3 Aralık 2020 Perşembe

AKILSIZ KURANI NASIL YORUMLAR. BÖLÜM 1

 AKILSIZ KURANI NASIL YORUMLAR. BÖLÜM 1


Akılsız Kuranı Nasıl Yorumlar,Harun Yahya,Ali Bulaç,Kur'an-ı Kerim ve Türkçe Anlamı,Önyargı, Artniyet,Samimiyetsizlik,Kıyamet,Evren,Yanılgı,

AKILSIZ KURAN’I NASIL YORUMLAR?
Andolsun, Biz bu Kur’an’da çeşitli açıklamalar yaptık, öğüt alıp-düşünsünler diye Oysa bu, onların daha uzaklaşmalarından
başkasını arttırmıyor. (İsra Suresi, 41)

HARUN YAHYA
 
Bu çalışmada kullanılan ayetler Ali Bulaç'ın hazırladığı "Kur'an-ı Kerim ve Türkçe Anlamı" isimli mealden alınmıştır.

İkinci Baskı Ekim 2001
KÜLTÜR YAYINCILIK
Çatalçeşme sk. Üretmen Han No: 29/7
Cağaloğlu - İstanbul
Tel : (0 212) 511 44 03
Baskı: Şan Ofset
Cendere Yolu No: 23 Ayazağa - İstanbul
Tel: (0 212) 289 24 24 (pbx)
www.harunyahya.org 
www.harunyahya.com
www.harunyahya.net
 
İÇİNDEKİLER

GİRİŞ

KURAN'I YANLIŞ YORUMLAMA NEDENLERİ

Önyargı, Artniyet ve Samimiyetsizlik,
Müteşabih Ayetlerle muhkem ayetleri karıştırmak,
Kuran'ı Yorumlama tekniğini bilmemek,
Arapça bilmemek,
Allah katından bir akıl ve anlayış verilmemiş olması,
Düşünmemek,
Kibir ve büyüklenme
Kuran'ı hurafelerle yorumlamaya kalkmak,
Kuran'ın bilimsel ayetlerini kavrayamamak,
İçinde yaşadığı düzenin yanlış ölçülerine göre Kuran'ı yorumlamak,

KURAN'I YANLIŞ YORUMLAMA ÖRNEKLERİ

Cennette şarap içilmesi,
Şarap konusuyla ilgili bir başka yanlış yorumlama,
"Domuz eti bugünkü sağlık koşullarında yenebilir" denmesi,
Kıssaların masal sanılması,
Kuran'ı diğer ilahi kitapların bir kopyası, taklidi sanma,
Tezat ve Farklılıklar,
Kuran'daki bilimsel gerçeklerin eski medeniyetlerin bilgilerinden derlendiği yanılgısı,
Kuran Araplara indirilmiştir yanılgısı,
Allah'ın Kendi Zatı için "Biz" hitabını kullanmasını yanlış yorumlama,
Kuran'da verilen örnekleri anlayamama,
Kuran'daki tekrarları anlayamama,
Kuran'ın üslubunu anlayamama (müminlerin duaları, meleklerin sözleri),
Altı günde yaratılış konusu,
"Haman" ismi hakkındaki spekülasyonlar,
Nuh Tufanı hakkındaki spekülasyonlar,
SONSÖZ

EVRİM YANILGISI
 
YAZAR ve ESERLERİ HAKKINDA

Harun Yahya müstear ismini kullanan yazar, 1956 yılında Ankara'da doğdu. İlk, orta ve lise öğrenimini Ankara'da tamamladı. Daha sonra İstanbul Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi'nde ve İstanbul Üniversitesi Felsefe Bölümü'nde öğrenim gördü. 1980'li yıllardan bu yana, imani, bilimsel ve siyasi konularda pek çok eser hazırladı. Bunların yanısıra, yazarın evrimcilerin sahtekarlıklarını, iddialarının geçersizliğini ve Darwinizm'in kanlı ideolojilerle olan karanlık bağlantılarını ortaya koyan çok önemli eserleri bulunmaktadır.

Yazarın müstear ismi, inkarcı düşünceye karşı mücadele eden iki Peygamberin hatıralarına hürmeten, isimlerini yad etmek için Harun ve Yahya isimlerinden oluşturulmuştur. Yazar tarafından kitapların kapağında Resulullah'ın mührünün kullanılmış olmasının sembolik anlamı ise, kitapların içeriği ile ilgilidir. Bu mühür, Kuran-ı Kerim'in Allah'ın son kitabı ve son sözü, Peygamberimizin de hatem-ül enbiya olmasını remzetmektedir. Yazar da, yayınladığı tüm çalışmalarında, Kuran'ı ve Resulullah'ın sünnetini kendine rehber edinmiştir. Bu suretle, inkarcı düşünce sistemlerinin tüm temel iddialarını tek tek çürütmeyi ve dine karşı yöneltilen itirazları tam olarak susturacak "son söz"ü söylemeyi hedeflemektedir. Çok büyük bir hikmet ve kemal sahibi olan Resulullah'ın mührü, bu son sözü söyleme niyetinin bir duası olarak kullanılmıştır. 

Yazarın tüm çalışmalarındaki ortak hedef, Kuran'ın tebliğini tüm dünyaya ulaştırmak, böylelikle insanları Allah'ın varlığı, birliği ve ahiret gibi temel imani konular üzerinde düşünmeye sevk etmek ve inkarcı sistemlerin çürük temellerini ve sapkın uygulamalarını gözler önüne sermektir.

Nitekim Harun Yahya'nın eserleri Hindistan'dan Amerika'ya, İngiltere'den Endonezya'ya, Polonya'dan Bosna Hersek'e, İspanya'dan Brezilya'ya kadar dünyanın pek çok ülkesinde beğeniyle okunmaktadır. İngilizce, Fransızca, Almanca, İtalyanca, İspanyolca, Portekizce, Urduca, Arapça, Arnavutça, Rusça, Boşnakça, Uygurca, Endonezyaca gibi pek çok dile çevrilen eserler, yurt dışında geniş bir okuyucu kitlesi tarafından takip edilmektedir. 
Dünyanın dört bir yanında olağanüstü takdir toplayan bu eserler pek çok insanın iman etmesine, pek çoğunun da imanında derinleşmesine vesile olmaktadır. Kitapları okuyan, inceleyen her kişi, bu eserlerdeki hikmetli, özlü, kolay anlaşılır ve samimi üslübun, akılcı ve ilmi yaklaşımın farkına varmaktadır. Bu eserler süratli etki etme, kesin netice verme, itiraz edilemezlik, çürütülemezlik özellikleri taşımaktadır. Bu eserleri okuyan ve üzerinde ciddi biçimde düşünen insanların, artık materyalist felsefeyi, ateizmi ve diğer sapkın görüş ve felsefelerin hiçbirini samimi olarak savunabilmeleri mümkün değildir. Bundan sonra savunsalar da ancak duygusal bir inatla savunacaklardır, çünkü fikri dayanakları çürütülmüştür. Çağımızdaki tüm inkarcı akımlar, Harun Yahya külliyatında fikren mağlup olmuşlardır.
Kuşkusuz bu özellikler, Kuran'ın hikmet ve anlatım çarpıcılığından kaynaklanmaktadır. Yazarın kendisi bu eserlerden dolayı bir övünme içinde değildir, yalnızca Allah'ın hidayetine vesile olmaya niyet etmiştir. 

Ayrıca bu eserlerin basımında ve yayınlanmasında herhangi bir maddi kazanç hedeflenmemektedir.

Bu gerçekler göz önünde bulundurulduğunda, insanların görmediklerini görmelerini sağlayan, hidayetlerine vesile olan bu eserlerin okunmasını teşvik etmenin de, çok önemli bir hizmet olduğu ortaya çıkmaktadır.
Bu değerli eserleri tanıtmak yerine, insanların zihinlerini bulandıran, fikri karmaşa meydana getiren, kuşku ve tereddütleri dağıtmada, imanı kurtarmada güçlü ve keskin bir etkisi olmadığı genel tecrübe ile sabit olan kitapları yaymak ise, emek ve zaman kaybına neden olacaktır. İmanı kurtarma amacından ziyade, yazarının edebi gücünü vurgulamaya yönelik eserlerde bu etkinin elde edilemeyeceği açıktır. Bu konuda kuşkusu olanlar varsa, Harun Yahya'nın eserlerinin tek amacının dinsizliği çürütmek ve Kuran ahlakını yaymak olduğunu, bu hizmetteki etki, başarı ve samimiyetin açıkça görüldüğünü okuyucuların genel kanaatinden anlayabilirler. 
Bilinmelidir ki, dünya üzerindeki zulüm ve karmaşaların, Müslümanların çektikleri eziyetlerin temel sebebi dinsizliğin fikri hakimiyetidir. Bunlardan kurtulmanın yolu ise, dinsizliğin fikren mağlup edilmesi, iman hakikatlerinin ortaya konması ve Kuran ahlakının, insanların kavrayıp yaşayabilecekleri şekilde anlatılmasıdır. Dünyanın günden güne daha fazla içine çekilmek istendiği zulüm, fesat ve kargaşa ortamı dikkate alındığında bu hizmetin elden geldiğince hızlı ve etkili bir biçimde yapılması gerektiği açıktır. Aksi halde çok geç kalınabilir.

Bu önemli hizmette öncü rolü üstlenmiş olan Harun Yahya külliyatı, Allah'ın izniyle, 21. yüzyılda dünya insanlarını Kuran'da tarif edilen huzur ve barışa, doğruluk ve adalete, güzellik ve mutluluğa taşımaya bir vesile olacaktır.
 
OKUYUCUYA

• Bu kitapta ve diğer çalışmalarımızda evrim teorisinin çöküşüne özel bir yer ayrılmasının nedeni, bu teorinin her türlü din aleyhtarı felsefenin temelini oluşturmasıdır. Yaratılışı ve dolayısıyla Allah'ın varlığını inkar eden Darwinizm, 140 yıldır pek çok insanın imanını kaybetmesine ya da kuşkuya düşmesine neden olmuştur. Dolayısıyla bu teorinin bir aldatmaca olduğunu gözler önüne sermek çok önemli bir imani görevdir. Bu önemli hizmetin tüm insanlarımıza ulaştırılabilmesi ise zorunludur. Kimi okuyucularımız belki tek bir kitabımızı okuma imkanı bulabilir. Bu nedenle her kitabımızda bu konuya özet de olsa bir bölüm ayrılması uygun görülmüştür.
• Belirtilmesi gereken bir diğer husus, bu kitapların içeriği ile ilgilidir. Yazarın tüm kitaplarında imani konular, Kuran ayetleri doğrultusunda anlatılmakta, insanlar Allah'ın ayetlerini öğrenmeye ve yaşamaya davet edilmektedir. Allah'ın ayetleri ile ilgili tüm konular, okuyanın aklında hiçbir şüphe veya soru işareti bırakmayacak şekilde açıklanmaktadır. 

• Bu anlatım sırasında kullanılan samimi, sade ve akıcı üslup ise kitapların yediden yetmişe herkes tarafından rahatça anlaşılmasını sağlamaktadır. Bu etkili ve yalın anlatım sayesinde, kitaplar "bir solukta okunan kitaplar" deyimine tam olarak uymaktadır. Dini reddetme konusunda kesin bir tavır sergileyen insanlar dahi, bu kitaplarda anlatılan gerçeklerden etkilenmekte ve anlatılanların doğruluğunu inkar edememektedirler.

• Bu kitap ve yazarın diğer eserleri, okuyucular tarafından bizzat okunabileceği gibi, karşılıklı bir sohbet ortamı şeklinde de okunabilir. Bu kitaplardan istifade etmek isteyen bir grup okuyucunun kitapları birarada okumaları, konuyla ilgili kendi tefekkür ve tecrübelerini de birbirlerine aktarmaları açısından yararlı olacaktır.

• Bunun yanında, sadece Allah rızası için yazılmış olan bu kitapların tanınmasına ve okunmasına katkıda bulunmak da büyük bir hizmet olacaktır. Çünkü yazarın tüm kitaplarında ispat ve ikna edici yön son derece güçlüdür. Bu sebeple dini anlatmak isteyenler için en etkili yöntem, bu kitapların diğer insanlar tarafından da okunmasının teşvik edilmesidir.

• Kitapların arkasına yazarın diğer eserlerinin tanıtımlarının eklenmesinin ise önemli sebepleri vardır. Bu sayede kitabı eline alan kişi, yukarıda söz ettiğimiz özellikleri taşıyan ve okumaktan hoşlandığını umduğumuz bu kitapla aynı vasıflara sahip daha birçok eser olduğunu görecektir. İmani ve siyasi konularda yararlanabileceği zengin bir kaynak birikiminin bulunduğuna şahit olacaktır.

• Bu eserlerde, diğer bazı eserlerde görülen, yazarın şahsi kanaatlerine, şüpheli kaynaklara dayalı izahlara, mukaddesata karşı gereken adaba ve saygıya dikkat etmeyen üsluplara, burkuntu veren ümitsiz, şüpheci ve ye'se sürükleyen anlatımlara rastlayamazsınız.
 
GİRİŞ 

Kuran, Alemlerin Rabbi, sonsuz ilim ve güç sahibi olan Allah'tan insanlara bir rahmet olarak indirilmiştir. Allah insanlara bir kitap göndermekle onlara lutfetmiştir. Allah'ın bu lütfuna samimiyet, minnettarlık ve şükür ile karşılık verenler bu davranışlarının faydasını yine kendileri görürler. Kuran'ı anlar, iman eder, ona tabi olur ve Allah'ın rahmetine girerler. Dünyada da ahirette de Allah'tan güzel bir karşılıkla mükafatlandırılırlar. Bunun aksine, art niyetli ve düşmanca bir tavırla Kuran'a yaklaşanlar ise bunun zararını yine kendileri görürler. Kuran'ı kavrayamaz, ondan istifade edemez, dünyada ve ahirette kayba uğrarlar. Ancak, ne Kuran'a ne de İslam'a bir zarar veremezler. 

Kuran, her insanın rahatlıkla anlayabileceği bir kitap olarak indirilmiştir. Allah bir ayetinde, "Ey insanlar, Rabbinizden size bir öğüt, sinelerde olana bir şifa ve mü'minler için bir hidayet ve rahmet geldi." (Yunus Suresi, 57) buyurmaktadır. Bu ayetten de anlaşıldığı gibi Allah'a iman eden ve vicdanına uyan her insan Kuran ayetlerinden öğüt alabilir, ayetlerdeki emirleri en güzel şekilde yerine getirebilir. 
Ancak nefsine uyan, Allah'ın gücünü takdir edemeyen, ahiret konusunda şüphe içinde olan insanlar, ayetleri de kendi bozuk mantıkları doğrultusunda yanlış yorumlarlar. Allah bir ayetinde Kuran'da öğüt alamayan bu insanların durumunu şöyle haber vermiştir:

Andolsun, Biz bu Kuran'da çeşitli açıklamalar yaptık, öğüt alıp-düşünsünler diye. Oysa bu, onların daha uzaklaşmalarından başkasını arttırmıyor. (İsra Suresi, 41)
Buraya kadar anlatılanlardan anlaşılacağı gibi Kuran'ı doğru anlamak samimi olarak iman etmekle mümkündür. Allah Kuran'ı, iman edip akleden kullarının kavrayıp öğüt alabileceği apaçık bir Kitap olarak indirmiştir. 
İnsanın imanı arttıkça aklı, samimiyeti ve Allah korkusu da aynı derecede artar, dolayısıyla Kuran ayetlerindeki incelikleri ve sırları daha iyi kavrar. 
Henüz iman etmemiş bir kimse de, ön yargı, art niyet taşımadan samimi bir vicdanla Kuran'a yaklaştığı takdirde, onun ilahi bir kitap olduğunu kolaylıkla kavrar ve iman eder. Allah'ın ayetleri apaçık olduğu için hemen onları uygulamaya geçirir. İman ettikten sonra ise imanının derinliği, duası ve bilgisi ölçüsünde Kuran'ın sırları ve incelikleri kendisine açılır. 

İman etmeyen, Allah korkusuna sahip olmayan kişiler ise Kuran'ı doğru kavrayamazlar. Anladıklarını sandıkları konuları ise yanlış anlarlar. Açık ve net ifadeleri kendilerince çelişkili olarak algılarlar. Bu tarz kişiler ne kadar zeki ne kadar bilgili ve ne kadar kültürlü olurlarsa olsunlar, Kuran'ı ne kadar araştırırlarsa araştırsınlar Allah'a iman etmedikleri için akletme yeteneğinden yoksundurlar. İşte bu yüzden Kuran'ı anlayamazlar.

Kuran'a karşı, kendilerince birtakım itirazlar getiren kimselerin öne sürdükleri iddialar incelendiğinde, bunların kökeninde önemli bir anlayış ve mantık bozukluğu olduğu görülür. Kimi zaman bir ilkokul çocuğunun bile açık ve kolay biçimde kavrayabileceği ayetleri, nefsine uyan bazı kimseler kendilerince çelişkili ve anlaşılmaz görürler. Kuran'ın çeşitli yerlerinde verilen örnekler için inkar edenlerin, "Allah bu örnekle neyi kastetti" diyerek şaşırıp kaldıkları, bu örnekleri anlayamadıkları belirtilir. 

Gerçekten de Kuran'da haber verildiği gibi inkar edenler her devirde bu örnekleri kavrayamadıklarını doğrudan ya da dolaylı olarak itiraf ederler. Bu, Kuran'ın bir mucizesidir; aynı ayeti bir mümin rahatlıkla kavrarken, inkar eden bir kimse kavrayamamaktadır. Bu da bize Kuran'ın anlaşılmasının veya anlaşılmamasının tamamen niyete bağlı olduğunu, Allah'ın dilediğine anlayış verdiği gibi, dilediğini de ayetlerinden perdelediğini göstermektedir. 

Bu durum bir ayette şöyle haber verilir:

Kendisine Rabbinin ayetleri öğütle hatırlatıldığı zaman, sırt çeviren ve ellerinin önden gönderdikleri (amelleri)ni unutandan daha zalim kimdir? Biz gerçekten, kalpleri üzerine onu kavrayıp anlamalarını engelleyen bir perde (gerdik), kulaklarına bir ağırlık koyduk. Sen onları hidayete çağırsan bile, onlar sonsuza kadar asla hidayet bulamazlar. (Kehf Suresi, 57)

İman eden, samimi, vicdanlı bir insan Kuran'daki temel imani konuları, hükümleri gayet rahat anlar ve uygular. Ne var ki iman etmeyen, samimiyetsiz, ön yargılı bir insan her türlü teknik bilgiye ve mükemmel bir Arapça bilgisine sahip olsa, bir bilim dalında otorite kabul edilse yine de Kuran'ı gerektiği gibi ve doğru anlayamaz, çünkü böyle bir kimse en başta nefsine uymaktadır. Bu yüzden de akletme yeteneğinden yoksundur. Akledemediği için de Kuran ayetlerini yanlış anlar, ayetler hakkında çarpık ve akılsızca yorumlar yapar. 

Bu kitapta, akledemeyen bu tür kişilerin, Kuran'ı yanlış yorumlamalarının nedenleri ele alınmakta, bunların ayetler hakkında yaptıkları akılsızca yorumlardan ve itirazlardan çeşitli örnekler incelenip ve cevapları verilmektedir. Bir kısmı, toplumda aydın, bilim adamı olarak itibar gören bu kişilerin Kuran ayetleri hakkında getirdikleri itirazlardan yola çıkılarak, akılsızlıkları, yargılarındaki ve mantık örgülerindeki bozukluklar ortaya konmaktadır. 
 

2 Aralık 2020 Çarşamba

Rüya Konusuna Dair Kuşatıcı Bir Bakış

Rüya Konusuna Dair Kuşatıcı Bir Bakış




Erdem AKÇA.,

 Rüya konuda tarih boyunca dindar olsun olmasın birçok fikir ve ilim adamının sözleri bulunuyor. Fakat rüya, maddi ve manevi her iki âleme açık bir gerçek olduğundan, ayrıca sembolik yönü de bulunduğundan sırf maddi yönü ele alan bilim adamlarının sözü rüya konusunda yetersiz kalıyor. Bu yüzden maddi-manevi her iki âlemi bilen, insanın bu iki âlemlerle bağlantısının farkında olan, rüyaların sembolik yönünü anlayan ve izah eden gerçek din âlimlerinin sözlerini dinlemek daha doğrudur. Mesela Hz. Ali bu hakiki âlimlerden birisidir. Fakat yeri geldikçe bilim adamlarının rüya konusundaki emeklerinin ürünü olan sağlıklı ve dengeli fikirlerini de bu yazıda paylaşmak istiyorum. Rüya konusunun gerçek mütehassısı olan Hz. İmam-ı Ali rüya hakkında şöyle der:
“ Uyku zamanı ruh bedenden çıkar. Onun ışıkları ise bedende kalır. Uyuyan kimse bununla rüya görür. Uykudan uyanacağı zaman ruh, bedene bir anda intikal eder. Uyuyan nefsin semada gördüğü sâdık rüyadır; ruhun cesede dönmesinden sonra gördüğü kâzib (yalancı) rüyadır. ”    
Hz. Ali’nin hocası olan Hz. Peygamber (ASM) rüya hakkında şöyle der: “ Müminin rüyası, uykusunda Rabbinin kendisine söylediği bir sözdür. ” 
Bu açıdan bakılınca Allah, rüya vasıtasıyla kullarıyla konuşmakta, onlara hitap etmekte ve onları muhatap almaktadır. Rüya ise, Allah ile irtibat penceresi olmaktadır. Bu açıdan bakılınca rüya, bir çeşit gaybdan haber almadır. Gaybdan haber alma denilince akla peygamberler geliyor. Peygamberlerin bir sınıfı olan nebiler, lügat manasıyla, gaybdan hakikat bilgisini getiren, Allah ile irtibat kuran insanlar demektir. Bu noktada rüyalar peygamberlik sistemi açısından önemli bir yere sahiptir. Hz. Peygamber (ASM) bu ilişkiyi şöyle açar:
“ Rüya, nebiliğin 46 parçasından bir parçadır. ”  Hz. Peygamber’in (ASM) nebiliği, 23 yıl sürdü. Bunun ilk 6 ayında vahyi, rüyalar suretinde alıyordu. Bu hadis o 6 aylık sürenin kendi nebiliği içindeki oranını vermektedir. Hz. Peygamber (ASM) bu gördüğü rüyaları şöyle anlatır: “ Sabahın aydınlığı gibi berrak ve hakikati olduğu gibi gösteren rüyalardı. ” 

Rüyaların Çeşitleri

Her mevzuda çeşitlilik, kalite ve yoğunluk farkları olduğu gibi rüya konusunda da çeşitlilik vardır. Hz. Ali’nin işaret ettiği üzere rüyalar da, ruhun bedenle temas derecesine göre farklılık arz eder. Ruh bedensellikten ne kadar uzaklaşırsa göreceği rüyalar da o kadar kutsal ve nurlu manalar içerecektir. Bu meseleyi Hz. Ali’nin üstadı olan Hz. Peygamber (ASM) şöyle ifade eder:
“ Zaman yaklaştıkça müminlerin rüyası hemen hemen hiç yanılmayacaktır. Rüyası en doğru olanlar, sözü en doğru olanlardır. Müslümanın rüyası, nebiliğin 46’da 1’idir. Rüya 3 kısımdır:

1) Allah tarafından müjde olan rüya…
2) Şeytan’ın üzüntü vermesinden ileri gelen rüya…
3) İnsanın onunla kendi fikrini meşgul ettiği rüya… ” 

Kur’an, 2 ve 3. Kısım rüyalara “ adğasu ahlâm ” yani düşünce demetleri diye isim verir.  Bu manada gerçeğe en yakın ve gerçeği gösteren rüyalar, hakiki rüyalardır. Bunlara Hz. Ali gibi âlimler “ sâdık rüyalar ” adını verirken; diğer gruptakilere “ kâzib rüyalar ” adını veriyorlar. 
Nasılki Sırat köprüsü, mahşer ile Cennet arasında köprüdür; ölüm, dünya ile Berzah âlemi arasında köprüdür; doğum, Ruhlar âlemiyle dünya arasında köprüdür. Aynen öyle de uyku da, dünya ile rüya âlemi arasında köprüdür. İnsanın rüya âlemi ile temasta olduğu derin uyku hali, gerçek uykudur ve insanı dinlendirici kısım orasıdır. İnsan dinlendikten sonra, ruh bedene intikal eder fakat uyanamaz. Dış dünyadan, uyuduğu yerin etrafından gelecek bir ses, sıcaklık, soğukluk ve temas neticesinde uyanır. Bu esnada, şeytanın dürtülerine açıktır. İşte rüyalanma denilen hadise bu kısımda meydana gelir. Arapça’da buna “ ihtilam ” denilir ki, “ adğasu ahlam ” ile anlatılan rüyalardan biridir. O esnada görülen hayaller, zihnin kendini eğlendirme amaçlı çalıştığı durumlardır. 

Sigmund Freud rüyayı şöyle tarif eder: “ Dimağda dinî sebepler ve gelenekler sebebiyle açığa vurulmayıp hapsedilen duyguların tezahürüdür. ” Tarife dikkat edersek Freud’un rüya hakikatinin en alt ve yalancı kısmı olan 2. ve 3. kısımları tespit ettiğini ve rüya saydığını görmüş oluruz. Maalesef Freud, bu hakikatsiz veya gerçeğe aykırı olabilen görmelere, “ rüya ” diyor. Oysaki gerçek rüya, 1. Kısımdaki rüyalardır.

Uyku esnasında bazen de doğrudan doğruya şeytan, cin ve ruhanilerin etkileri de kişiye bulaşabilir. Bunun neticesinde korkulu ve üzüntülü manzaralar görülür. Bu tarz rüyalarda iç sıkıntısı ve bunalım havası vardır. Mesela rüyada yılanlar veya köpekler tarafından kovalanma, kusma, terk edildiğini görme, konuşmaya kalktığında sesinin çıkmaması gibi… Bu tarz rüyaların da kendince bir manası vardır fakat sâdık rüyalar gibi hayatî önemde değildirler. Bununla beraber bu durum kişiden kişiye farklılık arz edebilir.

Evet asıl rüya 1. Kısım rüyadır. Bu rüyalar hakkında Hz. Peygamber (ASM) arkadaşlarına şöyle der:        

-“ Risalet ( elçilik ) de, nebilik ( habercilik ) de sona ermiştir. Benden sonra ne resul ne de nebi vardır. ( Bu durum sahabelerin ağırına gidince Hz. Peygamber şöyle devam etti. ) Fakat sevindirici şeyler vardır. ( Sahabeler bu sevindirici şeyleri sorunca Hz. Peygamber şöyle cevap verdi: ) 
-Müslümanın rüyasıdır ve bu rüya, nebiliğin bir parçasıdır. ” 

Güzel ve Sâdık Rüya Görme Tekniği

Hz. Peygamber’in rüyaları sınıflandırdığı hadis-i şerif, çok önemli bir sırrın da deşifresidir. Hazret diyor ki: “Rüyası en doğru olanlar, sözü en doğru olanlardır. ” Yani doğru, müjdeleyici, ferahlatıcı ve güzel rüya görmek istiyorsan doğruluğu hayatının ayrılmaz parçası yapacaksın, diyor. Çünkü doğru rüya, Allah’ın yarattıkları ile bir konuşmasıdır. Allah ise, yalancıları sevmez ve muhatap kabul etmez. İnsanın fıtratı, doğduğu anda yalandan nefret edecek şekilde programlanmıştır. Bu manada yalanlarla fıtratlarını bozan kişiler, doğru rüya görme haklarını kaybediyorlar. Ne zaman doğru konuşmakla doğrulaşmaya başlasalar rüyalarında bir düzelme ve değişme meydana gelmiştir. Bu durum sayısız tecrübeler ile sabittir.

Evet doğruluk, bir çekirdektir. Özdeki bu doğruluk, sözdeki ve faaliyetlerdeki doğrulukla büyür ve ağaç haline gelir. Doğruluk öyle bir ağaçtır ki, peygamberlerde vahiy meyvesi verir. Evliya denilen Allah dostlarında ilham çiçeğini açar. Âlimlerde ise, sâdık bir sezgi tomurcuğunu çıkarır. Bizim gibi insanlardaki doğruluk ağacı ise, sâdık rüyalar denilen yeşil yaprakları ve mutluluk gölgesini doğurur. Doğruluğun kazandırdığı güzellikleri ve yalanın insanın başına getirdiklerini Hz. Peygamber şöyle ifade eder: 
-“ Doğruluk kişiyi, öz temizliğine ve iyiliğe; öz temizliği ve iyilik ise, Cennet’e götürür. İnsan doğru söyleye söyleye Sıddıklar yani özü-sözü doğrular defterine yazılır. Yalan ise kişiyi, günahkârlığa; günahkârlık ise Cehennem’e götürür. İnsan yalan söyleye söyleye kezzablar          ( özü-sözü yalancılar ) defterine kaydedilir. ”  
Hadisler beraber okununca görülür ki yalanın kaybettirdiği bir güzellik de, güzel ve doğru rüyalardır. İnsan ve fıtrat konusunun uzmanı olan peygamberlerin, peygamberlerin piri olan Hz. Muhammed’in (ASM) bu tespiti değişmez bir gerçektir. Böyle olduğu için tecrübe edilmeye açıktır. Evet sâdık rüya nâzik bir kuştur; zehirli ve eğri bir dala konmaz.

Sâdık rüya, insanın Hakikat’e doğru yolculuğunda İlâhî birer ışık ve kandil hükmündedir. İnsan doğruluk ile Hakikat’e doğru yürüyebildiği ve erişebildiği gibi, ihlas ve samimiyet ile, şükür ve muhabbet ile, nefis terbiyesi ve riyazet ile, Allah yolunda cihad ve gayret ile, Resulullah’a salavat ve ibadet ile de Hakikat’e doğru yürüyebilir ve ulaşabilir. Her birinde de ilerleme safhasında sadık rüyalar görebilir. Bu bölümde peygamberlerin Hakikat’e gittikleri ana caddelerden biri olan doğruluk merkezli tekniği ele aldım. Güzel bir sözde denildiği gibi    “ Allah’a giden yollar, mahlukatın nefesleri ve nefisleri sayısıncadır. ”

Sâdık Rüyaların Çeşitleri

Muhyiddin-i Arabî sâdık rüyalar hakkında şöyle der: “ Sâlih müminlerin gördüğü rüyalar genellikle müjdeleyici nitelikte olduğundan bunlara büşrâ veya mübeşşire adı verilir. Uyarı niteliğinde olan rüyalar da vardır. Bu tür rüyalara tahrîr (bilgilendirme) rüyaları denilir. İbadet ve taatten uzaklaşan kula bu türden rüyalar gösterilerek tövbeye ve kulluğa yönlendirilir. Sâdık rüyaların üçüncü kısmı ilham rüyalarıdır. Kişi bu tür rüyalarda kendini din ve hayır hizmetlerinde bulunurken görür. İlham rüyalarının gösterilmesindeki amaç kulluğun daha da arttırılmasıdır. Şeytandan veya nefisten kaynaklanan ve adğâsü ahlâm ya da kâbus adı verilen kâzib rüyalar karışık, anlamsız ve genellikle hüzün vericidir. ”  
Bu 3 sınıfıyla sâdık rüyalar, nebilerin vazifeleriyle bire bir örtüşüyorlar. Kur’an’da Cenab-ı Hakk, “ Ey Nebi! Biz seni hakka bir şâhid olarak, müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik ” der.  Sâdık rüyanın peygamberlikten bir parça olması ve devamı olmasına nazaran, sâdık rüyalar da peygamberlerle aynı özellikleri içerirler. Mübeşşir ve büşra olan sâdık rüyalar, peygamberlerin “ müjdeleyici ” özelliğiyle; tahrir rüyaları, peygamberliğin “ uyarıcı ve ikaz edici ” özelliğiyle, ilham rüyaları ise, peygamberliğin “ hakka şâhid olma ” özelliğiyle ilgilidir.

Rüyaların Anlaşılma ve Ayırt Edilme Yöntemleri

Rüyaların hakkıyla anlaşılması konusunda bazı anahtar kavramlar bulunuyor: Tabir ve te’vil gibi… Tabir, uykuda yaşanan olayların enfüsî ve içsel, âfâkî ve dış dünyaya ait yönlerini ayırt edip bu ilişkileri belirten bir alamet ile onların ötesindeki hakikate geçme demektir. Ta’bir, bir köprü vasıtasıyla bir yakadan diğer yakaya geçmeye benzer. Anlaşılması nispeten kolay, sembolik yönü güçlü olmayan rüyalar için geçerlidir. Te’vil ise, bir şeyin semavi köküne ve özüne inerek, ilk esnada ona yüklenen manasını bilerek onu anlamaya çalışmadır. Te’vil, iç içe benzetmelerin, çok katmanlı manası olan rüyaların anlaşılması hakkında geçerlidir. Bu tabir Kur’anda, bir kısım âyetlerin anlaşılması konusunda kullanılır.  Evet, Kur’an kendi âyetlerini   “ muhkem ” ve “ müteşâbih ” âyetler olarak ikiye ayırır. Muhkem âyetler, tefsir edilip açılanırken; müteşâbih olanlar ise, te’vil edilir ve çözümlenirler. Müteşâbih âyetleri te’vil edebilmek için iç içe benzetme yönlerini, gayb-şehadet bağlarını, maddi-manevi âlem ilişkilerini ve farklarını bilecek hakiki ve köklü bir ilim gerekir. Rüyaların bir kısmı, bu manada müteşâbih âyetler gibidir.  

Te’vil meselesini anlama için yaşadığım bir olay ve onunla dolaylı yoldan ilgili bir rüyayı anlatmak istiyorum. Tâ ki meseleyi aydınlatsın. Arapça konusunda uzman bir hocamız bir gün sabır kelimesinin dilbilgisi açısından kök manası “ toprak yemektir ” demişti. İlk duyduğumda şaşırmıştım. Zihnimde bu mana kaldı. Demek hepimizin bildiği direnç gösterme, tahammül etme manası o kelimeye zamanla eklenen ve ilk manasını unutturan bir hal almış. Yakın zamanda, uzun süreli bir musibete uğrayan bir arkadaş rüyasında görüyor ve ona deniliyor ki: 
-“ Senin sıkıntının bitmesi için, biraz daha toprak yemen gerekli… ” Bu rüyadan anladım ki, yıllar önce hocamın söylediği o kök mana, işin esasında o kelimenin ilk manası, manevi âlemlerdeki karşılığı olan şeymiş... Eğer o hocamdan sabır kelimesinin evvel manasını öğrenmese idim, o rüyayı te’vil edemeyecek ve rüyayı gören kişiyi de aydınlatamayacaktım. Bu açıdan rüya âlimleri şöyle derler: 
-“ Rüya tabircisinin Kur’an’da ve hadislerde geçen teşbihleri ve sembolik ifadeleri bilmesi, rüyaları yorumlarken bunlardan yararlanması gerekir. Ayrıca kelimelerin etimolojisini, atasözlerini ve deyimleri iyi bilmelidir. ”  Tabir ve tevile dair bilgiler ışığında birkaç rüyayı şu şekilde inceleyebiliriz: 

Madem en doğru sözlü kişiler ve doğru insanlar peygamberlerdir. Elbette onların rüyaları da en doğru rüyalardır. Bu rüyalar içinde de vahiy derecesinde olup Kur’anda yer alanları ele almak en doğru davranıştır. Kur’anda birçok peygamber rüyası işlenir. Yaşadığı hayat, bir sâdık rüyanın gerçekleşmesi çerçevesinde anlatılan ve peygamberler içinde rüya ilmi ile öne çıkanlardan biri Hz. Yusuf’tur (AS). Yusuf sûresinde 4 rüya anlatılır. Bunlardan 2 tanesi şöyle:
Hz. Yusuf’un (AS) Kendi Rüyası… 

4 - Hani bir vakitler Yusuf, babasına demişti ki: " Babacığım, ben rüyada on bir gezegenle güneşi ve ayı bana secde ederken gördüm. "

5 - (Babası) "Yavrucuğum! "dedi, " Rüyanı kardeşlerine anlatma. Sonra sana bir tuzak kurarlar. Çünkü şeytan insanın açıkça düşmanıdır. "
6 - "Ve işte böyle, Rabbin seni seçecek ve sana rüya te’vilinden bilgiler öğretecek. Bundan önce ataların İbrahim'e ve İshak'a tamamladığı gibi, nimetini hem sana, hem de Yakup soyuna tamamlayacaktır. Muhakkak ki, Rabbin alîmdir, hakîmdir. "
Bu rüyanın tevilini Yusuf sûresinin sonundaki olay bize gösteriyor.
99 - Ne zaman ki, onlar Yusuf'un yanına vardılar, işte o zaman Yusuf anasını ve babasını kucakladı, yanına aldı ve "Buyurun Allah'ın dilemesiyle güven içinde Mısır'a girin" dedi.

100 - Anasıyla babasını yüksek bir taht üzerine oturttu ve hepsi birden Yusuf için secdeye kapandılar. Bunun üzerine Yusuf dedi ki: "İşte bu durum, o rüyamın te’vilidir. Gerçekten Rabbim onu gerçekleştirdi. Şeytan benimle kardeşlerimin arasını bozduktan sonra, beni zindandan çıkarmakla ve sizi çölden getirmekle Rabbim bana hakikaten ihsan buyurdu. Doğrusu Rabbim dilediğine lütfunu ihsan eder. Şüphesiz O, her şeyi bilir ve hikmet sahibidir."

Rüyadaki güneş, Hz. Yakub (AS); ay, Hz. Yusuf’un (AS) annesi; 11 gezegen ise, Hz. Yusuf’un kardeşleridir. Her çocuğun dünyasında, hakikat bu şekildedir. Bu cihetten Hz. İbrahim kıssasında da gezegen, ay ve güneş sıralaması vardır. 
Bu rüyadan birçok te’vil erbabı çok farklı manalar anlamış ve anlatmışlar. Âyet bu tarz anlamalara müsaittir. Bu manaların hepsi de doğru ve haktır. Çünkü farklı seviyelerin derslerini ve ilaçlarını ifade eder. 

Mısır Kralının Rüyası

43 - Bir gün melik (hükümdar) dedi ki: "Ben rüyamda yedi cılız ineğin yedi semiz ineği yediğini ve yedi yeşil başakla yedi kuru başak görüyorum. Ey ileri gelenler! Siz rüya tabir edebiliyorsanız benim bu rüyamın tabirini bana bildirin."
44 - Dediler ki: " Rüya dediğin şey adğâsu ahlamdır ( yani karma karışık düşünceler ). Biz ise böyle karışık şeylerin te’vilini bilemeyiz."
45 - O zindandaki iki kişiden kurtulmuş olanı nice zamandan sonra hatırladı da dedi ki: "Ben size o rüyanın te’vilini haber veririm, hemen beni gönderin."
46 - "Ey Yusuf, ey doğru sözlü! Bize şunu hallet: Yedi semiz ineği, yedi cılız inek yiyor. Ve yedi yeşil başakla diğer yedi kuru başak… Umarım ki, o insanlara doğru cevap ile dönerim, onlar da (senin kadrini) bilirler."
47 - Dedi ki: "Yedi sene eskisi gibi ekeceksiniz, biçtiklerinizi başağında bırakınız, biraz yiyeceğinizden başka. "
48 - "Sonra onun arkasından yedi kurak sene gelecek, önceki biriktirdiklerinizin biraz saklayacağınızdan başkasını yiyip bitirecek."
49 - "Sonra da onun arkasından yağışlı bir sene gelecek ki, halk onda sıkıntıdan kurtulacak, (üzüm, zeytin gibi mahsülleri) sıkıp faydalanacak."
Hz. Yusuf, ineği, sene ile te’vil ediyor. 4 mevsim, bu ineğin birer bacağıdır. Semiz inek, bolluk yılları; cılız inek ise, kıtlık yıllarını ifade ediyor. 7 yeşil başağı ise, bolluk yıllarının mahsulü; 7 kuru başağı ise, kıtlık yıllarının mahsulü olarak tevil ediyor. Evet bereketin sembolü, başaktır.
Rüyalar kişinin karakteri, vazifesi ve sosyal konumuna göre şekil alır. Herkes her rüyayı görmez ve göremez. Dikkat edilmişse, bu her iki rüya da gelecek zamanla ilgilidir. Birisi Hz. Yusuf’un (AS) istikbalinden ve potansiyelinden haber veriyor. Diğeri ise, toplumun istikbali ve yaşayacağı potansiyel durumlardan haber veriyor. Bu açıdan Said Nursi: “ Rüya-yı sâdıka, hiss-i kable’l-vukunun fazla inkişafıdır ”  der. Hiss-i kable’l-vukua bilim dünyası “ önsezi ” diyor. Demek rüya, ruhun gelecek zamanı keşfetmesi ve bir güven arayışıdır. 

Rüyaların Faydaları

Her insan rüya görür. Fakat rüyasını hatırlayıp hatırlamama da insanlar farklılık arz ederler. Rüyaların bir kısmı, kısa filmdir. Bazısı ise, bir manzara ve fotoğrafı görme şeklindedir. Hatırlama gücü yüksek insanlar, kısa film tarzı rüyaların detaylarını bile hatırlarken; hatırlama gücü zayıf insanlar fotoğraf görme şeklindeki rüyaları bile hatırlayamamaktadır. Bu yüzden rüya âlimleri, insanlara yataklarının başucunda bir kâğıt-kalem olmasını tavsiye ederler. Bazen de rüyada görülen ve uyanılınca hatırlanan isim, şekil ve saireler kısa bir süre sonra unutulur. Bu hafıza ve hatırlama yönümüz ile beraber rüyalar yine de bizim dünyamızda fonksiyonlarını duygusal manada icra ederler. 
1. Fayda:  Rüyaların en temel fonksiyonu “ ruhu dinlendirmek ” tir. İnsan ruhu, maddi, monoton ve fâni şeylerle meşguliyetten boğulacak dereceye gelir. Rüya âleminde, ruh madde zindanından ve beden kafesinden kurtulur; biraz da olsa nefes alır. Ruhun nefes alması, onu dinlendirir. Hakikate dair bir hissediş veya bir keşif, ruhu heyecana düşürür. Bazen uykudan heyecanla kalkılması bu sebeptendir. Uyku, bedeni dinlendirdiği gibi; güzel rüyalar da ruhu dinlendiriyorlar. Bu hakikat ve kanunu Kur’an “ Uykuyu sizler için dinlenme ve sükunete erme yeri kıldık ”  şeklinde ifade eder. Bu açıdan bakılınca güzel rüyalar, insan hayatındaki monotonluğu giderme ve kişiyi yenileyerek mutlu etme amaçlıdır. Alman bilgin ve şairi Novalis bu meseleyi şöyle ifade eder: 
- “ Rüya, yaşama monotonluğunu ortadan kaldırır. Rüyalar olmasaydı insanlar daha erken ihtiyarlayacaktı. ” 

2. Fayda: Rüyanın diğer ve en temel faydası, insanın Yaratıcısı ile irtibat penceresi ve konuşma vasıtası olmasıdır. Bu manada rüya, Allah ile sürekli bir iletişim içinde olduğumuzu hissedip görebileceğimiz yerdir. Bazen rüyalar o kadar sâdıklaşır ve berraklaşır ki, kişi rüyasında Allah’ı görür (CC). Ehl-i Sünnet’in 4 hak mezhebinden Hanbeli mezhebinin İmamı, Ahmed bin Hanbel Hz.leri gibi… O der ki: 
-“ Bir gece rüyamda Rabbimi gördüm. Ona sordum:
-“ Senin özel kullarını sana yakın kılan şeylerin en hayırlısı nedir? ” Rabbim dedi ki:
-“ Ey Ahmed! Benim kelâmım olan Kur’anı okumaktır. ” Rabbime sordum:
-“ Anlayarak mı, yoksa anlamayarak mı okumak? ” Rabbim dedi:
-“ Anlayarak ve anlamayarak… ” Demek Kur’an, anlamadan da okunsa Allah katında yakınlığa yol açıyor. Mühim olan Allah’a yakınlıktır. Anlayarak okuyup Allah’a daha fazla yakın olunabileceği değişmez bir hakikattir. 
Ahmed bin Hanbel Hz.lerinin bu rüyasının benzeri binlerce sâdık ve güzel rüya geçmişte görülmüştür, hâlen görülüyor ve gelecekte de görülecektir. Bu özelliğiyle rüyalar, Tevhid’in kişinin hayatında hissedileceği bir noktadır. Rüyanın bu faydası çok hayatîdir. Çünkü bu fayda deist fikirde olanların iddialarını çürütüyor. Ayrıca İlahiyat profesörü olup “ Rüyalar boş şeylerdir ” diyen kişilerin ve onlara tabi olanların fikirlerini yıkıyor. Ayrıca insana kendini yapayalnız hissettiği durumlarda dahi yalnız olmadığını, Allah nazarında değerli olduğunu gösteriyor ve hissettiriyor.

3. Fayda: Rüyanın diğer bir faydası ise, kişinin yaptığı yanlışları ona bildirme; yapabileceği muhtemel yanlışlar konusunda onu ikaz etme ile kendini gösterir. Bu, rüyanın celâlî yönü… Bazen de rüyalar, kişinin yaptığı iyiliklerin Hakk katında makbuliyetini bildirdiği gibi, yapabileceği muhtemel iyilikleri de ona bildirir. Bu da rüyanın cemalî ve ikram yönü… Her insan Allah için özeldir. Bu yüzden Allah ona rüyalarıyla yol gösterir. Rüyalarla insanı şerden koruduğu gibi yine rüyalarla hayra sevk eder. Bu açıdan Hz. Peygamber (ASM) ve Onun müridleri olan tasavvuf erbabı rüya mevzuuna çok önem verirlerdi. Hz. Peygamber (ASM) her sabah sahabelerine: 

-“ Bu gece rüya gören var mı? ” diye sorardı. Eğer rüya gören varsa anlatmasını ister; bilahare o rüyayı te’vil veya tabir ederdi. Eğer rüya gören yoksa ve kendisi görmüşse kendi rüyasını anlatır ve te’vilini yapardı.
Örnek bir rüyaya geçmeden önce kısa bir bilgi vermek istiyorum. Kur’an, gıybet etmeyi, ölü bir kişinin etini yemeye benzetir.  Eti yenilen kişiyi, kendini savunmaktan âciz bir ölü kişi olarak sunar. Kur’an, meselenin rüya ve misal âlemindeki karşılığıyla onu ifade ediyor. Gıybetle ilgili birçok rüya hep “ et yeme ” içerikli olarak görünmüştür. 
Örnek Rüya: Allah dostu bir âlimin meclisinde adamın biri kalkıp dilencilik yaptı. Bunu gören o zât, hatırından şöyle geçirdi:
– “ Adamın vücudu sıhhatli, çalışıp kazanabilir. Hâl böyle iken niçin dileniyor ve bu zillete katlanıyor? ”
O gece rüyasında, önüne üzeri örtülü bir tepsi kondu ve kendisine denildi ki:
– “ Haydi ye! ” 
Tepsinin kapağını kaldırınca, sözü edilen dilencinin ölmüş ve bu tepsinin içine konulmuş olduğunu gördü. Dedi ki:
– “ Ben ölü eti yemem! ” Bunun üzerine ona denildi:
– “ Peki, dün gece mescidde niçin yedin? ”
Bu rüyada etin örtülü halde gelmesi, kişinin alenen değil içinden gıybet etmesini ifade eder.
Bu rüya bize bildiriyor ki Allah, dostlarının içinden geçirdiklerinden de onları sorumlu tutuyor. “ Zannın çoğundan sakının. Zanların bir kısmı günahtır ”  âyetiyle onları muhatap alıyor.
Diğer örnek rüya bir dostumun yaşadığı şeylerle ilgili gördüğü bir rüyadır: O dostum şöyle anlattı: 
-“ Ben eskiden müzikle uğraşırdım. Bestelerim falan vardı. Bir yakınımla son konuşmamız, müzik ve bestelerim üzerine oldu. Bu yaptığım kısa konuşma beni geçmişe çekti. Öğle namazını kılarken içim geçmiş: 
“ Bir çölde kum fırtınası içinde harabeler arasında güç bela ilerlemeye çalışır gibi göründü. Hatta denildi: 
-‘ Buralarda gezinme! Sana faydası yok. Hem belki zarar görürsün. ’ 
Sonra şu an göründü. Her yer yemyeşil, ağaçlar, yeşillikler var. Ortalık berrak... Güneş doğmuş. Ne yakıyor ne de üşüyorsun. Elhamdülillah manzara çok güzeldi. ” 
Rüyayı kısaca şöyle tabir edebiliriz: Kum fırtınası, kâinattaki atom ve zerrelerin sürekli faal halidir. Çöl ve harabeler, o dostumun mazideki hissiyatı ve kalbi ile duygularının bağlandığı fâni şeylerdir. Bu yüzden rüyada, 
-“ Bu fanilerle ve geçmişle meşgul olmanın faydası yok; daha doğrusu zararı var ” deniliyor. Şu an ise, o dostum Hakikat Bahçesinde ve mutlu... Rüyada gördüğü yeşillikler duyguların diriliğini, manevi iklimin güzelliğini ve mutluluğu ifade eder. Güneşli ve aydınlık hava ise, kişinin Allah’ın nuruyla aydınlandığını, her an Allah’ın huzurunda kendini hissettiğini gösterir. Üşüyüp yanmama ise, Allah’a yakınlığın verdiği üzüntüsüz ve korkusuz hayatı ifade eder. Üzüntüler insanın kalbini yakarken, korkular ise insanın ruhunu üşütür ve dondurur. 
Karşılaşılacak olumsuzluklar ile ilgili ikaz edici örnek rüya: Aile dostumuz olan biri yaklaşık 10 yıl önce anlatmıştı: 

-“ İş yerindeki arkadaşlardan birisinin beni sırtımdan bıçakladığını gördüm. ” Rüyayı anlatınca, hazırlıklı ve temkinli ol; yakında o kişi sana hıyanet edecek, dedik. Bir süre sonra o dostumuz, rüyada gördüğü kişinin bir mevzuda kendisini sırtından vuracak şekilde bir söz sarf ettiğini ve onu yaraladığını söyledi. Rüyada görülen bıçak, kelime anlamına gelir. Kelime, Arapça’da, ucu keskin ve delici şey demektir. Rüyadaki sırt ise, kalp anlamındadır. İnsanın en güçlü beden bölgesi, sırtı olduğu gibi; manen de en güçlü yönü, kalbidir. 
Olumlu durumla ilgili örnek rüya: Hz. Peygamber’in arkadaşlarından Amr bin As’ın oğlu olan Abdullah, iyi bir âlimdi. Okuma yazma bilen ender kişilerdendi. Kur’anı anlamaya çok iştiyaklıydı. Hatta Hz. Peygamber’den (ASM) hadislerini de yazmak için izin istemişti. Hz. Peygamber (ASM) de izin vermişti. Abdullah, bir gece şöyle bir rüya görüyor: 

-“ Yanımda 2 kap gördüm. Birisinde bal vardı; diğerinde yağ… Parmağımla bir baldan yiyordum; bir yağdan…” Rüya hoşuna gittiği için sevinç içinde uyanır. Sabah rüyayı Hz. Peygamber’e (ASM) anlatır. Hz. Peygamber (ASM) şöyle te’vil eder: 

-“ Bal, Kur’andır. Yağ, Tevrat’tır. Sen, her iki kitabı da okuyup faydalanacaksın. ” Rüyayı gördüğü esnada Hz. Abdullah, İbranice ve Süryanice bilmemektedir. Hz. Peygamber’in (ASM) vefatından sonraki uzun ömründe Hz. Abdullah, Süryanice ve İbranice öğrenir ve o an mevcut Tevrat nüshalarını aslından okur ve faydalanır. 
Örnek rüyalarda da açıkça görüldüğü ve anlaşıldığı üzere, rüyalar bizim Hakikate yolculuğumuz ve Onu müşahedemizdir. İnsan, dünya denilen gezegende terk edilmiş bir yetim ve zavallı değil; Allah’ın aziz ve değerli bir misafiridir.
Rüyaların 4. Faydası: İnsan hem maddi hem manevi bir varlıktır. Bununla birlikte her insanda geçmiş ve gelecek algısı bulunmakta; bu algılara dayanan duygular insanda doğmaktadır. Gelecek endişesi ve geçmiş üzüntüsü gibi… İnsanın bu çok yönlü yapısından dolayı görülen rüyaların içerikleri de farklı şekiller alıyor. İnsan metafizik âlem ve maneviyat noktasında huzura, sükunete ve gelişmeye muhtaç olduğu gibi; fizik dünya açısından da aynı şeylere muhtaçtır. Bu manada rüyaların ilham tarzı olanları metafizik dünyamızı ihya ettiği gibi, fizik dünyamızı da inşa eder ve yol gösterirler. Cenab-ı Hakk, insanların manevi ve maddi hayatlarının gelişmesini istediğini bu tarz rüyalarla gösteriyor. Örneklerini vereceğimiz rüyalar, her biri hakikati farklı sahada arayan, keşfetmeye çalışan, elinden gelen her şeyi yapıp artık çaresiz ve âciz düşen fikir ve bilim insanlarına ait… Bu manada şu an faydalandığımız ve günlük hayatta kullandığımız birçok eşyanın arkasında ve temelinde yine birer sâdık rüya yatmaktadır.

1. Örnek rüya: Elias Howe ve Dikiş Makinesi Hakkında…

20. asrın başında Kanadalı Elias Howe, dikiş makinası üzerinde çalışmaktadır. Makinanın bütün parçalarını bulmuş fakat iğnenin biçimi konusunda kalakalmıştı. Bunu bir türlü çözemiyordu. Uzun mu, kısa mı, oval mı olacaktı; nasıl olacaktı acaba?
Bu düşünceler ve çaresizlik içinde iken, uyuyakaldı. Bir rüya gördü. Rüyasında kendisi durmadan kaçıyor ve ardından bir Kızılderili kovalıyordu. Az daha kendisini yakalayacaklar… Ter içinde ve korkudan dilini yutmuş hale gelmişti. Tam o sırada ayağına bir çivi batıyor. İşin ilginç tarafı çivi, ayağına sivri tarafıyla değil baş kısmından batmış ve çivinin sivri kısmı dışarıda durmaktadır. Acısı o kadar fazlalaşmıştır ki, bir türlü çıkaramıyor.  Nihayet kararını verir. Çivinin sivri tarafına bir delik açacak ve oradan bir sicim geçirip var hızıyla çekecek ve çiviyi ayağından çıkaracaktır. Bunu yapınca çivinin kolaylıkla ayağından çıktığını görüyor. Sonra heyecan ve ferahlama içinde uykudan uyanıyor.
Uykudan uyandığında, uzun zamandır zihnini işgal eden düğüm çözülmüş ve dikiş makinesinin iğnesine verilecek şekil iyice canlanmıştır. 

2. Örnek rüya: Otto Loewi ve Formülü Hakkında…

20. asrın başında yaşamış ve tanınmış bir Alman kimyacı olan Otto Loewi, 1936 yılında çok detaylı araştırmalara girişmişti. Muhtelif kimyevi maddelerin sinir sistemi üzerindeki etkilerini inceliyordu. Çalışmalar onu oldukça yormuş ve bitkin hale getirmişti. Yaptığı çalışmaları formülleştirmek istiyor fakat o formülü bir türlü bulamıyordu. Bu çaresiz halet-i ruhiye içinde bir gece kendini yatağına zor atabildi. Biraz sonra kendini bir rüya ortamında görür.
Bakar ki günlerdir uykusunu kaçıran ve kafasını allak-bullak ettiği halde bulamadığı formül bütün açıklığıyla rüyada kendisine gösteriliyor:
- “ İşte, aradığın formül ” deniyor. Heyecanla uyanır.
Uyandığı zaman formülü gördüğüne bir türlü inanamamıştı. Fakat hemen hatırladığı kadarıyla formülü kaydetmeyi de ihmal etmedi. Fakat formülü yazarken bir yere gelip takıldı ve kaldı. Üzüntüsünden ne yapacağını bilemedi.
O günü bu üzüntü içinde geçirdi. Ne kadar gariptir ki, ertesi gece aynı rüya yine kendisine gösterildi. Tekrar görmenin verdiği heyecan ve mutluluk içinde formülü iyice ezberledi. Uyandığı zaman daha yüzünü yıkayıp giyinmeden hemen laboratuarına koştu ve formülü tamamen not etti. Böylece “ Sinir Faaliyetinin Kimyevi Etkileri ” adlı keşfini yapmış oldu. Bu çalışmasıyla Nobel Tıp Ödülünü kazandı. 

3. Örnek Rüya: Prof. Hermann Hilbrecht’in Asur Kitabelerini Çözümlemesi Hakkında…  

Milattan önce 2000’li yıllarda Mezopotamya’da hüküm süren Asurlulardan kalan kitabeler üzerinde çalışan uzman Prof. Hermann Hilbrecht, bulduğu kitabelerin birçoğunu çözmekle beraber 2 tanesini bir türlü okuyup çözememişti. Ne kadar çaba gösterdiyse sonuç alamamış ve tam bir çaresizlik içinde kalmıştı. Bu çaresizlik içinde bir gece rüya görür:

Acayip kıyafetler içinde bir kişi rüyasında gelerek, kendisinin bu kitabeleri okuma işinde ona yardımcı olacağını söyler. Bu ilginç kıyafetli adam Prof. Hilbrecht’i bir talebe gibi karşısına alarak takıldığı yerleri birer birer ona gösterir ve okur. Kitabelerin çözülmesinin heyecanıyla Prof. Hilbrecht birden uyanır.
Prof. Hilbrecht uyandığı zaman, kitabede okuyamadığı ve çözemediği kısımları zihninde iyice yazılmış olarak bulur. Böylece insanlık ve dünya tarihi açısından önemi olan o kitabeler de tam olarak okunmuş ve ilim dünyasına kazandırılmıştır. Asur devleti tarihi bu sayede iyice aydınlanmıştır. 

20. asrın bilim adamlarının rüyalarından sonra eski asırlarda yaşamış bir siyasetçinin fizik dünyayı ilgilendiren bir keşfini anlatan diğer bir rüyaya geçiyoruz.

4. Örnek Rüya

  Hz. Peygamber’in (ASM) dedesi Abdülmuttalib’in Zemzem’i Bulması Hakkında.., Mekke’de alabildiğine sıcak bir gündür. Abdülmuttalib, serin bir yer aramaktadır. Sonunda Hicr mevkiinde bir yer bulmuştur. Yorgunluk ve sıcağın etkisiyle kendinden geçer ve tablo halinde bir rüyayla karşı karşıya kalır. Rüyasının içinde uyumakta ve iri yarı bir zât da o esnada kendisini aramaktadır. Sonunda adam gelip onu bulur. Adam onu iterek îkaz eder ve uyanmasını ister:

- “ Kalk yâ Abdülmuttalib! Kalk ve Tayyibe’yi kaz! ”
Abdülmuttalib korku içinde sorar:
- “ Tayyibe nedir? ” Adam hiçbir cevap vermeden uzaklaşır. Abdülmuttalib şaşkınlık içinde uyanır.
Uyandığı zaman bu rüyaya bir anlam veremez ve düşünce içinde merak halinde kalır. Bir gün sonra yine uyur. Bir gün önce gördüğü şahıs yine rüyasındadır:
- “ Kalk! Sana söylüyorum. Kalk, yâ Abdülmuttalib, Bere’yi kaz! ” der.
Abdülmuttalib yine sorar:
- “ Peki, Bere nedir? ” Fakat aynı zât cevap vermeden kaybolup gider.
Allah’ın takdiriyle rüyalar aynı yerde 4 kere tekrar edilir. Dördüncü kerede ise aynı zât kalkmasını söyleyerek: 
- “ Kalk, vakit geçirmeden Zemzem’i kaz! ” diye îkaz eder.  Abdülmuttalib yine sorar: 
- “ Peki, Zemzem nedir? ” O zât bu sefer cevap verir:
- “ Zemzem öyle bir sudur ki, asla kesilmez ve hacıların su ihtiyacını karşılar. Kâbe’de kesilen kurbanların kanlarının aktığı yer ile hayvan terslerinin bulunduğu yer arasındadır. Bir karganın oraya gelip yeri gagaladığını göreceksin. Üzerine bir karınca yuva yapmıştır. Kalk, git ve kaz. ”

Albdülmuttalib peş peşe gördüğü rüyalar sebebiyle bir hayli sarsılmıştır. Hemen araştırmaya koyulur. Hz. İsmail’in (AS) evli bulunduğu Cürhümî kabilesinin kaçarken bütün değerli eşyalarını içine gömerek kapattığı Zemzem kuyusu bulunur ve kaynamaya başlar. Oğlu Hâris ile beraber kazmaya başlayan Abdülmuttalib, nihayet rüyada işaret edilen Zemzem’i bulur.   
Böylece Hz. İsmail (AS) kundakta iken susuzluktan helak olacak diye Hz. Cebrail'in (AS) işaretiyle Hz. Hacer tarafından bulunan Zemzem, asırlar boyu kapalı kaldıktan sonra bir şifa kaynağı olarak o günden itibaren hacıların hizmetine sunulur. Peygamberimiz (ASM), Zemzem'den bahseden bir hadis-i şerifinde " “Allah İsmâil’in annesine rahmet eylesin; eğer suyun önünü kapatmasaydı zemzem şarıl şarıl akıp giden bir ırmak olurdu” demiştir. 
 
Rüyaların 5. Faydası: Rüyalar fizik dünyaya ait sağlam bir bilgi ve keşif kaynağı oldukları gibi, metafizik dünyaya ait doğru bir bilgi kaynağı ve keşif hükmündedirler. Evet her bir insan bilme yeteneği, hafıza ve hayal gücü, geçmiş ve gelecek algısı, soyutlama kabiliyeti ve muhakeme yeteneği, akıl ve şuur gibi yüzlerce yönüyle metafizik dünyadan besleniyor. İnsan her an o kadar metafizikle irtibatlıdır ki, dala konmuş ve her an uçmaya hazır bir kuş fotoğrafı insan ve fizik dünya ilişkisini en güzel anlatan manzaradır. 

Metafizik dünyanın bir cephesi geçmiş ve gelecektir. Geçmişin üzüntüleri insanın duygularını yaktığı gibi, geleceğin endişeleri de insan ruhunu donmuşçasına şok ediyor, kilitliyor ve eziyor. Belirsizlikler ve bilinmezlikler insanın dünyasını zifiri karanlığa boğuyor. Her bir insan, düşünce dünyası açısından elindeki fenerle balta girmemiş bir ormanda yürüyen bir yolcu gibidir. Hem her bir insan duygu dünyası olarak, pusulasız bir kayıkla fırtınalı bir okyanusta ilerlemeye çalışan bir kaptana benziyor. Bu manada her bir insanın, duygu ve düşünce ufkunu güneş gibi aydınlatıp huzur verecek tarzda bilgilendirilmeye ihtiyacı bulunuyor. Aklı başında olan, ruhunun vatanının sonsuzluk olduğunu hisseden her bir insanın en büyük endişesi, ölüm ve sonrasıdır. Yani hakiki istikbalimiz…

İşte sâdık rüyaların bir kısmı bize, ölüm sonrası âlemlerle ilgili bilgiler, orayla temaslarımıza dair raporlar, buradaki faaliyetlerin oradaki yansıma ve sonuçlarına dair kesin sonuçlar veriyor. Rüya âlemi ile, âhiret âlemlerinin kanunları aynıdır. Rüyada görünen bir sonuç bize aynı zamanda Âhiretteki sonucu bildirir. Rüya âlemi ile, Âhiret âlemi dediğimiz Mahşer-Cennet ve Cehennem arasında bulunan Berzah âlemi, Misal âleminde de aynı kanunlar geçerlidir. Bazı rüyalar, Misal âleminde; bazı derin rüyalar Berzah âleminde, en derin rüyalar ise âhiret âlemlerinde görünür. Hz. Peygamber’in (ASM) rüyada Cennet’e girmesi gibi… Evet kişideki doğruluk keskinleştikçe, rüyalar da zirveleşir. Her rüya bir hakikat keşfi olur.

Bu kısa girişten sonra rüyalardaki metafizik keşiflere dair örnek rüyalara geçebiliriz.

1. Örnek rüya: Şemseddin-i Mardinî ve Hz. Peygamber (ASM)…
Mevlana Celâleddin-i Rûmî’nin bağlılarından olup daha önceleri Mevlana’ya muhalefet eden Karatay Medresesi’nin müderrisi Şemseddin-i Mardinî şöyle bir rüyasını anlatır: 

-“ Bir gece Hz. Peygamber’i (ASM) rüyamda gördüm. Bir yerde durmuştu. Huzuruna varıp selam veriyorum. Mübarek yüzünü benden öteye çevirdi. Ben bu sefer yüzümü, onun çevirdiği tarafa döndüm. Fakat hayretle, yine bana kızarak yüzünü çevirdiğini müşahede ettim. Ağlayarak kendisine iltica ettim:
- ‘ Ey Allah’ın Resulü! ’ dedim. ‘ Ben senelerdir senin şefkat ve inayetine nâil olmak için birçok zahmet çektim, çalıştım; senin hadislerini anlamak için gayret sarf ettim. Neden benden yüz çeviriyorsun? Acaba ben ne hata ettim? ’ Hz. Peygamber (ASM): 
- ‘ Senin bu dediklerin doğrudur. Fakat sen bizim kardeşlerimize inkâr nazarıyla bakıyorsun. Bu senin yaptığın hoşumuza gitmiyor. Senin bu hareketin, bütün günahlardan daha kötüdür; büyük bir günah, suç ve cinayettir. Hususiyle Mevlana hakkında böyle davranman nasıl olur? ” Şemseddin-i Mardinî der ki:
- ‘ Ben rüyanın dehşeti ile birden uyanınca günahlarımın bağışlanması için tövbe ettim. O âna kadar Mevlana’yla müşerref olmamıştım. Onun böyle ardı ardına gelen kerametlerini gördüm ve nihayet itaat gösterip Onun muhlis bağlıları arasına girdim. ’ 
Bu apaçık rüya gösterir ki, Mevlana Hz.leri, Allah katında ve Peygamber yanında değerli bir âlim ve hak hizmetkârıdır. O mübarek zâtı yersizce eleştirenler ne kadar büyük bir yanlış yapıyorlar. Eğer Şemseddin-i Mardinî böyle bir rüyayı görmese ve ölene kadar doğru bildiği bu yolda gitseydi, Mahşer günü rüyada gördüğü manzarayı çok acı bir şekilde yaşayacaktı. Bu manada gördüğü bu rüya, onun hakkında hem bir keşif, hem İlahî bir lütuf ve îkazdır.

2. Örnek rüya: Muhallim bin Cessâme ve Bağışlanması…

Muhallim, Hz. Peygamber’in (ASM) arkadaşlarındandı. Bir müfreze ile Batnü İdam denilen yere gönderildi. Âmir bin Azbat, müfrezeyi İslam selamı ile selamlayıp “ Ben de müminim ” demek istedi. O esnada bazen imansız kişiler kendilerine zarar gelmesin diye böyle yapabiliyorlardı. Hem bu yönden ötürü, hem Cahiliye döneminden kalma aralarındaki problemden dolayı Muhallim, Âmir’i katlettti. Durum Hz. Peygamber’e yansıdı. Kısas istenildi. Bütün yönleri hesap eden Hz. Peygamber (ASM) kısas yerine diyete hükmetti. Bu esnada Muhallim, yaptıklarına çoktan pişman olmuştu. Gelişmeleri bilmediğinden gözyaşları içinde kısası beklemekteydi. Etraftaki halk Onu Hz. Peygamber’e (ASM) yönlendirip 
- “ Kalk, Allah’ın elçisinin yanına git. Senin için mağfiret dilesin ” diye teşvik ettiler. O da Resulullah’ın huzuruna gelip: 
- “ Ey Allah’ın Resulü! Sana iletilen durumdan dolayı Allah’tan mağfiret dilemek istiyorum ” dedi. Resulullah (ASM) ise: 
- “ Sen onu İslam’ın başlangıcı olan bir zamanda silahınla öldürdün ” diyerek halkın duyabileceği şekilde yüksek bir sesle,                   
- “ Allah’ım, onu bağışlama! ” dedi. Muhallim: 
- “ Ey Allah’ın Resulü! Durum size anlatıldığı gibidir. Ben tövbe ediyorum, benim için mağfiret dile ” dedi. Resulullah (ASM) yine halkın duyabileceği şekilde yüksek bir sesle,
- “ Allah’ım, onu bağışlama! ” dedi. Muhallim 3. sefer dönerek mağfiret dileğini tekrarladığında, Resulullah (ASM) aynı sözleri tekrarladı. Daha sonra Resulullah (ASM) 
- “ Ayağa kalk ” dedi. O da Resulullah’ın huzurunda gözyaşlarını abasının bir tarafıyla silerek ayağa kalktı. O gün orada hazır bulunan Dumeyre isimli bir sahabe olup bitenleri anlatırken 
- “ Biz kendi aramızda gelişmeleri konuşurken Resulullah’ın (ASM) dudakları onun için mağfiret dilemekle kıpırdamaktaydı. Ancak, insan kanının Allah katında ne kadar önemli olduğunu insanlara öğretmek üzere ilkin 3 sefer reddetmişti ” dedi.
Muhallim öleceği zaman yakın arkadaşı Avf gelerek ona şöyle dedi: 
- “ Ey Muhallim! Bize dönebildiğin takdirde, gördüğünüz ve karşılaştığınız şeyleri anlatırsın. ” Bu durumdan 1 yıl ya da Allah’ın dilediği kadar bir süre sonra Avf, rüyasında Muhallim’i görür. Ona:
- “ Nasılsın? ” diye sorar. O da:
- “ Biz iyiyiz. Rabbimizi çok merhametli bulduk. O, bizi bağışladı ” der. Bunun üzerine Avf:
- “ Hepinizi mi? ” diye sorar. O da:
- “ Ahrâd dışında hepimizi ” der. Avf:
- “ Ahrâd dediğin kimlerdir? ” diye sorar. O:
- “ Onlar, çok şerli olduklarından parmakla gösterilen kimselerdir ” der. Daha sonra sözlerine şöyle devam eder: 
- “ Allah’a yemin ederim ki, Allah benden neyi infak etmemi istemişse, ben muhakkak onun ecrini almış bulunmaktayım. Hatta aileme ait bir kedinin ölmesinden dolayı bile mükâfatlandırıldım. ” Sonra Avf rüyadan uyanır. Kendi kendine der ki: 
- “ Ben bu rüyanın sâdık bir rüya olduğunu anlamam için Muhallim’in ailesine giderek böyle ölmüş bir kedilerinin olup olmadığını soracağım. ” Daha sonra onun evine gider. Ev halkına sorar:
- “ Sizin ölen herhangi bir kediniz oldu mu? ” Ev halkı:
- “ Ey Avf! Bunu duymuş muydunuz? ” diyerek tasdik ederler.  Avf da:
- “ Duymamıştım. Fakat ben onun haberini aldım. Nasıl haber aldığımı siz tahmin  ediniz ” der. 
Bu sâdık rüya, Ahiret’e ait terminolojiden “ Ahrâd ” kısmını bize öğrettiği gibi; Muhallim gibi cinayet işleyen müminlerin ciddi tövbe etmek kaydıyla bağışlanmasının gayet mümkün ve vâki olduğu müjdesini de veriyor. Ayrıca bir Müslümanın evde beslediği bir kedisinin ölümüne duyduğu üzüntüyü dahi Cenab-ı Hakk’ın sevap olarak kişiye yazdığını; Allah’ın merhametinin sonsuzluğunu ve her şeyi kapladığını gösteriyor.

3. Örnek rüya: Sıffın savaşı ve Âhiret’e ait sonuçları…

Sıffın savaşı, İslam tarihindeki 2. iç savaştır. Allah resulünün halifesi Hz. Ali (KV) ile Şam vâlisi ve maktül halife Hz. Osman’ın (RA) akrabası Muaviye ve taraftarları arasında gerçekleşir. Savaşın sonunda Müslümanlar 3 gruba ayrıldılar. Bu ayrılık günümüzde de devam etmekte... Bu gruplar: Takvalı, hakka birebir uyan Hz. Ali ve taraftarları; biraz daha gevşek, hakiki adaletin uygulanmasını mümkün görmeyip izafi adaleti savunan Muaviye ve taraftarları ve bunların dışında kalanlar manasında Hariciler… Hz. Ali tarafında sahabelerin en faziletlilerinden Ammar bin Yasir, Tabiîn’in en kıymetlilerinden Veyse’l-Karani de bulunuyorlardı ve savaşta şehid oldular. Muaviye tarafında ise, cömertliği ve hayırseverliğiyle meşhur Zü’l-Kela ve Havşeb de savaşır ve öldürülürler. Savaş sonrasındaki yıllarda o dönemin en faziletli kişilerinden ve Müslüman 2 grubun savaşmasına taraftar olmayan Amr bin Şurahbil bir rüya görür:

 Rüyamda görüyorum ki, sanki ben Cennet’e dahil edilmişim. Bir de ne göreyim! Dikilmiş kubbeler… 
- “ Bunlar kim içindir? ” dedim. Dediler ki:
- “ Zü’l-Kela ile Havşeb’indir. ” Bu ikisi Muaviye ile beraber iken öldürülmüştü. Dedim ki:
-   “ Ammar ve arkadaşları nerede? ” Dediler ki:
- “ Senin önünde. ” Bunun üzerine:
- “ Bu nasıl olur? Bunlar birbirleriyle savaşmış ve birbirlerini öldürmüştü ” dedim. Denildi ki:
- “ Onlar Allah’a kavuştular. Onlar geniş mağfiret sahibi bir Rabbi buldular. ” Bunun üzerine Hz. Ali ile Nehrüvan’da savaşan Hâricîleri merak ettim. 
- “ Nehir ahalisi ne yaptı? ” dedim. 
- “ Şiddetli azapla karşılaştılar ” denildi. 
Bu rüyanın sâdık olduğunun 2 alameti var: Birincisi, rüyayı gören kişi, normal hayatında Müslümanlar arası savaşa karşı olan biridir. Diğer yön ise, rüya içinde yaşadığı şaşkınlıklar ve meseleyi detaylıca anlamak için her şeyi sorması ve Müslümanların bütün grupları hakkında bilgi almaya çalışmasıdır.
Bu rüya Muhammed ibn-i Sa’dın Tabakat-ı Kübra isimli kitabında geçmektedir. Bu rüyanın şahsî hayatım açısından önemi büyüktür. Bu rüya beni irşad etti. Çünkü bu sâdık rüyayı okuyana kadar, gerek Hz. Ali sevgisi, gerekse hakka taraftarlıktan dolayı, Muaviye bin Ebu Süfyan ve taraftarları hakkında olumsuz düşünüyor ve şüphelerim oluşuyordu. Çünkü Sıffın savaşı, İslam dünyasını 3’e bölmüştü. Ayrıca birçok sahabe bu savaşta şehid olmuştu. Bu savaşla Halifelik sona ermeye yüz tuttu. Fakat bu sâdık rüya, bize Allah’ın onları bağışladığını ve Onların ehl-i cennet olduğunu bildiriyor. Allah’ın bağışladığını, elbette kulları da bağışlamalı ve haddini bilmeli! 
Îkaz edici yönüyle bu sâdık rüyaya bakılırsa bu rüya Şii-Sünnî kavgasını bitiren bir fonksiyon icra ediyor. Şiilerin asıl kızması gereken kişilerin Sünnîler değil, Hz. Ali’yi (K.V.) şehid eden Hariciler olması gerektiğini bildiriyor. İçlerindeki fıtrî nefret duygusunun akacağı havuzu onlara gösteriyor.

4. Örnek Rüya: Kesir bin Eflah ve Manevi Şehidlik…

Kesir bin Eflah, Ebu Eyyub el-Ensarî’nin azatlı kölesidir. Emevi iktidarının yanlış uygulamalarına karşı Medineli sahabe ve Tabiin’in bir karşı duruşu olan Harre Vak’asında öldürülmüştü. Muhammed isimli bir Tabiin o vak’adan sonra şöyle bir rüya görür: Rüyamda Kesir bin Eflah’ın Harre Vak’asında yaralandığını gördüm. Onun öldüğünü bildim. Ben uyuyordum ve bu gördüğüm bir rüya idi. Ona ismi ile seslendim; bana cevap verdi. Ben:
- “ Sen öldürülmüş değil misin? ” diye sordum. O da:
- “ Evet, ben öldürüldüm ” dedi. Ben:
- “ Ne yaptınız? ” dedim. O da:
- “ Hayırlı bir iş yaptık ” dedi. Ben:
- “ Sizler şehid misiniz? ” dedim. O da:
- “ Hayır! Müslümanlar karşılaşıp birbirleri ile savaştıklarında öldürülenler şehid değillerdir. Ancak bizler ‘ Nüdebâ ’ ( Manevi şehidler ) oluruz ” dedi. Sonra uyandım. 
Bu rüyanın öğrettiği üzere bir kişi, Hz. Hamza’nın (RA) durumunda olduğu gibi, imansız bir kişi tarafından bir savaşta veya savaş haricinde kasden öldürülünce hakiki şehid oluyor. Böyle şehidlere “ Şüheda ” deniliyor. Fakat Müslümanların birbirleri ile savaşlarında veya âfet, bela, hastalık v.s. gibi durumlarda öldürülenlere veya ölenlere ise manevi şehid manasında “ Nüdeba ” deniliyor. Bu tabirler de Âhiret’e ait diğer bir terminoloji… Nüdeba, kelimesi, nedb kökünden olup mendub gibi yapılınca sevap alınan fakat yapılmadığında günahı olmayan işlerde kullanılır. Şüheda kelimesi ise, şehd kökünden olup Allah’ın yapıldığını görmek istediği ve farz kıldığı; yapılmadığında ciddi günahı olan işlerde kullanılır. Sabah namazı gibi…

5. Örnek Rüya: Meleklerin Sınıfları…

Yakından tanıdığım birisi şöyle bir rüyasını anlattı: Görüyor ki, rüyada önünde açık bir kitap veya defter var. Bu kitap veya defterin sol alt tarafında şöyle bir açıklama var: “ Meleklerin sınıfları vardır. Bunlardan bir tanesi Hundebîr denilen bir gruptur. Hundebîr melekleri her şeyin kalitesini ölçmekle görevlilerdir. O melekler, her şeyin kalitesini ölçtükleri gibi, Hz. Peygamber’in eşlerinin kalitesini ölçtüler. Onlar arasında kalite açısından en aşağıda olanı Hz. Hafsa (RA) olarak buldular. ”
Bu rüya bize yaratılış âlemini bir memleket ve krallık; melekleri ise, bu krallıktaki çeşitli vazifelerle görevli memurlar olarak gösteriyor. Nasıl ki ülkelerin Kalite Kontrol ve Tescil görevlileri var. Aynen öyle de dünya ve âhiret denilen İlahî Yaratma Krallığının Kalite Kontrol ve Tescil yetkilileri Hundebîr Melekleri’dir. Her insan, bilgisi, yaşantısı ve samimiyeti ile kalitesini artırdığı gibi ebedî kayıtlarla Hundebîr Melekleri’ne kendini tescillettirir.

6. Örnek Rüya: Akıl Duyusu ve Şahin Kuşu…

Yakın bir tanıdığım şöyle ilginç bir rüya görüyor: 
- “ Önümde açılmış bir kitap var. Kitabın sağ tarafında tek bir paragraf halinde Şahin kuşu hakkında bilgiler veriliyor. Bu kuşun yaşadığı ortamlar, özellikleri, sevdiği şeyler vesaire… Sayfanın sonunda ise, insanın duygularının ve manevi özelliklerinin birer kuşa benzediği; akıl denilen manevi özelliğin ise sembolünün Şahin kuşu olduğu yazıyordu. ” Bunu okuduktan sonra rüyadan uyanıyor. Hemen “ Akıl ve Şahin kuşu arasındaki bağı ” bir yere kaydediyor. İşin daha ilginci ise o hafta katıldığı bir arkadaş ortamında, arkadaşlarından birisi şahin kuşu ile ilgili bir rüya görür. Görülen rüya şu şekilde: 
- “ Rüyamda bir şahin kuşu var. Bir güvercini kovalıyordu. Şahin, güvercini sıkıştırıyor ve zorluyordu. Fakat yakalayıp öldüremedi. ” Art arda görülen bu iki rüyayı dinledim. Şahin-güvercin rüyasını görene sordum: 
- “ O rüyayı görmeden önceki günlerde ne yaptın? ” Dedi ki:
- “ İnternette bir video izledim. İlahiyat Profesörü Abdülaziz Bayındır ile tasavvuf uzmanı Mehmed Fatih Çıtlak’ın yaptıkları tartışma programını izledim. ” 
O arkadaş bu bilgiyi verince, aslında gördüğü rüyanın Abdülaziz Bayındır ile Mehmed Fatih Çıtlak’ın münazarasının Âhiret âlemlerindeki kaydı olduğu anlaşılmış oldu. Rüyadaki şahin, Abdülaziz Bayındır’ın akılcılığını gösteriyor. Akılcı ve saldırgan… Güvercin ise, Mehmed Fatih Çıtlak’ın gönül ehli olduğunu gösteriyor. Evet Çıtlak Hoca, güvercin gibi barışçı ve hakka sâdıktır. Bu görülen rüya bize, kalb duyusunun sembolünün de güvercin olduğunu bildiriyor.  

7. Örnek Rüya: 

   Hz. Peygamber’e (ASM) İkram edilen Süt ve Hz. Ömer (RA)…
 Medine yıllarında bir gece Hz. Peygamber (ASM) şöyle bir rüya görür: 
- “ Bir gece rüyasında kendisine bir kâse dolusu süt sunulur. Sunulan sütü alır ve içer. Kâsenin dibinde bir yudum süt kalır. Kalan o bir yudumluk sütü Hz. Ömer’e (RA) verir. ” 
Ertesi gün bu rüyayı arkadaşlarına anlatır. Kendisinden rüyayı te’vil etmeleri istenilince, şöyle buyurur: 
-“ Ben bunu ilimle te’vil ediyorum. İlim, ruhun gıdasıdır; süt de bedenin… Aralarında bu münasebet vardır. Bu rüya gösterir ki, ilimden Ömer’in bir payı olacaktır. ” 

8. Örnek Rüya: Süt ve Fıtrat İlişkisi…

Âhiret âlemlerinde bir seyahat olan Mi’raçta Hz. Peygamber’e (ASM) “ Bir kâse süt ve bir kâse şarap ikram edilir ve: 
- ‘ Birisini seç ’ ” denilir. Hz. Peygamber (ASM) sütü seçer. Bunun üzerine Cebrail (AS) Ona der ki: 
- “ Sen fıtratı seçtin. Eğer sen şarabı almış olsaydın, senden sonra ümmetin azgınlaşırdı. Sütü tercih etmekle sen de fıtrata yöneltildin, ümmetin de fıtrata yöneltildi.  ”
Hz. Peygamber (ASM) Miraç’taki bu hadiseden yola çıkarak rüyalar hakkında genel bilgi verdiği durumlardan birisinde şöyle der: 
-“ Rüyada süt, fıtrata işaret eder. ” 
Akla Gelebilecek Bir Soru: Hz. Ömer ile ilgili rüyada süt, “ ilim ” ile tevil ediliyor. Miraçtaki hadisede ve rüyalar hakkındaki genel bilgi veren hadiste ise “ fıtrat ” olarak te’vil ediliyor. Burada bir tenakuz yok mu?
Cevap: Yoktur. Bilakis bu te’viller yaratılışa ait en temel bir meselenin perdelerini aralıyor: Yaratılışın en büyük temeli, ilimdir. Allah, ilmiyle yaratır ve ilminden yaratır. Yokluk ve yok olma diye bir şey imkânsızdır. “ Yaratan hiç yarattığı şeyi bilmez olabilir mi? O her şeyi yaratmadan önce bilen Latîf, her şeyi yarattıktan sonra da bilen Habîr’dir ”  âyeti yaratma ile ilim arasındaki zaruri bağı bütün derinliğiyle bildirir. Evet insan, Allah’ın ilminin farklı boyutları arasında yolculuk yapan bir seyyahtır. Ezelden tâ ebede… Fıtrat denilen insan doğası da, bu sonsuz İlahi ilmin bir tecellisinden ibarettir. Sonuç olarak diyebiliriz ki, şu an hemen herkesin bildiği genetik yapı ve kodlar, bu 2 farklı te’vil ile keşfediliyor. 
Rüyalar, insanın Allah’a ve ebedî Âhiret’e açılan pencereleridir. Her bir sâdık rüya, psikiyatr Mustafa Merter’in dediği gibi, bir tedavi süreci ve İlahî bir irşaddır. Bazı rüyalar, bir psikanalitik terapi olarak bizi geçmişin derin derelerine indirerek onun hüzünlü yaralarından kurtardığı gibi, bazı rüyalar da bizi istikbalin yüksek dağlarının doruğuna çıkararak korkulardan, evham ve endişe bulutlarından kurtarıyor. Bu tedavi süreciyle ruh kuşu, bütün yüklerinden kurtularak, sonsuzluk semalarında kanat çırpacak bir hürriyet, bir istiklaliyet ve serbestiyet kazanıyor. 

DİPNOTLAR;

1  Ramuz el-Ehadîs, râvi, Ubade ibn-i Sâmit el-Ensari (RA).
2  Buhârî,Tâbîr 7.
3  Buharî, Bed'u'l-Vahy: 3, Tefsîru Sûre 96:1, Ta'bîr: 1; Müslim, îmân: 252; Tirmizî, Menâkıb: 6; Müsned, 6:153, 232.
4  İbn-i Mâce, Sünen, AVf bin Mâlik’ten (RA) naklen…
5  Yusuf suresi, 44.
6  bk. Tirmizî, Ru'yâ, 2/2374. Değişik ifadelerle: Buharî, Ta’bîr, 5/9; İbn Mâce, Ta’bîru’r-Ru'yâ, 1/3896.
7  Buhâri, Edeb 69; Müslim, Birr 103-105. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Edeb 80; Tirmizi, Birr 46; İbni Mâce, Mukaddime 7; Duâ 5.
8  İbnü’l-Arabî, el-Fütûhâtü’l-Mekkiyye, II, 495.
9  Ahzab suresi, 45.
10  Âl-i İmran sûresi, 7.
11  DİA, Rüya maddesi.
12  Yusuf sûresi mealinde bu rüyayı 4-6. âyetler ile 99-100. Âyetlerde bulabilirsiniz.
13  Mektubat, 28. Mektub, 1. Mesele, 5. Vecih.
14  Nebe suresi, 9.
15  Sigmund Freud, Rüyaların Yorumu-1.
16  Hucurat suresi, 12.
17  Hucurat suresi, 12.
18  Dimaşki, 2006, s. 323.
19 Aydın Talay, Gerçekleşen Rüyalar.
20  Aydın Talay, Gerçekleşen Rüyalar.
21  Aydın Talay, Gerçekleşen Rüyalar.
22  Muhammed ibn-i Sad, Tabakat-ı Kebir, Cild 1.
23  Müsned, I, 347; V, 121; Buhârî, “Enbiyâ?”, 9, “Müsâ?at”, 10.
24  Aydın Talay, Gerçekleşen Rüyalar. 
25  Muhammed ibn-i Sad, Tabakat-ı Kebir, Muhallim ibn-i Cessame Maddesi.
26  Muhammed ibn-i Sad, Tabakat-ı Kebir, Amr bin Şurahbil Maddesi.
27  Muhammed ibn-i Sad, Tabakat-ı Kebir, Kesir bin Eflah Maddesi.
28  Sünen-i Tirmizî, Rüya Bahsi.
29  Müslim, İman, 74/259; Beğavî, Hazin,  İsra, 17/1. ayetin tefsiri.
30  İbnü’l-Esir, Üsdü’l-Ğâbe, Cild 5, Ebu Âmir es-Sakafi Maddesi.
31  Mülk suresi, 14.


Erdem AKÇA

***

MÜKEMMEL İNSAN TANIMI

MÜKEMMEL İNSAN TANIMI


Erdem AKÇA.,

Ahlak, sanatın en güzel ve en mükemmel hâlidir. İnsan iradesinin, kendi yapısını bilgi ile formatlamasıdır. Ahlak ile hakka ve kutsallığa bağlı bir hayatı yaşayan her insan, manevi bir güneş gibi olur. Bu yüce hedefin gerçekleşmesinin ilk adımı gerçekçi bir insan tarifidir. İlk peygamberden beri bilinen ve Aristo tarafından formüle edilerek kaleme alınan, gerçekçi insan tarifi şudur: “İnsan zihinsel, duygusal ve fiziksel kuvvetler sahibi bir canlıdır.”  

Bu formülü daha sonra şöyle açıklar: Her sağlıklı insan vehmetme, hayal kurma, düşünme, araştırma, keşfetme, anlama, fark etme, idrak etme, ezberleme ve benzeri onlarca aklî güç ve yetenekler sahibidir. Hem öfkelenme, sevme, acıma, şefkat etme, memnun olma, sevinme, minnettar olma, hayranlık duyma, aşk, şevk, heyecan gibi binlerce duygu ve özelliklerin sahibidir. Hem yeme, içme, uyuma, görme, konuşma, üreme gibi yüzlerce fiziksel güçlere mâliktir. 
İnsanın bu güçleri, mecrası olmayan sel gibidirler. Bu halleriyle dengeli ve dengesizce, yararlı ve zararlıca kullanılmaya açık ham bir malzemeye benzerler. Her bir insan bu güçleri ifrat-vasat-tefrit şeklinde, aşırı-dengeli-geri tarzda yaşar ve binlerce yıldır da yaşıyor.
 
Mesela aklî güçlerin aşırılığı, “Cerbeze” denilen aldatıcı zekâ seviyesidir. Öyle ki yalanı gerçek, gerçeği yalan gösterebilir. Bu seviye materyalist, natüralist, müşrik (deist), agnostik vesaire anlayışları meyve verir. Aklın geriliği ise, gerçek ve yalanı anlayamayacak ve fark edemeyecek bir durumdur. Ki, “Gabâvet” diye isimlendirilen aptallıktır. Bu seviyedeki akıl, çölde bulutun gölgesine hazine saklayan Hebenneka gibileri meyve verir. Vasat ve dengeli bir zihin ise, “Hikmet” olarak isimlendirilir. Ki, hakkı hak olarak, bâtılı bâtıl olarak; doğruyu doğru, eğriyi eğri olarak görür ve gösterir. Bu seviyedeki akıl peygamberler, sıddıklar, evliyalar, bilgeler, âlimleri yetiştirir. Hikmet, insanlara gerçeği olduğu gibi gösteren yönüyle, gerçekler üzerine kurulmuş bu kâinatı her akıl sahibi için manevi bir sofra haline getirir, istifade ettirir. Allahu Teala, hikmet hakkında şöyle der: “Her kime hikmet verilmişse ona sonsuz ve sınırsız hayırlar verilmiştir.” (Bakara Sûresi, 269) Hem yine Rabbimiz der ki: “Lokman’a hikmet verdik. Tâ ki İlahlığımın gereği olan hastalıklar ve musibetlerin manalarını anlasın ve şükretsin.” (Lokman Suresi, 12) Hz. Peygamber (ASM), hikmet talebini Allah’a şöyle sunar: “Allah’ım! Bana hakkı hak olarak göster ve beni hakka tâbi olmakla rızıklandır. Hem bana bâtıl ve kof şeyi bâtıl olarak göster ve beni ondan kaçınmakla rızıklandır.” 

Mesela duygusal güçlerin, özellikle canlılığın korunması ve devamı için zaruri olan öfke güçlerinin aşırılığı “Tehevvür” dür. Ki, her şeye karşı tepkili, saldırgan ve zarar verici olma halidir. Despotlar, firavunlar, nemrudlar, Neronlar, gaddarları meyve veren bu aşırılıktır. Öfke güçlerinin geri seviyesiyse, “Cebânet” denilen korkaklıktır. Ki, kendi hayatını ve yavrularını da korumaktan âciz, zavallı bir haldir. Bütün alçaklar, ezikler, teröristler ve hâinlerde olduğu gibi… Vasat ve dengeli hal ise, “Cesâret” tir. Ki, saldırı ve tecavüz ânında öfkelenip müdafaa yapma, diğer zamanlarda şefkat ve merhamet üzere bulunmaktır. Cesâret, kahramanları, gâzileri ve hak uğrunda ölen milyarlarca şehidleri doğuran yüce bir duygu seviyesidir. Allah, cesâret konusunda şöyle der: “Size savaş açanlarla siz de, Allah yolunda olarak, hak için savaşın. Fakat haddi aşıp zulmetmeyin.” (Bakara Sûresi, 190) Hz. Peygamber (ASM) ise der ki: “Allah’ım! Korkaklıktan, cimrilikten ve tembellikten sana sığınırım.”  Hz. Peygamber’in cesâretini ve Allah’a imanının gücünü, hayatından bir küçük kesit ile okuyan Arthur Schopenhauer der ki: “Bu nasıl bir cesâret ve imandır ki, başımı döndürüyor.” 

Fiziksel güçlerin aşırılığı ise “Fısk” ve “Fücur” dur. Ki, haram-helal, pis-temiz demeden her şeye ulaşmaya, bulaşmaya ve istifadeye çalışır. Zina, kumar, içki müptelaları bu aşırılığın esirleri ve zehirli meyveleridirler… Fiziksel güçlerin geriliği ise “Humud” denilen, sönüklük ve isteksizliktir. Ki, helal olan şeylere bile bir iştah ve bir istek hissetmez. Vücud mekanizmasını düzgün işletemeyen veyahut kendi dengelerini bozan bazı kadın ve erkeklerde olduğu gibi… Vasat ve dengeli hal ise, helale ve helaline karşı iştah duyar, yönelir; haramlardan ise, tiksinir ve uzak durur. Bu mukaddes ve güzel seviyeye, “İffet” denilir. Allah mal mülk konusundaki iffet hakkında der ki: “Sen o iffet sahibi kişileri yüzlerinden tanırsın. Onlar fakirlik ve ihtiyaç içinde olsalar da bunu, hırsla, mal-mülk talebiyle göstermezler.” (Bakara Sûresi, 273) Hz. Peygamber (ASM) ise şöyle der: “Ey gençler topluluğu! İffetli olun! İffetinizi koruyamayacaksanız, evlenin. Eğer evlenmeye gücünüz yetmiyorsa oruç tutun. Oruç sizi, İblis’in zehirli okları olan haram bakışlardan koruyan bir kalkandır.” 

Aristo bu hakka uygun modeli hocası Eflatun’dan; Eflatun ise, hocası Sokrat’tan; Sokrat ise bu modeli Apollon isimli Yunanlı bir peygamberden ders almıştır. Rene Guenon bu silsileyi kitaplarında anlatır.  

Peygamberler ve özellikle resuller, insanlığın ahlak mimarlarıdır. Allah, kâinatta ahlak güzelliği namına ne yaratmışsa, insan denilen minyatür kâinatta bu güzellikler in görünmesini istiyor. Bunu da gönderdiği elçilerle gösteriyor. Resuller de, bu İlahî maksadı sağlayacak şekilde insan fıtratlarını hikmetin mukaddes feyziyle hamur gibi yoğuruyor, sevgi ve sabır ateşinde pişiriyorlar. 

Evet, her insanda şahsa zimmetli olarak bulunan ve sınırsız olan bu 3 yön peygamberlik müessesesini zorunlu kılmıştır. Çünkü bu güçler aşırılık ve gerilikleriyle kişisel canlılığı sonlandırmaya yol açtığı gibi başka canlılara da zarar verebiliyorlar. Bıçak gibi keskin yapılarıyla insanların % 90’ı belki daha fazlası için zararlı düşüyorlar. Peygamberler, Allah tarafından sonsuz bir merhamet olarak, insan türüne gönderilirler. Tâ ki her bir insana önce bu güçlerin yapısını tanıtsınlar. Sonra da bu yapının nasıl terbiye edileceğini ve terbiye edilince nasıl bir güzellik ve muhteşem bir karakter ortaya çıkacağını bizzat kendi hayat modelleri üstünde göstersinler.

DİPNOTLAR;

1  Detaylar için TDV İslam Ansiklopedisi 22. Cilt, 151. Sayfadaki “İlmü’n-Nefs” maddesine bakabilirsiniz.
2  Bu dua Hz. Ebû Bekir (R. Anhuma) başta olmak üzere çok sayıda sahabe tarafından hem rivayet edilmiş  ve de kendi dua listelerine eklenmiştir. 
    Nakşibendî tarikatinin 2. Büyüğü ve asrının müceddidi olan İmam-ı Rabbânî Hz.leri de Mektûbât kitabında bu duayı müridlerine tavsiye eder.
3  Buhârî, Daavât, 38, 40, 41; Tirmizî, Daavât, 71 ve saire…
4  Müslim, 2485.
5  Mesela, Kadim Bilimler ve Bazı Modern Yanılgılar.

Erdem AKÇA

***