meral akşener etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
meral akşener etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

31 Ekim 2017 Salı

KAFAMI BOZAN ŞEYLER Asıl Almanların verdiğini merak ediyorum

KAFAMI BOZAN ŞEYLER
Asıl Almanların verdiğini merak ediyorum




CAN ATAKLI
​KAFAMI BOZAN ŞEYLER

Medyaya “ Büyük ada operasyonu” olarak geçen bazı sivil toplum kuruluşu yöneticilerinin davasında herkes tahliye edildi. Oysa yandaş medyamızın tavrına baksaydık o kişilerin hala hapiste olması gerekiyordu. Günlerce yayınlanan manşetlerde o sivil toplum kuruluşu üyelerinin Türkiye'de nasıl bir darbeye hazırlandıkları, yaratacakları kaosla Türkiye'nin birbirine gireceği, ekonominin çökertileceği, polisimizin müthiş istihbaratı sayesinde sayesinde bunların önüne geçildiği ileri sürülüyordu.


Sonra duruşma günü geldi çattı. Avrupa'dan pek çok gazeteci Türkiye'ye akın etti. Adliye önünden canlı yayınlar yaptılar. Yandaş medyamız bunlara gülümseyerekbaktı. Az sonra nasıl moraracaklarını konuşuyorlardı belki aralarında. Ama “beklenmedik” bir şey oldu. Mahkeme tüm sanıklara tahliye kararı verdi. Yandaş medya neye uğradığını şaşırdı. Ertesi gün haber çoğunda tek sütun bile yer almadı. Bir tanesi tahliyelerden hiç söz etmeden “Büyükada davasında 4 sanığa yurtdışı yasağı” başlığını kullandı. Kendi okurlarını “bidon kafalı” yerine koymanın tipik bir örneği idi bu.

Şimdi bu kararı “bağımsız Türk mahkemesinin kararı” olarak mı niteleyeceğiz. Bu mümkün mü? Yandaş medyanın onca yayınına rağmen mahkemenin tahliye kararı vermesi asla mümkün olamaz. Bu belli ki yukarıdan gelen bir emirle alınmış bir karar. Burada bir parantez açıp, somut örnek vermek istiyorum. Mahkemenin tahliye kararında “Delillerin yeterli olduğu ve sanıkların kaçma olasılığının bulunmadığı” belirtiliyor. Oysa iki yabancı uyruklu tutuklu hapisten çıkar çıkmaz uçağa bindikleri gibi ülkelerine döndü. Kaçmadılar tabii, devletimizin gözetiminde gittiler. Bir dahaki duruşmaya gelmeleri mümkün mü? O halde “kaçma olasılığı yok” gerekçesi çok saçma.


Dönelim konumuza. Ben zihnimde bu kuşkuyu taşırken Alman medyası “Schöreder'in aracı olduğunu” açıklayıverdi. AKP Genel Başkanıylagörüşülmüştü. Tutuklu Almanların serbest bırakılması sağlanmıştı. Haberde Türk tarafının verdiği sözü tuttuğu da belirtiliyordu. Şimdi başka davalar nedeniyle tutuklu iki Alman kaldı. Muhtemelen onlar da anlaşma kapsamı içindedir. Yakında mahkemeler onlar için de “kaçma olasılığı yok” diyerek tahliye kararı verebilirler. Tabii bu kez Almanların sözünü tutması gerekiyor herhalde.

Çünkü eğer Büyükada davasında tahliye kararı verildiyse bizim de Almanlar dan bir şey almış olmamız gerekiyor. Ben asıl bunu merak ediyorum. Biz o tutukluları verdik, ikisini henüz elimizde tutuyoruz, karşılığında Almanlar bize ne verdiler veya verecekler?


“Cemaatçilerin iadesi” bana uzak ihtimal geliyor. Çünkü Almanya bizim gibi bir parti genel başkanının talimatıyla mahkemenin elinden adam alamaz. Bize verilecek başka tavizler vardır. Örneğin ekonomimizi bir anda sıkıştıran “Alman bankalarının kredilerinde daraltma” kararı kaldırılabilir. Mülteciler konusunda ekstra paralar ödenebilir. Artık neyse ne, bilemiyoruz ama mutlaka bir şeyleralmış olmamız gerekiyor.

CANIMI SIKAN ŞEYLER AKŞENER'LE İLGİLİ İLK HAYAL KIRIKLIĞI


Oy verip vermemem önemli değil, ancak merkezde veya merkez sağda bir oluşumun güçlü biçimde ortaya çıkmasını yıllardır savunuyorum. AKP'nin yarattığı baskıcı, tek adamlı rejimin önüne demokratik yöntemlerle geçilebilmesinin en önemli yollarından biri bu bana göre. Bu nedenle Akşener'in başlattığı hamlenin mutlaka başarılı olması gerektiğine inanıyorum.


Merkezdeki bir partinin çeşitli fikir ve görüşleri çatısı altında buluşturması elbette gerekli. Ancak bu olacak diye de aşırı bir gayretkeşlik içinde olmak, mutlaka her dakika birilerine mesaj göndermeye kalkmak bana göre çok yanlış ve gereksiz.

Akşener partisini kurduktan sonra Anıtkabir'i ziyaret etti. Tam bir çağdaş cumhuriyet kadını portresi çizdi burada. Ardından hemen Hacıbayram Veli'nintürbesine gitti.

Orada kafasını siyah bir örtüyle, sanki yüzü açık çarşaf giymiş gibi görünen bir kıyafeti tercih etti.

Neden?

Bir türbe ziyareti yapınca ille de böyle kapanmak mı gerekiyor? Akşenerneden daha önce benzer ziyaretlerde yaptığı gibi başını örten bir eşarp yerinekara çarşafı andıran ve Şiilerin rengi olarak bilinen siyah bir örtüyü tercih etti? Ayrıca aynı gün hem Anıtkabir hem türbe ziyareti yapmanın ne anlamı var? Türbeziyareti bir gün sonra olamaz mıydı?

Sanıyorum
bazı aklı evvel danışmanlar “biz herkesin partisi olacağız” fikrini

fazlaabartarak aşırı bir popülizme kaydırıyorlar çiçeği burnunda genel başkanı.
Meral Akşener bana göre şunu bilmeli; Atatürk'ü ziyareti, oradaki kıyafeti ve özel deftere yazdıkları kimseyi rahatsız etmez, ama hemen arkasından gittiği türbeziyaretindeki görüntüsü destek vermek isteyen milyonlarca kişide hayal kırıklığıyaratır.

ŞAŞIRDIM
MERVE KAVAKÇI HÂLÂ AMERİKAN VATANDAŞI MI?


Birkaç ay oluyor, yeniden Türk vatandaşı olan Merve Kavakçı'nın Malezya'ya büyükelçi olarak gönderileceği açıklandı. Herkes Kavakçı'nın Kuala Lumpur'a gittiğini sanıyordu. Hatta Malezya'da başı polisle derde giren yandaş yazarlardanMustafa Akyol'u kurtaran kişinin Merve Kavakçı olduğu sanılmıştı. Açıkçası ben de o haberlerden sonra Merve Kavakçı'nın Malezya'ya gittiğini düşünüyordum.Meğer atama kararı alınmış ama kararname imzalanmamış. Sonunda önceki gün geniş bir büyükelçiler kararnamesi imzalandı AKP Genel başkanı tarafından. Bu kararnamede baktık ki Merve Kavakçı yok. AKP Genel Başkanı demek kiKavakçı'yı büyükelçi yapmaktan vazgeçmiş. Neden acaba?


Kavakçı'nın büyükelçi olacağını öğrendikten sonra “Amerikan vatandaşlığından” ayrılıp ayrılmadığını merak etmiştim. Bu nedenle Washington'da yaşayan ve konumu gereği Amerikalı yetkililerle de ilişkisi olan bir dostumu arayarak “bir sorabilir misin?” dedim. Amerikalı yetkililer bu bilginin kişilerin özel hayatı ile ilgili olduğu gerekçesiyle bilgi vermemişti. Ancak dostum “Amerikan vatandaşı olmasaydı, değil, derlerdi, özel hayat bahanesini öne sürdüklerine göre Kavakçı hâlâ Amerikan vatandaşı olabilir” demişti. Çifte vatandaşlık mümkün olduğuna göre Merve Kavakçı hem Türk hem Amerikan vatandaşı olabilir. Bu kendi tercihidir ama böyle bir kişinin yabancı ülkede Türkiye'yi temsil etmesi pek hoş olmaz herhalde. Belki AKP Genel Başkanı da bu durumu görüp “bu kadarını da yapmayalım artık” diye düşünerek Kavakçı'yı Malezya'ya göndermemiş olabilir.

BUNU YAZMAK GEREK


KILIÇDAROĞLU BU KADAR KİBAR OLMAK ZORUNDA DEĞİL

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu önceki akşam CNN Türk ekranlarında soruları yanıtladı canlı yayında. İzlediğim kadarıyla Kılıçdaroğlu'nun performansı hayli iyiydi. Sorulara etkili ve inandırıcı cevaplar verdi.


Ancak şunu söylemeliyim; Kılıçdaroğlu gerçekten çok kibar. Bu iyi bir özellik tabii de bazen dozu biraz kaçıyor. Bu kadar kibarlık bazen insanın canını sıkıyor.
Hürriyet gazetesinde yazan Abdülkadir Selvi Kılıçdaroğlu'na “Melih Gökçek'i partinizden aday yapar mısınız?” diye sordu. Merakla Kılıçdaroğlu'nun vereceği cevabı bekledim. “Hayır” dedi. İçimden “İnşallah burada keser” diye geçiriyordum ki Kılıçdaroğlu başladı anlatmaya. Soruya uzun uzadıya cevap verdi. Oysa bu soruya cevap verilmez. Bir lider milyonların önünde kendisine bu kadar absürd bir soru soran gazeteciye ille de kibar olmak zorunda olduğunu hissediyorsa “Siz bunu şaka olarak mı soruyorsunuz” der hiç olmazsa. Ama doğrusu şudur; “Beni böyle sorularla meşgul etmeyin, lütfen bir daha soru sormayın” diye tepki gösterir ya da “Siz benimle dalga geçmek için ve iktidara yaranmak için mi davet ettiniz,

AKP Genel Başkanına böyle bir soru sormaya cesaret edebilir misiniz?” diyerek kalkıp programı terk eder.
Kılıçdaroğlu bunu bir kere için bile olsa yapmalıdır. Aksi takdirde iktidar mensupları özellikle AKP Genel Başkanı karşısında “önceden verilen sorular dışında” tek kelime bile edemeyen çapsızların önünde hep bu tür hakaretleremaruz



***

İYİ Parti'nin Adalet Anlayışı...

İYİ Parti'nin Adalet Anlayışı...

Arslan BULUT:

​Meral Akşener'in önderliğinde kurulan İYİ Parti'nin "İYİ" adının yazılışı, Osmanlı Devleti'ni kuran Kayı boyunun sembolü ile hemen hemen aynı. Kayı boyu, dünya stratejisi uygulamış, bu sayede coğrafyayı bütünleştirmiş ve 600 yıl yaşayan ulu bir çınar ağacı dikmişti. Türkiye Cumhuriyeti de o büyük çınarın filizidir.
Şimdi isteriz ki Akşener ve arkadaşlarının diktiği parti fidanı da bütün dünyayı etkisine alacak büyük stratejilerin merkezi olsun. Tabii ki pergelin sivri ucu Ankara'da ve Türk Milleti'nin elinde olmak kaydıyla...

İYİ Parti'nin programını inceledim. Daha önce "Tüzük taslağı" olduğu iddiasıyla basına kimlerin servis ettiği meçhul bir metinde yer alan "medeniyet üst kimliği" gibi Türk kimliğinin yerine yeni bir kimlik arayan garip yaklaşımlar, açıklanan programda yok.

*

Meral Hanım, kuruluş toplantısında, sadece siyasilere değil herkese rehber olacak bir anlayış yansıttı.

"Buradan 80 milyonla, aziz milletimle, zamanın üstünde kalmış bir 'dersi' paylaşmak istiyorum...

Büyük müjde gerçeklemiş, Müslümanlar Mekke'yi fethetmişlerdir.

Efendimizin amcası, Hz. Abbas ve damadı Hz. Ali, en büyük prestij olan Kâbe'nin sorumluluğunun kendilerine verilmesini, Hz. Peygamber'den talep ediyor.

Efendimiz ise 'O işi Talha Ailesi yapıyor' diyor.

Hz. Abbas'ın 'Ama onlar Müslüman değiller ki...' şeklinde hatırlatmasına,

Efendimizin, kendi damadına ve amcasına cevabı;

'Ama onlar bu işi iyi yapıyorlar' şeklinde olmuştur...

Makam mevki aile efradına değil, Talha ailesine kalıyor.

Davaları, İslam'dan kutsal olanlar, rehberleri ve reisleri, Peygamber'den güçlü olanlar, menfaatleri dururken, hakkaniyeti nasıl kavrasın...

Efendimizin bu cevabı, evrensel ders niteliğinde değil midir?

Bu nedenle, saygın ilahiyatçıların vurguladığı 'Devletin dini adalettir' sözünü kıymetli buluyoruz."

Biz de yıllardan beri, "adalet kendini bile kayırmamaktır" derken işte böyle bir adaleti esas aldık ama uygulayana rastlayamadık. Dileriz, Meral Hanım ve arkadaşları bunu başarır.

*

Yoksa Türkiye'de siyaset yıllardır katır sırtında gidiyor!

"Katır sırtı"nı biraz açayım. Trabzon basınının önde gelen isimlerinden Kuzey Ekspres Gazetesi sahibi Hasan Kurt, Güneydoğu gezisi yaptı, dağ, taş gezdi ve izlenimlerini yazdı:

"Habur 2 köprüsünün yakınlarında birkaç yerde yol kenarında katır sürüsü gördüm. Katırların çevresinde insan yoktu.

Katır'ın farklı özellikleri vardır. Bir Arap arkadaşım, 'çölde deve sürülerinin önünde katır gider. Katırın gazı deveye hayat verir, deveyi yürütür' demişti.

Şırnak'ta, katırın doğal navigasyon özelliği taşıdığını öğrendim.

Şırnak ve sınır bölgelerinde kaçakçılık için katır kullanıldığını herkes bilir.

Bölgede katır sürüsü insansız bir şekilde 30-40 km. belki de daha uzun mesafeye gidiyor...

Sabah Türk tarafındaki bir köyde katırlar yedirilip, içiriliyor ve semersiz olarak yolcu ediliyor.

Katırlar, akşama doğru karşı tarafta gitmeleri gereken yere ulaşıyor.

Kuzey Irak'ta, ertesi gün katırlar tekrar yedirilip içiriliyor ve akaryakıt, sigara vs. yüklenerek Türk tarafına gönderiliyor.

Sınırda katır sürüsü yakalanırsa taşıdığı yüke el konuluyor. Katırları kimse sahiplenmediği için de kaçakçılığı yapanlar yakalanamıyor.

Yol kenarlarında birkaç yerde sahipsiz katır sürüsü gördüğüm için anlatılanlar bana mantıklı geldi!"

Türkiye, uzun yıllardır, böyle yönetiliyor! Yük birilerinin omuzunda ama yükleyen ortada yok! Yükleniciler hep kandırılıyor! Türk Milleti, artık kendi kendini yönetebilmelidir.


İYİ Parti bunu sağlayabilmelidir.


***

15 Temmuz 2017 Cumartesi

28 ŞUBAT SÜRECİNİN HUKUKSAL - YARGISAL BOYUTU, BÖLÜM 17



28 ŞUBAT SÜRECİNİN HUKUKSAL - YARGISAL BOYUTU, BÖLÜM 17


 ASKERİ YARGININ TUTUMU 

 Yaşar Kaplan 

Kuruluş kanununda, "asker kişileri" ve "askeri suçları" işleyenleri yargılamak amacıyla kurulan Askeri Mahkemeler, 28 Şubat süreci içerisinde, sivil şahısları dahi yargılamıştır. Örneğin, askerlikle ilgisi olmayan, askeri bir suç da işlemeyen Akit gazetesi yazarı Yaşar Kaplan, Askeri Mahkeme tarafından tutuklanmış, bu mahkemede yargılanmıştır. 

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), "Ülke Tehlike Altında, Onları Durdurun! Mezhebe Göre Asker Alımı" başlıklı yazı dizisinden Askeri Mahkemece, 14 ay hapse mahkum edilen "Akit" gazetesi yazarı Yaşar Kaplan'ın açtığı davada, Türkiye'yi oybirliğiyle mahkum etti. 

Yazarın ifade özgürlüğünü hakkına dava ile müdahalenin demokratik toplumda gereksiz ve ağır olduğunu 24 Aralık'ta açıklayan AİHM, Türkiye'den Kaplan'a 5 bin avro (8 bin YTL) tazminat ödemesine karar verdi. 

Belli bir dini inanca sahip ordu mensuplarının yasadışı girişimlerini, kimliğini açıklamayan bir subaydan gelen mektuba değinerek toplumun dikkatini çeken gazeteci Kaplan'ın "astlık-üstlük hiyerarşisine zarar verdiği" gerekçesiyle Genelkurmay Askeri Mahkemesi'nde yargılanarak suç bulunmuştu. 

AİHM, demokratik bir toplumun meşru hedefi olarak basın özgürlüğünün korunması karşılığında ceza kovuşturmasının makul ve orantılı bir yol olmadığını kaydederek, Kaplan'ın özgürlüğünün 42 gün boyunca kısıtlanmış olmasının da iddialar karşısında orantısız bir muamele olduğuna dikkat çekti. 

18, 19 ve 20 Şubat 1998'da yayımlanan dizi yazısı nedeniyle Kaplan, 9 Mart 1998'de tutuklanarak 21 Nisan'a kadar hapiste tutuldu. Dava açılan yazar, 14 Temmuz 1998'de, Genelkurmay Askeri Mahkemesi'nce "astlık üstlük münasebetlerine zarar vermek ve amir ve komutanlara karşı güveni zedelemek" iddiasıyla 14 ay hapse mahkum edildi. Askeri Ceza Kanunu'nun 95/4-5 ve Ceza 
Kanunu'nun 80. maddelerinden suçlu bulunan Kaplan'ın cezası onanmıştı. 

Ekim 1999'de Kaplan'ın cezası, 4454 Sayılı Şartlı Af Kanunu uyarınca ertelenmişti. Ceza, üç yıl sonra, 31 Aralık 2003'te kayıtlardan silindi. 

 Bülent Orakoğlu 

İstihbarat biriminin en üstünde yer alan bir yetkili (Bülent Orakoğlu), darbe hazırlığıyla ilgili Başbakana verdiği bilgilerden dolayı, Askeri Mahkeme tarafından tutuklanmış ve Askeri Mahkemede yargılanmıştır. 

28 Şubat süreci’nin perde arkasını aralayan dönemin Emniyet İstihbarat Dairesi Başkanı Bülent Orakoğlu, yazdığı “Deşifre” adlı kitapta kendisinin ve dönemin İçişleri Bakanı Meral Akşener’in ölümle tehdit edildiği iddiasına yer verdi. Tehdidin dönemin Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Çevik Bir’den geldiğini yazan Orakoğlu, Akşener’in bunu medyaya açıklamak istediğini; 
ancak Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in engel olduğunu belirtti. Olayları isim ve zaman vererek ayrıntılı bir şekilde kitaplaştıran Orakoğlu’nun iddiaları için dönemin İçişleri Bakanı Meral Akşener, “O döneme ışık tutması bakımından Orakoğlu’nun çalışması son derece önemli.’’ açıklamasını yapmıştır. 

Batı Çalışma Grubu’na ait gizli belgeleri açıkladığı gerekçesiyle önce görevinden alınan daha sonra askerî mahkemede yargılanıp beraat edinceye kadar hapiste tutulan Bülent Orakoğlu, “Deşifre: Darbeyi Rapor Ettim” ismiyle bir kitap yazdı. Timaş Yayınları tarafından yayımlanan kitapta, Susurluk sürecinde karanlık ilişkileri ortaya çıkan bazı bakan ve üst düzey yöneticilerin darbeye neden 
destek verdikleri anlatmaktadır. 

 28 Şubat sürecine ilişkin çarpıcı bilgilerin yer aldığı çalışmasında Orakoğlu, başından geçen tarihî bir olayı şu sözlerle aktarıyor: “İçişleri Bakanı Meral Akşener ile yaptığımız bir toplantıdan sonra özel görüştük. Bana çalışmalardan DYP ve İçişleri Bakanlığı içinde Ağar sempatizanlarının rahatsız olduğunu söyledi. 

Ayrıca Genelkurmay II. Başkanı Orgeneral Çevik Bir’in, İçişleri Bakanı Müsteşarı Teoman Ünüsan’a (O kadına –Meral Akşener– söyle, ayağını denk alsın, Emniyet istihbaratına sahip olsun, hareketlerine, konuşmasına dikkat etsin, yoksa iktidarı devraldığımızda onu avanesi ile birlikte İçişleri Bakanlığı önünde yağlı kazığa oturturuz. Ayrıca Emniyet İstihbarat Dairesi Başkanı Bülent Orakoğlu 
da sabrımızı taşırmaya başladı. Ne yapmak istiyor eceline mi susadı? Bu tür faaliyetlere devam etmesi halinde öldürüleceğinden haberi yok mu?) şeklinde beni ölümle tehdit ettiğini aktardı. Ben de sayın bakana Çevik Bir ve onun ekibinden bir korkum olmadığını, görevime izin verildiği takdirde memnuniyetle devam edeceğimi söyledim ve makamından ayrıldım.” 

 İçişleri Bakanı Akşener, daha sonra kendisine yönelik tehditleri aynen Cumhurbaşkanı Demirel’e anlattı ve “Efendim, ben bu konuyu kamuoyuyla paylaşacağım.” dedi. Demirel, Akşener’i sakinleştirerek, şunları söyledi: “Böyle bir şey olmaz. Sen merak etme. Ben bizzat bu konuyu Genelkurmay Başkanı ile konuşacağım.” Akşener, Cumhurbaşkanı’nın ‘telkin ve tavsiyeleri’ üzerine 
bu konuyu gazetecilere anlatmaktan vazgeçmişti. 

Bülent Orakoğlu, 28 Şubat sürecinin ortaya çıkmasına neden olan ‘köstebek’ olayı yüzünden yargılandığı mahkemenin Çevik Bir ve Güven Erkaya’nın baskısı altında olduğunu da ileri sürüyor. Orakoğlu, Deniz Kuvvetleri Askeri Mahkemesi’nde görülen davanın mahkeme heyetinde yer alan Deniz Yüzbaşı Hakim Ahmet Karamanlı’nın beraatle sonuçlanan davanın ardından ‘irticai 
faaliyetler’e karıştığı gerekçesiyle ordudan ihraç edildiğini, yine mahkeme heyetinin başkanlığını yapan Mesut Kurşun’un da Deniz Kuvvetleri’nden başka bir kuvvet komutanlığı emrine verildiğini açıklamıştır. 


BÖLÜM DİPNOTLARI ;


257 Hulusi Turgut, “Refahyol Krizi Nasıl Atlatıldı, Sabah Gazetesi, 28 Mayıs 1998. 
258 Ezgi Gürses, Demokrasi Ters Şeritte, Şule Yayınları Haziran 2012, s, 103. 
259 Hakan Akpınar, 28 Şubat Postmodern Darbesinin Öyküsü, Birharf Yayınları, İstanbul 2006, s.211. 
260 ETHOS: Felsefe ve Toplumsal Bilimlerde Diyaloglar, Hakemli Elektronik Dergi, Ocak 2009, Sayı: 1/4, s.24 
261 ETHOS: Felsefe ve Toplumsal Bilimlerde Diyaloglar, Hakemli Elektronik Dergi, Ocak 2009, Sayı: 1/4, s.25 
262 Ezgi Gürses, Demokrasi Ters Şeritte, Şule Yayınları Haziran 2012, s, 85 
263 Mustafa Erdoğan, “28 Şubat Süreci” Yeni Yüzyıl Yayınları, Ankara 1999, s.23-24 
264 TBMM Tutanakları, 2 Ekim 2012-4 Ekim 2012 
265 ETHOS, Felsefe ve Toplumsal Bilimlerde Diyaloglar, Hakemli Elektronik Dergi,Ocak 2009, Sayı: 1/4 , s.27 
266 Karatepe, Darbeler, Anayasalar ve Modernleşme, İz Yayıncılık,İstanbul: 1999, s. 173 
267 Başkaya, Fikret (1999) Yediyüz Osmanlı Beyliğinden 28 Şubat’a, Ankara: Ütopya Yayınevi, Ankara, 1999, s. 353 
268 Yüksel, Erkan, ‘Medya Güvenlik Kurulu’, Anadolu Üniversitesi Yayınları, Yayın No:1551, 2004, s. 143-144 
269 Emre Kongar, 28 Şubat ve Demokrasi, Remzi Kitabevi, İstanbul, 2000, s.89-112 
270 “Ezgi Gürses, Demokrasi Ters Şeritte, Şule Yayınları Haziran 2012, s, 116 
271 28 Şubat-Post Modern Darbenin sosyal ve siyasal analizi, Birey Yayıncılık No:245 Mart 2007, İstanbul s, 177-178 
272 Aslan Değirmenci, 28 Şubat'ın Çözülen Kodları Çıra Yayınları No:266, İstanbul, 2012, s.63-65 
273 28 Şubat-Post Modern Darbenin sosyal ve siyasal analizi, Birey Yayıncılık No:245 Mart 2007, İstanbul s,178-179 
274 28 Şubat-Post Modern Darbenin sosyal ve siyasal analizi, Birey Yayıncılık No:245 Mart 2007, İstanbul s,179 
275 28 Şubat-Post Modern Darbenin sosyal ve siyasal analizi, Birey Yayıncılık No:245 Mart 2007, İstanbul s,180 
276 Genelkurmay bünyesinde çeşitli “Çalışma Grupları” kurulması eski bir gelenektir. 12 Eylül 1980 öncesinde Genelkurmay Başkanı Kenan EVREN tarafından, Ağustos 1979 ayında, “anarşi ve teröre” karşı kurulan “Saltık 
Çalışma Grubu”; 1990 yılında “terörizmle mücadele” amacıyla kurulan Doğu Çalışma Grubu (DÇG) bunlardan bazılarıdır. Şaban İBA, Milli Güvenlik Devleti, Çiviyazıları, İstanbul, 1999, s.122. 
277 Hüsnü TUNA, Yargı Emir ve Görüşlerinize Hazırdır, Karatay Akademi Yayınları, Ankaea, 2009, s.20. 
278 Gazeteci Mehmet Ali BİRAND, bu konuda kendi başına gelen bir olayı 4 Ekim 2012 tarihinde Komisyonumuza şu şekilde anlatmıştır: “Erol Özkasnak “Bu herifin programı hâlâ senin Show TV kanalında yayınlanıyor, 1’inci Başkan bunun kalkmasını istedi, niye hala kaldırmıyorsun?” diye tehdit ettiler. Erol, “Vallahi Mehmet Ali kusura bakma, benim de bankam var yani bunlar bir şey yapsalar banka gidecek. Sen Mesut’a söyle de bir programa 
gelsin, o Başbakan olarak programa katılırsa belki hani onlar da “Dur! Başbakan katıldı diye hani bir-iki hafta daha şey yaparlar” dedi. Mesut’a söyledim, Mesut “Yo yo yo, beni o işlere sokma” dedi. Dımdızlak kaldık ortada. 
279 28 Şubat-Post Modern Darbenin sosyal ve siyasal analizi, Birey Yayıncılık No:245, Mart 2007, İstanbul s,179-180 
280 Ali Özgan, 28 Şubat Sürecinin Siyasal Açıdan Neden ve Sonuçları, Yüksek Lisans Tezi, Muğla Üniversitesi Sosyal Bilimler Üniversitesi, 2008, s.90. 
281 Tuna Hüsnü, Yargı Emir ve Görüşlerinize Hazırdır, Karatay Akademi Yayınları, Ankara 2009, s,22. 
282 Aslan Değirmenci, 28 Şubatın İstihbarat Ağı, Çıra Yayınları No:283, İstanbul, 2012, s.179 
283 Genelkurmay tarafından yargı organlarına gönderilen yazı örnekleri Ek’tedir. 


***

21 Ocak 2017 Cumartesi

Meral Akşener Ne Yapabilir?



Meral Akşener Ne Yapabilir?



Fatma Sibel Yüksek 
Açık İstihbarat
06.06..2016


Öncelikle bizim gibi MHP'nin üyesi veya seçmeni olmayıp da bu partinin içinde olup bitenlerle yakından ilgilenen insanların durumuna açıklık getirelim. Zira, MHP cenahından "Amacınız nedir?", kendi cenahımızdan da "Sana mı kaldı, 12 Eylül öncesi binlerce yurtseverin kanına girmiş bir partinin geleceği için endişelenmek?" diyenler var..

Allah'tan her hangi bir gücü temsil edecek konumumuz yok. Düz vatandaş, işsiz gazeteci ve AKP mağduruyuz. Bu karanlığı delme umudu nerede belirirse oraya koşuyoruz. 

Bazı CHP'liler bu umudu HDP'de görmedi mi? Bu partinin barajı aşmasının siyasetteki düğümü çözeceğini hesaplayıp emanet oy vermedi mi? 

Bir şey dedik mi?

Biz de şimdi siyasetteki dengeler değişebilir umuduyla Türk milliyetçilerine destek veriyoruz.  CHP seçmeni olarak nasılsa bir çeşit 'sandık jokerine' dönmüşüz; şehit cenazeleri ortadayken HDP'ye destek verecek değildik.

MHP'lilerin merakını gidermeye gelince:

Partinizin Anadolu ve yoksul kesimlerdeki tabanı AKP tarafından esir alınamamış olsaydı, bugün siyasette dengeler bambaşka olacaktı. Bu tablonun bir numaralı sorumlusu, genel başkan olarak elbette Devlet Bahçeli'dir. MHP, Devlet Bahçeli'nin yanlış, ketum, anti demokratik, halkla sıfır temas ve kibirli politikaları yüzünden baraj altı sınırına gelmiş, kitlesini AKP'ye emanet vermekte beis görmemiştir. Keşke her parti kendi tabanına sahip çıkabilse, siyasetin merkezi erimeseydi de böyle temelsiz ve orantısız bir despotizmle yaşamak zorunda kalmasaydık. MHP'de bugün yaşananların darısı CHP'nin, Vatan Partisi'nin, hatta AKP'nin başına olsun.

Temiz siyaset ve gerçek demokrasi isteyen kamuoyu açısından MHP'de olup bitenler son derece değerlidir. Öz be öz parti tabanı gidişata el koymuştur. Yöntem tamamen demokratik, etik ve yasaldır. Son seçimde alınan büyük yenilginin ardından teşkilatlar şapkayı öne koymuş ve Türkiye'nin çok kritik bir noktada olduğu bu tarihi dönemecin Devlet Bahçeli gibi adamlarla aşılamayacağına karar vermiştir. Haklıdırlar ve kendilerine saygı duyulması gerekir. 

" Paralelci ", " FETO'cu " gibi AKP ağzıyla yapılan Mesnetsiz suçlamalar, Bahçeli ve yanındaki Balgat kalesi cengâverlerini daha da suçlu duruma düşürmekten başka bir işe yaramaz.

" Bahçeli'yle alıp veremediğiniz nedir,kendisine karşı açılan bu isyan bayrağına Atatürkçüler olarak neden destek veriyorsunuz? " diyen MHP'li arkadaşlar bize haksızlık yapmasın. 

Devlet Bey'in nereden bulup getirdiğini bilmediğimiz Ekmeleddin İhsanoğlu'na bile sırf Tayyip Erdoğan cumhurbaşkanı seçilemesin diye sorgusuz sualsiz oy vermedik mi?

Gelinen noktada, siyasetteki tıkanıklığı açacak, ülkenin üstüne bir karabasan gibi çöken AKP'nin nicel gücünü kıracak olan tek umut MHP'nin AKP'ye kaptırdığı tabanını  kendisine çekerek yeniden güç kazanması. Desteğini yüzde 20-25'lere çıkarmış bir MHP, bütün siyaset matematiğinin tepeden tırnağa değişmesi demek çünkü.

Genel başkan adaylarının kim olduğu, kurtuluş umudunu MHP'deki değişime bağlamış olan kamuoyu açısından önem taşımıyor. Meral Akşener, Ümit Özdağ ve Sinan Oğan, üçü de değerli isimlerdir ve MHP genel başkanlığına yakışırlar. (Koray Aydın'ı ayrı tutuyoruz; kamuoyunun bu isme güveni yok).

Ancak, tabanın ve toplumun teveccühü açısından Meral Akşener'in bir adım önde gittiği görülüyor. Yıllar sonra ilk kez bir siyasetçi, gönüllü kitleleri miting alanına çekti. Bindirilmiş kıtalar değil bu insanlar. Devletin otobüsü, vapuru, kumanyası ile değil, kendi imkanlarıyla koşuyorlar.

Akşener'in kadın olması bir başka artı. Toplum, her şeyi berbat edip ülkeyi batma noktasına getiren erkek siyasetçilere karşı kadınlara bir şans vermek istiyor. Açık sözlü, cesur ve mücadeleci kadınlara güven duyuluyor; siyasette bu karakter yükseliyor.

Hem mütedeyyin Anadolu insanının, hem de kentlerdeki 'modern' Türk insanının tepki duymayacağı bir duruş ve kimliği var Akşener'in. Başörtülü yaşlı teyze ve genç kızlara da, bizim gibi kedi seven kentli bayanlara da dokunabiliyor. AKP iktidarında birbirinden uzaklaştırılmış bu iki kesimi Meral Hanım yeniden buluşturup kucaklaştırabilir gibi görünüyor.Halkın değişik kesimleriyle de teması ahenkli. Bu önemli niteliklere ek olarak devleti tanıyor ve siyaset tecrübesi var.

Peki her şey güllük gülistanlık mı? 

Toplumun ve MHP tabanının desteği ve de rüzgârı almış olmak başarı için yeterli mi? Siyaset deryasının kara deliklerinde yitip gitme tehlikesi hiç mi yok?

Meral Akşener veya üzerinde uzlaşma sağlanacak ikinci bir ismin MHP'nin direksiyonuna geçmesinden daha zor olan, ondan sonraki süreç.

Örneğin,  mevcut MHP yönetimine duyulan tepkinin analizi iyi yapıldı mı? 

İktidar pastasından uzun süredir pay alamayanların öfkesi mi, yoksa kurtuluşu adil ve demokratik bir düzende arayan idealistler mi?

Tepkinin ana karakteri, uzun süredir iktidar olamayışın getirdiği pasta "mağduriyeti" ise, pey akçesi dağıtmak için siyasetin bilinen çamurlu yollarına girilecek ve kısa sürede yozlaşma kaçınılmaz olacaktır.

Yok tepkinin ana karakteri, ülkeyi fabrika ayarlarına döndürmek isteyen bir idealizm ise, bu beklentiye yönelik politikalar uygulandığında; bu kez de "Kadrolar ihmal edildi, parti solcuların istilâsına uğradı" gibi homurdanmalar başlayacaktır.

MHP'de bugünlerde yaşananlar, biraz da " Kadro partisi "nden kitle partisine geçişin sancılarıdır ve MHP gibi " Törelerle " yönetilmeyi içselleştirmiş bir partide böyle bir süreç hiç de dikensiz gül bahçesi değildir.

Şu anda hedef, parti yönetimini Balgat kliğinden kurtarmak olduğu için yukarıda işaret edilen noktalar "orta vadeli" tehlikeler olarak bir müddet yok sayılabilir.

O zaman gelelim yakın, hem de çok yakın vadeli tehlikelere...

AKP'nin önümüzdeki aylarda başvuracağı strateji aşağı yukarı belli oldu.  

Recep Tayyip Erdoğan, ardından kovalamaya başlayan Zarraf davasının da etkisiyle "devlet başkanı" olmak için çok acele etmektedir. İktidar partisini bu hedefe kilitlemeyi siyaseten mantıklı bulmayanlar, Ahmet Davutoğlu ile birlikte süpürülmüştür. AKP'de Tayyip Erdoğan'ın isteklerine direnecek hiç bir dinamik yoktur. Hâl böyle olunca, Saray'da hazırlanan takvim 15 Haziran itibarıyla işlemeye başlayacak demektir.

Bu takvim uyarınca öncelikle Meclis'in 1 Temmuz'da tatil edilmeyip mesaiye devam etmesi sağlanacak, çeşitli yasama faaliyetleri görüntüsünün arkasında Anayasa değişikliğini referanduma götürmek için gerekli olan 14 adet milletvekili arayışına girilecektir. Daha açık deyişle, " Vekil pazarı " kurulacaktır. Bu vesileyle Türk siyasetinin sıcak yaz ortasında yeni " Fırıldak Kubi'lerle " tanışması olasıdır...

Bütün gayretlere rağmen On dört vekil şartının tamamlanamayacağı anlaşılırsa, Eylül-Ekim ayları gibi erken seçim kararı alınacak ve AKP'nin tek başına referandum sayısına ulaşması hedeflenecektir.Böyle bir seçimde rüşvetten teröre bütün kirli silahların cepheye sürüleceği unutulmamalıdır.

Peki, böyle kritik bir  seçime kadar MHP binasının anahtarı Devlet Bahçeli'nin elinden alınamazsa ne olacak?

Acaba Sayın Akşener, " Üst kurul delegemiz ne derse o olacak " derken, bu noktada barutunun biteceğini ve imza vermiş delegelerin "yuvaya" dönmeye başlayacağını mı ilan ediyor, yoksa kafasında bir B planı var mı?

Birinci seçeneğin kapısı "ölüme" açıldığına göre, B planı var diye tahmin ediyoruz...

Örneğin böyle bir durumda, yeni bir parti kurmak tercih edilmek istenmediğine, tercih edilse bile  yetişmeyeceğine göre bağımsız aday mı olunacak? Bunun için hazırlık var mı? Daha da önemlisi para var mı? 

Ortada bir para varsa bunun kaynağı da açıklanmak ve şaibelere meydan vermemek gerekiyor.


Netice itibarıyla MHP'nin seçime iki parça olarak gitmesi,  Devlet Bahçeli kadar olmasa da Meral Akşener'e de bir fatura çıkaracaktır.

Baraj altı kalmış bir MHP ile Meclis'te gurup kuracak sayıya ulaşamamış bir " Bağımsızlar " kümesine bir de kapatılmış HDP'yi eklediğimizde, AKP'nin değil referandum sayısı, anayasayı değiştirecek sayıya bile rahatça ulaşması kaçınılmazdır.

Böyle bir Tabloyu hiç bir mazeret örtemez...


Allah hepimizin yardımcısı olsun..


http://acikistihbarat.com/Haberler/10598-Haberler-Meral%20Ak%C5%9Fener%20Ne%20Yapabilir?%20-%20Fatma%20Sibel%20Y%C3%BCksek%20-%20A%C3%A7%C4%B1k%20%C4%B0stihbarat

****









17 Eylül 2016 Cumartesi

MHP’nin Üç Hali ve Gülen Örgütü






MHP’nin Üç Hali ve Gülen Örgütü


Devlet Bahçeli’nin 1997’de başkan olmasından sonra MHP, ülkücü gençliğe dayalı sokaktaki sert aktivizmden ziyade, siyaset sahnesindeki etkinliği ile ön plana çıkmaya başladı. “Merkez siyasete yakınlaştığı” şeklinde analiz edilen bu dönüşümle birlikte MHP, “yıkıcı” değil “yapıcı” etkileriyle kendinden söz ettirdi.
90’lardan geriye kalan kirli siyasete ait enkazın adeta süpürüldüğü 2002’de, MHP de Meclis dışına itildi. Yakın tarihin bu tecrübesi Bahçeli liderliğindeki MHP’yi kritik hatalar yapmama, siyaseten çok sivrilmeme ve “milli menfaatler siyaseti” diyebileceğimiz bir asgari alanda varlık gösterme stratejisine sevk etti. Çünkü 2002’den sonra Türkiye’nin içine girdiği yeni süreç siyaset kurumunu güçlendirdi. Bu dönemde CHP merkezden uzaklaşırken MHP merkeze daha da yaklaştı. Fakat AK Parti’nin geniş kesimleri içine alan toplumsal kuşatıcılığı, ne MHP’nin ne de benzeri ideoloji tabanlı siyasi partilerin iktidar ortağı olmasına imkan tanımadı.

Gülen Örgütü’nün Mağduru

Bugün MHP ya da başka bir parti hakkında konuşurken AK Parti’nin siyaset alanında kapladığı yeri, Türkiye sosyolojisinin AK Parti üzerinden nereye aktığını hesaba katmak ve bu çıktıyla birlikte diğer partilere bakmak durumundayız. Zira 2013’ten itibaren AK Parti ve Tayyip Erdoğan’ı hedef alan yeni bir siyaset mühendisliği sahnelenmeye başlandı. Adına “ Ağır Çekim Darbe ” ya da “ siyasi mühendislik ” ne dersek diyelim, bu girişimde CHP ve HDP gibi MHP’nin de katkısı vardır. “ Siyasetin siyaset dışı yollarla dizaynı ” şeklinde tanımlayabileceğimiz bu süreçte söz konusu siyasi partilerin her biri, yıkıcı etkilerini artırırken siyasi kabiliyetlerini kaybetti ve meşruiyet krizi yaşamaya başladı. 

MHP ve Bahçeli özelindeki vasat da tam olarak bu düzlemde ortaya çıktı.

MHP’yi analiz ederken üç evreden bahsedebiliriz. Bu üç evre arasındaki farkı belirginleştiren husus Bahçeli’nin Fethullah Gülen Örgütü’ne bakışıdır. 

    2011’de partisine yönelik kaset kumpasındaki tavrında belirginleşen ilk evrede Bahçeli, hiç düşünmeden “ Okyanus Ötesini ” işaret etmiş, dönemin CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’dan farklı olarak bu kumpasın Pensilvanya’da mukim Fethullah Gülen’in işi olduğunu açıklıkla ifade edebilmiştir. O dönem seçim kampanyasında Zaman gazetesine reklam dahi vermemiştir. 
   Ne var ki 17-25 Aralık’tan sonraki ikinci evrede partisini adeta paralel yapının hizmetine açan bir görüntü arz etmiştir.

Gülen Örgütü’nün Hizmetinde

   Bahçeli bu ikinci evrede, 2011’de partisine yönelik kaset kumpasını ve ardından söylediklerini adeta unutmuşçasına bugün Paralel Devlet Yapılanması olarak adlandırılan örgütün ürettiği tüm argümanları siyaset sahasında kullanmaktan çekinmedi. Hatta cumhurbaşkanlığı seçiminde Erdoğan’ın karşısına çıkartılacak “ Çatı Aday ” formülünü bizzat Bahçeli icat etti. Yine 2011’den farklı olarak 2014 seçim kampanyasında en çok ilanı Zaman gazetesine verdi. Bahçeli bu süreçte Erdoğan karşıtı cephenin temel aktörlerinden biri olarak hizmet verdi ve bu anlamda siyasetin yeni fay hattının oluşmasına büyük katkı sağladı.

   Devlet Bahçeli 7 Haziran seçimlerinde partisinin oyunu ve milletvekili sayısını yükseltti, yüzde 16,3 oy ve 80 milletvekiliyle Meclis’in kilit partisi oldu. Fakat “ Hayırcı Siyaset ” olarak ifade edilen tavrı dolayısıyla, Türkiye’nin 1 Kasım 2015’te “tekrar seçime” gitmesine neden oldu. Bu ara dönem aynı zamanda Bahçeli’nin Paralel Yapı ile arasına mesafe koymaya başladığı bir dönem olmuştur. 

   Bahçeli HDP’nin içinde bulunduğu bir hükümetin ortağı olmaya hayır diyerek siyaseten MHP’nin intiharının önüne geçmiştir. Bahçeli buna hayır demekle kalmamış, Meclis Başkanı seçiminde dahi partisini HDP ile aynı adaya oy veren bir konuma sokmak istememiştir. MHP’nin önündeki diğer seçenek AK Parti ile koalisyon ortağı olmaktı. Bahçeli bu yolu da kapatmış ve “ Hayırcı Tutumu ” sayesinde 7 Haziran akşamı söylediği gibi ülkeyi erken seçime götürmüştür.

Gülen Örgütü’nün Karşısında

Hayırda hayır vardır ” sözleriyle varılan 1 Kasım’dan sonra Bahçeli, parti içi iktidar kavgalarıyla uğraşmaya başladı. Bu üçüncü evrede “ Fethullah Gülen Hareketi ” ni açıkça Paralel Yapı olarak nitelendirmeye başlamış ve partisinin “okyanus ötesi” tarafından yürütülen bir operasyonla karşı karşıya olduğunu ifade etmiştir. 

Peki Bahçeli’ye bunları söyleten nedir?


2011’de partisine kaset kumpası yapıldığında işaret ettiği “okyanus ötesi” tehdidini neden 17-25 Aralık ile başlayan darbe sürecinde dile getirmekten imtina etmiştir?
İmtina etmek bir yana açıktan bu yapının amaç ve istekleri doğrultusunda hareket etmiştir. Bahçeli’nin 17-25 Aralık sürecinde, “Bizim Paralel’e teslim edecek ülkemiz yoktur” diyemeyip tehdit kendine yöneldiğinde, “Bizim Paralel’e teslim edecek partimiz yoktur” demesi söz konusu yapının MHP’yi hedef aldığı tezini ortadan kaldırır mı? Bahçeli’nin son dönemde parti içi muhalefete karşı geliştirdiği mezkur argüman pek çok çevrede bu soruların gündeme gelmesine sebep olmuştur.

Olağanüstü Kongre’nin Anlamı

Bahçeli’nin Meral Akşener’le ilgili tavrı aslında adaylığını açıklamadan önce belirginleşmişti.  Ayrıca Akşener’in Paralel Yapı’ya karşı zaafı olduğuna dair yorumlar da öteden beri yapılıyordu. “Akşener’in, pragmatik davrandığını zannettiği, lakin zararlı çıkanın kendisi olacağı” dost acı söyler kabilinden edilen laflardı.
Yargı ve emniyet bürokrasisindeki MHP’liler, 17-25 Aralık’tan itibaren Paralel Yapı ile mücadelede etkin rol oynamışken, Akşener’in Gülencileri kayırır pozisyon alması pragmatizmle dahi tevil edilebilir görünmüyor.
Akşener’in “Ekmeleddin İhsanoğlu Paralel proje ise baş paralel Bahçeli’dir” ya da  “Tutuklu polislerin haklarının iadesi MHP’nin seçim vaadiydi” gibi argümanlarla Bahçeli’yi sıkıştırması da son tahlilde kendisinin Paralel Yapı’ya müzahir duruş içinde olduğunu teyit etmektedir.

Akşener’in, MHP’yi merkez sağa açacağı, Ümit Özdağ ve Sinan Oğan’ın ise radikalleştireceği yorumları yapılmaktadır. Koray Aydın ise tüzük kongresi dahi yapılmadan Meral Akşener’le liderlik çekişmesine girerek gündeme gelmiş, bu da aslında söz konusu dört adayın Bahçeli karşısında güçlerini birleştiremeyeceği şeklinde yorumlanmıştır. Bu manzara bile tek başına MHP’de yaşanan depremin çok hasar vereceğini göstermektedir.

Bahçeli, AK Parti’nin anayasa önerisinin referanduma taşınmasına yeşil ışık yaktığı için mi parti içi muhalefet harekete geçti sorusu da önemli. PKK’nın yapamadığını MHP tabanına yaptırmak, Ülkücü gençleri sokağa döküp toplumsal gerilimi tırmandırmaya çalışmak da Paralel Yapı’nın MHP’ye yönelik ilgisinin arkasında aranabilir. 2013’ten beri Türkiye’de olan bitene bakınca, ikisi için de komplo teorisi diyemeyiz.

Ayrıca komplo teorisi diyerek tehlikeyi bertaraf etmiş olmuyoruz. Bilakis görüşü değersizleştirip olacak olana ön açıyoruz. Bahçeli’ye karşı çıkan muhalif isimlerin kimler tarafından desteklendiği de aslında bu işin akıbeti hakkında fikir veriyor. MHP’ nin başarısız bir grafik çizmiş olması elbette parti içinde sorgulanabilir bir şeydir. Ancak söz konusu muhalif isimlerin MHP için bir ümit vadettiklerini söyleyen de çıkmamıştır. Mahkemenin kayyum  kararı temyiz edilse bile, parti içindeki muhalefetin kongre talebi karşılanmadan MHP nispeten sakin bir limana demirleyemeyecektir.


http://kriterdergi.com/2016/05/mhpnin-uc-hali-ve-gulen-orgutu/


...