Arslan Bulut etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Arslan Bulut etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

26 Kasım 2017 Pazar

50 Senen Sonra AKP Nasıl Hatırlanacak?


50 Senen Sonra AKP Nasıl Hatırlanacak?

Arslan Bulut

Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, herkese durumu yeniden değerlendirmek için çok güzel bir bakış açısı sundu.
Soru şu: “50 yıl sonra nasıl hatırlanacağız?” 
Davutoğlu, “Ben hep, ‘10 yıl, 20 yıl 50 yıl sonra nasıl hatırlanacağız’ diye düşünüyorum. 50 yıl sonra geriye dönüp bakıldığında ne Gezi manipülasyonları ne de 17 Aralık’taki dolaylı darbe operasyonları akla gelecek. 50 yıl sonra iki şey akla gelecek. Birincisi, çözüm süreci. Kardeşliğimizin tekrar dirildiği, bu topraklarda fitne tohumları ekmek isteyenlere karşı Türkü, Kürdü, Arabı, Boşnağı ile her kesimden gelen vatandaşlarımızla omuz omuza verdiğimiz çözüm süreci. İkincisi de 200 yıldır ilk defa Osmanlı’dan Türkiye Cumhuriyeti’ne uzanan dönemde devletimizin borçlarının sıfırlanmış olması” dedi. 
Siyasi sözleri inceleyeceğim de Türkiye’nin bütün borçlarını ödediler mi gerçekten! 500 milyar dolar borç ne olacak peki? 

***
Kabul edelim ki bugün halkın büyük bir kısmının nasıl düşünmesi gerektiğini Tayyip Erdoğan ve arkadaşları belirliyor. Öyle ki vatandaş, “Soyuyorsa beni soyuyor, sana ne” diyebiliyor. Tabii bu durum, aklın ve mantığın tamamen devre dışı bırakıldığının açık bir göstergesi... Artık Tayyip Erdoğan’ın bilmem neresinin kılı olmak isteyenler de var, onu Allah’ın bütün sıfatlarına sahip bir kişi olarak gören milletvekilleri de... Geçenlerde arkadaşım, inşaat mühendisi Mustafa Can anlattı. Yolsuzluk operasyonları sırasında gözaltına alınıp serbest bırakılan bakan çocuklarından Abdullah Oğuz Bayraktar’ı küçüklüğünden beri tanıyormuş. Başlangıçta, AKP ile hiçbir ilgisi olmayan milliyetçi bir gençmiş. Mustafa Can, “Oğuz, baban AKP’den milletvekili ve Bakan ama sen böyle bir çocuk değildin. Bu değişimin sebebi nedir? Ne oldu da AKP’li oldun?” diye sormuş... 
Oğuz, “Ağabey, biz aslında Polat Alemdarcı idik... Kimseye boyun eğmeyen ve yaptıklarından dolayı kimseye hesap vermeyen bir adam... Tabii bu bir film kahramanıydı ama bizim özlemlerimizi yansıtıyordu. Gerçek hayatta ise Polat Alemdar’ın özelliklerini Tayyip Erdoğan’da bulduk. O da kimseye boyun eğmiyor ve kimseye hesap vermiyor. Babam da AKP’li olunca geçiş kolay oldu” diye cevap vermiş. 

Tabii bu içten sözler de gerçeğin sadece bir yüzünü yansıtıyor. 
Fakat “kimseye hesap vermemek” arzusu ilginç!
Hayrettin Karaman da 17 Aralık yolsuzluk operasyonunu değerlendirdiği yazısında, “hâkimleri kim denetleyecek?” diye soruyor, “kendileri mi?” diye bir daha soruyor ve “demokrasilerde son söz milletindir” diye hüküm veriyordu. 
Oysa hırsızlığın oylaması olmaz. Hırsızın hırsız olduğu yargı önünde delilleriyle ispatlanırsa, cezayı millet adına hâkimler verir. İslam hukukunda da böyledir. 
Yine önüne geleni öldüren bir film kahramanının kimseye hesap vermemesi özenilecek bir durum değildir. Tayyip Erdoğan’ın kimseye hesap vermemesi, hesap soran savcıları, polisleri görevden alması, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu ile oynaması, suçlu olmanın telâşı değil midir? 

***
AKP, 50 yıl sonra, milleti etnik kökenlerine göre bölen, “Türk Milleti” anlayışına savaş açarak, milletin adını ortadan kaldırmaya çalışan, engel olarak gördüğü TSK mensuplarını ve aydınları tasfiye etmek için, “devlet içindeki bir çete”nin işlediği Hrant Dink, Papaz Santoro ve misyoner cinayetlerini, onların üzerine yıkan, böylece milli orduya kumpas kuran, Müslüman Kardeşler örgütü ile işbirliği yaparak, Türkiye’yi komşuları ile karşı karşıya getiren ve iktidarı süresince, yandaşlarını zengin eden muhalifleri ezen ve halka devamlı yalan söyleyen bir iktidar olarak anılacaktır.


***

12 Kasım 2017 Pazar

Paralel Vatandaş!


Paralel Vatandaş!

Arslan Bulut

Herkes  “devletin çivisi çıktı”  görüşünde hemfikir. Öyle ki devlet içinde paralel devletlerden, örgütlerden, çetelerden söz ediliyor. Şikâyetçi konumda olan da Başbakan! 
Yine Başbakan’ın en yakın adamı,  “Cemaat, milli orduya, MİT’e ve AKP’ye kumpas kurdu” diyor. Genelkurmay Başkanı, kendi mensuplarına yönelik suç delilleri üretmekle başlatılan operasyon hakkında ancak yedi yıl sonra suç duyurusunda bulunuyor. 
Güneydoğu’da siyasi iktidarın “operasyon yapmayın” emrinin güvenlik güçlerince uygulanması sonucu, başka bir “paralel devlet” duruma hâkim oldu. 

***
Yolsuzluk operasyonunda bakan çocukları rüşvet paraları ile birlikte gözaltına alındı ama Başbakan, arama yapılan evde polis şefi evde tespih çekti ve lahmacun yedi diye yeri göğü inletiyor! Hepsi de AKP döneminde atanan polis müdürleri, şefleri darmadağın edildi. İktidar, savcıların başsavcılara ve adli kolluk görevi yapan polislerin, amirlerine bilgi vermesi şartını getiren, Anayasa, yasa ve evrensel hukuk ilkelerine aykırı bir yönetmelik değişikliği yaptı. Danıştay, yürütmeyi durdurdu. İktidar bu defa yönetmelik yerine yasada değişiklik yapmaya hazırlanıyor! 
Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu, yönetmeliğin Anayasa’ya aykırı olduğunu söyleyince, Başbakan, bunun Danıştay’a baskı yapmak ve Anayasa’yı çiğnemek olduğunu iddia etti. Kendisi Anayasa’ya aykırı yönetmelik çıkarıyor ama bunun dile getirilmesinin Anayasa’ya aykırı olduğunu söyleyebiliyor! 
İstanbul Emniyet Müdürlüğü, yolsuzluk operasyonu yapan savcının gözaltı talimatlarını yerine getirmedi. İktidar, paralel devlet dediği, emniyet ve yargıyı devrettiği cemaate operasyon yapacak ama HSYK, Yargıtay, İstanbul, Ankara ve İzmir’in hâkim-savcı kadrolarını değiştirmeden adım bile atamayacağını biliyor. Paralel devlet de kilitlendi, çünkü adli kolluk görevi yapan polis, fiilen “Ben hükümetin emirlerini yerine getiririm, savcıların emrini uygulamam” demiş oluyor. 

***
Bunlar iç politikada Türkiye’nin gündemi... Dış politikada, Suriye, Irak, Mısır, İran, Ermenistan ve Bulgaristan ile yeni meseleler çıktı. Yunanistan ayrı bir dert... 
Bütün bunlar yetmezmiş gibi, Suriye’nin Türkiye’yi “Teröristlere silah sağlıyor” diye resmen Birleşmiş Milletler’e şikâyet etmesinden hemen sonra Hatay’da İHH adlı yardım kuruluşuna ait füze dolu bir TIR yakalandı. Yakalayan polisler görevden alındı! CHP Hatay Milletvekili Mevlüt Dudu, “Adana’dan gelen savcı Özcan Şişman’ın ısrarına rağmen adli kolluk görevi yapan jandarma, TIR’ı aramayı başaramadı. Hatay Valisinin yazılı talimatı üzerine TIR aranmadı” dedi! İHH, Mavi Marmara operasyonunda da başroldeydi! 

***
Şimdi bütün bunlar, devletin sadece çivisinin çıkmadığını, yasama, yürütme, yargı gibi temel sistemlerinin sigortalarının attığını, yeni takılan sigortaların yükü kaldıramadığını, kabloların, prizlerin yanmaya başladığını, evin büyük bir yangın tehlikesi ile karşı karşıya olduğunu gösteriyor. Yeni İçişleri Bakanı Efkan Ala ise yargı sisteminin tamamen değiştirilmesi, jüri sisteminin getirilmesi ve “meslek dışı hâkimlik” modelinin uygulanmasını istedi!  
Yani, “Hukuk fakültesi okuyup, iki yıl staj yaptıktan sonra çeşitli kademelerden geçip, yüksek yargıya ve büyük şehirlerdeki görevlere atanan hâkim ve savcıların, paralel devlet adına hareket etmesini önleyemiyoruz, hâkimlik yetkisini vatandaşa verelim” demiş oluyor. 
Partizan duygular içinde bulunan vatandaşa nasıl güvenilecek? 
Zaten mesele, “paralel devlet” ten önce Coşkun Telciler’in son mesajında ifade ettiği gibi PKK ile müzakereleri savunan, Ermeni soykırımını tanımaya hazırlananlara ses çıkarmayan, Barzani ile gurur duyan, yolsuzlukları savunmak için mitinge kefen giyerek giden  “paralel vatandaş” tır!

***

31 Ekim 2017 Salı

Koltuklar Nasıl Temizlenecek

Koltuklar Nasıl Temizlenecek?



Arslan BULUT


​Zonguldak'ın Kilimli ilçesinde, "Koltuklar kirlenmesin" diye otobüste ayakta seyahat ederek gündeme gelen maden işçileri, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan tarafından 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı kapsamında verilecek resepsiyona davet edildi. Anadolu Ajansı, konuyla ilgili haberi, "Örnek vatandaşların Cumhuriyet Resepsiyonu'na davet edilmesi" başlığıyla servise koydu.
Haberde "Resepsiyona davet edilen 'hayat hikâyeleriyle topluma örnek vatandaşlar' arasında, Zonguldak'ta otobüs boş olmasına rağmen yaklaşık 6 kilometrelik yolda 'koltuklar kirlenmesin' düşüncesiyle ayakta seyahat eden işçiler Gökhan Onur, Musa Uğur, Sabahattin Akkoç, Ali Aktaş, Turgay İnam ve Koray Karabacak da yer alıyor." bilgisi verildi.

*

"Koltuklar kirlenmesin diye" düşünen maden işçileri, ister istemez akla, "Peki, devlet kadrolarında oturdukları koltukları kirletenler ne olacak?" sorusunu getiriyor!

Bazı belediye başkanları istifaya zorlanıyor. Koltukları kirlettikleri için mi? Koltukları sadece onlar kirletmişse, geride kalanlar tertemiz ise mesele yok! Fakat uygulanan kadrolaşma, yandaşları ihalelerle zengin etme, alınan komisyonlarla oluşturulan havuzlarda biriken 200 milyar dolar civarındaki parayı, Katar, Singapur ve Malezya bankalarına yatırma, sonra da bu paralarla, Türkiye'nin mal varlığını satın alma gibi kirli işlere ne demeli?

*

Türkiye'de 20-25 yıldır, devlet kadrolarına çalınmış soruları ezberleyenler girdi. Askeri okullara 1996 yılından itibaren hakkıyla giren olmadı! Poliste durum daha farklı değil. Hâkim-savcılar da temizlemekle bitmiyor. Türkiye'de devlet koltuklarının yarısından fazlası, bu şekilde kirletilmiş durumdadır. Geride kalan koltuklara da parti yandaşları yerleştirildi. Yazılı sınavda 90-100 puan alanlar sözlüde elendi, yerlerine 70'in altında kalanlar yerleştirildi?

Kısacası, ülkede kirlenmemiş koltuk kalmadı. Şimdi, birkaç maden işçisi, koltuklar kirlenmesin diye otobüs koltuğuna oturmadığı için örnek vatandaş ilan edilerek resepsiyona davet edilince, devlet koltukları temizlenmiş mi olacak?

Şimdi de IŞİD'le tehdit ediyorlar!

BBC'nin haberine göre ABD merkezli düşünce kuruluşu Soufan Center'ın hazırladığı "Halifeliğin Ötesi: Yabancı Savaşçılar ve Geri Dönenlerin Yarattığı Tehdit" adlı raporda "IŞİD'in en az 5 bin 600 yabancı savaşçısı Suriye ve Irak'tan ülkelerine döndü. Bu kişiler arasında Türkiye'ye dönen yaklaşık 900 kişi de var ve Türkiye bu kategoride ilk sırada yer alıyor." açıklaması yapıldı.

Raporda, Türkiye'ye dönen 7 bin 240 kişinin IŞİD veya El Kaide üyeliği şüphesiyle gözaltına alındığı ya da tutuklandığı da belirtildi.

IŞİD'li 900 Türkiye vatandaşının da herhangi bir engele takılmadan geri döndüğü hesaplanmış. Verinin kaynağı ise Türkiye Dışişleri Bakanlığı...

Rapor, IŞİD'in toprak kaybetmesine rağmen örgütün lider kadrosunun ülkelerine dönen savaşçıları uzun süreler kullanabileceği uyarısında bulunuyor!

*

IŞİD, öyle bir örgüt ki bir taraftan dünyanın dört bir köşesinden topladığı teröre eğilimli Müslüman gençleri Suriye'ye toplayıp ABD'ye veya bölge ülkelerine imha ettirdi, diğer taraftan Suriye'yi parçaladı, Irak'ın parçalanmasına ve işgal ettiği yerleri adım adım PKK'ya bırakarak, Erbil'den Akdeniz'e koridor açma projesine hizmet etti.

2015 yılında Time dergisinde yayınlanan ABD merkezli Airwars adlı kuruluşun raporuna göre ABD öncülüğündeki koalisyon güçlerinin Irak ve Suriye'de bir yıl içinde düzenlediği 5800 hava saldırısında 15 binden fazla IŞİD militanı öldürüldü.
Toplamda kaç bin kişi öldürüldü henüz belli değil...

*

ABD ve İngiltere, IŞİD'e yol vererek İslâm dinini öcüleştirme projelerinde de kullandı.

Şimdi de "IŞİD militanlarını, Türkiye'de Türkiye'ye karşı kullanırız" mesajı veriyorlar herhalde!

__._,_.___

Posted by: Tamer Olgun <htamerolgun@gmail.com>

Yılmaz ARSLAN
y.arslan57@gmail.com

***

İYİ Parti'nin Adalet Anlayışı...

İYİ Parti'nin Adalet Anlayışı...

Arslan BULUT:

​Meral Akşener'in önderliğinde kurulan İYİ Parti'nin "İYİ" adının yazılışı, Osmanlı Devleti'ni kuran Kayı boyunun sembolü ile hemen hemen aynı. Kayı boyu, dünya stratejisi uygulamış, bu sayede coğrafyayı bütünleştirmiş ve 600 yıl yaşayan ulu bir çınar ağacı dikmişti. Türkiye Cumhuriyeti de o büyük çınarın filizidir.
Şimdi isteriz ki Akşener ve arkadaşlarının diktiği parti fidanı da bütün dünyayı etkisine alacak büyük stratejilerin merkezi olsun. Tabii ki pergelin sivri ucu Ankara'da ve Türk Milleti'nin elinde olmak kaydıyla...

İYİ Parti'nin programını inceledim. Daha önce "Tüzük taslağı" olduğu iddiasıyla basına kimlerin servis ettiği meçhul bir metinde yer alan "medeniyet üst kimliği" gibi Türk kimliğinin yerine yeni bir kimlik arayan garip yaklaşımlar, açıklanan programda yok.

*

Meral Hanım, kuruluş toplantısında, sadece siyasilere değil herkese rehber olacak bir anlayış yansıttı.

"Buradan 80 milyonla, aziz milletimle, zamanın üstünde kalmış bir 'dersi' paylaşmak istiyorum...

Büyük müjde gerçeklemiş, Müslümanlar Mekke'yi fethetmişlerdir.

Efendimizin amcası, Hz. Abbas ve damadı Hz. Ali, en büyük prestij olan Kâbe'nin sorumluluğunun kendilerine verilmesini, Hz. Peygamber'den talep ediyor.

Efendimiz ise 'O işi Talha Ailesi yapıyor' diyor.

Hz. Abbas'ın 'Ama onlar Müslüman değiller ki...' şeklinde hatırlatmasına,

Efendimizin, kendi damadına ve amcasına cevabı;

'Ama onlar bu işi iyi yapıyorlar' şeklinde olmuştur...

Makam mevki aile efradına değil, Talha ailesine kalıyor.

Davaları, İslam'dan kutsal olanlar, rehberleri ve reisleri, Peygamber'den güçlü olanlar, menfaatleri dururken, hakkaniyeti nasıl kavrasın...

Efendimizin bu cevabı, evrensel ders niteliğinde değil midir?

Bu nedenle, saygın ilahiyatçıların vurguladığı 'Devletin dini adalettir' sözünü kıymetli buluyoruz."

Biz de yıllardan beri, "adalet kendini bile kayırmamaktır" derken işte böyle bir adaleti esas aldık ama uygulayana rastlayamadık. Dileriz, Meral Hanım ve arkadaşları bunu başarır.

*

Yoksa Türkiye'de siyaset yıllardır katır sırtında gidiyor!

"Katır sırtı"nı biraz açayım. Trabzon basınının önde gelen isimlerinden Kuzey Ekspres Gazetesi sahibi Hasan Kurt, Güneydoğu gezisi yaptı, dağ, taş gezdi ve izlenimlerini yazdı:

"Habur 2 köprüsünün yakınlarında birkaç yerde yol kenarında katır sürüsü gördüm. Katırların çevresinde insan yoktu.

Katır'ın farklı özellikleri vardır. Bir Arap arkadaşım, 'çölde deve sürülerinin önünde katır gider. Katırın gazı deveye hayat verir, deveyi yürütür' demişti.

Şırnak'ta, katırın doğal navigasyon özelliği taşıdığını öğrendim.

Şırnak ve sınır bölgelerinde kaçakçılık için katır kullanıldığını herkes bilir.

Bölgede katır sürüsü insansız bir şekilde 30-40 km. belki de daha uzun mesafeye gidiyor...

Sabah Türk tarafındaki bir köyde katırlar yedirilip, içiriliyor ve semersiz olarak yolcu ediliyor.

Katırlar, akşama doğru karşı tarafta gitmeleri gereken yere ulaşıyor.

Kuzey Irak'ta, ertesi gün katırlar tekrar yedirilip içiriliyor ve akaryakıt, sigara vs. yüklenerek Türk tarafına gönderiliyor.

Sınırda katır sürüsü yakalanırsa taşıdığı yüke el konuluyor. Katırları kimse sahiplenmediği için de kaçakçılığı yapanlar yakalanamıyor.

Yol kenarlarında birkaç yerde sahipsiz katır sürüsü gördüğüm için anlatılanlar bana mantıklı geldi!"

Türkiye, uzun yıllardır, böyle yönetiliyor! Yük birilerinin omuzunda ama yükleyen ortada yok! Yükleniciler hep kandırılıyor! Türk Milleti, artık kendi kendini yönetebilmelidir.


İYİ Parti bunu sağlayabilmelidir.


***

25 Ekim 2017 Çarşamba

Hangi Mileetin İradesi?

Hangi Mileetin İradesi?

Arslan Bulut

Milli Savunma Bakanı İsmet Yılmaz, “Sivas Kongresi’nden beri biliyoruz ki milli iradeyi hâkim kılmak esastır. Bugün de milli iradeye tuzak kurmak isteyenler var. Onlara, ’bu ülkenin tapusu da, bu ülkenin sahibi de millettir ve milletin iradesidir’demek lazım” dedi. 
AKP’nin bir bakanı için ülkenin tapusunun millete ait olduğunu hatırlamak önemli bir gelişme! Hani, ülkenin stratejik kuruluşlarının ve tarım arazilerinin satılmasına karşı yapılan eleştiriler üzerine AKP’li Maliye Bakanı “Babalar gibi satarım” diyordu ya… Tayyip Erdoğan da “ülkemi pazarlıyorum” diye konuşuyordu. 
İstanbul’da her yıl Tayyip Erdoğan başkanlığında toplanan ve dünyanın en güçlü şirketlerinin başkanlarından oluşan “Yatırım Danışma Konseyi”, o yıl Türkiye pastasından hangi dilimi alacaklarını konuşuyor ve alınan kararlar uygulanıyordu. Sonunda Maliye Bakanı Kemal Unakıtan, “Sata sata bitiremedik” lafını bile kullanmıştı! 
AKP’nin çıkardığı yasaların çoğunluğu küresel sermayenin önündeki engelleri kaldırmak içindi! Bunun için Yatırım Danışma Konseyi toplantılarında küresel şirket yöneticileri, taleplerini Başbakan Tayyip Erdoğan’a bildiriyor, o da bu taleplerin kısa zamanda yasalaşmasını sağlıyordu.. Zaten IMF ve Dünya Bankası uzmanları ile çıkarılacak yasaları görüştüklerini ve anlaşmaya vardıklarını da Tayyip Erdoğan resmen açıklamıştı. 
Kaldı ki AKP sadece ekonomik değerleri satmakla kalmamış, Türk milliyetçiliğini de ayaklar altına aldığını Başbakan’ın ağzından ilan etmiştir. Yine Türk adını her resmi belgeden silmek AKP’nin işi değil midir? 
Milletin adının bizzat Başbakan tarafından silinmek istendiği yerde hangi milletin iradesinden söz ediyor AKP sözcüleri? İbrahim milletinden mi? Türkiye milletinden mi? Böyle millet mi olur; böyle bir topluluğun iradesi mi olur? 

***
Onur Öymen, son günlerde yaşanan hukuk skandallarını hatırlattıktan sonra yakın tarihten bir örnek veriyor: 
“1933 yılının sonlarında Hitler’in Nazi Partisi’nin milis gücü konumundaki S.A.’lar polisin ve yargının denetiminden çıkartıldı, Prusya Adalet Bakanı suç işleyen S.A. mensuplarıyla ilgili soruşturmaları durdurdu. Daha önce mahkûm edilen S.A. üyelerinin affını sağladı. Disiplinsizlik suçları yargıda değil, örgüt içinde çözülecekti. Ayrıca, 10 Şubat 1934 tarihinde bir yasa çıkartılarak gizli polis örgütü Gestapo da yargı denetiminin dışına çıkartıldı.
1936 yılında Adalet Bakanı Hans Frank ‘Hâkimin görevi kurallara veya uluslararası normlara uymak değildir… Hâkimin görevi Nazi Partisi’nin programına ve liderin konuşmalarına göre hukuk kaynaklarını yorumlamaktır’ diyordu.”
Bugünkü Türkiye’de ise hâkim ve savcıların görevinin, AKP liderinin emir ve talimatlarını uygulamak olduğu sanılıyor.

***
Bu gidişin sonunun ne olacağını ise Hak ve Eşitlik Partisi Genel Başkanı Osman Pamukoğlu söylüyor:
“Artık seni kimse kurtaramaz. Abbas topla bohçanı, yolun sonu göründü. Oyun bitince şah da, piyon da aynı kutuya konur. Bu memlekette hükümet edenin ve hükümet ettiğini sananların halleri, suda ve bataklıkta boğulmak üzere olanların aynısı.. Suya düşen panik halinde çırpınmasa, bataklığa saplanan, hezeyanla debelenmese, ne suyun ne de bataklığın dibini boylarlar. Sonunda hesap günü de gelecek ve daha o gün gelmeden yanında ne kadar siyasetçi, ne kadar bürokrat, ne kadar iş adamı, ne kadar besleme basın varsa, hepsi arazi olacak…” 
“Bana arkadaşını söyle sana kim olduğunu söyleyeyim” demiş Cervantes... Tayyip Bey’in sadece basındaki arkadaşlarına bakarsak kim olduğu ortaya çıkıyor! Yasin El Kadı, Sami Offer gibi iş dünyasındaki arkadaşlarının avukatlığını da bizzat kendisi yapmak zorunda kalıyor. 


***


31 Ocak 2017 Salı

Vatan Toprakları Satışta kimsede çıt yok!



Vatan Toprakları Satışta kimsede çıt yok!


Cihan Dura
23.08.2004/Sayı:6


“Vatanın her karış toprağı vatandaşın kanıyla ıslanmadıkça terk edilemez.”
M. K. Atatürk

Yabancının arazi ve emlak edinmesi salt bir mülkiyet sorunu gibi değerlendirilemez. Toprak devletin vazgeçilmesi olanaksız temel unsuru, egemenlik ve bağımsızlık simgesidir. 

Anayasa Mahkemesi

Türkiye’de birbiri ardınca Avrupa Birliği (AB) müktesebatına uyum yasaları çıkarıldı. IMF ve Dünya Bankası’nı, dolayısiyle ABD’yi memnun etmek için sürekli mevzuat değişiklikleri yapıldı. Bütün bu yasalar, Batı karşısındaki her girişim gibi büyük bir telaş ve aceleyle, getirisi götürüsü hesaplanmadan yangından mal kaçırır gibi çıkarıldı. Oysa bakın, hem de AB’nin kurucularından biri olan Jean Monnet ne demiş: Asla zaman baskısı altında karar almayın. 

Bu sağgörüsüzlüğün (basiretsizliğin) olumsuz sonuçları şu alanlarda kendini gösterdi: Etnik hareketler, Kürt bölücülüğü, misyonerlik, Patrik sorunu, yabancı vakıflar, MGK ve ulusal güvenlik, yabancılara toprak satışı.

Yabancılara satılan mülk sayıları



Yazımın konusu, bunlardan belki de en tehlikelisi olan “yabancılara toprak satışı.”

Evet Vatan topraklarımız, halkımızın, aydınımızın, askerimizin gözleri önünde parsel parsel satılıyor. Bu yürekler acısı hâlimizi, daha önce “Aylık Atatürkçü Dergi” Yeniden Müdafaai Hukuk [S. 69, Haziran 2004] dergisinde de dile getirmiş; Türkiye’nin tapusunun nasıl yabancıların eline geçmekte olduğuna dair somut örnekler vermiş, şunları yazmıştım: “Biz ‘Ordumuz sınırlarda Vatanımızı koruyor’ diye avunalım. Gerçekte, Türkiye içerden ele geçiriliyor. Türk Vatanı Dolar ve Euro karşılığında yabancılara satılıyor: İngiliz, Amerikan, Alman, Fransız ya da bu uyruklarda görünen Ermeni, Rum, Yahudi kökenli yabancılar, Türkiye’nin dört bir yanında ev ve arazi satın almakta.

Peki, nasıl oluyor bu? Yabancılara Türkiye’de toprak edinme hakkı tanıyan uyum yasaları sayesinde! Kimin zamanında çıkarıldı bu yasalar? Bülent Ecevit, Devlet Bahçeli, Mesut Yılmaz (DSP-MHP-ANAP) koalisyon hükümetleri ile Abdullah Gül ve Tayyip Erdoğan (A.K.P.) hükümetleri zamanında... Başlıcaları şunlar: 4 Ocak 2002 tarihli Kamu İhale Kanunu, 9 Ocak 2002 tarihli Endüstri Bölgeleri Kanunu, 27 Şubat 2003 tarihli Yabancıların Çalışma İzinleri Hakkında Kanun, 5 Haziran 2003 tarihli Doğrudan Yabancı Yatırımlar Kanunu…

Adı geçen yasalarla -80 yıllık uygulama değiştirilerek- Dolar ve Euro zenginlerine 30 hektara (300 dönüme) kadar toprak alma hakkı tanındı. Daha fazlası Bakanlar Kurulu kararına bağlandı (Osmanlı da çöküşünden yarım yüzyıl önce, 1867’de, hemen hemen aynı mahiyette bir yasa çıkarmıştı).
En son 3 Temmuz 2003’de kabul edilen, 19 Temmuz 2003 tarih ve 4916 sayılı yasa ile Hazine arazilerinin yabancılara da satılmasına olanak tanındı. Artık denebilir ki yabancılara mülk satışı sınırsız olarak serbest bırakıldı. Oysa para silahtır! Türkiye’nin düşmanlarına gün doğdu: Silahlı kuvvete ne hacet, bastır parayı, al toprağı! Maden şirketleri yoluyla elden çıkanlar dahil, yabancı mülkiyetine geçen toprakların 100.000 kilometrekareyi bulduğu ileri sürülüyor. Türk Vatanı’nın yüzde 13’ü!

Bu yazım da önceki gibi belgesel gözleme dayanıyor. Çeşitli kaynaklardan, yararlandığım yazarlar şunlar: Emin Değer, Süleyman Çelebioğlu, Süleyman Özışık, Baki Özışık, Hakan Işık, Kemal Özalp, Arslan Bulut.


ABD ve İsrail Doğu Anadolu’da

Sağlam kanıtlar gösteriyor ki İsrail ve ABD’nin gözü Doğu Anadolumuzda. Karanlık emelleri için, Barzani-Talabani ikilisini de yanlarına alarak, birlikte hareket ediyorlar.

a) İsrail Güneydoğu Anadolu’da, 

Urfa’da, 450 bin dönüm arazi satın aldı. GAP ve Ceylanpınar’da çok büyük araziler kiraladılar, toprak da satın aldılar.

İsrail Tevrat’taki “Sana miras olarak Kuzey’deki akar ırmağını ve çevresini bıraktım” ayetinin gereğini yapıyor olmalı. Bu toprakları ele geçirerek bölgedeki yer altı ve yer üstü kaynaklarına sahip olacak, Amerika’yla birlikte.
Olmaz ya -olduğu varsayılsa bile- birilerinin özgürlük sevdası kursaklarında kalacaktır. İsrail’in, Filistin’i nasıl eziyorsa, Güneydoğu’da yapacağı da aynı olacaktır. Lozan Batının emelleri önünde büyük bir engeldi. Ne yazık ki Avrupa Birliği’ne yamanma sevdasına o kaleyi kendi ellerimizle yıktık.
Bazı aydınlarımız GAP ve İsrail ilişkisini şöyle değerlendirmekte: İsrail tarım teknolojisi açısından büyük atılımlar yapmıştır. Örneğin Türkiye kendi domates tohumunu üretemiyor, İsrail’den ithal ediyor. Bunun da ötesinde İsrail, tarım teknolojisinde çok ciddi bir birikime, dolayısiyle üstünlüğe sahip. Böyle olunca da GAP bir milli bir proje olmaktan çıkarak, ‘İsrail’in arz-ı mev’udu’ olarak görünüyor. Gözleri hep oraya dikili… Sürekli olarak, çok önemli miktarlarda toprak kapatıyorlar. Bu yalnızca GAP bölgesiyle de sınırlı değil. Eğer siviliyle askeriyle bu gaflet uykularından uyanmazsak, çok değil, on yıl sonra kitaplar o bölgede İsrail yerleşimlerini ve kolonizasyonunu yazabilir. Çünkü en basit bir araştırma bile şu gerçeği ortaya koymakta: İsrail Türkiye’de çok ciddi miktarlarda toprak satın alıyor, birtakım aracılarla!

Sızma GAP’la sınırlı değil, Batı Anadolu’da da durum aynı. Hepsi de bir tek, tarıma elverişli topraklar... İsrailliler sadece Ulukışla’da 6000 dönüm kiraz bahçesi oluşturmuş durumda.

b) İsrail ve ABD Kuzeydoğu Anadolumuzda da faaliyet hâlinde.

Örneğin Kars… Bu ilimizde çok ilginç ve anlamlı, o kadar da korkunç olaylar yaşanıyor. Internethaber’de Süleyman Özışık olup biteni şöyle anlatıyor: Kars’ın başta Digor olmak üzere bazı ilçelerinin sınır köyleri, yabancı ziyaretçiden geçilmiyor. Köylere gelen, Amerikalı ya da İsrailli oldukları söylenen bu yabancılar; ellerindeki tomar tomar paraları, sadece bir imza karşılığında tarla sahibi köylülere dağıtıp gidiyorlar. Cahil ve perişan, parayı gören koşuyor. Bir kağıda imza atma karşılığında -görünüşe göre- havadan 3-7 milyar TL kazanmış oluyorlar. Yabancıların istedikleri ise şundan ibaret: “Tarlanızı her yıl mutlaka ekip biçeceksiniz. Ekip biçmeyenlere para vermeyeceğiz. Siz bunları yapın, paranızı bizden isteyin.” Bu şekilde para alan köylülerin sayısının 3 bin civarında olduğu, sayının her geçen gün arttığı belirtiliyor.

Acaba bu yabancılar hazır bir maddî karşılık istemeden, neden böyle yüklü ödemeler yapıyorlar? Sorunun yanıtını, yabancıların teklifine, “Ne olur, ne olmaz” diyerek yanaşmayan köylülerden öğreniyoruz. Anlattıkları korkunç: Avukatlara danıştık. Altına imza atılan sözleşmede yazılan şeyler, ileride toprağımızın elimizden alınmasına neden olacak. Köylerde bazı evlerin ne tapuları, ne de ruhsatları var. Tarlaların ise, ikisi de yok. Yabancıların imzalattığı sözleşmede, toprakların kendilerine ait olduğu, para alan köylülerin ise işçi olarak çalıştırıldığı yazıyor. Uygun zamanı gelince ortaya çıkacaklar ve “Bu topraklar bizimdi zaten. Bakın, bu toprakları biz işliyorduk. İşçilere para vererek kendi toprağımızı ekip biçiyorduk” diyerek Türkiye’de toprak sahibi olacaklar.
Bir not daha: Arazi satışında Kars, yüzde 15.4’lük oranla ilk sıralarda yer alıyor.

c) Gürcistan Ahıska sınırında bulunan Posof Türközü sınır kapısı, 

Gürcistan sınırında Çıldır Aktaş sınır kapısı, Nahçıvan ve İran sınırında Iğdır Dilucu sınır kapısı ve özellikle, Ermenistan sınırında bulunan Kars Akyaka sınır kapısı civarında incelemeler yapan Baki Özışık’ın elde ettiği bilgiler, yukardakileri de gölgede bırakacak nitelikte: Sayılan bölgelerde toprakların neredeyse yüzde 20’si yabancılara satılmış! Akyaka’da ise bu oran, yüzde 30’a yaklaşıyor. Sınıra yakın olan ev, arazi ve tarlaların neredeyse tamamı artık yabancı ellerde: Akyaka’nın yüzde 30’u, gayrı resmi olarak şu anda Ermeni toprağı!... Atalarımız boşuna dememiş : Su uyur, düşman uyumaz. Tabii biz de uyuruz, aydınımızla, politikacımızla, yöneticimizle…

Ermenilerin Akyaka’da toprak almaya başladığı tarih de ilgi çekici. Alımlar Kars’ta kurulan Türk-Ermeni İşadamları Derneği’nin faaliyete başlamasından hemen sonra âdeta bir patlamayla başlamış. Zaten bu dernek de sınır kapılarının pazarlıksız açılmasını istiyor.

Doç. Dr. Alaeddin Yalçınkaya’nın (Sakarya Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü) yorumu düşündürücü ve ufuk açıcı: Olup bitenler “Kafkaslarla ilgili çok yönlü global ve emperyalist oyunun ve projelerin bir parçası… Bu oyun Kuzey Kafkaslardan Kuban Nehri kıyılarından başlayarak bütün Kafkaslar dahil olmak üzere Basra Körfezi’ne kadar uzanır ve bizim Doğu ve Güney Doğu’yu da içine alır. Bu tür haberleri komploculukla geçiştirenler körler ya da kiralanmış kişilerdir.”

d) İsrail ve ABD benzer bir planı Irak’ın kuzeyinde de yürütüyor.

Irak’ta faaliyet gösteren Kürdistan Kredi Bankası Irak’ın kuzeyindeki Türklerin ev ve topraklarını satın almaları için Kürtlere beş yıl vadeyle faizsiz kredi veriyor. ‘Türkmen Eli’ teşkilatının Kafkasya temsilcisi Metin Arslanlı’ya göre Türklerin taşınmazlarını satın almak için kredi açan bu banka, İsrail’de faaliyette bulunan dört şirket tarafından desteklenmektedir. Musul, Kerkük, Erbil, Dohuk, Bakuba, Felluce, Selahattin ve Süleymaniye’deki toprakları, Kürtler aracılığıyla, ABD’liler ve Yahudiler satın almaktadır.

e) Rockefeller Vakfı da Türkiye’nin pilot bölgelerinde 

Türk gençlerine Osmanlı dönemi azınlık tapularının araştırmasını yaptırmış. Araştırma sırasında, gençlerin elde ettiği belge ve kayıtlara el konulması bir istihbarat çalışmasını andırmaktadır. İstihbarat denilen şey de yüzde 90 oranında açık kaynaklardan elde edilmiyor mu? Amerika’daki eski Osmanlı azınlıklarının torunları, ABD mahkemelerinde davalarını açmaya başlamış bile. Amerikan sigorta şirketleri bu davaları şimdiden sigorta etmiş. Hedefleri, Türkiye’den topluca toprak veya tazminat talep etmek.
Şu notları da düşmekte yarar var:

-AB’ye uyum yasaları Türk Milleti’nin sadece dilini ve kültürünü yok etmek için değil, doğrudan toprağını ve ekmeğini elinden almak için hazırlanmış ve kabul edilmiş yasalardır.
-Dünya Kiliseler Birliği’nin geliştirdiği bir proje, sadece İstanbul’da değil, Anadolu’nun her köşesinde, azınlıklar tarafından kurtarılmış bölgeler oluşturulmasını öngörüyor.
Yunan, İngiliz, Alman diğer bölgelerimizde

a) Karadeniz’de Yunan: Yunanistan epeydir Karadeniz’le ilgileniyor. Fener Rum Patriği Kastamonu’da… Eski Rum evlerini ziyaret ediyor. Belediye Başkanı ve Valinin şeref konuğu (!) oluyor. Hedef Rumların, Ermenilerin geçmişte oturdukları topraklara sahip çıkma davasını gündeme taşımak.
b) Akdeniz’de İngiliz ve Alman: Fethiye (Muğla) İngilizlerin işgali altında. Bir kültür erozyonuna uğratılmış olan insanlarımızın açgözlülüğü, para hırsı inanılmaz boyutlarda. Son iki yıldır inanılmaz bir yapılaşma var. Her yer bina… “Villa” yapıp İngiliz’e satmak burada en kârlı iş sayılıyor.
İngilizlere satılan ev ve arsa sayısı 3 bini buluyor. Şehirde yaşayan yabancı, özellikle İngiliz sayısı her geçen gün artıyor. Öyle ki Türkler nerdeyse azınlıkta kalıyor.

Düşündürücü bir nokta ise şu: “Fethiye’ye gelen ailelerin çoğu 50-60 arasında yaşlı denebilecek kimseler. Bunlar burada bir evi en az 100.000 - 150.000 dolara alıyorlar. Ancak bu kimselerin hayatları boyunca kazanabilecekleri para, bunun belki yarısı eder. Öyleyse bu insanların arkasında kimler var? Bu muazzam ödemeleri kim finanse ediyor?”
İngilizler Didim’de de dört bin ev satın aldı.
Alanya’da ev sahibi Alman sayısı 7 bini geçmiş durumda.
İtalyanlar Niğde-Sazala köyü yöresinde bodur elma bahçesi yetiştiriyor.
(Burada birilerini uyarmam gerekiyor: Parafesörlerimiz, haydi iş başına. Amerikan kitaplarını yalan yanlış tercümeyle profesörlük olmaz. Alana çıkın, şu olup biten açıklayın, aldığınız paraları hak edin biraz!)

Toprak işgalinin bilançosu

a) 27 Mayıs 2004 tarihi itibari ile yabancıların eline geçen topraklarımızın toplam büyüklüğü 323.737.215 metrekare. Yabancı işgaline terk edilen Mülklerin, Sayı olarak dökümü Tablo 1’de görülebilir.

Bu tabloda görülen şu: Yabancılar en çok İstanbul ve Antalya’da mülk Satın alıyorlar. Onları sırasıyla Bursa, İzmir, Muğla, Aydın, Mersin, Gaziantep, Balıkesir… gibi iller izliyor.

b) Kars’ta incelemeler yapan Baki Özışık, Türk topraklarının nasıl satıldığını gösteren belgelere ulaşmış. Özışık’ın Tapu Kadastro eski genel müdür yardımcısı Orhan Azkaya’dan elde ettiği bilgiler Türk topraklarının karış karış satılmakta olduğunu ortaya koyuyor. Azkaya’nın verdiği bilgilerden, satışlarda adeta patlama yaşandığı anlaşılıyor. İşte yasa çıktıktan sonraki bir yıl içinde yabancıların -arazi ve emlak olarak- satın aldığı toprak miktarları (Bkz. Tablo 2) :
Tablodan anlaşılıyor ki yaklaşık olarak 150 bin yabancı, 1 milyon dekara yakın toprak satın almıştır. Türkiye’de en çok toprak satın alanlar Fransızlar, Suriyeliler, İsrailliler ve Amerikalılardır. Neden bunlar? Her birinin ayrı bir anlamı yok mu? Her biri ayrı ayrı araştırılmaya değmiyor mu? Aydınlarımızın, “parafesör” olmayan profesörlerimizin -tatil rehavetinden sıyrılarak- hemen çalışmaya başlamaları gerekir.

İşin asıl ürkütücü yönü Tablo’daki rakamların devede kulak olması! Çünkü bu işgaller bir yıllık satışların sonucudur. Arazi satışları tüm hızıyla devam ettiğinden, şu andaki miktarlar bu rakamların kat kat üzerindedir.

Sonuç yerine

a) Deniyor ki “ Devletlerarası hukukta yeri olan karşılıklılık (mütekabiliyet, reciprocity) ilkesine göre, örneğin Amerikan yurttaşı olmayan bir Türk Amerika’da gayrimenkul sahibi olabiliyorsa, bir Amerikan yurttaşına aynı olanağı Türkiye’de de sağlamak gerekir. Eğer bu olanak İsrail, Almanya ve Yunanistan yurttaşlarına sağlanmışsa, aynı olanağın Türk yurttaşlarına, İsrail, Almanya ve Yunanistan’da da sağlanmış olması lazımdır.”
Karşılıklılık ilkesi bu şekliyle ekonomik ve politik olmak üzere iki açıdan Türkiye gibi ülkelerin son derece aleyhinedir.

-Karşılıklılık ilkesi ekonomik açıdan yoksul ülkelerin, dolayısiyle Türkiye’nin aleyhinedir. Çünkü ülkelerin “yapısal farklılığı” hesaba katılmıyor. Bir yanda dünya servetinin en büyük bölümüne sahip 50-60 bin kişi, öbür yanda kişi başına geliri 3000 doları bulmayan, yoksul Türk köylüleri. İyimser bile olsak, durum yine aleyhimizde: Benim yurttaşım Batı ülkelerinde 1000 metrekare arazi satın alana kadar, onlar benim ülkemde 1000 kilometrekare arazi satın alır. Kaldı ki bu da Türkiye’deki 20-30 bin kişinin bir ayrıcalığıdır. Şu da var ki içimizdeki bir avuç vurguncu ve kozmopolit, Miami’de, Kapri’de, Florida’da villa sahibi olacak diye Türk Vatanı tehlikeye atılamaz.

-Karşılıklılık ilkesi politik açıdan da Türkiye’nin aleyhinedir. Bir Türk Amerika’da ya da başka bir ülkede yalnızca mal sahibi olmak için gayrimenkul alır. Oysa bir Amerikalı öyle olmayabilir. Çünkü Amerikan devleti emperyalist, saldırgan, dünyanın çeşitli bölgeleri hakkında politik amaçları, gizli planları olan bir devlettir.

-Ataları vaktiyle Türkiye’den göçmüş, Amerikan uyruklu Ermeni, Rum unsurların Türkiye üzerinde emelleri vardır. Yunanistan’ın, İsrail’in Anadolu üzerinde politik planları vardır. Çoğunun toprak alırken, asıl güttüğü gaye başkadır. Unutmayalım ki İsrail, Filistin topraklarını buna benzer bir uygulamayla ele geçirmiştir.

Bu kanıtlar aynen Alman, İngiliz, Fransız için de geçerlidir.
Almanya’daki işçilerin orada mülk sahibi olması da gerekçe olarak ileri sürülemez. Çünkü onların Alman toprakları üzerinde hiçbir ideolojik emelleri yoktur. Almanya öyle değildir. Bu devletin Ortadoğu’ya yönelik planları vardır. Üstelik oradaki Türkler üzerinde sıkı bir Almanlaştırma politikası uygulamaktadır.

b) Dikkat!

Halihazır hükümetin iki uygulamasına dikkat çekiyorum: Bir yandan Türk tarımı çökertiliyor, Türk köylüsü çiftliğini çubuğunu satarak şehirlere göç etmeye zorlanıyor; öbür yandan da yabancıların toprak satın almalarını kolaylaştıran yasalar çıkartılıyor; Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri tarafından!
Korkunç bir yankılanma sürüp gidiyor içimde, Atatürk’ten bir uyarı: “ Bir ülkede en öldürücü olan husus, Bazı Milletvekillerinin yabancıların ad ve hesabına çalışmış ve satın alınmış olmalarıdır.”  Ve ben kahroluyorum.
  Köylümüzün Sefalete terk edilmesiyle yabancılara toprak satışının bir araya gelmesi sadece bir tesadüf müdür?
Türk vatanını korumakla görevli olanlar, “Cici Demokrasi ” Fedailiğinden azıcık sıyrılıp biraz da bunun üzerinde düşünsünler.

Unutmasınlar çağımızda en etkili silah, artık paradır!



..