11 Eylül 2015 Cuma

AVRUPA BİRLİGİNİN '' GAP VE SU SORUNUNA '' YAKLAŞIMI ÇERÇEVESİNDE '' FIRAT VE DİCLE NEHİRLERİNİN YÖNETİMİ ÜZERİNE '' TARTIŞMALAR




AVRUPA BİRLİĞİNİN  '' GAP VE SU SORUNUNA ''  YAKLAŞIMI ÇERÇEVESİNDE '' FIRAT VE DİCLE NEHİRLERİNİN YÖNETİMİ ÜZERİNE '' TARTIŞMALAR ., 
BÖLÜM 1



.

ÖZET 

Günümüze kadar inkar edilemez bir gerçeklik olarak;  bulundugu bölgede medeniyetler kurulan, tükendiginde medeniyetlerin yıkılmasına neden olabilen, ugruna savasılabilen özelligi ile su, günümüzde kıt bir kaynak olusu nedeniyle, stratejik bir madde özelligi tasır duruma gelmistir. Ortadogu’nun bir parçası olan Türkiye, sahip oldugu Fırat ve Dicle Nehirleri’nden dolayı yasanan su sorununun merkezinde yer almaktadır. 

AB ile müzakerelerin yol haritası niteligindeki, Katılım Ortaklıgı Belgesi ve Avrupa Birligi Komisyonu lerleme Raporu gibi bazı belgelerde, Dicle ve Fırat sularının yönetiminin “uluslararası” özel statülü bir idare” ye devredilmesi talebi gündeme getirildi. AB’nin Fırat-Dicle havzalarına ilgisi su ihtiyacından kaynaklanmıyor. Avrupa’nın büyük bölümünde su ihtiyacı bulunmuyor ve kıta su yönetiminde basarılı bir performans sergiliyor. Buradaki ilgi, havzanın stratejik karakterinden kaynaklanmaktadır. Askeri-cografi güç, su havzaları ve Kürt sorunu etrafında kazanılacak pozisyonlar, AB’nin önemli ihtiyaçları durumunda. 

Bu baglamda Türkiye’nin en önemli meselelerinden biri olan AB'ye tam üyelik müzakerelerinde Türkiye, Fırat-Dicle Nehirleri için ulusal egemenliginin hiçe sayıldıgı bir uluslararası yönetime razı olmayacaktır. Ulus olarak, egemenlik ve bagımsızlıgımıza yönelen tehditlere karsı verilen haklı tepkileri Sevr sendromuna kapılmış AB karsıtlıgı olarak degerlendirmektense, uluslararası arenada 
mücadele edilerek kazanılmış hakları ve inisiyatifi elden bırakmadan, AB hedefine yürümek; hem meşru hem de onurlu bir politika olacaktır. 

Anahtar Kelimeler: Su Sorunu, Hukuksal Çözüm, Uluslararası Yönetim, Egemenlik, Sevr Sendromu. 

1 Dokuz Eylül Üniversitesi . .B.F, Kamu Yönetimi Bölümü. Buca/ ZM R 
0232-4204180 / 2376, eray.acar@deu.edu.tr 





1. Ortadogu ve Su 

Suyun insanlar ve ülkeler açısından hayati önemi bilinen bir gerçekliktir. Çaglar boyunca insanların kurdugu uygarlıkların hemen hemen tamamının sulak alanlarda ortaya çıkmış olması da bir tesadüf degil aksine bilinçli bir tercihtir. Bildigimiz gibi su; içme, tarımsal sulama, endüstriyel üretim, sportif amaçlar, kirli atıkların uzaklastırılması gibi çok çesitli alanlarda kullanılmaktadır. Bu haliyle suyun yasamımızdaki rolü gayet hayati bir kıymet ifade etmektedir. 

lkel toplumdan bilgi toplumuna uzanan gelisim dönüsüm süreci, toplumsal ekonomik teknolojik yönetsel ve siyasal nitelikli çok sayıda kazanım yanında, gelecek kusaklar adına çözümlenmesi zor ve belirsiz bir dizi sorunu da beraberinde üretmistir. 2 

Üstelik, dogal üretim kaynaklarının bozulması kirlenmesi ve yok edilmesi temelinde somutlasan bu sorunlar, yeterince anlasılamadıgı, algılanıp fark edilmedigi için, sanılandan çok tehlikeli bir özellik tasımaktadır.3 

Dünyanın yeni bir kurak döneme girdigi yolundaki gözlem ve degerlendirmeler, sorunun çok daha agır oldugunu ortaya çıkarmakta ve “su çevrimine dayalı yasamın” sürdürülebilirligi her ortamda konusulan güncel ve evrensel bir sorun olarak gündeme yerlesmeye baslamaktadır.4 

Su sıkıntısının belirgin bir sekilde yasandıgı, ülkemizin de içinde bulundugu Ortadogu bölgesine genel hatlarıyla bakıldıgında, Yüksek Saha bölgesinde yer alan Türkiye’nin bölge akarsularının kaynak kısımlarına sahip oldugu görülür. Türkiye’nin sahip oldugu avantajlı akarsu cografyası komsu ülkelerle olan siyasi cografyasını karmasıklastırmaktadır. 

Ortadogu’nun kuzeydogu, orta ve güney bölgelerinde, birbirini takip eden uçsuz bucaksız çöller yer almaktadır. Arap yarımadasında, 
Büyük Nefud ve Küçük Nefud, Suriye çölleri önemli alan kaplarlar. Bunların yüzölçümleri, bölge topraklarının yarısından fazlasını teskil 
eder. Öte yandan, çöllerin çevresinde ise, özellikle yaz kuraklıgının hakim oldugu step bölgeleri geniş yer tutar. 

2 Sami Agırgün,”Su Kaynaklarının Kirlenmesi ,Arıtım Tesisleri ve Arıtımın Önemi”,Yeni Türkiye,Yıl:1, Sayı5, Temmuz-Agustos 1995,s.11 
3 Neset Akmandor, Su Sorunun Fiziksel Boyutları: Ortadogu Ülkelerinde Su Sorunları,Tesav Yayınları, Ankara,1994,s.1554 Sami Agırgün,a.g.e.,s.41 


Bir bakıma, Türkiye’nin Karadeniz kıyıları ile ran’ın Hazar kıyıları dısında kalan tüm Ortadogu toprakları, yaz kuraklıgı ile karsı karsıya olup, suya hasrettirler. ste bu hasretlik, bölge toprakları üzerinde yasayan insanları, zaman zaman birbirlerine düsman yapacak kadar depresir.5 


ARAS NEHRİ




ARAS NEHRİ VE EÇVRESİ



Belki dünyanın hiçbir bölgesinde, Ortadogu’da oldugu kadar su degerli degildir. Nitekim çogu Arap Ülkelerinde, su; petrolden daha degerlidir. Bu sebeple, geçmiste oldugu gibi, bugün de, Ortadogu bölgesinin en önemli sorununu, su yetersizligi teskil eder.6 Ortadogu devletlerinin genelinde jeo-ekonomik yapının dogrultusunda sekillenen tarım agırlıklı ekonomiler, su kaynaklarının ne kadar önemli oldugunu bir kez daha kanıtlamaktadır. Petrol gelirlerinden faydalanan ya da yoksun olan devletler arasındaki ortak nokta tarım üretiminin ekonomiler içindeki yasamsal rolüdür. Tarım sektöründe kullanılan suyun plan ve projeden yoksun degerlendirilmesi ise israfa yol açmaktadır. Ayrıca bölge genelinde her geçen gün artan nüfus karsısında her gün azalan su kaynakları yetersiz kalmaya mahkumdur7. 

Ortadogu bölgesi, su yetersizligi, özellikle sınır asan nehirlerin ortak kullanımı üzerinde anlasmazlıklara sahne olmustur. Söz konusu bu anlasmazlıklar bazen iki ülkeyi bazen de üç veya daha fazla ülkeyi ilgilendirmektedir. Petrolün stratejik merkezi olan Ortadogu, giderek suyun da stratejik merkezi olacak gibidir. Bunun nedenlerini yukarıdaki açıklamalar ısıgında özetle söyle sıralayabiliriz: 

1. Suyun bölgede dengesiz dagılımı 
2. Ortalamanın üzerindeki nüfus artısı 
3. Gittikçe yükselen hayat standartlarına baglı olarak artan su ihtiyacı 
4. Suyu tarımsal alandan endüstriyel alana ve iç kullanıma çevirebilecek politik iradenin zayıflıgı 
5. Gıda güvenligini su güvenligine baglayan yanlış anlayış 
6. Suyu korumak ve tasarruf için gerekli teknoloji ve alt yapının eksikligi( srail ve Ürdün hariç) 
7. Suyun politik kazanımlar için istismar edilmesi 
8. Sorunlu sular üzerinde isbirligine dayalı antlasmaların yapılamaması 
9. İstikrarsız rejimler, zayıf politik irade ve güvensizlik 
10. Yaptırım gücünden yoksun uluslararası kurallar ve antlasmalar”8

Türkiye’nin sahip oldugu cografyası ve akarsularıyla içinde yer aldıgı “Ortadogu Su Sorunu” genel hatlarıyla bu sekildedir. Konuyu sadece ülkemizi ilgilendiren Fırat ve Dicle suları ile ilgili sorunlar olarak daralttıgımızda karsımıza Suriye ve Irak devletleri çıkar. 

5 Neset Akmandor,a.g.e.,s.161 
6 Serap Kuleli, ”Su Kaynakları Yönetimi”, Yeni Türkiye, Yıl:1,Sayı:5, Temmuz-Agustos, 1995, s.44 
7 Malcom Russell, The Middle East and South Asia, Stryker-Post Publications, 1999, p.2 -7. 


2. Türkiye'nin Sınır-Asan Akarsuları Olarak Fırat ve Dicle Nehirleri 

2.1. Fırat ve Dicle Nehirleri 


Fırat ve Dicle, Türkiye’nin yer üstü suları içinde toplam % 28,5’lik paya sahiptir ve en çok akış hacmini içeren nehirlerdir. Fırat, 2780 km uzunlugunda, Dogu ve Güneydogu Anadolu’da Karasu ve Murat Suyu adlı iki büyük kolun birlesmesiyle olusan bir nehirdir. Erzurum-Dumlu daglarından kaynagını alan nehrin akaçlama alanı 720.000 km² kadardır. nehre kaynak saglayan alanların, % 62’si Türkiye’de, % 38’i Suriye’dedir. Türkiye nehrin yıllık su hacminin % 89’unu karsılamaktayken, Suriye’nin payı yalnızca % 11’dir.9 

Fırat’ın Türkiye’den çıkısındaki yıllık ortalama debisi, saniyede 909 m³ dür. Habur’dan sonra 1200 km.lik akısı boyunca hiçbir kol olmadıgından, buharlasma, sızma ve sulama nedeniyle debisi 2/3 oranında azalır. Irak topraklarında Dicle nehri ile Al-Kurna’da birleserek Şatt-ül Arap adını alır ve Basra Körfezi’ne dökülür. Su potansiyeli yıllar ve mevsimsel olarak büyük degisimler gösterir. Fırat’ın suları Mart basında karların erimesiyle yükselmeye baslar ve Nisan ayında en yüksek seviyesine ulasır. Mayıstan sonra alçalmaya baslayarak Eylülde en düsük seviyeye iner. 10 

Dicle nehri, Dogu Anadolu’da Baba Dagı’nın güney eteklerindeki kaynakların birlesmesiyle meydana gelir. Ambar, Kuru, Pamuk, Hazro, Batman ve Garzan Çayları ile beslenerek Habur’dan sınırlarımızı asar ve Irak’a girer.11 

Dicle’nin toplam uzunlugu 1840 km.dir. Bunun 523 km.lik kısmı Türkiye’dedir. Türkiye’deki 4 havzası 38,280 km².dir. Saniyede ortalama olarak 629 m³ su geçirir. 

8 Abdullah Kıran, Ortadogu’da Su: Bir Çatısma ya da Uzlasma Alanı, Kitap yayınevi, İstanbul 2005, s.8 
9 Mehmet Gönlübol, Olaylarla Türk Dış Politikası(1919-1995), Siyasal Kitabevi, s.668. 
10 Mehmet Gönlübol, a.g.e., s.669 
11 Osman Tekinel, Ortadogu Su Sorunu ve Ülkeler Arasındaki liskilere Etkisi, Çukurova Üniversitesi, Ceyhan Meslek Yüksek Okulu Yardımcı Ders Notları:20,s.17 


Türkiye-Suriye sınırının küçük bir bölümünü çizerek, Irak topraklarında Fırat ile birlesir ve Basra Körfezi’ne dökülür. Dicle Havzası’nın % 12’si Türkiye, % 0,2’si Suriye, % 54’ü Irak ve % 34’ü İran sınırları içinde yer alır. 
Nehrin yıllık su hacmine Türkiye’nin  katkısı % 51, Irak’ın %39 ve İran’ın %10’dur.12 

2.2. Fırat -Dicle Üzerine Anlasmalar Ve Sorununun Tarihsel  Gelisimi 

Fırat nehri ilk defa 1921 yılında uluslararası bir anlasmaya konu oldu. Bu Ankara Anlasması’dır. Fransa ve Ankara hükümeti arasında Halep'in kuzeyindeki Kuveik suyunun adil bir paylasımı konusunda yapılmıstır. Bilindigi üzere Suriye o zamanlar Fransız mandası altındaydı. Su konusundaki 2. Anlasma 1923 Lozan Anlasması’nın 109. maddesidir. Fırat ve Dicle Havzası’nı olusturan Türkiye, Suriye ve Irak'ın bir komisyon olusturarak suya iliskin konularda, mevcut bulunan su rejiminin devamını temin için antlasmalar yapmaları yönünde kararlar alınmıstır.13 
Türkiye’nin Fırat ve Dicle Havzası üzerinde gerçeklestirecegi projelerle ilgili ilk önemli anlasması, 1946’da Ankara’da Türkiye ile Irak arasında imzalanan Dostluk ve yi Komsuluk Anlasması’dır. Türkiye ile Irak arasında 29 Mart 1946 tarihinde sonuca baglanan Dostluk ve yi Komsuluk Antlasmasının, Fırat ve Dicle ile onların kollarındaki suların düzenlenmesine iliskin Birinci Protokole göre; Türkiye Irak’ı, Dicle ve Fırat ile onların kolları üzerindeki koruma tesisi çalısmalarıyla ilgili planlarından haberdar edecek, bunun için de, bu çalısmalar, hem Irak, hem Türkiye’nin çıkarları dogrultusunda mümkün oldugunca ortak anlasmalarla belirlenecektir.14 

l950’lere gelindiginde, gerek Suriye, gerekse Türkiye, Fırat üzerinde kendi büyük çaplı projelerini gelistirmeye baslamıslardır. Bu dönemde Suriye, Asi nehri üzerinde baraj ve sulama tesisleri kurmayı da planlamış ve proje finansmanı için Dünya Bankası’na basvurmustur. Dünya Bankası, durumdan etkilenebilecek diger üye ülkelerin çıkarlarını da göz önünde bulundurarak Suriye’ye Asi nehrinde asagı çıgır ülkesi olan Türkiye ile görüsmesini tavsiye etmistir15 Dünya Bankası’nın bu yaklasımı etkilerini bugün de sürdüren iki önemli sonuç dogurmustur. 

Biricisi; Suriye, Türkiye’ye katılmasını kabul edemedigi Hatay ilinden denize dökülen Asi konusunda Türkiye’den onay almayı politikasına uygun bulmadıgı yorumuna yol açacak biçimde, kredi talebini geri çekmistir. 

12 Osman Tekinel, a.g.e., s.35 
13 Mehmet Kocaoglu, Ortadogu, Genelkurmay Basımevi, Ankara, 1995, s.193. 
14 Hüseyin Pazarcı, , Uluslarası Hukuk Dersleri II. Kitap, Ankara, 1993, s.248 
15 Gün Kut, "Türk Dış Politikasında Su Sorunu", Türk Dış Politikasının Analizi, Der Yayınları, 1994, s.226. 


Suriye’nin Asi nehrini Türkiye ile görüsme konusu yapmaktan kaçınma politikası bugün de devam etmektedir. kinci önemli sonuç; 

Türkiye’nin Fırat üzerinde 1960’larda insasına baslayıp 1973’te isletmeye soktugu Keban Barajı ve 1987’de tamamladıgı Karakaya Baraj ve hidroelektrik santralleri için Dünya Bankası’ndan talep ettigi krediler karsılıgında ve bankanın politikası geregince, barajların doldurulma islemi sırasında nehirden asagı çıgır ülkelerini tatmin edecek asgari miktarda su bırakmayı taahhüt etmesidir.16 

Türkiye tarafından Fırat üzerine kurulan ilk baraj olan, Keban’ın proje çalısmalarına 1964’te, insaatına ise 1965 yılında baslanmış ve 1974 yılında bitirilmistir. Aynı yıllarda Suriye Fırat nehri üzerinde basladıgı Tapka Barajı’nı 1975 yılında tamamlamıstır. Bu yıllarda baslayan mansap ülkelere su bırakılması konusundaki görüsmeler; 1966 yılında Türkiye’nin 450 m³ su bırakmayı taahhüt etmesi ile uzlasmaya varılmıstır. Bu tarihten itibaren barajın insa safhasında, ülkeler arasında bilgi alısverisinin dısında önemli bir olay gelismemistir.17 

1974 -1975 yıllarında Türkiye ve Suriye’nin büyük barajlarını bitirmesi ile birlikte, ülkeler arasında Fırat’ın sularının kullanımına iliskin ciddi sorunlar ortaya çıkmaya baslamıstır. Ancak, bu yıllarda asıl sorun Suriye ve Irak arasında yasandı. 1973-1974’te Suriye’de Tapka Barajı’nın insası ikili iliskilerin gerildigi bir döneme rastladı ve Irak’ın sert tepkisine yol açtı. Esat Gölü havzasının doldurulması Irak’ı Fırat’ın dogal akısından geçici olarak yoksun bıraktı. Irak I975’te Fırat’ın yıllık ortalama akısından (9,4 km³) üçte birinden azını aldıgını iddia ederken, Suriye, Irak’a aynı dönemde yıllık üretimi olan 12,8 km³ suyun bırakıldıgını iddia etmekteydi. Suriye yetkilileri Irak’ın herhangi bir su açıgını, Dicle’nin sularını kullanarak giderebilecegini ileri sürdüler.18 Irak, Dünya Bankası’nın 1965’teki önerisi dogrultusunda, Fırat’ın sularındaki “adil 
hakkının” 16,1 km³ düzeyinde olması gerektigini iddia etti. Irak, Nisan 1975’te Suriye’nin Fırat’ın sularını Esat Gölü’nü dolduracak miktardan fazlasını, politik nedenlerle tuttugunu ve böylece Irak’ın kıslık tahıl üretiminin % 70’inin yok olmasına neden oldugunu ileri sürerek Arap Birligi’ne sikayetini bildirdi. Suudi Arabistan ve SSCB’nin Haziran 1975’teki arabuluculugunun ardından Suriye Tapka Barajı’ndan daha fazla su bırakacagını bildirdi ve aynı yılın Agustos ayında Fırat’ın sularının paylasılmasına yönelik Suudi Arabistan önerisini (daha sonra uyulmamış da olsa), kabul ettigini açıkladı. Ancak Irak, 1980’lerde yasanan yarı kuraklık döneminde Suriye’yi her fırsatta Fırat’ın sularını tutmakla suçlamaya devam etti.19 

16 Rıfat Uçoral, “Siyasi Tarih” (1789-1994), stanbul, 1995, s.256 
17 Mehmet Gönlübol, a.g.e.,s.670 
18 Uçoral, a.g.e.,s.257 


Türkiye -Suriye iliskilerinde ciddi sekilde su problemi çıkaran diger gelisme, Güneydogu Anadolu Projesi’nin ortaya atılmasından ve bir kısmının gerçeklesmesi olmustur. Türkiye su kaynaklarının %28’ini olusturan Dicle ve Fırat nehirleri yakın zamana kadar atıl durumdaydı. 
Bu potansiyeli kullanmak isteyen Türkiye Güneydogu Anadolu Bölgesi’nin kalkınması için uzun vadeli ve kapsamlı bir kalkınma planı hazırlamıs, bu kapsamda Güneydogu Anadolu Projesi adı altında (GAP) sulama ve enerji amaçlı 22 baraj, 19 hidroelektrik santralinin yapımına baslamıstır. Proje tamamlandıgın da atıl durumunda olan 1.8 milyon hektarlık arazi sulanacak ve yılda 23 milyar kw/saat elektrik üretilecektir. 

Türkiye’nin Asagı Fırat Projesi’ni gelistirerek Güneydogu Anadolu Projesi’ni faaliyete geçirmek üzere oldugunun ilk isaretleri gelmeye basladıgında ise asagı çıgır ülkelerinin Fırat konusunda bir anlasmaya varma talepleri yüksek sesle telaffuz edilmeye baslamıstır. Asagı çıgır ülkelerinin temel korkusu GAP çerçevesinde sulanması planlanan 1,8 milyon hektar tarım arazisi nedeniyle öncelikle Fırat ve daha az ölçüde Dicle sularının bugün Türkiye tarafından kullanılmadan Suriye ve Irak’a akan sularının azalmasıdır. Nihayet, 1980’de Irak ve Türkiye arasında imzalanan Karma Ekonomik Komisyon Protokolü uyarınca bölgesel sular sorununu görüsmek amacıyla bir Ortak Teknik Komite kurulmus, Suriye de bu komiteye 1983’te katılmıstır.20 

Türkiye’nin GAP’ın en önemli parçasını olusturan Atatürk Barajı’na baslamasın dan bir yıl sonra, 1982’de ilk toplantısını yapan Ortak Teknik Komite, Suriye’nin de katılmaya basladıgı üçüncü toplantısından, 1992’de yapılan on altıncı ve son toplantısına kadar tarafların birbirleriyle tamamen çelisen çıkarları ve en temel konulardaki görüş ayrılıkları nedeniyle gündem bile belirleyemeden dagılmıstır.21 

3. Uluslararası Hukuk Açısından Fırat ve Dicle Ortadogu’da sürekli artan su talebi ve su kaynaklarının yetersizligi, zaten paylasımı konusunda sorunlar bulunan sınır asan sular konusunda bu ırmaklara kıyıdaş olan ülkeler arasında gelecekteki olası çatısmaları gündeme getirmektedir. Su yoksulu bir bölge olan Ortadogu’da kıt olan su kaynakları hesapsız ve hoyratça kullanılmaktadır. Bu sekilde devam ettigi takdirde 21.yüzyılın ilk çeyreginden itibaren iki ya da üç ülkenin dısında tüm Ortadogu, çok ciddi bir su krizi yasayabilecektir. 

19 Uçoral, a.g.e., s.257 
20 brahim Mazlum, Türkiye’nin Güvenlik Algılamaları Açısından Sınırasan Sular Sorunu, En Uzun On Yıl, Büke Yayınları, Mart 2000, s.371.
21 Gün Kut, a.g.e.,s.226. 


Böyle bir durumda, diger bölgelere nazaran çok daha fazla siddet potansiyeline sahip oldugu bilinen Ortadogu’da “su savaslarının” çıkacagı ve bu savasların çok yakın zaman diliminde yasanacagı iddia edilmektedir.22 Tabii ki savasın alternatifi de sorunun karsılıklı görüsmeler ve uluslararası hukuk kuralları ve ilkeleri çerçevesinde çözüme kavusturulmasıdır. 

Fırat ve Dicle Irmakları Suriye ve Irak için "Uluslararası Su" Türkiye için ise "Sınır Asan Su" (Transboundary rivers) dur. Suriye ve Irak'ın Fırat ve Dicle'yi uluslararası su olarak nitelendirmeleri her seyden önce paylasma amacına dayanıyor. Çünkü "uluslararası" nitelemesi genellikle paylasılabilirligi ortaya koymaktadır. Oysa "sınır asan" sularda suyun çıktıgı ülke ile aktıgı ülke arasında esit egemenlik söz konusu olamaz. BM Uluslararası Adalet Divanı (UAD) Statüsü’nün md.38’e göre uluslararası hukukun kaynakları; Anlasmalar, teamül, hukukun genel ilkeleri, mahkeme kararları, doktrin olarak sınıflandırılmaktadır. Uluslararası suyolları bakımından baglayıcı kural, ya da alısılmış bir uygulama bulunmamaktadır 23 . 

Anlasmalar, Viyana Antlasmalar Hukuk Sözlesmesi (VAHS) md.64 geregince, sadece anlasmaya taraf olanları baglar ve onlar için hak ve yükümlülükler dogurur. Ancak istisnaen “özellikle ulasım yollarıyla ilgili birtakım anlasmaların üçüncü uluslararası taraflar için de haklar” dogurdugu görülebilir. Sınır asan suların hukuki kaynakları bakımından devletler, daha çok, uyusmazlıga taraf devletlerin bir araya gelmesi ile o konuya özgü özel bir anlasma imzalama yoluna gitmektedirler. Ancak bu anlasmalar, bir diger uyusmazlıgı 
çözümleyecek anlasmalar bakımından aynen uygulanabilme kabiliyetini haiz degildir. Çünkü anlasmalar birbirinden farklı nehirler üzerinde dogan 
uyusmazlıkları çözümlemekte, ortaya konulan sorunlar ve mutabık kalınacak çözümler farklılasabilmektedir. Aynı özellikleri tasıyabilen nehirler bakımından ise, sorunlar aynı olabilse de çözümler, somut uyusmazlıga göre degisik olabilmektedir. Örnegin, su konusunda imzalanan anlasmalar, ülkeler arasındaki topyekün iliskilerin sadece bir parçasıdır. Buna baglı olarak da taraflardan birinin anlasmanın müzakere edildigi dönemdeki pazarlık gücü, benzer durumlardaki baska kıyıdaş devletlerinkinden farklı olabilir veya taraf ülkelerden birinin o 
anlasmayla verdigi taviz, baska bir anlasma ile dengelenmiş olabilir24 . 


2 Cİ BÖLÜMLE DEVAM EDECEK..


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder