EGEMEN GÜNDEM etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
EGEMEN GÜNDEM etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

8 Ocak 2015 Perşembe

EGEMEN GÜNDEM, DİN VE MÜCADELECİ BASIN





EGEMEN GÜNDEM, DİN VE MÜCADELECİ BASIN


İrfan Erdoğan
Egemen Gündem


Toplumsal gündemler, bilimden kadınların dedikodusuna kadar çeşitlenen insan faaliyetlerinde, zaman ve yer içine sıkıştırılan, toplumsal konular arasında seçilerek ön plana çıkartılıp konuşulan ve tartışılanlardır. Toplumsal gündemlerin saptanması kitle iletişim araçlarıyla, siyasal propagandalar ve ideolojik faaliyet ağlarıyla örülmüş çağımızda, tesadüften ve kişilerin kendi özgür seçimlerinden çok, egemen güçlerin ve egemen gereksinmelerin yönlendirdiği bir biçim almıştır. Mahalle dedikodularında bile önde gelen gündemler arasında televizyon sabun operalarının günlük hikayeleri ve kişileri yer alır. Siyasal gündemler genellikle düzen koruma ve karşıtlığı kötüleme alanı içine sıkıştırılır.

Egemen gündemin sunduğu "sorunları' egemen gündemi malı diye her zaman dışlayamayız. Aksine çoğu kez bilimselden aile toplantılarındaki çekişmelere kadar çeşitlenen tartışmalara gireriz, girmek zorunda hissettiriliriz.

Egemen gündem masum değildir. Sadece tartışılacak konuyu saptamaz, aynı zamanda tartışmanın kurallarını, sınırlarını, tartışmaya taraf olacakları ve olmayacakları belirler. Bu belirleme direk kontrol olanaklarının olmadığı durumlarda ideolojik kontrolla sağlanır: Örneğin özelleştirme gündeminde tartışma kamu sektörü ve özel sektör arasına sıkıştırılır ve sorun özgürlük ve özgürlüğün kontrolu yapılır. Bu gündemdeki tuzak, sorunu, tarafları ve tartışmanın çerçevesini tanımlamayla gelen meşrulaştırma ve meşruluk dışında bırakmadır: Ya kamu ya da özelleştirme tarafından birini seçmek durumu. Eger kamu tarafını tutarsak kamunun özgürlüğe karşı olmadığını savunma durumuna düşeriz. Sorunun bu çerçeve dışında olduğunu sunmak ve düşünmek gayri-meşruluğa düşmektir. 

Din Gündemi 

Din konusu egemen gündemlerde daima önemli bir yer alır. Medyada din üzerinde sık sık durulması Türkiyede din konusunun önde gelen bir gündem olduğunu anlatır. Toplumlarda örgütlü din ticaretini yapan belli güçlerin siyasal politikada artan bir biçimde egemenlik kazanmaya başlaması, toplumlarda Amerikan eğitimli bir başbakanın bile bu tüccarlığı siyasal kandırma politikası olarak kullanması, din gündeminin önemini çok daha artırır. Dinde egemen gündem tartışmaları laiklik etrafında döner. Laiklik gündemine egemen çerçeveyi kiramadan yaklaşanlar, burjuva pozitivizminin tuzağına düşerler.

Din ve Üretim İlitkileri

Din toplumsal üretimde belli yerlerde pozisyonlandırılmıştır. Materyal üretimde dinin yeri ilk bakışta ideolojiktir: Dini inançlar taşıyan insanlar toplumsal günlük üretime katılırlar. Bu üretim hem materyal hem de kültürel egemenliğin üretimidir. Yani inançlı insanlar, namaz kılmaktan, oruç tutmaya ve zekat vermeye, kurban kesmeden, şeker bayramında çikolota ve şeker almaya, müslüman firmanın üretttiği suyu içmeye, müslüman sermayenin sahip olduğu radyo ve televizyon istasyonlarını izlemeye, yargıç olup şeriata aykırı diye kitap yasaklamaya, "din düşmanlarının"kellesini kesip azraile yardım etmeye, kendinden olanı işe alıp olmayanı ekmeğinden etmeye kadar çeşitlenen günlük faaliyetlerinde hem kendilerinin yaşam koşullarını yeniden üretirler hem egemenliğin hem de karşıtlığın koşullarını. 

Din ve Kapitalist Sömürü

Burjuva bilimi dini inançları hurafeyle, gericilikle, eski ve köhnemişlikle niteleyip, yaradılışı ve insanların nasıl yönetileceği ilahi açıklamasını red ederler. Onun yerine ampirik deneylemeyle yanıtlamaya dayanan pozitivizmi savunurlar. Burjuva bilimi nesnellik iddiasındadır. Fakat ne denli nesnel olduğu tartışma konusudur. Nasil ki Kuran'a dayandığını söyleyen ve Kuran'ın belirleyici materyal tabanını ortadan kaldırıp ilahilige bağlayan şeriatin ilmi kendi içinde kendini belirleyen güç yapısıyla geçerli (veya geçersizse), pozitivist bilim kendi teorik varsayımları, bu varsayımların test mekanizmaları ve sonuçlarıyla geçerli (veya geçersizdir). Pozitivist bilim bilimin doruğu ve bir başlangıcın ulaştığı son değildir.

Şeriatin eleştirici özgürlüğe kesinlikle yer vermemesi, materyal temelle olan tutarsız ilişkisinden, dolayısiyle soruşturmayı red ederek egemenliğini sürdürme çabasındandır. Burjuva pozitivist bilimini nesnel olarak ilan etmek, özgürlüklerin temsilcisi olarak göğe çıkarmak, bu bilimin kapitalist örgütlü soygun ve gaddarlıklarla olan direk ilişkisini görmemek veya görmemezlikten gelmektir. Şeriatın gericiligiyle ve elinde kılıç Allah yoluna cenk ederek katlettigi insan sayısıyla, pozitivist bilimin ilerici ve modernligiyle sadece Vietnamda ve Kamboçyada katlettiği insanların sayısını ve yarattığı insanlık durumunu karşılaştıramayız bile. Korfez savaşinda, pozitivist bilimin hipotez testlerinin sonucu olarak, örneğin, Amerika'da ve İngilterede bugün bu savaşta test edilen silahla ilişkide bulunan askerlerin çocukları sakat dogmaktadır. Kim bilir Korfez bolgesinin insanlarına ne olmaktadır. Nasıl ki Şeriat belli materyal ilşikiler düzeninin bir yasal parçası ve şeriatın ilim iddiası bu parçanın bütünleşik bir parçasıysa, göğe çıkarılan burjuva pozitivist-ampirik bilimi de kapitalist ücretli-kölelikle insanları yoksun ve yoksul bırakma ve başkaldıranları özgürlük ve demokrasi adına ezme düzeninin görevsel bir parçasıdır. 

Elbette burjuva demokrasisi ücretli-kölelik ilişkilerinin getirdiği sömürgen ve baskıcı yalın gerçeklerle ayakta duramaz; Özgürlük, fırsat eşitliği, demokrasi, vatan, millet, seçme ve seçilme hakkı gibi efsaneler\mitler yaratması ve bunlarla hem umutlar vermesi hem de umutların gerçekleştiğini gösteren örneklerle gelmesi gerekir. Bu da giderek hurafelerin yaratılması ve suregelen hurafelerin kullanilmasıni zorunlu kılar. Bu sadece kapitalist dünya gerçeğinin bir yanı. Diğer yanı ise, gene toplumsal üretim ilişkilerine dayanır: Kapitalist bireyci güç ve çıkar mücadelesi, üretimi yapan ve onları zenginleştiren kitlelerin yönetiminde, sadece kendi sisteminin yarattıklarıyla yetinemez duruma gelmiştir. Binlerce yılın tek dinli çıkar politikasının mücadelesiyle daima yüzyüze kalmışlardır. Fakat Türkiyede bu güçlerin kafası Atatürkün burjuva devrimiyle (yani burjuvaların yaptığı devrimden çok burjuva ideolojisini benimseyen devrimle) ezilmiş ve siyasal sahneden atılmıştı.

Çok partili sisteme geçişte, Cumhuriyetin siyasetcilerinin inanç sömürü politikasıyla araç olarak kullanılmaya başlandı. Dinin araç olarak siyasette kullanılması burjuvaların yapacakları en tehlikeli oyunlardan biridir: Çünkü dinin siyasal sahnede ve güç mücadelesindeki yeri birkaç yüzyıllık burjuva tecrübesinden çok daha eski ve uzundur. Amerika'da bile bu kullanım 1İİ0'larda din tüccarlarının burjuva temsilciler yerine kendi-tüccarlarını başkan seçtirme girisimlerinı getirmiştir. Tanrı adına öldürmeleri de... Türk laik-burjuva siyasetcilerinin din sömürüsü de elbette örgütlü dinin, kendinden olmayan ve dini politikaya alet edenlere karşı, dinin inançlı temsilcilerinin siyasal alana atılması ve gerçek temsilciliği getirmesi gereğinin ardında gitmesini getirecekti. Bu da tanrının temsilcisi siyasal partinin kurulmasına yol açacak ve güçlenmesine neden olacaktı. Kısaca, laik-burjuvazi kendi eliyle kendini tuzağa düşürmüş durumdadır. 

Örgütlü Dinin Hortlatılışı

Burjuva politikalarının sonucu olarak örgütlü din yeniden hortlatılmış ve siyasal sahnede burjuva siyasal demokratik oyununu Makyavellinin güleryüzüyle yaparken, aynı zamanda yerel idareleri ele geçirmeyle başlayan yaygın bir dayanışma iletişim ağı kurup geliştirmişlerdir. Bu iletişim ağı kapitalizm dünyasında, Marksistlerin (sömürü amaçlamadıkları için) başarılı olamadıkları, ekonomik faaliyetler dayanışmasına uzatılarak güçlendirilmiştir. Gerçekte ağın kuruluşu ve yaygınlaştırılması ekonomik temelin tekelci pazarda kendini güçlendirebilmekte seçmek zorunda olduğu en birinci alternatiftir. Ağ bir kez kuruldumu, gelişme olanağı, var olan inançların sömürüsünü yapmayı gerektirirki bu da modern iletişim araçlarıyla ve camilerden geçerek sözlü iletişimle desteklenen bir yaygınlaşma potansiyeline sahiptir. Marksistler bu bakımdan şanssızlar çünkü, Marksist iletişim halkın inançlarının sömürüsü değil, egemen bilinç ve inanç yapısıyla çatışan bilgiye ve enformasyona dayanır. Dolayısiyle Marksist (örneğin marksist basın), dayanışma ve iletişim ağı entellektüel sınıf, gençler ve işçi ve köylü sınıfları arasındaki militanlar ve sınıf bilincinde olanlarla sınırlıdır. 

Mücadeleci Basın ve Din 

Türkiyede, din sorunu burjuva yönetimin ve sınıfının çözmek zorunda kaldığı ve gittikçe ciddileşen bir sorun durumuna gelmektedir. Bu aynı zamanda her ideolojik yanlılıktaki bilim adamlarının ve basının da sorunudur. Bu nedenle, örneğin Bilim ve Utopyanın din üzerinde ayndınlatıcı ve oldukca değerli sunumlarını alkışlamak gerek. Fakat burjuvanın sorununu durmadan tekrar tekrar sunmak, ne denli aydınlatıcı ve önemli olursa olsun, materyal ilişkiler gerçeğinde çok daha önemli sorunları bir yana itmektir. Dini inanç ideolojik üst yapıyla ilişkili ve alt yapının değişmesiyle değişecek bir sorundur. Burjuvalaşmayla dini terketme ve dine sadece sömürü için geri dönme buna bir yanıttır. Ankaranın burjuva semtlerinin çocuklarının kaç tanesi beş vakit namaz kılıyor dersiniz? Kapitalist üretim ilişkileri ve Darvinci-evrimci eğitim bu işi zaten yapmaktadır. 

Elbette marksist basında din ve diğer ideolojik yorumlar, incelemeler ve araştırmalar sunulmalıdır. Fakat pozitivizmin ana gündemi olan fikirler tartşımasına saplanarak ana gündemi unutmamak gerek. Özellikle, tekrar belirteyim, Türkiye'de din gündemi özellikle egemen burjuva sisteminin kendi yarattığı bir sorunla gelen burjuvazinin gündemidir. Marksizmin bu gündemdeki yeri her zamanki gibi "dinin kitlelerin afyonu olduğu" sapıtmasıyla gelen komunist düşmanlığında, insanın kendi fiziksel varlıgını korumasıdır. Gerçek düşmanın Marks değil pozitivist burjuva sistemi olduğunu anlatarak "komunist düşmanlarını aydınlatma" düşüncesi oldukça gülünçtür. Belki Tanrıyla ilişkileri sadece inanç olanlar arasında enformasyon almaya ve bilgiyle ilgilenmeye meraklı olanlar kulak verebilir. Fakat "tanrı yapıp tanrı satanlar" kesinlikle dinlemezler, çünkü, onlar için tanrı ticarettir, finanstır, endüstriyel sermayedir. Tanrısını kaybeden inanan insan için dünya anlamını yitirir. Tanrıyı kaybeden din tüccarı sadece iflas eder. Dolayısiyle, her ikiside şiddetle direnmek zorundadır. 

Mücadeleci basın egemen din gündemini ve bu gündemin anlamını, mücadeleci gündemler içindeki yerini ve kendisiyle ilişkisini incelemeli, saptamalı ve ona göre egemen gündemi yeniden biçimlendirerek veya kendi gündemini sunmalıdır. 

Marksizm ve Din

Marksist anlayış, dinin, iletişim yoluyla bilinçlendirmeyle, yasaklamayla, cami kapatmayla vb. değişmeyeceği görüşüne dayanır. Bilinçlendirmeyle inanç değisimi olması olasılığı harcanan enerji ve zamanla oranla oldukça faydasız, gereksiz ve hatta verimsiz bir giritimdir.

Dini inanç diğer tutum ve inançlar yanında belli bir yer kaplar. Din, insanın evrensel varlık sorusuna verdiği veya kendisine egemen bir kültür tarafından verilen cevaptır. Dinin örgütlenmesiyle birlikte biçimlenen anlam ve bu anlamın materyal orijini kapitalist pazar ilişkilerinde farklı bir anlama gelir: Din materyal ilişkiler temelini yitirmiştir ve kalıcılığı ücretli-kölelik düzeninde yoksun bırakılmışların evrensel tesellisi olmasındandır. Bu kalıcılık siyasal sömürücü politikalarla belli çıkarlar için desteklenmektedir. Dolayısiyle, Marksizmin gündeminde, insanın evrensel sorusunun cevabı olan dini inancın yeri, bunun tanınmasıyla batlar. 

Din bilinciyle insanı değiştirme gibi bir çabayla, insanı kendini kendi gördüğünden farklı bir biçimde görmeye zorlamak, marksist anlayışa aykırıdır. İnsan dini inancıyla kendi başına bırakılmalıdır. Sadece dini inançları değil, bütün inançlarından dolayı hiçbir insan, iyi amaçlarla olsa bile, rahatsız edilmemelidir. Bu görüşü de, kapitalist mülkiyetin korunması olan ve mülkiyet ilişkileri içinde anlamını yitiren özgürlükçülükten ayırdetmeliyiz. Fikirlerden başlayarak sağlanmaya çalışan değişim çabası, pozitivist akılcılığın kafa kırma politikaları ve polis işkenceleriyle insanı değiştirme uğraşıdır. Marksizmin bireyle ilgisi bireyin diğer birey tarafından sömürüsünü ve yaşam koşullarından yoksun bırakılarak köleleştirilmesini getiren toplumsal üretim biçiminin değiştirmesini sağlamaktır. kısaca, marksizm işe ne din ne de başka bir inanç sisteminden başlar, fakat yaşayan insanın yaşanan yaşamını yapma koşullarını ele alarak başlar. 

Burjuva gündeminde, örgütlü dinin gericilik olarak nitelenmesi, kapitalist çıkar, ilerleme ve modernlik anlayışıyla sıkı sıkıya bağıntılıdır. Aslında, örgütlü din, en iyi şekliyle, kendini ve kendi çıkarını temsil eder. Özgür kapitalist demokraside bunun oldukça normal nitelenmesi gerekir. Nitelenmez, çünkü din ve kapitalismin uzantısı-faşizm egemen burjuva sermayesi için gerektiğinde kullandığı siyasal amaç gerçekleştirme aracıdır. Bu araç kendi bağımsızlığını ilan edecek kadar kendini güçlü hissettiğinde, burjuvazi için hem siyasal hem ekonomik tehlike olmaya başlar ve engelleme mekanizmalari işe koşulur. Bu mekanizmalarin etkili bir biçimde çalışması egemen güçlerin kontrol kabiliyetine bağlıdır. Bu da, Türkiye gibi ülkelerde, sadece komunistlere ve azınlıklara karşı etken bir biçimde çalışır.

Marksizmin din anlayışının pozitivist laiklik ilkesiyle ilişkisi, bu ilkeyi benimseme değil, burjuva egemenlik ilişkileri içinde açıklamaktır. Laiklik Marksizmin malı veya kavramı değildir. Burjuvaların feodal sistemle egemenlik mücadelesinin ifadelerinden biridir. örgütlü dini siyasal sahneden atması yanında, laikliğin inanç özgürlüğü burjuvazinin serbest ticaret özgürlüğüdür, serbest ticaret doktrininin entegral bir parçasıdır. 

Kuran'ı ve şeriatı inceleme ve değerlendirme elbette gerekir. Fakat bunu, bilimsel araştırmalar ve sunumlarla da olsa, "haçlı seferi'' yapmak, kesinlikle Marksizmin işi değildir. Mücadeleci basının temsil ettiği görüş tarzında dinin siyasal, ekonomik, kültürel gündemlerde ön plana geçirilmesi ve tekrar tekrar kapak gündemi yapılması, bütün sayının bilimsel ve aydınlatıcı sunumlara ayrılması, toplumsal üretim ilişkilerinin materyal ve ideolojik gerçeklerinin tümü içinde, gereğinden öte bir ağırlık vermek değil mi? 

Bilim ve Ütopya Dergisi; Subat 1996 

http://kutuphane.halkcephesi.net/Yazarlarold/Irfan%20Erdogan/egemen%20gundem%20din%20basin.htm

..