CAN ATAKLI etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
CAN ATAKLI etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

25 Kasım 2017 Cumartesi

NE MUTLU BİZE MERMER SEÇMEYİ BİLEN BİR PARTİ BAŞKANIMIZ VAR

NE MUTLU BİZE MERMER SEÇMEYİ BİLEN BİR PARTİ BAŞKANIMIZ VAR


CAN ATAKLI: 

ACAİP YAZILAR
NE MUTLU BİZE MERMER SEÇMEYİ BİLEN BİR PARTİ BAŞKANIMIZ VAR

Dünyanın her yanında opera binaları var ama biliyorsunuz eğer AKP bir şey yapıyorsa bunun dünyada eşi benzeri yoktur. Nitekim 50 yıl önce yapılmış Atatürk Kültür Merkezi yerine ana binayı korumak koşuluyla dünyanın en büyük, akustiği en mükemmel, enlerin eni bir opera binası inşa edilecek. 700 bin küsur lira harcayarak bu mutlu haberi millete duyuran AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan Türkiye'ye muhteşem bir opera binası kazandırmasının gururunuyaşadığını söyledi. AKP Genel Başkanı yeni opera binasına o kadar önem vermiş ki aynen şunları söyledi; “Zaten mermerlerine varıncaya kadar her şeyleri geldiler sundular, beraberce bakanımla şu uygundur şu değildir vesaire şimdiden bütün hazırlıklarını yaptık. Adım adım takip edeceğiz. Çünkü eğer işimize sahip çıkmazsak bunun sonucunu yakalamak da mümkün değildir. Bu bizim için olmazsa olmaz, adeta bir süreç nasıl ki Harbiye Kongre Merkezi'ni 17 ayda yerin dibine girerek bitirdiysek, inşallah bunu da kısa zamanda bitireceğiz.” Ne mutlu bize ki bir opera binasının mermer seçimini bile kimselere bırakmayıp kendisi yapan, mimarlara yol gösteren bir parti genel başkanımız var. Tabii cumhurbaşkanlığı görevini de üstlenen parti genel başkanımızın asıl fonksiyonunu opera binası hizmete girdikten sonra göreceğimizi sanıyorum. Binanın mermerlerini bile titizlikle seçen Erdoğan muhtemelen halkın dev ekranlardan izleyeceği opera eserlerini de seçecektir. Yeni opera binasının ana salonu 2 bin 500 kişilik olacakmış. Ancak Erdoğan bu sayının halkı üzmemesigerektiğini düşünerek herhalde diyor ki “Ama biz ne yapacağız, dev ekranlarla dışarıdaki halkın da eserleri izlemesini sağlayacağız.” Böylelikle dünyada ilk kez 2500 elit rahat koltuklarında oturup bir opera izlerken operaya asıl düşkün olan halkımız da açık havada çekirdek çitleyerek opera susuzluğunu giderecek.
Erdoğan ahalinin de izleyebilmesi için sevilen opera eserlerini seçecektirmuhtemelen. Örneğin “bu hafta Rossini'nin Saraydan Kız Kaçırma operasını sergileyin” diyebilir. Ya da Mozart'tan Sevil Berberi'ni isteyebilir. Bakmışsınız bir hafta Bizzet'den La Traviata'yı sahneletirken, bir sonraki hafta Verdi'nin Carmen operasını bizzat kendisi de açık havada dev ekrandan izleyebilir.
Şaka bir yana, yeni opera binası mimari ve teknik olarak güzel olabilir. Her ne kadar iç salon bir çadırı andırmakta ve göçebeliğimizin sembolü gibi dursa da İstanbul'a bir opera ve kültür merkezi kazandırılması olumludur. Ancak Erdoğan'ın bir opera binası tanıtımını bile cumhuriyet, devrimler ve aydınlanmacılara yönelik hakaret etme aracı olarak kullanması insanı üzüyor. Kültürle, sanatla alay etmeyi iyi bir şey olarak düşünen Erdoğan'ın sanatçı olarak yanına sadece pop müzik sanatçılarını alması bile yeteri kadar can yakıcıdır.

CANIMI SIKAN ŞEYLER
AKP ZİHNİYETİNDE SANATÇI OLMAYINCA HİÇ YOK ZANNEDİYOR

AKP Genel Başkanı yeni opera binasının “lansmanını” yaparken söylediği bazı sözler çok canımı sıktı. Şöyle dedi Erdoğan “Ülkemizde bir kesim eskiden beri belirli alanları kendi tekelinde görmekte, kimseyi buralara yaklaştırmamaya çalışmaktadır…… Ağızlarını her açtıklarında batılılıktan, modernlikten, çağdaşlıktan söz edenlere soralım bakalım. Dünya çapında hangi eserleri ortaya koyabilmişler? Örneğin dünya çapında bir opera sanatçısı, bir aktör, bir gitarist yetiştirebilmişler mi? nasıl bir uçak, telefon, işletim sistemi ortaya çıkartamamışsak, kültür ve sanat alanında aynı başarısızlığı ne yazık ki yaşadık.” Erdoğan bunu söylerken hangi bilgiye dayanıyor bilmiyorum. Kendisinin hiç ilgisi olmadığı halde operacıları, klasik müzikle uğraşanları, dünya çapındakisanatçılarımızı tanımayabilir ve hatta olmadıklarını da sanabilir. Ama on binlercelira maaşla yanında çalıştırdığı her şeye maydanoz danışmanları bu konuşma yapılmadan önce “sayın genel başkanım bizim dünya çapında çok sanatçımız var, ne var ki bunların hiçbiri bizim zihniyetimizde değil, siz bu nedenle yok sanıyorsunuz” demeli ve bir liste vermeliydiler eline. En azından Erdoğan'ın sanat açısından itibarını korurlardı.

BUNU YAZMAK GEREK
SAYMAYA BAŞLIYORUM BİRİ BENİ DURDURSUN

Erdoğan “dünya çapında operacımız mı var, gitarcımız mı var?” diye sormuş ya sadece ilk anda aklıma gelen sanatçılarımızı art arda yazmaya koyuldum. Ayhan Baran geldi aklıma ilk olarak. Sonra adı Menderes'le de anılan Ayhan Aydan var. Aydın Gün, Hakan Aysev, Suna Korat, Muammer Esi, Ruhi Su, Semiha Berksoy Aydın Gün bir çırpıda hatırladığım isimler. Şu sıralar pop müzik besteleri ile tanıdığımız Ferhat Göçer de operacı. Orkestra şeflerini düşündüm örneğin; Gürer Aykal, Cem Mansur, Rengim Gökmen, Betin Güneş, Hikmet Şimşek pek çok dünya ülkesinde dev orkestralar yönettiler.
Piyanistler deyince şu anda dünyanın bir numarası olarak bilinen Fazıl Say, Güher- Süher Pekinel kardeşler aklıma ilk gelenler oldu. Biraz düşününce Ayşegül Sarıca, Hülya Saydam, İdil Biret, Verda Ün geldi. Gülsin Onay, Haluk Tarcan, Timur Selçuk dünya çapında isimler. Fahir Atakoğlu, Garo Mafyan, Filiz Ali unutulur mu? Gelelim keman sanatçılarına, Suna Kan, Ayla Erduran, Zeynep Işık. Peki Cumhuriyetin ilk yıllarına gidelim. Türk Beşleri'ni bilmemek olur mu?Ahmet Adnan Saygun, Ulvi Cemal Erkin, Cemal Reşit Rey, Hasan Ferit Anlar ve Necil Kazım Akses ne güne duruyor.
Daha çok sayarız herhalde. Bu sanatçılardan (yaşananlardan elbette) yeni opera binasının lansmanına! davet edilen bir kişi bile yoktu. Tabii Erdoğan'a o muhteşem lansman gününde destek olan sanatçılar da yok değildi. Onların da isimlerini gördüğüm kadarıyla not ettim; Ajda Pekkan, Orhan Gencebay, Cengiz Kurtoğlu, Reyhan Karaca, Ebru Yaşar, Berdan Mardini, Fatih Ürek, Serkan Çağrı, Ahmet Selçuk İlkan, Polat Yağcı……

Bİ SORALIM BAKALIM
AKILLI FETÖ'CÜ KAÇTI DA KALANI TUZAĞA DÜŞÜREN KİM?

AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan'ı dünkü grup toplantısında dinlerken ağzımaçık kaldı. Erdoğan dedi ki; “Hepsini bilerek yaptınız. Arabanızı sattınız, dairenizi sattınız yatırdınız. Kusura bakmayın. Atı alan Üsküdar'ı geçti. Bunların hepsi biliniyor. Akıllı olanlar Türkiye'yi terk etti, gitti. Aklı yetmeyenler tuzağa düştü.”
Cümlenin neresinden tutayım bilmiyorum. “Hepsini bilerek yaptınız” dediği cemaatçilerin Bank Asya'ya para yatırmaları. Bunun suç olduğunu söylüyor Erdoğan ve “Atı alan Üsküdar'ı geçti” diyerek “yandınız artık” mesajı veriyor galiba. “Akıllı olan kaçtı” derken aslında ne demek istediğini anlayamadım. Yani başına bir iş geleceğini anlayanın yurtdışına kaçması akıllılık mı oluyor? Bu nasıl mantık? Ancak en ibret verici olan ise kalanların “tuzağa düştüğünü” söylemek bana göre. Kalanlar kimin tuzağına düştü acaba? Darbe gecesiyle ilgili kuşkularıdile getirince çok öfkeleniyorlar ama bu tür tanımlamaları kullanmaktan da çekinmiyorlar.

ŞAŞIRDIM

A HABER SAYESİNDE MİLLET BAŞBAKAN'IN ÇOCUKLARININ OFFSHORE ŞİRKETLERİNİ ÖĞRENDİ

Önceki gün tıpkı Wikileaks, Snowden, Panama belgeleri gibi Paradise belgeleri dünya medyasında yayınlanmaya başladı. Bu belgeler içinde biri Başbakan Binali Yıldırım'ı da ilgilendiriyordu. Çünkü bu gizli belgelere göre Başbakan'ın çocuklarının Malta'da kurulmuş offshore (vergisiz ya da çok düşük vergili) şirketleri olduğu ortaya çıktı. Belgeler uluslararası medya anlaşması gereği Cumhuriyet gazetesinde yayınlandı ilk kez. Onun dışındaki gazeteler ve televizyonlar habere hiç ilgi göstermediler. Nedeni basit tabii. Böyle bir haberi yayınlamaya korktular. Ancak iktidar “Ne kadar saklasak da millet öğreniyor”diyerek olsa gerek yandaş medyaya “bunu bize sorun” talimatı verdi. Başbakan Amerika'ya giderken medyanın karşısına geçti, klasik sözlerden sonra Ahabermuhabiri Başbakan'a çocuklarının Malta'daki şirketlerini sordu. Başbakan Yıldırımönceden hazırlıklı tabii. Yine halka bidon kafalı muamelesi yapar gibi cevaplar verdi. Kendisi denizcilikten geliyormuş milletvekili olunca şirketlerini çocuklarınadevretmiş, onlar devletle hiç iş yapmamışlar, gemicilik dünya çapında bir işmiş, bu nedenle birçok ülkede ofis ya da şube olurmuş, Malta'da şirketlerinin olmasında ne varmış bunlar kendisini yıpratmak için yapılan tezgâhlarmış. Başbakan kendi kitlesine aptal muamelesi yapabilir, ama hepimize birden yapınca ayıp oluyor. Elbette birinin yurtdışında şirketi olmasının ayıp bir tarafı yok. Ancak “vergisiz adalar” olarak bilinen bazı yerlerde şirketler açılmışsa bu farklı. Hiç hilesi hurdası olmasa bile herkes bilir ki o şirketler kendi ülkelerinde vergi vermek istemeyenlerin yani daha çok kazanmak isteyenlerin gittikleri yerlerdir. Başbakan bu ülkede bir kuruş verginin bile hesabını sormak zorunda olan bir makamı işgal ediyor. Kendi çocuklarının göstere göstere vergi kaçırmak için Malta'da şirket açmalarını iyi bir şeymiş gibi anlatamaz.

***

31 Ekim 2017 Salı

KAFAMI BOZAN ŞEYLER Asıl Almanların verdiğini merak ediyorum

KAFAMI BOZAN ŞEYLER
Asıl Almanların verdiğini merak ediyorum




CAN ATAKLI
​KAFAMI BOZAN ŞEYLER

Medyaya “ Büyük ada operasyonu” olarak geçen bazı sivil toplum kuruluşu yöneticilerinin davasında herkes tahliye edildi. Oysa yandaş medyamızın tavrına baksaydık o kişilerin hala hapiste olması gerekiyordu. Günlerce yayınlanan manşetlerde o sivil toplum kuruluşu üyelerinin Türkiye'de nasıl bir darbeye hazırlandıkları, yaratacakları kaosla Türkiye'nin birbirine gireceği, ekonominin çökertileceği, polisimizin müthiş istihbaratı sayesinde sayesinde bunların önüne geçildiği ileri sürülüyordu.


Sonra duruşma günü geldi çattı. Avrupa'dan pek çok gazeteci Türkiye'ye akın etti. Adliye önünden canlı yayınlar yaptılar. Yandaş medyamız bunlara gülümseyerekbaktı. Az sonra nasıl moraracaklarını konuşuyorlardı belki aralarında. Ama “beklenmedik” bir şey oldu. Mahkeme tüm sanıklara tahliye kararı verdi. Yandaş medya neye uğradığını şaşırdı. Ertesi gün haber çoğunda tek sütun bile yer almadı. Bir tanesi tahliyelerden hiç söz etmeden “Büyükada davasında 4 sanığa yurtdışı yasağı” başlığını kullandı. Kendi okurlarını “bidon kafalı” yerine koymanın tipik bir örneği idi bu.

Şimdi bu kararı “bağımsız Türk mahkemesinin kararı” olarak mı niteleyeceğiz. Bu mümkün mü? Yandaş medyanın onca yayınına rağmen mahkemenin tahliye kararı vermesi asla mümkün olamaz. Bu belli ki yukarıdan gelen bir emirle alınmış bir karar. Burada bir parantez açıp, somut örnek vermek istiyorum. Mahkemenin tahliye kararında “Delillerin yeterli olduğu ve sanıkların kaçma olasılığının bulunmadığı” belirtiliyor. Oysa iki yabancı uyruklu tutuklu hapisten çıkar çıkmaz uçağa bindikleri gibi ülkelerine döndü. Kaçmadılar tabii, devletimizin gözetiminde gittiler. Bir dahaki duruşmaya gelmeleri mümkün mü? O halde “kaçma olasılığı yok” gerekçesi çok saçma.


Dönelim konumuza. Ben zihnimde bu kuşkuyu taşırken Alman medyası “Schöreder'in aracı olduğunu” açıklayıverdi. AKP Genel Başkanıylagörüşülmüştü. Tutuklu Almanların serbest bırakılması sağlanmıştı. Haberde Türk tarafının verdiği sözü tuttuğu da belirtiliyordu. Şimdi başka davalar nedeniyle tutuklu iki Alman kaldı. Muhtemelen onlar da anlaşma kapsamı içindedir. Yakında mahkemeler onlar için de “kaçma olasılığı yok” diyerek tahliye kararı verebilirler. Tabii bu kez Almanların sözünü tutması gerekiyor herhalde.

Çünkü eğer Büyükada davasında tahliye kararı verildiyse bizim de Almanlar dan bir şey almış olmamız gerekiyor. Ben asıl bunu merak ediyorum. Biz o tutukluları verdik, ikisini henüz elimizde tutuyoruz, karşılığında Almanlar bize ne verdiler veya verecekler?


“Cemaatçilerin iadesi” bana uzak ihtimal geliyor. Çünkü Almanya bizim gibi bir parti genel başkanının talimatıyla mahkemenin elinden adam alamaz. Bize verilecek başka tavizler vardır. Örneğin ekonomimizi bir anda sıkıştıran “Alman bankalarının kredilerinde daraltma” kararı kaldırılabilir. Mülteciler konusunda ekstra paralar ödenebilir. Artık neyse ne, bilemiyoruz ama mutlaka bir şeyleralmış olmamız gerekiyor.

CANIMI SIKAN ŞEYLER AKŞENER'LE İLGİLİ İLK HAYAL KIRIKLIĞI


Oy verip vermemem önemli değil, ancak merkezde veya merkez sağda bir oluşumun güçlü biçimde ortaya çıkmasını yıllardır savunuyorum. AKP'nin yarattığı baskıcı, tek adamlı rejimin önüne demokratik yöntemlerle geçilebilmesinin en önemli yollarından biri bu bana göre. Bu nedenle Akşener'in başlattığı hamlenin mutlaka başarılı olması gerektiğine inanıyorum.


Merkezdeki bir partinin çeşitli fikir ve görüşleri çatısı altında buluşturması elbette gerekli. Ancak bu olacak diye de aşırı bir gayretkeşlik içinde olmak, mutlaka her dakika birilerine mesaj göndermeye kalkmak bana göre çok yanlış ve gereksiz.

Akşener partisini kurduktan sonra Anıtkabir'i ziyaret etti. Tam bir çağdaş cumhuriyet kadını portresi çizdi burada. Ardından hemen Hacıbayram Veli'nintürbesine gitti.

Orada kafasını siyah bir örtüyle, sanki yüzü açık çarşaf giymiş gibi görünen bir kıyafeti tercih etti.

Neden?

Bir türbe ziyareti yapınca ille de böyle kapanmak mı gerekiyor? Akşenerneden daha önce benzer ziyaretlerde yaptığı gibi başını örten bir eşarp yerinekara çarşafı andıran ve Şiilerin rengi olarak bilinen siyah bir örtüyü tercih etti? Ayrıca aynı gün hem Anıtkabir hem türbe ziyareti yapmanın ne anlamı var? Türbeziyareti bir gün sonra olamaz mıydı?

Sanıyorum
bazı aklı evvel danışmanlar “biz herkesin partisi olacağız” fikrini

fazlaabartarak aşırı bir popülizme kaydırıyorlar çiçeği burnunda genel başkanı.
Meral Akşener bana göre şunu bilmeli; Atatürk'ü ziyareti, oradaki kıyafeti ve özel deftere yazdıkları kimseyi rahatsız etmez, ama hemen arkasından gittiği türbeziyaretindeki görüntüsü destek vermek isteyen milyonlarca kişide hayal kırıklığıyaratır.

ŞAŞIRDIM
MERVE KAVAKÇI HÂLÂ AMERİKAN VATANDAŞI MI?


Birkaç ay oluyor, yeniden Türk vatandaşı olan Merve Kavakçı'nın Malezya'ya büyükelçi olarak gönderileceği açıklandı. Herkes Kavakçı'nın Kuala Lumpur'a gittiğini sanıyordu. Hatta Malezya'da başı polisle derde giren yandaş yazarlardanMustafa Akyol'u kurtaran kişinin Merve Kavakçı olduğu sanılmıştı. Açıkçası ben de o haberlerden sonra Merve Kavakçı'nın Malezya'ya gittiğini düşünüyordum.Meğer atama kararı alınmış ama kararname imzalanmamış. Sonunda önceki gün geniş bir büyükelçiler kararnamesi imzalandı AKP Genel başkanı tarafından. Bu kararnamede baktık ki Merve Kavakçı yok. AKP Genel Başkanı demek kiKavakçı'yı büyükelçi yapmaktan vazgeçmiş. Neden acaba?


Kavakçı'nın büyükelçi olacağını öğrendikten sonra “Amerikan vatandaşlığından” ayrılıp ayrılmadığını merak etmiştim. Bu nedenle Washington'da yaşayan ve konumu gereği Amerikalı yetkililerle de ilişkisi olan bir dostumu arayarak “bir sorabilir misin?” dedim. Amerikalı yetkililer bu bilginin kişilerin özel hayatı ile ilgili olduğu gerekçesiyle bilgi vermemişti. Ancak dostum “Amerikan vatandaşı olmasaydı, değil, derlerdi, özel hayat bahanesini öne sürdüklerine göre Kavakçı hâlâ Amerikan vatandaşı olabilir” demişti. Çifte vatandaşlık mümkün olduğuna göre Merve Kavakçı hem Türk hem Amerikan vatandaşı olabilir. Bu kendi tercihidir ama böyle bir kişinin yabancı ülkede Türkiye'yi temsil etmesi pek hoş olmaz herhalde. Belki AKP Genel Başkanı da bu durumu görüp “bu kadarını da yapmayalım artık” diye düşünerek Kavakçı'yı Malezya'ya göndermemiş olabilir.

BUNU YAZMAK GEREK


KILIÇDAROĞLU BU KADAR KİBAR OLMAK ZORUNDA DEĞİL

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu önceki akşam CNN Türk ekranlarında soruları yanıtladı canlı yayında. İzlediğim kadarıyla Kılıçdaroğlu'nun performansı hayli iyiydi. Sorulara etkili ve inandırıcı cevaplar verdi.


Ancak şunu söylemeliyim; Kılıçdaroğlu gerçekten çok kibar. Bu iyi bir özellik tabii de bazen dozu biraz kaçıyor. Bu kadar kibarlık bazen insanın canını sıkıyor.
Hürriyet gazetesinde yazan Abdülkadir Selvi Kılıçdaroğlu'na “Melih Gökçek'i partinizden aday yapar mısınız?” diye sordu. Merakla Kılıçdaroğlu'nun vereceği cevabı bekledim. “Hayır” dedi. İçimden “İnşallah burada keser” diye geçiriyordum ki Kılıçdaroğlu başladı anlatmaya. Soruya uzun uzadıya cevap verdi. Oysa bu soruya cevap verilmez. Bir lider milyonların önünde kendisine bu kadar absürd bir soru soran gazeteciye ille de kibar olmak zorunda olduğunu hissediyorsa “Siz bunu şaka olarak mı soruyorsunuz” der hiç olmazsa. Ama doğrusu şudur; “Beni böyle sorularla meşgul etmeyin, lütfen bir daha soru sormayın” diye tepki gösterir ya da “Siz benimle dalga geçmek için ve iktidara yaranmak için mi davet ettiniz,

AKP Genel Başkanına böyle bir soru sormaya cesaret edebilir misiniz?” diyerek kalkıp programı terk eder.
Kılıçdaroğlu bunu bir kere için bile olsa yapmalıdır. Aksi takdirde iktidar mensupları özellikle AKP Genel Başkanı karşısında “önceden verilen sorular dışında” tek kelime bile edemeyen çapsızların önünde hep bu tür hakaretleremaruz



***