YAKIN TARİH PERSPEKTİFİNDE etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
YAKIN TARİH PERSPEKTİFİNDE etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

8 Aralık 2018 Cumartesi

YAKIN TARİH PERSPEKTİFİNDE FİLİSTİN VE ORTADOGUDA SAVAŞLI YILLAR.,

YAKIN TARİH PERSPEKTİFİNDE FİLİSTİN VE ORTADOGUDA SAVAŞLI YILLAR.,


 BAŞLIKLARI ;

1-) 1.Arap-İsrail Savaşı 
2-) 2.Arap-İsrail Savaşı 
3-) 6 Gün Savaşları 
4-) Yom Kippur Savaşı 
5-) Beyrut Kuşatması 
6-) Sabra ve Şatilla Olayı 
7-) Gazze Savaşı 

N.Göktuğ EDEBALİ 


ARAP-İSRAİL SAVAŞLARI 

1.ARAP-İSRAİL SAVAŞI; 

Filistin’de İngiliz manda rejiminin sona ermesinin hemen ardından 14 Mayıs 1948’de, Tel-Aviv’de toplanan Yahudi Milli Konseyi, yayınladığı bir bildiri ile İsrail Devleti’nin kurulduğunu ilan etti. Bunun hemen ardından ABD ve ertesi gün de Sovyetler Birliği İsrail’i tanıdığını açıkladı. Bu gelişmelerin öncesinde ise İngiliz birlikleri bölgeyi terk etmeye başlamışlardı bile. 

İsrail Devleti’nin kuruluşunun ilan edilmesinden birkaç saat sonra Arap Birliği İsrail’e savaş açtı. Mısır, Ürdün, Suriye ve Irak kuvvetleri üç yönden saldırıya geçerek önemli ilerlemeler kaydettiler. Ancak Batılı güçlerin İsrail’i desteklemesi üzerine savaş Araplar aleyhine dönüştü. İsrail savaş sonunda 1947’de taksim planı ile elde ettiği %56’lık Filistin toprağını % 78’e çıkardı. Yahudi zulmü altında yaşamak istemeyen 700.000 Filistinli, evlerini terk etmek zorunda kalarak komşu ülkelere veya Arapların yoğun olduğu bölgelere sığındılar. Yurtlarını terk eden Filistinlilerden 250.000’i Gazze’ye yerleştirildi. 

Filistinlilerin başka ülkelere göçü ve Yahudilerin Filistin’de gün geçtikçe artan nüfusu, demografik yapının bölgenin asıl yerleşik halkı olan Araplar aleyhine dönüşmesine neden oldu ve bugüne kadar süregelen Filistinli mülteciler sorunu başladı. 

İsrail savaş sonunda savaştığı her Arap ülkesi ile ayrı ayrı ateşkes anlaşmaları imzaladı. Filistin’i kurtarma amacıyla savaşa girmiş olan Ürdün Batı 
Şeria’ya, Mısır da Gazze Şeridi’ne asker yığdı. Sina’nın büyük bir kısmı İsrail’in işgali altında kaldı. Kudüs’ün kontrolü ise batıda İsrail, doğuda Ürdün arasında bölündü. 1948 savaşı sonrasında savaşa katılan Arap ülkelerinde siyasi rejim değişikliğine varan karışıklıklar yaşandı. En önemli değişiklik Mısır’da gerçekleşti. Mısır’da Kral Faruk bir darbe ile tahttan indirilerek yerine General Necib getirildi. 

Savaştan en karlı çıkan taraf İsrail oldu. Filistin’deki Yahudi nüfusu, savaş sonrası anlaşmaların imzalandığı 1949 yılında 758.000’e ulaştı. Ürdün de İsrail’den sonra en çok toprak kazanan ülke oldu. 

İsrail, Arap ülkelerinin tepkisine rağmen 23 Ocak 1950’de Kudüs’ü başkent ilan etti. Bunun üzerine Arap ülkeleri İsrail ile ateşkes anlaşması imzalamış olmalarına rağmen barış anlaşması yapmaya yanaşmadılar. 17 Haziran 1950’de aralarında askeri ittifaklar yaptılar. 
Diğer yandan Batılı güçlerin Araplara ambargo uygularken, İsrail’i desteklemeleri gerginliği iyice arttırdı. 25 Mayıs 1950’de ABD, İngiltere ve Fransa tarafından ''Üçlü Bildiri'' ilan edildi. Sözkonusu bildiri ''Ortadoğu’da güven ve istikrar uğruna çalışan Batılı bir ülke'' oluşu itibariyle İsrail’in himayesini ve korunmasını kapsamaktaydı. Bu, Batılı devletlerin İsrail’in bölgede gerçekleştirdiği bütün eylemlerin ardında olduğunu ve gerektiğinde İsrail’i desteklemekten geri kalmayacaklarını açıkça deklare eden bir durumdu. 

2.ARAP-İSRAİL SAVAŞI (SUVEYŞ KRİZİ); 

1.Arap-İsrail Savaşı'ndan sonra İsrail mevcut durumdan memnundu ve bu şekilde 1956’ya gelindi. Nasır’ın, 28 Temmuz 1956’da Süveyş Kanalı’nın uluslararası trafiğe açık olmakla birlikte, Mısır’a ait olduğu için millileştirildiğini açıklaması üzerine, İsrail saldırmak için beklediği fırsatı elde etti. İngiltere ve Fransa Mısır'ın bu kararını tanımadıklarını bildirerek, 30 Ekim’de Mısır’dan Süveyş Kanalı’nın kendilerine bırakılmasını istediler ancak Mısır bunu reddetti. Londra'da toplanan konferanslardan da bir sonuç çıkmayınca İngiltere ve 
Fransa İsrail ile anlaşarak Mısır’ın bütün havaalanları ve askeri bölgelerini imha etti. İsrail de Sina’yı işgal etti. Mısır, 7 Kasım’da ateşkesi kabul etmek zorunda kaldı. BM Genel Kurulu’nda alınan kararla; Süveyş Kanalı’na barış gücü yerleştirildi ve ABD’nin baskısıyla İngiltere ve Fransa Mısır topraklarından geri çekildi. 

1959 yılında, II. Arap-İsrail Savaşı sırasında Süveyş Kanalı’nda İngiliz birliklerine karşı saldırılara katılan Yaser Arafat tarafından El-Fetih Örgütü kuruldu. Örgüt, Filistin'in Filistinlilerin çabasıyla kurtulabileceğini savunuyordu. Bu söylem, bazı Arap ülkeleri tarafından kendilerine karşı bir meydan okuma olarak yorumlandı. Arap ülkeleri bu konuyu görüşmek üzere 9-19 Eylül 1963 tarihleri arasında Kahire’de toplandılar. Bu toplantı sonucunda, Filistinlilerin sürgünde bir hükümet kurmalarına, ordu ve meclis oluşturmalarına karar verildi. Ancak Filistin sorunu üzerindeki konumunu kaybetmek istemeyen Ürdün, buna karşı çıktı. Ürdün’ün tüm itirazlarına rağmen Kudüs’ün Arap hakimiyetinde olan bölümünde 28 Mayıs-3 Haziran 1964 tarihleri arasında Filistinlilerin ilk büyük kongresi yapıldı. Bu kongre Filistinlilerin ilk milli meclisi sayıldı. Ayrıca bu kongrede Filistin Kurtuluş Örgütü’nün (FKÖ) kuruluşu da kabul edildi. 

1967 ALTI GÜN SAVAŞLARI; 

1956'da ki II. Arap-İsrail Savaşı’nın ardından dokuz yıl boyunca Mısır’la İsrail arasında ciddi bir problem yaşanmadı. 1964’te FKÖ’nün kurulması ve Suriye’de Nasır’ın görüşlerini benimseyen Baas Partisi’nin iktidara gelmesi, bunalımı yeniden başlattı. Nasır’ın Sina’da konuşlandırılan BM Barış Gücü askerlerinin çekilmesini istemesi ve Mayıs 1967’de Akabe Körfezi’ni deniz ulaşımına kapatması İsrail Savunma Bakanı Moşe Dayan’ı harekete geçirdi. Daha sonra da 1967 yılının Mayıs ayında başlayan Suriye-İsrail gerginliği Gazze ve Sina’yı işgal etmek isteyen İsrail için iyi bir fırsat oldu. 5 Haziran 1967’de ilk defa Arap düzenli orduları ve İsrail birlikleri karşı karşıya geldiler. Mısır hava kuvvetlerini ani bir saldırıyla imha eden İsrail, Mısır'ın yanı sıra Suriye ve Ürdün'e de saldırdı. İsrail, saldırıya geçen Arap ülkeleri arasındaki iletişim kopukluğu ve çıkar ayrılıklarını çok iyi değerlendirerek, Filistin topraklarının geriye kalan %22'sini yani Batı Şeria ve Gazze'yi, 

Mısır topraklarında bulunan Sina Yarımadası'nı, Suriye'nin ise Golan Tepeleri'ni işgal etti. Altı gün süren bu savaşla İsrail, kendi kontrolündeki toprağı, üç kattan daha fazla büyütmüş oldu. Müslümanlara ait kutsal mekanlarla birlikte Kudüs'ün tamamı İsrail'in eline geçti. Ancak İsrail’in işgali, BM Güvenlik Konseyi’nin 22 Kasım 1967 tarihinde oybirliği ile aldığı, savaş yoluyla toprak kazanımının kabul edilemeyeceğini öngören 242 sayılı karara aykırıydı. 

Arap ülkeleri 242 sayılı karara göre İsrail’in işgal ettiği topraklardan geri çekilmesi gerektiğini savunurken, İsrail buna karşı çıkmaya devam etti. 

BM Güvenlik Konseyi’nin, işgal edilen topraklarda halka insani muamele yapılması ve yurtlarına dönmek isteyenlere izin verilmesi yolunda aldığı 14 Haziran 1967 tarihli ve 237 sayılı kararı uygulanmadı. Böylece mültecilerin sayısında yarım milyona yakın bir artış meydana geldi. 

1967 savaşından hemen sonra Hartum’da toplanan Arap liderleri meşhur ''üç hayır'' politikasını ilan ettiler: Bunlar, İsrail’le barışa hayır, İsrail’i tanımaya hayır, İsrail’le görüşmeye hayır. Bir aradayken bu ''hayır''ları söyleyen Arap ülkelerinin arasından üçü perde arkasında İsrail’le görüşmeleri başlatmışlardı bile. Bu üç ülkenin (Suriye, Mısır,Ürdün) ortak özelliği, İsrail’den geri almak zorunda oldukları topraklarının oluşuydu. 

1967 savaşı, İsrail’e yönelik Arap politikasını şekillendiren tarihi olayların başında gelmektedir. Arapların en–Nekba (büyük felaket) dedikleri ve Arapları 
İsrail’in varlığı ve mülteci problemiyle karşı karşıya bırakan 1948 savaşı bile bu anlamda gölgede kalmaktaydı. O güne kadar İsrail’i haritadan silmeye kilitlenmiş olan Arap ülkeleri 67 savaşıyla birlikte savunmaya geçmişlerdir. Çünkü 1948 Savaşı’nda Arap ülkelerinin hiçbiri toprak kaybetmemiş, bu anlamda sadece Filistinliler zarar görmüştür. Tarihi vatanlarının yarısını İsrail işgaline bırakmak zorunda kalan Filistinliler, diğer yarısında da Ürdün ve Mısır rejimlerinin egemenliğine girmişlerdir. Buna karşılık 67 savaşında Ürdün, Mısır ve 
Suriye’nin kaybettikleri toprakları geri alma çabaları, takip eden çeyrek asrın temel Arap politikasını belirlemiştir, bu politika; 242 No’lu BM Kararı çerçevesinde İsrail’le barış karşılığında topraklarını geri almaktır. 

1967 savaşının getirdiği diğer önemli sonuç ise Filistin direniş hareketinin zirveye doğru yükselmeye başlamasıdır. Bu anlamda Filistinli mücadele grupları bir araya gelerek ''silahlı mücadele''nin gereği üzerinde durmaya başladılar. Altı Gün Savaşı’ndaki yenilgi ve akabindeki Karame Zaferi ile El-Fetih uzun süredir gerilla savaşını savunanların alternatifi haline geldi. Arafat Nasır’ın da onay vermesiyle 1969’da FKÖ’nün başına geçti. Aynı tarihlerde, 21 Ağustos 1969 tarihinde, Doğu Kudüs’teki Mescid-i Aksa’nın bir Yahudi tarafından yakılmak istenmesi İslam dünyasının tepkisine yol açtı. Türkiye’nin de içinde bulunduğu İslam ülkeleri 22-25 Eylül 1969 tarihleri arasında Rabat Zirvesi’nde ilk 
defa bir araya geldi. Bu zirvede İsrail’in Kudüs’ten çıkması ve 1967 öncesi statüsüne geri dönmesi istenirken, İslam Konferansı Örgütü (İKÖ) adlı yeni bir yapılanmanın da temeli atıldı. 

1967 savaşı öncesi toplam rakamı 1.300.000’e ulaşan Filistinli mültecilerin yarısı Ürdün’e sığınmıştı. Ürdün ise ekonomik açıdan zayıftı ve bu kadar mülteciyi kontrol edecek bir güçten uzaktı. Ayrıca Ürdün, buradaki Filistinlileri kendi beşinci kolları olarak gören Nasır gibi güçlerden çekiniyordu. 1967 Savaşı’nın ardından Arafat, büyük bir yekuna ulaşan Filistinlilerden de güç alarak İsrail’e karşı düzenleyeceği operasyonlar için üs olarak Ürdün’ü seçti. Nüfusunun önemli bir kısmını Filistinlilerin oluşturması nedeniyle FKÖ’nün Ürdün’de etkinliğini artırması Kral Hüseyin’i tedirgin etti. 


Kral Hüseyin’in Arafat’a tedirginliğini belirtmesine rağmen Arafat’ın buna aldırış etmemesi üzerine Filistinlilerle Kral Hüseyin’in kuvvetleri arasında tarihe Kara Eylül olarak geçecek çatışmalar başladı. İsrail’in desteğini alan Kral Hüseyin’in 7 Haziran 1970’de başlattığı ve binlerce Filistinlinin öldürüldüğü askeri hareketle Arafat’ın kontrolü altındaki Fedailer Ürdün’den çıkarıldı. 

Kara Eylül olaylarının ardından Arap ülkeleri Ürdün ile ilişkilerini keserek bu ülkeyi Filistin hareketini bitirmekle suçladılar. Bu durumdan en çok faydalanan taraf ise tabii olarak İsrail’di. Zira her iki savaşta da düşmanı olan Arap devletleri bu kez birbirlerine düşmüştü. 

YOM KİPPUR SAVAŞI; 

1967 Savaşı’nda büyük bir yenilgi yaşayan Mısır, Suriye ve Ürdün, 1973 yılında Sina Yarımadası’nda ve Golan Tepeleri’nde bulunan İsrail kuvvetlerine saldırdı. 6 Ekim 1973 günü başlayan bu savaş altı gün süren 1967 Savaşının yarattığı tepkinin bir sonucuydu. İsrail Altı Gün Savaşı’ndan, işgalindeki toprakları yaklaşık üç kat genişleterek çıkmıştı. Golan Tepeleri, Kudüs'ün tümü, Batı Şeria, Sina Yarımadası ve Gazze İsrail'in eline geçmişti. 

1970 yılında Nasır'ın ölmesi ile yerine geçen Enver Sedat, 1967 yılında İsrail'in işgal ettiği toprakların geri kazanılması için bir Arap karşı saldırısı üzerinde durmaya başladı. 6 Ekim 1973'te başlayan savaş, Müslümanların kutsal ayı olan Ramazan ve Yahudilerin kutsal günleri olan Yom Kippur'a denk gelmişti. İsrail birlikleri Sina yarımadasından ve Golan Tepeleri'nden çekilmeye zorlandı. Bu savaşta, ABD İsrail’e, Sovyetler de Arap devletlerine silah yardımında bulundu. Başlangıçta Arapların lehine gelişen savaş, daha sonra İsrail’in karşı saldırıda bulunmasıyla İsrail lehine sonuçlandı. 

Savaş sona erdiğinde, bir çok ülkenin değişik devletler tarafından silahlandırılması sonucu taraflar arasında askeri denge değişti. Suriye, Sovyetler Birliği'nden İsrail ordusu da ABD tarafından güçlendirildi. 

18 Ocak 1974'te İsrail ile Mısır arasında barış anlaşması imzalandı. Anlaşmaya göre, Mısır Süveyş Kanalı'nın doğu yakasındaki güçlerini azaltacak, buna karşılık İsrail de Sina'da Milta ve Gidi geçitlerinin batısına çekilecekti. Bu anlaşma 4 Eylül 1975 tarihinde imzalanan ikinci bir anlaşma ile tamamlandı. 31 Mart 1974 tarihinde ise, Suriye ve İsrail arasında, her iki tarafın kuvvetlerinin bir BM tampon bölgesi ile ayrılması ve savaş tutsaklarının mübadelesi kararlarını da içeren bir ateşkes anlaşması imzalandı. 1974 ve 1975’te İsrail’in Sina’dan çekilmesini öngören ''Ayırma Anlaşmaları'' daha sonraki bir tarihte imzalanacak olan barış anlaşmasının da taslağı niteliğindeydi. 

1974 yılında Rabat’ta yapılan Arap Zirvesi’nde FKÖ Filistinlilerin tek meşru temsilcisi olarak kabul edildi. BM Genel Kurulu’nda Filistin’de bağımsız egemen bir devletin kurulması kararı yeniden gözden geçirildi ve FKÖ’ye BM’de gözlemci statüsü verildi. İsrail 1978 yılında işgale giriştiği Lübnan'ın, daha sonra %10'luk kısmında güvenlik şeridi oluşturdu. 1978 Mart ayında ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissinger’in arabuluculuğunda Mısır’la İsrail arasında Camp David Barış Anlaşması imzalandı. 

Camp David Anlaşması’nın Maddeleri şöyleydi; 

-İsrail, Sina'dan çekilecek. 
-İsrail ve Mısır arasında normal ve dostça ilişkiler kurulacak. 
-İki ülke de birbirinin toprak bütünlüğünü ve barış içinde yaşama hakkını kabul edecek. 
-Sina'daki tampon bölgeye BM Barış Gücü yerleştirilecek. 
-İsrail gemilerine Süveyş Kanalı’ndan serbest geçiş hakkı tanınacak. 
-Batı Şeria ve Gazze'deki Filistinlilere tam özerklik verilmesi için görüşmeler yapılacak. 
-Batı Şeria ve Gazze'de kendi kendini yöneten bir idarenin oluşturulması için seçimler yapılacak. 

Arap ülkeleri Camp David Anlaşması’nı kabul etmediler ve Enver Sedat’ı Filistin davasına ihanet etmekle suçladılar. Tepkiler BM’ye yansıdı ve Genel Kurul 
29 Kasım 1979’da 34/65 B sayılı kararıyla FKÖ’nün katılmadığı Camp David Anlaşması’nın geçersiz olduğunu, Filistin halkının ve İsrail işgali altındaki toprakların geleceği açısından hiçbir değer taşımadığını ilan etti. Ancak İsrail BM kararına rağmen, anlaşmanın kendi lehine olan maddelerini uygulamada hiçbir güçlükle karşılaşmadı. 

İsrail, Mısır’la anlaşma masasına oturmakla ilk defa bir Arap ülkesi tarafından tanınmış oldu. Bu anlaşma ile İsrail, işgal ettiği topraklardan ve Sina Yarımadası’ndan çekilecekti. İsrail, işgal süresince petrol ihtiyacını buradan karşılamıştı. Arap ülkeleri İsrail’e petrol satmadıkları için İsrail’in yeni bir kaynak bulması gerekti ancak bu sorun da Kissinger’in araya girmesiyle kısa zamanda çözüldü. Enver Sedat Mısır petrolünü İsrail’e satmayı kabul etti. Anlaşmanın 3.maddesiyle İsrail, varlığını ve toprağını meşrulaştırmış oluyordu. 
Diğer yandan Gazze ve Batı 

Şeria’daki Müslümanlara tam özerklik için görüşmeler önerilmesine rağmen, İsrail bu konuyu sürekli askıda bıraktı. İsrail boşaltmayı vadettiği toprakları da 
boşaltmadı ve daha sonra buralara Sovyetler Birliği’nden gelen Yahudileri yerleştirdi. 1980 yılının Ağustos ayında, İsrail parlamentosu Knesset’te alınan bir kararla Kudüs’ü İsrail’in değişmez ve bölünmez başkenti olarak ilan etti. 

BEYRUT KUŞATMASI; 

1970 yılında Ürdün'den çıkartılan Arafat'ın güçlerinin üs olarak Lübnan’ı seçmesi zaten hassas olan dengeleri kırılma noktasına getirdi. 13 Nisan 1975’te Hıristiyan Falanjistlerin Filistinlilerin bulunduğu bir otobüsü taraması üzerine Lübnan İç Savaşı patlak verdi. Merkezi hükümetin zayıflaması Filistinli örgütlerin Lübnan’daki etkisinin artmasına neden oldu. Filistinli örgütler Lübnan’dan İsrail’e karşı saldırıya geçti. Bunun üzerine Camp David Anlaşması’ndan sonra İsrail Lübnan’a yöneldi. 6 Haziran 1982’de Lübnan’ı işgal eden İsrail ordusu yedi gün içinde Beyrut önlerine kadar geldi. Kuşatmaya karşı Arafat, Beyrut içinde sığınaktan sığınağa geçmek suretiyle üç ay boyunca direnmeyi başardı. 

İsrail, Lübnan’ı işgalinin ardından 19.000 ölü ve 30.000 yaralı bıraktı. İsrail’in ve Suriye’nin baskısı altında kalan Arafat Lübnan’ı terk etmek zorunda kaldı. Bundan sonra FKÖ genel merkez olarak Filistin’den binlerce kilometre uzakta bulunan Tunus’u seçti. 

1980’lerin ikinci yarısında I. İntifada başlayana dek Arafat, hem uluslararası arenada hem de Arap dünyasında prestij kaybına uğradı. 

SABRA VE ŞATİLLA OLAYI; 

Beyrut’ta iki hafta (15-29 Eylül) süren İsrail işgalinin ikinci gününde, Ariel Şaron'un, 2000FKÖ üyesinin Sabra ve Şatilla kamplarında olduğunu ikinci kez duyurması üzerine İsrail tankları "uluslararası koruma altına alınmış" Beyrut'a doğru ilerlemeye başladı ve 16 Eylül 1982 tarihinde İsrail yanlısı aşırı sağcı Hristiyan Falanjist milislerin Batı Beyrut'ta Sabra ve Şatilla adındaki Filistin mülteci kamplarını basarak çocuklar dahil binlerce (700 ile 3500 arasındadır) kişiyi katletmesi olayıdır. 

GAZZE SAVAŞI (DÖKME KURŞUN HAREKATI); 

24 Haziran 2008'de İsrail bir İslami Cihad komutanını öldürdü. Aynı gün İsrail'e üç roket atıldı, 2 kişi yaralandı. 26 Haziran'da El Fetih İsrail'e roketler gönderdi. Aynı gün Hamas İsrail'in Gazze Şeridi'nde ki sınır kapılarını açmamasını ateşkesin ihlali olarak nitelendirdi. Bu nitelemenin ardından Gazze şeridinden İsrail'e her ay çok sayıda roket ve havan topu atışı devam etti, ancak ne İslami Cihad, ne El Fetih, ne de Hamas bu atışların sorumluluğunu üstlenmedi. 

4 Kasım'da İsrail askerleri Gazze şeridine operasyon düzenleyip 6 Hamas üyesini öldürdüler. Operasyonun sebebinin sınırın altından kazılan, İsrail karakolunu basıp askerleri rehin almayı hedefleyen bir tünel olduğu söylendi. 

13 Aralık'ta İsrail, Hamas'ın da onayıyla ateşkesin devam etmesini istediğini açıkladı. Ancak daha önceki açıklamalarında da ateşkesin devam etmesini Filistin halkının istemediğini söyleyen Hamas, 20 Aralık'ta İsrail sınırı açmadığı için ateşkesi sürdürmeyeceklerini belirterek batı Negev'e havan ve roket atışlarına başladı. Hamas, ateşkesi bozmalarının sebebinin Gazze sınırının açılmaması, dolayısıyla sadece insani yardımların ulaşması olduğunu belirtti. İsrail, Hamas'ın roket ve havan atışları ile silah kaçakçılığını durdurması halinde sınırı açacağını belirtti. Hamas'ın razı gelmemesi üzerine Gazze ablukası devam etti. 

23 Aralık'ta İsrail ordusu Gazze sınırına patlayıcı yerleştirmeye çalışan üç Filistinliyi öldürdü. 24 Aralık'ta 24 saat içinde İsrail'e 700'den fazla roket düştü. Negev'e 60'tan fazla roket ile havan mermisi isabet etti. 

26 Aralık'ta İsrail, Gazze şeridine beş geçiş kapısını insani yardımlar için açtı. Kapılardan 100 kamyon tahıl, insani yardım ve diğer mallar Gazze'ye taşındı. Bu hamleye rağmen Gazze şeridinden bir düzine civarı roket ve havan mermisi ateşlendi. 

İsrail, kapıları açmasına rağmen Hamas'ın davranışına göre operasyon yapıp yapmayacağını 28 Aralık'ta açıklayacağını bildirdi. Ve 27 Aralık 2008 tarihinde Hamas'ın İsrail'li sivillere ve askeri birimlere karşı roketli saldırılar yaptığı gerekçesi ile başlattığı savaştır. 

Çeşitli tepkiler almıştır İsrail. 



***

7 Aralık 2018 Cuma

YAKIN TARİH PERSPEKTİFİNDE FİLİSTİN DEVLETİ NASIL KURULDU BÖLÜM 3


YAKIN TARİH PERSPEKTİFİNDE FİLİSTİN DEVLETİ NASIL KURULDU BÖLÜM 3


İNTİFADALAR.,


Arafat 1980'lerde Libya, Irak ve Suudi Arabistan'dan aldığı parasal destekle, oldukça yıpranmış vaziyette ki FKÖ'nü tekrar yapılandırdı. Batı Şeria ve Gazze Şeridi'nde İsrail işgaline karşı Filistin gençliğinin başkaldırısıyla Aralık 1987'de başlayan Birinci İntifada sırasında bu yeniden yapılandırma çok yararlı oldu. İntifada kelimesi Arapça'da "başından savma" anlamına gelir ama genel olarak bir başkaldırıyı, isyanı tanımlamak için kullanılır. Filistinliler aleyhine sonuçlar doğuran barış görüşmeleri ve Sabra-Şatilla Katliamı’nın ardından FKÖ’nün Lübnan’dan çıkarılması, Filistin halkının tepkisinin büyümesine neden oldu. İntifada olarak adlandırılan ayaklanmanın ilk adımı 7 Aralık 1987’de atıldı. Gazze bölgesinde bir Yahudi kamyoneti, Filistinli işçileri taşıyan bir araca çarparak dört Filistinlinin ölümüne ve dokuzunun da yaralanmasına neden oldu. İntifada için ilk organizasyon Gazze İslam Üniversitesi Öğrenci Meclisi tarafından yapıldı. 
Yaralıların bulunduğu Şifa Hastanesi’nin çevresinde toplanan öğrenciler Filistin İslami Direniş Hareketi’nin (Hamas) mensuplarıydı. İntifada hareketi Gazze Şeridi'nde başladı, ancak kısa sürede Batı Şeria’ya yayıldı. Protestolar, sivil itaatsizlik şekline büründü. Genel grevler düzenlendi, İsrail ürünleri boykot edildi, duvarlara işgal karşıtı yazılar yazıldı ve yollarda barikatlar kuruldu. 
Ancak, sapan, taş ve sopalarla karşılık veren Filistinlerin karşısında ağır silahlarla donanmış İsrail askerleri vardı. Filistinli siviller arasında yüksek can kayıpları meydana geldi. 1993'e kadar süren protestolarda toplam can kaybı bini aştı. İntifada yıllardır ezilen, işkence edilen, zorla evlerinden kovulan, katliamlara uğrayan bir halkın kadın-erkek, yaşlı-genç hep birlikte İsrail’e karşı oluşan bir başkaldırı hareketinin adı oldu. Filistin’de intifada hareketiyle birlikte aynı zamanda Hamas fiilen harekete geçti. Hamas, intifadayla birlikte bütün dünyaya sesini duyurmayı başardı, intifadanın organizasyonunda öncülü yaptığı gibi, bu direnişin ikinci ayından itibaren de periyodik bir şekilde halk kitlelerine hitap eden ve halk direnişini yönlendiren belirli programlar ortaya koydu. Hamas, diğer yandan da İsrail karşısında sürdürülmesi gereken mücadelenin içeriği ile ilgili görüşlerini ve Filistin'in çeşitli ulusal meseleleriyle ilgili politikasını ve tutumunu ortaya koyan bildiriler yayınlamaya başladı. Direnişlerinin belli bir hız kazanmasından sonra da İzzettin Kassam Birlikleri adında askeri bir kanat oluşturarak fiili eylemlerini bu kanat vasıtasıyla gerçekleştirmeye başladı. İntifada sırasında Filistinlilerin kullandığı en yaygın taktik, daha sonra ayaklanmanın sembolü hâline dönüşen, İsrail Ordusu tanklarına taş atılmasıydı. Bazı Batı Şeria şehirlerinde yerel liderler, vergi boykotu ve diğer boykotlar gibi pasif protesto eylemlerine başladı. İsrail buna ev baskınlarıyla yüksek miktarda paraya el koyarak karşılık verdi. Intifada sona ererken yeni silahlı Filistinli örgütler, özellikle Hamas ve Filistin İslami Cihad Örgütü, intihar bombalama eylemleriyle İsrailli sivilleri hedef almaya başladılar ve Filistinliler arasında iç çekişme de giderek arttı. 

15 Kasım 1988'de Filistin Kurtuluş Örgütü bağımsız Filistin Devleti'ni ilan etti. Arafat 13-14 Aralık tarihindeki konuşmalarıyla, İsrail'e "barış ve güvenlik içinde varolma" hakkını veren BM Güvenlik Konseyi'nin 242 nolu kararını kabul etti ve "devlet terörizmi de dahil olmak üzere her türlü terörizmi" reddetti. Uzun yıllar boyunca ABD ile FKÖ arasında resmî görüşmelerin başlaması için şart koştukları bu koşulların Arafat tarafından kabul edilmesi ABD hükümeti tarafından kabul gördü. Arafat'ın bu sözleri Filistin Kurtuluş Örgütü'nün ana amaçlarından biri olan İsrail'in yok edilmesinden vazgeçildiğini gösteriyordu. Yeni görüş 1949 ateşkes sınırları içinde bir İsrail Devleti ile Batı Şeria ve Gazze Şeridi'nde bir Arap devleti olarak iki ayrı oluşumun kurulmasıydı. 2 Nisan 1989'da Arafat Filistin Ulusal Konseyi'nin Merkez Konseyi tarafından ilan edilen Filistin Devleti'nin başkanı seçildi. 

1993 yılına kadar devam eden intifada hareketi Oslo İlkeler Anlaşması ile son bulmuştur. Anlaşma beş yıllık bir dönemde Batı Şeria ve Gazze Şeridi'nin bazı bölümlerinde Filistinlilerin kendini yönetmesi ve bu bölgelerde İsrail yerleşiminin durdurulup, varolanların taşınması yönündeydi. 

Anlaşmaya göre yerel halktan ya da yurtdışında yaşayan Filistinlilerden oluşacak bir Filistin polis gücü Filistin yönetimi olan yerlerde devriye görevini sağlayacaktı. Eğitim, kültür, sosyal refah, doğrudan vergilendirme ve turizm gibi çeşitli alanlarda yetki ve idare Filistin geçici yönetimine verilecekti. Her iki taraf da altyapı, sanayi, ticaret ve iletişim gibi özel ekonik sektörlerde kooperasyon ve koordinasyonu sağlayacak bir komitenin kurulmasında anlaştılar. Bu anlaşmanın yapılması ile İsrail, FKÖ'yü resmen tanımıştır. Filistinlilerin tepkisi karışık oldu. Retçi Cephe anlaşmalara karşı ortak olarak muhalif oldukları islamcıların yanında yer aldı. 

Ayrıca Lübnan, Suriye ve Ürdün'de bulunan Filistinli mülteciler, birçok Filistinli entelektüel ve yerel Filistinli liderler tarafından da bu anlaşmalar reddedildi. Ancak sözü geçen bölgelerde yaşayanların çoğunluğu anlaşmayı ve Arafat'ın barış ve ekonomik refah sözlerini kabul etti. 
1996'ın ortasında Benjamin Netenyahu %1'lik bir farkla İsrail'in başbakanı olarak seçildi. Süregelen anlaşmazlıklarla Filistin-İsrail ilişkileri daha da düşmanca bir tavır aldı. İsrail-FKÖ anlaşmasına rağmen Netanyahu Filistin Devleti fikrine karşı çıktı. 1998'de ABD Başkanı Bill Clinton iki lideri buluşmaya ikna etti. Bu buluşmanın sonucunda ortay çıkan Wye River Memorandumu barış sürecini tamamlamak için İsrail hükümeti ve Filistin Ulusal Yönetimi'nin atması gereken adımları detaylandırıyor du. 
Arafat görüşmelere Netanyahu'nun halefi Ehud Barak ile Temmuz 2000'de Camp David zirvesinde devam etti. Hem kendi politik görüşü hem de Başkan Clinton tarafından uzlaşma için ısrar edilmesi nedeniyle Barak Arafat'a Batı Şeria'nın %73'ünde ve Gazze Şeridi'nin tamamında bir Filistin Devleti önerdi. On ile yirmi beş yıllık bir süre içinde Filistin'in iktidar alanı %90'a genişleyecekti. Ayrıca anlaşmada az sayıda mültecinin dönmesine izin veriliyor ve dönemeyenlere de tazmin sözü veriliyordu. Arafat Barak'ın önerisini reddetti ve hemen bir karşı öneri yapmadı. 
Görüşmeler Ocak 2001'de yapılan Taba zirvesinde devam etti. Bu sefer Ehud Barak İsrail'de seçim kampanyasını sürdürmek için görüşmelerden çekildi. Ekim ve Aralık 2001'de Filistinli militan grupların yaptığı intihar bombalama eylemleri artarken İsrail karşı saldırıları da yoğunlaştı, sonucunda da İkinci İntifada başladı. 
İkinci İntifada, 28 Eylül 2000 tarihinde Filistin'de başlayan halk direnişine verilen isimdir. El Aksa intifadası olarakta bilinir. Ariel Şaron, bu tarihte, yaklaşık 1,000 askerle birlikte Haremmüşşehir adıyla anılan bölgede Mescid-i Aksa'yı ziyareti üzerine pek çok çevre tarafından 'provokasyon' olarak nitelendirilirken Filistinlilerin protesto gösterileri arttı. 

 FİLİSTİN'İN DIŞ MESELELERİ İSRAİL İLE İLİŞKİLER 

Makalemin başında sırasıyla anlattığım; Filistin'in Yakın Tarihi, Arap-İsrail Savaşları, Filistin'in iç meseleleri konularından anlaşılacağı üzere, Filistin-İsrail ilişkileri karmaşık bir süreçtir. İsrail Devleti'nin kurulduğu 1948 yılından itibaren bölgede bulunan Filistinli Araplarla kimlik ve varoluş mücadelesine girilmiştir. 
Bu dönemde 1948'de BM'nin aldığı kararlar doğrultusunda uluslararası toplumun desteğini arkasına alan İsrail öncelikli olarak bir yerleşim stratejisi belirlemiştir. Bu strateji Arapların yaşadığı topraklarda onlara adeta bir hapis hayatı yaşattırıp bir kısmını da göçe zorlayıp mülteci konumuna düşürmüştür. Aslında bu durum İsrail ve Filistinlilerin kendi hakları olarak gördükleri topraklarda yaşama arzusundan kaynaklanmaktadır. İsrail'in bölgede varlığı sadece Filistin açısından değil aynı zamanda diğer Arap devletleri arasında da hoş karşılanmamıştır. Yukarıda da anlatıldığı üzere günümüze kadar 4 büyük bölgesel savaş yaşanmıştır. Bu bölgesel savaşların karakteristiğine baktığımızda Filistin davasının müdafaası amaçlarken aynı zamanda bölgede Arapları birliştirici bir unsur olarak görmekteyiz. Burada önemli olan savaşların sebeplerinden çok sonuçları itibariyle İsrail'in tek bir ülke olarak askeri ve siyasi gücünü pekiştirdiği görülmektedir. İşte bu durum İsrail-Filistin ilişkilerinde Filistin'in meşru ve milli bir güç olarak doğmasını zorlaştırmıştır. 

Ortadoğu'da uzun yıllardır yaşanan bu mücadele sadece İsrail-Filistin ikili ilişkilerinde değil aynı zamanda bölgesel ve uluslararası arabuluculuğun etkin kılınmaya çalışıldığı bir meseledir. Uluslararası kamuoyunun barış ve istikrarın sağlanmasını, sadece güvenlik değil aynı zamanda ekonomik çıkarlarının devamı için pekiştirmek istemektedir. Filistin-İsrail arasındaki ekonomik sorunlara bakacak olursak; İsrail, sanayisini tamamlamış, ağır sanayi ve teknolojinin üretimi alanlarında sadece Ortadoğu'nun değil aynı zamanda dünyanın önemli bir ekonomik gücüdür. Filistin ise ekonomik olarak güçlü bir yapıya sahip değildir, sanayi olarak çok gelişmemiştir. Bunun sebebi ise, Filistin'i her alanda kısıtlayan İsrail ablukası ve bölgede bitmek bilmeyen güvensizlik halidir. 

ULUSLARARASI ALANDA TANINMA PROBLEMİ 

1964 yılında Filistin bağımsızlığı amaçlayan FKÖ'nün başlatmış olduğu mücadele 1988 yılında Cezayir'de Filistin Devleti'nin ilan edilmesiyle resmen sonuca ulaşmıştır. Şuan içlerinde Türkiye'nin de olduğu 100'den fazla ülkenin tanımış olduğu Filistin Devleti'nin devletleşme sürecinde ona yardım eden, Birleşmiş Milletler ve ABD'nin İsrail Devleti'nin Filistin topraklarını işgal etmesine seyirci kalmaktadır. Bu durum Filistin Devleti'nin statüsünü hukuki anlamda zora sokmaktadır. Ayrıca şuan hükümet görevini üstlenmiş olan Hamas, ABD'nin de kabul ettiği terör örgütlerinden biridir. Filistin, resmi bir devlet olmasına rağmen Birleşmiş Milletler de ''gözlemci'' statüsündedir. FKÖ lideri Mahmud Abbas'ın BM'de sık sık dile getirdiği üye devlet olma statüsüne getirilmesi gerektiğinden bahsettiğini görmekteyiz. Filistin'de her devlet gibi uluslararası hukukun getirmiş olduğu ilkeler ve siyasi eşitlik prensibi doğrultusunda tanınmak istemektedir. BM'nin 1947 yılında aldığı ''taksim'' kararı ile Kudüs'ün durumu uluslararası statüye bağlanmıştır. Bu karar hem Filistin'i hemde Kudüs'ü 2'ye bölmüştür. Bunun sonucunda da 1948 yılında Arap-İsrail Savaşı çıkmış ve yenilen Filistinliler mülteci konumuna düşürülerek kaçmak zorunda kalmıştır. 
Ayrıca İsrail 1980 yılında Kudüs'ü fiili başkenti ilan etmiştir ancak Türkiye'nin de içinde bulunduğu devletler bunu kabul etmeyip resmi temaslarını Tel Aviv'de yürütmekte ve Tel Aviv'i başkent kabul etmektedir. 

SONUÇ 

Sonuç kısmında size Filistin seçimlerinden ve seçim sonuçlarının Filistin'e etkilerinden bahsetmek istiyorum. Bildiğiniz üzere 25 Ocak 2006 tarihinde Filistin’de yapılan seçimlerde, Filistin parlamentosunda çoğunluk seçimlere ilk kez katılan Hamas’ın oldu. 132 sandalyeli Filistin Meclisi’nde Hamas 76, El Fetih ise 43 sandalye kazandı. Seçim Komisyonu, Hamas'a zafer getiren seçimlere katılımın yüzde 77'yi bulduğunu açıkladı. Filistin'de seçimleri ezici bir çoğunlukla kazanan Hamas'a karşı, ilk yaptırım tehditleri ABD ve İsrail'den geldi. ABD Başkanı George Bush, Hamas'ın şiddeti reddetmemesi ve İsrail'in yıkılması hedefinden vazgeçmemesi durumunda Filistin yönetimine sağladığı mali desteği keseceklerini açıkladı. Bu gelişmeler sonucunda yıllardır 2 ayrı siyasi kampta faaliyet sürdüren El Fetih ve Hamas birleşmiş ve tek bir ağızdan birlik çağrısında bulunmuştur. 
İşte bu süreç Filistin davasındaki haklılığı ortaya koyması açısından önemli bir kilometre taşı olmuştur. Ancak İsrail bu gelişme karşısında şiddetini artırmıştır çünkü karşısında daha fazla ve bölünmemiş tek bir güç vardır ve bu durum diplomasinin etkin kılınmasını güçleştirmiştir. 
Sonuç olarak Filistin meselesi, çözümü zor ve çözülmediği her gün her 2 tarafa da maddi manevi kayıplar verdiren bir problemdir bu problemin çözülmesi öncelikle bölge için sonrada dünya için huzur vesilesi olacaktır. Arabuluculuk faaliyetleri halen sürmektedir ancak sosyolojik ve dinsel unsurlarıyla katı bir meseledir. 
Benim fikrime göre Filistin sorununun çözülmesi için, her 2 toplumun unsurlarını içinde bulunduran yeni bir kimlik yaratılması ve bu kimliğin bir şemsiye görevi görerek demokrasi ve insan hakları temelinde hoşgörülü bir ortak yönetim anlayışını barındıran ve bu konuda özel bir BM Komisyonunun denetimine verilmelidir. 

KAYNAKÇA 

YILMAZ Türel, 2004, Uluslararası Politikada Ortadoğu Birinci Dünya Savaşı'ndan 2000'e SOUSS İbrahim-ELPLEG Zvi, 1994, İsrail-Filistin Diyaloğu 
ATAÖV Türkkaya, 1982, Siyonizm ve Irkçılık 
ORAN Baskın, 2001, Türk Dış Politikası Cilt II: 1980-2001 
ORAN Baskın, 2001, Türk Dış Politikası Cilt I: 1919-1980 
SANDER Oral, 2009, Siyasi Tarih İlkçağlardan 1918'e 
SANDER Oral, 2009, Siyasi Tarih 1918-1994 
ERKMEN Serhat, 2009, Gazze'de Savaş; İsrail operasyonlarının nedenleri ve olası 
sonuçları, Ortadoğu Analizi, Cilt 1, Sayı 1, S.6-13 
ARAS Bülent, 2009, Gazze Dramı ve Sonrası, Ortadoğu Analizi, Cilt 1, Sayı 1, S.13-21 
ORHAN Oytun, 2009, İsrail'de Yeni Hükümet ve Dış Politika, Ortadoğu Analizi, Cilt I, Sayı 5, S.55-63 
YILMAZ Murat, 2011, Filistin'in Tarihi, 
www.home.arcor.de/filistin/filistinin/tarihi.html, 22.02.2012 
Wikipedia, 2012, Filistin, http://tr.wikipedia.org/wiki/Filistin, 24.02.2012 
Wikipedia, 2012, Filistin Kurtuluş Örgütü, 
http://tr.wikipedia.org/wiki/FK%C3%96, 24.02.2012 
Wikipedia, 2012, Hamas, http://tr.wikipedia.org/wiki/Hamas, 26.02.2012 
Wikipedia, 2012, El Fetih, http://tr.wikipedia.org/wiki/El_fetih, 27.02.2012 
Wikipedia, 28.02.2012 2012, Yaser Arafat, http://tr.wikipedia.org/wiki/Yaser_Arafat, 
Wikipedia, 01.03.2012 2012, İntifada, http://tr.wikipedia.org/wiki/%C4%B0ntifada, 
Wikipedia, 2012, 2.İntifada, 
http://tr.wikipedia.org/wiki/%C4%B0kinci_%C4%B0ntifada, 02.03.2012 
Türkçebilgi, 2012, 2.İntifada, 
http://www.turkcebilgi.com/ansiklopedi/filistin_tarihi_-_2._intifada, 02.03.2012 


***

YAKIN TARİH PERSPEKTİFİNDE FİLİSTİN DEVLETİ NASIL KURULDU BÖLÜM 2

YAKIN TARİH PERSPEKTİFİNDE FİLİSTİN DEVLETİ NASIL KURULDU BÖLÜM 2


FİLİSTİN KURTULUŞ ÖRGÜTÜ (FKÖ) 

16 Ocak 1964'te Kahire'de Arap Zirvesi'nde temelleri atılan ve 2 Haziran 1964'te Arap devletleri tarafından (özellikle Mısır) kurulmuş bir mücadele örgütüdür. Başkanlığına Ahmet Şukeyri getirilmiştir. Örgütü Filistinlilerin değil de Arapların kurması ise tamamen Arap devletlerinin kendi aralarındaki liderlik yarışının bir sonucudur. 
FKÖ'nün kurumsallaşması aşamasında Arap devletleri Filistinlileri mücadele yönünde yetiştirmek amacıyla askeri okullarına alma talebinde bulundular, ayrıca teşkilatın finansmanı için bir Filistin Milli Fonu oluşturuldu. Arap devletlerinde FKÖ'nün ofisleri açıldı ve o sıralarda Gazze ve Sina'da üslenecek bir Filistin Kurtuluş Ordusu kuruldu. 
FKÖ, yukarıda bahsedilen 1967 Arap-İsrail Savaşı'nda etkinliğini artırdı. 1968 yılında yapılan Filistin Ulusal Konseyi'nin dördüncü toplantısında FKÖ yeniden örgütlendi. Silahlı gruplar üye yapılırken, sözleşme yeniden gözden geçirildi ve Filistin Kurtuluş Ordusu'nun askeri kanadı kuruldu. 

Amaçları ve İşleyişi; 

Amacı; FİLİSTİN KURTULUŞ ÖRGÜTÜ, Filistin ulusal varlığını sürdürmek, bu topraklarda demokratik, laik ve ulusal bir Filistin devleti kurmak amacıyla kurulmuş çeşitli siyasal ve askeri kuruluşların tümünün oluşturduğu bir örgüttür. İşleyişi ve iç düzeni; FKÖ'nün en önemli organı Filistin parlamentosuna eş değer olan Ulusal Konsey'dir. Üyeler, Konsey'in mevcut kurulu, askeri gruplar, Filistin birlikleri, meslek örgütleri ve önde gelen Filistinlilerin görüşmeleriyle belirlenmektedir. Konsey, FKÖ'nün siyasetini ve programlarını oluşturan en üst kuruldur. 
FKÖ şemsiyesi altında bulunan gruplar içindeki en büyük örgüt olan El-Fetih'in lideri Yaser Arafat 1969'da FKÖ Yürütme Kurulu Başkanlığı'na getirildi. Arafat yönetimi 1973 yılından itibaren diplomasiye ağırlık vererek FKÖ'ye sürgün hükümeti niteliği kazandırdı. 1974 yılında örgüt, Arap Birliği, İslam Konferansı Örgütü (İKÖ) ve Birleşmiş Milletler (BM) tarafından Filistinlilerin tek meşru temsilcisi olarak tanındı. 1974 yılında BM'de gözlemci üye statüsü kazandı. 1980'li yılların başlarına kadar FKÖ pek çok değişik grubu bünyesinde taşıyor olmasına rağmen Filistin davasının önde gelen örgütü olma özelliğini korudu. Örgüt, Türkiye'nin de içinde bulunduğu 100ü aşkın ülke tarafından tanındı. 
İcraatları; 
FKÖ, kurulduğu günden itibaren Filistinlileri uluslararası arenada temsil eden en önemli örgüttür. Dünya'nın Filistin meselesinde muhatap aldığı en büyük örgüt olma özelliği taşımaktadır. İsrail ile ve diğer devletlerle yapılan çeşitli anlaşmalarda da muhatap alınan tek örgüttür. İsrail'de ve işgal altındaki topraklarda yaşayan Araplar arasındaki huzursuzluk 1987'nin son günlerinde genel bir ayaklanmaya dönüştü. İntifada adı verilen bu ayaklanmayı sivil halk Filistin Kurtuluş Örgütü'nün (FKÖ) genel yönlendirmesi altında ve silaha başvurmaksızın sürdürdü bu anlamda da sivil direnişi silahsız yapan ender örgütlerden dir. 

Ayrıca 1988 sonunda Cezayir'de toplanarak, İsrail işgali altındaki Batı 
Şeria ile Gazze Şeridi'ni kapsayacak bağımsız bir Filistin devletinin kurulduğunu ilanetmiştir. Başkentinin Kudüs olması öngörülen bu yeni devletin başkanlığına Nisan 1989'da FKÖ'nün önderi Yaser Arafat seçilmiştir. İç siyasette ki en büyük rakibi Hamas'tır. 
FKÖ, bugün devam eden varlığı ile Filistin Ulusal Otoritesi'ni yürüten siyasal bir parti gibi işlev görmektedir. 

HAMAS 

1987'de Şeyh Ahmet Yasin, Abdülaziz el Randisi ve Muhammed Taha tarafından ilk intifadanın başlangıcında Mısır'da ki Müslüman Kardeşler örgütünün Filistin kanadı olarak kurulmuş bir örgüttür. 

1988'deki siyasi programında Hamas, Filistin'in asla, Müslüman olmayanlar tarafından etrafı çevrilebilecek bir İslam ülkesi olamayacağını ifade etmekte ve Filistinli Müslümanlar için Filistin'in kontrolünü İsrail'den almak adına kutsal bir savaş vermenin dini bir görev olduğunu söylemekteydi. Bu söylemi FKÖ ile ayrıştığı noktadır zira FKÖ 1988'de İsrail'in var olma hakkını tanımıştır. 
Örgütün kuruluş amacı 1948 öncesi İsrail, Batı Şeria ve Gazze Şeridi'ni kapsayan  topraklarda Filistin İslam devletini kurmaktır. Suudi Arabistan'dan büyük bir finansal destek almaktadır. Hamas sadece bir örgüt ve siyasi parti değil yaptığı icraatlarla adeta bir kurumdur. Filistin topraklarında halka hizmet etmek amacıyla açtığı okullar, yetimhaneler, hastaneler, aşevleri, bakım merkezleri, spor klüpleri yapmıştır bu da örgütten partileşme sürecine geçişini kolaylaştırmıştır. Ayrıca Hamas ile İsrail birbirini tanımamaktadırlar. 

YAHUDİ YERLEŞİM YERLERİ SORUNU 

Temelleri 1897 yılında Siyonist hareketin kurulması ile atılan ve günümüzde de Filistin meselesinde ki çözümü en zor olan sorundur. Ayrıca Yahudilerin, Filistin'i kendi toprakları olarak görmesi ve Kitab-ı Mukaddes'te bundan bahsedildiğini ileri sürerek bunu ''geri dönme'' tezi haline getirip Siyonist düşüncenin vazgeçilmez unsuru haline getirmeleri konunun iyice içinden çıkılmaz bir hal almasını sağlamaktadır. 
Temelleri 1897 yılında atılmıştır,1917 Balfour Deklarasyonu ile destek bulup akabinde ABD’nin Kongre ve Temsilciler Meclisi’nin 21 Eylül 1922 tarihli oturumunun karar bildirgesinde geçen; ''ABD Filistin’de Yahudilere milli yurt kurulmasına taraftardır'' ibaresiyle ciddileşen bir meseledir. 
Almanya’da 1930’lardan itibaren Yahudi karşıtı hareketlerin gelişmesine paralel olarak, Filistin’e göç eden Yahudi sayısında önemli oranda artış oldu. Filistin’e göç eden Yahudi sayısı 1934’te 40.000 iken, 1935’te 62.000 oldu. Bölgede Yahudi nüfusunun hızlı bir şekilde artması Arap muhalefetinin güçlenmesine neden oldu. 1931 yılının Aralık ayında Kudüs’te 22 ülke temsilcisi Siyonist tehlikeye karşı Müslüman Ülkeler Kongresi’nde bir araya geldiler. 1932 yılında İstiklal Partisi ve Ulusal Gençliğin Millet İdaresi (Congress Executive of Nationalist Youth) kuruldu. 1935 yılına gelindiğinde Yahudi nüfusunun artmasıyla kendi vatanlarında ikinci sınıf vatandaş konumuna düşürülen Filistinlilerin tepkisi doruk noktasına ulaştı. Bu zamana kadar birbirinden bağımsız olarak hareket eden altı Arap siyasi partisinden (İstiklal Partisi hariç) beşi bir araya gelerek işbirliği kararı aldı. 
Bunu takiben 2.Dünya Savaşı'nın başlamasıyla Siyonistler ve İngilizler anlaşmazlığa düştüler. Savaş sırasında Filistin’e Yahudi göçünü hızlandırmayı amaçlayan Siyonistler, Arapları Almanların yanına itmek istemeyen İngiltere’nin muhalefetiyle karşılaştılar. Bununla birlikte savaş sırasında Yahudi toplumu gelişme fırsatı buldu. Mayıs 1942’de New York’ta Siyonist Konferansı gerçekleştirildi ve Ben Gurion sınırsız göç, Yahudi ordusu ve Filistin’in Yahudi devleti olması taleplerine destek buldu. Bu dönemde, Filistin’de en önemli problem manda rejimi ve Yahudilerin Filistin’e göçü meselesiydi. İngiltere göçe karşı çıkmasına rağmen, ABD Başkanı Truman, savaş sırasında Yahudilerin topraksız kaldığını ve Filistin’e girmelerine izin verilmesini istemişti. 
ABD ve İngiltere temsilcilerinden oluşturulan komisyon, Nisan 1946 tarihinde manda yönetiminin devamı, 100.000 göçmenin kabulü ve mevcudu 65.000 olarak tahmin edilen İsrail Gizli Ordusu'nun silahsızlandırılması hususlarında karar almışsa da, bu girişim de başarısızlıkla sonuçlanmış ve konu 1947 yılında İngiltere tarafından BM’ye götürülmüştür. Kurulan Filistin Özel Komisyonu, Filistin’in Yahudi ve Araplar arasında ikiye bölünmesini, Kudüs’ün ise uluslararası bir statüye kavuşturulmasını önerdi. 29 Kasım 1947’de Filistin topraklarının %56.47’sini Yahudilere, diğer kısmını da Araplara bırakıldı. Filistin’de %31’lik bir nüfusa sahip olan Yahudilere %56 oranında toprak veren bu karar Arap ülkeleri tarafından kabul edilmedi. 
Ancak İsrail gerek 1947 Taksim Kararı ile gerekse Arap-İsrail Savaşları ile topraklarını genişletti ve yeni ele geçirdiği bölgelere Yahudi göçleri yaptırarak Filistin topraklarında ki işgallerini kalıcı hale getirmek için çabaladı. Bunun sonucu olarak ta aşağıda değineceğim başka problemlere yol açtı. 

FİLİSTİNLİ GÖÇMENLER SORUNU 

Filistinli göçmenler sorunu, 19.yüzyılın sonlarından itibaren dünyanın çeşitli ülkelerinden gelip Filistin'e yerleşen Siyonistler tarafından kendi öz ülkelerinden zorla çıkarılmış ve göçmen olarak çeşitli ülkelerde zor şartlar altında yaşamak zorunda bırakılmış 4.5 milyon Filistinli'nin ülkelerine dönme ve bağımsız bir devlet kurma mücadelelerinin oluşturduğu sorunlar bütünüdür. 
Yahudilerin Filistin'de giderek artan göçleri yerli Arap halkı tedirgin etmiş ve bundan dolayı, manda yönetimi yıllarında çeşitli karışıklıklar çıkmıştır. 1920, 1921, 1929, 1936 ve 1939 yıllarında buradaki yerli halk ile dışarıdan gelen Yahudiler arasında ciddi çatışmalar ortaya çıkmış ve Filistinlilerin ayaklanmalarını manda yönetimi her defasında basit çözümlerle yatıştırmaya çalışmıştır. 
II. Dünya Savaşı yıllarında nispeten sakin geçen Filistin'deki gelişmeler savaş sonrasında kurulan yeni uluslararası sistemle birlikte yeni bir çehre kazanmakta geç kalmamıştır. Savaştan galip ancak büyük yara ile çıkan İngiltere, Filistin kamburundan kurtulmak istiyordu ve bu amaçla sorunu 1947 Şubat'ında Birleşmiş Milletler'e havale etti. 1939 yılında Filistin'e Yahudi göçünü sınırlandırma kararını alan İngiltere, Siyonistlerin sert tepkileri ile karşılaşmış ve Yahudilerle İngiltere arasındaki ilişkiler giderek bozulmaya başlamıştı. Ayrıca savaş sırasında da 1942'den itibaren Amerika Birleşik Devletleri'nin de desteğini kazanmış olan Siyonistlerin bağımsızlık talepleri de ciddi şekilde ortaya çıkmıştı. 1945'de Siyonist örgüt tarafından İngiltere'ye iletilen istek tablosunun başında Filistin'de bir Yahudi Devleti'nin kurulması için acilen karar alınması talebi bulunuyordu. İngiltere'nin böyle bir talebe olumlu cevap vermesi, o günün konjonktürü içerisinde mümkün değildi; zira eski sömürgeleri olan Arap Devletlerini kaybedebilirdi. Bu itibarla İngiltere sorunun çözümünü, BM'e havale etmekte buldu. 
Birleşmiş Milletler, Filistin Sorunu İle ilgili olarak bir Özel komisyon (United Nations Special Committee on Palestine: UNSCOP) kurdu ve bu komisyon tarafından hazırlanan ve Filistin'in Araplar ile Yahudiler arasında taksim edilmesini ve böylece bölgede iki ayrı bağımsız devlet kurulmasını ön gören bir plan hazırladı. Bu plan 29 Kasım 1947'de Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nda oylandı ve 13 olumsuz oya karşı (Türkiye de olumsuz oy vermiştir.) 33 olumlu oyla kabul edildi. Kabul edilen Filistin'in paylaşılması ve iki ayrı devletin kurulması ile ilgili karar, Yahudi Devleti'ne 14.100 Km2 Arap Devleti'ne de 11.500 Km2 toprak ayırıyordu. Kudüs şehri ise Birleşmiş Milletler'in vesayetine veriliyordu. 
Filistinliler BM'in "taksim" kararını şiddetle reddederken Siyonistler kararı olumlu buldular, fakat Kudüs için öngörülen statüyü benimsemediler. BM'de "taksim" kararının alınmasından hemen sonra Filistin'de çatışmalar başladı. Siyonistler sadece Filistinlilere karşı değil, İngilizlere de karşı koyuyorlardı. Nihayet İngiltere 14 Mayıs 1948'de birliklerini buradan çekti ve hemen aynı gün Siyonistler de İsrail Devleti'nin kurulduğunu ilan ettiler. ABD ve SSCB bu yeni devleti ilk tanıyan ülkeler oldular. 
İsrail Devleti'nin kurulması ile Filistin Sorunu yeni boyutlar kazandı. Yukarıda da bahsettiğim gibi Arap ülkeleri bu karara sert tepki göstererek Arap Birliği'ne bağlı askeri birliklerle Siyonistler arasında şiddetli çatışmalar oldu. Ocak 1949'da bir ateşkes antlaşması imzalandı ve çatışmalara son verildi. İsrail, bu savaşta Filistin'in büyük bölümünü ele geçirirken, Ürdün de Batı Şeria'yı işgal etti. Mısır ise Gazze Şeridi'ni ele geçirdi. Kudüs'ün doğusuna Ürdün, batısına da İsrail el koydu. Böylece Filistin fiilen paylaşılmış oldu ve İsrail'in eline düşen topraklardaki Filistinliler yüzyıllardır yaşadıkları öz yurtlarından Siyonistler tarafından zorla çıkartılmaya, komşu ülkelere sürülmeye başlandı. Binlerce Filistinli komşu Arap ülkelerine sığınmak zorunda kaldı. 
Filistin'deki İsrail Devleti kurulana kadar Filistin Sorunu, dünyanın değişik yerlerinden buraya göç ederek gelen siyonistleri bölgeye sokmama, Siyonistlerin buraya yerleşmelerini engelleme, demografik yapının Siyonistlerin lehine gelişimine karşı durma ve kendi öz topraklarına sahip çıkma mücadelesi şeklinde belirirken İsrail devletinin kurulmasından sonra Filistinlilerin kendi öz ülkelerinden çıkarılmaları, komşu ülkelerde gayrı insanî şartlarda ve göçmen çadırlarında sığıntı olarak yaşamaya mecbur edilmeleri ve ülkelerinden çıkarılan milyonlarca Filistinlinin ülkelerine dönmek ve bağımsız bir devlet kurmak mücadelesi şeklinde ortaya çıkmaktadır. 
İsrail Devleti'nin egemenliği altında yaşayan Filistinlilerin kimisi ülkelerinden göç ederek komşu Arap ülkelerine sığınırken, kimisi burada kaldılar ve İsrail'in ayırma politikası altında yaşamaya devam ettiler. 
1967 Arap-İsrail Savaşı'ndan sonra İsrail ülke topraklarını üç misline çıkardı. İsrail'in işgal ettiği bölgelerde yaşayan 1 milyondan fazla Filistinli'nin bir kısmı komşu Arap ülkelerine-özellikle de Ürdün'e- göç ederken, bir kısmı da İsrail'in egemenliği altında kaldılar. Ürdün'de gayri insanî şartlarda yaşayan ve Arap ülkelerinde ucuz el emeğini temsil eden Filistinliler çeşitli kuruluşların yadımları ile hayatlarını sürdürmeye çalıştılar. 
1970 yılında Ürdün yönetimi ile bu ülkede yaşayan Filistinliler arasında kanlı çatışmalar oldu ve Ürdün yönetimi duruma hakim olarak Filistinlileri ülkesinden çıkardı. Ürdün'den ayrılmak zorunda kalan Filistinliler Lübnan'a sığındılar. 
Filistin Kurtuluş Örgütü, Filistin halkının haklarını savunmak ve bu hakları ele geçirmek için düzenli bîr ordu kurmaya karar verdi ama 1967 Savaşı'nda Arapların yenilmeleri üzerine bu ordu çöktü. Bundan sonra mülteci kamplarında yetişen Filistinlilerin etkin oldukları ve çeşitli adlar altında örgütlenen direniş örgütleri tesirli olmaya başladılar. 1973 Arap-İsrail savaşında da Arapların yenilmeleri ve İsrail'in işgal altında tuttuğu toprakları biraz daha genişletmesi Filistinlilerin geleceği üzerinde olumsuz etkide bulundu. Ayrıca BM, Filistinli göçmenlerin "ülkelerine geri dönme ve tazminat alma hakları" olduğunu da belirtti. 

FKÖ'nü etkisiz hale getirmek için Lübnan'daki mülteci kamplarına pek çok kez saldıran İsrail binlerce insanın ölümüne sebep oldu. Mart 1978'de Filistinlileri etkisiz hale getirmek bahanesiyle Güney Lübnan'ı işgal eden İsrail, çeşitli kereler mülteci kamplarını bombaladı. Bu ve bunun gibi pek çok saldırıya maruz kalan mülteci kamplarında ki Filistinliler günümüzde de devam eden bir 2.sınıf insan muamelesiyle karşı karşıyadırlar. Uluslararası camianın en büyük sorunlarından biri olan Filistinli göçmenler sorununa çözüm bulunmadıkça Filistin meselesininde 2 tarafında memnuniyeti neticesinde bitmesine imkan yoktur. 

3 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.


***

YAKIN TARİH PERSPEKTİFİNDE FİLİSTİN DEVLETİ NASIL KURULDU BÖLÜM 1

YAKIN TARİH PERSPEKTİFİNDE FİLİSTİN DEVLETİ NASIL KURULDU BÖLÜM 1

N.Göktuğ EDEBALİ 
Filistin, coğrafi olarak Doğu Akdeniz'de ve Ortadoğu'da tarihi olarak da birçok medeniyet için bereketli topraklar olarak anılan Mezopotamya'da yer almaktadır. Filistin topraklarında, I.Dünya Savaşı'ndan başlayarak günümüze kadar uzanan siyasi sorunlar ekseninde güvenlik çıkmazı ve uluslararası arenada direniş olgusu ele alınacaktır. 

YAKIN TARİHİ., 

Filistin'in jeostratejik önemi 1.Dünya Savaşı'nda İngiliz ve Fransızların bölgeye olan ilgisinin artmasıyla ortaya çıkmıştır. 1917 yılında, Llody George'un başbakanlığındaki İngiliz savaş kabinesinde dışişleri bakanı olan Althur Balfour'un girişimiyle başlatılan ve Filistin'de bir Yahudi devletinin -İsrail-kurulmasını öngören bir fikir ortaya atılmıştır. Bu dönemden sonra İngiliz Hükümeti, bölgede ki öteki sakinlerin medeni ve dinsel haklarının ihlal edilmemesi şartını koşarak bölgede bulunan Arapların tepkisini çekmemeye çalışmıştır. Fiilen, 1917’de başlamış olan İngiliz yönetimi 25 Nisan 1920’de yapılan San Remo Konferansı’nda Filistin üzerinde İngiliz Mandası’nın kabul edilmesiyle garanti altına alınmış oldu. İki yıl sonra da Filistin tamamen İngiliz yönetimine bırakıldı ve Siyonist olduğu açıklanan Sir Herbert Samuel Filistin’e ilk İngiliz Yüksek Komiseri olarak gönderildi. 
Bu yol ile İsrail'in Siyonizm çerçevesinde devlet olgusunu siyasi ve hukuki bir meşruiyet üzerinde oturtmaya çalışmıştır. Siyonizm ise, Filistin'de Yahudiler için dini bir olgu olarak yeniden bir vatan kurulmasına destek veren uluslararası yahudi siyasi hareketidir. İlk etapta 19.yy'da Siyonizm diasporadaki Yahudilerin durumunun iyileştirilmesi ve ''geri dönüş'' fikrinden ibaretti. 
1923-1929 yılları arasında Filistin, nispeten sakin bir dönem geçirdi ancak 1928 yılının ikinci yarısında ekonomik krizin de etkisiyle Filistinliler ve Yahudiler arasındaki düşmanlık yeniden canlanmaya başladı. Bunda hiç şüphesiz manda yönetiminin kuvvetli bir etkisi bulunmaktaydı. Manda, görünürde İngilizlerin Araplara ve Yahudilere karşı yükümlülükleri olduğu anlamına gelse de yönetimin belirlenmesinde Arap tarafın hiçbir dahli olmamış, 

İngilizler bu işi Yahudilerle halletme yoluna gitmişti. 

Aslında bu tavırla Filistin’deki Müslümanların varlıklarının bile kabul edilmediği açık bir şekilde ifade ediliyordu. 1936'da bir araya gelen Arap liderleri Yahudilere karşı mücadelede önderlik edecek Arap Yüksek Komitesi'ni kurdular ve başlattıkları genel grevi ulusal bir ayaklanmaya dönüştürdüler. Bunun üzerine Filistin'e gelen bir komisyon, Yahudilerle Arapların aynı devlet içinde yer almasının mümkün olamayacağını, Filistin'in bölüştürülmesi gerektiğini öneren Peel Raporu’nu yayınladı. Bu rapor, Filistin toprakları üzerinde Yahudiler lehine olan 2. bildiridir. Bu bildiri Filistinlilerin bağımsızlıklarını gölgeleyecek şekilde topraklarını ikiye böldüğü için Arapların ayaklanmasının daha da şiddetlenmesine neden oldu. 
Bu dönemde İngiliz manda yönetiminin Filistinli Araplar lehine Arap egemenlik hakkını öngören bağımsız bir siyaset benimsediğini açıklayan ''Beyaz Belge (White Document)''yi yayınlamıştır. Bu belgenin asıl amacı, yayınlandıktan sonra direniş grupları arasında yol açtığı bölünmeden sonra anlaşılmıştır. Bu belgenin siyasi önemi, Siyonist hareketin tepkisini çekerek hedeflerini siyasi bir bütünlük kazanmakla birlikte aynı zamanda İngiliz manda yönetimine de karşı olduğunu göstermiştir. 
2.Dünya Savaşı'nın başlamasıyla Siyonistler ve İngilizler anlaşmazlığa düştüler. Savaş sırasında Filistin’e Yahudi göçünü hızlandırmayı amaçlayan Siyonistler, Arapları Almanların yanına itmek istemeyen İngiltere’nin muhalefetiyle karşılaştılar. Bununla birlikte savaş sırasında Yahudi toplumu gelişme fırsatı buldu ancak Almanların Doğu Avrupa'da bulunan Yahudilere uygulamış olduğu soykırım savaş sırasında ve sonrasında Filistin topraklarına yapılan göçün dini yönünü de meşru kıldı. Bu dönemde, ayrıca Filistin’de en önemli problemlerden bir diğeri de manda rejimidir. İngiltere göçe karşı çıkmasına rağmen, ABD Başkanı Truman, savaş sırasında Yahudilerin topraksız kaldığını ve Filistin’e girmelerine izin verilmesini istemişti. 
ABD ve İngiltere temsilcilerinden oluşturulan komisyon, Nisan 1946 tarihinde manda yönetiminin devamı, 100.000 göçmenin kabulü ve mevcudu 65.000 olarak tahmin edilen İsrail Gizli Ordusu'nun silahsızlandırılması hususlarında karar almışsa da, bu girişim de başarısızlıkla sonuçlanmış ve konu 1947 yılında İngiltere tarafından BM’ye götürülmüştür. Kurulan Filistin Özel Komisyonu, Filistin’in Yahudi ve Araplar arasında ikiye bölünmesini, Kudüs’ün ise uluslararası bir statüye kavuşturulmasını önerdi. Alınan bu kararın Filistin'de ev sahibi olan Arapların bölgede bulunan toprakların %31'ine sahip olması ve esas büyük kısmının Yahudilere verilmiş olması sorunun temel kaynağıdır. 

FİLİSTİN'İN İÇ MESELELERİ 

Filistinliler arasındaki örgütlenmeler, Filistin topraklarına Yahudi göçünün ciddi boyutlara ulaşarak bir Yahudi devleti kurulma ihtimalinin belirmesiyle başladı. Başlangıçta, Yahudi göçmenlerin silahlı tecavüzlerine karşı koymak için oluşturulan gerilla türü örgütler, belirli bir teşkilâta ve etkin bir lidere sahip olmadan 1948 savaşı öncesindeki yerel çatışmalara girmişlerse de, Yahudilere karşı herhangi bir üstünlük elde edemediler. Savaş sırasında meydana gelen göç hareketleri ve 1948 savaşında Arap ordularının yenilmesiyle bu örgütler dağıldı. 
Askerî alandaki bu başarısızlığa rağmen, Filistin Millî Konseyi İsrail’in bağımsızlık ilanından kısa bir süre sonra Gazze’de toplanarak uluslar arası kamuoyu tarafından tanınan sınırlar içinde Filistin’in bağımsızlığını ve Filistin hükümetinin kurulduğunu ilân etti. Ürdün haricindeki Arap ülkeleri de bu ilânı tanıdı ve Filistin Arap Birliğine davet edildi. Uzun bir süre Filistinliler kendi kurtuluşlarının çaresini diğer Arap ülkelerinin İsrail ile savaşmalarında aradılar. Özellikle Mısır Devlet Başkanı Nasır’ın Arap milliyetçisi söylemleri Filistinlilerin bu umutlarının canlı tutulmasını sağladı. Ancak, Arap ülkelerinin kendi aralarındaki iç çekişmeleri ve Arap liderlerinin Filistin davasını kendi çıkarlarına kullanmak istemeleri üzerine, Filistinliler inisiyatifi kendilerinin ele almaları gerektiğine karar verdiler. Ve bundan sonra çeşitli direniş örgütleri kurmaya başladılar. 

EL-FETİH 

Yaser Arafat'ın önderliğinde 1959'da kurulan Filistin kökenli direniş örgütüdür. El Fetih, Filistinliliği ön plâna çıkaran ve kendisine tek amaç olarak silâhlı mücadele yoluyla Filistin’in kurtuluşunu hedef alan, dönemin tüm siyasal hareketlerinin militanlarını kabul eden bir harekettir. Filistin kökenli direniş örgütleri fikrinin ilk somut örneğidir. 1968 yılındaki Karameh Direnişi ile öne çıkan ve Filistin Kurtuluş Örgütü içinde etkin olan örgüttür. Milliyetçilik ve Arap sosyalizmi fikirlerine sahiptir. El Fetih’e ilk destek Cezayir’den geldi ve örgütün ilk bürosu 1963 yılında bu ülkede açıldı. Bununla da kalmayarak, El Fetih liderliği gerilla savaşının ilk bilgilerini yine bu ülkede irtibata geçtikleri Afrikalı, Asyalı ve Latin Amerikalı gerilla liderlerinden aldılar. 

Bu ilişkiler sayesinde Cezayir, Çin, Vietnam ve Kore’den eğitim ve silah yardımı gördüler. 

Arap birliğinin 1964 yılındaki zirvesinde Filistinlilerin kendi topraklarının kurtuluşu ve kendi kaderlerini tayin haklarını kullanmaları için örgütlenmelerine ve o zamana kadar Filistinlilerin sözcülüğünü yapan Ahmet Şükeyri’nin Filistinlilerin temsilcisi olarak kabul edilmesine karar verildi. 
Bundan birkaç ay sonra Kudüs’te tüm Filistin topluluklarının temsilcilerinin katılımı ile toplanan Filistin Konferansı sonucunda Filistin Halkının Sözleşmesi (Miktad el-Kawmee el Falasten ) ilân edildi. Sözleşme hükümlerinde dikkat çeken noktalar; Arap Milliyetçiliği ile Arap Birliği ve dayanışmasının ön plâna çıkarılarak Filistin’in bağımsızlığının kazanılması ve işgâl edilen toprakların yeniden ele geçirilmesine kadar silahlı mücadeleye Cihad yoluyla devam edileceği; Filistin sınırlarının İngiliz manda yönetimi esnasında çizilen sınırlar olduğu ve Filistin topraklarının bölünmesine dair her türlü anlaşma, deklarasyon ve plânın reddedildiği; Siyonizm’in emperyalist, saldırgan, ırkçı ve faşist bir hareket olduğu, İsrail’in ise Ortadoğu’daki gerginlik ve kargaşanın baş sorumlusu olduğunun ilân edilmesidir. 

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,


***