BEYRUT KUŞATMASI etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
BEYRUT KUŞATMASI etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

8 Aralık 2018 Cumartesi

YAKIN TARİH PERSPEKTİFİNDE FİLİSTİN VE ORTADOGUDA SAVAŞLI YILLAR.,

YAKIN TARİH PERSPEKTİFİNDE FİLİSTİN VE ORTADOGUDA SAVAŞLI YILLAR.,


 BAŞLIKLARI ;

1-) 1.Arap-İsrail Savaşı 
2-) 2.Arap-İsrail Savaşı 
3-) 6 Gün Savaşları 
4-) Yom Kippur Savaşı 
5-) Beyrut Kuşatması 
6-) Sabra ve Şatilla Olayı 
7-) Gazze Savaşı 

N.Göktuğ EDEBALİ 


ARAP-İSRAİL SAVAŞLARI 

1.ARAP-İSRAİL SAVAŞI; 

Filistin’de İngiliz manda rejiminin sona ermesinin hemen ardından 14 Mayıs 1948’de, Tel-Aviv’de toplanan Yahudi Milli Konseyi, yayınladığı bir bildiri ile İsrail Devleti’nin kurulduğunu ilan etti. Bunun hemen ardından ABD ve ertesi gün de Sovyetler Birliği İsrail’i tanıdığını açıkladı. Bu gelişmelerin öncesinde ise İngiliz birlikleri bölgeyi terk etmeye başlamışlardı bile. 

İsrail Devleti’nin kuruluşunun ilan edilmesinden birkaç saat sonra Arap Birliği İsrail’e savaş açtı. Mısır, Ürdün, Suriye ve Irak kuvvetleri üç yönden saldırıya geçerek önemli ilerlemeler kaydettiler. Ancak Batılı güçlerin İsrail’i desteklemesi üzerine savaş Araplar aleyhine dönüştü. İsrail savaş sonunda 1947’de taksim planı ile elde ettiği %56’lık Filistin toprağını % 78’e çıkardı. Yahudi zulmü altında yaşamak istemeyen 700.000 Filistinli, evlerini terk etmek zorunda kalarak komşu ülkelere veya Arapların yoğun olduğu bölgelere sığındılar. Yurtlarını terk eden Filistinlilerden 250.000’i Gazze’ye yerleştirildi. 

Filistinlilerin başka ülkelere göçü ve Yahudilerin Filistin’de gün geçtikçe artan nüfusu, demografik yapının bölgenin asıl yerleşik halkı olan Araplar aleyhine dönüşmesine neden oldu ve bugüne kadar süregelen Filistinli mülteciler sorunu başladı. 

İsrail savaş sonunda savaştığı her Arap ülkesi ile ayrı ayrı ateşkes anlaşmaları imzaladı. Filistin’i kurtarma amacıyla savaşa girmiş olan Ürdün Batı 
Şeria’ya, Mısır da Gazze Şeridi’ne asker yığdı. Sina’nın büyük bir kısmı İsrail’in işgali altında kaldı. Kudüs’ün kontrolü ise batıda İsrail, doğuda Ürdün arasında bölündü. 1948 savaşı sonrasında savaşa katılan Arap ülkelerinde siyasi rejim değişikliğine varan karışıklıklar yaşandı. En önemli değişiklik Mısır’da gerçekleşti. Mısır’da Kral Faruk bir darbe ile tahttan indirilerek yerine General Necib getirildi. 

Savaştan en karlı çıkan taraf İsrail oldu. Filistin’deki Yahudi nüfusu, savaş sonrası anlaşmaların imzalandığı 1949 yılında 758.000’e ulaştı. Ürdün de İsrail’den sonra en çok toprak kazanan ülke oldu. 

İsrail, Arap ülkelerinin tepkisine rağmen 23 Ocak 1950’de Kudüs’ü başkent ilan etti. Bunun üzerine Arap ülkeleri İsrail ile ateşkes anlaşması imzalamış olmalarına rağmen barış anlaşması yapmaya yanaşmadılar. 17 Haziran 1950’de aralarında askeri ittifaklar yaptılar. 
Diğer yandan Batılı güçlerin Araplara ambargo uygularken, İsrail’i desteklemeleri gerginliği iyice arttırdı. 25 Mayıs 1950’de ABD, İngiltere ve Fransa tarafından ''Üçlü Bildiri'' ilan edildi. Sözkonusu bildiri ''Ortadoğu’da güven ve istikrar uğruna çalışan Batılı bir ülke'' oluşu itibariyle İsrail’in himayesini ve korunmasını kapsamaktaydı. Bu, Batılı devletlerin İsrail’in bölgede gerçekleştirdiği bütün eylemlerin ardında olduğunu ve gerektiğinde İsrail’i desteklemekten geri kalmayacaklarını açıkça deklare eden bir durumdu. 

2.ARAP-İSRAİL SAVAŞI (SUVEYŞ KRİZİ); 

1.Arap-İsrail Savaşı'ndan sonra İsrail mevcut durumdan memnundu ve bu şekilde 1956’ya gelindi. Nasır’ın, 28 Temmuz 1956’da Süveyş Kanalı’nın uluslararası trafiğe açık olmakla birlikte, Mısır’a ait olduğu için millileştirildiğini açıklaması üzerine, İsrail saldırmak için beklediği fırsatı elde etti. İngiltere ve Fransa Mısır'ın bu kararını tanımadıklarını bildirerek, 30 Ekim’de Mısır’dan Süveyş Kanalı’nın kendilerine bırakılmasını istediler ancak Mısır bunu reddetti. Londra'da toplanan konferanslardan da bir sonuç çıkmayınca İngiltere ve 
Fransa İsrail ile anlaşarak Mısır’ın bütün havaalanları ve askeri bölgelerini imha etti. İsrail de Sina’yı işgal etti. Mısır, 7 Kasım’da ateşkesi kabul etmek zorunda kaldı. BM Genel Kurulu’nda alınan kararla; Süveyş Kanalı’na barış gücü yerleştirildi ve ABD’nin baskısıyla İngiltere ve Fransa Mısır topraklarından geri çekildi. 

1959 yılında, II. Arap-İsrail Savaşı sırasında Süveyş Kanalı’nda İngiliz birliklerine karşı saldırılara katılan Yaser Arafat tarafından El-Fetih Örgütü kuruldu. Örgüt, Filistin'in Filistinlilerin çabasıyla kurtulabileceğini savunuyordu. Bu söylem, bazı Arap ülkeleri tarafından kendilerine karşı bir meydan okuma olarak yorumlandı. Arap ülkeleri bu konuyu görüşmek üzere 9-19 Eylül 1963 tarihleri arasında Kahire’de toplandılar. Bu toplantı sonucunda, Filistinlilerin sürgünde bir hükümet kurmalarına, ordu ve meclis oluşturmalarına karar verildi. Ancak Filistin sorunu üzerindeki konumunu kaybetmek istemeyen Ürdün, buna karşı çıktı. Ürdün’ün tüm itirazlarına rağmen Kudüs’ün Arap hakimiyetinde olan bölümünde 28 Mayıs-3 Haziran 1964 tarihleri arasında Filistinlilerin ilk büyük kongresi yapıldı. Bu kongre Filistinlilerin ilk milli meclisi sayıldı. Ayrıca bu kongrede Filistin Kurtuluş Örgütü’nün (FKÖ) kuruluşu da kabul edildi. 

1967 ALTI GÜN SAVAŞLARI; 

1956'da ki II. Arap-İsrail Savaşı’nın ardından dokuz yıl boyunca Mısır’la İsrail arasında ciddi bir problem yaşanmadı. 1964’te FKÖ’nün kurulması ve Suriye’de Nasır’ın görüşlerini benimseyen Baas Partisi’nin iktidara gelmesi, bunalımı yeniden başlattı. Nasır’ın Sina’da konuşlandırılan BM Barış Gücü askerlerinin çekilmesini istemesi ve Mayıs 1967’de Akabe Körfezi’ni deniz ulaşımına kapatması İsrail Savunma Bakanı Moşe Dayan’ı harekete geçirdi. Daha sonra da 1967 yılının Mayıs ayında başlayan Suriye-İsrail gerginliği Gazze ve Sina’yı işgal etmek isteyen İsrail için iyi bir fırsat oldu. 5 Haziran 1967’de ilk defa Arap düzenli orduları ve İsrail birlikleri karşı karşıya geldiler. Mısır hava kuvvetlerini ani bir saldırıyla imha eden İsrail, Mısır'ın yanı sıra Suriye ve Ürdün'e de saldırdı. İsrail, saldırıya geçen Arap ülkeleri arasındaki iletişim kopukluğu ve çıkar ayrılıklarını çok iyi değerlendirerek, Filistin topraklarının geriye kalan %22'sini yani Batı Şeria ve Gazze'yi, 

Mısır topraklarında bulunan Sina Yarımadası'nı, Suriye'nin ise Golan Tepeleri'ni işgal etti. Altı gün süren bu savaşla İsrail, kendi kontrolündeki toprağı, üç kattan daha fazla büyütmüş oldu. Müslümanlara ait kutsal mekanlarla birlikte Kudüs'ün tamamı İsrail'in eline geçti. Ancak İsrail’in işgali, BM Güvenlik Konseyi’nin 22 Kasım 1967 tarihinde oybirliği ile aldığı, savaş yoluyla toprak kazanımının kabul edilemeyeceğini öngören 242 sayılı karara aykırıydı. 

Arap ülkeleri 242 sayılı karara göre İsrail’in işgal ettiği topraklardan geri çekilmesi gerektiğini savunurken, İsrail buna karşı çıkmaya devam etti. 

BM Güvenlik Konseyi’nin, işgal edilen topraklarda halka insani muamele yapılması ve yurtlarına dönmek isteyenlere izin verilmesi yolunda aldığı 14 Haziran 1967 tarihli ve 237 sayılı kararı uygulanmadı. Böylece mültecilerin sayısında yarım milyona yakın bir artış meydana geldi. 

1967 savaşından hemen sonra Hartum’da toplanan Arap liderleri meşhur ''üç hayır'' politikasını ilan ettiler: Bunlar, İsrail’le barışa hayır, İsrail’i tanımaya hayır, İsrail’le görüşmeye hayır. Bir aradayken bu ''hayır''ları söyleyen Arap ülkelerinin arasından üçü perde arkasında İsrail’le görüşmeleri başlatmışlardı bile. Bu üç ülkenin (Suriye, Mısır,Ürdün) ortak özelliği, İsrail’den geri almak zorunda oldukları topraklarının oluşuydu. 

1967 savaşı, İsrail’e yönelik Arap politikasını şekillendiren tarihi olayların başında gelmektedir. Arapların en–Nekba (büyük felaket) dedikleri ve Arapları 
İsrail’in varlığı ve mülteci problemiyle karşı karşıya bırakan 1948 savaşı bile bu anlamda gölgede kalmaktaydı. O güne kadar İsrail’i haritadan silmeye kilitlenmiş olan Arap ülkeleri 67 savaşıyla birlikte savunmaya geçmişlerdir. Çünkü 1948 Savaşı’nda Arap ülkelerinin hiçbiri toprak kaybetmemiş, bu anlamda sadece Filistinliler zarar görmüştür. Tarihi vatanlarının yarısını İsrail işgaline bırakmak zorunda kalan Filistinliler, diğer yarısında da Ürdün ve Mısır rejimlerinin egemenliğine girmişlerdir. Buna karşılık 67 savaşında Ürdün, Mısır ve 
Suriye’nin kaybettikleri toprakları geri alma çabaları, takip eden çeyrek asrın temel Arap politikasını belirlemiştir, bu politika; 242 No’lu BM Kararı çerçevesinde İsrail’le barış karşılığında topraklarını geri almaktır. 

1967 savaşının getirdiği diğer önemli sonuç ise Filistin direniş hareketinin zirveye doğru yükselmeye başlamasıdır. Bu anlamda Filistinli mücadele grupları bir araya gelerek ''silahlı mücadele''nin gereği üzerinde durmaya başladılar. Altı Gün Savaşı’ndaki yenilgi ve akabindeki Karame Zaferi ile El-Fetih uzun süredir gerilla savaşını savunanların alternatifi haline geldi. Arafat Nasır’ın da onay vermesiyle 1969’da FKÖ’nün başına geçti. Aynı tarihlerde, 21 Ağustos 1969 tarihinde, Doğu Kudüs’teki Mescid-i Aksa’nın bir Yahudi tarafından yakılmak istenmesi İslam dünyasının tepkisine yol açtı. Türkiye’nin de içinde bulunduğu İslam ülkeleri 22-25 Eylül 1969 tarihleri arasında Rabat Zirvesi’nde ilk 
defa bir araya geldi. Bu zirvede İsrail’in Kudüs’ten çıkması ve 1967 öncesi statüsüne geri dönmesi istenirken, İslam Konferansı Örgütü (İKÖ) adlı yeni bir yapılanmanın da temeli atıldı. 

1967 savaşı öncesi toplam rakamı 1.300.000’e ulaşan Filistinli mültecilerin yarısı Ürdün’e sığınmıştı. Ürdün ise ekonomik açıdan zayıftı ve bu kadar mülteciyi kontrol edecek bir güçten uzaktı. Ayrıca Ürdün, buradaki Filistinlileri kendi beşinci kolları olarak gören Nasır gibi güçlerden çekiniyordu. 1967 Savaşı’nın ardından Arafat, büyük bir yekuna ulaşan Filistinlilerden de güç alarak İsrail’e karşı düzenleyeceği operasyonlar için üs olarak Ürdün’ü seçti. Nüfusunun önemli bir kısmını Filistinlilerin oluşturması nedeniyle FKÖ’nün Ürdün’de etkinliğini artırması Kral Hüseyin’i tedirgin etti. 


Kral Hüseyin’in Arafat’a tedirginliğini belirtmesine rağmen Arafat’ın buna aldırış etmemesi üzerine Filistinlilerle Kral Hüseyin’in kuvvetleri arasında tarihe Kara Eylül olarak geçecek çatışmalar başladı. İsrail’in desteğini alan Kral Hüseyin’in 7 Haziran 1970’de başlattığı ve binlerce Filistinlinin öldürüldüğü askeri hareketle Arafat’ın kontrolü altındaki Fedailer Ürdün’den çıkarıldı. 

Kara Eylül olaylarının ardından Arap ülkeleri Ürdün ile ilişkilerini keserek bu ülkeyi Filistin hareketini bitirmekle suçladılar. Bu durumdan en çok faydalanan taraf ise tabii olarak İsrail’di. Zira her iki savaşta da düşmanı olan Arap devletleri bu kez birbirlerine düşmüştü. 

YOM KİPPUR SAVAŞI; 

1967 Savaşı’nda büyük bir yenilgi yaşayan Mısır, Suriye ve Ürdün, 1973 yılında Sina Yarımadası’nda ve Golan Tepeleri’nde bulunan İsrail kuvvetlerine saldırdı. 6 Ekim 1973 günü başlayan bu savaş altı gün süren 1967 Savaşının yarattığı tepkinin bir sonucuydu. İsrail Altı Gün Savaşı’ndan, işgalindeki toprakları yaklaşık üç kat genişleterek çıkmıştı. Golan Tepeleri, Kudüs'ün tümü, Batı Şeria, Sina Yarımadası ve Gazze İsrail'in eline geçmişti. 

1970 yılında Nasır'ın ölmesi ile yerine geçen Enver Sedat, 1967 yılında İsrail'in işgal ettiği toprakların geri kazanılması için bir Arap karşı saldırısı üzerinde durmaya başladı. 6 Ekim 1973'te başlayan savaş, Müslümanların kutsal ayı olan Ramazan ve Yahudilerin kutsal günleri olan Yom Kippur'a denk gelmişti. İsrail birlikleri Sina yarımadasından ve Golan Tepeleri'nden çekilmeye zorlandı. Bu savaşta, ABD İsrail’e, Sovyetler de Arap devletlerine silah yardımında bulundu. Başlangıçta Arapların lehine gelişen savaş, daha sonra İsrail’in karşı saldırıda bulunmasıyla İsrail lehine sonuçlandı. 

Savaş sona erdiğinde, bir çok ülkenin değişik devletler tarafından silahlandırılması sonucu taraflar arasında askeri denge değişti. Suriye, Sovyetler Birliği'nden İsrail ordusu da ABD tarafından güçlendirildi. 

18 Ocak 1974'te İsrail ile Mısır arasında barış anlaşması imzalandı. Anlaşmaya göre, Mısır Süveyş Kanalı'nın doğu yakasındaki güçlerini azaltacak, buna karşılık İsrail de Sina'da Milta ve Gidi geçitlerinin batısına çekilecekti. Bu anlaşma 4 Eylül 1975 tarihinde imzalanan ikinci bir anlaşma ile tamamlandı. 31 Mart 1974 tarihinde ise, Suriye ve İsrail arasında, her iki tarafın kuvvetlerinin bir BM tampon bölgesi ile ayrılması ve savaş tutsaklarının mübadelesi kararlarını da içeren bir ateşkes anlaşması imzalandı. 1974 ve 1975’te İsrail’in Sina’dan çekilmesini öngören ''Ayırma Anlaşmaları'' daha sonraki bir tarihte imzalanacak olan barış anlaşmasının da taslağı niteliğindeydi. 

1974 yılında Rabat’ta yapılan Arap Zirvesi’nde FKÖ Filistinlilerin tek meşru temsilcisi olarak kabul edildi. BM Genel Kurulu’nda Filistin’de bağımsız egemen bir devletin kurulması kararı yeniden gözden geçirildi ve FKÖ’ye BM’de gözlemci statüsü verildi. İsrail 1978 yılında işgale giriştiği Lübnan'ın, daha sonra %10'luk kısmında güvenlik şeridi oluşturdu. 1978 Mart ayında ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissinger’in arabuluculuğunda Mısır’la İsrail arasında Camp David Barış Anlaşması imzalandı. 

Camp David Anlaşması’nın Maddeleri şöyleydi; 

-İsrail, Sina'dan çekilecek. 
-İsrail ve Mısır arasında normal ve dostça ilişkiler kurulacak. 
-İki ülke de birbirinin toprak bütünlüğünü ve barış içinde yaşama hakkını kabul edecek. 
-Sina'daki tampon bölgeye BM Barış Gücü yerleştirilecek. 
-İsrail gemilerine Süveyş Kanalı’ndan serbest geçiş hakkı tanınacak. 
-Batı Şeria ve Gazze'deki Filistinlilere tam özerklik verilmesi için görüşmeler yapılacak. 
-Batı Şeria ve Gazze'de kendi kendini yöneten bir idarenin oluşturulması için seçimler yapılacak. 

Arap ülkeleri Camp David Anlaşması’nı kabul etmediler ve Enver Sedat’ı Filistin davasına ihanet etmekle suçladılar. Tepkiler BM’ye yansıdı ve Genel Kurul 
29 Kasım 1979’da 34/65 B sayılı kararıyla FKÖ’nün katılmadığı Camp David Anlaşması’nın geçersiz olduğunu, Filistin halkının ve İsrail işgali altındaki toprakların geleceği açısından hiçbir değer taşımadığını ilan etti. Ancak İsrail BM kararına rağmen, anlaşmanın kendi lehine olan maddelerini uygulamada hiçbir güçlükle karşılaşmadı. 

İsrail, Mısır’la anlaşma masasına oturmakla ilk defa bir Arap ülkesi tarafından tanınmış oldu. Bu anlaşma ile İsrail, işgal ettiği topraklardan ve Sina Yarımadası’ndan çekilecekti. İsrail, işgal süresince petrol ihtiyacını buradan karşılamıştı. Arap ülkeleri İsrail’e petrol satmadıkları için İsrail’in yeni bir kaynak bulması gerekti ancak bu sorun da Kissinger’in araya girmesiyle kısa zamanda çözüldü. Enver Sedat Mısır petrolünü İsrail’e satmayı kabul etti. Anlaşmanın 3.maddesiyle İsrail, varlığını ve toprağını meşrulaştırmış oluyordu. 
Diğer yandan Gazze ve Batı 

Şeria’daki Müslümanlara tam özerklik için görüşmeler önerilmesine rağmen, İsrail bu konuyu sürekli askıda bıraktı. İsrail boşaltmayı vadettiği toprakları da 
boşaltmadı ve daha sonra buralara Sovyetler Birliği’nden gelen Yahudileri yerleştirdi. 1980 yılının Ağustos ayında, İsrail parlamentosu Knesset’te alınan bir kararla Kudüs’ü İsrail’in değişmez ve bölünmez başkenti olarak ilan etti. 

BEYRUT KUŞATMASI; 

1970 yılında Ürdün'den çıkartılan Arafat'ın güçlerinin üs olarak Lübnan’ı seçmesi zaten hassas olan dengeleri kırılma noktasına getirdi. 13 Nisan 1975’te Hıristiyan Falanjistlerin Filistinlilerin bulunduğu bir otobüsü taraması üzerine Lübnan İç Savaşı patlak verdi. Merkezi hükümetin zayıflaması Filistinli örgütlerin Lübnan’daki etkisinin artmasına neden oldu. Filistinli örgütler Lübnan’dan İsrail’e karşı saldırıya geçti. Bunun üzerine Camp David Anlaşması’ndan sonra İsrail Lübnan’a yöneldi. 6 Haziran 1982’de Lübnan’ı işgal eden İsrail ordusu yedi gün içinde Beyrut önlerine kadar geldi. Kuşatmaya karşı Arafat, Beyrut içinde sığınaktan sığınağa geçmek suretiyle üç ay boyunca direnmeyi başardı. 

İsrail, Lübnan’ı işgalinin ardından 19.000 ölü ve 30.000 yaralı bıraktı. İsrail’in ve Suriye’nin baskısı altında kalan Arafat Lübnan’ı terk etmek zorunda kaldı. Bundan sonra FKÖ genel merkez olarak Filistin’den binlerce kilometre uzakta bulunan Tunus’u seçti. 

1980’lerin ikinci yarısında I. İntifada başlayana dek Arafat, hem uluslararası arenada hem de Arap dünyasında prestij kaybına uğradı. 

SABRA VE ŞATİLLA OLAYI; 

Beyrut’ta iki hafta (15-29 Eylül) süren İsrail işgalinin ikinci gününde, Ariel Şaron'un, 2000FKÖ üyesinin Sabra ve Şatilla kamplarında olduğunu ikinci kez duyurması üzerine İsrail tankları "uluslararası koruma altına alınmış" Beyrut'a doğru ilerlemeye başladı ve 16 Eylül 1982 tarihinde İsrail yanlısı aşırı sağcı Hristiyan Falanjist milislerin Batı Beyrut'ta Sabra ve Şatilla adındaki Filistin mülteci kamplarını basarak çocuklar dahil binlerce (700 ile 3500 arasındadır) kişiyi katletmesi olayıdır. 

GAZZE SAVAŞI (DÖKME KURŞUN HAREKATI); 

24 Haziran 2008'de İsrail bir İslami Cihad komutanını öldürdü. Aynı gün İsrail'e üç roket atıldı, 2 kişi yaralandı. 26 Haziran'da El Fetih İsrail'e roketler gönderdi. Aynı gün Hamas İsrail'in Gazze Şeridi'nde ki sınır kapılarını açmamasını ateşkesin ihlali olarak nitelendirdi. Bu nitelemenin ardından Gazze şeridinden İsrail'e her ay çok sayıda roket ve havan topu atışı devam etti, ancak ne İslami Cihad, ne El Fetih, ne de Hamas bu atışların sorumluluğunu üstlenmedi. 

4 Kasım'da İsrail askerleri Gazze şeridine operasyon düzenleyip 6 Hamas üyesini öldürdüler. Operasyonun sebebinin sınırın altından kazılan, İsrail karakolunu basıp askerleri rehin almayı hedefleyen bir tünel olduğu söylendi. 

13 Aralık'ta İsrail, Hamas'ın da onayıyla ateşkesin devam etmesini istediğini açıkladı. Ancak daha önceki açıklamalarında da ateşkesin devam etmesini Filistin halkının istemediğini söyleyen Hamas, 20 Aralık'ta İsrail sınırı açmadığı için ateşkesi sürdürmeyeceklerini belirterek batı Negev'e havan ve roket atışlarına başladı. Hamas, ateşkesi bozmalarının sebebinin Gazze sınırının açılmaması, dolayısıyla sadece insani yardımların ulaşması olduğunu belirtti. İsrail, Hamas'ın roket ve havan atışları ile silah kaçakçılığını durdurması halinde sınırı açacağını belirtti. Hamas'ın razı gelmemesi üzerine Gazze ablukası devam etti. 

23 Aralık'ta İsrail ordusu Gazze sınırına patlayıcı yerleştirmeye çalışan üç Filistinliyi öldürdü. 24 Aralık'ta 24 saat içinde İsrail'e 700'den fazla roket düştü. Negev'e 60'tan fazla roket ile havan mermisi isabet etti. 

26 Aralık'ta İsrail, Gazze şeridine beş geçiş kapısını insani yardımlar için açtı. Kapılardan 100 kamyon tahıl, insani yardım ve diğer mallar Gazze'ye taşındı. Bu hamleye rağmen Gazze şeridinden bir düzine civarı roket ve havan mermisi ateşlendi. 

İsrail, kapıları açmasına rağmen Hamas'ın davranışına göre operasyon yapıp yapmayacağını 28 Aralık'ta açıklayacağını bildirdi. Ve 27 Aralık 2008 tarihinde Hamas'ın İsrail'li sivillere ve askeri birimlere karşı roketli saldırılar yaptığı gerekçesi ile başlattığı savaştır. 

Çeşitli tepkiler almıştır İsrail. 



***