. Devletimiz iç gailelere boğulunca Fransızlar Tunus’u işgal ettiler. 
Tunus başta olmak üzere Fas’ın, Cezayir’in kaybı yürekleri dağladı. Hâlâ Anadolu’da,  evlenen kız baba evinden çıkarken yanık bir melodi ile uğurlanır.   

Bu müzik parçasının adı Cezayir’dir.Tunus, Fransız diktatörlüğünün kurduğu zulüm düzeninden kurtuldu ama zalimlerden kurtulamadı.  
Tunus ve diğer  eski sömürgeler bağımsızlığa geçerken emperyalist ülkeler aldığı mali ve ekonomik tedbirlerle  görünüşte tam bağımsız gerçekte  yarı bağımlı  devletler kurdular. Yeni devletin yönetici kadrosunun M.Kemal şuurundan uzak olduğu da bir diğer acı gerçektir.  

    Hz. Ali şöyle buyuruyor: “Bütün dünyayı verseler ve buna karşılık bir karıncanın ağzındaki daneyi almamı isteseler, bu zulmü yapmam.
” İşte, devletin yönetiminde bulunanların riayet edeceği ölçü budur.  
Kanunun bittiği yerde zulüm başlar. Yaradanın ilahi sisteminde zulmün yeri yoktur. Tunus’ta bir diktatör vardı. 20 seneyi aşkın zaman kendisini 
alkışlamayanları susturdu, hapishanelerde çürüttü. İnsanlar ne suç işlediklerini, ne ile itham edildiklerini bilmeden aylarca, bazen yıllarca zindanlarda kaldılar.  Muhalefet hiçbir yerde sesini duyuramadı. Basına sansür uygulandı. Halkın ihtiyaçlarına ilgisiz, taleplerine karşı kör, merhametsiz  bir rejim hüküm sürdü. Tunus’ta bir genç adam kendisini yakarak isyanı başlattı. Ne polis, ne ordu halkı durduramıyor.  
Açlık, işsizlik, diplomalı aydın işsizliği, can güvenliğinin olmayışı Tunus’taki kazanı kızdırdı ve sonunda patlattı. Halk, zulüm döneminin isimlerini artık başında görmek istemiyor. Onların kabineye alınmasına tahammülü yok.Suudi Arabistan’a kaçtığı ifade edilen eski devlet başkanı ve ailesiyle ilgili sayısız yolsuzluk söylentisi var. Eğer ülkede gerçek bir demokrasi  olsaydı bu iddiaların doğruluk derecesi  hemen tespit edilebilirdi.   

   Dileğimiz en kısa sürede Tunus sokaklarındaki heyecanın, yerini huzura, sükûnete ve akla terk etmesidir. 
Aksi halde bu güzel memleket akıbeti belli olmayan bir felakete sürüklenebilir.  
İkinci önemli konu Tunus örneğinin bütün diktatörlere ve tek adam olma rüyası görenlere ibret olmasıdır. 
Değerli şairimiz Tevfik Fikret’in sanki aşağıdaki mısra’ı, ihtirasının zirvesine çıkmış ancak gafletinden, hakikati göremeyenler için söylemiştir:   
“ Zulmün topu var, güllesi var, kal’asıvarsa,Hakkın da bükülmez kolu, dönmez yüzü vardır. ” Bu halk hareketi Tunus ile sınırlı kalacak gibi görünmüyor. 
Cezayir yine kaynıyor. Mısır’da  Mübarek aleyhtarı gösteriler yapılıyor. Lübnan karışık. Son olarak Arnavutluk’ta ciddi muhalif hareketler başladı.
Tunus’un komşularından başlayarak, halkın ezildiği, yoksulluk çektiği ülkelerde benzer hareketler başlaması, polis ve hatta ordu ile çatışmalara girilmesi sürpriz olmayacaktır.Bir devletin ekonomik  rakamları olumlu bir tablo çizse de eğer gelir adaletsiz bir biçimde dağılıyorsa, orada karışıklık yakındır. Esasen terörün, iç savaşların, kargaşanın sebebi  dünyanın her yerinde öncelikle “gelirin adaletsiz dağılımıdır. 

   Bölgeler, sınıflar, zümreler arasında gelir dağılımındaki dengesizlik, artan işsizlik, yükselen yolsuzluklar neticesi  sosyal patlamalar kaçınılmaz olur. 
Her yönetim önce insanına bakmalı ve O’nun her türlü açlığını yürekten duymalıdır.  Atalarımız: “ Zulm ile Abad olan Akıbet Berbat olur ” demişler. 
Olayları tarihin ve sosyolojinin şaşmayan metotlarıyla ele almak, sadece ben diyen diktatörlerin  kavramakta aciz kalacağı bir düşünce sağlamlığıdır. 


Kaynak Yeniçağ: 
Gaddar Olursa Devlet 
Agah Oktay GÜNER 

https://www.yenicaggazetesi.com.tr/gaddar-olursa-devlet-16679yy.htm


***

BUNU UNUTMAYIN.,!

Bunu Unutmayın!   

Agah Oktay GÜNER
agahoktayguner@hotmail.com
10 Ocak 2011 

     Hiç şüphesiz bir milletin en büyük zenginliği gençliğidir. 
Gençliğin fizik, ruh ve fikir sağlamlığı milletin geleceğini tayin eder.   Gençlikle ilgili haberleri bu sebeple kaygıyla izliyorum.“Bunları kim kullanıyor, 
sokağa salıyor” diye tepki  gösterenlere “siz onlara ne verdiniz?” diye sormak istiyorum.    
Evet, bugün devletin, iktidarın, muhalefet partilerinin bir “Gençlik Politikası” var mıdır?    
Öncelikle eğitimde fırsat eşitliği yok. Bölgeler arası hatta büyük şehirlerde semtler arasında okullarla ilgili şartların nasıl farklılık gösterdiğini hepimiz biliyoruz. Özel Okul-Devlet Okulu, Dershane konuları başlı başına bir sorun. 

Peki bütün bu aşamaları geçip üniversiteyi bitiren gençler mutlu mu? Ne gezer. Bugün diplomalı gençlerin %21’i işsiz. Okumuş, yetişmiş, meslek sahibi olmuş genç insanın işsizliği hem kendisi hem de ailesi için ne korkunç bir yıkımdır.Diğer taraftan gençlik, sistemli bir biçimde uyuşturucu bombardımanına tabi tutuluyor. 

Alkol, sigara, esrar sel gibi gençliğin üzerine geliyor. 
Uyuşturucu kullanma alışkanlığı 14 yaşa kadar indi. 
Bu bir felaket değil midir?   

    Anayasamız ekonomik gelişmenin plana bağlanmasını öngörüyor. 

Bu kapsamda öncelikle insan gücü planlaması yapılmalıdır. 
Ayrıca bugün mezuniyet diplomalarını karpuz sergilerinin duvarına asmış pek çok genç var. Bu acı tabloya rağmen hâlâ aynı dalda yeni fakülteler açmak hangi aklın ürünü?.. Plansızlık tavana vurmuş durumda. “Sağlam kafa sağlam vücutta bulunur” sözünün gereğini yerine getirecek, gençlere yönelik yeterli spor tesisi konusunda da başarılı olduğumuz söylenemez. Peki, kim, ne hakla gençliğin enerjisini, zamanınıisraf ediyor? Yetkililer tarafından, yarınımızı emanet edeceğimiz, ümidimiz olan bu cevherlerin, ruh sağlıkları, iman ve inanç dünyaları, tarihimize ve milli değerlerimize sahip çıkmaları ile ilgili araştırmalar yapılıyor mu? Projeler üretiliyor mu?Anaokulundan başlayıp, en üst düzeye kadar eğitimde reforma ihtiyaç olduğu inkâr edilemeyecek bir gerçek.İktidarlar neden bu yolda ciddi bir çalışma içine girmiyor. 
Bütün bu işler önce kararlılık sonra sorumluluk ister. Bazı ülkeler çok doğru bir politikayla her eğitim dalında, gençlerine tarihlerini ihtimamla okutuyor. Hangi dalda eğitim yaparsa yapsın bir genç, dilini ve tarihini çok iyi bilmelidir. Eğer bu millet 1908 Meşrutiyet Hareketini bilse ve şuurlu biçimde değerlendirseydi, 1960 felaketi yaşanır mıydı? 
Neden biz 1980 öncesi bu ülkede yaşanan terörü araştırıp okumuyoruz? 
Okutmuyoruz.
    Tarih bilgisi, tarih kültürü; “ Tarih Şuurunu ” vücuda getirir.  Bunlardan mahrum olan insanlar kaç yaşında olurlarsa olsunlar kullanılmaya açıktır. Biz gençlerimize tarih şuuru vermek için ne yaptık?İktidarların bu konuda ciddi bir çalışması yok, uygulamada pek çok yanlış ve hata var. Ancak aileler de genel olarak bu konuda yeterli değiller. 
Türkiye’de çocuk yetiştirilmiyor. 
Çocuk besleniyor. Ve netice, her an isyana hazır, polise taş atan büyük bir gençlik kesimi var. 
Karşısında gençleri acımasızca rastgele döven polisler de bu sistemin parçası...   
Üniversite öğrencileri için getirilen af , bu kurumlardaki şiddeti körüklüyor. 
Bölücü gruplara mensup gençler eğitimlerini uzatarak organizatör rol oynuyor, diğer gençler üzerinde baskı kuruyorlar. 
Devlet, üniversitelerdeki bu tür çoğu silahlı militanı bilmek ve gereğini yapmak zorundadır.Güzel bir gelecek için, devlet gençlikle ilgili görevlerini yerine getirmelidir. Gençlerimiz de sorumluluklarını bilmelidir. 

Devletin varlığını ve/veya temel ilkelerinden birini tehdit eden bir fiili özgürlük adına desteklemek, bir gün tüm özgürlüklerin kaybedilmesi sonucunu doğurabilir. 

Lütfen bunu Unutmayın! 


Kaynak Yeniçağ: 
Bunu unutmayın! 
Agah Oktay GÜNER 


https://www.yenicaggazetesi.com.tr/bunu-unutmayin-16490yy.htm

***

Ne Mutlu Türküm diyene..,

Ne Mutlu Türküm diyene..,


Agah Oktay GÜNER
agahoktayguner@hotmail.com
03 Ocak 2011


     Tarih Türk Milleti kadar nankörlüğe uğramış bir başka millet göstermiyor. 
Balkanlarda kurduğumuz Rumeli Medeniyeti ve o medeniyetin nimetleri ile var olanların bize yaptıkları meydanda... 

Beş milyon Müslüman Türk, kudurmuş sırtlanlar gibi saldıran Bulgar’ın, Sırp’ın, Karadağlı’nın, Rum’un darbeleriyle yollarda öldü. 
Bir o kadarı da sakat kaldı. Acaba dünya Balkan Medeniyeti’nin bir eşini, benzerini görebilecek mi?  Osmanlı İmparatorluğu, hâkimiyeti altına 
aldığı topraklarda yaşayanların dinlerine, dillerine, özellerine dokunmadı. Devleti kuran iradenin kutsal kitabı “Dinde zorlama yoktur. 
Senin dinin sana, onların dini onlara” buyurmuştur. Ayrıca,  “adalet mülkün temelidir” ilkesi din ve vicdan özgürlüğüne saygıyı bünyesinde barındırıyordu. Böyle bir zihniyet içinde olan Osmanlı, hâkim olduğu topraklarda bir tek kilise, havra yıkmadı. 
Aksine onları zamanı taşıyacak şekilde sağlamlaştırdı.Ne yazık ki bu anlayış ve hoşgörünün karşılığı Türk eserlerinin binlercesinin yıkılıp yakılması oldu.      

Yüce Peygamberimizin Kabr-i Şerifi’nin ilahi kaderle 1517’de hizmetkârı olduk. 
O günden 1914’e kadar Yüce Peygamber’in mezarı başındaki kandillerde gül yağı yakıldı. Kâbe, gül suları ile yıkandı.  “Peygamberler peygamberinin toprağına kâfir ayağı basamaz”  diyen kahraman Türk Paşası ikmal yapılamadığı için askerleriyle kavrulmuş çekirge yedi. Kâbe’ye adım atamayan İngilizler, satın aldıkları Arapların ihanetiyle mübarek beldelere girdi. Arapların, yaralı Türk askerlerinin karınlarını hançerle parçalayarak altın aradıklarını unutmadık. 

    Oysa bu Mehmetçikler, Arabistan’ı Hıristiyanlara, emperyalist sömürgecilere karşı asırlarca korudu. Selçuklular, 196 yıl Haçlı Ordularına karşı elde kılıç çarpıştılar. Eğer Selçuklu ve Osmanlı asırlarının yiğit ruhu olmasaydı acaba İslam dini evrensel güç olabilir miydi? 

Ne yazık ki Arap, tam bir nankörlükle bunları unuttu. 
Sultan Abdülhamit Han’ın bütün uyarılarına rağmen, Filistinliler vatan topraklarını sattılar. 
Yahudi altınlarının sesi, Araplara Türkün ikazından daha sevimli geldi. 
Türk Milleti Arap dünyasına sadece verdi... 
Maddi fedakârlıklarının yanında gerektiğinde kan verdi, can verdi. 
Yahudi-İngiliz oyunu olan Vahabilik’e sarılanlar, nankörlüğün satırı olarak Türk’ü arkadan vurdular. 
Osmanlı eserlerini yıkmayı, yok etmeyi iş edindiler. Hayâ etmeden Kâbe’nin etrafını gökdelenlerle çevirdiler. 
Öyle ki  “bu el Resullullah’ın elini tuttu, ölünceye kadar belimden aşağısına değmez” diyen Hz. Osman’ın hayâsını çiğneyerek gökdelenlerde 
ihtiyaçlarını görüyorlar.Devletimizin Avrupa’daki topraklarında panislavist papazlar bu nankörlüğü şaha kaldırdılar.Kurtuluş Savaşı sonrası 
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nde de hiç bir ayrım yapmadan herkesi eşit hak ve hukuk içerisinde vatandaş kıldık. Bugün ne görüyoruz? 

   Yeni hançerler kından çıkmış, yeni ihanet şebekeleri yollara düşmüş. 
Bunlara ilaveten şerefsiz, goygoycu kadrolar, kör baykuşlar gibi bazı medya organlarını tutmuşlar. 
Bir yandan ikinci dil, bir yandan özgürlük safsataları... Bir yandan Mehmetçik’e kurşun atana özel mezarlıklar. 

  Rahmetli Osman Bölükbaşı , bunlara karşı musluğu ilk gevşetenlerden olan bir devlet büyüğümüze ’ Bu Millet Avradını satana Deyyus.., 

Vatanını satana Deyyus oğlu deyyus der “ demişti. 

   Sonra o zatın bu türküyü çağırdığını hiç duymadık.Hiç kimse unutmasın; 
TC vatandaşı olan her birey Türk’tür. 
Türk Devleti’nin dili Türkçe’dir. 
Türk vatanı bölünmez bir bütündür. 
Bu vatan sahipsiz değildir. 
Türk’ün sabrını taşırmasınlar. 
Bu millet bayrağını, toprağını elinden almak isteyenleri yumruğuyla değil, tükürüğüyle boğacak güçtedir.   
Yazıma son verirken Aziz milletimizin yeni yılını tebrik ediyor, birliğinin dirliğinin daim olmasını diliyorum.  

“Ne Mutlu Türküm diyene!” 

Kaynak Yeniçağ: 
Ne mutlu Türküm diyene 
Agah Oktay GÜNER 


https://www.yenicaggazetesi.com.tr/ne-mutlu-turkum-diyene-16393yy.htm


***

T.C Merkez Bankası ve kalkınma

T.C Merkez Bankası ve kalkınma


Agah Oktay GÜNER
agahoktayguner@hotmail.com
27 Aralık 2010 

    Geçtiğimiz haftanın önemli gündem maddelerinden biri; T.C Merkez Bankası(TCMB)kararlarının yarattığı geniş tartışmalar oldu. 
Tam “Türkiye krizden başarıyla çıktı” derken gelen açıklamalar  tedirginlik yarattı.  Korkulardan başlıcası, ciddi ekonomik sıkıntı içinde olan 
AB’nin durumu. Çin’in yardım teklifini kabul etmemeleri halinde, borç kriziyle mücadele eden bu ülkelerin para basma yoluna gitmeleri ve 
Türkiye dahil bazı ülkelere hızla sıcak para akması ihtimalidir.   
Bu yüzden, TCMB’nin kararları; doğru ve yerindedir. Ancak, geç alınmış, yetersiz tedbirlerdir. Ekonomik kriz dünya üzerinde tesirlerini sürdürmektedir.  
BRIC ülkeleri (Brezilya, Rusya, Hindistan ve Çin) yabancı sermaye, cari açık ve döviz kuru konusunda yılın ilk yarısında tedbirlerini almış ve başarılı 
olmuşlardır.Bizde ise yabancı sermayeye; “kısa vadeli geliyorsan gelme” çıkışını TCMB Başkanı ancak şimdi yapabilmiştir. 

    Ülkemize gelip kısa vadeli vurdu kaçtılar ile başka yerde kazanılması mümkün olmayan kazancı sağlayıp, her yıl sonunda olduğu gibi geri dönen yabancı sermayeye “sıcak para” diyoruz. Halbuki gelen sermaye kalıcı olmalı ve sanayi yatırımına dönüşmelidir. Sanayi yatırımlarının uzun vadeli kaynağa ihtiyacı var. Ortalama 1-3 ay vadeli sermayeyle sanayi sektörüne fon sağlanması imkansızdır.  Bu arada, TCMB ülkemizi yabancılara cazip kılmak için faiz oranlarını olması gerekenden daha düşük seviyeye çekememekte ve yerli sanayiciyi daha ucuz kredi bulma imkanından mahrum bırakmaktadır. Yerli firmalara  “borç batağına girmeyin”  uyarısında bulunuluyor oysa 2010 ve 2011 yılı Kurumlar Vergisi rakamları, yerli yatırımcıların kriz sonrasında daha kârlı olduğunu ve daha büyük borcu kaldırabileceğini gösteriyor. 

   Yeter ki kur riski almasın.  

Yapılması gereken, TCMB eliyle; yurt içindeki sermayenin vade ve faiz oranlarıyla yönlendirilmesidir. 
Banka’nın son kararlarıyla kısa vadeli  mevduat karşılıkları, dolayısıyla paranın maliyeti yükselmiş, uzun vadede ise maliyet düşürülmüştür. 
Fakat, geç alınmış, kısa ve uzun vadeli faiz oranları arasında sadece %3 fark öngören kararlar yeterli olmayacaktır. 
Bu sebeple daha etkin tedbirler uygulanmalıdır.Diğer taraftan bazı bankaların yurt dışı kaynaklı sendikasyon kredilerini, içeride TL cinsinden kullandırmalarının yarattığı kur riski dikkatle izlenmelidir. Zira, hızla büyüyen cari açığın bir devalüasyonla sonuçlanması tehlikesi önümüzdedir.   
Dünya ekonomisinin kaymağını yiyen emperyalist çevreler ve bunların ülke içindeki işbirlikçileri, Türkiye ekonomisinin ışık saçan bir ufku olduğunu iddia ediyorlar. Kuşkusuz ufkumuz aydınlık. Ancak mevcut ekonomi politikalarıyla bu ufka ulaşmak mümkün mü?  

Artan cari açığa, işsizliğe, yoksulluğa, reel ücretlerdeki düşüşe rağmen, yetkililere göre biz hızla  kalkınıyoruz! Uluslararası değerlendirme kuruluşlarının Türkiye’ye bir türlü neden  “yatırım yapılabilir ülke” notu vermediklerini de  bizim ekonomi yönetimi anlamıyor. 
Onlara göre bu not verilse, yatırımlar akacak ve kalıcı olacaktır. Yani suçlu  uluslararası değerlendirme kuruluşları ve objektif tahlil yapanlar. 
Temenni ediyorum ki girdiğimiz seçim süreci, bakış açılarımızdaki uçurumu daha da derinleştirmesin.  

Herkesin dikkate alması gereken bir husus var, Türkiye hali hazırdaki ekonomi politikasıyla, çok ciddi bir krize doğru gidiyor. 
Bu ihtimalin gerçekleşmesi halinde dünyanın içinde bulunduğu şartlarda düze çıkmak çok zor ve pahalı olacaktır. 
Ekonomi yönetimine basiret, Ülkemize aydınlık ufuklar temenni ediyorum. 


Kaynak Yeniçağ: 
T.C Merkez Bankası ve kalkınma 
Agah Oktay GÜNER 


https://www.yenicaggazetesi.com.tr/t-c-merkez-bankasi-ve-kalkinma-16303yy.htm


***