Batı Şeria etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Batı Şeria etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

6 Şubat 2020 Perşembe

İSRAİL-FİLİSTİN SORUNUNUN TARİHÇESİ BÖLÜM 2

İSRAİL-FİLİSTİN SORUNUNUN TARİHÇESİ BÖLÜM 2



Bu anlaşma Batı Şeria'yı üçe bölüyordu.

1 - A Bölgesi: Batı Şeria'nın yüzde 7'sini oluşturan bu bölge, Doğu Kudüs ve El Halil haricindeki belli başlı yerleşim merkezlerini tam olarak Filistin idaresine bırakıyor.

2 - B Bölgesi: İsrail ve Filistinlilerin ortak kontrolüne bırakılan bu bölge Batı Şeria'nın yüzde 21'ini oluşturuyor.

3 - C Bölgesi: İsrail bu bölgeyi kontrol altında tutacak, ama aynı zamanda Filistinli tutukluları serbest bırakacaktı.

2. Oslo Anlaşması, Filistinlileri pek heyecanlandırmadı. İsrailli dinciler ise ''Yahudi toprağının'' teslim edilmesine öfkeliydi. Öfke ve tahrik içeren bir kampanyaya hedef olan Başbakan Yitzak Rabin, bir aşırı dinci Yahudi tarafından 4 Kasım'da öldürüldü. Suikast bütün dünyaya şok dalgaları yaydı. "Güvercin" diye nitelendirilen ve bir türlü tamamlanamayan barış sürecinin mimarı Şimon Peres başbakan oldu. 

1996-1999 Kilitlenme
1996 yılına girildiğinde anlaşmazlık yine kan dökülmesine yol açıyordu . Hamas örgütü İsrail içinde bir dizi intihar eylemleri düzenledi. İsrail, Lübnan'ı üç hafta süreyle bombaladı.

Peres 29 Mayıs'taki seçimlerde, sağcı Binyamin Netanyahu'ya kıl payı yenildi. Netanyahu, Oslo anlaşmalarına karşı çıkıyor, ''güvenlik içinde barış'' tezini işliyordu.

Netanyahu işgal topraklarında yerleşim inşasının dondurulması kararını kaldırarak Arapları öfkelendirdi. El Aksa Camii'nin altına, arkeolojik amaçlarla bir tünel kazılması için izin verince de, tepkiler daha da şiddetlendi.

İsrail mevcut barış sürecini eleştirmesine rağmen ABD'nin artan baskısı sayesinde Ocak 1997'de El Halil şehrinin yüzde 97'sini Filistinlilere devretti. ABD'de 23 Ekim 1998'de imzaladığı Wye River Beyannamesi ise, Batı Şeria'dan çekilmenin sürmesini öngörüyordu.

Fakat Wye River'ın uygulanmasına ilişkin itirazlar, Ocak 1999'da İsrail'de iktidardaki sağ koalisyonun çökmesine yol açtı. 18 Mayıs'taki seçimlerin galibi İşçi Partili Ehud Barak'tı. İsraillilerle Araplar arasındaki 100 yıllık kavgayı sona erdirmeyi vaat ediyordu yeni başbakan.

Oslo anlaşmalarında öngörülen beş yıllık geçiş süresi, 4 Mayıs 1999'da sona erdi. Ama Yaser Arafat tek yanlı Filistin devleti ilanından vazgeçirildi. Amaç İsrail'deki yeni yönetimle pazarlığa yeniden başlanmasıydı. 

2000 - İkinci intifada
Ehud Barak hükümetinin barışa ulaşacağına dair başlangıçta duyulan iyimserliğin temeli olmadığı zamanla anlaşıldı. Yeni bir Wye River sözleşmesi Eylül 1999'da imzalandı. Ama işgal topraklarından çekilme işleminin devam etmesi mümkün olmadı. Çünkü Kudüs'ün durumu, mülteciler, yerleşimler ve sınırlar gibi nihaî statü pazarlıkları sonuçsuz kalmıştı. Beş yıllık barış süreci sonunda pek bir şey elde edilememesi, Filistin halkında büyük bir bıkkınlık doğurdu.

Barak, Suriye ile barışa odaklandı. Bu alanda da başarı yoktu. Barak yine de İsrail'in 21 yıllık Lübnan macerasına son verdi.

Mayıs 2000'de İsrail'in Lübnan'dan çekilmesi, dikkatleri Yaser Arafat'a yöneltti. ABD Başkanı Bill Clinton ile Ehud Barak kademeli barış görüşmeleri yerine, bütün konularda hep birden sonuç almayı amaçlayan nihai pazarlığa girmeye zorlandı. Bu görüşmeler için ABD başkanının yazlığı Camp David seçildi. İki hafta süren görüşmelerde Kudüs'ün statüsü ve Filistinli mültecilerin geri dönüş hakları konusunda bir uzlaşmaya varılamadı.

Bunun getirdiği belirsizlik içinde, 28 Eylül'de muhalefetteki Likud Partisi'nin Netanyahu'dan sonraki lideri, yılların sağcı politikacısı Ariel Şaron, Mescid-i Aksa'nın bulunduğu kompleksi ziyaret etti. Bunun çok tahrik edici bir hareket olduğu söylendi. Filistinliler bu ziyareti protesto için gösterilere başladı. Ve gösteriler şimdi El Aksa intifadası diye anılan ayaklanmaya dönüştü.

2001 - Şaron'un dönüşü
2000 yılının sonuna gelinirken Başbakan Ehud Barak, giderek kanlı ve öfkeli bir hale gelen şiddet döngüsünün içinde buldu kendini. İsrail'in Batı Şeria ve Gazze Şeridi'ndeki işgaline karşı intifada tırmanıyordu.

Çevresindeki koalisyon çökerken, Barak 10 Aralık'ta istifa etti. Halktan krizle mücadele konusunda yeni bir yetki istediğini söylüyordu. Ama 6 Şubat'taki seçimleri Ariel Şaron kazandı. İsrailli seçmen 90'lı yıllar boyunca süren ''barış için toprak'' formüllerine arkasını dönmüştü. İsrail'in "Filistinli sorunu"na daha katı bir yaklaşımı savunuyorlardı artık.

Şaron, Filistinli militanlara karşı suikastlar, hava saldırıları ve Filistin idaresindeki topraklara düzenlenen baskınların ağır bastığı politikasını daha da şiddetlendirir ken, can kaybı yükseliyordu. Filistinli militanlar ise İsrail şehirlerinde intihar eylemleri gerçekleştirdi.

ABD şiddet olaylarını durdurmak için uluslararası çabalara önderlik etti. Ayaklanmaya ilişkin uluslararası soruşturmayı, Amerikalı eski Senatör George Mitchell başkanlığındaki heyet yürüttü. CIA'nın eski Direktörü George Tenet ise ateşkesin nasıl uygulanabileceğine dair yaptığı görüşmeler sonunda bir öneri hazırladı. Ama bu girişimler döngüyü kıramadı. 

2002 - Batı Şeria yeniden işgal altında
Birkaç dalga halinde gelen intihar saldırıları ardından, İsrail önce mart sonra da haziran aylarında Batı Şeria'nın neredeyse tamamını işgal etti. 2002 yılının büyük bir bölümünde Filistin kentleri sık sık baskına uğradı, birbirleriyle bağlantısı kesildi, kuşatıldı ya da uzun süreler sokağa çıkma yasağı altında kaldı.

Nisan ayında İsrail güçleri Batı Şeria'nın kuzeyindeki Cenin mülteci kampına girip bölgeyi ele geçirdi. Filistinliler, burada bir katliam yapıldığını iddia ettiler. Kendisi de ağır kayıp veren İsrail ordusu ise örgütlü bir direniş ile karşılaştığını belirterek burada sadece 52 Filistinlinin öldüğü konusunda ısrar etti.

Birleşmiş Milletler'in bu konuda hazırladığı bir rapor, "sivilleri tehlikeyle karşı karşıya bırakan şiddet olayları" dolayısıyla her iki tarafı da suçladı ama ortada bir katliam olmadığı sonucuna ulaştı. Uluslararası Af Örgütü ise İsrail ordusunun Batı Şeria'da Cenin ve Nablus'a düzenlediği operasyonlarda savaş suçu işlediği hükmüne vardı.

Dikkatlerin odaklandığı bir diğer merkez de Beytüllahim oldu. Beytüllahim'deki Mîlad Kilisesi'nde 5 hafta boyunca devam eden kuşatma, mayıs ayında, kiliseye sığınmış olan çok sayıda Filistinli arasındaki 13 militanın sürgüne gönderilmesiyle sona erdi.

İsrailli yetkililer 2002 yılı boyunca Gazze Şeridi ve Batı Şeria'da düzenlenen operasyonların amacının Filistinlilerin terör altyapısını yıkmak olduğunu kaydediyordu.

Ancak hızı kesilmiş de olsa intihar saldırıları yıl boyu devam etti.

Üst üste iki yıldır barış süreci durma noktasına gelmişti. Birleşmiş Milletler, Amerika Birleşik Devletleri, Rusya ve Avrupa Birliği'nden oluşan, "Dörtlü" Orta Doğu'da çözüme yönelik bir 'yol haritası' ile süreci yeniden canlandırmaya çalıştı. 

2003 - Bush'un Ortadoğu politikası
Yol haritasının yayımlanması, içeriği üzerinde 2002 yılı boyunca devam eden pazarlıklar dolayısıyla gecikti. Belge ancak 2003 yılı nisanında Amerika öncülüğünde Irak'a düzenlenen operasyon sonrasında yayımlandı. Belgenin yayımlanmasına kadar da tüm diplomatik girişimler askıda kaldı.

2003 Haziran'ında Amerika Birleşik Devletleri Başkanı George W. Bush, Ortadoğu konusundaki siyasetini uzun süredir beklenen bir konuşmayla açıkladı.

Bush konuşmasında Filistinlilere 'teröre taviz vermeyen' bir lider belirlemeleri çağrısında bulundu.

Filistinli militan grupların yoğun müzakereler ardından haziran ayında ilan ettiği ateşkes ise ancak 7 hafta süreyle geçerli oldu. 

2004 - Arafat'ın ölümü
İsrail'in hava saldırıları ve Filistinli militanların intihar saldırılarının yaşandığı bir yıl oldu. İsrail'in mart ve nisan aylarında Hamas'ın ruhani lideri Şeyh Ahmet Yasin'le örgütün önde gelen isimlerinden Abdülazizi el Rantisi'yi öldürmesi Filistinliler arasında büyük tepkiye neden oldu.

İsrail Başbakanı Ariel Şaron, Gazze'den yerleşimcileri ve askerleri çekme planını açıkladı.

Aynı yıl içinde İsrail Yüksek Mahkemesi, duvarın güzergahının değiştirilmesi gerektiğine hükmetti.

Temmuz ayında da Lahey Adalet Divanı duvarı yaşadışı ilan etti. Ancak İsrail bu kararlara rağmen duvar inşaasını sürdürdü.

Ekim ayının sonlarında rahatsızlanan Filistin lideri Yaser Arafat, 11 Kasım'da tedavi için götürüldüğü Fransa'da hayatını kaybetti.

Mahmud Abbas, Filistin Kurtuluş Örgütü liderliğine getirildi. 

2005 - Gazze'den çekilme
Ocak ayında Filistin'de yapılan seçimler sonunda Mahmud Abbas özerk yönetimin başkanlığına getirildi.

Ariel Şaron ise, Gazze'den çekilme planı için hükümetinden onay aldı ve plan ağustos ayı sonunda yaşama geçirildi. Gazze'de bulunan yerleşimciler zorla bölgeden uzaklaştırıldı. 

2006 - Hamas'ın zaferi
Ocak ayı başında beyin kanaması geçirerek komaya giren Ariel Şaron'un yerine gelen Ehud Olmert, Kadima adlı yeni bir parti kurdu.

Kadima, seçimler sonunda merkez sol İşçi Partisi ve aşırı Ortadoks Şas Partisi'yle koalisyon oluşturdu.

İlk başta güçlü bir kamuoyu desteğine sahip olan Olmert, Hizbullah'ın iki askeri kaçırması ardından temmuz ayında Lübnan'a savaş açtı ve Beyrut'un da aralarında bulunduğu bazı kentleri bombaladı.

Sonunda ilan edilen ateşkesin ardından Olmert, askerleri kurtarmayı başaramadığı ve savaşı yönetme biçimi nedeniyle ağır şekilde eleştirildi.

Filistin'de ise, ocak ayında düzenlenen seçimlerden Hamas ezici zaferle çıktı ve tek başına hükümet kurdu.

Ancak İsrail'in varolma hakkını tanıması ve şiddeti reddetmesi için baskı altında kalan Hamas'a yönelik uluslararası ambargo uygulandı.

Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa Birliği, Hamas'ı gerekçe göstererek, Filistin'e mali yardımları durdurunca, Hamas hükümeti kamu çalışanlarının maaşlarını bile ödeyemez hale geldi.

Hamas'la El Fetih arasında tırmanan gerilim çatışmalara dönüştü; bu çatışmalar kimi gözlemcilere göre, Filistin'i bir iç savaşın eşiğine getirdi.

Geçen yılın mayıs ayında, tarafların üzerinde uzlaşabileceği bir siyasi zemin olması için İsrail cezaevlerinde bulunan önde gelen El Fetih ve Hamas'lı isimler, "cezaevi belgesi" olarak anılan bir bildirge hazırlamıştı.

Direnişin 1967'de işgal edilen topraklarla sınırlı tutulmasını ve İsrail'in üstü kapalı olarak tanınmasını öngören bildirgenin başta yarattığı heyecana rağmen, bu belge de anlaşmazlıkları gidermeye yetmedi.

Hamas'ın belgenin bazı noktaları üzerindeki itirazları karşısında Filistin lideri Mahmud Abbas, konuyu referanduma götüreceğini ilan etti.

Bu amaçla Hamas'a tanınan süreler tekrar tekrar uzatıldı, referandum kozu yerini erken genel seçime gitme tehdidine bıraktı, ancak Abbas bu adımları hayata geçirme aşamasına gelmedi. 

2007 - Bush'un çağrısı
"İç savaş" endişeleri nedeniyle devreye giren Suudi Arabistan'ın aracılığıyla Mekke'de bir araya gelen Filistinli rakip gruplar Hamas ve El Fetih'in ulusal birlik hükümeti kurulması üzerinde anlaşmaya vardı.

Ancak İsmail Hanya başkanlığındaki hükümetin ömrü uzun olmadı. El Fetih'le Hamas arasında yaşanan çatışmalar sonunda, haziran ayında Hamas Gazze'nin kontrolünü ele geçirdi. Abbas hükümeti azletti. Hamas kontrolü altındaki Gazze'de hükümet kurdu, Mahmud Abbas ise, Selam Feyyad başkanlığında yalnızca Batı Şeria'yı kontrol edebilen bir hükümet kurdu.

Amerika Birleşik Devletleri Başkanı George Bush, temmuz ayı ortasında İsraillilerle Filistinliler arasında barış görüşmelerinin yeniden başlatılmasını tartışmak üzere uluslararası bir toplantı yapılması çağrısında bulundu.

Filistin ile İsrail tarafları "konferansın sonuç bildirgesi" konusunda uzlaşmakta zorlanınca toplantının yapılacağı yer ve tarihin açıklanması son dakikaya kaldı. Amerikalı yetkililer, kasım ayı ortasında konferansın 27 Kasım'da Annapolis kentinde düzenleneceğini açıkladı. 

2008 - Hamas - İsrail ateşkesinin sonu
23 Ocak 2008: Gazze’den İsrail’deki sınır kasabalarına durmaksızın düzenlenen roket saldırıları sonucunda, İsrail’in Mısır’ın da desteğini alarak başlattığı ablukaya daha fazla dayanamayan Gazzeliler, Refah sınırındaki duvarları yıkarak temel ihtiyaçlarını satın alabilmek için Mısır tarafına geçtiler. 11 gün sonra, 3 Şubat’ta Mısır güvenlik güçleri geçişleri yasakladığında, toplamda 800 bine yakın Gazzeli Mısır’a girip çıkmıştı.

28 Şubat - 3 Mart 2008: İsrail’in Gazze Şeridi’ne düzenlediği saldırılarda en az 117 Filistinli hayatını kaybetti, 200 Filistinli de yaralandı. Yaklaşık 800 Filistinlinin evi tahrip edildi. Kubbet-üs-Sahra Müslümanların en kutsal mekanlarından biri olarak kabul ediliyor.

14 Nisan 2008: Filistin Demokratik Kurtuluş Cephesi’nin askeri kanadının lideri İbrahim Ebu İlba İsrail saldırısı sonucu hayatını kaybetti.

19 Haziran 2008: Mısır’ın arabuluculuğunda gerçekleşen müzakereler sonucu Hamas ile İsrail arasında altı aylık ateşkes imzalandı. Hamas roket atmama, İsrail de Gazze’ye yönelik ambargoyu kaldırma ve suikastları durdurma sözü vermişti.

19 Aralık 2008: Hamas ile İsrail arasındaki altı aylık ateşkes sona erdi. Ateşkes sürecinde ambargo hafifletilmediği gibi saldırılar azalsa da kesilmedi.

27 Aralık 2008: Roket saldırılarını gerekçe gösteren İsrail, mezuniyet töreninin yapıldığı bir polis merkezini vurarak aralarında Hamas’ın üst düzey güvenlik görevlilerinin de bulunduğu 140 polisi öldürdü ve Gazze Şeridi’nde “Dökme Kurşun Operasyonu”na başladı. 60 savaş uçağının katıldığı operasyonun sadece ilk saatlerinde 200’ü aşkın Filistinli hayatını kaybetti.

31 Aralık 2008: İsrail Ortadoğu Dörtlüsü’nün ateşkes çağrısını reddetti. 

2009 - Gazze'ye kara operasyonu
1 Ocak 2009: İsrail uçakları Hamas’ın üst düzey liderlerinden Nizar Rayyan’ı evini bombalayarak öldürdü.

3 Ocak 2009: İsrail, Gazze Şeridi’nde kara operasyonuna başladı.

9 Ocak 2009: Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas’ın görev süresi fiilen doldu. Ancak başkanlık seçimleri ertelendi.

15 Ocak 2009: Hamas hükümetinin İçişleri Bakanı Said Siyam, oğlu, erkek kardeşi ve ailesi ile birlikte İsrail’in füze saldırısında hayatını kaybetti.

16 Ocak 2009: Gazze’ye silah kaçakçılığının önlenmesi konusunda ABD ve İsrail dışişleri bakanları arasında bir anlaşma imzalandı.

18 Ocak 2009: 22 gün süren operasyonun ardından İsrail ateşkesi kabul ederek yerle bir ettiği Gazze Şeridi’nden çekilmeye başladı. Çekilme işlemi 21 Ocak’ta tamamlandı.

10 Şubat 2009: İsrail’de genel seçimler yapıldı. Tzipi Livni’nin Kadima Partisi Binyamin Netanyahu’nun Likud Partisi’nden bir milletvekilliği fazla çıkarsa da sağ partilerin çoğunluğu alması nedeniyle hükümeti kurma görevi Netanyahu’ya verildi. 31 Mart’ta Likud Partisi’nin aşırı sağ partilerle kurduğu koalisyon hükümeti İsrail meclisinden güvenoyu aldı.

14 Ağustos 2009: Gazze’nin Refah bölgesinde Hamas’a bağlı güvenlik güçleri ile El Kaide’yle bağlantısı bulunduğu iddia edilen Cünd-ü Ensarullah grubu arasında çıkan silahlı çatışmada, örgüt liderinin de aralarında bulunduğu 22 kişi öldü, en az 100 kişi yaralandı. Cünd-ü Ensarullah, Gazze’de bir “İslami Emirlik” ilan etmiş ve Hamas’ı dinden uzaklaşıp Batı’ya yanaşmakla suçlamıştı.

5 Kasım 2009: İsrail’in, Gazze’ye yönelik “Dökme Kurşun Operasyonu”nda orantısız güç kullanması nedeniyle savaş suçu işlemekle itham edildiği Goldstone Raporu, BM Genel Kurulu’nda kabul edildi.

13 Kasım 2009: 24 Ocak 2010’da yapılması planlanan devlet başkanlığı ve meclis seçimleri, Hamas yönetimindeki Gazze Şeridi’nde oylama işleminin gerçekleşemeyeceği gerekçesiyle Filistin Seçim Komisyonu tarafından ertelendi. 

2010 - Mavi Marmara olayı
6 Ocak 2010: 6 Aralık’ta Britanya’dan yola çıkan ve insani yardım malzemesi taşıyan “Filistin’e Yol Açık” konvoyu, Gazze’ye ulaştı.

19 Ocak 2010: Hamas’ın askeri kanadı İzzeddin Kassam Tugayları’nın kurucularından ve komutanlarından Mahmud el-Mebhuh, Dubai’de kaldığı bir otelde Mossad ajanları tarafından boğularak öldürüldü.

31 Mayıs 2010: “Rotamız Filistin Yükümüz İnsani Yardım” sloganıyla yola çıkan Gazze’ye Özgürlük Filosu’na İsrail donanması uluslararası sularda saldırdı. Mavi Marmara gemisindeki 9 Türkiyeli yardım gönüllüsü öldürüldü, 50’yi aşkın gönüllü de yaralandı.

Haziran 2010: Mavi Marmara katliamının ardından artan uluslararası baskılar karşısında Mısır, Refah Sınır Kapısı’nı üç yıl sonra süresiz olarak açarken; İsrail de 20 Haziran’da ambargoyu hafifletme kararı alarak Gazze’ye girebilecek malların listesini yeniledi.

2 Eylül 2010: İsrail’in Gazze’ye saldırması üzerine Aralık 2008’de rafa kaldırılan doğrudan barış müzakereleri, Filistin lideri Mahmud Abbas ile İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu tarafından Washington’da yeniden başlatıldı.

22 Eylül 2010: BM İnsan Hakları Konseyi yayınladığı raporda, İsrail’in 9 Türk’ün ölümü ile sonuçlanan Mavi Marmara baskınını “yasadışı, orantısız ve kabul edilemez gaddarlık” olarak nitelendirdi ve Filistin toprağına deniz ablukası uygulamasının “yasadışı” olduğunu belirtti. 

2011 - UNESCO gerilimi
Eylül 2011: İsrail'in Gazze Şeridi'nde bir hafta boyunca düzenlediği hava saldırılarında 18 Filistinli yaşamını yitirdi.

23 Eylül 2011: Filistin Yönetimi, Birleşmiş Milletler'e tam üye ‘devlet’ statüsü kazanmak amacıyla BM Genel Sekreteri Ban ki-Mun'a başvurdu.

12 Ekim 2011: İsrail ve Hamas, beş yıldır esir olan asker Gilad Şalit ve binden fazla Filistinli mahkumun serbest kalması için anlaştı.

31 Ekim 2011: Filistin, UNESCO Genel Konferansı'nın kararı ile kurumun 194'üncü üyesi oldu.

1 Kasım 2011: ABD, Filistin'in UNESCO'ya üyelik başvurusu kabul edilince, örgüte Kasım 2011'de yapmayı planladığı 60 milyon dolarlık ödemenin iptal edildiğini duyurdu.

18 Aralık 2011: İsrail, Hamas ile Ekim 2011'de yaptığı esir değişim anlaşmasının ikinci aşaması çerçevesinde, kendi seçtiği 550 tutukluyu serbest bıraktı.

23 Aralık 2011: Filistinli gruplar Fetih ve Hamas, uzun süren fikir ayrılıklarının ardından birleşme yolunda önemli bir adım attı. Mısır’ın başkenti Kahire’de yapılan görüşmelerin ardından Hamas, Filistin Kurtuluş Örgütü bünyesine katılma kararı aldı. 

2012 - Mısır arabulucu
3 Mart 2012: İsrail'in, Gazze Şeridi'nde dört gün boyunca düzenlediği ve 25 Filistinlinin öldüğü operasyonlar sonrasında, taraflar Mısır'ın arabuluculuğunda anlaşmaya vardı.

21 Mayıs 2012: Gazze Şeridi'ni 2007 yılından bu yana kontrolü altında tutan Hamas ile Filistin Kurtuluş Örgütü şemsiyesi altındaki en büyük grup Fetih, Filistin'de hükümet kurulması konusunda ilk adımı attı.

30 Kasım 2012: BM Filistin’e, BM’de üye olmayan gözlemci devlet statüsünü verme kararını aldı. BM Genel Kurulu’ndaki oylamada BMGK’nın beş daimi üyesinden Fransa, Rusya ve Çin bu kararı desteklerken İngiltere çekimser kaldı ABD ise hayır oyu kullanmıştı. 

2013 - Kudüs için görüşmeler
29 Temmuz 2013: İsrail ve Filistinliler bugün Amerika Birleşik Devletleri'nin arabuluculuğunda üç yıl aradan sonra ilk doğrudan barış görüşmeleri başlayacağı duyuruldu. Görüşmenin konusu İsrail hükümetinin Kudüs'ün bölünmesini karşı çıkmasıydı. İsrail’in talebi Kudüs’ün Yahudi halkının siyasi ve dini merkezi olması ve 1980'de çıkartılan İsrail Temel Yasası'ndaki 'Tam ve birleşik Kudüs İsrail'in başkentidir' ifadesinden geri adım atmamak. Filistin’in talebi ise Ürdün tarafından işgal edilen, daha sonra 1967 savaşının ardından İsrail'in ilhak ettiği Doğu Küdüs'ün Filistin devletinin başkenti olması. Dönemin ABD başkanı Barack Obama İsrail'in Doğu Kudüs'ü ilhakını tanımıyordu ve büyükelçiliğini Tel Aviv’de tutuyordu.

26 Ağustos 2013: Batı Şeria'daki Kalandiye mülteci kampında İsrail polisinin üç Filistinli'yi öldürmesi ardından, bugün Eriha'da iki taraftan yetkililerin biraraya geleceği barış görüşmeleri askıya alındı. 

2014 - İsrail'in 51 günlük saldırısı
7 Temmuz 2014: İsrail Gazze’ye yönelik 51 gün sürecek saldırılarını başlattı. Saldırılarda 530’u çocuk 302’si kadın 2 bin 100’den fazla Filistinli öldü, 10 binden fazla Filistinli de yaralandı. İsrail tarafında ise 64’ü asker 70 İsrailli öldü, 720 İsrailli de yaralandı.

27 Temmuz 2014: İki taraf için geçerli 12 saatlik ateşkes ilan edildi. Fakat İsrail ateşkesin üzerinden 2 saat geçtikten sonra ateşkesi ihlal edip kara saldırısına devam etti. 

2015 - Filistin'den UCM'ye İsrail hakkında suç duyurusu
01 Nisan 2015: Filistin, Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne (UCM) resmen üye oldu.

25 Haziran 2015: Filistin, UCM’ye İsrail hakkında suç duyurusunda bulundu. Filistin yönetimi, biri İsrail’in son Gazze savaşı diğeri ise yasa dışı yerleşim faaliyetleri ile ilgili mahkemeye iki ayrı dosya sunmuştu.

31 Aralık 2015: Birleşmiş Milletler 2015 İsrail-Filistin raporu yayınladı. Rapora göre İsrail 2015 yılında 170 Filistinliyi öldürdü, 15 bin 377'sini yaraladı. İsrail son bir yıl içinde Batı Şeria ve Kudüs'te Filistinlilere ait 539 ev ve tesisi de yıktı.

2016 - BM Güvenlik Konseyi kararı
30 Kasım 2016: 30 Kasım 2016: Rusya, İsrail-Filistin sorunu konusunda açıklama yaptı. Putin, İsrail-Filistin müzakerelerine yeniden başlanması çağrısı yaptı ve 1967 sınırlarına tabi ve başkenti Doğu Kudüs olan bir Filistin devletinin kurulmasını desteklediklerini vurguladı.

23 Aralık 2016: Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, İsrail'in işgali altındaki Filistin topraklarında yasadışı tüm yerleşim faaliyetlerini "hemen ve tamamen" durdurmasını öngören karar tasarısını kabul etti. Güvenlik Konseyi üyesi 15 ülkeden 14'u karar tasarısı için 'evet' oyu verirken, veto hakkı bulunan ancak bu hakkı kullanmayan ABD 'çekimser' oy kullandı. İsrail BMGK'nın kararına uymayacağını açıklarken ABD'ye çok sert tepki gösterdi. 

2017 - Mescid-i Aksa abluka altında
14 Temmuz 2017: İsrail polisi Cuma günü sabah saatlerinde Mescid-i Aksa'da silahlı saldırıda bulunduğunu iddia ettiği üç Filistinliyi öldürdü, olayda yaralanan iki İsrail polisi de hayatını kaybetti.

Bu olay üzerine Mescid-i Aksa'nın da içinde bulunduğu Harem el Şerif bölgesine giriş-çıkışlar iki gün boyunca yasaklandı. Açıldığında ise giriş noktalarına metal detektörleri yerleştirildi. Dedektörleri protesto eden Filistinliler, Doğu Kudüs'ün sokaklarında namaz kılmaya başladı.

Gerilim arttı Doğu Kudüs'te hem de Batı Şeria'da protestocu Filistinlilere İsrail polisi müdahale etti ve toplamda dört Filistinli öldürüldü. Ardından bir Filistinli, üç İsrailli sivili bıçaklayarak öldürdü.

6 Aralık 2017: ABD Başkanı Trump, İsrail'in başkenti olarak Kudüs'ü tanıdıklarını belirterek, İsrail ABD Büyükelçiliği'ni Tel Aviv'den Kudüs'e taşıyacaklarını açıkladı. 

2018 - İsrail ordusu 59 Filistinliyi öldürdü
3 Ocak 2018: İsrail Parlamentosu (Knesset) 'Birleşik Kudüs' yasasını kabul etti. Birleşik Kudüs yasası 3 saatten fazla süren tartışmalı oturumun ardından, 51'e karşı 64 oyla kabul edildi. Bu yasayla İsrail'in işgal altında tuttuğu Doğu Kudüs dahil şehrin herhangi bir kısmından çekilmeyi neredeyse imkansız hale getirilmiş oldu. Yasaya göre çekilmeyi onaylamak için parlamentoda en az üçte iki çoğunluk yani 80 milletvekilinin onayı aranacak. Knesset'te toplam 120 sandalye bulunuyor. Yasa aynı şekilde, 61 Knesset üyesi oy kullanmadıkça gelecekte yasanın yürürlükten kaldırılmayacağını kapsayan bir madde içeriyor.

19 Mart 2018: Kudüs'te İsrailli bir güvenlik görevlisini bıçakla ağır yaralayan bir Filistinli vatandaşı açılan ateş sonucu öldürüldü. İsrail basınına göre, 30 yaşındaki güvenlik görevlisi hastaneye kaldırıldıktan sonra yaşamını yitirdi. Saldırganın 28 yaşındaki Filistinli Abdurrahman Beni Fazıl olduğu açıklandı.

14 Mayıs 2018: ABD Başkanı Donald Trump'ın ABD Büyükelçiliğini Tel Aviv'den Kudüs'e taşıma kararı almasının ardından binanın açılışı yapıldı. ABD Büyükelçiliği açılışı ve Nakba'nın (Büyük Felaket) 70. yılı nedeniyle Gazze'de iki gün boyunca yapılacak protesto gösterileri için henüz hazırlık yapılırken İsrail askerleri göstericilere saldırdı. 59 Filistinli İsrail askerleri tarafından öldürüldü. 

(HK)

Kaynaklar: BBC, Aljazeera, Reuters, Euronews,

http://bianet.org/bianet/siyaset/192219-israil-filistin-sorununun-tarihcesi-1897-den-2018-e#2018

***

7 Aralık 2018 Cuma

YAKIN TARİH PERSPEKTİFİNDE FİLİSTİN DEVLETİ NASIL KURULDU BÖLÜM 3


YAKIN TARİH PERSPEKTİFİNDE FİLİSTİN DEVLETİ NASIL KURULDU BÖLÜM 3


İNTİFADALAR.,


Arafat 1980'lerde Libya, Irak ve Suudi Arabistan'dan aldığı parasal destekle, oldukça yıpranmış vaziyette ki FKÖ'nü tekrar yapılandırdı. Batı Şeria ve Gazze Şeridi'nde İsrail işgaline karşı Filistin gençliğinin başkaldırısıyla Aralık 1987'de başlayan Birinci İntifada sırasında bu yeniden yapılandırma çok yararlı oldu. İntifada kelimesi Arapça'da "başından savma" anlamına gelir ama genel olarak bir başkaldırıyı, isyanı tanımlamak için kullanılır. Filistinliler aleyhine sonuçlar doğuran barış görüşmeleri ve Sabra-Şatilla Katliamı’nın ardından FKÖ’nün Lübnan’dan çıkarılması, Filistin halkının tepkisinin büyümesine neden oldu. İntifada olarak adlandırılan ayaklanmanın ilk adımı 7 Aralık 1987’de atıldı. Gazze bölgesinde bir Yahudi kamyoneti, Filistinli işçileri taşıyan bir araca çarparak dört Filistinlinin ölümüne ve dokuzunun da yaralanmasına neden oldu. İntifada için ilk organizasyon Gazze İslam Üniversitesi Öğrenci Meclisi tarafından yapıldı. 
Yaralıların bulunduğu Şifa Hastanesi’nin çevresinde toplanan öğrenciler Filistin İslami Direniş Hareketi’nin (Hamas) mensuplarıydı. İntifada hareketi Gazze Şeridi'nde başladı, ancak kısa sürede Batı Şeria’ya yayıldı. Protestolar, sivil itaatsizlik şekline büründü. Genel grevler düzenlendi, İsrail ürünleri boykot edildi, duvarlara işgal karşıtı yazılar yazıldı ve yollarda barikatlar kuruldu. 
Ancak, sapan, taş ve sopalarla karşılık veren Filistinlerin karşısında ağır silahlarla donanmış İsrail askerleri vardı. Filistinli siviller arasında yüksek can kayıpları meydana geldi. 1993'e kadar süren protestolarda toplam can kaybı bini aştı. İntifada yıllardır ezilen, işkence edilen, zorla evlerinden kovulan, katliamlara uğrayan bir halkın kadın-erkek, yaşlı-genç hep birlikte İsrail’e karşı oluşan bir başkaldırı hareketinin adı oldu. Filistin’de intifada hareketiyle birlikte aynı zamanda Hamas fiilen harekete geçti. Hamas, intifadayla birlikte bütün dünyaya sesini duyurmayı başardı, intifadanın organizasyonunda öncülü yaptığı gibi, bu direnişin ikinci ayından itibaren de periyodik bir şekilde halk kitlelerine hitap eden ve halk direnişini yönlendiren belirli programlar ortaya koydu. Hamas, diğer yandan da İsrail karşısında sürdürülmesi gereken mücadelenin içeriği ile ilgili görüşlerini ve Filistin'in çeşitli ulusal meseleleriyle ilgili politikasını ve tutumunu ortaya koyan bildiriler yayınlamaya başladı. Direnişlerinin belli bir hız kazanmasından sonra da İzzettin Kassam Birlikleri adında askeri bir kanat oluşturarak fiili eylemlerini bu kanat vasıtasıyla gerçekleştirmeye başladı. İntifada sırasında Filistinlilerin kullandığı en yaygın taktik, daha sonra ayaklanmanın sembolü hâline dönüşen, İsrail Ordusu tanklarına taş atılmasıydı. Bazı Batı Şeria şehirlerinde yerel liderler, vergi boykotu ve diğer boykotlar gibi pasif protesto eylemlerine başladı. İsrail buna ev baskınlarıyla yüksek miktarda paraya el koyarak karşılık verdi. Intifada sona ererken yeni silahlı Filistinli örgütler, özellikle Hamas ve Filistin İslami Cihad Örgütü, intihar bombalama eylemleriyle İsrailli sivilleri hedef almaya başladılar ve Filistinliler arasında iç çekişme de giderek arttı. 

15 Kasım 1988'de Filistin Kurtuluş Örgütü bağımsız Filistin Devleti'ni ilan etti. Arafat 13-14 Aralık tarihindeki konuşmalarıyla, İsrail'e "barış ve güvenlik içinde varolma" hakkını veren BM Güvenlik Konseyi'nin 242 nolu kararını kabul etti ve "devlet terörizmi de dahil olmak üzere her türlü terörizmi" reddetti. Uzun yıllar boyunca ABD ile FKÖ arasında resmî görüşmelerin başlaması için şart koştukları bu koşulların Arafat tarafından kabul edilmesi ABD hükümeti tarafından kabul gördü. Arafat'ın bu sözleri Filistin Kurtuluş Örgütü'nün ana amaçlarından biri olan İsrail'in yok edilmesinden vazgeçildiğini gösteriyordu. Yeni görüş 1949 ateşkes sınırları içinde bir İsrail Devleti ile Batı Şeria ve Gazze Şeridi'nde bir Arap devleti olarak iki ayrı oluşumun kurulmasıydı. 2 Nisan 1989'da Arafat Filistin Ulusal Konseyi'nin Merkez Konseyi tarafından ilan edilen Filistin Devleti'nin başkanı seçildi. 

1993 yılına kadar devam eden intifada hareketi Oslo İlkeler Anlaşması ile son bulmuştur. Anlaşma beş yıllık bir dönemde Batı Şeria ve Gazze Şeridi'nin bazı bölümlerinde Filistinlilerin kendini yönetmesi ve bu bölgelerde İsrail yerleşiminin durdurulup, varolanların taşınması yönündeydi. 

Anlaşmaya göre yerel halktan ya da yurtdışında yaşayan Filistinlilerden oluşacak bir Filistin polis gücü Filistin yönetimi olan yerlerde devriye görevini sağlayacaktı. Eğitim, kültür, sosyal refah, doğrudan vergilendirme ve turizm gibi çeşitli alanlarda yetki ve idare Filistin geçici yönetimine verilecekti. Her iki taraf da altyapı, sanayi, ticaret ve iletişim gibi özel ekonik sektörlerde kooperasyon ve koordinasyonu sağlayacak bir komitenin kurulmasında anlaştılar. Bu anlaşmanın yapılması ile İsrail, FKÖ'yü resmen tanımıştır. Filistinlilerin tepkisi karışık oldu. Retçi Cephe anlaşmalara karşı ortak olarak muhalif oldukları islamcıların yanında yer aldı. 

Ayrıca Lübnan, Suriye ve Ürdün'de bulunan Filistinli mülteciler, birçok Filistinli entelektüel ve yerel Filistinli liderler tarafından da bu anlaşmalar reddedildi. Ancak sözü geçen bölgelerde yaşayanların çoğunluğu anlaşmayı ve Arafat'ın barış ve ekonomik refah sözlerini kabul etti. 
1996'ın ortasında Benjamin Netenyahu %1'lik bir farkla İsrail'in başbakanı olarak seçildi. Süregelen anlaşmazlıklarla Filistin-İsrail ilişkileri daha da düşmanca bir tavır aldı. İsrail-FKÖ anlaşmasına rağmen Netanyahu Filistin Devleti fikrine karşı çıktı. 1998'de ABD Başkanı Bill Clinton iki lideri buluşmaya ikna etti. Bu buluşmanın sonucunda ortay çıkan Wye River Memorandumu barış sürecini tamamlamak için İsrail hükümeti ve Filistin Ulusal Yönetimi'nin atması gereken adımları detaylandırıyor du. 
Arafat görüşmelere Netanyahu'nun halefi Ehud Barak ile Temmuz 2000'de Camp David zirvesinde devam etti. Hem kendi politik görüşü hem de Başkan Clinton tarafından uzlaşma için ısrar edilmesi nedeniyle Barak Arafat'a Batı Şeria'nın %73'ünde ve Gazze Şeridi'nin tamamında bir Filistin Devleti önerdi. On ile yirmi beş yıllık bir süre içinde Filistin'in iktidar alanı %90'a genişleyecekti. Ayrıca anlaşmada az sayıda mültecinin dönmesine izin veriliyor ve dönemeyenlere de tazmin sözü veriliyordu. Arafat Barak'ın önerisini reddetti ve hemen bir karşı öneri yapmadı. 
Görüşmeler Ocak 2001'de yapılan Taba zirvesinde devam etti. Bu sefer Ehud Barak İsrail'de seçim kampanyasını sürdürmek için görüşmelerden çekildi. Ekim ve Aralık 2001'de Filistinli militan grupların yaptığı intihar bombalama eylemleri artarken İsrail karşı saldırıları da yoğunlaştı, sonucunda da İkinci İntifada başladı. 
İkinci İntifada, 28 Eylül 2000 tarihinde Filistin'de başlayan halk direnişine verilen isimdir. El Aksa intifadası olarakta bilinir. Ariel Şaron, bu tarihte, yaklaşık 1,000 askerle birlikte Haremmüşşehir adıyla anılan bölgede Mescid-i Aksa'yı ziyareti üzerine pek çok çevre tarafından 'provokasyon' olarak nitelendirilirken Filistinlilerin protesto gösterileri arttı. 

 FİLİSTİN'İN DIŞ MESELELERİ İSRAİL İLE İLİŞKİLER 

Makalemin başında sırasıyla anlattığım; Filistin'in Yakın Tarihi, Arap-İsrail Savaşları, Filistin'in iç meseleleri konularından anlaşılacağı üzere, Filistin-İsrail ilişkileri karmaşık bir süreçtir. İsrail Devleti'nin kurulduğu 1948 yılından itibaren bölgede bulunan Filistinli Araplarla kimlik ve varoluş mücadelesine girilmiştir. 
Bu dönemde 1948'de BM'nin aldığı kararlar doğrultusunda uluslararası toplumun desteğini arkasına alan İsrail öncelikli olarak bir yerleşim stratejisi belirlemiştir. Bu strateji Arapların yaşadığı topraklarda onlara adeta bir hapis hayatı yaşattırıp bir kısmını da göçe zorlayıp mülteci konumuna düşürmüştür. Aslında bu durum İsrail ve Filistinlilerin kendi hakları olarak gördükleri topraklarda yaşama arzusundan kaynaklanmaktadır. İsrail'in bölgede varlığı sadece Filistin açısından değil aynı zamanda diğer Arap devletleri arasında da hoş karşılanmamıştır. Yukarıda da anlatıldığı üzere günümüze kadar 4 büyük bölgesel savaş yaşanmıştır. Bu bölgesel savaşların karakteristiğine baktığımızda Filistin davasının müdafaası amaçlarken aynı zamanda bölgede Arapları birliştirici bir unsur olarak görmekteyiz. Burada önemli olan savaşların sebeplerinden çok sonuçları itibariyle İsrail'in tek bir ülke olarak askeri ve siyasi gücünü pekiştirdiği görülmektedir. İşte bu durum İsrail-Filistin ilişkilerinde Filistin'in meşru ve milli bir güç olarak doğmasını zorlaştırmıştır. 

Ortadoğu'da uzun yıllardır yaşanan bu mücadele sadece İsrail-Filistin ikili ilişkilerinde değil aynı zamanda bölgesel ve uluslararası arabuluculuğun etkin kılınmaya çalışıldığı bir meseledir. Uluslararası kamuoyunun barış ve istikrarın sağlanmasını, sadece güvenlik değil aynı zamanda ekonomik çıkarlarının devamı için pekiştirmek istemektedir. Filistin-İsrail arasındaki ekonomik sorunlara bakacak olursak; İsrail, sanayisini tamamlamış, ağır sanayi ve teknolojinin üretimi alanlarında sadece Ortadoğu'nun değil aynı zamanda dünyanın önemli bir ekonomik gücüdür. Filistin ise ekonomik olarak güçlü bir yapıya sahip değildir, sanayi olarak çok gelişmemiştir. Bunun sebebi ise, Filistin'i her alanda kısıtlayan İsrail ablukası ve bölgede bitmek bilmeyen güvensizlik halidir. 

ULUSLARARASI ALANDA TANINMA PROBLEMİ 

1964 yılında Filistin bağımsızlığı amaçlayan FKÖ'nün başlatmış olduğu mücadele 1988 yılında Cezayir'de Filistin Devleti'nin ilan edilmesiyle resmen sonuca ulaşmıştır. Şuan içlerinde Türkiye'nin de olduğu 100'den fazla ülkenin tanımış olduğu Filistin Devleti'nin devletleşme sürecinde ona yardım eden, Birleşmiş Milletler ve ABD'nin İsrail Devleti'nin Filistin topraklarını işgal etmesine seyirci kalmaktadır. Bu durum Filistin Devleti'nin statüsünü hukuki anlamda zora sokmaktadır. Ayrıca şuan hükümet görevini üstlenmiş olan Hamas, ABD'nin de kabul ettiği terör örgütlerinden biridir. Filistin, resmi bir devlet olmasına rağmen Birleşmiş Milletler de ''gözlemci'' statüsündedir. FKÖ lideri Mahmud Abbas'ın BM'de sık sık dile getirdiği üye devlet olma statüsüne getirilmesi gerektiğinden bahsettiğini görmekteyiz. Filistin'de her devlet gibi uluslararası hukukun getirmiş olduğu ilkeler ve siyasi eşitlik prensibi doğrultusunda tanınmak istemektedir. BM'nin 1947 yılında aldığı ''taksim'' kararı ile Kudüs'ün durumu uluslararası statüye bağlanmıştır. Bu karar hem Filistin'i hemde Kudüs'ü 2'ye bölmüştür. Bunun sonucunda da 1948 yılında Arap-İsrail Savaşı çıkmış ve yenilen Filistinliler mülteci konumuna düşürülerek kaçmak zorunda kalmıştır. 
Ayrıca İsrail 1980 yılında Kudüs'ü fiili başkenti ilan etmiştir ancak Türkiye'nin de içinde bulunduğu devletler bunu kabul etmeyip resmi temaslarını Tel Aviv'de yürütmekte ve Tel Aviv'i başkent kabul etmektedir. 

SONUÇ 

Sonuç kısmında size Filistin seçimlerinden ve seçim sonuçlarının Filistin'e etkilerinden bahsetmek istiyorum. Bildiğiniz üzere 25 Ocak 2006 tarihinde Filistin’de yapılan seçimlerde, Filistin parlamentosunda çoğunluk seçimlere ilk kez katılan Hamas’ın oldu. 132 sandalyeli Filistin Meclisi’nde Hamas 76, El Fetih ise 43 sandalye kazandı. Seçim Komisyonu, Hamas'a zafer getiren seçimlere katılımın yüzde 77'yi bulduğunu açıkladı. Filistin'de seçimleri ezici bir çoğunlukla kazanan Hamas'a karşı, ilk yaptırım tehditleri ABD ve İsrail'den geldi. ABD Başkanı George Bush, Hamas'ın şiddeti reddetmemesi ve İsrail'in yıkılması hedefinden vazgeçmemesi durumunda Filistin yönetimine sağladığı mali desteği keseceklerini açıkladı. Bu gelişmeler sonucunda yıllardır 2 ayrı siyasi kampta faaliyet sürdüren El Fetih ve Hamas birleşmiş ve tek bir ağızdan birlik çağrısında bulunmuştur. 
İşte bu süreç Filistin davasındaki haklılığı ortaya koyması açısından önemli bir kilometre taşı olmuştur. Ancak İsrail bu gelişme karşısında şiddetini artırmıştır çünkü karşısında daha fazla ve bölünmemiş tek bir güç vardır ve bu durum diplomasinin etkin kılınmasını güçleştirmiştir. 
Sonuç olarak Filistin meselesi, çözümü zor ve çözülmediği her gün her 2 tarafa da maddi manevi kayıplar verdiren bir problemdir bu problemin çözülmesi öncelikle bölge için sonrada dünya için huzur vesilesi olacaktır. Arabuluculuk faaliyetleri halen sürmektedir ancak sosyolojik ve dinsel unsurlarıyla katı bir meseledir. 
Benim fikrime göre Filistin sorununun çözülmesi için, her 2 toplumun unsurlarını içinde bulunduran yeni bir kimlik yaratılması ve bu kimliğin bir şemsiye görevi görerek demokrasi ve insan hakları temelinde hoşgörülü bir ortak yönetim anlayışını barındıran ve bu konuda özel bir BM Komisyonunun denetimine verilmelidir. 

KAYNAKÇA 

YILMAZ Türel, 2004, Uluslararası Politikada Ortadoğu Birinci Dünya Savaşı'ndan 2000'e SOUSS İbrahim-ELPLEG Zvi, 1994, İsrail-Filistin Diyaloğu 
ATAÖV Türkkaya, 1982, Siyonizm ve Irkçılık 
ORAN Baskın, 2001, Türk Dış Politikası Cilt II: 1980-2001 
ORAN Baskın, 2001, Türk Dış Politikası Cilt I: 1919-1980 
SANDER Oral, 2009, Siyasi Tarih İlkçağlardan 1918'e 
SANDER Oral, 2009, Siyasi Tarih 1918-1994 
ERKMEN Serhat, 2009, Gazze'de Savaş; İsrail operasyonlarının nedenleri ve olası 
sonuçları, Ortadoğu Analizi, Cilt 1, Sayı 1, S.6-13 
ARAS Bülent, 2009, Gazze Dramı ve Sonrası, Ortadoğu Analizi, Cilt 1, Sayı 1, S.13-21 
ORHAN Oytun, 2009, İsrail'de Yeni Hükümet ve Dış Politika, Ortadoğu Analizi, Cilt I, Sayı 5, S.55-63 
YILMAZ Murat, 2011, Filistin'in Tarihi, 
www.home.arcor.de/filistin/filistinin/tarihi.html, 22.02.2012 
Wikipedia, 2012, Filistin, http://tr.wikipedia.org/wiki/Filistin, 24.02.2012 
Wikipedia, 2012, Filistin Kurtuluş Örgütü, 
http://tr.wikipedia.org/wiki/FK%C3%96, 24.02.2012 
Wikipedia, 2012, Hamas, http://tr.wikipedia.org/wiki/Hamas, 26.02.2012 
Wikipedia, 2012, El Fetih, http://tr.wikipedia.org/wiki/El_fetih, 27.02.2012 
Wikipedia, 28.02.2012 2012, Yaser Arafat, http://tr.wikipedia.org/wiki/Yaser_Arafat, 
Wikipedia, 01.03.2012 2012, İntifada, http://tr.wikipedia.org/wiki/%C4%B0ntifada, 
Wikipedia, 2012, 2.İntifada, 
http://tr.wikipedia.org/wiki/%C4%B0kinci_%C4%B0ntifada, 02.03.2012 
Türkçebilgi, 2012, 2.İntifada, 
http://www.turkcebilgi.com/ansiklopedi/filistin_tarihi_-_2._intifada, 02.03.2012 


***

31 Ağustos 2018 Cuma

İSRAİLİN ŞİFRELERİ

İSRAİLİN ŞİFRELERİ,




















Prof.Dr.Sait Yılmaz 
16 Ağustos 2018 

 1930’lardan beri, Siyonistler Filistin’deki Arap toplumu karşısında var olma tehdidi ile karşı karşıya olduklarını düşünüyorlardı. 1948 yılında İsrail devleti kurulduğunda, Arapların savaşmak için ittifak kurması ile bu tehdidin arttığını değerlendirdiler. Ülke küçük olduğundan düşmanlarının üstesinden tamamen gelemezdi. Sürekli tehdit ve savaş ortamı, İsrail’i proaktif olmak yerine gelişen olaylara göre reaktif olmaya itti. İsrail stratejisini temelinde1; ülkenin varlığını korumak, mümkün olduğu kadar çok toprak parçası ele geçirmek, büyük bir süper güç ile ittifak yapmak ve Arap dünyası çevresinde devletler ve çeşitli gruplar ile ortaklıklar kurmak vardı. Bunlar taktik işlere yardım etti ama ortada İsrail politikasına rehberlik edecek açıkça ifade edilmiş bir stratejik eylem planı yoktu. Türkiye ile ilişkilerinin bozulması ise “çevre doktrini”ni tamamen çökertti. 

 İsrail’in Güvenliği.. 

 Ülkede başbakanlık Herzog, Livni ve Netanyahu arasında dönüyor. Ülke siyaseti Laik-Siyonist, dinci-milliyetçi, ultra-ortodoks ve Arap gibi kutuplaşmalar yaşıyor2. İsrail’de kurulan hükümetlerin koalisyon olması da uzun dönemli düşünmek yerine çeşitli partilerin farklı önceliklerini dikkate alan kısa dönemli politikalara odaklanılmasına neden oldu. İsrail Ulusal Güvenlik Konseyi bu amaçla kuruldu ama yaşanan sürekli tehdit ortamı daha çok askeri çözümlere yönelik politikalarla uğraşmak zorunda kalıyor. Stratejik hedeflere ulaşmak için ABD’nin kullanılması, politikaların birlikte formüle edilmesi gerekli görülüyor. Yerel seviyede (Batı Şeria, Gazze, Kudüs vb.) problemlerin çözümü kadar, komşular, bölgesel ve küresel kapsamda işler için de ABD diplomatik desteği gereklidir. 

 İsrail, 1948’de kurulduğunda 650 bin Musevi’nin etrafında 27 milyon Arap yaşıyordu. 1948’den sonra başka ülkelerden 3 milyon Musevi göçmen geldi ve bugün ülke nüfusu milyona ulaştı. 1948’de 156 bin Arap yaşarken, bugün sayıları 1.6 milyona ulaştı. Sürekli şiddet ve roket-füze ateşi tehdidi, İsrail’i her an tetikte tutan ve kaynaklarını harcayan bir rutin olmaya devam ediyor. İsrail’e yönelik tehditler arasında yaklaşık 1000 km. ötedeki İran’dan beklenen nükleer/füze tehdidi, Lübnan sınırından Hizbullah, Gazze’deki Hamas ve Suriye sınırından muhtemel Cihatçı tehdidi sıralanabilir. İsrail böyle çalkantılı bir stratejik ortamda siyasi olarak izole edilmiş bir şekilde yaşayamaz. İsrail’in patronu Ortadoğu’daki İslamcıları yöneten ve bölgedeki güç dengesinin dizginlerini elinde tutan ABD’dir ve yalnızlaştıkça bu ülkeye daha bağımlı hale gelmektedir. 

 Sıradan bir İsrailliye göre İran liderleri ülkelerini yok etmek için her şeyi göze alabilecek insanlardır. Ahmedinejad’ın “İsrail, haritadan silinmelidir” sözleri bu düşünceye kanıt olarak kullanılmaktadır. İran’ın eski başkanlarından Haşimi Rafsancani 2001 yılında yaptığı Kudüs Güçleri konuşmasında şöyle demişti; “İslam dünyası İsrail’in sahip olduğu silahlarla layıkı ile donatıldığında, kolonicilik stratejisi mat olacak.. Bir atom bombası İsrail’in olduğu yerde bir şey bırakmayacak, ama aynı ülke Müslüman dünyasına da benzer şekilde zarar verebilir.” İsrail için mesaj açıktı; İran bombayı edinirse, Müslüman ülkeler ile İsrail’e karşı koalisyon oluşturacaktır.” Yani iki taraf arasında nükleer hesaplaşma olursa, Müslüman dünyasına İran buna liderlik edecektir. Nihayetinde İsrailli planlayıcılar, nükleer riski oldukça az bulsa da tolere edilemez görüyorlar. Ancak, İsrail’in İran’a yönelik önleyici saldırısı karşılıksız 
kalmayacak, savaş çıkarma riski olacaktır. 

 İsrail ve ABD.. 

 ABD’nin İran stratejisi ‘çevreleme’ iken, nükleer korkusu nedeni ile İsrail’in ‘önalma’dır. İsrail, İran’ın amacının ülkeyi yok etmek olduğunu, küçük olan topraklarında iki ya da üç bombanın buna yeterli olacağını düşünmektedir. Üstelik tek tehdidin İran değil, etrafındaki hemen hemen tüm ülkeler olduğunu değerlendirmektedir. Bu yüzden önce 1981’de Irak’ın nükleer program tesislerine saldırdı. Bölgedeki ülkelerin barışçı amaçla da olsa nükleer program geliştirmesi İsrail tarafından varlığına yönelik potansiyel bir tehdit olarak görülmekte ve müdahale etme hakkını tek taraflı kullanmakta yani haydutça davranmaktadır. İsrail’in bu histerisinin altında kutsal kitaplarından Haggadah’ta yer alan ve okullarda öğretilen şu ifade bulunmaktadır; “Her nesilde, bizi yok etmek için çalışacaklardır.” Ortaokul’da öğrencilere Holocaust öğretilir ve toplama kamplarına gezi düzenlenir. 

 Arap-İsrail çatışması, İsrail’in kurulmasından bugüne 70 yıldır devam ediyor. Prensip olarak dört muhtemel yol var; çözüm, yıpratma, etnik temizlik ve asimilasyon. İsrail, 1948’de 700 bin, 1967’de ise 300 bin Arap’ı işgal ettiği topraklardan çıkarmıştı. Bu bir etnik temizlikti. Çözüm konusunda ‘bölünme’ artık geçerli bir seçenek değildir. İsrail’in “bir ülke” vizyonu ise arkasında etnik asimilasyon beklentisi taşımaktadır3. Aşındırma, İsrail stratejisinin ana unsuru idi ama başarısız oldu. İsrail, barış yolu ile asimilasyona devam etmektedir4. Araplara göre, Ortadoğu’daki problemlerin temelinde, Filistinlerin kendi devletlerini kuramaması yatmaktadır. Obama döneminin Amerikalı ulusal güvenlik yetkileri ve askerler İsrail muadilleri ile aynı düşünmüyorlardı. İsrail, ABD’nin Arap düşüncesinden etkilenerek problem çözmeye çalıştığına kızmakta ve ayrı bir Filistin devleti kurulsa bile bölgenin sorunlarının aynı şekilde devam edeceğini iddia etmekteydi5. 

 İsrail’in temel ve kaçınılmaz jeopolitik gerçeği; güvenlik ihtiyaçlarının askeri kabiliyetlerinin dışında olması yani dış güçlere bağımlı olmasıdır. Bu bağımlılık sadece askeri yetenekler bakımından değil Arap dünyasına karşı dış politikasının yürütülmesinde daha geniş bir zemin ihtiyacı için de gereklidir6. İsrail için güvenlik devletin hayatta kalma meselesidir ve etrafındaki tehditlere karşı jeopolitik gerçekleri, karmaşık diplomatik ilişkiler ve askeri hazırlıkla birlikte harmanlamalıdır. Netice itibarı ile İsrail küçük ve zayıf bir devlettir ve onun 
gücü komşularının zayıflığından gelmektedir. Bu yüzden, sürekli ABD yardımına ve diplomatik desteğine ihtiyacı vardır. Trump gelene kadar İsrail, hem ABD’nin bölgesel stratejisi üzerindeki kontrolünü hem de Washinton’un siyasi sürecindeki kontrolünü kaybetmiş, Amerikan yardımları daha gönülsüz hale gelmişti7. 

 Sonuç.. 

 İsrail şimdilerde stratejik olarak emniyetli bir durumda; Suriye iç savaşla meşgul, Lübnan kırılgan, Ürdün ve Mısır ile ilişkiler iyi, kendi arasında bölünmüş Filistinliler ise etkisizdir. Bu durumun kısa zamanda değişmesi beklenmemektedir. İran senaryosu için gene ABD atına binmek istemektedir. İsrail, durumun her an değişebileceği ihtimalini değerlendirerek proaktif davranmaya çalışmaktadır. İsrail’e göre Obama yönetiminin bu sorunlara diplomatik çözüm bulmaya kalkması saflıktı. İsrail’e göre İran’ın yapmak istediği nükleer programını kapatmadan ekonomik yaptırımlardan kurtulmaktı. ABD ve Avrupa’nın askeri güce başvurmadan sorunları çözme mantığı ümitsiz isteklerdi. Trump yönetimi ile birlikte İsrail, kendi anladığı ve istediği oyuna geçti. 

DİPNOTLAR;

1 Brent Sasley, Israel's Real Problem: It Has No Strategy, Texas University, (July 18, 2014). 
2 Leon Hadar, Netanyahu vs. Israel's WASPs: The Battle for Zionism, Wikistrat, ( January 30, 2015). 
3 Ali Abunimah, One Country: A Bold Proposal to End the Israeli-Palestinian Impasse, Metropolitan Books, (New York, 2006), 57. 
4 Curtis F. Jones, Peace Through Assimilation, (August 4, 2006). 
5 Richard L. Russell, Why Israel Worries, (May 6, 2014). 
6 Reva Bhalla, The Israeli Periphery, Stratfor, (Dec 11, 2012). 
7 George Friedman, Israel's New Strategic Position, Geopolitical Weekly, (December 3, 2013). 

***