Ankara Üniversitesi SBF Dergisi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Ankara Üniversitesi SBF Dergisi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

21 Aralık 2020 Pazartesi

AVRUPA BİRLİĞİ’NİN DOĞU GENİŞLEMESİ ve TÜRKİYE BÖLÜM 1

AVRUPA BİRLİĞİ’NİN DOĞU GENİŞLEMESİ ve TÜRKİYE BÖLÜM 1

Dr. Oğuz Mayda,Uluslararası ilişkiler,Avrupa Birliği,Doğu Genişlemesi,Türkiye,
Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, 
Cilt 68, No. 4, 2013, s. 185 - 209 
AVRUPA BİRLİĞİ’NİN DOĞU GENİŞLEMESİ ve TÜRKİYE
ULUSLARARASI İLİŞKİLER KURAMLARINDA SENTEZ METODU
Dr. Oğuz Mayda 
Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. 
http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/42/1884/19776.pdf

Özet 

Uluslararası ilişkiler alanında açıklayıcı kuramlar genelde pozitivist varsayımlara dayanmaktadır. 
Buna karşın, sosyal inşaacı yaklaşımlar hiçbir kuramın pozitivist epistemolojide bir gereklilik olarak görülen bilimsel kanunlardan tüm  dengelim ile açıklama yapma kriterlerini karşılayamadığını öne sürmektedir. 
Schimmelfennig ve Checkel araştırmacının daha fazla gözlemlenebilir etkeni değerlendirebilmesi için farklı epistemolojiye sahip kuramların sentezinden faydalanması gerektiğini iddia etmektedir. Rasyonel seçim kurumsalcılığı ve sosyal inşaacılık ile kıyaslandığında, Schimmelfennig’in retoriksel eylem kuramının Avrupa Birliği’nin Doğu genişlemesi sürecinin tamamını açıklayabildiği görülmektedir. 
Bu nedenle retoriksel eylem kuramı Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne katılım sürecine ışık tutma potansiyeline sahiptir. 

Giriş 
     Uluslararası ilişkiler alanında kuramlara ilişkin tartışmalar, genellikle kuramın genel iddiasının pratikte gerçekleşeni açıklama veya gerçekleşecek olanı tahmin edebilme gücü konusundaki eleştiri ve savunma içeren bir retorik etrafında gerçekleşmektedir. 
     Bu tartışmalarda, kuramların dayandığı ontoloji, epistemoloji ya da metodoloji mercek altına alınarak, araştırmaların olgulara bütüncül bir açıklama getirip getirmediği test edilmektedir. Örneğin açıklayıcı (explanatory) kuramlardan; neorealizm, neoliberalizm ile çoğu sosyal inşaacı (social constructivist) yaklaşımın, her şeyden önce pozitivist varsayımlara dayandığı1, bu nedenle de olgular ve değerler arasında bir ayrıma giderek, olayların belli bir genel bilimsel yasaya tabi şekilde meydana geldiğini ispat etmeye çalışacağı düşünülmektedir. 

    Humphreys’e göre açıklayıcı kuramlarda “olayların sonucu kuramın varsayılan genel bilimsel yasasından çıkarımla elde edilmektedir” (Humphreys, 2010: 259). Bunun yanı sıra, bazı sosyal inşaacı yaklaşımlarda (Kratochwil, 1994: 63 – 80); (Ruggie, 1988: 855 – 885) hiçbir uluslararası ilişkiler kuramının bilimsel kanunlardan tümdengelim ile açıklama yapma (nomothetic/deductive) kriterlerini karşılayamadığı öne sürülmekte ve bunun yerine höristik (heuristic) bir metot önerilmektedir (Humphreys, 2010: 260). 

Höristik; akıl yürütme, problem çözme bilişsel sürecinde kullanılan bir kural ya da bilgi anlamına gelmektedir.2 

Açıklayıcı kuramlarla ilgili sorunlardan biri, kuramların aynı epistemolojiye sahip olmaları nedeniyle, uluslararası ilişkilere bakış açıları farklı olsa da, özel araştırma alanlarında benzer açıklamalar getirmelerinde yatmaktadır. Diğer bir sorun, açıklayıcı kuramların, uluslararası sistemin işleyişini bütünüyle anlatabilme iddiasındayken, sistem içindeki aktörlerin belli konulardaki davranışlarını açıklamakta eksik kalmasıdır. Bu da bu kuramların bazı konuları açıklama gücünü sınırlandırmaktadır. 

Uluslararası ilişkiler alanında kuram uygulamasında son dönemde fikirleri bir araya getiren, anlamaya vesile olan, bulgusal (höristik) katkının göz ardı edilemeyeceği, farklı epistemolojilere sahip kuramlar arasında sentez yapılarak bazı konuların daha iyi açıklanabileceği yönünde bir eğilim başlamıştır. Avrupa araştırmalarında da son yirmi yıldır siyasa analizinde sentez metodunun kullanımı yaygınlaşmıştır. 
Bu çalışmada, anılan metoda örnek olarak, Avrupa Birliği (AB)’nin 2223 Haziran 1993 tarihinde Kopenhag Zirvesinde, merkez ve Doğu Avrupa ülkelerinin Topluluğa en kısa süre içinde tam üye olarak kabul edileceğini ilan etmesiyle gelişmeye başlayan ve bu ülkelerin 2004 ve 2007 yıllarında AB’ye katılımlarına kadar devam eden AB’nin Doğu genişlemesi sürecini açıklayan Frank Schimmelfennig’in retoriksel eylem yaklaşımı incelenecektir. Zira Frank Schimmelfennig, bölgesel bütünleşme ve uluslararası ilişkiler kuramlarının genişlemeyi kendi “yalın” formlarında açıklamak istediklerini (Schimmelfennig, 2003a: 283), oysa ki bunların genişlemeye yönelik olarak içsel ve tutarlı 
şekilde birbiriyle yarışan ve birbirine karşı test edilebilecek hipotezler üretmeye müsait olmadığını, çapraz polenleme yöntemiyle mümkün olan en fazla gözlenebilir etkenin değerlendirilebileceğini öne sürmüştür (Schimmelfennig, 2003a: 11, 12). Frank Schimmelfennig, AB’nin Doğu genişlemesini açıklamak için yapmış olduğu çalışmada rasyonalist epistemoloji ile sosyal inşaacı ontolojiyi bir arada kullanmış ve retoriksel eylem kuramını inşaa etmiştir. 

Retoriksel eylem kuramının AB’nin Doğu genişlemesini açıklama gücünün testi için öncelikle, rasyonalist epistemolojiye sahip rasyonel seçim kurumsalcılığı (rational choice institutionalism) ile sosyal inşaacılık (social constructivism) incelenecektir. Müteakiben, bu iki yaklaşımın bir kıyaslaması yapılarak, AB’nin Doğu genişlemesi ni açıklama güçleri araştırılacaktır. Daha sonra, her ikisinin bir sentezi olan, 
Schimmelfennig’in retoriksel eylem yaklaşımı tanımlanacaktır. Nihai olarak, retoriksel eylemin Türkiye’nin AB’ye katılım sürecini açıklamada yaptığı katkılar mercek altına alınacaktır. 

Bu makalede, Schimmelfennig’in retoriksel eylem kuramı ile AB’nin Doğu genişlemesi sürecini, rasyonel seçim kurumsalcılığı ile sosyal inşaacılığın temel varsayımlarını, Checkel’in zamansal sıralama modeliyle, höristik bir metotla, bir araya getirerek bütünüyle açıklayabildiği ve kuramın Türkiye’ye yönelik genişlemeye de ışık tutma potansiyelinin bulunduğu iddia edilmektedir. 

1. Rasyonalizm, Rasyonel Seçim Kurumsalcılığı ve AB’nin Doğu Genişlemesi 

  Aktörün hedefine ulaşmak için stratejik hesap yaptığı varsayımına dayanan anlayış “rasyonalizm”, bu varsayıma dayanan kuramlar “rasyonalist kuramlar”3 olarak adlandırılmaktadır. Rasyonalistler aktör davranışlarını, aktörün tutarlı bir fayda elde etme eylemini azamileştirilme çabası olarak görmektedir. 
Rasyonel seçim insan davranışları üzerine test edilebilir hipotezlere sahip genel bir kuramdır. Rasyonel seçim özellikle aktörlerin (birey, devlet, kurum vb.) doğasına, eylem biçimlerine ve sosyal dünyaya ilişkin belli varsayımlara dayanmaktadır. Rasyonel seçim kuramında bireyin, hedef peşinde koşan ve elde edeceği azami faydayı artırma çabası içinde olan bir çerçevede davranış sergilediği, buna karşın 
bireysel seçim üzerinde çeşitli kurumsal (sosyal) veya stratejik sınırlamaların bulunduğu varsayımı hakimdir. Rasyonel seçimin metodolojisi bireyin bu davranış biçiminden hareketle aktör tercihlerini açıklamak şeklindedir (Pollack, 2006: 32). Birey burada, bir “nedensellik mantığı” ile hareket etmekte, hangi eylem yolunun kendisi için faydalı olacağına bakarak seçimini yapmaktadır. Ancak bireyin bu seçimini fiziksel ve sosyal çevresinden etkilenmeden, bir başka deyişle çevresi tarafından sınırlandırılmadan yapma şansı yoktur. Bu sonuncusu, rasyonel 
seçim kurumsalcılarına kurumların insan davranışı üzerindeki sınırlamalarını, bu kurumsal sınırların tercih oluşumuna etkisini inceleme fırsatı vermiştir. 

Rasyonel seçim kurumsalcığında devletlerin kurumları işbirliği aracı olarak kullandığı varsayılmaktadır. Bu bakış açısında, kurumların devleti sınırlandırdığı kadar devletin de kurumları sınırlandırdığı görüşü hakimdir (Abbott ve Snidal, 1998: 5, 6). Buna göre kurumların nedenselliği (bir başka deyişle, devlet tercihlerinde değişime neden olmaları), devletin bireysel ve maddi çıkarlarından sonra gelmektedir. Kurumlar, değişim nedeni olmaktan çok, eylem için sınırlandırmalar ve teşvikler anlamına gelmektedir. Uluslararası kurumlar da devletlerin çıkarlarını takip etmelerine yarayan araçsal topluluklardır. 

Bunlar, işlem masraflarını düşürür, eylemleri bir havuzda toplar, normları gözden geçirir ve tarafsız bir bilgi sağlayıcı olarak işler. 

Bu bakış açısında kurumlara otonom bir rol atfedilmez (Schimmelfennig ve Sedelmeier, 2002: 509). 

1990’lı yıllardan itibaren AB’nin alt politika alanlarının araştırılmasında bu rasyonalist bakış açısını temel alan rasyonel seçim kuramının yaygın şekilde kullanıldığı görülmüştür. AB çalışmalarında rasyonel seçim kurumsalcığı, AB politikalarının nasıl üye ülkelere yasal olarak ya da aday ülkelere koşulluluk yoluyla transfer edildiği (Schimmelfennig ve Sedelmeier, 2005a), AB’nin yasama, yürütme, yargı siyaseti, 

AB kurumlarının işleyişi (Pollack, 2006: 37), ayrıca kamuoyu ve Avrupalılaşma gibi somut ampirik alanlara ışık tutmuştur (Pollack, 2006:31). 

1990’lı yıllarda AB’nin aday ülkelerle ilişkileri ve genişleme konusu da rasyonel seçim kurumsalcılığının ilgisini çeken konular olmuştur. AB’nin genişlemesi bakımından, rasyonalist yaklaşımlarda genel olarak, üyelik başvurusunda bulunan devlet ile üye devletlerin genişleme tercihlerinin bireysel kâr-zarar beklentileri doğrultusunda belirlendiği, devletlerin elde edecekleri net faydayı azamileştirecek yatay kurumsallaşma derecesini tercih edecekleri görüşü hâkimdir (Schimmelfennig ve Sedelmeier, 2002: 510). 

Özellikle 1990’lı yıllardan itibaren, rasyonel seçim kurumsalcılığının ele aldığı kurumların rolü, karar alma, aktör tercihlerinin oluşumu, genişleme, koşulluluk, Avrupalılaşma vb. konulara sosyal ontolojiye sahip yaklaşımlar alternatif bir bakış açısı getirmiştir. 

Sonuçların bireylerin temel davranışlarına kadar takip edilmedikçe tam olmayacağı yaklaşımındaki aktör temelli rasyonel seçim kurumsalcılığı karşısında, yapı ve aktörlerin oluşumunun birbirinden bağımsız olgular olmadığı yargısındaki sosyal inşaacılık arasındaki tartışma Avrupa çalışmalarının yeni “büyük tartışması” haline gelmiştir.4 

2. Sosyal İnşaacılık ve AB’nin Doğu Genişlemesi Sosyal inşaacılık temel olarak üç varsayıma dayanmaktadır. 

İlk olarak sosyal inşaacılık, aktör tercihlerinin belirlenmesinde maddi yapılar kadar normatif ve fikirsel yapıların da önemli olduğunu varsaymaktadır. Sosyal 
inşaacılıkta, nesnelerin zaman ve mekân içindeki hareketine ilişkin ‘nasıl, ne zaman ve niçin’lerin sadece fiziksel güçlerle ya da sınırlamalarla belirlendiği düşüncesine karşı çıkılmakta, bunun aynı zamanda, paylaşılan bilgi, nesnenin durumuyla ilişkilendirilmiş kolektif anlam, bağımlılık, meşruluk, kurallar, kurumlar, kullanılan maddi kaynaklar, uygulamalar ve hatta müşterek yaratıcılıkla da ilgili olduğu savunulmaktadır. 
Dışarıda var olan bütün kurumların "oluşturulmuş" olduğu, bireylerin ve sosyal aktörlerin bunlara atfettiği değer ve anlamın fiziksel etkiler yarattığı, bu nedenle fikirlerin de maddi güçler gibi davranışları belirlemede etken olduğu sözkonusudur. Ruggie, inşaa edici kuralların “tüm sosyal hayatın kurumsal temeli” olduğunu öne sürmektedir (Ruggie, 1988: 873). 

Kurumların (genişlemesinin) rasyonalist açıklaması daha çok işlevselci bir yaklaşıma benzerken, normatif bir gündeme sahip olan sosyal inşaacılık bu 
olguyu, dünya politikalarını uygun normların ve kimliklerin yayılması olarak görmektedir.5 Bir başka deyişle, normların mutlaka davranışları sınırlandırmadığı, oluşturucu etkilerinin de olduğu savunulmaktadır.6 

Bu nedenle ikinci olarak, sosyal inşaacılıkta kimliklerin çıkar ve eylemleri oluşturduğu/belirlediği varsayılır7. Tercih oluşumunu açıklamak için sosyal inşaacılar aktörlerin sosyal kimliklerine odaklanır. Sosyal inşaacılığa göre aktörlerin çıkarları sosyal olarak inşaa edilmiştir (Ruggie, 1988: 856). 

Üçüncü varsayıma göre, aktörler ve yapılar karşılıklı oluşmuştur. Kimliklerimizi ve çıkarlarımızı tanımladığımız sosyal yapıları karşılıklı etkileşim ile oluştururuz. Bunlar rutinleşmiş söylemsel ve fiziksel, zaman ve mekânda süregelen uygulamalardır. Yapılar aktörleri çıkarlar ve kimlikler bakımından oluşturur, ama kendileri de aktörlerin karşılıklı etkileşimleri sonucu üretilir, yeniden üretilir ve değişir (Copeland, 2006: 3).8 

Sosyal inşaacılıkta aktörün (kurumlar dahil) devlet tercih ve davranışlarına fikirler, sosyalleştirme, eğitim, ikna, söylem ve norm telkini gibi süreçlerle etki ettiği varsayılmıştır. Sosyal inşaacılar bu süreçlere ve öznelerarası etkileşimlere odaklanarak, aktörlerin ulusal kimlik, çıkar, uluslararası gündem vb. kimlik algıları ile bu algılar ve tercihlerdeki dönüşümü açıklama imkânına kavuşmuştur.9 


***