Agah Oktay GÜNER etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Agah Oktay GÜNER etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

27 Ocak 2020 Pazartesi

Domates ve Diş sağlığı

Domates ve Diş sağlığı


Agah Oktay GÜNER
agahoktayguner@hotmail.com
08 Ağustos 2011 


Geçen hafta Konya’nın Çumra ilçesi millete diş kirası hediye etti. 

   Bildiğiniz gibi eskiden varlıklı aileler  iftara davet ettikleri misafirleri uğurlarken hediye verirler, buna “Diş kirası” denirdi. 
Samiha Ayverdi büyüğümüzün bir eserinde, cömert ve zengin bir davet sahibinin misafirine diş kirası olarak zarflı bir fincan hediye ettiğini, onun da yıllar sonra bu fincanı satıp bir ev aldığını ve kalan para ile hanımıyla hacca gittiğini anlatır. İşte bereketli ve irfanlı toprakların diyarı Konya’mızın Çumrası milletimize diş kirası hediye etti. Yerli domates üretimine dönüşüm müjdesini verdi. İsrail’den alınan dölsüz tohumlara olan esaretimizden kurtuluşun ilk müjdesini böylece almış olduk. Yerli domatesin verimi daha fazla, ürün bereketi daha çok...  

Lezzeti ölçülmez.  

Böylece mübarek Ramazan ayı gerçekten, bir ayrı güzellikle ışıldadı.  
Sahip olduğu manevi miras, tarihi bereket ve zenginlik sınırsız olan Konya’nın bu güzelliklerin yanında çok zengin bir fıkra ve mizah hazinesi de vardır.   

Bu konuda bir iki örnek aktarmak istiyorum: 
Loras Dağı, Alaettin Tepesi’ne çıktığımız zaman güneşin batış istikametinde Takkeli Dağın yanındadır. 
Eski Konya tozuyla meşhur. “Konya’nın tozu, Koçhisar’in tuzu, Sille’nin kızı” tekerlemesi asfalat yolla tanışıncaya kadar çok söylenirdi. 
Loraslılar, dağdan toplayabildikleri odunları, tavuklarının yumurtasını Konya pazarında satıp biraz tuz ve idare lambası için gaz almak üzere yola koyulurlar. Ancak, güneş Konya istikametinden doğduğu için gözlerini perişan eden tozla birleşir. İkindiden sonra köye dönerken bu defa yine güneş gözlerini yakmaya devam eder. Bu zor durumdan onları kim kurtarır diye düşünürken akıllarına bir çare gelir. Mıllıoğlu’na, güneşi şikayet etmek. Mıllıoğlu o devirde halkın, Mevlâna dergâhında bulunan Hazreti Pir’in vekili kabul edilen Şeyh Efendiye verdiği unvandır. 

Mevlâna oğlu halkın dilinde Mıllıoğlu olmuştur. Mıllıoğlu’na giderler. Hazret tebessümle dinler ve “Siz merak etmeyin, güneşe tembih ederim, bir daha gözünüzü yakmaz. Ancak siz akşama doğru köyden Konya’ya doğru yola çıkın gece dergâhta bizim misafirimiz olun, sabah pazarınızı yapın köye dönün” der. Köylüler son derece mutlu, huzuru terk ederler. Ertesi gün o geceyi dergâhta geçirmiş ve dinlenmiş halde mallarını satar, yola koyulurlar. Tek merakları vardır. “ Güneş ne yapacaktır? ” Bir müddet hiç ses çıkarmadan at sürerler güneş arkalarındadır. 

   Yan gözle güneşi kızdırmamak için bakarlar. 

Bir müddet sonra içlerinden en kabadayısı dayanamaz ve güneşe dönüp “Mıllıoğlu’ndan zılgıtı yedin ya nasıl yön değiştirirsin” der. 

Bu güzel insanların esprileri, hikayeleri çoktur. Birini daha nakledeyim: Loraslı bir köylü şahitlik için kadıdan davet alır. 

Bu emre uyarak yola çıkar. Geceyi Konya yakınındaki Horozlu Handa geçirir. Yatmadan hancıya sabah ezanı ile kendisini kaldırmasını, Konya’da erken saatte kadının huzurunda olması gerektiğini söyler. Hancı gün doğmadan köylüyü uyandırır, yolcu alelacele giyinir ve yola çıkar. 

Gün ışıldarken Konya’dan gelen yolcularla karşılaşır. Selamdan sonra köylüler: “Len Hüseyin sen ihtida mı ettin” diye sorarlar. 

Hüseyin “ Ne ihtidası len? Nereden çıkardınız? ” karşılığını verince arkadaşları el aynasını tutarlar. 

Hüseyin bir de ne görsün? 

Başında papaz serpuşu, sırtında papaz entarisi. Ve şöyle söylenir: “Şu hancının ettiğine bak akılsız gidi. Benim yerime yanlışlıkla papazı uyandırmış.” 

İşte böyle, “gönlü açık, kapısı açık, sofrası açık” bu aziz milletin böylesine temiz ve saf tarafları da vardır. 

   Çumralıları kurdukları birliği, dirlikli olması duasıyla gönülden tebrik ediyorum. Domateste atılan adımın bütün ürünlerde öncü olmasını ve milletimizin tarımda içine atıldığı israf çukurundan bu idrakle kurtulmasını temenni ediyorum. 

Mübarek Ramazan ayı bütün insanlığa, bizim insanlarımıza gönül aydınlığı, iman zenginliği ve zihniyet gelişmesi nasip etsin diyorum. 

Domates ve diş sağlığı 
Agah Oktay GÜNER 


https://www.yenicaggazetesi.com.tr/domates-ve-dis-sagligi-19314yy.htm



***

Başbakanın Bekçi Postu

Başbakanın Bekçi Postu




Agah Oktay GÜNER
agahoktayguner@hotmail.com
25 Temmuz 2011 


Sayın Başbakanın halini; bekçi kürkü giymiş adamın yüzmesine benzetiyorum. 
Düşününüz o uzun tüylü postlardan üretilmiş bekçi kürkleri; suyu nasıl emer ve ağırlaşır.  

Bu yükle yüzmek kolay mı?Ancak bazı bakanlar öyle demeçler veriyorlar ki herhalde başbakan öfkeden çıldırma noktasına geliyordur.

    Birkaç gün önce başbakan bir konuşmasında “Cari açığı büyütmeyin. 
Biz cari açık meselesini çözecek tedbirlere sahibiz.” dedi. 
Pek tabii bu tedbirler nedir? diye beklemeye başladık. 
Başbakanın beyanı sakin, gelişmeyi gören ve duruma hakim olduğu havasını veren bir açıklamaydı. 
Bir süre sonra bir sayın bakan, “kriz geliyor. Tedbir alın.” diye bir demeç patlattı. Hani güzel bir söz var: “Siz beni dostlarımdan koruyun. 
Düşmanlarıma karşı ben tedbirimi nasıl olsa alırım.” Evet başbakanı bu değerli bakanlarından nasıl korumalıyız?  Muhalefet elbette başbakanın düşmanı değildir. Ekonomiyi alt üst edecek, dengeleri bozacak, dışarıda itibar kaybına sebep olacak bu tip ifadeleri muhalefetten değil, iktidarın bakanlarından dinliyoruz.Bir diğer bakan da, “Ev almayın, kredi kullanmayın, paranızı harcamayın” diyor.Hükümet üyeleri sayesinde ekonomi neredeyse durma noktasına gelecek. Bu insansız ve insafsız ekonominin tıknefes olduğu, fazla ısındığı doğru, ancak yanlış ekonomi politikalarının bizi getirdiği bu duruma yeni sıkıntılar ekleyecek demeçlerle çözüm bulunamaz. Bu tip açıklamalar her şeyi bitirir. Biz bu konuda yetkililerin dikkatini çekmek için çok yazdık, söyledik... Ne yazık ki dinleyen olmadı.Muğlalı seçmen kardeşlerime “Seçimden sonraki ilk ay 
içinde ekonomi tehlike sinyalleri verecektir. Hükümet ekonomi politikasını ele alarak gerekli düzenlemeleri yapmalıdır” demiştim. 

   Ne yazık ki hükümet baştan itibaren bir Anayasa kurumu olan Devlet Planlama Teşkilatı (DPT)’nı 1980’den sonraki modaya uyarak yok saymıştır. 

Sanayi ve Kalkınma Bakanlığı Kanunuyla da  eritmiş, belediyeler gibi hamur etmiştir. 

DPT onuruna saygı duyularak, çalışan bir kurum olsaydı derhal hükümete “geçiş planı” hazırlar, gerekçelerini sıralayarak yapılması gereken işleri, alınması gereken tedbirleri bildirirdi.Şimdi DPT gibi yılların bilgi, tecrübe ve birikimine sahip bir kurum misyonunu terk ediyor, üstün zekalı bakanlar konuşuyor.Kriz aşılacak!Cari açık uygulanan ekonomi modelinden kaynaklanıyor.. İhracat üç haneli rakamlara koşuyor diye TV ekranlarını işgâl edenler hiç ithalattaki yükselişi görmediler, göstermediler. 

Şimdi deniz bitti! diye feryat ediyorlar.  

Bakanları yalnız bırakmamak için Merkez Bankası Başkanı da bir açıklama yapıyor. “Dolar zıplıyor, cari açık ise tüm zamanların en yüksek seviyesine çıkıyor”. uyarısında bulunuyor.Ekonominin en basit ve herkesçe bilinen kuralı, tüketim olmadan üretim olmaz. Bu sebeple soğukkanlı bir üslup ve devlet adamı sorumluluğu ile alınacak tedbirler tek ağızdan açıklanmalıdır.Milletçe yaşadığımız israfı, tüketim çılgınlığını görmeli ve bilinçli tüketim alışkanlığına geçmeliyiz.  “Hazırı sakla, Hızır’a muhtaç olmayasın” diyen ata sözümüzü hatırlamanın tam zamanıdır.
  
Başsağlığı Aziz Kardeşim, büyük mücadele ve inanç adamı Necdet Sevinç’in kaybından duyduğum derin üzüntüyü Türk milliyetçileriyle paylaşıyorum. 
Ailesine ve tüm sevenlerine başsağlığı diliyorum. 
Yürekli, cesur, bilgili ve vatanperver bir kalemdi. 
Mekanı cennet olsun. 

Başbakanın Bekçi postu 
Agah Oktay GÜNER 


https://www.yenicaggazetesi.com.tr/basbakanin-bekci-postu-19160yy.htm

***

Devletin Yumruğu,

Devletin Yumruğu




Agah Oktay GÜNER
agahoktayguner@hotmail.com
18 Temmuz 2011 


Türkiye çok ağır, karmaşık problemler içinde bir dönem geçiriyor. 
Böyle dönemlerde öncelikle çok sakin ve soğukkanlı olmak gerekir. 
Karşılıklı ithamları  bir kenara bırakmak elzemdir. 
Dağlar gibi  birikmiş yanlışları hatırlatmak da bir fayda sağlamaz.   Bu dönemi atlatabilmek için yapılması gerekenleri, uyulması gereken öncelik sırasına göre şu şekilde sıralayabiliriz: 

1- Kürt ile Kürtçü ve PKK’lı dikkatle ayırt edilmelidir.Kürt bu ülkenin vatandaşıdır. 

Etnik kökeninin Kürt olması  bir suç unsuru değildir. Aslında böyle bir şey  hukuk kurallarımız çerçevesinde hiçbir  dönemde söz konusu olmamıştır.   

Anayasamızda ya da diğer kanunlarda  Kürt kökenlilere  veya  başka etnik kökenlilere yönelik bir ayırım söz konusu  değildir. Vatandaşlığın bütün 
haklarından  ayrımsız olarak Kürt yurttaşlarımız da faydalanır.  Bunun böyle olduğunu ve  Cumhuriyetin temellerinde Türk-Kürt kardeşliğinin harçları bulunduğunu  hepimiz biliyoruz.Bu ülkede yaşayan insanların büyük çoğunluğu bu inanç içindedir.  Her türlü bölünmeye karşıdır.   

Türkiye’deki Kürtler  ekonomi  ve kültür düzeyleri  açısından, İran, Irak ve Suriye’dekilere göre  en iyi durumda  olanlardır. 

Bu üç ülkedeki kardeşleri  Türkiye’ye  bakarak  uygulanan sosyal ve ekonomik politikalara özlem duymaktadır.

2-Kürtçü olanlar ise Kürt milliyetçileridir.  

Onlara göre tespit ettikleri Kürt coğrafyasında  Türkiye Devleti işgalcidir.  
Bu fikri yazan, propagandasını yapanlar  fikir planında kalmaları halinde  eğer kanunları ihlal etmişlerse , bu  kapsamdaki kanunlara göre yargılanırlar. 
Kürtçü olanların silaha sarılmış militanları PKK’lılardır. PKK’nın aslında  Türkiye’yi zayıflatarak bölmek isteyen emperyalist dış güçlerin  desteğiyle kurulduğu ve bu güne kadar getirildiği  artık alenen bilinen bir gerçektir. Örgütün vurucu timlerini  Yunanistan başta olmak üzere pek çok devletin silahlı kuvvetleri ve gizli servis  mensupları  eğitmiş, silah ve malzeme temin etmiştir.  Tabii  Suriye ve İran’ın gerek  devlet görevlileri gerekse kontrollerindeki terör örgütleri vasıtasıyla  sağladıkları destek unutulmamalıdır. NATO bünyesinde müttefikimiz olan, ABD  başta olmak üzere ortaklarımız   bu ihaneti desteklemektedir. 

Çatışmalarda ölen PKK’lı  teröristlerin bazıları  Ermeni, bazıları da Yunanistan,  Suriye vatandaşıdır. Bu tablonun arka plandaki destekçilerinin  sahte dostluk mesajlarına  Türkiye hep tebessümle karşılık vermiştir.   

    Onüç yiğidimiz vuruldu ve aynı gün özerklik ilan ettiler.  
TC sınırları içinde federasyonu düşünmek  bölünmenin  ilk adımıdır. 
Düşünülemez. 

Bütünlüğümüzü koruyarak, ipin ucunu  kaçırmadan BDP  meşru zeminde kalmak ve teröre destek vermemek şartıyla muhatap kabul edilmelidir.   
   Bu tesbitlerin ışığında  bir acı gerçeği daha görelim;  

2003’de 31, 
2004’de  75, 
2005’de 105, 
2006’da 111, 
2007’de 146, 
2008’de 177, 
2009’da 80  ve 
2010’da  106 Asker ve Polisimiz şehit edildi.  
Son On günde  iki Astsubay, 13 Uzman Çavuş ve er ile bir Komiserimiz Şehit oldu.

Acaba büyük Devlet Adamlarımız teröre taviz vererek  bu  örtülü savaşın  önlenmesinin, Tüketilmesinin  mümkün olmadığını ne zaman görecekler?    

   Sivil ve üniformalı  sorumlular  devlet gibi  hareket etmeyi  ne zaman idrak edecek?  

Kan dökerek, yürekleri dağlayan acılar yaşatarak hedefe varacaklarını zannedenler nasıl bir gaflete düştüklerini göreceklerdir.   

Türk Devletinin, Türk  Milletinin  varlığını ve geleceğini koruma iradesi  granit bir kayadır. 

Devletin yumruğu  hainleri mutlaka yere  serecektir. 

Bu böyle biline... 

Devletin Yumruğu 
Agah Oktay GÜNER 


https://www.yenicaggazetesi.com.tr/devletin-yumrugu-19076yy.htm

***

Yalandan Büyüme

Yalandan Büyüme



Agah Oktay GÜNER
agahoktayguner@hotmail.com
04 Temmuz 2011



   “ Yılandan Korkma., Yalandan kork ”  diyen ne doğru söylemiş. 

Ne yazık ki iktidarlar tarih boyunca çoğu kere yalanın mutluluğunu yaşamayı gerçeğin acılığına tercih etmiştir. 
Siyasi tarihin hemen her döneminde görülen bu durum adeta iktidarları madalyonun tek yüzüne bakarak kendi yalanlarıyla kendilerini de avutur hale getirmiştir. Son birkaç gündür Türkiye ekonomisinin yılın ilk çeyreğinde yüzde 11 büyümesi hükümet ve hükümetin medyadaki yakın çevresi tarafından büyük bir başarı gibi sunuluyor. Hâlbuki işin gerçeği bu gelişme, yıl içinde kaçınılmaz olarak yaşanacak bir kısım sert çöküşlerin habercisidir. Türkiye 1980’den bu yana milli kaynaklara, milli üretime dayanan bu yolla ihracat yaparak kalkınmayı hedefleyen  “Planlı Kalkınma Anlayışı” nı terk etti. Geçen dönemde kademe kademe Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) devre dışı bırakılarak ülke neo liberal, 
muhafazakâr iktisat anlayışına teslim edildi.  Böylece Türkiye iktisadi gelişmesini  bütünüyle  uluslar arası tekelci sermayenin iradesine terk etti. 

   Türkiye’ye bu anlayışı dikte ettiren ABD, AB, Dünya Bankası, IMF Türkiye’ye öncelikle  “Sen sanayileşme!”  emirlerini yerleştirdiler. 

Sanayileşmeyi terk eden Türkiye ikinci adımda “Tarımda küçül!” talimatını aldı. Yeni fabrikalar kurmayan, tarımda üretimi artırmak hedefinden uzaklaşan ülkemizde  işsizlik çığ gibi büyüdü. Bundan sonraki merhale özelleştirme adıyla cumhuriyetin bütün birikimlerinin satılması oldu. 

Bu gün ülke ekonomisi yüksek işsizlik, fevkalade büyük dış  açık, gelişmeye başlayan bütçe açığı gibi göstergelerle, dış dünyada yaşanmakta olan krizin de etkisiyle yeni sert düşüşlere doğru gidiyor. Hükümet sorumluluğunu taşıyanlar görülmemiş kalkınma hızı davulunu bir kenara bırakıp yaklaşmakta olan fırtınanın tokmağını başlarında hissetmelidir.Diyelim ki yüzde 11 büyümüşüz, milli gelir ve tüketime bakıyoruz, yüzde 12,1 büyümüş. Maaş ve ücretler yılın ilk çeyreğinde yüzde 3,8 oranında artmıştır. Tüketim harcamaları maaşların neredeyse üç misli  arttığına göre bu ancak yurttaşlarımızın geleceklerini  kredi kartlarıyla  ipotek altına  almalarından  başka bir mana ifade etmez. 

   Bu büyüme açılan yeni fabrikaların iş alanları üzerinde gelişmiyor. 
Artış gözüken yatırımların çoğu ithal  mallarıdır. 
Bu büyüme yeni fabrikaların sağladığı istihdam imkanları  üzerinden bir büyüme de değildir. 

İhracatın ithalatı karşılama oranı ise devamlı düşmekte ve yeni bir tehlikenin sinyalini vermektedir.    

Hükümetin bütün ikazlara rağmen üzerinde durmadığı  cari açığı ele almasının zamanı neredeyse geçmek üzeredir. 

Nedense kamuoyuna devamlı ihracat rakamlarıyla övünmeyi siyasi prensip olarak benimseyen iktidar ithalattaki dörtnala giden artışı hiç dile getirmemiştir. İlk üç aydaki 56 milyar dolarlık ithalatın 20 milyar dolara varan kısmının işlenmiş sanayi mamul ara girdiler kaleminden oluşması, öte yandan üç aylık ithalatın içinde 5 milyar dolarla en büyük payı Çin’in almış olması  ekonomide sıkıntı yaratan durumun ithal enerji dışı alanlara da sıçradığını açıkça göstermektedir.  Diğer taraftan Türkiye’nin ihracat pazarındaki bazı gelişmeler de kaygı vericidir. 

    İhracatımızın yaklaşık yarısının AB pazarlarına yapıldığını biliyoruz.  
AB ülkelerinde yaşanan ekonomik durgunluk da ihracatımızı olumsuz yönde etkileyebilir.

Bütün bunlara karşı sadece Merkez Bankası’nın kur-faiz tedbirleriyle karşı durulması mümkün değildir. 

Hatta bu politikada ısrar edilirse kur-faiz tedbirlerinin  ekonomideki yan etkileri faydalarını ortadan kaldırabilir.

Üçüncü aydan sonra yaşanan büyümedeki azalışın işsizliği artırmaması için  istihdam tedbirlerini düşünmenin zamanıdır.

Yalancı saadetleri  bir tarafa bırakalım. 

Ciddi bir plan ve program anlayışıyla içine girdiğimiz  dar boğazdan çıkacağımıza inanalım. 

Emperyalist sermaye çevrelerinin paşası olmayı bırakalım. Milli kaynaklara dayanan, üreten, mal bolluğu sağlayan kalkınma anlayışının kurtarıcımız olacağını bilelim.Güçlüklerin başarının değerini artırdığını unutmayalım. 

Yalandan büyüme 
Agah Oktay GÜNER 

https://www.yenicaggazetesi.com.tr/yalandan-buyume-18925yy.htm


***

İnsansız-İnsafsız Ekonomi,

İnsansız-İnsafsız Ekonomi, 





Agah Oktay GÜNER,
agahoktayguner@hotmail.com 

Açıklanan geçici neticelere göre AKP seçimin en başarılı siyasi hareketi olmuştur. Meclise giren  parti ve milletvekillerini tebrik ediyorum. AKP’nin  uyguladığı politikalara rağmen aldığı sonucu hayretle karşıladım ve kendi kendime açıklamakta zorlandım. Halkı ezen ekonomik modelin neden ve nasıl yeniden halkın çoğunluğu tarafından tercih edildiğinin sosyologlar tarafından incelenmesi gereken patolojik bir durum olduğunu düşünüyorum. AKP iktidarda olduğu 8,5 yılda orta ve dar gelirlileri  ezen bir politika uyguladı. AKP iktidarının uyguladığı ekonomi modeli için yaptığım tarif “İnsansız ve insafsız ekonomi”. Hayatın gayesi insanı mutlu etmektir. Onun refahtan aldığı payı arttırmak, sosyal adalet içerisinde güven duygusunu geliştirerek mutlu kılmaktır. AKP’nin modelinde insan yoktur. İnsanın refahını sağlama  endişesi yoktur. Bu iktidarın 8,5 yıllık  icraatları ile memur ve işçilerin gerçek gelirleri ciddi oranlarda azalmıştır. Emeklilerin gelir düzeyi açlık sınırının altına inmiştir. Köylüler bu gidişatta yok sayılmıştır. Eskiden tütün eken köylü, tütününü sattığı zaman  evlenecek çocuğunun masrafını rahatça  karşılıyordu. Bu gün tütün ekmesi yasak. Aynı şey pamuk, şeker pancarı için de geçerli. Ne yazık ki bu köylüler  kahvelerde zaman öldürüyor. Kilometrelerce gidilen pamuk ve tütün tarlaları bomboş. Bağımsız bir devlet kendi vatandaşının tütün ekmesini neden ve nasıl yasaklar. Sömürge olmayan bir devlet  dünyanın sayılı kalitede olan pancarının ekimini neden ve nasıl sınırlandırır? Bu millete kendi kaliteli tütünü varken  Amerikan sigarası içirmek, mısır şurubu tatlandırıcısına  alıştırmak zulüm değil mi? 

Bu yanlış kararları başlatan AKP değil ama şiddetli, insafsız takipçi AKP. 

Köylü kökünden koparılıp toprağıyla bağı kesilirken insaf tanımayan eller zalim bir makas kullandı. 

Makasın bir ağzı;  

Et ve Balık Kurumu, Yem Sanayii, Süt Endüstrisi Kurumu’nu kesti attı. 

Bu kapanan kurumlar köylünün büyük destekçisi idi. 
Et ve Balık Kurumu hayvan yetiştirenler için büyük bir güvence, tüketiciler için sağlıklı, güvenilir  bir et alma  imkanı idi. 
Et  Balık Kombinasının  kapısından giren  hayvanın  eti, tırnağı, boynuzu, barsağı her şeyi değerlendirilir, gerektiğinde köylüye kredi verilirdi. Kombinalar kapandı. Hangi akılla, hangi menfaat hesabıyla, hangi plan ve projeyle böyle  bir “çılgın proje” gerçekleştirildi? 
DPT dokümanları 2015 yılında et açığımızın 170 bin ton olacağını bildiriyor. Planlamayı dinleyen olsa  tedbirler de var ama dinleyen yok.Makasın  diğer yüzü  bütün üretici birliklerini kapatan zihniyet. Köylüyü, üreticiyi “Tariş” başta olmak üzere kollayan, koruyan bütün kooperatiflerden mahrum bırakan yıkım  politikaları.Ya sanayimiz; ucuz döviz politikasıyla  186 milyar doları aşmış ithalatla boğuşuyor. %20’lere varan işsizliği emecek sanayileşmenin ışığı henüz görülmüyor.  

Üretmeyen, üretimi artırmayı düşünmeyen bu insansız ve insafsız  modelle ekonomimiz karaya oturdu. Yaşama sevincini kaybetmiş insanlar ülkesi olduk. Bu tabloya rağmen  ortaya çıkan seçmenin tercihine elbette saygılıyız.  Ancak   aslında bu sonuç AKP’nin başarısı değil AKP dışındaki partilerin başarısızlığı olarak değerlendirilmelidir. Bu kapsamda  diğer siyasi partiler kendilerini dürüst bir biçimde sorgulamalıdır. Özellikle seçim kampanyası boyunca DP’nin başarılı olmaması için çalışan başta eski genel başkanlar olmak üzere bazı eski milletvekilleri ve DYP oyununu tezgahlayanlar hedeflerine ulaştıklarını zannederek sevinmesinler. 

Zira bundan sonra biley lenmiş olarak daha bir azimle çalışacağız.Bunlardan ikisinin çokça kullandığı bir sözle yazımı bitireyim: 

“Keser döner sap döner gün gelir hesap döner.” 


 İnsansız-İnsafsız Ekonomi - 
Agah Oktay GÜNER 

https://www.yenicaggazetesi.com.tr/insansiz-insafsiz-ekonomi-18667yy.htm

***