Halime Kökçe etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Halime Kökçe etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

23 Ekim 2017 Pazartesi

CHP- HDP İttifakı ve Siyasete Terör Dizaynı

        CHP- HDP İttifakı ve Siyasete Terör Dizaynı







Halime Kökçe
karakashalime@gmail.com

Çözüm ümidinin, hadi bazılarının daha çok sevdiği şekilde söyleyelim “barış ümidi”nin en yüksek seviyeye çıktığı andı 2013 Nevruz’unda Abdullah Öcalan’ın mektubunun okunduğu an. O gün bir milyonu aşkın kişi toplanmıştı Diyarbakır’daki Bağlar meydanında. O günlerde yapılan yorumları hatırlayalım; bir kesim “Bunca mücadele bunun için miydi?” diye sitem etmiş, “Ne aldınız ki devletle barış yapıyorsunuz?” diyerek Öcalan’ı davayı satmakla suçlamıştı. “Öcalan Misak-ı Millici oldu” yorumlarını da unutmayalım… 2013 Nevruz’unda Türkiye merkezli bir çözüm perspektifi vardı. “Silahlı mücadele ve demokratik özerklik” iddialarından vazgeçilerek “Cumhuriyet’in demokratikleşmesi” noktasına gelinmişti. O günün akşamında Osman Baydemir, Diyarbakır Belediye Başkanı sıfatıyla çözüm sürecini başlatan Nevruz onuruna bir akşam yemeği vermişti. Yerli, yabancı çok sayıda davetli vardı yemekte. Meydanı dolduran kalabalığın neşesi yoktu yemeğe ev sahipliği yapan siyasetçilerde. Türkiye’yi ve Kürt halkını sevindiren şey onları pek sevindirmişe benzemiyordu.

Nevruz’un Asık Suratlıları 

O gün başladığını düşündüğümüz şeyin aslında hiç başlamadığının da işareti gibiydi barış için verilen yemekteki asık suratlar.  Silahlı mücadeleye son verildiği gibi demokratik özerklik ısrarından da vazgeçilmişti. Türkiye bölgesel bir kaosun yanı başındayken yapılan bu açıklama Ortadoğu’nun geleceğine dair de bir perspektifi yansıtıyordu. Üstelik HDP’nin oluşması ve Türkiye soluyla girilen ittifaktan farklı olarak Öcalan’ın dili muhafazakar ve yerli vurgular taşıyordu. Barış adımı atılınca en büyük hayal kırıklığını solcular yaşadı. Yaşadılar yaşamasına ama zaten ortada çözüm süreci falan yoktu. Solcular da boşuna üzülmüşlerdi. Daha en başta PKK’nın “silahlı unsurları ülke dışına çıkarma” şartına bile uymadığı ortaya çıktı. Çözüm süreci dediğimiz şey PKK’nın silahlı eylemlerini durdurması, bunun oluşturduğu iyimserlik ortamında yoğun propaganda faaliyetine başlaması ve HDP üzerinden uluslararası alanda meşruiyet sağlamaya çalışması şeklinde cereyan etti. “Rojava devrimi” söylemi üzerinden PYD siyasi bir aktör olarak muhatap haline gelirken PKK, Batı kamuoyunda terör örgütünden silahlı mücadele veren “özgürlük hareketi”ne terfi edecekti. Bütün o asık suratlara rağmen PKK ve BDP-HDP cephesini sürece ikna eden de muhtemelen bu stratejiydi. Bu karanlık planda hesaba katılmayan şey Kürt halkının vereceği tepkiydi.  “Şiddet ve kaos ortamından her zaman örgüt kazançlı çıkar” şeklindeki sol ezber, Kürt halkının basiret ve ferasetine tosladı. Çözüm süreci Suriye’deki savaşı Türkiye’ye taşımak ve böylece PKK’ya iktidar alanı açmak hevesine feda edildi. PKK’nın istediği şey Kürtlerin 7 Haziran’da HDP’ye verdiği siyaset yapma vekaleti değildi. PKK iktidar istiyordu ve bunun için de ABD’ye lejyoner yazılmaya razıydı.

Batı’nın Terör Seviciliği 



PKK Suriye’deki savaşı Türkiye’de de fırsata çevirebileceğini düşündü. Şartlar elverişliydi ve ABD’nin PYD’ye verdiği silahları FETÖ’nün göz yumması sayesinde Türkiye’de de kullanabiliyordu. Batı medyası PYD’yi “kadın gerilla” posterleriyle allayıp pulluyor, ana akım medya organlarında PYD belgeselleri ve en etkili gazetelerde PYD’li teröristlerle yapılmış röportajlar yayınlanıyordu. Kandil’i turistik gezi düzenlemeye elverişli bir yer olarak gösterebilecek kadar özendirici ve normalleştirici bir medya dili söz konusuydu. Selahattin Demirtaş’ın CNN ekranlarında saz çalan kara oğlan olarak resmedildiği günler geride kalmıştı ancak Gezi kalkışması zamanında kurulan “sol ittifak” devam ediyordu. Çözüm sürecinin iyimser ikliminde kurulan bu ittifak giderek derinleşti ve Türkiye’deki merkez solu boğacak bir etkinliğe ulaştı.

HDP’nin kurulması ve eş başkanlığına terör örgütü MLKP’nin siyasi kolu ESP’nin Başkanı olan Figen Yüksekdağ’ın getirilmesi “Türkiyelileşmek” mottosunun aslında Türkiye’deki tüm sol örgütlerin birleşmesi anlamına geldiğini gösteriyordu. Bu 2013 Nevruz’unun tam tersi bir yaklaşımdı.

Tuhaf Zamanlarda Siyaset

Siyasetin FETÖ marifetiyle dizayn edildiği, CHP’nin başına Kemal Kılıçdaroğlu’nun getirildiği, BDP’nin HDP’leştiği, PKK’nın HDP’yi siyaseten lağvettiği ve HDP’nin misyonunu CHP’nin üstlendiği tuhaf zamanlardan geçtik… Siyasi partilerin terör örgütlerinin peşine takıldığı, terörden nemalandığı ve teröre yaşam alanı sağladığı tuhaf zamanlardan…

Bu arada hiç duymadığımız kadar çok duyduk barış, demokrasi ve özgürlük gibi kavramları. PKK’nın hendek terörünü CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu “PKK ve AK Parti’nin savaşı” olarak niteledi. “PYD neden silah bıraksın, bırakmaz” derken Türkiye’nin sınırlarıyla ilgili güvenlik algısını hiçe sayması bir yana örgütü meşrulaştırıcı bir dil kullandı. “Hendek kazan arkadaşlar, kimse onlar bilmiyoruz ama bu doğru bir yol değil” ifadesi ise Doğu ve Güneydoğu’da yaşanan hadisenin şiddetiyle kıyaslandığında teröristlere “heyecan arayan haylaz çocuk” muamelesi yapmak kadar yersizdi. Tıpkı 17-25 Aralık’taki emniyet-yargı müdahalesi girişimine rağmen FETÖ’yü meşrulaştıran dahası söz konusu örgütten medet umar hale gelen CHP, yeni aldığı biçimle de PKK’dan medet uman bir parti görünümüne kavuştu. PKK’nın, AK Parti’yi siyasi  cinayetler de dahil her yönüyle hedefe koymuş olması, CHP’de PKK terörünü görmezden gelme ve küçültme gibi bir eğilimin oluşmasına sebep oldu. CHP, PKK merkezli bu yeni durumu Batı’yı referans alarak değerlendirdi.

CHP’nin Erdoğan Nefreti 

İrili ufaklı, legal illegal tüm sol örgütleri birleştiren ve CHP’yi giderek legal siyasetin alanını zorlayan tutumlara sevk eden ise Erdoğan’ı siyaseten alt edememenin getirdiği “Erdoğan nefreti” oldu. Bu kesime göre bütün kötülükleri Erdoğan yaptı. Çözüm sürecini o bitirdi. Hendek terörü onun “diktatör”lüğüne karşı direnen Kürt halkının sivil itaatsizlik eylemiydi. PKK’nın çözüm sürecini sona erdirdikten sonraki tüm eylemlerinin tek sorumlusu vardı o da Erdoğan ve AK Parti. 14 Ocak 2016 günü Diyarbakır Çınar’da tonlarca bomba ile 3’ü bebek 5 sivilin öldürülmesinden de Erdoğan sorumluydu, Ankara Merasim sokaktaki canlı bomba eyleminden de… Eylemi yapan canlı bombaya methiyeler düzen eski Demokratik Toplum Partisi (DTP) Başkanı Nurettin Demirtaş, “O ölümü değil yaşamı seçti” diyerek Kürt gençlerini canlı bomba olmaya özendirirken suç işlemiyor, HDP’liler canlı bombanın cenazesine giderken geleneksel taziye görevini yerine getiriyordu. İstanbul Vezneciler’deki canlı bombalı katliamda da Türk solu PKK’yı üzecek bir tavır takınmaktan imtina etti. PKK’nın, 15 Temmuz darbe girişiminden kısa süre sonra peş peşe yaptığı saldırılarda ölen Kürtler ise HDP için de zayiat niteliğindeydi. Diyarbakır Çınar’daki 5 polis ve 1’i çocuk 3 sivilin hayatını kaybettiği katliamdan sonra yine aynı şehirde bu sefer 3’ü polis, 8’i sivil 11 kişinin katledildiği saldırıyı TAK üstlenince çok bozuldular. O kadar bozuldular ki neden yaptınız diye değil de neden üstlendiniz diye posta koyacaklardı PKK’nın bir kolu olan TAK’a.

HDP’nin PKK’ya Sunduğu “Öz Eleştiri” Türkiye’nin içine sürüklenmeye çalışıldığı terör sarmalından çıkmak için verdiği mücadele hem içeride hem dışarıda tepkiyle karşılanıyor. Devlet teröre destek veren siyasetçilerle ilgili adli süreç başlattı, DBP ve HDP’li belediyelerin pek çoğuna kayyum atadı. Öncelikle şunu ortaya koyalım; dünyanın hiçbir yerinde bir siyasi parti -velev ki terör örgütünün uzantısı olarak vücut

bulmuş olsun- teröre yardım etmek ve alenen terör propagandası yapmak suçlarını işleyip sonra da meşru bir aktör muamelesi göremez. Aşağıdaki ifade hendek terörüne yeterince destek olamadığını düşünen PKK’nın sözde sivil bileşenlerinin örgüte sunduğu öz eleştiridir: “DBP, HDP, DTK ve KJA başta olmak üzere belediye eş başkanları, tüm Kürdistani kurum temsilcileri ve yöneticileri olarak bizler, halka öncülük görevi ile karşı karşıya olduğumuz gerçekliğinden hareketle, özyönetim direnişleri sürecinde direnenlere karşı sorumluluklarımızı yeterince yerine getirmediğimizden dolayı, bu destansı mücadelede yaşamını yitirenlerin şahsında Kürdistan halkından özür dileyerek, bırakılan büyük direniş mirası ve eşi benzeri bulunmayan iradeye sahip çıkma sözü vererek başladık. O süreçte eksiklikler o direniş alanlarının içinde değil dışında yaşanmıştır. Toplantı bileşeni olarak bizler yaşanan bu eksikliklerden kendimizi sorumlu tutuyor ve soykırım planını boşa çıkarması için o onurlu direnişi yürütenlerin mirasına sahip çıkma ahdimizi tekrarlıyoruz.” Tek başına bu metin bile meşru siyasi zeminin çoktan ortadan kalktığını göstermektedir.

CHP’nin Akıl Hocası Avrupa CHP Tek Parti Dönemi’nde Kürtlere reva görülen zulüm politikalarıyla Kurtuluş Savaşı’ndaki milli mücadele ruhunu bozmuş, “ Uluslaşmak ” adına yürüttüğü ayrıştırıcı politikalarıyla PKK’nın ilk tohumlarını ekmişti. Şimdi ise PKK’nın siyasi uzantısı olan HDP’nin sözde siyasi temsil hakkını savunur gözükerek örgütün bölücülüğüne hizmet ediyor. En başta ne yaptıysa aslında bugün de aynı şeyi yapıyor. Devletin ve milletin sosyolojik gücüyle güçlenmesine mani oluyor. Bunun yaparken de Avrupa’dan akıl alıyor. Merkez olarak Batı’yı görüyor. CHP’nin siyaseten intiharı anlamına gelen bu süreçten dönüşü çok mümkün gözükmüyor. 20 Kasım’da Kartal’da gerçekleşen “Teslim olmayacağız” mitingine resmi olmayan katılım, CHP’nin illegal alandan uzaklaşmakta zorlandığını gösteriyor. Zamanında çözüm sürecine bahane bulan CHP, bugün PKK’nın terör  siyasetine mesafe koyamıyor. Kürtlerden teveccüh göremeyen CHP, PKK-HDP hattına siyasi kaldıraç olmaya çalışıyor. Kürt halkından oy alamazken terör örgütü PKK’nın takdirini kazanıyor.

Etiketler: Halime Kökçe

http://kriterdergi.com/chp-hdp-ittifaki-ve-siyasete-teror-dizayni/


***

17 Eylül 2016 Cumartesi

MHP’nin Üç Hali ve Gülen Örgütü






MHP’nin Üç Hali ve Gülen Örgütü


Devlet Bahçeli’nin 1997’de başkan olmasından sonra MHP, ülkücü gençliğe dayalı sokaktaki sert aktivizmden ziyade, siyaset sahnesindeki etkinliği ile ön plana çıkmaya başladı. “Merkez siyasete yakınlaştığı” şeklinde analiz edilen bu dönüşümle birlikte MHP, “yıkıcı” değil “yapıcı” etkileriyle kendinden söz ettirdi.
90’lardan geriye kalan kirli siyasete ait enkazın adeta süpürüldüğü 2002’de, MHP de Meclis dışına itildi. Yakın tarihin bu tecrübesi Bahçeli liderliğindeki MHP’yi kritik hatalar yapmama, siyaseten çok sivrilmeme ve “milli menfaatler siyaseti” diyebileceğimiz bir asgari alanda varlık gösterme stratejisine sevk etti. Çünkü 2002’den sonra Türkiye’nin içine girdiği yeni süreç siyaset kurumunu güçlendirdi. Bu dönemde CHP merkezden uzaklaşırken MHP merkeze daha da yaklaştı. Fakat AK Parti’nin geniş kesimleri içine alan toplumsal kuşatıcılığı, ne MHP’nin ne de benzeri ideoloji tabanlı siyasi partilerin iktidar ortağı olmasına imkan tanımadı.

Gülen Örgütü’nün Mağduru

Bugün MHP ya da başka bir parti hakkında konuşurken AK Parti’nin siyaset alanında kapladığı yeri, Türkiye sosyolojisinin AK Parti üzerinden nereye aktığını hesaba katmak ve bu çıktıyla birlikte diğer partilere bakmak durumundayız. Zira 2013’ten itibaren AK Parti ve Tayyip Erdoğan’ı hedef alan yeni bir siyaset mühendisliği sahnelenmeye başlandı. Adına “ Ağır Çekim Darbe ” ya da “ siyasi mühendislik ” ne dersek diyelim, bu girişimde CHP ve HDP gibi MHP’nin de katkısı vardır. “ Siyasetin siyaset dışı yollarla dizaynı ” şeklinde tanımlayabileceğimiz bu süreçte söz konusu siyasi partilerin her biri, yıkıcı etkilerini artırırken siyasi kabiliyetlerini kaybetti ve meşruiyet krizi yaşamaya başladı. 

MHP ve Bahçeli özelindeki vasat da tam olarak bu düzlemde ortaya çıktı.

MHP’yi analiz ederken üç evreden bahsedebiliriz. Bu üç evre arasındaki farkı belirginleştiren husus Bahçeli’nin Fethullah Gülen Örgütü’ne bakışıdır. 

    2011’de partisine yönelik kaset kumpasındaki tavrında belirginleşen ilk evrede Bahçeli, hiç düşünmeden “ Okyanus Ötesini ” işaret etmiş, dönemin CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’dan farklı olarak bu kumpasın Pensilvanya’da mukim Fethullah Gülen’in işi olduğunu açıklıkla ifade edebilmiştir. O dönem seçim kampanyasında Zaman gazetesine reklam dahi vermemiştir. 
   Ne var ki 17-25 Aralık’tan sonraki ikinci evrede partisini adeta paralel yapının hizmetine açan bir görüntü arz etmiştir.

Gülen Örgütü’nün Hizmetinde

   Bahçeli bu ikinci evrede, 2011’de partisine yönelik kaset kumpasını ve ardından söylediklerini adeta unutmuşçasına bugün Paralel Devlet Yapılanması olarak adlandırılan örgütün ürettiği tüm argümanları siyaset sahasında kullanmaktan çekinmedi. Hatta cumhurbaşkanlığı seçiminde Erdoğan’ın karşısına çıkartılacak “ Çatı Aday ” formülünü bizzat Bahçeli icat etti. Yine 2011’den farklı olarak 2014 seçim kampanyasında en çok ilanı Zaman gazetesine verdi. Bahçeli bu süreçte Erdoğan karşıtı cephenin temel aktörlerinden biri olarak hizmet verdi ve bu anlamda siyasetin yeni fay hattının oluşmasına büyük katkı sağladı.

   Devlet Bahçeli 7 Haziran seçimlerinde partisinin oyunu ve milletvekili sayısını yükseltti, yüzde 16,3 oy ve 80 milletvekiliyle Meclis’in kilit partisi oldu. Fakat “ Hayırcı Siyaset ” olarak ifade edilen tavrı dolayısıyla, Türkiye’nin 1 Kasım 2015’te “tekrar seçime” gitmesine neden oldu. Bu ara dönem aynı zamanda Bahçeli’nin Paralel Yapı ile arasına mesafe koymaya başladığı bir dönem olmuştur. 

   Bahçeli HDP’nin içinde bulunduğu bir hükümetin ortağı olmaya hayır diyerek siyaseten MHP’nin intiharının önüne geçmiştir. Bahçeli buna hayır demekle kalmamış, Meclis Başkanı seçiminde dahi partisini HDP ile aynı adaya oy veren bir konuma sokmak istememiştir. MHP’nin önündeki diğer seçenek AK Parti ile koalisyon ortağı olmaktı. Bahçeli bu yolu da kapatmış ve “ Hayırcı Tutumu ” sayesinde 7 Haziran akşamı söylediği gibi ülkeyi erken seçime götürmüştür.

Gülen Örgütü’nün Karşısında

Hayırda hayır vardır ” sözleriyle varılan 1 Kasım’dan sonra Bahçeli, parti içi iktidar kavgalarıyla uğraşmaya başladı. Bu üçüncü evrede “ Fethullah Gülen Hareketi ” ni açıkça Paralel Yapı olarak nitelendirmeye başlamış ve partisinin “okyanus ötesi” tarafından yürütülen bir operasyonla karşı karşıya olduğunu ifade etmiştir. 

Peki Bahçeli’ye bunları söyleten nedir?


2011’de partisine kaset kumpası yapıldığında işaret ettiği “okyanus ötesi” tehdidini neden 17-25 Aralık ile başlayan darbe sürecinde dile getirmekten imtina etmiştir?
İmtina etmek bir yana açıktan bu yapının amaç ve istekleri doğrultusunda hareket etmiştir. Bahçeli’nin 17-25 Aralık sürecinde, “Bizim Paralel’e teslim edecek ülkemiz yoktur” diyemeyip tehdit kendine yöneldiğinde, “Bizim Paralel’e teslim edecek partimiz yoktur” demesi söz konusu yapının MHP’yi hedef aldığı tezini ortadan kaldırır mı? Bahçeli’nin son dönemde parti içi muhalefete karşı geliştirdiği mezkur argüman pek çok çevrede bu soruların gündeme gelmesine sebep olmuştur.

Olağanüstü Kongre’nin Anlamı

Bahçeli’nin Meral Akşener’le ilgili tavrı aslında adaylığını açıklamadan önce belirginleşmişti.  Ayrıca Akşener’in Paralel Yapı’ya karşı zaafı olduğuna dair yorumlar da öteden beri yapılıyordu. “Akşener’in, pragmatik davrandığını zannettiği, lakin zararlı çıkanın kendisi olacağı” dost acı söyler kabilinden edilen laflardı.
Yargı ve emniyet bürokrasisindeki MHP’liler, 17-25 Aralık’tan itibaren Paralel Yapı ile mücadelede etkin rol oynamışken, Akşener’in Gülencileri kayırır pozisyon alması pragmatizmle dahi tevil edilebilir görünmüyor.
Akşener’in “Ekmeleddin İhsanoğlu Paralel proje ise baş paralel Bahçeli’dir” ya da  “Tutuklu polislerin haklarının iadesi MHP’nin seçim vaadiydi” gibi argümanlarla Bahçeli’yi sıkıştırması da son tahlilde kendisinin Paralel Yapı’ya müzahir duruş içinde olduğunu teyit etmektedir.

Akşener’in, MHP’yi merkez sağa açacağı, Ümit Özdağ ve Sinan Oğan’ın ise radikalleştireceği yorumları yapılmaktadır. Koray Aydın ise tüzük kongresi dahi yapılmadan Meral Akşener’le liderlik çekişmesine girerek gündeme gelmiş, bu da aslında söz konusu dört adayın Bahçeli karşısında güçlerini birleştiremeyeceği şeklinde yorumlanmıştır. Bu manzara bile tek başına MHP’de yaşanan depremin çok hasar vereceğini göstermektedir.

Bahçeli, AK Parti’nin anayasa önerisinin referanduma taşınmasına yeşil ışık yaktığı için mi parti içi muhalefet harekete geçti sorusu da önemli. PKK’nın yapamadığını MHP tabanına yaptırmak, Ülkücü gençleri sokağa döküp toplumsal gerilimi tırmandırmaya çalışmak da Paralel Yapı’nın MHP’ye yönelik ilgisinin arkasında aranabilir. 2013’ten beri Türkiye’de olan bitene bakınca, ikisi için de komplo teorisi diyemeyiz.

Ayrıca komplo teorisi diyerek tehlikeyi bertaraf etmiş olmuyoruz. Bilakis görüşü değersizleştirip olacak olana ön açıyoruz. Bahçeli’ye karşı çıkan muhalif isimlerin kimler tarafından desteklendiği de aslında bu işin akıbeti hakkında fikir veriyor. MHP’ nin başarısız bir grafik çizmiş olması elbette parti içinde sorgulanabilir bir şeydir. Ancak söz konusu muhalif isimlerin MHP için bir ümit vadettiklerini söyleyen de çıkmamıştır. Mahkemenin kayyum  kararı temyiz edilse bile, parti içindeki muhalefetin kongre talebi karşılanmadan MHP nispeten sakin bir limana demirleyemeyecektir.


http://kriterdergi.com/2016/05/mhpnin-uc-hali-ve-gulen-orgutu/


...