AYŞE HÜR etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
AYŞE HÜR etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

19 Şubat 2019 Salı

Devletin karanlık yüzü




Devletin karanlık yüzü  







Özel Harp Dairesi-Kontrgerilla-Gladio-JİTEM-MİT ilişkileri herhalde ciltler doldurur. Anlatılması mümkün olmayan gözyaşı ve acılar var. Uyuşturucu, silah kaçakçılığı, adam kaçırma, kadın kaçırma, haraç ve fidye alma ve elbette milyarlarca lira para var.
6 Haziran 2015 günü Diyarbakır’da HDP’nin seçim mitinginde bomba patladı, 4 kişi öldü, 400’den fazla kişi yaralandı. 20 Temmuz 2015 günü Suruç’ta Kobane’ye yardım malzemesi götürmek üzere toplanan sosyalist gençlerin arasına bir intihar bombacısı daldı, 33 genç öldü, 100’den fazla kişi yaralandı. İki olayda da faillerin IŞİD militanı olduğuna dair güçlü emareler vardı ama henüz soruşturmalarda bir adım ilerlenmedi. Ardından Ceylanpınar’da iki polis evlerinde kurşuna dizildi, olayı HPG’ye bağlı yerel bir grup üstlendi, beş gün sonra PKK sorumluluğu reddetti. Bu olay da hala aydınlanmadı. Ardından TSK’nın IŞİD ve PKK’ya eş zamanlı harekatı başladı. Elbette “az IŞİD, çok PKK” şeklinde. IŞİD sözlü tehditle yetindi şimdilik ama PKK’nın fiili cevabı gecikmedi. Bombalamalar, mayınlamalar, roketatarlı saldırılar. Devlet zaten sürekli arazideydi. Onun eli hiç bir zaman armut toplamazdı zaten. Resmi kaynaklara göre korkunç bilanço son olarak şöyleydi: 43 güvenlik görevlisi (asker, polis ve korucu), 14 sivil, 58 PKK’lı hayatını kaybetti, 186 kişi yaralandı. kaybetti, 197 kişi yaralandı. PKK kaynakları güvenlik güçlerinin kaybının 250 civarında, kendi kayıplarının 30 civarında olduğunu iddia ediyorlar.
 
(20 Temmuz 2015, Suruç Katliamı’nda ölen sosyalist gençler)
 DERTLEŞME
Yazılarımı veya sosyal medyadaki paylaşımlarımı okuyanlar bilirler ki devletin şiddetini asli, yapısal ve sistematik, ezilenlerin kendilerine şiddet uygulayan devlete karşı verdikleri mücadelede başvurdukları şiddeti, tali, savunmacı, tepkisel, veya türev şiddet diye nitelerim. Bu yüzden de öncelikle ve ağırlıkla devletin şiddetini eleştiririm. Bu konuda yüzlerce yazı yazmışımdır. (‘Şiddet’ konusunu ayrı bir yazıda ele almayı düşünüyorum.)
Ancak Ceylanpınar’daki polis cinayetlerinden beri özellikle sosyal medyada defalarca PKK-HPG şiddetine dair daha net sözler etme ihtiyacı duydum. Çünkü artık PKK şiddetinin türev şiddet olmaktan çıkıp kurucu, stratejik şiddet haline dönüştüğünü düşünüyorum. Bu yüzden örneğin “Ceylanpınar katliamı nedeniyle HPG’yi lanetliyorum” dedim. Örneğin “PKK’nın mayınlama, bombalama gibi eylemlere hele de öldürmelere derhal son vermesini” diledim, örneğin “Devlet ne kadar şiddete başvurursa başvursun İsa gibi öteki yanağını çevirmesini, böylece devletin şiddetini teşhir etmesini ve devleti sürekli barış masasına davet etmesini” önerdim. Örneğin “sivil itaatsizlik türü eylemlerin daha çok sempati toplayacağını” hatırlattım. (Merak edenler Twitter’daki mesaj arşivime bakabilirler.)
Bu yüzden de PKK sempatizanı veya sol siyasal kültürden gelen izleyicilerim tarafından “fabrika ayarlarına dönmekle”, “içimdeki Beyaz Türk’ün hortlamasıyla”, “Kürtleri anlamamakla”, “korkaklıkla”, “liboşlukla”, “naiflikle”, “aptallıkla” vs. suçlandım. Buraya kadar sorun yok. Nihayetinde tepkilerin çoğu sert de olsa, çoğu haksız da olsa, ‘eleştiri’ niteliğindeydi.
YANDAŞ MEDYANIN MANİPÜLASYONU
Ancak Siirt’te 8 askerin uzaktan kumandalı mayınla öldürülmesi olayını kınarken “Siirt’teki olayın faili ‘meçhul’ çünkü henüz üstlenen yok. Kaldı ki biz yıllar sonra pek çok olayın JİTEM’in işi olduğunu öğrenmiş bir kuşağız” yazınca farklı bir durumla karşı karşıya geldim. Mesajım iktidarın ‘besleme’ haber siteleri tarafından anında “Ayşe Hür Siirt katliamını PKK yapmamıştır dedi” şekline çevrildi, bu format iktidarın borazanı bazı televizyon kanallarında uzun uzun işlendi ve ardından binlerce Ak, Ülkücü veya Ulusalcı ‘trol’ün hakaret yağmuru başladı. Cinsel içerikli hakaretler, tecavüz ve ölüm tehditleri, hatta kafamın kesilmesini öneren hastag’lar.. Ama en çok da, “keşke JİTEM olsa da seni temizleseler” dileği.
(19 Ağustos 2015’te Siirt’te ölen Askerlerimiz)
Bunlar olurken demokratik örgütlerin, kadın örgütlerinin, gazetemin, arkadaşlarımın ve 5-10 kişi dışında okurlarımın desteğini gördüm mü derseniz, ne yazık ki HAYIR! Yalnız bırakılışım benim tavırlarımla, çizgimle ilgilidir muhtemelen, yoksa bunun onda biri şiddette saldırılarda kol kanat gerdiklerini biliyorum yakın gördükleri kişilere. Sorun değil. Tehditler ise beni yıldırmaz, korkutmaz. Ne demişler “demirden korksaydık trene binmezdik.” Ama iktidar yanlısı medyanın ve daha önemlisi onların yönlendirdiği gençlerin düşünsel, davranışsal, siyasal, ahlaksal vb. düzeyi tüylerimi ürpertti. Uzatmayayım, aklıma iki ihtimal geldi. Ya bu gençler sadece fikir belirten bir yazarı öldürmek, 60 yaşında bir kadına tecavüz ettirmek üzere JİTEM’i göreve çağıracak kadar kötü yürekliydiler, ya da JİTEM’in ne olduğunu bilmiyorlardı. İkinci ihtimale daha ağırlık vererek bu haftayı JİTEM’e ayırdım. Elbette, hisleri galeyana getirmek gibi bir amacım olmadığı için teknik bir yazı kaleme aldım. Yine de bilmeyenlere fikir verebilir, bilip de unutanların hafızasını canlandırır diye düşünüyorum. Bu arada PKK’nın Siirt katliamı ve benzeri eylemlerini lanetliyorum. Ölenlerin sevenlerine baş sağlığı, yaralılara acil şifalar diliyorum. Gelelim konumuza:
CEM ERSEVER CİNAYETİ
“İlk bulunan ceset Kızılcahamam yakınlarında, ormanlık araziye atılmıştı. 30 yaşlarındaki esmer kadının kimliği tespit edilemedi. İkincisi, bir hafta sonra Elmadağ’daki kireç ocaklarında bulundu. Elleri bağlanmış, ağzı bantlanmış, kafasına iki kurşun sıkılmıştı. Kısa bir araştırmadan sonra kurbanın, emekli Jandarma Binbaşı Cem Ersever olduğu anlaşıldı. İki gün sonra, Ersever’in yardımcısı ve PKK itirafçısı Mustafa Deniz’in cesedi Polatlı’da bulundu. Elleri bağlanıp kafasına tek kurşun sıkılmıştı. Araştırma derinleştirildiğinde, kimliği belirsiz ilk cesedin de Ersever ekibinden olduğu anlaşılacaktı: (Adı) Mahsune (idi). (Dr. Mahsune Dgoube Suriyeli idi.) Cesetler, Ersever’in ‘Üçgendeki Tezgah’ adlı kitabını anımsatırcasına, Ankara’nın üç ayrı köşesine bırakılmıştı.”
Esrarengiz cinayet zinciri, 1993 Kasımı’nın ilk günlerinde gazetelerin manşetlerine çıktı. O güne kadar sadece Güneydoğu’dakilerin duyduğu bir gizli teşkilattan bahsediyordu basın: Jandarma İstihbarat Terörle Mücadele, yani JİTEM. Cem Ersever, kurucusuydu. İsminin baş harflerini kullandığı bir de slogan vardı: ‘Teröre karşı en etkili deterjan ACE!’ Katiller, basını arayıp şu notu bırakmıştı: ‘Bitlis Paşa’nın katili Ersever infaz edildi.’”
EŞREF BİTLİS’İN UÇAK KAZASI
Bu satırlar, Serhan Yedig’in "Bir var bir yok Hem var hem yok JİTEM” başlıklı yazısından. (20 Kasım 2005, Hürriyet Pazar) Bitlis Paşa Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Eşref Bitlis. Resmi açıklamaya göre, Orgenaral Bitlis, 17 Şubat 1993 günü Diyarbakır’a gitmek üzere uçağa binmiş, “anti-buz sisteminin çalışmaması sonucu” uçak düşmüş ve Bitlis’le yanındakiler ölmüştü. Bitlis’in ekibinden Diyarbakır Jandarma Bölge Komutanı Tuğgeneral Bahtiyar Aydın da 22 Ekim 1993 günü Lice’de Kanas marka suikast tüfeğiyle öldürülecekti. Cinayeti PKK’nin işlediğini iddia etti devlet ama PKK bunu kabul etmedi. Aynı uçağa son anda binmekten vazgeçen Albay Kazım Çillioğlu ise 3 Şubat 1994’te görevli olduğu Tunceli Jandarma Alay Komutanlığı’nın lojmanlarında ölü bulundu. Yüzeysel bir inceleme ile ‘intihar’ raporu verildi. 11 Şubat 1994 tarihli Ortadoğu gazetesinde, Çillioğlu’nun, bir üst düzey komutanın PKK’ya müsamaha göstermesinden rahatsız olduğu, operasyonlar konusunda Genelkurmay’la görüş ayrılığına düştüğü, bu yüzden öldürülmüş olabileceği yazılmıştı. Cinayetler bu güne dek aydınlanmadı.
Bu arada 1993 yılından itibaren kendisinin JİTEM’in tetikçisi ‘Yeşil’ kod adlı Mahmut Yıldırım olduğunu söyleyen biri, sicil numarasını vererek ama yüzü karartılmış biçimde Kadir Çelik’in programlarına çıkıp Behçet Cantürk, Savaş Buldan, Medat Serhat cinayetlerini devletin işlediğini defalarca anlatıyor ve kimse bunları yalanlamıyordu. Kısacası JİTEMciler marifetlerini göğüslerini gere gere anlatıyorlardı, böylece topluma gözdağı veriyorlardı belki de… (1997’ye kadar sahne alan bu adamın sahte ‘Yeşil’ olduğu anlaşılacaktı sonunda.)
SONER YALÇIN’IN KİTABI
1994 yılında JİTEM’e dair çok ayrıntılı bir kitap yayımlandı. Kitabın yazarı Soner Yalçın konuyla ilgilenmeye, 2000’e Doğru Dergisi muhabiri olduğu 1991 yılında başlamıştı.
Ardından Cem Ersever’i konuşmaya ikna eden Yalçın, Binbaşı Ersever’in İtirafları’nı (Doğan Kitap) yayımladı. Yalçın’a göre JİTEM, 1987’de Binbaşı Arif Doğan tarafından Jandarma İstihbarat Daire Başkanlığı’na bağlı kurulmuş, İstanbul, Ankara, İzmir, Adana, Diyarbakır, Samsun, Erzurum’da örgütlenmiş ti. Kadrosunda muvazzaflar ve hapishaneden özel izinle çıkarılan PKK itirafçıları vardı. Kitapta yanı sıra, en gözü kara PKK itirafçılarından Alaattin Kanat, İbrahim Babat, Adil Timurtaş tanıtılıyor; bunların işlediği Vedat Aydın (1991), Musa Anter (1992), Mehmet Sincar (1993)  ve diğer önemli cinayetler anlatılıyordu. Denetimdışı grubun uyuşturucu ve silah kaçakçılığına da karıştığı anlatılıyordu.
(1990’larda faili belli veya meçhul cinayetlere kurban gidenler. Büyük resim: Uğur Mumcu, Özdemir Sabancı, Necip Hablemitoğlu, Behçet Cantürk, Savaş Buldan. Küçük resimler: üstte Medet Serhat, altta Vedat Aydın. )
ŞEYTAN ÜÇGENİ CİNAYETLERİ
1994 yılı, karanlık cinayetler yılıydı. uyuşturucu kaçakçısı olduğu söylenen Liceli Behçet Cantürk, Cantürk’ün avukatı Yusuf Ekinci ve Medet Serhat (eşi Yurdanur Serhat suikasttan sağ çıkmıştı), Cantürk’ün ortağı Savaş Buldan ile arkadaşları Hacı Karay ve Adnan Yıldırım Sapanca-Düzce-Adapazarı arasındaki ‘şeytan üçgeni’nde ölü bulundu. Bu kişilerin PKK’nin finansmanını sağlayan kişiler olduğu söyleniyordu. Yani JİTEM ‘vatan hizmeti’ yapmıştı. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel “Devlet rutin dışına çıkabilir” görüşündeydi, yani JİTEM’i zımnen kabul ediyordu. Başbakan Tansu Çiller, PKK destekçisi işadamlarının listesinden, ‘Bask tipi çözüm’den bahsediyordu. Ersever cinayetinin bir iç hesaplaşma olduğunu savunuyordu. Çiller malum, “Devlet için kurşun atan da yiyen de şereflidir” vecizesinin müellifiydi.
JİTEM VAR MI YOK MU?
1995’in Nisan ayında TBMM Faili Meçhul Cinayetler Komisyonu’nun hazırladığı rapordaki bazı ifadeler basına ‘şok bilgiler’ diye yansıdı. Raporda, yasadışı işlere karışmış korucular, PKK itirafçıları ve JİTEM arasındaki karanlık ilişkilere değinildikten sonra dil gayet steril bir dille “JİTEM’in faaliyetlerinin ne olduğu anlaşılamamıştır. (...) Devlet organlarının kanunlarla sınırlı görev ve yetkileri aşılıp, yasal boşluklardan yararlanıp yeni kurumlaşmalara gidildiği görülmüş tür. (...) JİTEM yetkisiz, görevsiz olduğu polis mıntıkasında polisten habersiz operasyon yapmaktadır. Yasal dayanağı olmayan ve buna rağmen kuruluş amacından saparak bazı yasadışı olaylarla birlikte anılan kuruluşun faaliyetlerine son verilmesi hukukun üstünlüğüne inanan devletiminiz lehine olumlu bir davranıştır” deniyordu.
Deniyordu ama, 2 Mart 1995’te MİT ajanı Tarık Ümit kimliği bilinmeyen kişilerce kaçırıldı ve kendisinden bir daha haber alınamadı. Vanlı işadamı Senar Er’in babası JİTEM tarafından 100 Mark fidye için kaçırıldı. Görüşmeler sırasında fidye 1 milyon marka kadar çıktı ancak para ödenemediği için babadan bir daha haber alınamadı. 12 Ağustos 1995 günü, Eşref Bitlis’in ekibinden Mardin Jandarma Alay Komutanı Albay Rıdvan Özden, resmi hikayeye göre PKK ile girdiği çatışmada alnından aldığı bir kurşunla öldü. Eşinin alnında değil ensesinde kurşun yarası olduğunu söyleyen Tomris Özden’e göre ise, eşine dönemin Giresun Jandarma Komutanı Veli Küçük ve ekibi tarafından JİTEM’e girmesi yönünde baskı yapılmıştı. Öldürülmesi bununla ilgili olabilirdi. (Bir PKK itirafçısının Özden'in çatışmada ölmediğini söylemesi ve askerlerinden birinin ‘Komutanımızı yanındaki asker öldürdü’ iddiası üzerine Rıdvan Özden suikastı dosyası 2009’da açılacak ama sonuç alınamayacaktı.)
SUSURLUK KAZASI VE JİTEM
3 Kasım 1996’de Susurluk Çatalceviz mevkiinde, bir Mercedes’e bir kamyon çarptı va Türkiye tarihinin en büyük politik skandalı patlak verdi. Mercedes’te, DYP Şanlıurfa milletvekili Sedat Edip Bucak,  İstanbul Polis Okulu Müdürü Hüseyin Kocadağ, Mehmet Özbay adına düzenlenmiş sahte kimlikli Ülkücü militan Abdullah Çatlı ile sevgilisi Gonca Us vardı. Kaza, MİT Operasyon Dairesi’ne ve Emniyet Genel Müdürlüğü Özel Harekat Dairesi’ne bağlı iki hukuk üstü silahlı grubun daha varlığını ortaya çıkarmıştı. JİTEM’in adı tekrar geçince, Susurluk Skandalı’nın ardından TBMM'de kurulan Susurluk Komisyonu konuyu bu işi en iyi bilecek kişiye, eski Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Teoman Koman’a sormaya karar verdi. Koman davete fiziken icabet etmedi mektupla şu cevabı verdi: “Jandarma teşkilatı içinde JİTEM adında legal ya da illegal bir örgüt kurulmamıştır, yoktur. Ama jandarma dışında bu ismi kullanıp kanunsuz işler yapan bir grup vardır.” Halbuki aynı günlerde Milli Güvenlik Kurulu’nin (MGK) hazırladığı bir raporda JİTEM’in adı geçiyordu. Elbette kimse Koman’a veya MGK’ya bu çelişkiyi sormaya cesaret edemedi.
YEŞİL’İN MESUT YILMAZ’I DARP ETTİRMESİ
Susurluk Skandalı patladığında iktidarda Erbakan Hükümeti vardı. Erbakan’ın Susurluk’ta ortaya çıkan kirli ilişkileri protesto etmek için halkın yürüttüğü Aydınlık İçin Bir Dakika Karanlık eylemini “Glu glu dansı yapıyorlar” diye alaya alması deyim yerindeyse Erbakan Hükümeti’nin sonunu getirdi. Yerini Mesut Yılmaz Hükümeti aldı. Mesut Yılmaz’ın başta Susurluk Skandalı’nı deşmeye niyeti yoktu belki ama 23 Kasım 1996’da hiç hesap olmadığı halde “yakıt ikmali için uğradığı” Budapeşte’de bir otel lobisinde, daha JİTEM’in tetikçilerinden ‘Yeşil’in organize ettiği bir saldırıda burnu kırılınca, ülkeye döner dönmez, Başbakanlık Teftiş Kurulu Başkanı Kutlu Savaş’dan “ülke menfaatleri ve terörle mücadele adı altında yürütülen para, güç, menfaat sağlamaya yönelik tüm faaliyetleri araştırmasını” istedi.
Rapor yazılırken komisyon Kaçakçılık İstihbarat ve Organize Suçlar eski Daire Başkanı Tuncay Yılmaz’la Emniyet İstihbarat Daire Başkanı Hanefi Avcı’yı dinledi. Avcı, “çetelerin başı (dönemin Emniyet Genel Müdürü) Mehmet Ağar’dır” dedi. Elbette devlet ve Ağar üstüne alınmadı. Avcı, JİTEM’ci Cem Ersever’in yine JİTEM’ci Kemal isimli biri tarafından öldürüldüğünü söyledi. Daha sonra “JİTEM’cilerin mafya ile ilişkilerine” dair bir bilgi notu iletti komisyona. Elbette bunlar da sümenaltı edildi.
(Devlet için ‘kurşun atanlar’: ‘Yeşil’ Mahmut Yıldırım, Mehmet Ağar, Mehmet Eymür, Korkut Eken)
JİTEM’CİLER BİRBİRİNİ ELE VERİYOR
 Komisyon 152 faili meçhul (!) cinayetin sorumlularından biri olduğu söylenen, JİTEM’in kurucularından Tuğgeneral Veli Küçük’ü de davet etti ama Küçük, hakkındaki suçlamalara bir televizyon kanalından “ne şimdi ne sonra öyle bir açıklama yapmayacağım” diye cevap verdi. 16 Şubat 1997’de gazetelere TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’nda sadece askeri yetkililer ve üye milletvekillerinin katıldığı gizli bir oturumda JİTEM’in bütçesinin kabul edildiği yansıdı. Komisyon üyesi CHP’li Sinan Yerlikaya’ya göre sadece rakamlar vardı ortada ve komisyon üyelerine hiçbir bilgiyi sızdırmamaları konusunda yemin ettirilmişti.
Bir kaç gün sonra gazetelerde MİT ve JİTEM adına çalışan İranlı iki uyuşturucu kaçakçısından Yeşil’in 300 bin mark fidye aldığı okundu. İlginç olan, 25 Ocak 1995 tarihli Özgür Ülke gazetesinde “İranlıların ARGK gerillarınca öldürüldüğü”nün yazmasıydı. ARGK, PKK’nın koluydu. Bu nedenle Yeşil’in ve dolayısıyla JİTEM’in PKK ile ilişkisi olabileceği ihtimali konuşulmaya başladı. Bir kaç gün sonra JİTEM’ci bir assubay Uğur Mumcu cinayetinde Alaattin Çakıcı’nın rolü olduğunu açıkladı. Kısacası JİTEM’ciler birbirini ele veriyordu.
Bu arada Özel Harekat Dairesi Eski Başkan Vekili İbrahim Şahin bir türlü yakalanamıyordu ama adamları Ayhan Çarkın, Ayhan Akça, Ziya Bandırmalıoğlu’nun ifadeleri alınıyordu. Tansu Çiller ve ailesinin dinlenmesinden ise nedense vazgeçilmişti. Gazetelerde JİTEM’in Güneydoğu Anadolu’da “yargısız infazlar yaptığı” yazılıyordu. Ve TBMM’nin Susurluk Raporu Nisan 1997’de yayımlandı. Komisyon Başkanı Mehmet Elkatmış, “raporda JİTEM’i yeterince sorgulayamadık, bu içimde ukde kaldı” dedi.
KUTLU SAVAŞ’IN SUSURLUK RAPORU
Kutlu Savaş’ın hazırladığı II. Susurluk Raporu (birincisi MİT tarafından hazırlanmış yüzeysel bir rapordu, çok eleştiri almıştı) ise 1998’de tamamlandı. Rapor 120 sayfa idi. Bunun 11’i devlet sırrı gerekçesiyle açıklanmadı. JİTEM’le ilgili en çarpıcı bölüm, itirafçılardan İbrahim Babat’ın 76. sayfada özetlenen ifadesiydi. Babat şöyle diyordu: “JİTEM birlikleri içinde teröre karşı başarılı çalışmalarımız olmakla birlikte açığa çıkmamış ve gizli kalmış ve bugün de devleti sıkıntıya sokan bazı keyfi, hukuk dışı, pis uygulamalar olmuştur” dedikten sonra bazı dava arkadaşlarının devletçe nasıl öldürüldüğünü, (geçen dönem HDP Milletvekili olan) avukat Hasip Kaplan’a nasıl bombalı suikast planlandığını anlattı.   
Raporun yayımlanmasından bir kaç ay sonra gazeteci Necdet Açan, Babat’la cezaevinde görüştü, ifadenin tam metni yayımladı. Babat olayları, amir ve kurbanlarının ismiyle anlattı. (Babat’ın ifadeleri üzerine dönemin İdil Cumhuriyet savcısı, 16 Eylül 1989'da öldürülen üç kişi ile ilgili dosyayı tekrar açtı. Ancak Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü Babat’ın ifadesinin alınmasına izin vermedi. Bu ve benzeri bir çok engellemeden sonra İbrahim Babat 2002'de kamuoyunda Rahşan Affı olarak bilinen yasadan yararlanarak tahliye edildi.)
 
(JİTEM elemanları 1990-1991 yıllarında Diyarbakır’daki Şehitlik semtinde yer alan JİTEM Bölge Karargah’ında toplu halde. Soldan sağa: Hüseyin Tilki, Fethi Çetin, Recep Tiril, İbrahim Babat, Abdülkadir Aygan, Ali Ozansoy. Fotoğrafı çeken: Adil Timurtaş. Kaynak: Abdülkadir Aygan arşivi / Hakan Akçura /open-flux.blogspot.com)
JİTEM PINAR SELEK’İN PEŞİNDE Mİ?
Artık JİTEM’in varlığı inkar edilemez hale gelince, Mesut Yılmaz yetkililerle görüşüp sonucu kamuoyuna şöyle duyurdu: “Şu anda JİTEM yok, temizlemişler!” Sene 1998 idi.
15 Şubat 1999’da Abdullah Öcalan Kenya’da yakalanıp Türkiye’ye getirildi. Ardından yargılandı ve İmralı’ya konuldu. ‘PKK Meselesi’ buzdolabına kondu. Yeşil’in İHD Başkanı Akın Birdal’ın yaralanmasında, Sabancı Suikastı faillerinden Mustafa Duyar’ın öldürülmesinde parmağı olduğu yazıldı. Bunun üzerine Aralık 1999’da jet bir kanunla Jandarma İstihbarat Teşkilatı kuruldu böylece güya JİTEM geride bırakıldı. Halbuki 2001 Şubatında Hizbullah’ın bir JİTEM’ciyi öldürdüğü, bir JİTEM’ciyi de MİT’e havale ettiği yazıldı gazetelerde. Elbette hepsi ‘iddia’ olarak kaldı. 2005 yılının Mayıs ayında Mısır Çarşısı Davası’nda önce itirafçı olmaya karar verip Pınar Selek’i suçlayan Alaattin Öget, kararından vazgeçip, “MİT ve JİTEm Pınar’ı mahkum ettirmek için beni kullandı!” dedi. Daha sonra iki sıra arkada oturan Pınar Selek’e: “Seni öldürecekler, dikkat et!” dedi.  Pınar’ın davası kaç kere temyize gitti geldi bilmiyorum. Hala Almanya’da yaşıyor. JİTEM’in kendisine garezinin vazgeçmesini bekliyor belki de.
YAŞAR BÜYÜKANIT: TANIRIM İYİ ÇOCUKTUR
9 Kasım 2005’te Şemdinli’de Seferi Yılmaz’a ait Umut Kitabevi’nde patlayan bombadan sonra olay yerinden kaçarken halk tarafından yakalanan astsubay başçavuş Ali Kaya, Özcan İldeniz ve Veysel Ateş’ten birinin PKK itirafçısı, diğerinin jandarma istihbaratçısı çıkması JİTEM’i yeniden hatırlattı. TBMM Başkanı Bülent Arınç hükümete çağrıda bulundu: “JİTEM var mıdır, nasıl çalışmaktadır, nasıl bir görev yüklenmiştir? Net bir açıklama yapılmalı.”
Olayı soruşturan Van Cumhuriyet Başsavcısı Ferhat Sarıkaya, arkasında hükümetin olmasından aldığı cesaretle bir kişinin ölümüyle biten bu bombalı saldırının devlet görevlileri tarafından düzenlenen bir terör eylemi olduğu savunduğu gibi, dönemin Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt'ın sanık Ali Kaya için, “Tanırım, iyi çocuktur” sözleriyle adli yargıyı etkilemeye teşebbüs ettiğini belirtti. Ancak baltayı taşa vurmuştu. Sarıkaya’nın Büyükanıt hakkında soruşturmaya talebi Genelkurmay tarafından reddedilirken Sarıkaya Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'nun 20 Nisan 2006 günü almış olduğu kararla meslekten ihraç edildi. Neyse ki mahkeme Sarıkaya'nın iddianamesinin iade edilmesini gerek görmedi de yargılama sonucu sanıklar 39'ar yıl hapis cezasına çarptırıldılar. Ancak elbette JİTEM evlatlarını terketmedi. Yargıtay olayda askeri yargının görevli olduğu gerekçesiyle bozdu. Üyeleri değiştirilen mahkeme bu görevsizlik kararına uyularak dosya askeri ceza mahkemelerine gönderdi. Sivil mahkemenin ağır cezalara çarptırdığı sanıklar, askeri mahkeme tarafından ilk celsede serbest bırakıldılar. Sonunda sadece Tanju Çavuş 8 yıl ceza aldı. Böylece ‘iyi çocuklar’ bu işten de sıyrıldılar.
2008’de Avusturya veya Almanya’da yaşadığı sanılan Yeşil’in 10 milyon dolarlık bir servete sahip olduğu, Yeşil’in Veli Küçük’le ilişkisi yansıdı gazetelere…Bunlar soruşturuldu mu? Hayır. Yeşil’in servetine el kondu mu? Hayır…
ABDÜLKADİR AYGAN’IN İTİRAFLARI
 PKK itirafçısı Abdülkadir Aygan 2009 Ocak ayında Star gazetesine verdiği röportajda "Görev yeri: JİTEM" yazan resmi maaş bordrosunu gösterdi ve görev yaptığı yerde JİTEM yazılı tabela bulunduğunu söyledi. Aygan Ülkede Özgür Gündem gazetesine verdiği röportajda ise JİTEM'in eski Diyarbakır Grup Komutanı olduğu iddia edilen emekli Albay Abdülkerim Kırca'nın emriyle gerçekleştiğini söylediği pek çok cinayeti tek tek sıraladı. Abdülkadir Aygan'ın anlatımlarında JİTEM tarafından öldürüldüğü söylenen kişiler şunlardı: Musa Anter, Vedat Aydın, Musa Toprak, Mehmet Şen, Talat Akyıldız, Zahit Turan, Necati Aydın, Ramazan Keskin, Mehmet Ay, Murat Aslan, İdris Yıldırım, Servet Aslan, Sıddık Yetmez, Edip Aksoy, Ahmet Ceylan, Şahabettin Latifeci, Abdülkadir Çelikbilek, Mehmet Salih Dönen ve ismi öğrenilemeyen amcası, İhsan Haran, Fethi Yıldırım, Abdülkerim Zoğurlu, Zana Zoğurlu, Mele İzzettin Acet ve şoförü Mehmet Emin Kaynar, Hakkı Kaya, Harbi Arman, Fikri Özgen ve Muhsin Göl. Bu kişilerin hemen tamamının Kürt olduğunu söylemeye gerek yok herhalde. Bu röportajdan bir kaç gün sonra Abdülkerim Kırca intihar etti. Genelkurmay Başkanlığı Kırca’nın ölümü üzerine sert bir basın açıklaması yaptı. Açıklamada Aygan "sözde itirafçı" olarak niteleniyordu.
13 YIL SONRA JİTEM DAVASI
Halbuki Aygan’ın belirttiği yerlerde bazı mezarlar açıldı ve iddialarının bir kısmı doğrulandı. Bazı yerlerde insan değil hayvan kemikleri bulundu. Sonunda Diyarbakır Cumhuriyet Savcılığı, JİTEM üyesi oldukları, 1992-94 arasında sekiz cinayete katıldıkları iddia edilen beş itirafçı, bir emekli subay ve bir muvazzaf astsubay hakkında tam 12 yıl sonra dava açtı. Temmuz 2009’da İstanbul Cumhuriyet Savcılığı "JİTEM adlı bir oluşumun var olup olmadığı" konusunda, İçişleri Bakanlığı, Genelkurmay Başkanlığı, Jandarma Genel Komutanlığı, MİT Müsteşarlığı ve Emniyet Genel Müdürlüğüne yazılar yazdı. Genelkurmay Başkanlığı “bünyemizde (JİTEM) adında herhangi bir birim mevcut değildir'' derken Jandarma Genel Komutanlığı JİTEM adlı oluşumun, 1990 yılında sonlandırıldığı belirtti.
Eski Emniyet Müdürü Hanefi Avcı hapiste olduğu için talimatla verdiği ifadesinde JİTEM'in varlığının resmi düzeyde kabul gördüğünü söyledi. Somut olarak da, adını vermediği bir Baro Başkanı’nın arabasına bomba konulmasını, Yeni Ülke gazetesinin yakılmasını, Aydınlık ya da benzer bir derginin basılarak bir kişinin öldürülmesini ve HEP İl Başkanı Vedat Aydın’ın kaçırılıp öldürülmesini ifşa etti.
(1990’larda JİTEM’in infazlarda kullandığı ‘beyaz Toros’ araba geçtiğimiz haftalarda AHaber’in programcılarından Cemil Barlas’ın iki twitine konu olmuştu. Birincisinde Barlas “halkı silahlanmaya çalışanların kafalarını beyaz toroslara vura vura almadan terör bitmez” derken ikincisinde “halkı silahla kışkırtana, kan akıtana ne yapılır… torosu beğenmediyseniz başka marka da olur” diyordu.)
CEMAL TEMİZÖZ DAVASI
Uzatmayayım, savcı, sonunda “JİTEM adlı oluşumun, İçişleri Bakanlığının onayı olmadan ve Genelkurmay Başkanlığının görüşü alınmadan, Jandarma Genel Komutanlığının kendi inisiyatifiyle kurulduğu tespit edildi” dedi ancak oluşumla ilgili asker şahıslar yüzünden “yetkisizlik” kararı verip dosyayı Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığına gönderdi. Böylece bu konuda da rafa kaldırıldı.
Eski Cizre Jandarma Alay Komutanı Cemal Temizöz, 23 Mart 2009 günü Cizre’de görev yaptığı sırada yaşanan faili meçhul cinayetler nedeniyle gözaltına alındı. Bu olayın öncesinde Cizre’nin Kuştepe köyünde faili meçhul cinayet iddiaları hakkında yapılan kazı çalışmaları sonucu 20 kemik parçası bulunmuş ve soruşturma kapsamında eski Cizre Belediye Başkanı Kamil Atak ve oğlu tutuklanmıştı. Olay hakkında gözaltına alınan kişilerin ifadelerinde Temizöz'ün adı geçmekteydi. 2009 Temmuz ayında açıklanan 104 sayfalık iddianamede Cizre'deki 20 cinayetten sorumlu tutulan Temizöz'ün 9 kez ağırlaştırılmış müebbet hapsi istendi. Bundan üç ay önce savcı sekiz sanığın da beraatini istedi. Bilmem şaşırdınız mı?
2014 yılında Kendilerine ‘Bıçak Timi’ adını veren JİTEM’ci dört asker ve beş korucu, Mardin Kızıltepe’de, PKK’ya maledilen 22 cinayetin faali olarak yargılanmaya başladı. Dava hala devam ediyor. Sonucunu tahmin etmek zor olmasa gerek.
GERÇEĞE ULAŞMA YOLU
İşte ‘hem var hem yok’ JİTEM’in özetinin özeti hikayesi böyle. Özel Harp Dairesi-Kontrgerilla-Gladio-JİTEM-MİT ilişkileri herhalde ciltler doldurur. Anlatmadığım yüzlerce olay var elbette. Anlatılması mümkün olmayan gözyaşı ve acılar var. Uyuşturucu, silah kaçakçılığı, adam kaçırma, kadın kaçırma, haraç ve fidye alma ve elbette milyarlarca lira para var. Ve elbette, toplumun devlete, devletin vatandaşına, Türkün Kürde, Kürdün Türke uzaklaşması, düşmanlaşması var… Bunların yanısıra elbette PKK’nin hem devlete, hem örgütüne hem halka karşı işlediği suçlar var. (Bu konuyu önümüzdeki hafta ele alacağım.) Gerçeklerin ortaya çıkması için niyete, cesarete, azme ve teknik olarak Hakikat Komisyonları’na ihtiyacımız var. Var oğlu var. 
Bu süreçte gerçeğin bir nebze de olsa ortaya çıkarılmasında emeği geçen kişilerden yazıda adlarını anmaya fırsat bulamadığım Fikri Sağlar ve Sezgin Tanrıkulu’na çok şeyler borçluyuz.
JİTEM, AKP’lilerin dediği gibi (ya da yazıklandığı gibi) “geçmişte mi kaldı”? Hiç sanmıyorum. Devletin kılcal damarlarına kadar yayılmış, böylesine girift bir suç örgütünün tasfiye edilmesi ancak cesur, kararlı, sistematik ve çok yönlü politikalarla olur. Ortada bunu başarabilecek, daha doğrusu başarmak isteyen bir siyasal iktidar var mı? (Davaların akibetinden gördüğüm kadarıyla yok.) Aynen Diyanet gibi, aynen YÖK gibi, aynen MGK gibi, OHAL Yasası gibi ele geçirilinceye kadar ‘kötü’, ele geçirilince ‘faydalı’ olabilecek yapıları, mevcut iktidar tasfiye eder mi, yoksa kendi çıkarları için kullanır mı? Bundan PKK veya benzeri örgütler de yararlanır mı? (Merhum MİT’ci Mahir Kaynak’ın kızı Deniz Ülke Arıboğan hocamızın “ülke darbeye doğru gidiyor” kehanetini de not edelim.) Cevabı size bırakıyorum….
Özet Kaynakça: Soner Yalçın, Binbaşı Ersever’in İtirafları, Doğan Kitap, 1994, Çetin Ağaşe, Cem Ersever ve JİTEM Gerçeği, Bilge Karınca Yayınları, 2003, Ersin Kalkan, Katille Buluşma Bir Jitem Dosyası: Musa Anter Cinayeti, Güncel Yayıncılık, Timur Şahan; Uğur Balık, İtirafçı Bir JİTEM'ci Anlattı, Aram Yayınları, 2004, Ecevit Kılıç, JİTEM, Timaş Yayınları, 2009, Nevzat Çiçek, İtirafçı, Timaş Yayınları, 2009, Uğur Balık, KERBEROS-PKK'dan JİTEM'e Bir Tetikçinin Anatomisi, Timaş Yayınları 2011, Milliyet Gazete Arşivi.
***